S E L Ç U K C O Ş K U N , 1 9 6 6 y ı l ı n d a G ü m ü ş h a n e ' d e d o ğ d u . İlk v e o r t a
öğrenimini
ç e ş ...
151 downloads
1177 Views
16MB Size
Report
This content was uploaded by our users and we assume good faith they have the permission to share this book. If you own the copyright to this book and it is wrongfully on our website, we offer a simple DMCA procedure to remove your content from our site. Start by pressing the button below!
Report copyright / DMCA form
S E L Ç U K C O Ş K U N , 1 9 6 6 y ı l ı n d a G ü m ü ş h a n e ' d e d o ğ d u . İlk v e o r t a
öğrenimini
ç e ş i d i o k u l l a r d a t a m a m l a d ı k t a n s o n r a , 1 9 8 4 - 1 9 8 9 yıllan a r a s ı n d a E r c i y e s Ü n i v e r s i t e si v e A t a t ü r k Ü n i v e r s i t e s i İ l a h i y a t F a k ü l t e l e r i n d e y ü k s e k ö ğ r e n i m g ö r d ü . 1 9 8 9 y ı l ı n d a A t a t ü r k Ü n i v e r s i t e s i İlahiyat F a k ü l t e s i H a d i s A n a b i l i m D a l ı n d a , A r a ş t ı r m a G ö r e v l i s i olarak göreve başladı. 1 9 9 3 yılında, "Kültürel D e ğ i ş i m P r o g r a m ı " çerçevesinde müddet
Kahire Üniversitesi'nde
araştırmalarda bulunan yazar, 1 9 9 6
yılında
E ğ i t i m c i O l a r a k H z . P e y g a m b e r ' i n İ n s a n Anlayışı" isimli ç a l ı ş m a s ı y l a verdi.
2000-2001
Fakültesi'nde
Öğretim
öğretim
üyesi
yılında olarak
Kırgızistan O ş çalıştı.
Halen
doktorasını
Devlet Üniversitesi Atatürk
bir "Bir
Üniversitesi
İlahiyat İlahiyat
Fakültesi H a d i s Anabilim D a l ı n d a Yardımcı D o ç e n t olarak çalışmaktadır.
Selçuk Coşkun Hadis Değerlendirmelerinde
ISBN
Bütünlük
975 6755 73 3
1 . B a s k ı : Aralık 2 0 0 3 © K i t a b ı n telif hakkı y a z a r ı n a aittir. Y a z a r ı n yazılı i z n i o l m a k s ı z ı n k ı s m e n d e o l s a çoğal tılamaz
K a p a k Tasarımı: Esra Bakır
D i z g i : E r k Yayıncılık Tel:(0312) 231 41
97
Baskı: Bizim B ü r o Basımevi Tel: ( 0 3 1 2 ) 2 2 9 9 9 2 8
A k t i f Yayınevi Ankara C a d . Nakipoğlu İşham N o :
60/15
Tel: ( 0 2 1 2 ) 5 1 1 7 9 7 4 S i r k e c i / İ S T A N B U L C u m h u r i y e t C d . C u m h u r i y e t İş Merkezi K a t : 2 N o : 8 4 - 8 5 Tel: ( 0 4 4 2 ) 2 3 5 50 3 5
ERZURUM
HADÎS DEĞERLENDİRMELERİNDE BÜTÜNLÜK
Dr. Selçuk COŞKUN
Ankara 2003
Giriş
5
ÖNSÖZ Son zamanlarda, bir konudaki hadislerin bir araya getirilerek bü tünleştirilmesi ve böylece anlaşılması şeklinde anlamlandırılan "bü tünlük" meselesine; klâsik kaynakların sunduğu tarihî arka plân açı sından bakıldığında, bu düşünceye referans teşkil edebilecek bazı uy gulamaların olduğu görülmektedir. Ancak söz konusu kavrama fark lı bir açıdan bakılınca, meselenin bu kadar sade, basit ve net olmadı ğı, aslında "bütünlük" kavramının sınırlarının başka alanlara da ya yıldığı anlaşılmaktadır. Bu çalışmada, bu alanlar ve hadisin bütünlü ğü ile ilişkileri üzerinde durulacaktır. Buna göre, hadisi bütünlük içerisinde değerlendirebilmek için, öncelikle bütünlük önündeki ilk engelleri kaldırmak gerekmektedir. Çalışmanın birinci bölümde, hadis karşısında sağlıklı bir duruş kaza nabilmek için bertaraf edilmesi gereken bu engellerin en önemlile rinden bahsedilecektir. İkinci bölümde, "tesbitte bütünlük"ten bahsedilecektir. Zira, bir bütün oluşturabilmek için, söz konusu parçalann sağlıklı olması ge rekecektir. Sahih olmayan parçalara dayanılarak, sahih bir bütün oluşturmak mümkün değildir. Bunun için önce sened tenkidi, daha sonra metin tenkidi uygulanmalıdır. Bu bölümde, tesbitte bütünlü ğü uygulamalı olarak göstermek amacıyla, örnek bir hadis, sened ve metin tenkidi bütünlüğünde ele alınıp incelenecektir. Parçalann H z . Peygamber'e aidiyeti sahih olduktan sonra, bun ları bütünleştirerek anlamak gerekecektir. Bütünleştirilen metin, an cak; dil özellikleri, bağlam ve bağlayıcılık açısından incelendikten sonra doğru bir şekilde anlaşılabilir. Fakat, bu anlama, araştırmayı yapanla ilgilidir. Eğer söz konusu anlam, başkalarına aktarılacaksa, onlarla ilgili bazı hususların dikkate alınması gerekecektir. Bütünlük kavramının şümulünde değerlendirilmesi gereken bütün bu unsur lar, "Anlamada ve Anlatımda Bütünlük" adlı üçüncü bölümde ele alınacaktır.
Bir hadîsin bütünlük içerisinde anlaşılabilmesi için riayet edilme si gereken bu hususların ihmali veya ihlali, bazen hadîsin H z . Peygamber'in murad etmediği bir manada anlaşılmasına, bazen istisma rına, bazen de problemlerin kaynağı olarak algılanıp dışlanmasına neden olabilmektedir. Bu çalışma, hadîsi bütünlük içerisinde değer lendirmemekten kaynaklanabilecek bu tür yanlış yaklaşımların gide rilmesine katkıda bulunmak umuduyla hazırlanmıştır. Son olarak bu eserin hazırlanması aşamasında değerli katkılarını esirgemeyen hocalarım Prof. Dr. Abdullah A Y D I N L I ve Prof. Dr. İbrahim BAYRAKTAR Beylere, ayrıca tashih aşamasındaki katkıla rından dolayı Yrd. Doç. Dr. Nihat Yatkın ve Arş. Gör. Abdulvahap Ö Z S O Y beylere teşekkürü bir borç bilirim.
Yrd. Doç Dr. Selçuk COŞKUN E R Z U R U M 2003
KISALTMALAR A.g.e.
Adı geçen eser
A.g.m.
Adı geçen Makale
Ag.t.
Adı geçen tez
AÜİF
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
.b.
nci baskı
b.
Bin/İbn
Bkz.
Bakınız
c.
Cilt
Çev.
Çeviren
DEÜİF
Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
DİA
Türkiye Diyanet Vakfi İslam Ansiklopedisi
DİB
Diyanet İşleri Başkanlığı
EÜİF
Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
h.
Hicrî
Mad.
Maddesi.
MEB
Milli Eğitim Bakanlığı
MÜ
Marmara Üniversitesi
MÜİF
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
ö.
Ölüm tarihi
s.
Sayfa
ss.
Sayfalar
Tsh.
Tashih eden
TDK
Türk Dil Kurumu
TDV
Türkiye Diyanet Vakfi
Thk.
Tahkik eden
Tik.
l'a'lik eden
Tsz.
Tarihsiz
Vb.
Ve bunlar gibi
Vd.
Ve devamı
Vs.
Ve saire
İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ
5
KISALTMALAR
7
İÇİNDEKİLER
9
GİRİŞ
13 I. B Ö L Ü M
H A D Î S T E B Ü T Ü N L Ü K V E Ö N Ü N D E K İ BAZI E N G E L L E R A. H A D Î S T E B Ü T Ü N L Ü K 1. Genel Anlamda Bütünlük 2.Hadîs ve Bütünlük
21 21 25
B. B Ü T Ü N L Ü K Ö N Ü N D E K İ BAZI E N G E L L E R
35
1. Anakaynaklardan Uzaklaşma 35 a. Kaynak Olarak Tercümelerin Kullanılması 36 b. Kaynakların Farklı Özelliklerinin Bilinmemesi 48 ba. Eserlerin Tasnif Çeşidinin Bilinmemesi 48 bb. Nüsha Farklılıklarının Bilinmemesi 58 bc. Her Bir Eserin Kendine Ait Özelliklerinin Bilinmemesi ..64 bd. Kaynaklar Arası Mukayesenin Önemi 65 2. Hadîs Istılahlarına Vakıf Olmama a.Istılahlardaki Anlam Değişmeleri ve Görecelik b.Istılahlardaki Anlam Değişmeleri ve Göreceliği Bilmenin Önemi c.Istılahlara Bütüncül Bakışın İhmali ve Götürdüğü Yanlışlıklar
67 67
3. Hadîslere Önyargılı Yaklaşım a. Önyargının Çağrıştırdıkları b.Hadîste Önyargı ve Değerlendirmelere Etkisi
84 84 86
73 80
II. B Ö L Ü M TESBÎTTE B Ü T Ü N L Ü K (SENED VE METİN TENKİDİNDE BÜTÜNLÜK) A. Ö R N E K H A D İ S B A Ğ L A M I N D A S E N E D T E N K İ D İ N D E BÜTÜNLÜK 1. Örnek Hadîsin Farklı Rivayetlerinin Senedleri a. H z . Ömer'den Gelen Rivayetler aa. H z . Ömer'den Gelen Rivayetlerin Sened Ağı ab. H z . Ömer'den Gelen Rivayetlerin Râvî Tanıtımı ve Haklarındaki Cerh ve Ta'dil Değerlendirmeleri ac. H z . Ömer'den Gelen Rivayetlerin İttisal Açısından Değerlendirmesi b.Zeyd b. Sâbit'ten Gelen Rivayetler ba. Zeyd b. Sâbit'ten Gelen Rivayetlerin Sened Ağı bb.Zeyd b. Sâbit'ten Gelen Rivayetlerin Râvî Tanıtımı ve Haklarındaki Cerh ve Ta'dil Değerlendirmeleri bc. Zeyd b. Sâbit'ten Gelen Rivayetlerin İttisal Açısından Değerlendirmesi
99 104 105 105 106 117 121 121 122 129
c. Ubeyy b. Ka'b'tan Gelen Rivayetler ca. Ubeyy b. Ka'b'tan Gelen Rivayetlerin Sened Ağı cb. Ubeyy b. Ka'b'tan Gelen Rivayetlerin Râvî Tanıtımı ve Haklarındaki Cerh ve Ta'dil Değerlendirmeleri cc. Ubeyy b. Ka'b'tan Gelen Rivayetlerin İttisal Açısından Değerlendirmesi
132 132
d.Acmâ'dan Gelen Rivayetler da. Acmâ'dan Gelen Rivayetlerin Sened Ağı db.Acmâ'dan Gelen Rivayetlerin Râvî Tanıtımı ve Haklarındaki Cerh ve Ta'dil Değerlendirmeleri dc. Acmâ'dan Gelen Rivayetlerin İttisal Açısından Değerlendirmesi
141 141
133 139
142 150
2. Örnek Hadîsin Bütün Rivayetlerinin Sened Ağı 153 3. Örnek Hadîse Atıfta Bulunan Rivayetlerin Sened Ağı 154 4. Örnek Hadîsin Senedlerinin Bütün Olarak Değerlendirilmesi.. 155 a. Senedlerin Müntehasına Göre 155 b. Sened Sayısına Göre 155 c. Seneddeki Râvîlerin İttisaline Göre 156 d. Senedin Sıhhatine Göre 157
11
İçindekiler
B. Ö R N E K H A D İ S B A Ğ L A M I N D A M E T İ N T E N K İ D İ N D E BÜTÜNLÜK 159 1. Örnek Hadîsin Bütün Rivayetleri a. H z . Ömer'den Gelen Rivayetler aa. H z . Ömer'den Gelen Bütün Rivayetler
164 165 165
a b . H z . Ömer'den Gelen Rivayetlerin Asgari Müştereği ....172 ac. H z . Ömer'den Gelen Rivayetlerin Bütünleştirilmesi ....173 b.Zeyd b. Sâbit'ten Gelen Rivayetler ba. Zeyd b. Sâbit'ten Gelen Bütün Rivayetler
176 176
bb.Zeyd b. Sâbit'ten Gelen Rivayetlerin Asgari Müştereği 178 bc.Zeyd b. Sâbit'ten Gelen Rivayetlerin Bütünleştirilmesi 178 c. Ubeyy b. Ka'b'tan Gelen Rivayetler ca. Ubeyy b. Ka'b'tan,
179 179
cb. Ubeyy b. Ka'b'tan Gelen Rivâyederin Asgari Müştereği ..181 cc. Ubeyy b. Ka'b'tan Gelen Rivayetlerin Bütünleştirilmesi.. 181 d.Acmâ'dan Gelen Rivayetler
182
da.Acmâ'dan Gelen Bütün Rivayetler
182
db.Acmâ'dan Gelen Rivâyederin Asgari Müştereği
183
dc.Acmâ'dan Gelen Rivâyederin Bütünleştirilmesi
..183
2. Örnek Hadîsin Farklı Kriterlere Arzı
184
a. Örnek Hadîsin Kur'ân'a Arzı
185
b.Örnek Hadîsin Aynı Konudaki Diğer Hadîslere Arzı
208
c. Örnek Hadîsin Tarihî Bilgilere Arzı
210
d. Örnek Hadîsin Akla Arzı
215
III. B Ö L Ü M ANLAMADA VE ANLATIMDA B Ü T Ü N L Ü K A ANLAMADA B Ü T Ü N L Ü K
225
1. Anlamı Anlama Üzerine a. Anlama b.Hadîs-Fıkıh ve Anlama c. Yeni Anlama Metodolojilerine Doğru
225 225 226 235
2. Anlamada Bütünlüğü Sağlayan Temel Unsurlar
239
a. Hadîsi Dil Özellikleri Bütünlüğünde Anlamak aa. Hadîsi Ait Olduğu Dil Özellikleri Bütünlüğünde Anlamak aaa. Hadîsi Dil Kuralları Bütünlüğünde Anlamak aab. Hadîsi Anlam Değişmelerini Dikkate Alarak Anlamak aac. Hadîste Anlamı Kapalı Kelimelere Özen Göstermek aad. Hadîsi Dildeki Edebi Unsurlar Bütünlüğünde Anlamak ab. Hadîsi Beden Dili Bütünlüğünde Anlamak
250 252
b. Hadîsi Bağlam Bütünlüğünde Anlamak ba. Sosyal ve Kültürel Bağlam bb.Beşeri ve Psikolojik Bağlam bc. Mekân, Zaman ve Coğrafi Bağlam bd.Bağlamları Bütünleştirmek
259 264 268 271 276
c. Hadîsin Bağlayıcılığını Tesbit Etmek
284
B. A N L A T I M D A B Ü T Ü N L Ü K 1. Anlatan-Anlayan Bütünlüğü 2. Anlayanın Hadîs ve Sünnet Bilgisi a. Anlayanın Hadîs ve Sünnet Bilgisinin Kaynağı b.Anlayanın Hadîs ve Sünnet Bilgisinin Mahiyeti ba. Anlayanın Hadîs Anlayışı bb.Anlayanın Sünnet Anlayışı c. Anlayanın Hadîs Olarak Bildiği Rivayetler ve Sıhhati ca. Anlayanın Hadîs Olarak Bildiği Bazı Rivayetler cb. Anlayanın Hadîs Olarak Bildiği Rivayetlerin Sıhhati
239 243 243 244 248
295 295 301 301 302 302 303 309 309 315
SONUÇ
319
BİBLİYOGRAFYA
323
ŞAHIS İ S İ M L E R İ İ N D E X İ
351
GİRİŞ Tarih boyunca olduğu gibi, günümüzde de müslümanlann Kur'ân'dan sonra kendisine en çok müracaat ettiği kaynak hadîstir. Gerek İslâm ile ilgili bilimsel çalışmalarda ve gerekse toplumu yön lendirmeyle ilgili hususlarda kendisine müracaat edilen hadîsin, hem bir bilim olarak, hem de kendisinden istifade edilen nebevî metinler olarak birtakım hususiyederi bulunmaktadır. Hadîsin bu hususiyet lerinin ihmali, birtakım problemlere neden olabilmektedir. İnsanlann yaşadıkları sürece çeşitli problemlerle karşılaştıkları, bunları çözmek için devamlı çaba gösterdikleri ve bunun sonucun da; bazılarını çözmeyi başardıkları, bazılarını da ileride çözmek için erteledikleri bilinen bir gerçektir. Ferdî veya toplumsal olabilen bu problemler, çeşidi derecelerde etki boyudanna sahip olabilirler. B o yutu ve derinliği ne olursa olsun, herhangi bir durumun problem olarak algılanması, sezilmesi, aslında çözümü konusundaki araştır maların ilk adımını oluşturmaktadır . 1
Bu çalışmada kasdedilenden daha dar bir anlamda kullanılmasına rağmen; "Bir konudaki hadîslerin bütün halinde ele alınıp değerlen dirilmesi" şeklinde anlaşılan "bütünlük"ün noksanlığı, zaman zaman bir problem olarak zikredilmekte ve hadîs acuna mühim bir eksiklik diye nitelendirilmektedir . İşte böyle bir problemin gündeme geti rilmesi, bu çalışmanın ilk hareket noktasını oluşturmaktadır. 2
Cumhuriyet dönemi Türkiye'sinde, 1950'li yıllarda Ankara İlahi yat Fakültesi'nin, daha sonra Erzurum İslâmî İlimler Fakültesi'nin ve Yüksek İslâm Enstitülerinin açılması ve 1980'li yıllarda bu Enstitü lerin İlahiyat Fakültelerine dönüştürülmesiyle hadîs ilimlerinin muh telif konularında çok değerli çalışmalar yapılmış ve yapılmaktadır. 3
Şüphesiz hadîsle ilgili çalışmalar sadece bu kurumların tekelinde olmamış, bunların dışındaki kurum ve kişiler tarafından da konuyla 1 Fırat, E r d o ğ a n , "İlahiyat Fakültesi Ö ğ r e n c i l e r i n i n P r o b l e m O l a r a k D e ğ e r l e n d i r d i k l e r i E ğ i t i m l e r i y l e İlgili K o n u l a r " , DEÜİF Dergisi, Sayı: V I , İ z m i r 1 9 8 9 , s. 1 7 . 2 A t e ş , Ali O s m a n , " G ü n ü m ü z d e H a d î s l e r i n D e ğ e r l e n d i r i l m e s i n d e G ö z Ö n ü n e A l ı n m a sı G e r e k e n B a z ı H u s u s l a r ve H a d î s i n G e l e c e ğ i i l e İlgili B a z ı D ü ş ü n c e l e r " , Hadîsin Dünü-Bugünü ve Geleceği Sempozyumu, S a m s u n 1 9 9 3 , s. 1 1 5 . 3 Ü n a l , Y a v u z , Cumhuriyet 1 9 9 7 , s. 9 8 .
Türkiyesi
Hadis
Çalışmaları
(1920-1997),
Etüt, Samsun
ilgili çalışmalar yapılmıştır. Bütün bu eserlere muhteva açısından ba kıldığında, genelde şu nitelikte oldukları görülmektedir: 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 4
Klâsik hadîs eserleri üzerine yapılan çalışmalar Hadîs Tarihi ve Edebiyatıyla ilgili çalışmalar Hadîs ve sünnetin değeri ile ilgili çalışmalar Kavram ve konu araştırmaları Hadîs râvîleri ve alimleriyle ilgili çalışmalar Alan araştırmaları Mukayeseli çalışmalar
4
5
6
7
8
9
10
B k z . Ö z d e m i r , K e m a l e d d i n , Abd b. Humeyd ve Müntehab Müsnedi ( B a s ı l m a m ı ş ) , E r z u r u m 1 9 8 0 ; A k y ü z , Ali, Said b. Mansûr'un "Musannef"inin Yeniden İnşası, M Ü İ F Vakfi Y a y ı n l a n , İ s t a n b u l 1 9 9 7 ; Y a r d ı m , Ali, " K u z â î v c M ü s n e d ü ' ş - Ş i h â b ' ı " , DEÜİF Dergisi, Sayı: 4 , İ z m i r 1 9 8 7 , ss. 2 8 5 - 3 4 8 ; S o f u o ğ l u , C e m a l , " Z a y ı f ve M e v z u H a d i s ler A ç ı s ı n d a n T i r m i z î ' n i n S ü n e n ' i Ü z e r i n e Bir İ n c e l e m e " , DEÜİF Dergisi, Sayı: 6 , İ z mir 1 9 8 9 , ss. 4 3 - 8 7 .
5 B k z . S a n d ı k ç ı , K e m a l , İlk Üç Asırda İslam Coğrafyasında Hadis, D İ B Yayınlan, A n k a ra 1 9 9 1 ; K o ç y i ğ i t , T a l a t , Hadîs Tarihi, A Ü İ F Yayınlan, A n k a r a 1 9 8 8 ; Ç a k a n , İ . L ü t ü , H a d i s Edebiyatı, M Ü İ F Vakfı Yayınlan, İ s t a n b u l 1 9 9 7 , 4 . b . ; T o p a l o ğ l u , N u r i , Selçuk lu Dönemi Muhaddisleri, D İ B Yayınlan, A n k a r a 1 9 8 8 ; Y ı l d ı n m , S c l a h a t t i n , Osmanlı Dönemi Anadolu Muhaddisleri (H. IV-İX), İ s t a n b u l 1 9 9 4 ; A ş ı k , N e v z a t , " S a h t e Ş a habı" C a ' f e r İ b n N a s t û r ve Sahifesi", DEÜİF Dergisi, İ z m i r 1 9 8 9 , Sayı: 6 , ss. 4 0 5 - 4 1 4 ; Y a r d ı m , Ali, " Ş e m a i l N e v ' i n i n D o ğ u ş u ve T i r m i z î ' n i n K i t â b u ' ş - Ş e m â i P i " , DEÜİF Der gisi, Sayı: 1 , İ z m i r 1 9 8 3 , ss. 3 4 9 - 4 0 9 . 6
B k z . T o k s a n , A l i , Delil Olma Yönünden Sünnet, R e y Yayıncılık, Kayseri 1 9 9 4 ; K o ç k u z u , Ali O s m a n , Rivayet İlimlerinde Haber-i Vahitlerin İtikat vc Teşri Yönlerinden Değeri, D İ B Y a y ı n l a n , A n k a r a 1 9 8 8 ; Ç a k ı n , K a m i l , H a d î s İnkarcıları, S e b a Yayınlan, A n k a r a 1 9 9 8 ; Ç a k ı n , K a m i l , İslamda Hadîs ve Sünnetin Yeri, S e b a Yayınlan, A n k a r a 1997.
7 B k z . K ı r b a ş o ğ l u , M . H a y r i , Ashâbu'l-Hadîse Göre Allah'ın Sıradan Problemi, A n k a r a 1 9 8 3 ; C o ş k u n , S e l ç u k , Bir Eğitimci Olarak Hz. Peygamber'in İnsan Anlayışı, E k e v Ya y ı n l a n , E r z u r u m t s z . ; A t e ş , Ali O s m a n , Hadîs Temelli Kalıp Yargılarda Kadın, B e y a n Yayınlan, İ s t a n b u l 2 0 0 0 . 8
B k z . T o k s a n , Ali, Ebû Hurcyre ve Hadîs İlmindeki Yeri, Kayseri 1 9 8 2 ; Aşık, N e v z a t , " E b û H u r e y r e ' n i n H a d i s ç i l i ğ i " , DEÜİF Dergisi, Sayı: 4 , İ z m i r 1 9 8 7 , ss. 8 5 - 1 0 4 ; K a r a c a b e y , Salih, Hattâbî'nin Hadîs İlmindeki Yeri, Sır Yayıncılık, İ s t a n b u l 2 0 0 2 ; Ü n a l , İsmail H a k k ı , İmam Ebû Hanlfe'nin Hadîs Anlayışı ve Hanefî Mezhebinin Hadîs Me todu, D İ B Yayınlan, A n k a r a 2 0 0 1 ; K u r t , Ali Vasfi, Endülüste Hadîs ve İbn Arabî, İ n san Yayınlan, İ s t a n b u l 1 9 9 8 .
9
B k z . B i l e n , M e h m e t , T.C. Diyanet İşleri Başkanlığına Bağlı Camilerde Görev Yapan İmamların Hadis Bilgilerinin Mahiyeti Üzerine Tecriibi Bir Araştırma (Ankara-Şımak Ömeklemi) ( B a s ı l m a m ı ş Y ü k s e k Lisans T e z i ) , A n k a r a 1 9 9 6 ; Y ı l m a z , R e c e p , D i n Gö revlilerinin Hadîs Birikim Seviyeleri Üzerine Tecriibi Bir Araştırma ( B a s ı l m a m ı ş Yük sek L i s a n s T e z i ) , A n k a r a 1 9 9 4 .
1 0 B k z . A k y ü z , Ali, Kaynak Tetkiki Açısından Abdurrezzâk-Buhârî İlişkisi Üzerine Bir Mukayese, M Ü İ F Vakfi Yayınlan, İ s t a n b u l 1 9 9 7 ; G ü l e r , Zekeriya, Z a h i r i MuhaddisIerlc Hanefi Fakihleri Arasındaki Münakaşalar ve İhtilaf Sebeplen, K o n y a 1 9 9 2 ; M e r t t ü r k m e n , H i l m i , Buhârî'nin Ebû Hanlfe'ye İtirazları, (Basılmamış doktora tezi), Er z u r u m 1 9 7 6 ; K o ç y i ğ i t , T a l a t , Kelamcılarla Hadîsçiler Arasmdaki Münakaşalar, TDV Yayınlan, A n k a r a İ 9 8 4 ; A t e ş , Ali O s m a n , Ehl-i Sünnet ve Şiamn Delil Olarak Aldığı Bazı Hadîsler, B e y a n Yayınlan, İ s t a n b u l 1 9 9 6 ; K a h r a m a n , H ü s e y i n , Maturidilikte Hadîs Kültürü, A r a s t a , B u r s a 2 0 0 1 .
Giriş
15 11
8. Hadîs İlimleri ve Istılahlanyla ilgili çalışmalar 9. Yeniden tesbit ve anlamaya yönelik çalışmalar 10. Müsteşrik vc modernisderin hadîs anlayışlarıyla ilgili çalışma 12
lar
13
14
11. Literatür tesbitiyle ilgili çalışmalar 12. Hadîsin değişik alanlarıyla ilgili tercümeler ve şerhler . 15
11 B k z . K o ç k u z u , Ali O s m a n , Hadiste Nasih-Mensuh Meselesi, M Ü İ F Valch Y a y ı n l a n , İstanbul 1 9 8 5 ; C i h a n , S a d ı k , Uydurma Hadislerin Doğuşu ve Sosyo-Politik Olaylar la İlgisi, E t ü t , S a m s u n 1 9 9 7 ; Ö z e k , Ali, H a d i s Ricali Hadîs İlimleri ve Kaynaklan, Fa tih M a t b a a s ı , İstanbul 1 9 6 7 ; Yücel, A h m e t , Hadîs İlminde Tenkit Terimleri ve İlgili Çalışmalar, M Ü İ F Vakfı Yayınlan, İ s t a n b u l 1 9 9 8 ; Aşıkkutlu, E m i n , Hadiste Rical Tenkidi, M Ü İ F Vakfı Yayınlan, İ s t a n b u l 1 9 9 7 ; Ayvallı, R a m a z a n , Esbabu Vumdi'lHâdis ve Bunun İslam Teşriindeki Yeri ve Önemi, Ankara 1 9 7 9 ; Ç a k a n , İ . L ü t f i , Ha dislerde Görülen İhtilaflar ve Çözüm Yolları Muhtelifu'l-Hadîs İlmi, İslami İlimler A r a ş t ı r m a Vakfı Neşriyatı, İ s t a n b u l 1 9 8 2 ; Aydınlı, A b d u l l a h , Hadîs İstılahları Sözlü ğü, T i m a ş , İstanbul 1 9 8 7 ; K o ç y i ğ i t , T a l a t , Hadis Istılahları, A Ü İ F Yayınlan, A n k a r a 1 9 8 0 ; U ğ u r , M ü c t e b a , Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, T D V Yayınlan, A n k a ra 1 9 9 2 ; Yücel, A h m e t , Hadîs Isnlahlanmn Doğuşu, M Ü İ F Vakfi Yayınlan, İ s t a n b u l 1 9 9 6 ; Ç a k a n , İ. Lütfi, Hadis Usûlü, M Ü İ F Vakfı Yayınlan, İstanbul 1 9 9 1 ; P o l a t , S e lahattin, Mürsel Hadisler ve Delil Olma Yönünden Değeri, T D V Yayınlan, A n k a r a 1 9 8 5 ; K ı r b a ş o ğ l u , M . H a y r i , İslam Düşüncesinde Hadîs Metodolojisi, Ankara Oku lu Yayınlan, Ankara 1 9 9 9 ; K ı r b a ş o ğ l u , H a y r i , Alternatif Hadis Metodolojisi, Kitâbiyât, A n k a r a 2 0 0 2 . 12 B k z . G ö r m e z , M e h m e t , Sünnet ve Hadisin Anlaşılması vc Yorumlanmasında Meto doloji Sorunu, T D V Yayınlan, A n k a r a 1 9 9 7 ; Ö z a f ş a r , M e h m e t E m i n , Hadisi Yeniden Düşünmek f ı k h ı Hadisler Bağlamında Bir İnceleme, A n k a r a O k u l u Y a y ı n l a n , A n k a ra 1 9 9 8 ; Sancaklı, Saffet, Sünneti Doğru Anlamak, Sır Yayıncılık, İstanbul 2 0 0 1 ; T e kineş, A y h a n , Hadisi Anlama Problemi, Işık Yayınlan, İ s t a n b u l 2 0 0 2 ; K e l e ş , A h m e t , Hadîslerin Kur'ân'a Arzı, İ n s a n Yayınlan, İstanbul 1 9 9 8 ; K a r a c a b e y , Salih, Hadîs Tenkidi, Sır Yayıcılık, İstanbul 2 0 0 1 ; Ü n a l , Y a v u z , Hadîslerin Hz. Pcygamber'c Ai diyetini Tesbit ve Değerlendirmede Akim Rolü, S a m s u n 1 9 9 7 . 13 B k z . H a t i b o ğ l ı ı , İ b r a h i m , İslamda Yenilenme Düşüncesi Açısından Modernistlerin Sünnet Anlayışı ( B a s ı l m a m ı ş D o k t o r a T e z i ) , İstanbul 1 9 9 6 ; H a r i b o ğ l u , M e h m e t S a it, " B a t T d a k i H a d î s Ç a l ı ş m a l a n Ü z e r i n e " , İslâmiAraştırmalar, Cilt: 6 , Sayı: 1 2 , 1 9 9 2 ; Ö z a f ş a r , M e h m e t E m i n , Oryantalist Yaklaşıma İtirazlar, A r a ş t ı r m a Y a y ı n l a n , A n k a r a 1 9 9 9 ; A t e ş , Ali O s m a n , Oryantalistlerin Hz. Peygamber İle İlgili İddialarına Cevap lar, B e y a n Yayınlan, İstanbul 1 9 9 6 . 14 B k z . D a u d î , Khalid Z a f e r u l l a h , Pakistan ve Hindistan'da Şah Veliyyullah ed-Dihlevi'den Günümüze Kadar Hadis Çalışmalan, Ankara 1 9 8 3 ; Koçak, Faruk, İstanbul Kütüphanelerindeki Hadîs Cüzleri, İ s t a n b u l 1 9 9 5 . 15 Yukarıda b a h s e t t i ğ i m i z alanlarla ilgili t e r c ü m e eserler d c basılarak piyasaya s u n u l m u ş tur. Ö r n e k l e m e açısından b u n l a r d a n bir kaçına işaret etmekle y e t i n e c e ğ i z . B k z . e l - B â nî, M u h a m m e d N a s ı r u d d i n , Hadîs Üzerine Selefi Bir Yaklaşım, Ç c v . M e h m e t K u b a t , Esra Yayınlan, K o n y a 1 9 9 2 ; A ' z a m î , M u h a m m e d M u s t a f a , Hadis Metodolojisi ve Edebiyatı, Ç e v . R e c e p Ç e t i n t a ş , U s û l Y a y ı n l a n , İstanbul 1 9 9 8 ; H e k i m , M u h a m m e d Tahir, Sünnetin Etrafındaki Şüpheler, Çev. Hüseyin Aslan, Pınar Yayınlan, İ s t a n b u l t s z . ; Bigiyef, M u s a C a r u l l a h , Kitdbu 's-Sünne, Çev. M e h m e t G ö r m e z , A n k a r a O k u l u Yayınlan, A n k a r a 1 9 9 8 ; S ı d d ı k î , M u h a m m e d Z ü b e y r , Hadîs Edebiyatı Tarihi, Ç e v . Y u s u f Ziya Kavakçı, İrfan Yayınevi, İ s t a n b u l 1 9 6 6 ; S u b h i e s - S a l i h , Hadis İlimleri ve Hadîs İstılahtan, Ç e v . M . Yaşar K a n d e m i r , D İ B Yayınlan, A n k a r a 1 9 8 6 ; e t - T e h â n e v î , Zafer A h m e d , Yeni Usûl-i Hadis, Ç e v . İ b r a h i m C a n a n , T h k . A b d u t f c t t a h E b u G u d -
Burada kısaca atıfta bulunulan ve son yıllarda giderek artan hadîs araştırmaları, hadis değerlendirmelerinin sağlıklı bir zemine oturtul ması için azımsanamayacak katkılar sunmaktadır. Genel olarak ilgili oldukları konulara göre tasnif ettiğimiz bu çalışmalardan, özellikle yüksek lisans ve doktora tezlerinden oluşan bazıları, henüz Türk okuyucusuna ulaştırılamamış olmasına rağmen, okuyucunun istifa desine sunulmuş olan ve eğer istenilirse hadisi bütünlük içerisinde değerlendirmeyi sağlayacak olan yeterli birikim oluşturulmuştur. Bilindiği üzere H z . Peygamber, istikrarlı bir hayat yaşamış, özel likle peygamberlikten sonra sürekli Kur'ân'ın tebliğ ve tebyîniyle meşgul olmuş, çelişkiden uzak, fikri insicamı mükemmel bir şekilde bu görevlerini yerine getirmiştir. Buradan harekede, ona nisbet edi len hadîslerde de aynı durumun bulunması gerekmektedir. Ancak, çeşitli sebeplerle, hadîslerin parçalanarak rivayet edilmesi veya bütün halinde rivayet edilen hadîslerin bağlamından koparılarak değerlen dirilmesi şeklindeki yaklaşımlar, bugün neredeyse hadîsin, problem lerin kaynağı olarak görülmesine neden olmuştur. Bu problemlerin çözümlenmesinde, hadîslerin "iç ve dış siyak bütünlüğü"nde değer lendirilmesi son derece önem arzetmektedir. Zira bir âyetin, Kur'ân'ın bütün âyetleri içerisinde, bir hadîsin de sahîh sayılan bü tün hadîsler içerisinde bir bütünlüğü mevcuttur. Ayrıca aynı hadîsin birden çok varyantlı olması itibariyle hadîs için Kur'ân hakkında söz konusu olmayan ikinci bir bütünlük problemi bulunmaktadır. Buna göre, bir hadîsin bütün varyantları toplanmadan değerlendirmeye tabi tutulması durumunda yanlış sonuçlara vanlabilir. Çünkü bir ha dîsin farklı varyandannın mukayesesi bazen onun ilk rivâyettekinden daha farklı bir şekilde anlaşılmasını mümkün kılabilmektedir . 16
Kur'ân'ın anlaşılması için onun bir bütün halinde ele alınması na sıl gerekli ise, doğru arilaşılabilmeleri için hadîslerin de bir bütün had e , T Ö V Yayınlan, İ z m i r 1 9 8 2 ; A v v â m e , M u h a m m e d , İmamların Fıkhı İhtilaflannda Hadîslerin Rolü, Ç e v . M ç h m e d H . K ı r b a ş o ğ l u , K a y ı h a n Yayınlan, İ s t a n b u l 1 9 8 0 ; elKardâvî, Yusuf, Sünneti Anlamada Yöntem, Ç e v . B ü n y a m i n E r u l , R e y Yayınlan, İ s t a n b u l 1 9 9 1 ; D â v u d o ğ l u , A h m e d , Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Sönmez Yayın lan, İ s t a n b u l 1 9 7 3 ; H a t i b b ğ l u , H a y d a r , Sünen-i İbn Mâce Tercemesi ve Şerhi, K a h r a m a n Yayınlan, İ s t a n b u l 1 9 8 2 ; C a n a n , İ b r a h i m , Kütüb-i Sitte Muhtasan Tercüme ve Şerhi, A k ç a ğ Yayınlan, A n k a r a 1 9 8 8 ; S o f u o ğ l u , Mehmed Sahîh-i Buhârî Terceme si, Ö t ü k e n Yayınlan, İ s t a n b u l 1 9 8 7 . 16 Polat, Selahattin, " H a d i s l e r i n K u r ' â n ' a A r z ı n ı n P r o b l e m l e r i " , Sünnetin Dindeki Yeri, E n s a r Neşriyat, İ s t a n b u l 1 9 9 8 , s. 1 7 6 .
Giriş
17
linde değerlendirilip, bundan sonra birtakım sonuçlara gidilmesi el zemdir. Bu yola gidilmemesi, hadîs ilimlerinde yeterli bilgi ve kültü re sahip olmayan, ancak hadîs sahasına ilgi duyan bazı münevver çev relerde ya da halkımızda sıkıntıya sebep olabilmektedir . 17
Hadîse parçacı bakış, aslında içinde yaşadığımız çağda, farklı tarzlarda da olsa, hadîs uydurmacılığının devam etmesine neden ola bilmektedir. Hadîsin, ileride belirtilecek hususlar düşünülmeden de ğerlendirilmesi, sıhhatinden, bağlamından, dil bütünlüğünden, mu hatabından vs. koparılması, Rasûlullah'ın kasdetmediği, demek iste mediği bir anlama çekilmesi, başka bir ifadeyle bütünlük içerisinde değerlendirilmemesi, bir nevi hadîs uydurmacılığı sayılabilir. Zira bu şekilde değerlendirilen ve insanlara sunulan söz, H z . Peygamber'e söylemediği, yapmadığı bir şeyi izafe etme diye tarif edilen uydurma hadîsle aynı anlama gelmektedir. Rasûlullah'ın, İslâm dünyasının şahıs planında tek ve en büyük otoritesi olması, zaman zaman bazı insanların "parçacı bakış" ile bir takım arzu ve iştahlarım tahakkuk ettirebilmek için H z . Peygamber'i alet olarak kullanmaya kalkışmalarına neden olmuştur. Bunun uzan tısı olarak meselâ birisi, bir mezhep imamını beğenmemiş, bu beğenmeyişini, "an Rasûlillah" diye başlayan ifadelerle desteklemeye kalkışmış, aynı mezhep imamını canı gibi seven bir başkası da aynı hadîslerle, aynı metodarla onu göklere çıkarmaya gayret edebilmiş tir . Bu durum tarihte kalmış bir olgu olarak da görülmemelidir. H z . Peygamber'in; gerek uydurulan hadîslerle, gerek dil özellikleri, bağlamı, bağlayıcılığı, sıhhati vs. gibi çeşidi açılardan yanlış anlaşılan hadîslerle sürekli istismar edilmeye çalışılan bir otorite olma özelliği hala sürdürülmektedir. Bu manada hadîslerin bütünlük içerisinde değerlendirilmesi; hem onların doğru tesbiti ve anlaşılmasını sağla yacak, hem de istismarcı anlayışları önleyecek en sağlıklı uygulama olacaktır. 18
Bu çalışmada, ileride ayrıntılı biçimde değinilecek olan "bütün l ü k l e , genellemeci ve toptancı bir bakış açısı değil, bütün alternatif leri göz önünde bulundurma kasdedilecektir. Başka bir ifadeyle,
17 A t e ş , " G ü n ü m ü z d e Hadîslerin D e ğ e r l e n d i r i l m e s i n d e G ö z Ö n ü n e Alınması G e r e k e n B a z ı H u s u s l a r ve H a d î s i n G e l e c e ğ i İle İlgili B a z ı D ü ş ü n c e l e r " , s. 1 1 5 . 18 H a u b o ğ l u , M . S a i t , Uluslararası k ı s m ı ) , i z m i r 1 9 8 5 , s. 1 0 5 .
I. İslam Araştırmaları
Sempozyumu
(Müzakereler
hem hadîse, hem de hadîsi konu edinen hadîs ilmine kavrayıcı ve ku s a n a bir bakışla bakmak ve hadîs değerlendirmelerini bu bakış açı sıyla yapmak, "bütünlük"ün kapsamı içerisinde değerlendirilecektir. Çalışmanın başlığında kullanılan ve; "Bir şeyi yerinde ve yararlı bir şekilde kullanma" anlamına gelen "değerlendirme"nin şümu lüne; herhangi bir konuyla ilgili bir hadîse atıfta bulunma da dahil olmak üzere, hadîslerin tesbiti, anlaşılması ve nihayet anlatılmasına yönelik kaygılara kadar varan ilişkiler zinciri girmektedir. Son dö nemlerde Türkiye'de, hadîslerin "tesbit"ine yönelik bütüncül bakış açılarını yansıtan sened ve metin tenkidiyle ilgili değerli çalışmalar yapılmıştır . Aynı şekilde, hadîsleri bütüncül bakışla "anlama"ya yö nelik çalışmalar da yapılmıştır . Buna ilâveten, bu ilk iki konudaki kadar olmasa da "anlatım"da bütünlüğü sağlamaya yönelik sınırlı sa yıda alan araştırmaları da yapılmıştır . Bunların her biri kendi kap samında bütünlüğü oluşturan çalışmalardır. Bu eserde yapılmaya ça lışılan; bu kısmî bütünlükleri bütünleştirmek suretiyle genel bir bü tünlük oluşturmaktır. 19
20
21
22
Bu çalışmada, "hadîs" kavramının en geniş anlamda kullanıldığı na dikkat edilmelidir. İlk anda hadîs denilince, H z . Peygamber'in söz, fiil ve takrirleri anlaşılmasına rağmen, bu çalışmada söz konusu terim; sahabe ve tabiunun söz ve fiillerine şamil olan manasıyla kul lanılacaktır. Zira bağlam bütünlüğünün oluşturulabilmesi için; Rasûlullah'ın söz ve fiilleri sahabenin aktardığı bağlamlar ile birlikte, sa habenin söz ve fiilleri de tabiunun rivayet ettiği bağlamlar ile birlik te değerlendirilmelidir. Çalışmanın başlığında özellikle sünnet kavramı kullanılmamıştır. Zira sünnet her ne kadar çoğunlukla hadîsle eş anlamlı olarak kulla nılsa da, onun "Rasûlullah'ın hayatında takip etmeyi itiyat ettiği yol, 19 Türkçe Sözlük,
T D K , A n k a r a 1 9 8 2 , s. 2 0 7 .
20 M e s e l â b k z . D ü m e y n î , M ü s f i r b . G u r m u l l a h , Hadîste Metin Tenkidi Metotlun, Ç e v . İlyas Ç e l e b i , Adil B e b e k , A h m e t Yücel, K i t a b e v i , İ s t a n b u l 1 9 9 7 ; B k z . P o l a t , Selahattin, " H a d î s t e A n l a m a ( Y o r u m ) - M e t i n T e n k i d i İlişkisi", Hadîsin Dünü Bugünü ve Geleceği Sempozyumu, S a m s u n 1 9 9 3 ; K e l e ş , a.g.e.; K a r a c a b e y , a.g.e.; Ü n a l , Y a v u z , a.g.e. 21 M e s e l â b k z . G ö r m e z , M e h m e t , Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasmda Metodoloji Sorunu, T D V Yayınlan, A n k a r a 1 9 9 7 ; Ö z a f ş a r , M e h m e t E m i n , Hadîsi Yeniden Düşünmek Fıkhî Hadisler Bağlamında Bir İnceleme, A n k a r a O k u l u Yayınlan , A n k a r a 1 9 9 8 ; S a n c a k l ı , Saffet, Sünneti Doğru Anlamak, S ı r Yayıncılık, İ s t a n b u l 2 0 0 1 ; T e k i n e ş , A y h a n , Hadîsi Anlama Problemi, Işık Yayınlan, İ s t a n b u l 2 0 0 2 22 B k z . B i l e n , a.g.e.; Y ı l m a z ,
a.g.e.
Giriş
19
hareket tarzları ve şekilleri" anlamı da bulunmaktadır. Bu anlamda sünnetin, hangi hadîslerden oluştuğu konusu kesin çizgilerle belir lenmiş değildir. Bu açıdan çalışmanın başlığında, "sünnet"e göre sı nırlan daha net olan "hadîs" terimi tercih edilmiştir. Bir hadîsi değerlendirirken, onu oluşturan parçalardan bazdanna daha fazla, bazıları da daha az ihtiyaç duyulabilir. Başka bir hadîsi değerlendirirken de durum bunun aksi olabilir. Dolayısıyla, hadîs değerlendirmelerinde bütüncül bakışı belirlemede, standart kuralla rın yanında, incelenen hadîsin yapısı, önemi, konusu vs. gibi husus lar da etkili olabilmektedir. Buna göre, hadisler bütüncül bir değer lendirmeye tabi tutulurken, her birine ait özel bir plan ortaya koy mak gerekebilir. Fıkhî bir hadîse bakış ve esas alınan kriterler ile, psi kolojik bir hadîse bakış ve esas alınan kriterlerin aynı olmaması ge rektiği açıktır. Ancak bu çaüşmada bütünlüğü oluşturan genel pren siplerden bahsedilecektir. Esasen farklı teknik çalışmalar sonucunda ulaşılan bu prensipler, bu çalışmada bütünleştirilecek, bununla da kalınmayarak, örnekler üzerinde uygulamalı olarak gösterilecektir. Hatta uygulamaya, teoriden daha fazla önem verilecek, teoriyle ilgi li teknik detaylara bilinçli olarak girilmeyecektir. Bu eserde, kullanılan dilin sade olmasına özellikle dikkat edile cektir. Anlatımda bütünlük bölümünde de bahsedileceği üzere, esas olan, anlatılmak istenenin doğru bir şekilde anlaşılmasını sağlamak olmalıdır. Bunu sağlamak için, güncel Türkçe tercih edilecek, bu bağlamda günümüz Türkçesinde kullanılan ve rahatça anlaşılabilen Arapça veya Batı kökenli kelimeler kullanılmaktan kaçınılmayacak, ancak zorlama tercihlerde bulunulmayacaktır. Çalışma metninde geçen âyeder, Arapça ifadeler ve eser adlan italik bir tarzda yazılacak, metin içerisinde geçen şahıslann ölüm tarihleri sadece ilk geçtikleri yerde verilecektir.
I.BÖLÜM
HADÎSTE B Ü T Ü N L Ü K VE Ö N Ü N D E K İ BAZI E N G E L L E R A. H A D İ S T E B Ü T Ü N L Ü K 1. Genel Anlamda Bütünlük "Bütünlük"; Türkçede; parçalanmamış, tam, eksiksiz alamındaki "bütün"ün nitelik bildiren halidir . Arapça ve Osmanlıcada; "külli ye, külliyet" şeklinde ifade edilen bu anlam, İngilizcede "totality" kelimesiyle karşılanmaktadır . Bütünü meydana getiren nesneler den her birine de "parça" denilir ki, bu, Arapça ve Osmanlıcada " c ü z " ' , İngilizcede de "part" kelimeleriyle ifade edilmektedir. 23
24
25
26
27
28
Şüphesiz sadece kelime anlamının belirlediği sınırlarda kullanıl mayan "bütünlük", farklı bilim dallarında; "ekonomik bütünlük" , "kişisel bütünlük" , "şiirde bütünlük" , "yapısal bütünlük" şek linde kavramsal bir anlam kazanmıştır. Bununla beraber, söz konu29
30
23 B k z . Türkçe Sözlük, 24 B k z . el-Müncid manlıca-Türkçe 25 Îngilizce-Türkçc 1036. 26
Türkçe Sözlük,
31
T D K Yayınlan, A n k a r a 1 9 8 2 , 2 . b . , s. 1 4 5 , 1 4 6 .
fi'l-Lüğa, D â r u ' l - M e ş r i k , Beyrut 1 9 8 3 , s. 6 9 3 ; D e v e l l i o ğ l u , Ferit, OsAnsiklopedik Lügat, A y d ı n Kitabevi, A n k a r a 1 9 8 4 , s. 6 3 8 . Redhouse
Sözlüğü,
R e d h o u s e Yayınevi, İ s t a n b u l 1 9 8 9 , 1 5 . b . , s.
s. 6 4 2 .
2 7 İ b r a h i m M u s t a f a ve diğerleri, el-Mu'cemu'l-Vasit, 1 2 0 ; D e v e l l i o ğ l u , a.g.e., s. 1 8 2 . 28 İngilizce-Türkçe
32
Redhouse
Sözlüğü,
29 B k z . E s i n , Arif, Rekabet 20.11.2003)
Hukuku,
Ç a ğ n Yayınlan, İ s t a n b u l 1 9 8 9 , s.
s. 7 0 2 . \ v w w . e s c r c . c o m / \ v w w / 2 4 . a s p . (Erişim
tarihi
30 B k z . C ü c e l o ğ l u , D o ğ a n , Savaşçı, S i s t e m Yayıncılık, İ s t a n b u l 1 9 9 9 . (\vww.gat a . c d u . t r / k u t u p h a n e / K i t a p _ O z e t l e r i / s a v a s c i . h t m . ) ( E r i ş i m tarihi 2 0 . 1 1 . 2 0 0 3 ) 31 Bayıldıran, Sabit K e m a l ( m ™ , adanasanat. c o m / s a b i t _ k e m a l / s ü r d e _ b u t u n l u k . h t m ) ( E r i ş i m tarihi 2 0 . 1 1 . 2 0 0 3 ) 32 v w w v . i s q . p t / t i i r k i s h / c o r e c o m p e t _ b o t t o m l 7 . h t m ( E r i ş i m tarihi 2 0 . 1 1 . 2 0 0 3 )
su kavrama özel anlam yükleyen bilim dallarının başında Toplumbi lim ve Felsefe gelmektedir. Toplumbiliminde bütünlük; bütün varlıkların birbirleriyle ilişki halinde bulunduklarını, karşılıklı etkileşimi ve herhangi bir şeyi ince lerken onun başka şeylerle olan ilişkisini göz önünde tutmak gerek tiğini dile getirmek için kullanılır. 33
Felsefede, "bütüncülük", "bütün-parça ilişkisi" gibi konularda gündeme gelen bu husus, genel olarak; bir bütünün parçalarının toplamından daha fazlasını ifade ettiğini düşünen; bir bütünün par çalarına ve bu parçaların birbirleriyle ilişkilerine dair yapılan açıkla mayla bütüne ilişkin tam bir bilgi edinmenin mümkün olamayacağı nı savunan; dolayısıyla bir ifadenin açıklanmasında bütüne parçala rından daha büyük önem atfeden; parçalarına karşı bütünün önceli ğini vurgulayan her türden öğretiye verilen addır . 34
Parçayla, bir bütünü ya da bir toplamı meydana getiren şey ya da öğe, buna karşın bütünle de, parçalardan meydana gelen şey ya da yapı anlaşıldığında, bu iki şey arasındaki ilişki (parça-bütün ilişkisi) gündeme gelmektedir . Bu bağlamda, bazı düşünürler, bütünlerin var olmadığını, yalnızca parçaların var olduğunu öne sürerken; diğer bazıları yalnızca bütünlerin var olduğunu, parçaların olmadığım öne sürmüşlerdir. Buna bağlı olarak bir grup, bütünlerin parçalara, par çaların bütünlere olduğundan daha fazla bağımlı olduğunu savunur ken, diğer bir grup, parçalann bütüne, bütünün parçalara olduğun dan daha fazla bağımlı olduğunu öne sürmüşlerdir . 35
36
Bütünün önceliğini vurgulayanlar, bütünün niteliklerinin parça larının nitelikleriyle tanımlanamayacağını düşündüklerinden, genel de, parçamn ait olduğu bütüne göndermede bulunmaksızın açıklan masının ve yorumlanmasının imkânsız olduğunu ya da en azından böyle bir açıklamanın yetersiz olacağını savunurlar . Bütüne ilişkin gerçek açıklama ya da bilgi; bütünün parçalan bilindiği, analiz edil diği ya da açıklandığı zaman değil de, ancak ve ancak birbirleriyle 37
33 H a n ç e r l i o ğ l u , O r h a n , Toplumbilim 57.
Sözlüğü,
R e m z i K i t a b e v i , İ s t a n b u l 1 9 9 6 , 2 . b . , s.
34 B k z . G ü ç l ü , A . B a k i ve diğerleri, Sarp Erk Ulaş Felsefe Sözlüğü, Bilim ve S a n a t Yayın l a n , A n k a r a 2 0 0 2 , s. 2 7 0 ; C e v i z c i , A h m e t , Paradigma Felsefe Sözlüğü, P a r a d i g m a , İ s t a n b u l 2 0 0 0 , s. 1 8 1 . 35 C e v i z c i , a.g.e., s. 1 8 0 . 36 B k z . C e v i z c i , a.g.e., s. 1 8 0 - 1 8 1 . 37 G ü ç l ü ve diğerleri, a.g.e.,
s. 2 7 0 .
karşılıklı bir etkileşim içinde bulunan ve yalnızca parçalan sayılması suretiyle açıklanamayan fonksiyonlar ya da faaliyetler üreten parçalanmn karşılıklı ilişkileri ele alındığı zaman mümkün olur. Bütün-parça ilkesi adı verilen bu ilkeyle, bir bütünün parçalanmn karşılıklı bir bağımlılık ilişkisi içinde bulunduğunu, parçalardan birinde meydana gelen bir değişikliğin diğer parçalar ya da bütünün özellikleri ya da fonksiyonlannda da bir değişikliğe yol açacağı savunulur . 38
Bütün bunların yanında; "Bütünü parçalarına indirgemek yanlış tır, ama parçalanmn bilgisi edinilmeden de bütünün niteliği anlaşı lamaz. Parçalann bilgisini bütüne dayandırmak gerektiği gibi, bütü nün bilgisini de parçalanmn bilgisine dayandırmak gerekir" şeklin de daha uzlaştıncı görüş ileri sürenler de bulunmaktadır. 39
Düşünce olarak yeni olmamakla beraber, kavramsal anlamda bü tünlük, ilahiyat alanında da kullanılmaya başlanmıştır. Öncelikle Kur'ân'la bağlantılı olarak kullanılan bu kavramla; genelde Kur'ân'ın kendi iç bütünlüğü anlaşılmaktadır ki "konulu tefsir" çalışmalannda bu düşünceye vurgu yapılmaktadır . 40
"Kur'ân" ve "bütünlük" kelimeleri, Albayrak'ın eserinde yan ya na kullanılmaktadır. "Kur'ân'm Bütünlüğü Üzerine "adlı bu eserde; "Kur'ân tekrar tekrar okununca, en küçük birimi olan harflere, keli melere, yan cümlelere, ana cümlelere, cümlelerden müteşekkil âyet lere ve bu âyetlerin oluşturduğu daha büyük pasajlara kadar her Kur'ân parçasının başlı basma görevler yüklendiği gibi, Kur'ân bü tünlüğü içinde, birbirleriyle bağlantılı bir yapı oluşturduğu gözle nir" denilerek, bir nevi bütünlüğün çerçevesi ortaya konulmakta dır. Buna göre meselâ; "Kur'ân'a göre Allah'ın dilemesini, bütünlük içinde anlarken, O'nun yaratıcılığını, kudretini, adaletini, hikmetini ele alan pasajlarla birlikte, insanın sorumluluğu, iradesi, yapıp ettik lerinden dolayı ceza veya mükâfatla karşılaması gibi hususlardan bahseden ifadeleri de göz önüne almak gerekir" . 41
42
38 C c v i z c i , a.g.c, s . 1 8 1 . 39 Hançcrlioğlu, a.g.e., s. 5 7 . 4 0 B u t ü r ç a l ı ş m a l a r , e n a z ı n d a n k o n u b ü t ü n l ü ğ ü n ü s a ğ l a m a y a yönelik t e ş e b b ü s l e r d i r . K o n u l u tefsire y ö n e l i k özellikle F a z l u r R a h m a n , M u h a m m e d e l - H i c â z i , E m i n e l - H û lî v e M e v l ü t G ü n g ö r ' ü n ç a l ı ş m a l a r ı n d a n b a h s e d i l m e k t e d i r ( B k z . Albayrak, H a l i s , Kur'ân'ın Bütünlüğü Üzerine, Ş u l e Y a y ı n l a n , İ s t a n b u l 1 9 9 3 , 2 . b . , s . 5 0 - 5 1 ) . 4 1 A l b a y r a k , a.g.c., s . 2 1 - 2 2 . 42 A l b a y r a k , a.g.e., s . 4 9 .
Zaman zaman konunun önemine vurgu yapan Fazlur Rahman ise, tefsir usûlünün yeterli olmayışından ve parçacı yaklaşımdan yakı narak, alimlerin; genelde Kur'ân'ın temel bütünlüğünü anlama ba şarısızlığı ile birlikte, tatbikatta çeşitli âyetlerin kelimelerini (Kur'ân'ın bütünlüğünden kopararak) yalnız başlarına hüküm çıkar mak için kullanmakta ısrar ettiklerini ve bu "parçacı" (atomistic) yaklaşımın sonucu olarak, içeriği hiç de hukukla ilgili olmayan ayet lerden, çoğu zaman hukukî hükümler çıkarıldığını belirtmektedir. Bu yaklaşımıyla o; "bütünlük"ün alternatifinin "parçacı" yaklaşım olduğunu ve bunun Kur'ân'ı anlamada yetersiz kaldığını ifade et mektedir. Ona göre, vahiy sürecinde Peygamber'in durumunu, iç hayatını/zihnini, şahsiyetini ve toplumsal şartlarım hesaba katmayan yaygın görüş, Kur'ân'ın 'lafzî tatbiki' gayretindeydi. Halbuki onun vahiy anlayışı, Kur'ân'ın kendisine dayanan bütüncül bir anlama dır . 43
44
Bütünlük, ilk başta Kur'ân için gerekli bir metot olarak algılan mış, Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılabilmesi için onun bir bütün halinde ele alınması vurgulanmıştır. Kur'ân'ın Kur'ân'la tefsiri başka bir ifa deyle Kur'ân'ın kendi bütünlüğü içinde anlaşılması gereği, aslında Islâmın başlangıcından beri bilinen ve yeri geldikçe alimlerce önemi vurgulanan bir husustur . Ancak, Kur'ân'ın kendi bütünlüğü içeri sinde anlaşılmasının gereği, onun anlaşılması için başka hiçbir şeye ihtiyaç duyulmadığı anlamına da gelmemelidir. Zira Kur'ân H z . Peygamber'e nazil olmuş, ve H z . Peygamber'in ahlâkı olmuştur . Bu anlamda Rasûlullah'ı, yaşayan Kur'ân olarak tarif etmek yanlış ol mamalıdır. Durum bu olunca, Kur'ân'ın bütünlük içerisinde anlaşıl ması, sadece kendi iç bütünlüğü ile değil, onun sünnet ile oluştur duğu bütünlüğü de kapsamalıdır. Bu bakış açısından olsa gerek, ba zı alimler sünnetin Kitâb'a hâkim (hükmedici/kâdıyetün) olduğunu söylemiş ve bununla sünnetin, Kitâb'ın getirmiş olduğu hükümlerin şerh ve tefsiri mertebesinde olduğunu ifade etmek istemişler ve 45
46
47
43 F a z l u r R a h m a n , İslam ve Çağdaşlık, F e c r Yayınevi, A n k a r a 1 9 9 0 , s . 6 9 . 44 Çiftçi, Adil, Fazlur Rahman 2.b., s.89.
Ç e v . Alpaslan A ç ı k g e n ç v e M . H a y r i K ı r b a ş o ğ l u ,
ile İslam'ı
Yeniden
Düşünmek,
Kitâbiyât, Ankara 2 0 0 1 ,
45 Albayrak, a . g . e . , s. 1 1 . 4 6 M ü s l i m , E b û ' l - H ü s e y n b. e l - H a c c â c el-Kureşî e n - N e y s â b u r i , Sahih, T h k . M u h a m med Fuat Abdulbâkî, el-Mektebetü'l-İslâmiyye, İstanbul, T s z . , Müsafirîn, 1 3 9 ( I , 5 1 3 ) ; A h m e d b. H a n b e l , Müsned, Ç a ğ n Yayınlan, İ s t a n b u l , 1 9 9 2 , V I , 5 4 , 6 1 . 4 7 B k z . e ş - Ş â ü b î , E b û İ s h â k İ b r a h i m b . M û s â , el-Muvafakat fi Usûli'I-Ahkâm, tü vc M a t b a a n ı M u h a m m e d Ali, Kahire T s z . , I V , 7
Mektebe-
Kur'ân'ın ancak sünnet bütünlüğü içerisinde sağlıklı olarak anlaşıla bileceğini, uzun uzadıya açıklamışlardırlar . Hatta onlar, sahabenin söz ve uygulamalarını da sünnet kavramı içerisinde görmüşler ve bü tünlük açısından onun da göz önünde bulundurulması gerektiğine dikkat çekmişlerdir . Buna göre, Kur'ân'ın kendi iç bütünlüğü ya nında, onun sünnetle bir bütün oluşturduğu ihmal edilmemelidir ki, bunu doğrular mahiyette çalışmalar da yapılmıştır . Kur'ân-Sünnet bütünlüğü, ister bu şekilde telaffuz edilsin isterse edilmesin, tarih boyunca gözetilen bir husus olmuştur. 48
49
50
2. Hadis ve Bütünlük Hadîs ilminde bütünlük, son zamanlarda gündeme gelmekle be raber, buna delâlet eden kavramlann varlığı, onun en azından zihni yet olarak klâsik eserlerde de var olduğunu göstermektedir. İslâm alimlerinin hadîsleri bir bütün olarak ele alma, değerlendirme ve ona göre bir sonuca ulaşma meselesinin hemen ilk devirlerde ele aldıkla rı, bunu metodaştırmaya çalışarak kitaplara, gelecek nesillere aktar maya gayret ettikleri bir gerçektir. Hadîslerin şerhleriyle ilgili eserler vermiş alimlerin, bir taraftan hadîslerin sened ve metinlerini açıklar ken, bir taraftan da o konuyla ilgili olup kendilerince malum olan di ğer rivayetleri, bunların kimler tarafından nakledildiklerini, hangi ki taplarda bulunduklarını, içinde geçen kelime ve kavramlann hangi anlama geldiklerini, varsa edebî unsurlanm, hadîsin bab başlığıyla il gisini vs. belirtmeleri, geçmişte alimlerin bütünlük meselesine yer verdiklerini gösterir delillerdendir . 51
Bu anlamda örnekleme maksadıyla bütünlüğü çağnştıran hadîs ısülahlanndan bazılanna işaret etmek yerinde olacaktır. Bu ıstılahlardan biri; "cem *"dir. "Cem '"in bir anlamı; "Her ko nudan hadîsleri, çeşidi tertiplerde bir araya getirerek eser meydana getirmek veya muayyen kitaplardaki ya da bütün kitaplardaki hadîs leri ele alarak eski veya yeni düzende yeni bir eserde toplamak"tır . Bu çalışmalar, bir anlamda değişik eserlerdeki hadîsleri bir eserde 52
48 B k z . e ş - Ş â t ı b î , el-Muvâûkit, 49 e ş - Ş â t ı b î , el-Muvifkkât,
IV, 5-48.
IV, 47.
50 B k z . K a r a , N e c a t i , Kur'in-Sünnet
Bütünlüğü,
İ h t a r Yayıncılık, E r z u r u m 1 9 9 5 , s . 3 1 9 .
51 A t e ş , " G ü n ü m ü z d e H a d î s l e r i n D e ğ e r l e n d i r i l m e s i n d e G ö z Ö n ü n e Alınması G e r e k e n B a z ı H u s u s l a r ve H a d î s i n G e l e c e ğ i İle İlgili B a z ı D ü ş ü n c e l e r " , s. 1 1 6 . 52 Aydınlı, a . g . e . , s. 4 3 .
toplamak/bütünleştirmek için yapılmıştır. Her konudan hadîs ihtiva eden eserlerin bir eserde toplanması işlemi, "cem beyne'l-kütüb" , "cem'u'z-zevâid" , "cem VV-âmme" ve "cem'u'l-muhtârât" gi bi tabirlerle de ifade edilmiştir. Bunun yanında, belirli konulardaki hadîsleri ihtiva eden eserlere yönelik cem' çalışmaları da yapılmış tır . Ahkâm, ahlâk, öp, dua gibi belirli konulardaki hadîsler değişik hadîs kitaplarında toplanarak, bir konudaki bütün hadîsler bir araya getirilmeye ve konu bütünlüğü oluşturulmaya çalışılmıştır. Şüphesiz çeşitli bakış açılarına göre hadîsleri bir araya toplayan bu eserler, ha dîslere bütüncül bakışı sağlama açısından önemli katkılarda bulun muşlardır. Özellikle belirli konulardaki hadîslerin değişik kitaplardan 53
54
55
56
57
53 B u çeşit e s e r l e r e , E b u ' l - H a s a n R e z î n b . M u â v i y e e l - A b d e r i e s - S e r â k u s t î ' n i n ( ö . 5 3 5 / 1 1 4 1 ) el-Cem'Beyne'l-Usûli's-Sitte adil eserini v e M e c d u d d î n i b n u ' l - E s î r elC e z e r i ' n i n ( Ö . 6 0 6 / 1 2 0 9 ) Câmi'u'l-Usûl li-Ahâdisi'r-Resul isimli eserleri ö r n e k veri lebilir. 54
B u çeşit eser sahiplerinden biri; el-Bûsîrî'dir ( Ö . 8 4 0 / 1 4 3 6 ) . O , S ü n e n u i b n M a c e ' d e b u l u n u p d a kütüb-i hamsede b u l u n m a y a n hadîsleri yani S ü n e n u i b n M a c e ' n i n kütübi hamseye zevâidini tesbit e d i p Misbâhu 'z-Zucâce S Zevaldi ibn Mâce isimli eserini yazmıştır. N û r e d d i n e l - H e y s e m i ( Ö . 8 0 7 / 1 4 0 4 ) ise altı kitabın K ü t ü b - i Sitteye o l a n zevâidini Mecme'u'z-Zeviid ve Mcnba'u'l-Fevâid isimli e s e r i n d e toplamıştır. S ö z k o nusu b u altı kitap A h m e d b . H a n b e l , e l - B e z z â r ve E b u Ya'lâ'nin M ü s n e c f l e r i y l c etT a b c r â n î ' n i n üç M u ' c e m ' i d i r . Yine İ b n H a c e r ( Ö . 8 5 2 / 1 4 4 8 ) , s e k i z M ü s n e d ' i n Kü tüb-i Sitte ile Mecme 'u 'z-Zevâid'e o l a n zevâidini çıkarmış ve el-Metâübu '1-ÂIiye isim li e s e r i m yazmıştır. Z e v a i d i çıkarılan m e z k û r sekiz Müsned, e t - T a y â l i s î , e l - H u m e y d î , el-Adenî, M u s e d d e d , ibn M e n î ' , İbn E b î Ş e y b c , A b d b . H u m e y d ve İ b n E b î U s â m e ' y e aiddir.
55 B u s a h a d a , yani her k o n u d a n hadîsler ihtiva e d e n eserler k o n u s u n d a e n b ü y ü k a d ı m ı ilk olarak C e l â l u d d î n e s - S u y û t î ( Ö . 9 1 1 / 1 5 0 5 ) atmıştır. Ş ö y l e k i , o , b ü t ü n hadîsleri bir kitapta t o p l a m a y ı d ü ş ü n m ü ş ve b u n u g e r ç e k l e ş t i r m e k için çalışmıştır. B u m a k s a d l a ü ç e s e r yazmıştır. Ö n c e ei-Câmi'u'l-Kebîr isimli eserini y a z m a y a b a ş l a m ı ş ve b u e s e r d e , ö n c e d e n tesbit ettiği 7 0 k ü s u r hadîs kitabındaki hadîsleri t o p l a m a y a başlamıştı. M ü ellif d a h a s o n r a b u eserini bitiremeyeceğini d ü ş ü n e r e k , m u h t a s a r bir kitap y a z m a y a y ö n e l m i ş ve cl-Câmi'u's-Sağir isimli k i t a b ı m yazmıştır. e s - S u y û r i b u eserini b a ş t a m u h t a s a r t u t m u ş v e o n d a K ü t ü b - i S i r t e d e b u l u n a n b a z ı hadîslere bile yer v e r m e m i ş tir. S o n r a b u n u telafi için a y n bir eser yazmıştır. Ziyâdâtu'l-Câmi'i's-Sağîr ismini ver diği b u e s e r i n d e 4 4 4 0 hadîs toplamıştır. Y u s u f e n - N e b h â n î ( Ö . 1 3 5 0 / 1 9 3 2 ) , el-Câmi'u's-Sağîr ile Ziyâdâfı birleştirip el-Fethu'l-Kebir ismiyle bir eser y a z m ı ş , A l â u d d i n Ali e l - M u t t a k î e l - H i n d î ( Ö . 9 7 5 / 1 5 6 7 ) ise bu eseri k o n u l a r ı n a g ö r e tasnif e t m i ş , a n a k o n u l a n yani "kitâb"lan h a r f sırasına k o y a r a k Kenzu'l-Ummâl isimli eserini m e y d a n a getirmiştir. H a l e n e l d e m e v c u t e n geniş h a d î s kitabı o l a n b u e s e r d e 4 6 bin k ü s u r h a dîs b u l u n m a k t a d ı r . 56 M a n s û r Ali N â s ı P ı n et-Tâcu'l-Câmi' li'l-UsûTii bu çeşit eserlerdendir. Ç o ğ u hadîsle ri k ü t ü b - i h a m s e d e n seçilen b u e s e r d e î m â n , ilim, i b â d e t , m u a m e l â t , fezâil, tefsir, cih a d , ahlâk ve g a y b î k o n u l a r gibi her k o n u d a n hadîsler t o p l a n m ı ş t ı r . 57 e l - B e ğ a v î ' n i n ( ö . 5 1 6 / 1 1 2 2 ) Mesâbihu's-Sünne'si, Mecdüddin İbn Teymiyy e ( ö . 7 2 8 / 1 3 2 8 ) ' n i n e / - M u n r e k a ' s ı b u çeşit e s e r l e r d e n d i r ve s a d e c e a h k â m hadîsleri ni bir araya getirmişlerdir. Yine e l - M ü n z i r i ' n i n ( ö . 5 8 1 / 6 5 6 ) et-Terğib ve't-Terhîb adlı eseri d e b u tür eserlerdendir ve iyiliklere teşvik e d e n , k ö t ü l ü k l e r d e n k o r k u t a n ha dîsleri yani terğib ve terhib hadîslerini bir araya toplamıştır.
alınarak bir eserde toplanması, konu bütünlüğünü oluşturması açı sından son derece önemlidir. "Cem"' kelimesi, rivayetlerin birleştirilmesi için de kullanılmak tadır. İki veya daha fazla şeyhten rivayet edilen ve manası bir, lafzı farklı olan hadîslerin cemedilip birinin lafzıyla rivayeti d e m e k olan bu ıstılah, bir anlamda kısmî bütünleştirmeyi çağrıştırmaktadır. An cak, bu işlem yapılırken lafız farklılıklarına işaret etmek, bütünlük açısından son derece önemlidir. Müslim ( Ö . 2 6 1 / 8 7 5 ) ve Tirmizî ( Ö . 2 7 9 / 8 9 2 ) bu konuda titiz davranan müelliflerdendir. 58
59
Hadîste bütünlük açısından en önemli faaliyetlerden biri de "şerh" çalışmalarıdır. Bir hadîsin sened ve metninin (veya bir kita bın), dil, muhteva, hüküm vb. yönlerden açıklamasını yapmak, anla şılması güç, izaha muhtaç kısımlarım izah etmek manasına gelen şerh, hadîse değişik açılardan bakarak daha geniş bir perspektif sun maktadır. Hacimli şerh kitaplarında, bazen bu bakış açılan yirmiye kadar çıkmaktadır. Meselâ Buhârî'nin ( Ö . 2 5 6 / 8 7 0 ) ilk hadîsinin şerhinde, şârih el'Aynî (ö. 8 5 5 / 1 4 5 1 ) şu alt başlıklan kullanmaktadır: 1. Hadîsin âyede ilgisi: Bab başlığında şayet âyet kullanılmışsa, o âyet ile hadîsin irtibatını göstermek için bu başlık konulur. Bununla bir anlamda, âyet ve hadîs bütünlüğü oluşturulur. 2. Hadîsin bab başlığıyla (terceme) ilgisi: Burada, hadîsin neden bu bab başlığı altında zikredildiği açıklanır. Bu açıklamalar, Buhârî'nin fikhî anlayışlannın ortaya konulması açısından önemlidir. 3. Senedde yer alan râvîlerin açıklanması 4. Ravî isimlerinin okunuşunu harekeli olarak tesbit 5. Râvîlerin neseplerinin açıklanması 6. Senedin ihtiva ettiği bazı incelikler: 7. Hadîs nevinin açıklanması: Bu son beş başlıkta, hadîsin sene dine yönelik hemen her husus ve neticede hadîsin râvî sayısı, ittisal, inkita' ve irsal durumlan açıklanır. Bununla bir anlam58 e s - S u y û t î , C c l â l u d d i n A b d u r r a h m a n b . E b î B e k r , Tedrîbu 'r-Râvî, T h k . A h m e d Ö m e r H â ş i m , Dâru'l-Kütübi't-Arabî, Beyrut 1 9 8 9 , I I , 1 0 3 . 59 B k z . I t r , N u r u d d i n , el-lmâm et-Tirmizl ve'l-Müvâzenetü Sahîheyn, M a t b a a t u ' l - C e n n e , Kahire 1 9 7 0 , s. 7 6 .
Beyne Câmi'ihi
ve
Beyne's-
da kısmen bütüncül bir sened değerlendirmesi (tesbitte bü tünlük) yapılır. 8. Hadîsin Buhâri'de nerelerde geçtiği: Burada bir hadîsin bir eserde nerelerde tekrar edildiği tesbit edilerek, hadîsin bu eser içerisindeki farklı varyantlarını bütünleştirme imkânı sunulur. 9. Hadîsi eserlerine almış olan öteki hadîsçiler: Bu başlıktaki izahlardan, bir hadîsin farklı eserlerdeki rivayetlerini bütünleş tirme imkâm elde edilebilir. 10.Hadîsin rivâyederi arasında görülen lafız farklılıkları: Burada ki bilgilerden harekede hadîsin farklı rivâyederini bütünleşti rerek orijinal metni ortaya çıkarma imkânı bulunabilir. 11. İlk olarak bu hadîsi seçmesinin sebebi: Bu başlık, sadece Buhârî'deki ilk hadîs olan niyet hadîsiyle ilgilidir. Diğer hadîsler de böyle bir başlık yoktur. 12.Lügat açıklamaları 13.İ'râb açıklamaları 14.Meânî İlmi açısından açıklamalar 15.Beyân İlmi açısından açıklamalar lö.Bedî İlmi açısından açıklamalar: Bu son beş maddede, hadîs lerin dil ve edebiyat yönünden ince bir tahlili yapılmakta ve hadîs, "dil özellikleri bütünlüğü"nde açıklanmaktadır. 17.Sorular ve cevaplar: Hadîsle ilgili akla gelebilecek muhtemel sorular bu başlık altında cevaplandırılmaktadır. Buradaki so rular, gerek lafız ve gerekse manayla ilgili olabilirler. Bu baş lıkta verilen bilgiler, kısmen "anlatımda bütünlük"ü sağlama ya yönelik görülebilir. 18.Hadîsin sebeb-i vürûdu: Bu başlıkta verilen bilgiler, hadîsin "bağlam bütünlüğü"nü tesbit etmek için son derece önemli dir. 19.Hadîsten çıkarılabilecek fikhî hükümler: Bu başlık, hadîsi "anlama" açısından önemlidir. 2 0 . Hadîsle ilgili olarak belirtilmesi faydalı olan diğer hususlar da "faide" başlığı altında sunulur . 60
6 0 B k z . el-'Aynî, B e d r ü d d î n , 'Umdctü'l-KârîŞerhu 1 6 - 3 5 ; Ç a k a n , Hadis Edebiyatı, s. 1 7 1 - 1 7 3 .
Sahihi'l-Buhârî,
Dâru'l-Fikr, T s z . , I ,
cl-'Aynî'nin, Sahih'i şerh ederken kullandığı bu başlıklar; hadîsin bütünlük içerisinde tesbiti, anlaşılması ve anlatılması açısından önemli olmasına rağmen, bütün hadîsleri şerh ederken bu kadar çe şidi başlıklar kullandığını düşünmek yanlış olacaktır. Bunu anlamak için söz konusu hadîsi takip eden ikinci hadîste kullanılan konu baş lıklarına bakmak yeterli olacaktır. Zira bu hadîsin şerhinde bakış açı ları dokuz'a düşmektedir . 61
Şüphesiz bütün şerhler, bir hadîsi bu kadar tafsiladı bir şekilde açıklamazlar. Ancak en azından bu gibi geniş şerhlerde, bazı hadîs lerin bütünlük içerisinde değerlendirilebilmesi imkânı sunulmakta dır. Bununla birlikte, söz konusu şerhlerin zaman zaman mensup ol dukları mezhebin bakış açısını yansıttıkları, bu açıdan bazı önyargı lara sahip oldukları da gözden uzak tutulmamalıdır . 62
Zaman zaman hadîste bütünlük mantığına klâsik eserlerde de rasdamanın mümkün olduğunu, ve bu düşüncenin aslında yeni ol madığını göstermek için sunduğumuz bu örnekler yanında, hadîste parçacı yaklaşımın olduğuna delâlet eden ıstılahlara da dikkat çek mek gerekir. "Takü"', "ihtisâr/iktisâr", "rivayet bi'l-ma'nâ" ve "zi yâde ve noksan " bunlardan bazılarıdır. İki hüküm ihtiva ettiği için bir metni bölmek anlamına gelen "tafct?"; hadîs alimlerinin bir çoğuna göre caiz görülmüştür. Bir ha dîs metni, meselâ, hem ibâdet hem de ahkâmla ilgiliyse, bu parçala rın da birbiriyle bağlantısı yoksa, söz konusu hadîs iki farklı hadîs mesabesinde kabul edilir ve bunun ikiye bölünerek rivayeti caiz gö rülür. Bu bölme işleminde uyulması gereken kural, manaya halel ge tirmemektir . 63
Bir hadîsin bir kısmını rivayet edip diğer kısmını rivayet etmemek anlamına gelen "ihtisâr/iktisâr" ıstılahları da hadîsin parçalara bö lündüğünü göstermektedir. Ancak bu konuda bütün hadîsçiler aynı görüşte değildirler. Bunlardan bir kısmı, hadîs üzerindeki bu tasar61 B k z . el-'Aynî, a.g.e., I , 3 6 - 4 6 . 62 B u h u s u s t a , B u h â r î ' n i n es-Sahih'ini ş e r h e d e n H a n e f i âlim el-'Aynî ile Şafi'î âlim İ b n H a c e r ' i n olaylara farklı bakış tarzları ve birbirlerini eleştirileri ö r n e k verilebilir ( G e n i ş bilgi için b k z . Sakallı, T a l a t , Hadis Tartışmaları İbn Hacer-Bedriiddîn Ayni, T D V Ya yınlan, A n k a r a 1 9 9 6 , 1 4 6 s . ) 63 B k z . c l - B a ğ d â d î , H a t î b , Kitâbu'l-Kifâye 6 İlmi'r-Riviye, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, B e y r u t 1 9 8 8 , s. 1 9 3 ; e z - Z c h c b ı , Ş e m s ü d d i n M u h a m m e d b . A h m c d , el-Mûkıza 6 İl mi Mustalahi'l-Hadis, T h k . Abdulfettâh E b û G u d d e , Mektebetü'l-Matbû'âti'l-İslâmiyye, B e y r u t 1 4 0 5 h . , s. 6 4 .
rufu tamamen menetmişler; bir kısmı, hadîsin tamamının daha önce râvînin kendisi veya başkası tarafından rivayet edilmiş olması şartıyla buna izin vermişler; bir kısmı da, rivayetteki bu tasarrufu tamamen caiz görmekle beraber, bu işin manaya zarar vermemesi ve bunu ya panın meseleyi iyi bilen birisi olması gerektiğini ileri sürmüşlerdir . Buna ilâveten İmâm Mâlik (ö. 1 7 9 / 7 9 5 ) gibi bazı İslam âlimleri, Ra sûlullah'ın hadîslerindeki ihtisarı caiz görmezlerken, Rasûlullah'ın dışındakilerin (sahabe/tabiûn) sözlerinde bu tür tasarrufları caiz görmüşlerdir . 64
65
Hadîsin manasını rivayet etmek anlamına gelen ve onun bütün lüğünü bozabilen tasarruflardan sayabileceğimiz "manayla rivayet", genelde hadîs rivayetinde uygulanan bir metottur. Bununla birlikte, bazı alimler, hadîsin lafızlarını, medlulünü, maksudunu, ne manaya geldiğini bilmeyenlerin ve şu konulardaki hadîslerin manayla rivaye tinin caiz olmadığını belirtmektedirler: 1. Allah'ın isimleri ve şifadan gibi tevkifi konularla ilgili hadîsler, 2. Bazı lafizlan nas ihtiva eden veya lafzıyla ibâdet edilen hadîs ler, 3. Ccvâmi'u'l-kclim
cinsinden olan hadîsler,
4. Namaz, kamet ve tekbir gibi ibâdet lafizlanyla ilgili hadîsler. Bu alimler, râvînin, lafizlan, medlullerini, maksudlarını, şeriatı, kaidelerini ve hadîsin ne anlama geldiğini bilinmesi durumunda, onun manayla rivayetini caiz görmüşlerdir. Bununla beraber bazılan da, merfü" hadîslerin manayla rivayetine karşı çıkmışlardır . 60
Bu tür tasarruflardan biri de; hadîse ziyâdede bulunmak veya noksanlaşürmaktır. Bazı râvîler hadîse ziyâdede bulunurlar ve onlann bu ziyâdeleri hadîsin diğer rivâyetierinde yer almaz. Bu ziyâdele ri yapan râvîler zayıf ise, onlann ziyâdelerine itibar edilmez. Fakat si64 B k z . e s - S u y û t î , Tedribu'r-Râvî,
II, 96-97.
65 B k z . e s - S e h â v î , M u h a m m e d b . A b d i r r a h m â n , Fcthu'l-Muğîs Şerhu Elfiycti'l-Hadis, Thk. Salah M u h a m m e d M u h a m m e d , Dâru'l-Kütübi'l-İimiyye, Beyrut 1 9 9 6 , I I , 2 1 8 2 1 9 ; e z - Z e h e b î , cl-Mûkıza, s. 6 4 ; e l - C e z â i r î , T â h i r b . Salih b . A h m e d , Tevcihu'n-Nazar İlâ Usûli'l-Escr, D â r u ' l - M a ' r i f e , B e y r u t T s z . , s. 3 1 4 v d . 6 6 B k z . e l - H a t î b e l - B a ğ d â d î , el-Kifiyc, s. 1 9 8 - 2 0 3 ; e s - S u y û t î , Tedribu'r-Râvî, II, 91-92; e s - S e h â v î , a.g.e., I I , 2 0 7 - 2 1 8 ; e l - C e z â i r î , a.g.c, s. 2 9 8 - 3 1 4 ; el-Kâsırnî, M u h a m m e d C e m a l u d d i n , Kavâidu't-Tahdîs, D â r u ' l - K ü t ü b i ' l - İ i m i y y e , B e y r u t t s z , s. 2 2 1 - 2 2 5 ; H â ş i m , A h m e d Ö m e r , Kavâidu Usüli'l-Hadîs, D â r u ' l - K i t â b i ' l - A r a b î , B e y r u t 1 9 8 4 , s. 2 3 0 - 2 3 4 ; Yatkın, N i h a t , Hadislerin Mana İle Rivayetleri ve Neticeleri (Basılmamış Y ü k s e k lisans T e z i ) , E r z u r u m 1 9 9 2 .
ka râvîlerden kaynaklanan ziyâdelerde farklı görüşler bulunmaktadır. Mücâhid ve Yahya b. Ma'în gibi bazı alimler, hadîse ziyâdede bulunmaktansa, onun noksan rivayet edilmesinin daha evla olduğunu be lirtirler. Hadîsin manayla rivayetini caiz görmeyen alimler ise, hadîs te noksanlaştırma ve hazf gibi tasarrufları uygun görmezler. Onlar, bu şekildeki tasarrufların, hadîsin tağyiri anlamına geldiğini belirtir ler. Söz konusu ziyâde, ya senedde veya metinde olur. Metindeki zi yâde; râvîlerden birinin hadîse ilâve bir lafiz veya cümle eklemesidir ki, onun bu tasarrufu diğer râvîlerin rivâyederinde yer almaz. Metin deki bu tür ziyâdeler, birkaç kısma ayrılır ve ona göre hadîsçiler ta rafından değerlendirilir . 67
Örnek olması açısından sunduğumuz bu gibi ravî tasarrufları, ri vayet esnasında bazı hadîslerin metin bütünlüğünün parçalandığını gösterir hususlardır. Bununla birlikte, bu tasarrufların bulunup orta ya çıkarılması, üzerinde îmâli fikirde bulunulması, bir bütün oluştur ma çabasının olduğunu da göstermektedir. Bu açıdan bakıldığında, birçok hadîs ıstılahının bir şekilde bütünlükle irtibatı kurulabilir. Ör neğin bir hadîsin sahih olması için ileri sürülen şartlar arasında bulu nan " s a z ' * ve "muallel" olmama durumunun ortaya çıkmasında, hadîsin diğer rivâyederle birlikte değerlendirilmesinin payı büyüktür. 8
69
Yine bir hadîsin sahih li-gayrihi
veya hasen li-gayrihi
vasfını alabilme
si için, söz konusu hadîsin farklı rivayetlerinin bütünlük içerisinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira aslında zayıf rivayetlerinin bir birini desteklemesi sonucunda bir hadîs hasen li-gayrihi; hasen riva yetlerin birbirini desteklemesi sonucunda da sahih li-gayrihi vasfım alabilmektedir . Bu sonuca ulaşabilmek için, rivâyetiere bütünleştir mek gerekmektedir ki, böyle bir uygulama, sıhhat konusunda bile ri vayetlere bütünlük içerisinde bakıldığını gösterir bir durumdur. Ay 70
rıca,
"şâhid",
'"âzıd'\
"mutâba'
aleyh",
"mutâba'at",
"i'tibâr",
u
"muhtelim'l-hadîs", ihtilâüı'l-hadîs" vs. gibi birçok hadîs terimi dikkadice incelendiğinde, bunlarla rivâyeder arası ilişki, zıüık, ben zerlik gibi hususların sorgulandığı, bunun için de rivayetlerin bütün lük içerisinde değerlendirilmiş olduğu ortaya çıkmaktadır. 67
B k z , e l - H a o ' b c l - B a ğ d â d î , cl-Kitayc, s. 1 8 9 - 1 9 3 ; I t r , cl-İmam ct-Tirmizî, s. 1 3 2 - 1 4 2 ; Itr, N u r u d d i n , Menhccü'n-Nakd S Ulûmi'l'Hadîs, D â n ı ' l - F i k r i ' l - M u â s ı r , Beyrut 1 9 9 7 , 3 . b . , s. 4 2 3 - 4 2 7 .
68 Sika o l a n ravinin sikalara veya k e n d i s i n d e n d a h a sika o l a n a veya olanlara m u h a l i f ola rak rivayet ettiği hadîs ( B k z . Itr, N u r u d d i n , Menhccü'n-Nakd 6 Ulûmi'I-Hadîs, D â r u ' l - F i k r i ' l - M u ' â s ı r , Beyrut 1 9 9 7 , 3 . b . , s . 4 2 8 - 4 2 9 ; Aydınlı, a.g.e, s . 1 4 3 ) 69 G e n i ş bilgi için b k z . I t r , Menhccü'n-Nakd
fî Ulûmi'l-Hadîs,
s.447-454.
70 G e n i ş bilgi için b k z . I t r , Menhccü'n-Nakd
h" Ulûmi'l-Hadîs,
s. 2 6 7 - 2 7 4 .
Klâsik hadîs çalışmalarında bir düşünce olarak, yer alan bütünlük olgusu, son zamanlarda, tekrar gündeme gelmiş ve Kur'ân'ın an laşılması için onun bir bütün halinde ele alınması nasıl gerekli ise, doğru anlaşılabilmeleri için hadîslerin de bir bütün halinde değerlen dirilip, bundan sonra birtakım sonuçlara gidilmesinin elzem oldu ğ u belirtilmiştir. Anc ık hadîsle bağlantılı olarak kullanılan "bütün lük" kavramı, genelde belli bir konudaki hadîslerin topluca değer lendirilmesi olarak algılanmıştır . Halbuki biz, bu kavramın daha geniş bir anlamda kullanılması gerektiğine inanıyoruz. Buna göre, bütünlükle, bir konudaki bütün hadîslerin bir araya getirilmesi amaçlanmakla birlikte, buna ilâve hususların da göz önünde bulun durulması gerekmektedir. Zira hadîs için Kur'ân hakkında söz konu su olmayan farklı bütünlük problemleri bulunmaktadır. Kur'ân'a bütünlük içerisinde bakılması, sırf sağlıklı anlamaların oluşturulabil mesi içindir. Dolayısıyla Kur'ân için sahip olunması gereken bütün cül bakış, onun sübûtuyla ilgili değil, sadece delaletiyle ilgilidir. Hal buki hadîs için her iki problem de söz konusudur. Buna göre hadîs değerlendirmelerindeki bütüncül bakış, sadece doğru anlamın orta ya konulması için değil, hadîsin sıhhatini tesbit için de gereklidir. 71
7 2
73
Hadîsi değerlendirecek kişinin, hadîsi ana kaynaklardan alması, hadîs ilimlerine ve ıstılahlarına vakıf olması ve ön yargılardan uzak durması gibi, daha ilk başta bulundurması gereken hususlar da bü tünlük kavramının şümulü içerisinde algılanmalıdır. Hadîs karşısın daki duruşunu bu şekilde hazırlayan kişinin hadîsi değerlendirmek için sağlıklı bir altyapıya sahip olduğunu söylenebilir. Esasen hadîsin bütüncül değerlendirmesi bu aşamadan sonra başlayacaktır. Buna göre, sırayla, hadîsin sıhhati sened ve metin tenkidi bütünlüğünde araştırılmalı, daha sonra, sahîh olduğuna hükmedilen söz konusu ha dîs; dil özellikleri, bağlam ve bağlayıcılık bütünlüğünde anlaşılmalı ve bu şekilde anlaşılan hadîs, anlatılacak insanların çeşitli açılardan durumları gözetilerek anlatılmalıdır. Buna göre hadîse bütüncül ba kış, gerek tesbit, gerek anlama ve gerekse anlatma aşamasında dikkat 71 B k z . Ç a k a n , İsmail Lütfi, " S ü n n e t i n B ü t ü n l ü ğ ü " , H z . P e y g a m b e r ve Aile H a y a t ı , ti mi Neşriyat, İ s t a n b u l t s z . , s. 1 1 3 - 1 2 5 . 72 A t e ş , " G ü n ü m ü z d e H a d i s l e r i n D e ğ e r l e n d i r i l m e s i n d e G ö z Ö n ü n e Alınması G e r e k e n Bazı H u s u s l a r ve H a d i s i n G e l e c e ğ i İle İlgili Bazı D ü ş ü n c e l e r " , s. 1 1 5 . 73 M e s e l â b k z . F o l a t , S e l a h a t t i n , " H a d i s l e r i n K u r ' â n ' a A r z ı n ı n P r o b l e m l e r i " , s. 1 7 6 ; Ateş, " G ü n ü m ü z d e Hadislerin Değerlendirilmesinde G ö z Ö n ü n e Alınması Gereken Bazı H u s u s l a r ve H a d i s i n G e l e c e ğ i İle İlgili B a z ı D ü ş ü n c e l e r " , s. 1 1 5 .
edilmesi gereken hususların bütününü birden kuşatan bir anlayış ol maktadır. Özetle, hadîste bütünlüğün, şu üç hususun ve onlarla bağlantılı bütün alternatiflerin bütünleştirilmesiyle oluşturulabileceğini söyletrıek yerinde olacaktır. 1. Tesbitte bütünlük: Kur'ân için geçerli olmayan sıhhat proble mi, hadîsin bütünlük içerisinde değerlendirilebilmesi için ilk önce araştırılması gereken bir husustur. Burada şu sorular cevaplandırılmalıdır: a. Bir konudaki hadîsler bütünleştirilirken, önceden verilmiş sıh hat hükümleri mi esas alınmalı, yoksa yeni bir sıhhat değerlendiril mesi mi yapılmalıdır? b. Önceden yapılan tashîh ve taz'îf esas alındığında, sadece sahîh hadîsler mi kullanılmalı, yoksa hasen ve zayıf hadîsler de kullanılabi lir mi? c. Hadîslerin tashîh ve taz'îfinin içtihada dayandığı g ö z önüne alınırsa, hangi hadîsçinin kararları esas alınmalı? Bu durumda, mese lâ Buhâri'nin sahîh hükmü verdiği ve eserine aldığı hadîsler kullanı lırsa, hangi kriterlerle diğer hadîsçilerin eserlerinin kapsam dışı bıra kıldığı izah edilmelidir. Zira bilinmektedir ki, genel anlamda en sa hîh hadîsleri tahrîc eden Buhârî olmasına rağmen, tek tek hadîsler esas alındığında, meselâ İbn Mâce'de ( Ö . 2 7 3 / 8 8 6 ) , Buhârî'deki bir hadîsten daha sahîh olanına rastiamak mümkündür. d. Eğer yeni bir tashîh ve taz'îf işlemi yapılacaksa, bunun kriter lerini sadece sened tenkidi mi oluşturacaktır? e. Genelde sened tenkidine dayanarak sıhhatlerine karar verilen bu hadîsler, muhtemel içtihad yanlışlıklarını asgariye indirmek için metin tenkidine de tabi tutulabilir mi? f. Bu durumda, râvîler hakkında kullanılan cerh ve ta'dil hüküm lerinin de içtihada dayandığı g ö z önüne alınınca, hangi cerh ve ta'dil aliminin kararına uyulacaktır? Bu sorulan çoğaltmak mümkündür. Ancak tesbit aşamasındaki bütünlüğü oluşturabilmek için; önceden verilmiş tashîh ve taz'îf hü kümlerini g ö z önünde bulundurmakla beraber, yeniden bir tashîh ve taz'îf işlemi gerçekleştirilmelidir. Bunu yaparken, hem sened, hem de metin tenkidi bir bütün halinde yapılmalıdır. Sened tenkidi yapı-
lirken, râvîler hakkında, sadece bir iki alimden nakledilen cerh ve ta'dil hükümleriyle değil, bütün cerh ve ta'dil alimlerinin râvî hak kındaki görüşlerinin bütünleştirilmesi suretiyle cerh ya da ta'dil ka ran verilmelidir. Aynca râvîlerin terceme-i halleri farklı eserlerden harekede iyice bilinmeli, râvînin şeyhi veya talebesiyle muasır veya mülâkî olup olmadığını karar verilmelidir. Bu aşamalardan sonra ha dîsin sahîh olup olmadığına karar verilmelidir. Bu karar verildikten sonra metin tenkidine başvurulmalıdır. Bu yapılırken, özellikle, hadîsin Kur'ân'ın sarih bir nassına, aynı konu daki diğer hadîslere, tarihi verilere ve akl-ı selîme aykırı olup olma dığı gibi hususlar araşûnlmalıdır. Gerek sened ve gerekse metin tenkidinin bütüncül bir tarzda uy gulanması sonucu sahîh hükmü verilen hadîs/hadîsler için anla ma/delâlet problemi gündeme gelecektir. 2. Anlamada bütünlük: Bütün bu işlemler, aslında hadîsin veya hadîslerin H z . Peygamber'in maksadına uygun olarak anlaşılması için yapılmaktadır. H z . Peygamber'e ait olduğuna karar verilen bir söz, fiil veya takririn (hadîsin), onun maksadına uygun olarak anlaşı labilmesi için şu hususlara dikkat edilmelidir: a. Araştırılan hadîsin bütün varyantlannın bir araya toplanması, gerek lafız ve gerekse kapsam olarak farklılık gösteren rivâyederin bütünleştirilmesi gerekmektedir . Buna parça rivâyederin bütünleş tirilmesi denilebilir. 74
b. Her sözün ve eylemin, içinde söylendiği ve yapıldığı bir mekâ nın, zamanın, toplumun vs. olduğu düşünülürse, bütünleştirme fa aliyetinde bu hususlann da dikkate alınması gerekmektedir. Çünkü bunlar, o sözün ve eylemin arka planını/bağlamını oluşturur ve en doğru anlama, ancak bunlann bütünlüğünde ortaya çıkar. Buna gö re, özellikle, hadîsin dil özellikleri, bağlam ve bağlayıcılık bütünlü ğünde anlaşılması gerekir. 3. Anlatımda bütünlük: Bütün bu araştırmalar, sadece araştırma cının hadîsi/hadîsleri doğru anlamasını sağlamak için yapılırsa, hadî sin bütünlük içerisinde anlaşılması için yeterli sayılabilir. Ancak bu anlamalar, başkalanna aktanlacaksa, muhatabın bunu doğru anlama sı için gerekli tedbirler alınmalıdır. Bu manada, muhatabın inancı, hadîs ve sünnet bilgisi, bu bilgiye olan ihtiyacı vs. gibi hususlar, an74
B k z . Polat, " H a d i s l e r i n K u r ' â n ' a Arzının P r o b l e m l e r i " , s. 1 7 6 .
latan-anlayan bütünlüğünün sağlanması için göz önünde bulundu rulmalıdır. Aksi takdirde, doğru anlaşılan bir hususun, bu taktik ek siklikten dolayı yanlış anlatılması ve yanlışlar silsilesinin başlaması mümkün olabilecektir. Bu konuda şu noktaya da dikkat çekmek gerekir. Hadîsler bu şe kilde bütünleştirilirken, "parçadan bütüne" doğru bir metot uygu lanmalıdır. Bunun sonucunda elde edilen bütün, parçaların doğru anlaşılması için kullanılmalıdır. Yani parçalara, o bütünlük içerisinde ki yeri ve konumuna göre anlam verilmelidir. Parçalar olmadan bü tünü oluşturmak mümkün olmadığı gibi, bütün olmadan da parça ların sağlıklı biçimde anlaşılması mümkün görünmemektedir. B. B Ü T Ü N L Ü K Ö N Ü N D E K İ BAZI E N G E L L E R Hadîs değerlendirmelerinde bütüncül bakışı sağlayabilmek için, daha başta hadîs karşısında sağlıklı bir duruşa sahip olmanın gerekli liğinden bahsedilmişti. Hadîs değerlendirmelerinde sağlıklı duruşun sağlanamamasmda en çok şu üç noktanın etkili olduğu söylenebilir: Anakaynaklardan uzaklaşmak, hadîs ıstılahlarına vakıf olmamak ve önyargılı bakış. Bu hususların her birini kendi içinde şu alt başlıklar la değerlendirmek mümkündür. 1. Anakaynaklardan Uzaklaşma Bütünlük, bir anlamda, hadîsin/hadîslerin H z . Peygamber'in muradına uygun bir şekilde anlaşılmasını sağlayacak bakış açısıdır. Bunda esas olan, doğru anlamayı sağlamaktır. Doğru anlamayı elde edebilmek için orijinal ve doğru parçaların uygun bir şekilde yerleş tirilmesi gerekmektedir. Söz konusu parçalann orijinalini elde ede bilmek için mümkün olduğunca ilk dönem kaynaklarından /anakay naklardan istifade edilmelidir. Anakaynaklardan uzaklaşmak, dolayı sıyla orijinal olmayan parçalara dayanarak "bütün"ü oluşturmak, söz konusu "bütün"ü daha baştan güvenilmez hale sokacaktır. Bu du rumda olan "bütün"den hareketle parçalan değerlendirmek ve buna dayanarak H z . Peygamber'in muradını anlamaya çalışmak sağlıklı bir yol olmayacaktır. Bu teknik metot yanlışlığının daha baştan ortadan kaldınlması ve "bütünlük"ün önünde engel olmaktan çıkarılması ge rekmektedir. "Ana kaynaklardan uzaklaşma" diye ifade edilebilecek bu tür engeller ve hadîs anlama konusundaki yanıltıcılıklan, birkaç başlık altında değerlendirilebilir.
a. Kaynak Olarak Tercümelerin Kullanılması İnsanların farklı dilleri konuşmaları ve bu dillerde eserler yazma ları ne kadar doğal ise, bu eserlerin diğer dillere tercüme edilmeleri ve bu şekilde insanlığın hizmetine sunulmaları da o kadar doğaldır. Doğal ve önemli olmasına rağmen, tercümanlık veya tercüme işi, zor ve o derecede de sorumluluk isteyen bir iştir. Çünkü bu işle meşgul olanlar, onu hangi dilden yaparlarsa yapsınlar, daima hataya düşme ihtimaliyle karşı karşıyadırlar. Hindistan'ın meşhur Brahman şairi Rabindranat Tagore'un Mısır'a yaptığı bir seyahat esnasında "ilk de fa İngilizce olarak yazdığı eserlerinin dışında, Hinduca olarak yaz dıklarını da İngilizceye tercüme etmesi"ni isteyenlere verdiği şu ce vap, bu işin zorluğunu göstermesi bakımından önemlidir: "Hindu ca yazdığım eserler, kendi fikirlerimi ihtiva etmiş olsalar bile, onları İngilizceye tercüme etmekten acizim; zira bu tercümede İngiliz di li, Hinduca için elverişli değildir" . 75
Aynı müellifin, yazdığı bir eseri başka bir dile tercümesinin dahi bu kadar sıkıntılı olduğu düşünülürse, farklı kişilerin yaptığı tercü melerde karşılaşacakları zorluklan tahmin etmek güç olmasa gerek tir. Bu zorluklara rağmen, tarih boyunca tercümeler yapılagelmiştir. Ancak bu işlemde dikkat edilmesi gereken bazı hususlar bulunmak tadır. Birçok hususun yanında, tercümenin olmazsa olmaz kurallannın en önemlilerinden biri, tercümanın her iki dile vakıf olması; di ğeri de eserin yazıldığı bilim dalına hakim olmasıdır. Metni iyice an lama ve tercüme etmeyi gerektiren bu hususlann yanında, tercüme nin arz edildiği kitlenin anlayış seviyesi de önemlidir. Bunun için mütercim, tercüme eseri sunduğu kidenin yanlış anlayabileceği hususlan sezmeli ve bunlarla ilgili açıklayıcı tedbirleri almalıdır. İlk anda ihmal edilmemesi gereken bu hususlann ihmali duru munda, çok ciddi ve bazen komik hatalar yapılabilmektedir. Buna bir de bazı eserlerin bilimsel kaygı yerine ekonomik kaygı sebebiyle tercüme edilmeleri eklenince, tercümenin kendisinden beklenen bi limsel katkıyı sunamayacağı ortaya çıkmaktadır. Bilgisayann yayın hayatına girişi ve "masa üstü" tabir edilen ya yıncılığın artmasıyla, son zamanlarda çok sayıda tercüme eser yayım lanmaktadır. Şüphesiz bunda, kitap basımının kolaylaşması yanında, bu alanda yetişmiş insanlann çoğalması da etkili olmuştur. Ancak he75 O k i ç , T a y y i b , " H a d î s t e T e r c ü m a n " , AÜİF
Dergisi,
C i l t : X l V , YU: 1 9 6 6 , s.27.
men belirtilmelidir ki, bunların bir bölümü maalesef ilme hizmetten çok kâr amacı taşımaktadır. Bunun bir uzantısı olarak, son zamanlar da üzerinde iyice çalışma yapılmadan, metin tercüme ve redaksiyon konusunda gerekli titizlik gösterilmeden birçok hadîs kitabı halkımı za arz edilebilmiştir . 76
Tercümedeki bu gevşekliğin yanında, halkımızın genelde İslâm, özelde de hadîs kültürü g ö z ardı edilmektedir. Günümüzde, ancak bu sahanın uzmanlarını yararlanabileceği seviyede hadîs kültürüne ait tüm kitapların tercüme edilerek piyasaya sürülmesi, insanların bunları, bir dua ya da ilmihal kitabı alır gibi temin ederek evine gö türmesi, bu bakışla okuması ve sahasının uzmanlarının meşgul olma sı gereken meselelerin içine dalması sonucunda bazen din hakkında yanlış bilgilere sahip olduğu da müşahede edilmektedir. Bazen de ehlince bir âyet ya da hadîsle mensûh olduğu bilinen bazı hususlar, bu konularda bilgisi olmayan kimseler tarafından yaşayan bir sünnet haline getirilebilmektedir. Bunlardan daha tehlikelisi de, hiçbir plan ve hedef gözetmeden, şerh ve yorum yapılmadan sırf Arapça bilgisi ne dayanarak tercüme edilip piyasaya sürülen bu kitaplardan, H z . Peygamber'in ismetine aykırı, Kur'ân'ın aleyhine birtakım rivayetle ri okuyan kimselerin inançlarının sarsılmakta oluşudur . Zira bazen yorumu gerektiren durumlar tam açıklığa kavuşturulmadığı için halktan birinin kendi anlayışına göre birtakım yorumlara giriştiği, hükümler çıkardığı, fetvalar verdiği, herhangi bir mevzuda ilgisi ol madığı halde bazı hadîslerden istinbatta bulunduğu ve hatta bazıla rının, tercümelerdeki bu bozukluk, eksiklik ve yanlış anlayışlar yü zünden sünnete karşı güvenlerini kaybettikleri görülmektedir . 77
78
Sahaya ömrünü vakfetmiş bilim adamlarının yaptığı tercüme ça lışmalarının, karşılaşılan problemleri çözmede son derece faydalı ol duğu muhakkaktır . Zira, her mesleğin olduğu gibi her bilim dalı nın da kendine has birtakım özellikleri, ıstılahları ve uzun süre meş guliyeti gerektiren hususiyederi bulunmaktadır. Dolayısıyla, hadîsle ilgili eserleri uzmanlarının tercüme etmesi kadar doğal bir şey ola79
76 B o z k u r t , N e b i , " H a d î s l e r i n T e r c ü m e ve Y o r u m l a n n d a U y u l m a s ı G e r e k e n Kurallar", MÜİF Dergisi, Sayı: 1 1 - 1 2 , Yıl: 1 9 9 7 , s . 2 1 4 . 77 A t e ş , " G ü n ü m ü z d e H a d î s l e r i n D e ğ e r l e n d i r i l m e s i n d e G ö z Ö n ü n e A l ı n m a s ı G e r e k e n B a z ı H u s u s l a r ve H a d î s i n G e l e c e ğ i 1le İlgili B a z ı D ü ş ü n c e l e r " , s . 1 1 5 . 78
B o z k u r t , a.g-tn.,
s.214.
79 A t e ş , " G ü n ü m ü z d e H a d î s l e r i n D e ğ e r l e n d i r i l m e s i n d e G ö z Ö n ü n e A l ı n m a s ı G e r e k e n B a z ı H u s u s l a r ve H a d î s i n G e l e c e ğ i İle İlgili Bazı D ü ş ü n c e l e r " , s . 1 1 5 .
maz. Aksi halde sadece Arapça bilgisine dayanarak yapılacak tercü meler, mütercimleri gülünç duruma düşürmekle kalmaz , aynı za manda okurlarını yanıltır ve mütercimi manevî sorumluluk altına so kabilir. Bir hadîsin başka bir dile tercümesi, bir nevi onun manevî ri vayeti olduğuna göre; H z . Peygamber'in söz, fiil ve takrirlerindeki maksadı tam olarak yansıtmayan veya yanlış yansıtan bir tercümenin, onun hakkında yalan uydurma mesabesinde olduğu da söylenebi lir !. 80
8
Tercümedeki muhtemel bu durumlar, daha başlangıçta, hadîsle rin bütünlük içerisinde değerlendirilmesi önündeki en önemli engel lerden birini oluşturmaktadır. Başka bir ifadeyle, bu tür yanlışlıklar, tercüme eser ile asıl nüsha arasındaki bütünlüğü koparmakta, bunun yanında tercüme, asıl nüsha konumuna geçmekte ve böylece bilgi yanlışlığı silsilesi başlamaktadır. Meselenin ciddiyetine dikkat çek mek için, tercümeler konusunda uyanık olunmasını sağlayacak bir takım tercüme yanlışlıklarından bahsetmek yerinde olacaktır. Batı Dillerindeki Bazı Tercüme Yanlışlıklan Son yıllarda, batı dillerinde çeşitli hadîs tercümelerinin yayınlan makta olduğu görülmektedir. Bu tercümelerde çeşidi tercüme hatalan tesbit edilmektedir. Bunlardan birkaç tanesine değinmek, konu nun önemine dikkat çekme açısından yeterli olacaktır. Hamidullah ( ö . 1 4 2 3 / 2 0 0 2 ) , 1981'yılında bir eser yayımlamış, bu eserinde, Sahîh-i Buhâıfnin günümüzden 80 küsur sene önce basılmış olan Fransızca tercümesindeki hatalan düzeltmiştir. Hami dullah 2 8 2 sayfa tutan bu esere 25 sayfalık çok faydalı bir de giriş yazmıştır . 82
Hamidullah'ın, Houdas ve Marçais'nin Fransızcaya tercüme et tikleri bu eserde tesbit ettiği tercüme yanlışlıklannın bir kısmından bahsetmek yerinde olacaktır. Bu tercümede, meselâ "yanıma geldi (ctâ alcyyc)" ifadesi, "Ali çıkageldi (Ali survint)" şeklinde; "Hâtıb'a dedi (Kale li-Haübc)'" ifa desi, "Bir vaize söyledi (ditâun preedicateur)" şeklinde; "Ümeyye az kaldı İslama giriyordu (Kâde Umeyyetu'bnu Ebi's-Salti cn-yuslime" 80 Ç a k a n , î s m a i l L ü t f i , Hadîs Nasıl Okunur 81 B o z k u r t , a.g.m.,
Okutulur,
İst 2 0 0 2 , s. 4 6
s.214.
82 H a t i b o ğ l u , " B a t ı ' d a k i H a d î s Ç a l ı ş m a l a n Ü z e r i n e " , s. 1 0 7 .
ifadesi, "Ümeyye'nin İslama girmesinden önce az zaman geçti" şek linde tercüme edilmiştir. "Abdullah" kelimesi başlarda "Allah'a ta pan" şeklinde, daha sonra "Allah'ın hizmetçisi" şeklinde çevrilmiş tir. "Cübeyr b. Mut'im (Mut'im'im oğlu Cübeyr) şöyle dedi" şek linde olan asıl metin, "Mut'im şöyle dedi" şekline; "Abdullah b. Kays (Kays'ın Oğlu Abdullah)", çeviride "Kays'tan" şekline dönüş türülmüştür . 83
Bu gayr-i müslim alimler, yaşanan ve uygulanan İslâm hakkında yeterli bilgi sahibi olmadıkları için, istemeden başka hatalar da yap mışlardır. "Rükû"'ile "rekât"ı karıştırmalarını, "salâtu'l-istihare (is tihare namazı)"den "kehânet için Kur'ân'a başvurma"yı anlamaları buna örnek gösterilebilir . 84
Bununla beraber, birtakım önyargılarla ve mensubu olmadıktan bir dine saldırmaya kararlı bir irade ile açıklanabilecek bir kısım yan lış tercümeler de vardır. Bunlardan biri şöyledir: "Biz H z Peygamber'e, ganimetimize sahip çıkmaması şartıyla bağlılık yemini ettik" şeklinde çevrilen cümle, aslında şu şekildedir: "(Ortak olması gere ken) ganimete bireysel olarak sahip çıkmamamız şartıyla (en lâ nentebihe).."™. Hamidullah'ın tespitlerinden örnekleme amacıyla verdiğimiz bu gibi birçok yanlışlıklar yüzünden, Hatiboğlu, artık bu tercümeyi kul lanmanın ilmen caiz olmadığını belirtmektedir . Bu değerlendirme nin sahibi Hatiboğlu, başka müsteşriklerin yaptığı fahiş tercüme hatalannı da tesbit etmiştir. Burada, söz konusu tercümelerin ne dere ce güvenilir olduklanm ortaya koymak için bazı örnekler sunulacak tır. 86
Meselâ Fransız hadîsçi Gerard Le Comte, İbn Kuteybe'nin "Te'vıiu Muhteliti'l-Hadîs" adlı eserini Fransızcaya tercüme etmiş tir. O, Türkçesi, "Ebû Hureyre H z . Peygamber'le üç sene kadar bir likte oldu. Ondan çokça rivayette bulundu. Peygamber'den sonra bir elli sene daha yaşadı. Vefatı, sene: 59'dur" şeklinde olan Arapça ifadeyi, Fransızcaya; " E b û Hureyre üç sene kadar Peygamber'in ar83 B k z . H a m i d u l l a h , M u h a m m e d , "Sahih-i Buhârî'nin Fransızca Çevirisi Dolayısıyla", Ç e v . A b d u l l a h Aydınlı, EKEV Akademi Dergisi, Sayı: 1 0 , Yıl: 2 0 0 2 , s. 2 5 1 ( c . I V , s . 2 6 6 , satır:6; c.IV, s . 1 7 6 , satır:4; c . r V , s . l 8 9 , s a u r : 4 - 5 ' t e n naklen) 84 H a m i d u l l a h , a.g.m.,
s. 2 5 2 (c.III, s . 4 7 2 , satır: 1 3 ' t e n naklen)
85 H a m i d u l l a h , a.g.m.,
s. 2 5 2 ( c . 2 , s . 1 5 1 , satır: 2 0 - 2 1 ' d e n naklen).
86 H a t i b o ğ l u , "Batı'daki H a d î s Çalışmaları Ü z e r i n e " , s. 1 0 7
kadaşı oldu ve hadîslerin en büyük miktarı onun kanalıyla geldi, elli sene kadar Ömer'in arkadaşı oldu..." şeklinde tercüme etmiştir. Mü tercim, Arapça metindeki "'Ummirc (yaşadı)" kelimesini, aynı şekil de yazıldığından dolayı H z Ömer zannetmiş, Ebû Hureyre'nin H z . Ömer'le 50 sene arkadaşlık edemiyeceğini de düşünme zahmetinde bulunmadığı için, tercümeyi içinden çıkılmaz hale getirmiştir . 87
Yine, meselâ İbn Kuteybe ( Ö . 2 7 6 / 8 8 9 ) şöyle demiştir: "(Ebû Hanîfe (ö. 1 5 0 / 7 6 7 ) ) şöyle dedi: "Bunları geç. Hammâd bize İbra him'in şöyle dediğini rivayet etti...". Nehâî'ye ait olan bu görüşü, Gerard Lecomte, belki fıkıh bilgisinin yetersizliğinden de cesaret ala rak, H z . Peygamber'e aktanvermiş ve şöyle tercüme etmiştir: "...Ben İbrahim'den naklen Hammâd'ı Peygamber'in şöyle beyanda bulun duğunu söylerken işittim..." . 88
Ünlü müsteşrik Goldziher (ö. 1921) de bu tür yanlışlıklan ya panlardandır. İslam alimleri, bir ibare nakledip sonunda "el-hadîs" kelimesini koyarlarsa; bununla ya hadîs metninin henüz bitmediği ve devamının okuyucuya bırakıldığı , ya da, söz konusu ibarenin hadis olduğuna vurgu yapmak istedikleri bilinen bir husustur. 89
Ne var ki; "Nice bilgi (ûkıh) taşıyıcılan vardır ki, fakîh değildir (fe-rubbc hâmili tıklım leysc bi-fakîhin)" kelâmının sonunda böyle bir "cl-hadîs"kelimesi geldiği için Goldziher'ce bu kelâm "Hadîs fakîhi değildir (lcyse bi-fakîhi'l-hadîs)" haline getirilmiş, bir yığın yan lış izahlara yol açılmıştır . Başka bir ifadeyle, "cl hadîs" kelimesi cümlede olması gereken anlamda değil, "fakîhu'l-hadîs" şeklinde anlaşılmış ve yeni bir kavrammışçasına izah edilmeye çalışılmıştır. 90
Bir Fransızın, yukandaki tercümeleri "ana kaynak" olarak gör mesi sonucu nasıl bir yanlış bilgilenmeyle karşılaşacağını söylemeye gerek yoktur. Bunlar sadece kaynak olarak tercümelerin kullanılma sının okuyucuyu ana kaynaktan nasıl uzaklaştıracağını gösteren bir kaç örnektir. Hele hele bu bilgileri araştırmadan kullanmaya kalkışan araştırmacılann nasıl bir yanlışlar silsilesini başlatacağını kestirmek de zor değildir. Bu gibi yanlışlar, ana kaynakla tercüme bütünlüğünü ve dolayısıyla okuyucu ve ana kaynak arasındaki bağı zayıflatmaktadır. 87 H a t i b o ğ l u , " B a t ı ' d a k i H a d î s Ç a l ı ş m a l a n Ü z e r i n e " , s. 1 1 2 ( L e T r a i t c d c s D i v e r g e n c e s d u H a d i t d ' J b n Guıtayba, D a m a s , 1 9 6 2 , s. 4 4 ' t e n n a k l e n ) 88
H a t i b o ğ l u , a.g.m.,
s.112.
89 B k z . Aydınlı, a.g.e., s. 6 3 . 90 B k z . H a t i b o ğ l u , a.g.m.,
s. 1 0 8 .
Bir hadîs kitabının bir dilden başka bir dile çevirisinde görülen bu yanlışlıklar, bu çevirinin başka bir dile tercümesinde katmerleşerek artacaktır. Bu durumda, anlamdaki erozyon ve buharlaşma daha fazla olacaktır. Bu durumu daha ziyâde aslı Arapça olan ıstılahların batı diline, oradan da Türkçe'ye çevirisinde görmekteyiz. Aslında, tercümede asla sadakat açısından ıstılahların aynen nakledilmesi, pa rantez içerisinde açıklanması en doğru yoldur. Buna rağmen, zaman zaman ıstılahların da tercüme edildiğini görmekteyiz. Hadîsin isnadında veya metninde bulunan; dışarıdan fark edilme yip ancak inceleme sonucu ortaya çıkan gizli kusurları konu edinen hadîs bilim dalı anlamına gelen "Ilclu'I-Hadîs'^ ıstılahı bir eserde, parantez içerisinde kısaca "Vitiating causes of Hadith (Hadîsi Bozan Sebepler)" şeklinde tercüme edilmiştir . Yine bir hadîs ıstılahı olan ve; "İlk bakışta kolayca anlaşılamayan, Arapçayı iyi bilen alimlerin açıklamalarıyla anlaşılabilen lafızları inceleyen "Garîbu'l-Hadîs" ıs tılahı; aynı eserde, "The insufficiendy known (Yetersiz bir şekilde bi-. linenler)" şeklinde tercüme edilmiştir. Tamamen konu dışı olma makla beraber, parantez içi bu ifadeler, bahsedilen ıstılahların anlam larıyla örtüşmemektedir. Hele bunlardan birincisi, "hadîsin sıhhatini bozan sebepler", ikincisi de "yeterli olarak bilinmeyenler" şeklin de Türkçe'ye çevrilince, ıstılahın sahip olduğu anlam epeyce buhar laşmaktadır. Çünkü hadîsin sıhhatini bozan bir çok sebep vardır. Bunlardan sadece herkesin anlayamayacağı gizli ve ince kusurlara "ilel" denir ve bu işle meşgul olan bilim dalına da "Îlelu'l-Hadîs" denilir. Bu tercümeyle, dar bir anlama sahip olan "İlelu'l-Hadîs m anlamı, tamamen genişletilmiştir ki, bu da yanlıştır. İkincisinin de "Yeterli olarak bilinmeyenler" şeklinde değil, en azından "Hadîslerdeki anlaşılmayan kelimeleri araştıran ilim dalı" diye tercüme edil mesi gerekirdi. 1
92
93
94
95
,r
91
B k z . A c c a c c l - H a t î b , M u h a m m e d , el-Muhtasanı'1-Veâz fi Ulümi'I-Hadis, Müessesct ü ' r - R i s â k , B e y r u t 1 9 9 1 , 5 . b . , s. 1 2 1 ; N a s r , e s - S ı d d ı k B c ş î r , Zavâbıtu'r-Rivâye İnde'lMuhaddisln, Külliyyetü't-Da'veti'l-İslâmiyye, T r a b l u s 1 9 9 2 , s. 1 9 3 v d . ; Aydınlı, a.g.e, s. 7 4 ; U ğ u r , M ü c t e b a , Hadîs İlimleri Edebiyatı, T D V Yayınlan, A n k a r a 1 9 9 6 , s. 1 6 0 .
92 al F â r û q î , i s m a i l Raci a n d L o i s L a m y a , The Cultural Atlas of islam, s. 2 5 7 .
N e w York 1 9 8 6 ,
93 B k z . e n - N e v e v î , M u h y i d d i n E b u Zekeriyya, et-Takrib ve't-Teysîr li-Ma'rifcti Süneni'l-Bcşîri'n-Nezîr, Müesscsetü'l-Kütübi's-Sckafiyye, Tik. Abdullah Ö m e r el-Bârûdî, B e y r u t 1 9 8 6 , s. 7 2 ; e t - T î b î , H u s e y n b . A b d i l l a h , el-Hulâsa fi Usûli'l-Hadîs, Thk. Subhı es-Sâmerrâî, Alemu'l-Kütüb, Beyrut 1 9 8 5 , s.62. 94 B k z . al F â r û q î , a.g.e.,
s.257.
95 B k z . e l - F a r u k î , İsmail Raci ve L u i s L a m i a e l - F a r u k î , İslam Kültür Atlası, Ç e v . M u s t a fa O k a n K i b a r o ğ l u ve Zerrin K i b a r o ğ l u , İnkılap Yayınları, s. 2 8 6 .
Sadece ban dillerine yapılan tercümelerde değil, Türkçe çeviriler de de bir takım yanlışlıklara rasdanmaktadır. Bunların sebepleri üze rinde durulmaksızın birkaç örnekle yetinilecektir. TürkçcdcJri Bazı Tercüme Yanlışlıkları Zühcyr b. Harb'in ( 1 6 0 / 7 7 6 - 2 3 4 / 8 4 9 ) , Kitâbu'l-İlm adlı ese rinde yer alan ve "Söylenmeyen ilim, kendisinden infakta bulunul mayan hazine gibidir" şeklinde tercüme edilmesi gereken hadîs; "İlim hakkında "kendisinden sadaka verilmesi (icap etmeyen) bir ha zine gibidir" d e n e m e z " şeklinde tercüme edilmiştir. Metnin oriji nali; "İlmun lâ yukâlu bini ke-kenzin lâ yunfeku m i n h u " şeklinde dir. Görüldüğü gibi, tercümenin asıl metinle hiçbir alakası yoktur. Tercümesi bu şekilde insanlara sunulan sözün bir hadîs aslı da yok tur. Bu durumda, orijinali hadîs olan bir ibare, tercüme sayesinde uydurma haber konumuna düşebilmektedir. 96
97
Aym eserin 133. hadîsinin tercümesinde, İbn Abbâs'ın sözü, "Rasûlullah'ın bütün ilmini Ensâr zümresinden cl-Hayy (kabilesinde)da b u l d u m " şeklinde tercüme edilmiştir. Halbuki metinde ge çen ve bir kabile adı zannedilen "hayy", aslında "grup/topluluk" anlamına gelmektedir. Buna göre tercüme, "Rasûlullah'ın bütün il mini Ensârdan şu grubun yanında buldum" şeklinde olmalıydı . 98
99
Halk arasında; "Allah güzeldir, güzeli sever" şeklinde meşhur olan ve bazen hadîs olarak kullanılan bir söz vardır. Aslında bu ifa denin; "Allah güzeldir, güzelliği sever (Innellahc cemîlun yuhıbbu'lcemâlc" şeklinde bir hadîs aslı vardır. Fakat bu hadîs Türkçe'ye genellikle, "Allah güzeldir, güzeli s e v e r " şeklinde tercüme edilir ve bununla kadınlardaki güzellik vurgulanmak istenir. Böylece hadîs, tercüme sayesinde maksadının ötesinde bir anlam için kullanılır hale gelmiştir. Bu örnek, tercümelerdeki ufak bir dikkatsizliğin bile bir hadîsin anlamını nasıl değiştirdiğini göstermektedir. 100
101
Yine aslı; "Rıza'r-Rabbi fi rıza'1-vâlidi ve sehatu'r-Rabbi fi sehati'l-vâlidi" şeklinde olan bir hadîs; bir tercümede, "Allah'ın bir 102
96
B k z . T u ğ , S a l i h , Züheyr'übnu tanbul 1 9 8 4 , s.162.
97
T u ğ , a.g.e., s. 8 2 .
98
T u ğ , a.g.e., s. 1 8 0 .
99
B o z k u r t , a.g.m.,
100
Müslim, îmân, 147 (I, 9 3 ) .
Harb ve Kitâbu'l-İlm
Adlı Eseri, İ Ü E F yayınları, İ s
s. 2 5 1 ( 1 2 8 . d i p n o t ) .
101
Meselâ bkz. Sancaklı, a . g . e , s . 8 7 .
102
T i r m i z î , E b û Isâ M u h a m m e d b. I s â , Sünen (el-Cimi'u's-Sahih), h a m m e d Şâkir, D â n ı ' l - F i k r , Birr, 3 ( I V , 2 7 4 )
Thk. Ahmed Mu
kimseden razı olması, o kimsenin anasının razı olmasına; gazabı da anasının o kimseye gazabına bağlıdır" şeklinde tercüme taiimiştir. Halbuki, bilindiği gibi Arapçada "vâlid'% "ana" değil " b ı o ~ " an lamına g e l m e k t e , söz konusu hadîste de bu anlamda kulh^Jdığına işaret edilmektedir . 103
104
105
106
Bir başka yanlış da, metni; "Halakallahu âdeme ala sûretıhı''' şeklinde olan bir hadîsin, başka izahlara yer verilmeksizin "Allar. Li sanı Rahmanın suretinde yarattı" şeklinde tercüme edilmesiyle o r a ya çıkmaktadır. Tercüme bu şekilde olunca, hadîs içinden çıkılmaz bir hal almış ve bu durum, hadîsin müteşabihztîan olduğu söylene rek bertaraf edilmeye çalışılmıştır . Halbuki bu hadîs, "Allah :nsînı kendine özgün surette (insana has bir surette) yarattı" şeklinde de anlaşılmaktadır. Buna göre metinde geçen "hû" zamiri, Allah'a de ğil, insana râcidir. Dolayısıyla söz konusu "suret" insana ait olmak tadır ». 107
10
Müslim'deki bir hadîste, Enes b. Mâlik (ö. 9 3 / 7 1 l ) ' i n annesin den bahsedilmekte ve şöyle denilmektedir: "...ve kânet ümme Encsi'bni Mâlikin ve hiye tüd'â Ümme Süleymin ve kânet ümme Abdiîlahi'bni Ebî Talhate kâne ehan li-Enesin li-ümmihi... " . Türkçcsi; "...(O) Enes b. Mâlik'in annesi idi -ki Ümmü Süleym diye çağnkrdı-. Aynı zamanda Abdullah b. Ebî Talhâ'nın da annesi idi. (Bu Ab dullah) Enesin ana-bir erkek kardeşi idi..." şeklinde olması gerekil, bu ibare; bir tercümede; "...Enes b. Mâlik'in annesi vardı -id or»s. Ü m m ü Süleym denilirdi-. Abdullah b. Ebî Talha' nın annesi *. ,"..*.. Abdullah, Enes'in anne-bir dayısı i d i . . . " şeklinde ifade edilmiştir. Bu tercümeyle, asıl metnin anlamı bozulduğu gibi, "Kâne ehan liEnesin li-ümmihi (Enes'in ana-bir erkek kardeşi idi)" ifadesi, tama men yanlış olarak ve; "Enes'in anne-bir dayısı idi" şeklinde anlaşıl mıştır. "Anne bir dayı" ifadesinin Türkçedeki yanlışlığı bir yana, bu 1 0 9
110
103
S a d a k , B e k i r , T a c Tercümesi,
104
B k z . İ b r a h i m M u s t a f a vc d i ğ e r l e r i , a.g.e., s. 1 0 5 6 .
E s e r M a t b a a c ı l ı k , İstanbul 1 9 7 5 , V , 1 4 .
105
B k z . el-Mübârckfürî, Ebû'l-'Alâ M u h a m m e d b. Abdirrahmân, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyyc, Beyrut T s z . , V I , 2 2 .
106
Bkz. Müslim, Cennet, 2 8 (IV, 2 1 8 3 )
107
B k z . Y a v u z , İrfan, " K a v r a m l a r " , İstikamet,
108
B k z . M ü s l i m , C e n n e t , 2 8 ( I V , 2 1 8 3 , D i p n o t : 2 ) ; H a d i s l e ilgili farklı y o r u m l a r için b k z . İ b n F u r e k , E b u B c k r , Müşkilü'I-Hadîs ve Bcyânuhu, T h k . M a s a M u h a m m e d Ali, ' Â l e m u ' l - K ü t ü b , Beyrut 1 9 8 5 , 2 . b . , ss. 4 8 - 6 6 .
109
Müslim, Cihad, 7 0 ( I I I , 1392).
110
D a v u d o ğ î u , Sahihi Müslim
Tercüme
Tuhfctü'1-Ahvezi,
E y l ü l - E k i m 1 9 9 4 , s. 3 9 .
ve Şerhi, V I I I , 5 4 2 .
tercümeyle Enes b. Mâlik'e Abdullah b. Ebî Talha adında bir dayı izafe edilmekte ve kardeş, "dayı" haline getirilmektedir. Çeşidi vesilelerle çokça duyulan ve halk arasında; "Her çocuk İs lâm fıtratı üzere doğar" şeklinde meşhur olmuş olan söz de, aslında bu yanlış tercümelerin sonunda ortaya çıkmıştır. İlgili hadîsin çeviri lerinden birinde "Her çocuk ancak fıtrat-ı İslâmiyye üzere dünyaya getirilir..." denilmektedir . Tercümeye esas alınan "Buhâri, Cenâiz, 80"deki rivayette, "İslâm" kaydı yer almamaktadır. Yani asıl me tin, "Her çocuk fitrat üzere d o ğ a r . . . " şeklindedir. Kaldı ki incele diğimiz kadarıyla, konuyla ilgili başka eserlerdeki hadîslerde de "İs lâm" kaydı yoktur. Gerek ilgili âyet ve gerekse hadîsler ve bunlann farklı yorumlarından hareketle, fıtratı; "Doğuştan bütün insanlarda var olan çeşitli özelliklerin özü ve kaynağı mahiyetindeki hususî bir yapı" olarak anlamak gerekir. Hal böyle olunca, bunun başına "İs lâm" kaydı getirmenin bir özelliği kalmamaktadır . 111
112
113
Bazı tercüme yanlışları da insanların inandığı Peygamber hakkın daki temiz duygularını sarsacak türdendir. Şu hadîsin tercümesi bu na örnek verilebilir: Rivayete göre bir hanım H z . Peygamber'e gelmiş ve; "Yâ Rasıilallah! Kendimi sana hibe etmeğe geldim" demiş, Rasûluliah başını kaldırıp ona bakmış ve sonra gözünü yere eğmiş ( . . . ) . Bu metin bazı eserlerde şu şekilde tercüme edilmiştir: "...Bunun üzerine Ra sûluliah kadına bakarak onu tepeden tırnağa süzdü. Sonra başım eğ d i . . . " . Halbuki metindeki ifadede, H z . Peygamber'in, kadın bir den bire kendisini arz edince, başım kaldırıp bakması ve başını yere eğmesi bir olmuştur. Metindeki kelimeler iyi tahlil edildiğinde bu görülecektir . 114
115
116
Bazı tercümelerde de Türkçe ifade bozuklukları kendini göster mektedir. H z . Peygamber'in; "...Dikkat et! Sana bütün işlerin başı, direği ve en üst seviyesini haber vereceğim..." şeklinde tercüme 117
111
B k z . Cilacı, O s m a n , Dinler ve İnsanlar, D a m l a M a t b a a c ı l ı k , K o n y a 1 9 9 0 , s. 4 0 ( 4 3 . dipnot).
112
B u h â r i , C c n â i z , 8 0 ( I I , 9 7 ) , Tefsîru Sureti R û m , I ( V I , 1 9 ) ; M â l i k b . l i n e s , M u v a r ra,Thk. M u h a m m e d F u a d Abdulbâkî, D â r u İhyâi'l-Kütübi'l-Arabiyye, Kahire t s z . , Cenâiz, 52 ( 1 , 2 4 1 ) ,
113
Fıtratın neliği k o n u s u için b k z . C o ş k u n , a.g.e. s. 2 2 9 - 2 6 4 .
114
Bkz. Müslim, Nikâh, 76 (II, 1 0 4 1 )
115
D a v u d o ğ l u , a.gc.,
116
B o z k u r t , a . g . m . , s. 2 2 3 .
VII, 273.
117
Tirmizî, îman, 8 (V, 13)
edilmesi gereken sözü, bir çeviride ; "senam"kelimesinin "devenin hörgücü" manası tercih edilerek, "hörgücünün zirvesi" şeklinde tercüme edilmiştir . Halbuki "senam"kelimesinin "her işin üst se viyesi" anlamı da vardır ve hadîste, düzgün bir tercüme için bu anlam tercih edilmeliydi. 118
119
120
Hadîsin anlamını altüst eden bir tercüme örneği ise Turan Dursun'a aittir. O bir hadîsin tercümesini şu şekilde nakleder: Peygam berle birlikte Benu Mustalık Gazasına çıktık ve Arap tutsaklarından tutsaklar elde ettik. O sırada kadınlar iştahımızı çekti. Bekârlık güç gelmişti bize o günlerde. Ve a z i l yapmak istedik. İstiyorduk azil yapmayı ancak "Peygamber aramızdayken ona sormadan nasıl azil yapacağız?" dedik ve gidip Peygamber'e sorduk. Peygamber de "azl yapmamakta sizin için bir sakınca yoktur" (yapabilirsiniz de, yapma yabilirsiniz de). Ama bilin ki, Kıyamet Gününe değin meydana gele cek bir yavru, ne olursa olsun meydana g e l i r . Bu metinde geçen "yapmamakta sizin için bir sakınca yoktur" cümlesinin aslı, "mâ aleyküm cllâ tefalû "dur. Bunun Türkçe anlamı, "Yapmamakta sizin için bir sakınca yoktur" değil; tam tersine "Yapmamanız için bir ge rek yoktur, yapabilirsiniz" demektir. Yani hadîste, yazarın söylediği nin tersi söylenmektedir. Yapmamanızda bir salanca yoktur değil, yapmanızda bir sakınca yoktur... . 121
122
123
Bütün bu örneklerde görüldüğü gibi, son zamanlarda fevkalade yaygınlaşmış bulunan, gerek hadîs kaynaklarının tercümelerinde ve gerekse alıntı için yapılan hadîs tercümelerinde ciddi hatalar yapıla bilmektedir. Bu durum, tercümeyle ilgili endişeleri artırmaktadır. Nasıl olsa "müşterisi var" diye acele ile ve sadece dilbilgisine dayalı tercümeler -ki bazılarında buna dahi dikkat edilmemiştir-, dini ya yınlardaki Türkçe zaafinı da artırarak, doğru bilgilendirme, dil zev118
e r - R â z î , M u h a m m e d b . E b î B e k r b . A b d i ' l - K a d i r e r - R â z î , Muhtiru's-Sıhâh, b e t ü L ü b n a n , L ü b n a n 1 9 9 2 , s. 1 3 3 .
119
M o l l a m e h m e t o ğ l u , O s m a n Z e k i , Sünen-i n , İstanbul t s z . , I V , 3 7 6 .
Tilmizi
Tercümesi,
Mekte-
Y u n u s E m r e yayınla-
120
B k z . İ b r a h i m M u s t a f a ve diğerleri, a.g.e., s. 4 5 5 .
121
Azil, cinsel ilişki sırasında e r k e ğ i n menisini dışarı b o ş a l t m a s ı d e m e k t i r ( E r d o ğ a n , M e h m e t , Fıkıh vc Hukuk Terimleri Sözlüğü, R a ğ b e t Y a y ı n l a n , İ s t a n b u l 1 9 9 8 , s. 29).
122
H a d î s için b k z . B u h â r i , I t k , 13 ( I I I , 1 2 2 ) ; M ü s l i m , N i k â h , 1 2 7 ( I I , 1 0 6 2 ) ; E b û D a v u d , N i k â h , 4 9 ( I , 6 5 8 ) ; T e r c ü m e için b k z . D u r s u n , T u r a n , T a b u C a n Çekişiyor Din Bu 1, K a y n a k Yayınlan, t s z , l O . b . , s. 3 4 .
123
A t e ş , S ü l e y m a n , G e r ç e k Din Bu J , Yeni U f u k l a r N e ş r i y a t , İ s t a n b u l t s z . , s. 1 2 .
kini artırma ve etkileme oranlarını büyük ölçüde düşürmektedir. Oy sa âyet ve hadîs tercümelerinde, başta doğru olmak şartıyla mümkün olan en güzel ve güncel Türkçeyi kullanmaya çalışmak, her şeyden önce bu metinlere, sonra da okuyuculara saygılı davranmanın gere ğidir^. Tercümelerde Referans Problemi İktibas edilen hadîsin hangi kaynağın hangi cildinin hangi sayfa sında geçtiğini belirtmek diye anlaşılabilecek referans, tahkik edil mek istenilen bir hadîsin asıl metnine ulaşma konusunda yardımcı hususlardan biridir. Bu metoda, istenildiği takdirde orijinal metne ulaşma ve dolayısıyla hadîsi buna göre anlama imkânı elde edilebilir. Bütünlük açısından önemli bir teknik sayılan bu durum; ana kayna ğa noksan ya da hiç atıfta bulunmayan tercümelerle ortadan kaldırıl maktadır. Bu çeşit problemlere, daha çok belli bir konuyla ilgili her hangi bir hadîsi referans gösteren eserlerde rastianılmaktadır. Ne ya zık ki bunların büyük çoğunluğu da halk için yazılan kitaplardır. Hatta bunlardan bazılarında, hadîsin güvenilirliğini ihsas amacıyla olsa gerek, ifadenin Arapça metni de verilmektedir. Böylece, bir ter cümenin üstüne veya altına Arapça bir metin konularak, ya da hadîs kaydı eklenerek onun hadîs olduğu yönünde otomatik bir önyargı oluşturulmak istenmektedir. Bu tür eserlerdeki referans problemlerini birkaç maddede topla mak mümkündür: 1. Bu eserlerden bazılarında, hadîsin Arapçası ve Türkçesi, veya sadece Türkçesi verilmekte, hiç kaynak gösterilmemekte ve okuyu cuya bilginin kaynağına inme ve bilgiyi tahkik etme firsata verilme mektedir. Ayrıca zikredilen hadîslerin sıhhatinden de bahsedilmemektedir . 125
2. Bazı tercümelerde ise, aslında hadîs kaynağı olmayan eserlere atıfta bulunulmaktadır. "Herhangi bir eseri referans göstermek hiç 124
Ç a k a n , Hadîs Nasıl Okunur
125
M e s e l â B k z . Ö z m a n s u r , M . Avni ( A v n u l l a h ) , Kur'ân'daki Asd İslam Bu, S a r a y M a t baası, İkinci K i t a p , A n k a r a 2 0 0 2 , s. 3 9 , 4 0 , 2 8 9 , D ö r d ü n c ü K i t a p , s. 2 3 1 , 2 3 2 , 2 3 4 ; Arvasî, Esseyyid M e h m e d Şefik, Peygamber Efendimizden Hutbeler ve Sohbetler, E r k a m Yayınlan, 2 . b . , s. 4 0 ; Ö z d e n , E r d a l , " İ s l â m m İ l m e O k u m a y a V e r d i ğ i Ö n e m " , Din Öğretimi Dergisi, Sayı: 2 1 , K a s ı m , 1 9 8 9 , s. 8 1 - 8 2 ; T u r a n , M u s t a f a , " İ s t a n b u l ' u n F e t h i n i n 5 3 6 . Y ı l d ö n ü m ü n d e F e t i h Olayı ve F a t i h " , D i n Ö ğ r e t i m i Dergisi, Sayı: 2 8 , M a y ı s - H a z i r a n 1 9 9 1 , s. 5 2 ; K a t i b o ğ l u , B e d r i , " İ n s a n , i l i m ve D i n " Din Öğretimi Dergisi, Sayı: 2 5 , Aralık 1 9 9 0 , s. 6 3 .
Okutulur,
s. 4 3 .
göstermemekten iyidir" mantığıyla yapılan bu uygulama, okuyucu yu yanıltmaya yönelik hususlardan biri olarak kabul edilebilir. Hadîs kaynağı olarak gösterilen bu eserler arasında, Keşfu'l-Hafa , Haya nı 's-Sahâbe ve İslâm Peygamberi gibi eserler de bulunmakta dır ki bunlar hadîs kaynağı değildirler. Burada özellikle Keştü'l-Hafâ üzerinde durmak gerekir. Zira bu eser, bazen bilimsel yazılarda da iktibas edilen bir hadîs için kaynak olarak gösterilebilmektedir. 126
127
128
Keşfü '1-Hafa, müştehir hadîslerin toplandığı ve değerlendirildiği bir eserdir. Müştehir hadîs; sahîhlik ve zayıflık derecesi ne olursa ol sun, halk arasında hadîs diye yayılmış haberlere denilmektedir . Dolayısıyla bu eserde zikredilen her haber, hadîs değildir. İçerisinde sahîh, hasen, zayıf hadîsler olabildiği gibi, mevzu (uydurma) haber ler de vardır. Eser, bu haberlerin her birini sıhhat açısından değer lendirip, kimine sahîh, kimine zayıf, kimine uydurma hükmü ver mektedir. Binaenaleyh, sırf bu eserde var diye herhangi bir haberi hadîs olarak kabul etmek ve hakkındaki değerlendirmeleri dikkate al mamak, bazen bilimsel bir teorinin uydurma bir haber üzerine bina ettirilmesi gibi yanlış sonuçlarla neticelenebilir. 129
3. Yine bazı tercümelerde, temel hadîs kaynakları yerine, daha ta li derecedeki kaynaklara atıfta bulunulmaktadır. Bu durum, daha zi yâde seçme hadîs eserlerinde görülmektedir. Eğer istenirse, bu eser lerden harekede ana kaynaklara ulaşma ve sıhhat durumlarını değer lendirme imkânı elde edilebilir. Feyzu'l-Kadir , 1001 Hadîs , Câmi'u's-Sağîr ve Râmuzu'l-Ehâdîs , atıfta bulunulan tali dere cedeki kaynaklardan bazılarıdır. 130
132
131
133
126
M e s e l â b k z . Arvasi, a . g . e . , s. 3 7 , 4 3 , 4 9 .
127
M e s e l â b k z . Yıldız, M u h a r r e m , " D i n Ö ğ r e t i m i A ç ı s ı n d a n Ahirete İ m a n ve Ö n e m i " , D i n Öğretimi Dergisi, sayı: 2 4 Eylül 1 9 9 0 , s. 1 1 1 .
128
M e s e l â b k z . H a y ı t , Halil, " H z . P e y g a m b e r ' i n İ l m e V e r d i ğ i Ö n e m ve İ m a m H a t i p
129
Aydınlı, a . g . e . , s. 1 1 7 .
130
M e s e l â b k z . Sarıcık, M u r a t , "Seyyidlerle İlgisi A ç ı s ı n d a n A h z â b Sûresi O t u z ü ç ü n c ü Ayeti ve T a r i h i Tesirleri", Atatürk Üniv. IF. Dergisi, Sayı: 1 1 , E r z u r u m 1 9 9 3 , s. 187, 192.
131
M e s e l â b k z . K a r l ı k , H a l i l , " İ s l a m d a İyilik K ö t ü l ü k v e İ n s a n " Din Öğretimi Sayı: 2 0 , Eylül 1 9 8 9 , s. 1 0 .
132
M e s e l â B k z . M e h m e d E s a d E f e n d i , Kenzü'l-İrtan baası, İ s t a n b u l t s z . , s. 3 3 6 .
133
M e s e l â b k z . K a r a , O s m a n , " S ü n n e t e G ö r e Z i y a r e t " , Din Öğretimi Aralık 1 9 9 0 , s. 9 0 , 9 1 , 9 2 , 9 3 , 9 4 , 9 5 , 9 6 .
Liseleri", Din Öğretimi
Dergisi,
Sayı: 3 7 , Aralık 1 9 9 2 , s. 1 2 - 1 3 .
Binbir Hadîs-i
Dergisi,
Şerif, S ü m e r M a t Dergisi, Sayı: 2 5 ,
4. Şüphesiz bunlardan daha iyi durumda olan ve temel kaynakla ra atıfta bulunan eserler de vardır. Ancak bu eserlerden bazıları, te mel hadîs kaynaklarını referans göstermekle beraber, bu referanslar, bir kitaptaki hadîsin tam yerini göstermek yerine, sadece onun han gi eserden alındığı konusunda bilgi veren noksan atıflar şeklindedir. Bu tür eserler, hadîsin kaynağını sadece, Buhâri, Müslim, Tirmizî şeklinde verdikleri gibi, biraz daha ayrıntılı olarak, "S.Müslim, 4 / 1 9 8 2 " 3 5 şeklinde de vermektedirler. 134
1
Bu tür yanlışlık ve eksikliler; ister çevirmenin konuya, kaynak ya da hedef dile vakıf olmamasından, isterse dizgi ve baskı aşamasında yapılan hatalardan kaynaklansın, okuyucunun ana kaynakla bütün leşme ve güvenilir parçalan elde etme hakkını elinden almaktadır. Bu durumda, sağlıklı bir bütün oluşturma ve söz konusu parçalan o bü tün içerisindeki yerine göre değerlendirme imkânı iyice azalmakta dır. Dolayısıyla, hadîs değerlendirmelerinde eğer tercüme esas alınacaksa, tercümenin bu zaaflan göz önüne alınmalı ve en azından problemli gibi görülen hadîsler mudaka ana kaynaktan tahkik edil melidir. b. Kaynakların Farklı Özelliklerinin Bilinmemesi ba. Eserlerin Tasnif Çeşidinin Bilinmemesi Hadîsin orijinal parçalarına ulaşmak ve bunlardan harekede bü tünlüğü oluşturabilmek için ana kaynakların kullanılması gerekmek le beraber; bu kaynaklann ait olduklan tasnif çeşidinin özelliklerini de göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Farklı amaçlar ve özel liklere sahip olan hadîs eserleri tanınmadığı sürece, onlardan iktibas edilen hadîslerin anlaşılmasında parçacı yaklaşım hakim olacaktır. Zi ra gerek rivayet esnasında, gerekse esere yazılma esnasında hadîs üzerinde bazı tasarruflar söz konusudur. Bu tasarruflar, tasnif çeşidi ne bağlı olarak farklı yoğunluklarda olabilmektedir. Ayrıca kullanılan bazı teknik tabirler, eserin ait olduğu tasnif çeşidine göre farklı an lamlar kazanabilmektedir. Örneğin, "sahîh değildir (lâ ycsihhu) ve "bu hadîs sabit değildir (lâ ycsbutu hazc'l-hadîs)" ifadeleri, içinde yer aldığı eserin özelliğine göre farklı anlamlar ifade etmektedirler. Bu ifadeler; zu'afa ve mevzû'at kitaplannda geçiyorsa, söz konusu hadîsin mevzu (uydurma) olduğunu; fakat ahkâm kitaplannda geçin
134
M e s e l â b k z . Ö z m a n s u r , a . g . e . , D ö r d ü n c ü K i t a p , s. 1 1 2 , 1 1 3 , 1 2 2 .
135
M e s e l â B k z . K a r a , O s m a n , a . g . m . , s. 9 0 .
yorsa, hadîsin sahîh olmadığını göstermektedirler. Bu durumde ha dîs, hasen ve zayıf da olabilmektedir . 136
Hadîs literatürünü oluşturan ilk tasnif çeşideri, genelde şu kısım lara ayrılmaktadır . 137
Konu Esasına Göre Yazdan Eserler Bu sistemde hadîsler, râvîlerine bakılmadan konularına göre tas nife tabi tutulurlar. Herhangi bir konu (anabölüm/fa'tâb) ana başlık yapılır, daha sonra bu anabölümü (kitâb) ilgilendiren alt başlıklar (bab başlığı/tcrccme) konulur ve her başlık altına müellifçe makbul sayılan hadîsler yerleştirilir. Anahadanyla bu şekilde ifade edilebile cek "a/e'i-ebvâb" eserler, kendi aralarında da üç kısma ayrılırlar. a. Musannefler: Tasnif babından ism-i mef ûl manasında "tasnif edilmiş" veya "sınıflandırılmış" demek olan musannef; ibâdet, mu amelât ve diğer çeşitli konulara ait hadîsleri ilgili oldukları bölümler de kitâbhr (anabölümler) ve bâbhr (alt başlıklar) halinde bir araya getiren eserlere verilen isimdir . 138
ikinci asrın ortalarına doğru ilk defa meydana gelen musannef eserlerden zamanımıza intikal edenler birkaç taneyi geçmez. Bunun la beraber, kaynaklar, kimlerin ilk defa hadîsleri tasnif ettiklerine da ir bilgileri ortaya koyan bol haberler saklamışlardır. Meselâ Hadîs Usûlüne dair ilk eserin müellifi kabul edilen er-Râmehurmuzî ( Ö . 3 6 0 / 9 7 1 ) , el-Muhaddisu'l-Fâsıl adlı eserinde; 1 5 0 / 7 6 7 tarihin de ölen İbn Cüreyc'den başlayarak, 2 1 1 / 8 2 6 tarihinde vefat eden Abdurrezzâk İbn Hemmâm'a kadar musannef eser telif eden onbeş kişinin ismini saymaktadır . 139
Bununla beraber, bugün musannef denilince aklımıza gelen ilk eserler; Abdurrezzâk İbn Hemmâm es-San'ânî ( ö . 2 1 1 / 8 2 6 ) ' n i n ve İbn Ebî Şeybe'nin ( ö . 2 3 5 / 8 4 9 ) Musanne/'leridir. İmâm Mâlik ( ö . l 7 9 / 7 9 5 ) ' i n Muvatta'ı ise bir açıdan musannef, bir başka açıdan "muvatta" türü eserdir. Muvatta aslında, "Bir bölge alimlerinin itti136
B k z . e t - T e h â n e v î , Zafer A h m e d , Kavâidu S Ulûmi'l-Hadîs, Thk. Abdulfettâh E b û G u d d e , İ d â r e t u ' l - K u r ' â n v e ' l - U l û m u ' l - İ s l â m i y y e , Pakistan T s z . , I , 1 7 2 - 1 7 3 .
137
B k z . E b û Z e h v , M u h a m m e d , el-Hadîs sır t s z . , ss. 3 6 3 - 3 6 7 .
138
B k z . K o ç y i ğ i t , Hadîs Istılahları, Edebiyatı, s.195.
139
e r - R â m e h u r m u z î , e l - H u s e y n b . A b d i r r a h m a n , el-Muhaddisu'I-Fâsıl Beyne'r-Râvî ve'l-Vâ'î, T h k . M u h a m m e d A c c â c e l - H a t î b , D â r u ' l - F i k r , 1 9 8 4 , 3 . b . , s s . 6 1 1 - 6 1 3 .
ve'l-Muhaddisûn,
s . 3 0 6 ; Aydınlı, a.g.e,
Dâru'l-Fikri'l-Arabî, Mı s . 1 1 4 ; U ğ u r , Hadîs
ilimleri
fakla kabul ettikleri hadîsleri veya benimsedikleri ortak görüşleri top layarak hazırlanan kitap" demektir. Ancak bu adlandırma, İmâm Mâlik'in kitabına alem o l m u ş t u r . Buna göre eser, İmâm Mâlik'in ve dolayısıyla Mâlikî mezhebinin kabul ettikleri hadîsleri veya görüş leri ihtiva ettiği i ç i n "Muvatta" adım almış, kitâb-bâb sistemine göre yazıldığı için musannef olarak değerlendirilmiştir. 140
141
b. Câmi'ler Konularına göre tasnif edilmiş hadîs eserlerinin ikinci büyük gru bunu, Câmi'ler oluşturmaktadır. Bu eserler, H z . Peygamber'in de ğişik konulardaki hadîslerini içinde toplarlar. Başka bir ifadeyle, bu eserler, bütün dinî konularla ilgili hadîsleri toplayan en kapsamlı eserlerdir . Buhâri ve Müslim'in Sahihleri ile Tirmizî'nin Süncrfi bu tür eserlerdendir. 142
c. Sünenler Fıkıh bablanna göre tasnif edilmiş ve ahkâm hadîslerini ihtiva eden bu eserlerin muhtevalannı kısaca; ibâdât, muamelât ve ukûbât bölümleri oluşturmaktadır . 143
Sünen denilince genellikle; ed-Dârimî ( Ö . 2 5 5 / 8 6 8 ) , İbn Mâce ( Ö . 2 7 3 / 8 8 6 ) , Ebû Dâvud ( Ö . 2 7 5 / 8 8 8 ) , Tirmizî ( Ö . 2 7 9 / 8 9 2 ) (ay nı zamanda CâmPdir), en-Nesâî ( ö . 3 0 3 / 9 1 5 ) (asıl adı el-Müctefcâ'dır) ve ed-Dârekutnî ( ö . 3 8 5 / 9 9 5 ) ' n i n Sünen'leri akla gelmekte dir. Sünenler ile musannefler arasında şöyle bir farkın olduğu ifade edilir: Musannefler, Sünenlerdeki merfu' hadîslere ilâveten mevkuf ve maktu' hadîsleri de ihtiva ederler . 144
Râvî Esasına Göre Yazılan Eserler Bu eserler konulan değil, râvîleri esas alarak tasnif edilmişlerdir. Buna göre, her bir râvînin rivayet ettiği hadîs/hadîsler onun ismi al tında sıralanmıştır. Ancak bu sistemde râvîler, ya hadîsi ilk rivayet edenler veya son rivayet edenlerdir. Genelde, sahabî râvîler esas alı narak yazılan eserlere "müsned"; musannifin hocalan durumundaki 140
Aydınlı, a . g . e , s. 1 2 2 .
141 142
B k z . Ebû Z e h v , a . g . e , s. 2 4 5 v d . B k z . U ğ u r , Hadis İlimleri Edebiyatı, s . 4 3 ; K o ç y i ğ i t , Hadîs Istılahları, Hadîs Edebiyatı, s. 4 5 ; Aydınlı, a.g.e., s. 4 2 .
143
B k z . Sıddîkî, Hadîs Edebiyatı
Tarihi, s. 5 4 , 6 1 , 7 2 .
144
B k z . Ç a k a n , Hadîs Edebiyatı,
s. 4 5 .
s. 6 6 ; Ç a k a n ,
son râvîler esas alınarak yazılan eserlere de " m u ' c e m " denilmekte d i r . Birden çok müsned eser arasında, Ebû Dâvud et-Tayalîsî (Ö.204/819) ve Ahmed b. Hanbel ( ö . 2 4 1 / 8 5 5 ) ' i n Müsnedleri en fazla meşhur olanlardır . Mu'cem tarzı eserlerin en meşhuru ise, et-Taberânî ( ö . 3 6 0 / 9 7 1 ) ' n i n mu'cemleridir. Bunlar, el-Mu'cemu'lKebîr, el-Mu'cemu'l-Evsat ve el-Mu cemu s-Sağîr dir. Kısaca hepsi ne birden "Mcâcimu 't-Tabcrânî" denilir . 145
146
,
,
,
147
Ale'r-Ricâl eserler arasında aslında " A t r a f kitapları da vardır. Ancak bunlar, hadîs metinlerini bütün olarak vermeyi amaçlayan eserler değil, diğer kaynaklardaki hadîsleri bulmak için hazırlanmış bir çeşit fihrist çalışmalarıdır. Bu yüzden bunlan temel hadîs kayna ğı olarak zikretmedik. baa. Bütünlük Açısından, Cami, Sünen ve Musannefler Bu eserlerdeki herhangi bir hadîsi doğru anlamak ve kullanmak için şu hususların bilinmesi gerekir: a. Camiler, sünenler ve musanneflerdaki hadîsler, konular esas alınarak yazılmışlardır. Ancak bir hadîs, bazen birden fazla konudan bahseder. Bazen müellif, hangi konu başlığını atmışsa, hadîsin o baş lıkla ilgili kısmını verir, diğer kısımlarını ise yeri geldikçe ilgili bablarda zikreder. Bunu, o bölümle ilgili bilgileri dağıtmamak ve kita bın hacmini kabartmamak için yapar. Sebep ne olursa olsun, sonuç ta söz konusu hadîs metni, parçalara ayrılmış olur. Çoğu zaman zorunlu olarak yapılan bu uygulamalar, günümüz de yazılan eserlerde de çokça görülmektedir. Araştırılan konuyla il gili hadîs tespit edilir, eğer uzunsa veya bir kısmı konuyla doğrudan ilgili değilse, ilgili cümle veya cümleler alınıp değerlendirilir, genel de metnin bölündüğüne işaret etmek için alıntının önüne veya so nuna (...) işareti konulur. Geçmişte veya günümüzde çoğunlukla ko nu dağıtmamak ve eserin hacmini kabartmamak için baş vurulan bu uygulama, müellif açısından normal karşılanmalıdır. Ancak yanlış olan, okuyucuya hadîsin bütün metninin bu şekilde olduğunu îmâ etmektir. Okuyucu, en azından söz konusu hadîsin, bütün hadîs de ğil parça hadîs olduğunu bilme hakkına sahip olmalıdır. 145
Sıddîkî, a . g . e . , s. 3 7 .
146
H â ş i m , Kavâidu
147
G e n i ş bilgi için b k z . U ğ u r , Hadis İbmleri Edebiyatı, Ç a k a n , Hadîs Edebiyatı, s s . 2 5 - 4 3 .
Usûli'l-Hadîs,
s.242-243. s. 1 3 - 1 4 ; Aydınlı, a . g . e . , s. 1 0 4 ;
Hadîste bütünlük oluşturma çabasında; takti', ihtisâr/iktisâr, manayla rivayet diye ifade edilen bu durumun, özellikle ale'l-ebvâb eserlerde çokça var olma ihtimali gözden kaçırılmamalıdır. Bu yüz den olsa gerek, ilk dönemlerde bazı hadîsçiler, hadîslerde yapılan bu çeşit tasarruflara karşı çıkmışlar , diğer bazıları da bilimsel ciddiye te riayet edilmek şartıyla kabul etmişlerdir . 148
149
Bu tür tasarrufların kullanım yoğunluğu, müelliften müellife de ğişmektedir. Meselâ bir araştırmacı için, eğer bir hadîsin lafzî rivaye ti önemliyse, çoğunluğun bilgisinin aksine müracaat edilmesi gere ken eser, Buhârî'nin Sahîh'i değil, Müslim'in Sahîh'i olmalıdır. Çün kü Müslim, hadîs metninin lafzî bütünlüğüne Buhârî'den daha çok önem vermiştir. Hatta o, eserine başladıktan sonra, kendine ait hiç bir söze yer vermeme adına bab başlıkları dahi koymamış, bugün onun eserinde gördüğümüz bab başlıklarının son şekli, şârihi en-Nevevî ( Ö . 6 7 6 / 1 2 7 7 ) tarafından konulmuştur. Öyleyse, aynı hadîs, Buhârî'de farklı, Müslim'de farklı lafızlarla geçiyorsa, ve araştırmacı için de lafız önemliyse, tercih edilmesi gereken rivayet Müslim'in ha dîsi olmalıdır. Bununla beraber, ale'l-ebvâb eserler, bir konudaki birçok hadîsi bir arada bulundurdukları için, hadîsin konu bütünlüğü içerisinde değerlendirilmesine önemli ölçüde katkıda bulunmaktadırlar. Topluca ale'l-evbab tarzı eserlerin bu özellikleri ve her bir eserin bu açıdan gösterdiği farklılıklar göz önünde bulundurulduğu takdir de, hadîsin bütünlük içerisinde değerlendirilmesi önündeki engeller den biri ortadan kalkacaktır. b. Konu esasına göre yazılmış eserlerde, hadîsin bütünlük içeri sinde değerlendirilmesi için, hadîsin kullanım bağlamı da önemlidir. Bu tür eserler, genellikle hadîsleri ya birer dini hüküm ya da kendi sinden dini hüküm çıkartılan delil olarak kullanmaktadırlar. Bunu kullandıkları bab başlıklarıyla ortaya koymaktadırlar. Dolayısıyla, ha dîsi kullanım bağlamı bütünlüğünde değerlendirebilmek için; mu sannifin eserinde zikrettiği hadîsi hangi gaye ile kullandığı , neden bu bab başlığım tercih ettiği ve neden konuyla ilgili başka sahîh ha150
148
B k z . e l - B a ğ d â d î , el-Kitâye,
149
B k z . Şâkir, A h m e d M u h a m m e d , el-Bâisu'l-Hasis r u ' l - K ü l ü b i ' l - î l m i y y c , B e y r u t t s z . , s. 1 4 4 .
s. 2 2 7 .
İSO
B k z . G ö r m e z , S ü n n e t ve Hadisin Anlaşılması runu, s. 3 0 9 - 3 1 0 .
Şerhu îhtisiri
Ulûmi'l-Hadîs,
ve Yorumlanmasında
Metodoloji
DâSo
dîsler varken bunları tahric ettiğinin bilinmesi önemlidir. Bunlar bi linmediği takdirde hadîsin değerlendirmelerinde yanlışlıklar yapmak mukadderdir. Kullanım bağlamının ihmali sonucu yapılan yanlışlık lar, aşağıdaki örneklerde daha açık bir şekilde görülmektedir. James Robson, Hâkim en-Neysabûri'nin ( Ö . 4 0 4 / 1 0 1 4 ) cl-Medhaf ini, İngilizceye çevirmiş ve tenkidli basımım yapmıştır. Bu eserin 2 9 . sayfasındaki haber (baş tarafındaki yanlışlıklar düzeltildikten son ra) şöyle özetlenebilir: Halîfe Mehdi, vezirine; "Mukâtü'in kendisi ne istediği takdirde "kıyas" hakkında hadîs uydurabileceğini" söyle diğini, kendisinin de "bunlara ihtiyacım yok" dediğini anlatmıştır. Robson'un verdiği İngilizce tercüme, "if you wish, I will forge for you traditions on qiyâs" şeklindedir . Bu metni doğru kabul eden bir araştırmacı, İslâm hukuk tarihinde "kıyas" hakkında uydurulmuş hadîslerin mevcudiyetini düşünebilir. Ne var ki, matbu metin yanıl tıcıdır. Burada hadîsin kullanım bağlamı ihmal edilerek büyük bir yanlış yapılmıştır. Hâkim, haberi, "Hükümdarlar için hadîs uyduran lar" bölümünde zikretmektedir. Rivayetin temel kelimesi Rob son'un okuduğu şekilde "kıyas" değil, "Abbas"ür. Yani bahis konu su olan isim, Abbâsîlerin atası H z . Abbâs'ür. Robson "kıyas" diye anladığı habere, "Hükümdarlar için hadîs uyduranlar" bölümünde kıyasın ne işi var? diye kuşkuyla bakmış ve bazı eserlerden bu bilgiyi tahkik etmiş olsaydı, meselâ İbn Hacer'in Tehzîbu't-Tehzib'ine bakmış olsaydı, bu mazur görülemeyecek hataya düşmekten kurtul muş olabilirdi . 151
152
153
Kullanım bağlamının ikinci siklonda, müellifin belirli bir bab baş lığını koyma ve birçok sahîh hadîs içerisinden söz konusu bab başlı ğına uygun sahîh hadîsleri seçme gerekçesinin bilinmesi yer almak tadır. Hadîsin bütünlük içerisinde anlaşılabilmesi için bu hususun bi linmesi de son derece önemlidir. Meselâ Buhârî, eserine "Kitâbu'lİman " diye bir bölüm koymuştur. Bunda o dönemdeki kelâm tartış malarının etkili olduğu muhakkaktır. Çünkü o dönemlerde tartışılan konular arasında, "iman amelden cüz müdür, değil midir?", "artareksilir mi?" gibi hususlar bulunmaktaydı . Bu tartışmalı ortamda Buhârî, kendi bilgi birikimine göre vardığı sonuçlan bab başlığı (ter154
151
H a t i b o ğ l u , " B a t ı d a k i H a d î s Çalışmaları Ü z e r i n e " , s. 1 1 1 - 1 1 2 .
152
B k z . İ b n H a c c r el-Askalânî, Tehzîbu't-Tehzîb,
153 154
B k z . H a t i b o ğ l u , a . g . m . , s. 1 1 2 . G e n i ş bilgi için b k z . K u t l u , S ö n m e z , Türklerin İslamlaşma sirleri, T D V Y a y ı n l a n , A n k a r a 2 0 0 0 , ss. 4 1 - 1 4 1 .
D i n i Sâdır, Beyrut t s z . , X , 2 8 3 . Sürecinde
Mürcie vc Te
ceme) yapmakta ve alanda, bu bab başlığına uygun olan sahîh hadîs leri sıralamaktadır . Bab başlıklar; "bâbu men kale inne'l-îmâne hüve'l-amel (iman amelden ibarettir diyen kimse b a b ı ) . . . " ; "bâbu ziyâdeti'l-îmâni ve noksânihi (imanın arüp eksilmesi b a b ı ) . . . " şek linde devam etmektedir. Buhâri'nin bu bab başlıklarını (tercemelerini) kullanmasında, şüphesiz dönemin ilmî tartışmalarının etkisi ol muştur. Zira yazılıp çizilen konuların belirlenmesinde, dolaylı da ol sa yaşanılan çağın etkilerinin olduğu tecrübe edilmektedir. İnsanın medeni bir varlık olduğu ve bir şekilde içinde yaşadığı toplumdan et kilendiği kabul edilirse, Buhâri'nin güncel konularla ilgili bab başlık ları kullanması da yadırganamaz. Hatta onun Ebû Hanîfe'yi mürcie olarak suçlamasında, Ebû Hanîfe'nin imanı amelden ayırmasının et kili olduğu görüşünde olanlar da vardır . 155
156
157
158
Bütün bunlar, alimlerin kendi dönemlerinde bilimsel endişelerle bir takım tartışmalar yapaklarını ve eser tasnif ederken, bazen bu tarüşmalann etkisinde kaldıklarını gösterir küçük örneklerdir. Bu tavır da yadırganacak bir durum olmamakla beraber, hadîsi bütünlük içe risinde değerlendirecek birisi; Buhâri'nin seçtiği sahîh hadîslerin, ön ceden planladığı kitap formaüna uygun olanlar olduğunu bilmelidir. Bu formata uymayan sahîh hadîsler de bulunmaktadır ve diğer hadîsçiler, bunları eserlerinde tahrîc etmişlerdir . Öyleyse, sadece Buhârî'deki belirli bir konudaki hadîsler, Rasûlullah'ın o konuyla ilgili bütün sözlerini ihata etmediği gibi, burada bulunmayan hadîsler de uydurma değildir. Nitekim Buhara cedidcilerinden Abdurrauf Fıtrat gibi konuya yabancı olanlar bir tarafa bırakılırsa , hiç kimse bütün sahîh hadîslerin sadece Buhâri'nin SaMı'inde olduğunu iddia etme159
160
155
K i t a b vc b a b başlıklarının o l u ş m a s ı n d a d ö n e m i n tartışmalarının etkisini, Y ö r ü k a n ş u ifadeleriyle dile g e t i r m e k t e d i r : " . . . G e r e k tarih sırasına ve g e r e k s e itikatlarının d e r e cesine g ö r e m e z h e p l e r i yazanlar, eserlerini C e h m i y e ile bitirirler. Z i r a b u n l a r , b i d a t leri en k a b a olanlardır. B u h â r i d e böyledir. S a h î h ' i n e , K i t â b u ' l - î m â n ile, yani M ü r cieyi r e d ile başlamış ve K i t â b u ' t - T e v h î d ile, yani C e h m i y e ve zındıkları r e d ile bitir miştir" ( Y ö r ü k â n , Y u s u f Z i y a , Ebu'lFeth Şehristânl "Mile! ve Nihal" Üzerine Kar şılaştırmalı Bir İnceleme ve Mezheplerin Tedkikinde Usûl, Y a y m a H a z ı r l a y a n : M u rat M e m i ş , K ü l t ü r B a k a n l ı ğ ı Yayınlan, A n k a r a 2 0 0 2 , s. 9 8 .
156
Buhâri, îman, 18 ( I , 1 2 )
157
Buhâri, îmân, 3 2 ( I , 1 6 ) .
158
B k z . M e r t t ü r k m e n , a.g.e., s. 4 2 - 4 5 ; A y n c a b k z . S o f t ı o ğ l u , C e m a l , " M u h a m m e d S â dık N c c m î ' n i n B u h â r î ' y e Yönelttiği Bazı T e n k i d l e r i " , DEÜİF Dergisi, Sayı: V I , İ z mir 1 9 8 9 , s. 8 9 - 9 4 .
159
M e s e l â e l - H â k i m c n - N e y s â b û r î ( ö . 3 7 8 / 9 8 8 ) , o n l a n n ş a r t l a n n a u y d u ğ u halde eser lerine a l m a d ı k l a n hadîsleri, el-Müstedrek adlı eserinde tahric etmiştir.
160
B k z . E r ş a h i n , Seyfettin, " B u h a r a ' d a C e d i d c i l i k - E ğ i t i m Islahatı T a r ö ş m a l a n ve A b d u r r a u f F ı t r a t " , Dini Araştırmalar, C i l t : l , Sayı: 3 , O c a k 1 9 9 9 , s s . 2 1 3 - 2 5 5 .
161
mistir . Buhârî'nin, eserini üç yüz bin sahîh hadîsten seçip hazırla dığına dair meşhur h a b e r , bu eserin dışında sahîh hadîslerin var olduğunun bizzat Buhârî tararından da ifade edildiğini göstermekte dir. Ancak Buhâri bu hadîslerin hepsini kitabının formatına uygun olmadığı için eserine almamıştır. Zira o, konulan (bab başlıklarını) önceden tesbit etmiştir. Bu tespitte, onun içinde bulunduğu orta mın ve gündemdeki tartışmalann etkili olduğuna yukanda değinil mişti. Onun için, "ûkhu'l-Buhârî İl terâcimihi (Buhârî'nin fikhı (çe şidi konular hakkındaki görüşleri) onun bab başlıklarındadır)" sözü meşhur olmuştur . 162
163
Hadîsin kullanım bağlamında önemli bir gösterge olan tercemelerle (bab başlıklan) ile ilgili bu durum, diğer ale'l-ebvâb eserler için de geçerlidir. Dolayısıyla hadîsin bütünlüğünü sağlamak için, bu eserlerin mezkûr özelliklerinin göz önünde bulundurulması gerek mektedir. c. Bu tür eserlerde bol miktarda tekrar hadîsler bulunmaktadır. Bir eserdeki tekrar hadîslerin, söz konusu eser içerisindeki bütünlü ğünü sağlamak için, aynı konuyla ilgili olan ama farklı yerlerde ge çen rivâyederin bütünleştirilmesi, bütünlüğü sağlayan ana unsurlar dan birisi olarak görülmelidir. Bunun ihmali, bazen müellifin bazen de hadîsin haksız yere eleştirilmesi sonucunu doğurabilir. Meselâ Ahmed Emin, Buhârî'nin 5aMn'indeki, "Yüz yıl sonra yer yüzünde nefes alan hiçbir canlı k a l m a z " hadîsini tarihi gerçeklere uymadığı için tenkit etmiştir . Halbuki Sahîh'm başka bir yerinde başka bir varyantla ve bu hadîsi şerheden bir rivayet , söz konusu müşkili çözmektedir. Hadîs şöyledir: "Yüz yıl sonra bugün nefes alanlardan (hayatta olanlardan) hiç kimse k a l m a z " . Ahmed Emin acelecilikle, hadîsin Buhârî tarafından kısaltılarak verilen şeklini gör müş ve tenkide yönelmiştir . Aynı hadîsle ilgili olarak, rivayet bü164
165
166
167
168
161
Bkz. et-Tehânevî, a . g . e , I, 4 0 - 4 3 .
162
e l - H â z i m î , E b û B e k r M u h a m m e d b . M û s a , Şurûtu'l-Eimmeti'I-Hamsc, h a m m e d Z a h i d el-Kevserî, M e k t e b e t ü ' l - K u d s î , Kahire 1 3 5 7 h . , s. 5 7 .
163
B u k o n u d a E b u ' l - A b b â s A h m e d b. M u h a m m e d b. M a n s u r İbnu'l-Münzir el-İskenderi'nin ( Ö . 6 8 3 / 1 2 8 4 ) , bir nüshası Beyazıt k ü t ü p h a n e s i n d e b u l u n a n "Kitâbu'l-Mütevâria/a" Terâcimi'I-Buhârî" a d ı n d a y a z m a bir eseri m e v c u t t u r ( Ç a k a n , Hadis Ede biyatı, s. 5 5 ) .
164
Buhârî, İlim, 4 1 ( I , 3 7 ) , Mevâkıt, 2 0 ( I , 1 4 1 ) .
165
A h m e d E m i n , Fecrü'l-lslâm,
166
H e k î m , M u h a m m e d T a b i r , Sürmetirı Etrafındaki nar Y a y ı n l a n , İstanbul 1 9 8 5 , s. 1 6 2 .
167
Buhârî, Mevâkıt, 4 0 ( I , 1 3 9 ) .
168
P o l a t , S e l a h a t t i n , Hadis Araştırmaları,
Tik. M u
Dâru'l-Kitâbi'l-Arabî, Beyrut 1 9 6 9 , 10.b., s . 1 0 3 - 1 0 4 . Şüpheler,
Ç e v . H ü s e y i n A s l a n , Pı
İ n s a n Yayınlan, T s z . , s. 1 0 3 - 1 0 4 .
tünlüğünü kaçıranlardan birisi de İbn Kuteybe'dir ( Ö . 2 7 6 / 8 8 9 ) . Bununla beraber hadîsi, ya da Buhârî'yi eleştirmemiş, râvîlerden kay naklanması muhtemel yanlışlıklan göz önünde bulundurarak, hadîsi şöyle yorumlamıştır: Şüphesiz bu hadîste, râvîler ya bir kelime dü şürmüş, ya unutmuş, ya da Rasûlullah kısık bir sesle söylediği için o kelimeyi duyamamışlardır. Bizim kanaatimize göre, hatta hiç şüphe yok ki, H z . Peygamber şöyle buyurmuştur: " O gün yer yüzünde "sizden" nefes alan hiçbir canlı kalmayacaktır". Bu surede H z . Pey gamber o mecliste bulunanlan veya sahabîleri kasdetmiştir. Râvîler ise, "sizden" kelimesini düşürmüşlerdir . Aslında İbn Kuteybe'nin yorumlan, hadîsin doğru anlaşılmasını sağlamakla beraber, bu yo rumlara gerek kalmadan da bütüncül bir bakışla hadîsin aslı buluna bilirdi . En azından daha sonraki dönemlerde söz konusu hadîsi eleştirenler, meselâ Tirmizî'nin Sünen'ine bakılabilselerdi, daha ilk yıllardan itibaren insanlardan bu hadîsi yanlış anlayanlann olduğunu ve İbn Abbâs(ö.68/687)'ın söz konusu yanlışı düzelttiğini görürler di. İbn Abbâs, hadîs hakkındaki yanlış değerlendirmeleri duyunca; Rasûlullah'ın söylediği; "Şu anda yeryüzünde bulunan hiçbir kimse kalmaz" şeklinde açıklama yapmıştır . Nitekim bu hadîsle ilgili yo rumlarda bulunan et-Tahâvî ( Ö . 3 2 1 / 9 3 3 ) de, bazılan tarafından müşkil gibi algılanan bu hadîsin aslında müşkil olmadığım rivayet farklılıklannı bütünleştirmek suretiyle ifade etmiştir . 169
170
171
172
bab. Bütünlük Açısından Müsncd ve Mu'ccmler Müsned ve mu'cem türü eserler, râvîler esas alınarak oluşturul duktan için râvîler (ister sahâbî râvî, isterse müellifin hocası olan râvî olsun) neyi rivayet etmişlerse, onu nakletmeye çakşırlar . Konu esasına göre yazılmayan bu eserlerde, konu bütünlüğünü sağlama endişesinden kaynaklanabilen metnin bir kısmını verme, özetieme gibi metnin iç bütünlüğünü bozabilecek rivayet tasarruftan daha az görülmektedir. Ancak, müellife gelinceye kadar hadîsi rivayet eden râvîlerin bu tür tasarruflarda bulunmuş olabileceği ihtimali de g ö z önünde bulundurulmalıdır. Durum bu olunca, bu tür eserlerin, metnin iç bütünlüğünü sağlama açısından daha avantajlı olduğu ka173
169
İ b n K u t e y b e , e d - D î n c v e r î , Kitâbu bi, Kahire t s z . , s. 6 6 .
Te'vili Muhtclifi'l-Hadis,
170
B k z . M ü s l i m , F e d â i l u S a h a b e , 2 1 7 ( I V , 1 9 6 5 ) ; A h m e d b . H a n b e l , Müsncd, III, 322.
171
Tirmizî, Fiten, 6 4 ( I V , 4 5 1 ) .
172
B k z . e t - T a h â v î , E b û C a ' f e r , Müşkilü'l-Âsâr,
173
B k z . A b d u ' l - M ü h d î , E b û M u h a m m e d , Turuku hire t s z . , s. 1 3 7 .
Mektebetü'l-MütenebI, 9 3 ,
D â r u Sâdır, Beyrut tsz., I, 1 6 1 - 1 6 2 . Tahrici Hadis,
Dâru'l-İ'tisâm, Ka
bul edilebilir. Bununla beraber bu tür eserlerdeki hadîsler, genelde kendilerini kuşatan bağlam ve bağlayıcılıkla ilgili rivâyederden kopanldıklan için, konu bütünlüğü açısından zayıf kalabilmektedirler. Yi ne de bu eserlerin, bir râvînin rivayet ettiği hadîsleri toplu halde sun maları, bütünlük açısından önemli bir husus olarak değerlendirilebilir. Ahmed b. Hanbel'in Müsned'i hakkındaki yorumlar, bu konuda bize ışık tutar mahiyettedir. Otuz binden fazla hadîs ihtiva e d e n Ahmed b. Hanbel'in Müsned'i, işlenmeyi bekleyen zengin bir ham madde deposu gibi görülmektedir . Zira bu eser; ilk hadîs kitap çıklarından bazılarını ihtiva etmektedir . Sıddıkî'ye göre, îbn Han bel'in bu büyük eseri telif gayesi; ne tümüyle sahîh hadîsleri topla mak, ne de özel bir konuyla ilgili hadîsleri bir araya toplamak ve ne de belli bir İslâm mezhebini destekleyen hadîslerden bir mecmua oluşturmaktır. Onun gayesi, sahîh olduğu kendisince ispat edilebile cek olan ve kendi devri için, münakaşalarda esas vazifesini görebile cek bütün hadîsleri bir araya getirmektir . Onun; " B u kitabı bir rehber olarak hazırladım, H z . Peygamber'in sünnetinde ihtilaf eden ler, ona müracaat ederler" sözü, ne için yazıldığını açıklar mahi yettedir. Hatta bazılarına göre bu eser, hadîslerin hıfzını kolaylaştır mak için yazılmıştır . Bu amaçlarla yazıldığı belirtilen Müsnecfde yer alan hadîslerin sıhhat durumu alimlerce aynca değerlendirilmiş tir. İçerisinde, sahîh, hasen ve zayıf hadîslerin yanında , mevzu ha berlerin olduğunu söyleyenler de bulunmaktadır . 1 7 4
175
176
177
178
179
180
181
Müsned ve mu'cem tarzı eserlerden hadîs iktibas eden bir kimse, sadece belli bir râvînin rivayet ettiği belli bir hadîsi, rivayet edildiği şekilde elde edebilir. Ancak konuyla ilgili olarak, başka hangi saha benin, hangi hadîsleri rivayet ettiğini, yine o konuda hangi tabiîlerin nasıl yorumlarda bulunduklarını ilk bakışta göremez. Aynca hadîsin sıhhatinden de emin olamaz. Çünkü bu eserler, sahîh hadîsleri bir araya toplamak amacıyla yazılmamışlardır. Öyleyse hadîsi bütünlük 174 A b d u ' l - M ü h d î , a.g.e.,
s.140.
175
Ö z a f ş a r , M e h m e t E m i n , " H a d î s i n N e l i ğ i S o r u n u ve A k a d e m i k Hadîsçilik", yat, I I I ( 2 0 0 0 ) , Sayı: 1 , s. 4 0 - 4 1
176
H e m m a m b . M ü n e b b i h ' m Sahifesi ( I I , 3 1 2 - 3 1 9 ) , A b d u l l a h b . A m r İ b n u ' l - A s ' ı n S a hife-i S â d ı i a ' s ı n ı n yarıya yakın b ö l ü m ü ( I I , 1 5 8 - 2 2 7 ) , S e m u r e b. C ü n d e b Sahife'sinin ç o ğ u hadîsleri ( V , 7 - 3 2 ) ve E b û S e l e m e ' n i n Sahife'si ( I V , 3 0 5 - 3 0 6 ) , Afû'snecfin b ü n y e s i n d e b u l u n a n sahifelerdendir ( Ç a k a n , Hadis Edebiyatı, s. 3 4 - 3 5 ) .
177
S ı d d ı k î , a.g.e.,
178
A b d u ' l - M ü h d î , a.g.e., s. 1 4 0 .
s. 8 5 ; Ç a k a n , H a d î s Edebiyatı,
179
Abdu'l-Mühdî, a.g.e., s.140.
180
B k z . Şakir, a.g.e.,
181
B k z Şakir, a . g . e . , s. 3 1 - 3 2 .
s. 2 7 - 2 8 .
s.35.
İslami-
içerisinde değerlendirmek arzusunda olan bir araştırmacının, adı ge çen eserlerin müspet ve menfi yönlerinden de haberdar olması gere kir. bb. Nüsha Farklılıklarının Önemi Hadîste bütünlüğü oluşturabilmek için, anakaynaklann kullanıl masının elzem olduğuna yukanda değinilmişti. Ancak bu kaynakla rın asıl nüshalanyla, onlardan istinsah edilen nüshaları arasında, na diren de olsa farklılıklar olabilmektedir. Gaye hadîsin orijinal metni ne ulaşmak olduğuna göre, özellikle problemli görülen hadîsler araş tırılırken, nüshalar arasındaki muhtemel farklılıklar g ö z önünde bu lundurulmalıdır. Bu konuda, en azından tahkikli baskıların kullanıl ması yardımcı olabilir. Klâsik hadîs kaynaklan, zamanlannın şartlannda kaleme alınmış lardır. Onlann yazılışı ve çoğaltılması konusunda günümüz teknolo jisi esas alınarak değerlendirme yapılmamalıdır. Onlar, günün şartla nnda mevcut olan yazı malzemelerini kullanmışlardır. Hangi tip ka lem, hangi tip kağıt kullandıklan ve yazarken hangi zorluklarla karşılaştıklan devamlı göz önünde bulundurulmalıdır. Musannifin el yazısıyla yazdığı ilk nüsha ( a s / ) için söz konusu olan bu zorluklar, o nüshamn çoğaltılması aşamasında da geçerlidir. Şüphesiz bu eser lerin musannif nüshası tektir ve musannifin (Buhârî, Tirmizî, Ebû Dâvud vs.) eserleri, onlann öğrencileri tarafından istinsah edilerek çoğaltılmış, bunlardan da, kendi öğrencileri istinsah etmişlerdir. 182
Elle yapılan kitap istinsahında, o zamanın yazı malzemelerinden kaynaklanan bazı yanlışlıklar ortaya çıkabilir. Bazen bir noktayı unu tup koymama, bazen mürekkebin azizliğinden kaynaklanan fazla bir noktanın düşmesi, bazen kağıdın kalitesizliğinden kaynaklanan silik kalmış kısımlann varlığı, bu yanlışlıklann sebeplerinden bazılandır . Bunun için, yazılan hadîslerin, aslıyla mukabelesine (karşılaştınlmasına) ve arzına önem verilmiş , hatta yazılan bir eserin aslıyla mu kabele edilmemesi durumunda onun hiçbir değere sahip olamayaca ğı yönünde ifadeler kullanılmış dolayısıyla nüshalarda bu tür yan lışlıklann olabileceğine dikkat çekilmiş ve bunun izalesi için semâ ve kıraat metodannın geliştirilmesi teşvik edilmiştir . 183
184
185
186
182
Asi: H a d î s rivayet e d e n k i m s e n i n , şeyhin k e n d i s i n e h a s o l a n hadîs nüshası (Aydınlı, a . g . e . , s. 3 7 ) .
183
B u n a b e n z e r y a z ı m noksanlıklarının, F i r e b r i ' n i n ( ö . 3 2 0 / 9 3 2 ) n ü s h a s ı n d a o l d u ğ u n u , talebesi M ü s t e m l i ifade e t m e k t e d i r ( e l - H â z i m î , a . g . e . , s. 5 7 (el-Kevserî'nin talikinde).
184 185
B k z . e l - B a ğ d â d î , H a t î b , el-Kitaye, s . 2 3 7 - 2 4 1 ; e l - A ' z â m î , M u h a m m e d M u s t a f a , Dırâsât fi'l-Hadîsi'n-Nebevi, el-Mektebetü'l-İslâmî, Beyrut 1 9 9 2 , I I , 3 6 4 vd. B k z . e l - B a ğ d â d î , el-Kitaye, s. 2 3 7 .
186
B k z . Y ü c e l , Hadîs Istılahlarının
Doğuşu
ve Gelişimi,
ss. 3 5 - 3 9 .
Sonuçta, bir eserin farklı nüshaları arasında farklı yazımların or taya çıkması doğaldır. Bu gün bile, sekiz ciltlik Buhâri'nin Sahıh'i farklı kişilere dağıtılsa ve elle istinsah etmeleri istense, daha sonra da bunlar mukabele edilse, birtakım yazım yanlışlıklarının ortaya çıka cağı kuvvede muhtemeldir. Günümüz teknolojisiyle kaleme alınan eserlerin sonlarında yer alan "doğru-yanlış cetvelleri" dahi, bu tür yanlışlıkların kaçınılamaz olduğunu gösterir hususlardandır. Bu gerçeklikten olsa gerek, hadîste, "asi" nüsha ile ondan istin sah edilen nüshanın "mukâbele/muâraza"sı istenmiştir. Hatta İbn Abdilberr ( Ö . 4 6 3 / 1 0 7 1 ) , el-Evzâî'nin ( Ö . 1 5 7 / 7 7 3 ) ; "(Hadîsi) yazıp da (asi nüshadan) muâraza etmeyen, tuvalate girip de taharet lenmeyen kimse gibidir" dediğini nakletmiştir . Aynı konuda elBeyhakî ( Ö . 4 5 8 / 1 0 6 6 ) , Ahfeş'in; "Kitap istinsah edilir de, muâraza edilmezse, sonra da bu nüshadan istinsahta bulunulursa, artık bu so nuncu başka bir kitap haline gelir" dediğini belirtir . Bütün bun lar, istinsah esnasında muhtemel yanlışlıklan asgariye indirme çaba ları olarak anlaşılmalıdır. Bu tür mukabele, arz gibi hatalan asgariye indirme metodlanna rağmen, nadiren de olsa, nüsha farklılıklarının olması mümkündür. Bu gerçekliğe işaret etmek amacıyla olsa gerek, Abdurrezzâk ( Ö . 2 1 1 / 8 2 6 ) , Ma'mer b. Râşid ( Ö . 1 5 2 / 7 6 9 ) ' i n şu ifa desini nakletmektedir: "Bir kitap yüz defa da muâraza edilse, tama men hatadan hali o l m a z " . 187
188
189
190
Özellikle son dönemlerde hadîs eserlerinden istifade edenlerin, olayın bu yönüne fazla dikkat etmedikleri belirtilmektedir . Ör nekleme açısından, konuyla ilgili bazı değerlendirmeleri hatırlatmak yerinde olacaktır. 191
Kaynaklann bize verdikleri bilgilere göre, binlerce talebe Sahih'i sema etmiştir . Bu talebelerden bin kadan Sahîh'in râvîsi olmuşlar dır. Bunlann içinden de ancak beş tanesinin ismi bilinmektedir. Bunlar sırasıyla şu zadardır: el-Firebrî ( Ö . 3 2 0 / 9 3 2 ) , en-Nesefi ( Ö . 2 9 5 / 9 0 7 ) , en-Nesevî ( Ö . 2 9 0 / 9 0 2 ) , el-Bezdevî ( Ö . 3 2 9 / 9 4 0 ) ve 192
187
M u k a b e l e veya m u â r a z a ; râvinin H a d i s kitabını, içindeki H a d î s l e r i aldığı hocasının kitabıyla karşılaştırmasına d e n i r (Aydınlı, a . g . e . , s. 1 0 3 , 1 1 0 ) .
188
İ b n A b d i l b e r r , Câmi'u Beyini'l-llmi Fadlihi ve Hamlini, T s h . A b d u r r a h m a n H a s a n M a h m u d , Kahire T s z . , s. 9 9 ; e s - S u y û t î , Tcdribu'r-Râvi, I I , 7 2 .
189
e s - S u y û t î , Tedribu'r-Râvî,
190
İ b n A b d i l b e r r , Câmi'u
191
K ı r b a ş o ğ l u , M . H a y r i , İslam Düşüncesinde
192
İ b n H a c e r el-Askalânî, Mukaddimetü râsi'l-Arabî, B e y r u t t s z . , s. 4 9 2 .
II, 72.
Beyâni'l-llm,
s. 1 0 0 . Hadîs Metodolojisi,
Fethi'l-Bârî
(Hedyü's-Sârî),
s. 2 5 0 . Dâru İhyâi't-Tu-
193
el-Mehâmilî ( ö . 3 3 0 / 9 4 1 ) ' d i r . Buhârî'nin vefatından yaklaşık bir asır kadar sonra eserini şerheden el-Hattâbî (ö. 3 8 8 / 9 9 8 ) metnin ancak iki rivayetinden faydalanmıştı. Bu rivayetlerden el-Firebrî ve en-Nesefî şu veya bu muhitte münferit bir şekilde bulunan diğer ri vayetleri oldukça erken bir dönemde unutturmuşlardı . Bununla beraber, buradan hareketle diğer nüshaların hiçbir şekilde hiç kimse tarafından kullanılmadığı anlamı da çıkmaz. Bu nüshalardan yararla nanların olması da muhtemeldir. 194
el-Firebrî nüshası, Buhârî'nin eserinin daha sonraki nesillere inti kalinde yegâne nüsha olma imtiyazını kazanmıştı. İlk asırlarda za man zaman hadîs musannefatını müteakiben, mütemmim eserler or taya koyan otoriteler tarafından diğer rivâyeder tercih edilebilmişti. el-Firebrî rivayeti, altıncı asırdan itibaren hemen hemen yegane nüs ha olma özelliğini kazanmıştı. İstanbul Kütüphanelerinde mevcut beş yüz kadar Buhârî nüshası arasında, en-Nesefî nüshasının bulun mayışı bunun göstergesi olarak kabul edilmektedir . Ancak ilk dö nem kaynaklarında en-Nesefî nüshasından istifade edilmiştir. Mese lâ SahîVm Şârihi el-Hattabî ve el-Humeydî ( ö . 4 8 8 / 1 0 9 5 ) ' n i n bu nüshaya istinat ettikleri belirtilmektedir . 195
196
SaMh'i el-Firebrî'den de dokuz kişi rivayet etmiş, el-Yunînî ( ö . 7 0 1 / 1 3 0 2 ) tarafından bu nüshalar birleştirilmiş ve rumuzlarla nüsha farklılıkları gösterilmiştir . el-Yunînî'nin el yazısı ile olan nüshanın Sultan Abdulhamit Han tarafından, Buhârî'nin 1313 bas kısının hazırlanmasında kullanılmak üzere Mısır'a gönderildiği, anı lan baskının baş tarafında kaydedilmektedir. Bu orijinal nüshanın şimdi nerede olduğunun bilinmediği belirtilmektedir . 197
198
199
200
Bugün Türkiye'de yaygın olan b a s k ı d a , nüsha farklılıkları faz la gösterilmemiştir ki, bu da bir eksikliktir. İnsanoğlu masum olma dığına göre, ondan bu tür yanlışlıkların sudur edebileceği , dolayı201
193
S e z g i n , F u a t , Buhârî'nin 3 8 - 3 9 ' d a n naklen).
Kaynaklan,
194
B k z . S e z g i n , a.g.e., s. 1 8 6 .
195
B k z . Sezgin, a.g.e., s . 1 8 6 - 1 8 7 .
196
B k z . S e z g i n , a . g . e . , s. 1 9 0 .
K i t â b i y â t , A n k a r a 2 0 0 0 , s. 1 8 6 ( K a s t a l l â n î , I ,
197
B k z . S e z g i n , a . g . e . , s. 1 9 7 - 2 0 3 .
198
M e s e l â b k z . e l - B u h â r i , Ş a h i n , e l - M a t b a a t u ' l - K ü b r a e l - E m n i y y e , 1 3 1 3 . , s. 5 .
199
Ç a k a n , H a d î s Edebiyatı,
200
B u baskı, H a c ı Z i h n i Efendi Tarafından harekelenmiş, M a t b a a - i A m i r e ' d e bastırılmış tır. Ç a ğ r ı yayınevi ise ofset baskısını yapmıştır ( Ç a k a n , H a d i s Edebiyatı, s. 5 8 - 5 9 ) .
s. 5 8 .
201
B k z . e l - H â z i m î , Şurûtu'l-Eimmeti'l-Hamse,
s. 5 7 - 5 8 (Kevseri'nin t a h k i k i n d e n ) .
202
sıyla küçük bazı beşeri hatalar cinsinden de olsa, nüshalar arasın da bazı farklılıkların olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. 203
Meselâ bir âyette geçen "es-sarh " kelimesi , elimizdeki Buhâri nüshasında, "küllü milâtin uttuhize mine'l-kavâriri..." şeklinde açıklanmıştır. Sezgin, "milat" kelimesinin aslında Buhârî'ye kaynak lık eden Ebû Ubeyde(ö.222/837)'nin Mccâzu'1-Kur'in'ındaki "bi/aVın muharreri olduğunu ve her halde bu yanlışlığın Buhârî'ye değil, râvîlerinden birine veya birkaçına ait olabileceğini belirtmek tedir . 204
205
206
Farklı nüshalar ve bu nüshalardaki farklılıklar, sadece Buhâri'nin Sahîh'i için değil, diğer kaynaklarımız için de geçerli olabilir . 207
Meselâ ilk dönem kaynaklarından olan İmâm Mâlik'in (ö. 1 7 9 / 7 9 5 ) M u vatta'ıyla ilgili olarak, Hindistan'lı Dihlevî ailesin den Abdulaziz b. Şah Veliyyullah ed-Dihlevî ( Ö . 1 7 4 6 / 1 8 2 4 ) , on al tı nüshadan bahsetmektedir . Muhammed Fuad Abdulbâkî ise, bu nüshalardan on dört tanesi hakkında bilgi sunmaktadır . Hatta o , nüshalar arasında bazı farklılıkların olduğunu da belirtmektedir. Me selâ o "İnnema'l-a'mâlu bi'n-niyyât...( Ameller ancak niyederc gö redir...)" hadîsinin, eş-Şeybânî nüshasında bulunup, diğerlerinde bulunmadığını belirtmektedir. Alimler, bu nüshaya dayanarak söz konusu hadîsi Muvafta'ya nispet etmişlerdir. Aynca o, eş-Şeybânî nüshasındaki bazı hadîslerin, meselâ Yahya el-Leysî nüshasında bu lunmadığım da belirtmektedir . Şüphesiz bunlar incelenmiş ziyâde ve noksanlıklar tesbit edilmiştir. ed-Dârekutnî ve el-Bâcî bu konuya mesai harcayan alimlerimizde bazdandır . 208
209
210
211
202
S e z g i n , a . g . e . , s.203.
203
27. N e m i , 44.
204
B u h a r i , Tefsîru S û r e t i ' n - N e m l , 27 ( V I , 17).
205
F u a t S e z g i n ' i n tahkiki ile yayınlanan Mecâzu'l-Kur'ân'da, "es-sarh" kelimesi, bir şi irdeki "küllü binâin"ifadesi ile açıklanmaktadır. A n c a k , S e z g i n ' i n d i p n o t t a k i tahki k i n d e , K u r t u b î ve Fethu'l-Bârtde g e ç e n ve E b û U b e y d e ' y e n i s b e t edilen "küllü bilâtin uttuhize mine'l-kavârir" ifadesine atıfta b u l u n u l m a k t a d ı r ( B k z . E b û U b e y d e M a ' m e r b . R â ş i d e l - M ü s e n n â e t - T e y m î , Mccâzu 7-Kur'ân, T i k . M u h a m m e d F u a t S e z g i n , M ü e s s e s e t ü ' r - R i s â l e , t s z . , I I , 95; î b n H a c e r , Fethu'l-Bâri, V I I I , 409).
206
S e z g i n , a.g.e.,
207
E b û Davud'un nüshaları için b k z . R o b s o n , J a m e s , " S ü n e n - i E b î D â v u d N ü s h a l a r ı nın Rivayeti" AÜİF Dergisi, Ç e v . T a l a t Koçyiğit, Sayı: I V , A n k a r a 1956, s. 173-182.
208
B k z . e d - D i h l e v î , A b d u l a z i z b . Ş a h Veliyyullah, Bustânu'l-Muhaddisin, m a n K o ç k u z u , D İ B Yayınlan, A n k a r a 1986, ss. 29-64.
s. 2 0 5 .
209
B k z . M â l i k b . E n e s , el-Muvatta,
(Giriş kısmı).
210
B k z . M â l i k b . E n e s , el-Muvatta,
s. H y . (Giriş k ı s m ı n d a n )
211
B k z . M â l i k b. E n e s , el-Muvatta,
s. Vy-zy. (Giriş k ı s m ı n d a n )
Ç e v . Ali O s
Bütün bunlar, elimizdeki kaynakların farklı nüshalarının olabile ceği, bu nüshaların da kendi aralarında bazı harf veya kelime farklı lıklarına sahip olabileceği konusunda yeterli bilgiyi verecek durum dadır. Bu farklılıklar, bazen hadîsteki bir zamirde, bazen bir harfte, bazen de, Muvatta örneğinde olduğu gibi bir hadîsin bütününde olabilmektedir. Ancak, temel hadîs kaynaklarının tahkikli baskılarını kullanarak, bu tür problemleri aşmak büyük ölçüde mümkündür. Hadîse bütüncül bakışın önündeki engellerden biri de işte bu farklılıkların gözardı edilmesidir. Halbuki, bu küçük farklılıklar ba zen hadîsin anlaşılması ve uygulanması aşamasında, büyük yanlışlık lara sebebiyet verebilir. Aşağıdaki konu, bunu teyit eder görünmek tedir. 1996 yılında bir hekim, bazı âyetierin ve hadîslerin Müslüman din adamlan tarafından yanlış anlaşıldığını belirtmiş ve özede şöyle demişti: Bir yanlış inanışa göre, çocuğa üç aylıkken ruh üflenirmiş. Hatta bazıları daha ileri giderek "Çocuk üç aylıktan evvel bir pıhtı halinde dir, üç aylıktan sonra ancak canlı hale gelir ve ruh da üç aylıkken üf lenir" derler. Din hocalarına şunu iyice belletmek lazımdır: İnsan hayaünda "pıhtı" diye bir safha yoktur. Kur'ân'da geçen "alaka " ile "çengellenme" manası kastedilmiştir. Elektron mikroskobuyla "çengellenme" anlamını doğrulayabiliyoruz. "Pıhtı" yanlış bir tefsirdir ve halen bir çok kitapta yer almaktadır. Buna göre kürtajın caiz olduğu bir "pıhtı" safhasından bahsedenleyiz . 212
Bunun üzerine takip eden sayılardan birinde, ilahiyatçıların konu hakkındaki yazılarına yer verildi. Bu makalelerin konuyla ilgili açık lamalarını şu şekilde özetlemek mümkündür: Ceninin gelişimiyle ilgili hadîsler başlıca üç gruba ayrılır: 213
1. Gelişim safhaları için süre belirtmeyenler . Bu gruptaki ha dîslerde bir problem yoktur. Kur'ân'da da zaman belirtilmek sizin ceninin gelişim safhalarından bahsedilir . 214
2. Gelişimin 4 0 veya 4 0 küsur günde tamamlandığını belirten hadîsler . 215
212
B k z . B a b ı m a , C c v a t , "Kürtaj Cinayettir", Sağlığınız,
213
B k z . Müslim, Kader, 5 (IV, 2 0 3 8 ) .
Aralık 1 9 9 6 , Sayı: 1 , s s . 3 4 - 3 7 .
214
2 3 . Mü'minûn, 14.
215
B k z . Müslim, Kader, 2 (IV, 2 0 3 7 ) , 3 ( IV, 2 0 3 7 ) , 4 (IV, 2 0 3 8 ) .
3. Gelişimin 40 günlük üç devrede tamamlandığını belirten ha dîsler . 216
Adı geçen makalelerde, âyet ve hadîsler değerlendirildikten son ra, cenine ruh üflenmesinin kırk günün sonunda olduğu görüşü ka bul edilmektedir . 217
Olaya nüsha farklılıkları açısmdan bakddığında, Aydınlı'nın özet leyerek sunacağımız şu değerlendirmeleri önem arzetmektedir: Buhârî'de yer alan temel rivâyeüerden biri, aynen şöyledir: "Şüp he yok ki sizden birinin yaratılışı annesinin karnında 4 0 günde top lanır. (Önce) nutfe, sonra o, şunun gibi alaka olur. Sonra o, şunun gibi mudğa olur. Sonra Allah bir melek gönderir" . 218
Bu hadîsin, yine Sahîh-i
Buhârfyc
atfedilen ama SahîtTm
elimiz
deki nüshalarında bulamadığız bir rivayetinde, iki kelime daha vardır ki, bunlar hadîsin doğru anlaşılması açısından çok önemlidir. Bu ri vayet de aynen şöyledir: "Şüphe yok ki, sizden birinin yaratılışı an nesinin karnında 40 günde toplamr. (Önce) nutfe, sonra o bunda şunun gibi alaka olur. Sonra o bunda şunun gibi mudğa olur. Son ra Allah bir melek gönderir" . Verilen manaya göre, bu hadîste önce ilk cümleyle ceninin gelişim süresi belirtilmiş, sonra müteakip cümlelerle bu süre içerisindeki gelişmeler sıralanmıştır. "40'ar gün lük üç safha" anlayışına, kanaatimizce, hem hadîsin ilk cümlesi, hem de hadîste geçen "bunda" kelimesi imkân vermemektedir. Hadîsin ilk cümlesinin tek makul manası; "Sizden birinin yaratılışı annesinin karnında 4 0 günde tamamlanır" şeklinde olmalıdır. Söz konusu "bunda" kelimesi ise bu hadîste, "bu sürede", "bu süre içinde" de mektir . 219
220
Durum bu olunca, elbette ceninin canlanmasını üçüncü 4 0 gün den sonra gösteren bilgilere bina edilen fikhî hükümler de değişmiş 216
Bkz. Buhârî, B e d V İ - H a l k , 6 (IV, 7 8 ) , Tcvhid, 2 8 ( V I , 1 8 8 ) ; Müslim, Kader, 1 (IV, 2 0 3 6 ) ; E b û D â v u d , S ü l e y m a n b. e l - E ş ' a s es-Sicistânî, Sünen, T h k . K e m a l Y u s u f elH û t , Müessesetü'l-Kütübi's-Sekâfiyye, Beyrut 1 9 8 8 , S ü n n e t , 16 ( I I , 6 4 0 ) .
217
B k z . S a n d ı k ç ı , K e m a l , " İ n s a n ı n Yaratılışı", Sağlığınız, H a z i r a n 1997, Sayı: 7, s. 2 4 ; Kılıç, S a d ı k , " H a n g i E v r e d e O l u r s a O l s u n İnsanı H a y a t t a T u t m a k E s a s t ı r " , Sağlığı nız, H a z i r a n 1 9 9 7 , Sayı: 7 , ss. 1 6 - 2 1 ; B e ş e r , F a r u k , " İ s l a m A ç ı s ı n d a n C e n i n i n Ya ratılış Safhaları ve K ü r t a j " , Sağlığınız, H a z i r a n 1 9 9 7 , Sayı: 7 , s s . 1 3 - 1 5 ; Aydınlı, A b d u l l a h , " C e n i n i n G e l i ş i m i 4 0 G ü n d e T a m a m l a n ı r " , Sağlığınız, H a z i r a n 1 9 9 7 , Sayı: 7 , s. 2 5 .
218
Buhârî, B e d V İ - H a l k , 6 (IV, 7 8 ) .
219
Aydınlı, a.g.m.,
s . 2 5 ( İ b n Kayyımi'l-Cevziyye, T e n v î r u ' l - E z h â n , s. 1 5 ' t e n n a k l e n ) .
220
Aydınlı, a.g.m.,
s. 2 5 .
olacaktır. Yani değişen din değil, dini anlama çabasından kaynakla nan mevcut bilgilere göre verilen hükümler olacaktır . 221
Bu genel bilgiler, en azından problemli gibi görünen bir hadîsin bütünlük içerisinde değerlendirilmesi için, tahrîc edildiği eserin nüs haları arasındaki farklılıkların da bütünleştirilmesi gerektiğini izah eder durumdadır. bc. H e r Bir Eserin Kendine Ait Özelliklerinin Bilinmemesi Her bir müellifin, telif ettiği eserde gözettiği bir tertip, amaç, tas hîh metodu, hadîs seçme kriteri, hedefi vs. gibi kendine ait tarzı var d ı r . Dolayısıyla kaynaklar kullanılırken, her birinin kendine has özelliklerinin bilinmesi önem arzetmektedir. 222
Bu manada, meselâ Ahmed b. Hanbel'in Müsnccf indeki bütün hadîslerin ona ait olmadığı bilinmelidir. Onun kitabına, oğlu Abdul lah ve talebesi el-Katî'î'nin ilâvelerde b u l u n d u ğ u göz ardı edilme melidir. Bunlar, senedlerde geçen ifadelerden anlaşılmaktadır. Bir hadîsin senedi, "haddesenîAbdullah haddesenîEbî..."diye başlıyor sa, bu rivayet Ahmed b. H a n b e P e ; "haddesenî Abdullah haddese nî fiilan... (herhangi bir râvî)" diye başlıyorsa, bu rivayet oğlu Ab dullah'a ve eğer "haddesenî fiilan..." diye başlıyorsa, bu rivayet de talebesi el-Katî'î'ye aittir. Dolayısıyla hadîsin senedine bakmaksızın Müsned'den herhangi bir hadîs iktibas edip sonra da "Ahmed b. Hanbel şöyle rivayet etmiştir..." şeklinde bir ifade kullanmak, eserin kendine has özellikler bütünlüğünde değerlendirilmemesi sonucu ortaya çıkacak bir yanlışlık olacaktır. 223
224
Bir başka misâl İbn Mâce'nin Sünen'iyle ilgilidir. İbn Mâce'nin Sü'nen'inde, bazı hadîs metinlerinin hemen altında, "ve fi'z-zevâid... ' ^ diye başlayan kayıdar vardır. Bu kayıdar, hem adı geçen ha dîsin kütüb-i sitte içerisinde sadece İbn Mâce'nin Sünen'indc bulun duğunu, hem de hadîsin sıhhat değerlendirmelerini sunmak için ve rilir. Bu nodar, İbn Mâce'ye ait değildir. İbn Mâce'nin Sünen'inde bulunup da diğer beş eserde bulunmayan hadîsleri tespit etmek için el-Bûsirî tarafından yazılan Misbâhu'z-Zücâce fi Zevâidi ibn Mâcc 2 5
221
B e ş e r , a.g.m.,
222
Eserlerin b u farklı özellikleri için b k z . e l - A ' z â m î , M u h a m m e d M u s t a f a , Hadîs todolojisi vc Edebiyat, s s . 1 3 3 - 1 7 5 .
s. 1 5 .
223
E b û Z e h v , a.g.e.,
224
B k z . Y a r d ı m , Ali, Hadîs
225
M e s e l â b k z . İ b n M â c e , M u k a d d i m e , 8 (I, 2 1 ) , 9 ( I , 2 6 , 2 7 , 2 8 ) .
s. 3 7 0 . II, D E Ü Yayınlan, İ z m i r 1 9 8 4 , s. 6 6 .
Me
adlı eserden iktibas edilmiştir. Bu ilâveleri, eserin mütercimi H . Ha tiboğlu, eserin muhakkiki M . F. Abdulbâkî'ye nispet etmektedir ki bu yanlıştır.
226
Örnekleme amacıyla verilen bu misâller, şunu göstermektedir: Herhangi bir hadîs kitabına, hiçbir teknik özelliği olmayan, sıhhati kesinleşmiş hadîslerin sıralandığı kutsal metinler kitabı olarak bakılmamalıdır. Her eser, ait olduğu tasnif çeşidinin genel özelliklerini yansıtmasına rağmen, her müellifin eserinde uyguladığı özel teknik ler de bulunmaktadır. Hadîs eserlerine, müellif tarafından uygulanan teknik özellikler bütünlüğünde bakdamazsa, iktibas edilen hadîslerin değerlendirmelerinde yanlışlıklar ortaya çıkabilir. bd. Kaynaklar Arası Mukayesenin Önemi Bütünlük açısından dikkat edilmesi gereken en önemli hususlar dan birisi, hadîsin sadece bir eserden iktibas edilerek değerlendiril memesi, aym hadîsin farklı eserlerdeki rivâyederinin de g ö z önünde bulundurulmasıdır. Zira rivayet esnasında bazı hadîs lafızlarının yan lış telaffuzu veya yanlış yazılması şeklindeki birtakım yanlışlıklar , ancak rivâyederin bütünleştirilmesi sonucu ortaya çıkarılabilir. 227
Her ne kadar, bir hadîsin sahîh olması için ileri sürülen asgari şartlarda birlik varsa da, bazı musanniflerin bu şanlara ilâve ettikleri hususî şartlar da bulunmaktadır . Bilindiği üzere, sahîh hadîs; "adalet ve zabt sahibi râvîlerin muttasıl bir senedle şâz ve muallel ol mayarak rivayet ettikleri hadîs"lere denir. Teoride sahîh hadîs için, râvîlerinin sika olması, senedinin muttasıl olması, şâz ve mual lel olmaması şartlan ileri sürülse de, bu şartlann râvîde ve hadîste bu lunup bulunmadığına karar verecek olanlar hadîs alimleridir. Dola yısıyla burada devreye içtihat girmektedir. İçtihadın olduğu her yer de, farklı görüşlerin ortaya çıkması doğaldır. Bu durumda birinin 228
229
230
226
B k z . H a t i b o ğ l u , H a y d a r , Siinen-i İbn Mâce Tercemesi rı, İ s t a n b u l 1 9 8 2 , 1 , X I I .
ve Şerhi, K a h r a m a n Yayınla
227
B u t ü r yanlışlıklarla ilgili b k z . e l - H a t t â b î , E b û S ü l e y m a n H a m d b . M u h a m m e d , Islâhu'l-Ahtâi'I-Hadîsiyye elietî Yervihâ Ekseru'n-NâsiMuharrefeten ev Melhûneten, M ü e s s e s e t ü ' l - K ü t ü b i ' s - S e k â f i y y e , B e y r u t 1 9 8 8 , s. 1 2 8 .
228
B k z . el- M a k d i s î , M u h a m m e d b. T â h i r , Şurûtu '1-Eimmeti's-Sitte, Tik. M u h a m m e d Z a h i d el-Kevserî, M e k t e b e t ü ' l - K u d s î , Kahire 1 3 5 7 h . , s s . 1 0 - 1 8 ; e l - H â z i m i , Şurutu'l-Eimmeti'I-Hamse, ss. 2 0 - 6 3 .
229
İ b n S a l â h , Mukaddime 7-8.
S Ulûmi'l-Hadis,
230
B k z . e l - M a k d i s î , a.g.e.,
s.10-11.
D â r u ' l - K ü t ü b i ' l - İ l m i y y e , B e y r u t 1 9 7 8 , s.
sahîh saydığını diğer alim saymayabilir. Meselâ, Müslim'in, Buhâ ri'nin şüphelendiği birçok râvîden hadîs a l m a s ı buna örnek verile bilir. 231
Bugün Müslim'in SaM/ı'inde olan ve; "halekallahu et-türbcte yevme's-scbt..." diye başlayan hadîs; "an Ebî Hurcyrcte an Rasûlillah" diye rivayet edilmektedir . Buhâri ise, bunun hadîs değil, Ka'bu'l-Ahbâr'ın sözü olduğunu belirtmektedir . Bu da şunu gös termektedir: Alimlerden birinin Resûlullah'a nisbetinin sahîh oldu ğunu söylediği bir hadîsin, diğerine göre Rasûlullah'a nispeti sahîh olmayabilir. Bunlar bilinmez, herhangi bir kitap hakkında peşin hü küm verilirse, kitabın bizi yanıltması söz konusu olabilir . 232
233
234
Bu özelliklerinden dolayı, Kâsımî, " B u kitaplardaki her şeyle ah kâm konusunda ihticac caiz midir?" başlıklı yazısında özede şunları söylemektedir: Sahîh, hasen ve zayıf hadîsleri de içerdiği için, bu konulan iyice araştırmadan adı geçen eserlerdeki her hadîsle ahkâm konularında ihticac caiz değildir. Bu konuda Şeyhu'l-İslâm Zekeriyâ el-Ensârî şunlan söyler: Sünen ve Müsned kitaplardaki bir hadîsle ihticac et mek isteyen bir kişi; bu işe ehilse, isnadın ittisaline ve râvîlerin halle rine bakmadan ihticacda bulunamaz. Bu konuda ehil değilse; eğer o hadîs hakkında imâmlann tashîh (sahîh hükmü verdiklerini) ve tahsinini (hasen hükmü verdiklerini) biliyorsa, onlan taklit eder; aksi takdirde onunla ihticac e d e m e z . 235
Buraya kadarki kısımda; hadîs kaynaklan konusunda vurgu yapı lan hususlann ihmali veya ihlalinin, hadîsi bütünlük içerisinde değer lendirebilmek için gerekli olan orijinal parçanın elde edilmesini im kânsız kılacağından, dolayısıyla sağlıklı bütünün oluşturulamayacağından, buna bağlı olarak söz konusu parça rivayetin de sağlıklı bir tarzda anlaşılamayacağından bahsedildi. Bu hususa ilâveten, hadîs ıs tılahlarına vakıf olmamak da bütünlük önündeki engellerden biri olarak görülmelidir. 231
e l - M a k d i s î , a.g.e.,
232
Müslim, Münafikîn, 2 7 ( I V , 2 1 4 8 - 2 1 4 9 ) .
s.10-11.
233
e l - B u h â r î , et-Târihu'l-Kebir, 413.
234
H a t i b o ğ l u , Uluslararası d a n ) , s. 1 0 1 .
235
e l - K a s ı m î , Kavâid, s. 2 5 8 .
T h k . es-Seyyid H â ş i m e n - N c d v î , D â r u ' l - F i k r , T s z . , I ,
I. İslam Araştırmaları
Sempozyumu
( M ü z a k e r e l e r kısmın
2. Hadis Istılahlarına Vakıf Olmama Hadîs ıstılahlarına aşina olmamayı, hadîsi bütüncül bakışla kavra ma önündeki engellerden biri olarak saymamn birden çok nedeni vardır. Bunlardan en önemlisi, ıstılahların genel ve özel tanımlarına vakıf olmamaktır. Elimizdeki hadîs müktesebatı, bu ıstılahlar kulla nılarak değerlendirilmiş ve günümüze kadar gelmiştir. Önümüze bu şekilde sunulan haberlerin, ancak bu ıstılahlardan haberdar olunmak suretiyle doğru değerlendirilebileceği ayrıca belirtilmeye gerek ol mayan bir husustur. Hadis ısdahlariyla ilgili bu durumu birkaç baş lık halinde değerlendirmek mümkündür. a. Isülahlardaki Anlam Değişmeleri ve Görecelik Birtakım kelimeler vardır ki, bunlar, bir dilden başka bir dile nak ledildiğinde, onun önceki dilde kapsadığı anlamında bazı kaymalar, daralmalar ve hatta genişlemeler olur. Meselâ, "ukalâ" kelimesi, Arapçada, "akıllılar" anlamına gelmekteyken, Türkçeye "bilgiçlik taslayan k i m s e " anlamını alarak geçmiştir. Yine "Şam" kelimesi, ilk dönemlerde bugünkü Suriye bölgesi için kullanılırken , şimdi lerde Suriye'nin başkenti için kullanılmaktadır. Görüldüğü üzere ba zen kelimeler, bir dilden başka bir dile geçerken veya aynı dilde de olsa, üzerinden yılların geçmesiyle anlam daralması, genişlemesi ve ya kayması gibi durumlarla karşılaşabilmektedirler. 236
237
238
Kelimelerin anlamlarındaki genişleme, daralma ve kayma gibi hu suslar, aslında ıstılahlar için de geçerlidir. Bir ıstılah, bir bilim dalın da özel bir anlam için kullanılırken, başka bir bilim dalında daha farklı bir anlam için kullanılabilmektedir. Meselâ Felsefe, Dinler Tarihi ve Sosyolojide kullanılan "ani mizm" kavramı, her birinde farklı manaları ifade etmektedir. Felse fede animizm, ruhu hayatın başlangıcı sayan bir sistemden ibarettir. Dinler tarihinde animizm, ruhlara ve bilhassa ilahlaşönlmış ata ruh larına tapınma şeklindeki dine verilen bir ad olmaktadır. Sosyolojide animizm ise; insan iradesine benzeyen ruhların toplumu ve orada or taya çıkan olayları yönettiğini savunan görüş olmaktadır . 239
236
B k z . İ b r a h i m M u s t a f a ve diğerleri, a.g.e., s. 6 1 7 .
237
B k z . Türicce Söz/ü/c, s. 8 1 3 .
238
B k z . Ş e m s e d d i n S a m i , Kamusu 2824.
239
G ü n a y , Ü n v e r , Din Sosyolojisi,
A'lâm,
M i h r a n M a t b a a s ı , İ s t a n b u l 1 3 1 1 h., I V ,
İ n s a n Y a y ı n l a n , İ s t a n b u l 1 9 9 8 , s. 1 2 6 .
Yine "gelişme" de bu değişiklikleri yaşayan kavramlardan birisi dir. Genel anlamda gelişme, olumlu yönde ilerlemeye işaret eder. Bi lim dallarına göre ise farklı anlamlara gelir. Ekonomide gelişme, kay nakların üretimi ve tüketimindeki artış anlamım taşır. Biyolojide ge lişme, vücut organlarının işlevini yapabilmek için, sistemli bir biçim de olumlu yönde değişmesidir. Davranış bilimlerinde gelişme ise, bi reyin algılama, hissetme ve hareket sisteminin kordinasyonundaki ilerlemedir . 240
Kavramlar ve ıstılahlardaki bu farklı anlamlaşma, onların genel anlamlarının yanında, bir de kullanıldığı alana göre değişebilme özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Bütün sosyal bilimler için geçer li olan bu durum, İslâmî ilimler için de geçerlidir. Bir kavram, bir bi lim dalında farklı bir anlama gelirken, başka bir bilim dalında daha başka bir anlama gelebilmektedir. Meselâ "mütekadimûn"; Hadîs il minde, genelde el-Hatîb el-Bağdâdî'ye ( Ö . 4 6 3 / 1 0 7 1 ) kadar yaşamış olan hadîsçiler için kullanılırken , Kelâm ilminde, Gazâlî'ye ( Ö . 5 0 5 / 1 1 1 1 ) kadarki zaman dilimi içerisinde yaşayan kelâmcılar için kullanılır . 241
242
Bu durum dikkate alındığında, her araştırmacının ilgilendiği alanla ilgili teknik kullanımlara dikkat etmesi gerektiği sonucu orta ya çıkmaktadır. Istılah denilen bu özel kullanımlarla ilgili de bazı du rumların bilinmesi gereklidir. Istılah; lügatte, "ittifak" manası taşımasına; ıstılahta ise "muay yen bir meslek erbabının, bir cemaatin; bir lafzı lügat manasından çı kararak başka bir manada müttefikan kullanmaları" veya, "Bir bi lim, sanat, meslek dalıyla ya da bir konuyla ilgili özel ve belirli bir kavram ifade eden kelime" anlamı taşımasına rağmen, bunun bütün ıstılahlar için geçerli olacağım düşünmek ya da beklemek yukarıda anlatılan sebeplerden dolayı yanlış olmaktadır. Dolayısıyla "ıstılah", ıstılahın tarifine uymuyor diye eleştirilemez. Hele hele din bilimle rinde kullanılan ıstılahların zaman içerisinde geliştikleri düşünülürse, böyle bir eleştiri hiç yapılamaz. Çünkü klâsik kaynaklar da ıstılahlar daki göreceliğe dikkat çekmişler ve bunu; "Istılahlarda birlik yoktur 243
240
Ü l g e n , G ü l t c n , Kavram
241
B k z . Aydınlı, a . g . e , s . 1 1 9 .
Geliştirme,
P e g e m Yayıncılık, A n k a r a 2 0 0 1 , s. 1 0 0 .
242
B k z . G ö l c ü k , Ş e r a f e d d i n , Kelam
243
e l - C e z â i r î , T â h i r b. Salih b. A h m e d , Tevcihu'n-Nazarİlâ Usûli'l-Eser, D â r u ' l - M a ' r i fe, B e y r u t T s z . s . 2 0 ; B i l m e n , Ö m e r N a s u h i , Hukuki İslâmiyyc ve IsoIahaO Fıkhiyye Kamusu, B i l m e n Yayınevi, İstanbul 1 9 8 5 , 1 , 1 1 .
Tarihi, E s r a Yayınevi, K o n y a 1 9 9 2 , s. 8 5 .
(M muşahhate 6'1-ıstdah)", "bu ıstılah, örfî mustalahlar arasında yok tur, yeni bir ıstılahtır" , "bu ıstılahta ihtilaf vardır" şeklindeki ifadeleriyle vurgulamışlardır. 244
245
Hadîste, bir kavram bazen birden çok anlama gelebileceği gibi, bir anlam da birden çok ıstılahla ifade edilebilmiştir. Meselâ "Müs ned" terimi, yerine göre, şu sekiz farklı anlamda kullanılabilmekte dir: 1. Müsned, senedi kesintisiz olarak Rasûlullah'a ulaşan hadîstir (muttasıl-merfû' anlamında) . 246
2. Müsned, ister muttasıl ister munkatı olsun Rasûlullah'a nispet edilen hadîstir (merfû' anlamında) . 247
3. Müsned, senedi kesintisiz olarak kaynağına ulaşan hadîstir (muttasıl-merfu'/mevkuf/maktu anlamında) . 248
4. Müsned, konulan ne olursa olsun râvîlerinin isimleri altında toplanan hadîsleri muhtevi eserlerdir . 249
5. Müsned, hadîs metinlerini senedli olarak ihtiva eden hadîs ki tabıdır . 250
6. Müsned, ilk teliflerinde, hadîsleri senedsiz olarak ihtiva ettiği halde, sonradan bu metinlerin senedleri ilâve edilmiş olan ki taptır . 251
252
7. Müsned, herkesin itimat ettiği güvendiği alimdir . 253
8. Müsned itimada şayan, güvenilir hadîs veya hadîs kitabıdır . • "Müsned" örneğinde olduğu gibi bazen bir terim birden çok an lamlarda kullanılabilmektedir. Bazen de birçok terim, bir anlamı ifa de etmek için kullanılabilmektedir. Yukandaki örnekte parantez içi olarak verildiği gibi, meselâ, merfu', müsnedle aynı manada; mutta sıl da mevsûl'le aym manada kullandabilmektedir . 254
244
e s - S u y û t î , Tedribu'r-Râvî,
245
e n - N e v e v î , et-Takrib,
I, 133.
246
B k z . e n - N e y s â b û r î , H â k i m , Ma'rifetü Ulûmi'l-Hadîs, Thk. Muazzam Huseyn, Dâru İ h y â i ' l - U l û m , B e y r u t 1 9 9 7 , s. 5 6 ; e z - Z e h e b î , el-Mûkıza, s. 4 2 .
s. 2 9 .
247
e s - S u y û t î , Tedribu'r-Râvî,
248
e s - S u y û t î , Tedrîbu 'r-Râvî, I , 1 4 7 .
249
K o ç y i ğ i t , H a d î s Istılahları,
250
Aydınlı, a.g.e., s. 1 1 5 .
251
Aydınlı, a.g.e., s. 3 6 .
252
Sıddıkî, a . g . e . , s. 3 6 .
253
Aydınlı, a . g . e . , s. 3 6 .
254
e s - S u y û t î , Tedribu'r-Râvî,
I, 147. s. 3 1 7 .
1,148.
Bütün bunlar göstermektedir ki, her ne kadar belli dönemlerden sonra ıstılahlarda büyük oranda birlik sağlanmışsa da, ondan önceki zaman dilimi içerisinde ittifak anlamındaki bir birlikten bahsetmek abartılı olmaktadır. Bu durumu yadırgamamak gerekir. Çünkü hadîs terimleri doğal akış içerisinde şekillenmiştir. Dolayısıyla farklı tanım lara ve farklı ıstılahlara rasdamak mümkündür. Istılahların tarihi se yir içerisinde gelişiminden bahseden eserlerde bu durumu görmek mümkündür . 255
Aslında bu durumu, hadîs ve varlık ilişkisi içerisinde değerlendir mek daha doğrudur. H z . Peygamber, risâletten önce ve sonra birta kım sözler söylemiş, hareketierde bulunmuştur. Onun Peygamber likten sonraki, söz, fiil ve takrirlerine Müslümanlar özel bir anlam yüklemişlerdir. Varlık alanındaki bu sözler, ilk defa Rasûlullah tarafindan "hadîs" diye adlandırılmıştır . 256
Arap dilinin önceden konuşulması ve gramerinin sonradan yazıl ması olayında olduğu g i b i , önce Rasûlullah'ın sözleri var olmuş, daha sonra bunlara "kavlî sünnet" denilmiştir. Rasûlullah, bazı olay lar karşısında suskun kalarak o olayı onaylamış, daha sonra bunun adına "takriri sünnet" denilmiştir. Rasûlullah birtakım harekeder sergilemiş, daha sonra bunlara "fiilî sünnet" denilmiştir. Kısacası, önce gerçeklik olmuş, daha sonra bunun adı konulmuştur. Durum bu olunca, bazı gerçeklikler, farklı kimseler tarafından farklı şekiller de adlandınlabilmiştir. 257
Bir diğer husus; ismi "hadîs" olan bu gerçekliğin, farklı bakış açı larına ve farklı özelliklerine göre, değişik kavramlarla ifade edilmiş olmasıdır. Örneğin; hadîse, kaynağı açısından bakan, "kudsî", "merfü'", "mevkuf, "maktu"'; sened sayısı açısından bakan; "mütcvâür", "meşhur", "haber-i vâhid"gibi farklı tanımlayıcı şifadan kullan mıştır. Dolayısıyla bir hadîs, aym anda, farklı bakış açılarının gereği olarak, farklı terimlerle adlandırılmıştır. Bunlardan bir kısmım, şu şe mada görmek mümkündür:
255
B k z . Yücel, A h m e d , Hadîs Istılahlarının Doğuşu ve Gelişimi, s . 1 9 9 ; A b d u l h a k , Mukaddime S Usûli'l-Hadîs, Tik. Selman Hüseyni en-Nedvî, şâiri'l-İslâmiyye, B e y r u t 1 9 8 6 , 2 . b . , s s . 9 - 1 4 ; Aydınlı, a.g.e., s. 2 0 - 2 8 ; M a h m û d , Teysîru Mustalahi'l-Hadîs, Mektebctü'l-Meârif, Riyad 1 9 8 5 ,
256
B k z . B u h â r i , Rikâk, 5 1 ( V I I , 2 0 4 ) .
257
B k z . Ç e t i n , N i h a d M . , " A r a p " m a d . DİA, I I I , 2 9 6 .
ed-Dihlevî, Dâru'l-Beet-Tahhân, 7.b., s.9;
Hadisler I Sihhatine Göre
N
Sahih Hasen
Râvî Sayısına Göre
İttisaline Göre
Mütevâtir
Muttasıl
H. Vâhid
Munkatı
Kabul ve Reddine Göre
Makbul
ZJ— Meşhur Mevzu Azîz Garîb
Bu tabloda görüldüğü gibi şu hususa dikkat edilmelidir: Bir ha dîs, farklı bakış açılarına göre farklı terimlerle ifade edilebilir. Ancak, aym kategorideki terimler, tek bir hadîs için kullanılamaz. Bir hadîs bir alim tarafından, aym anda hem sahîh, hem mevzu diye adlandınlamaz. Yine bir hadîs, aynı anda hem makbul, hem merdud ola maz. Eğer böyle bir durum tespit edilirse, söz konusu hadîs yeniden araştırılmalıdır. Bununla beraber bir hadîs aynı anda, meselâ şu te rimlerle ifade edilebilir: 1. Kudsî —» mevzu —> merdûd —> munkatı' —> meşhur 2. Maktu' —> sahîh —> makbul —> muttasıl —» garîb 3. Merfu' —> hasen —> makbul —> muttasıl —» azîz Hadîs değerlendirmelerinde ısülahlardaki bu gerçeklik bilinme diği takdirde, ortaya kavram kargaşası çıkabilmekte ve meselâ; "kud sî hadîs" sahîh gibi algılanabilmektedir. Halbuki, "kudsî" kavramı, hadîse kaynağı açısından bakıldığında kullanılan bir ıstılahtır. Aym hadîse sıhhat açısından bakıldığında "mevzu"' olabilmektedir. Yine "garib hadîs" denilince, uydurma haber (mevzu') çağrışım yapmak tadır. Halbuki sened sayısı açısından "garib" diye adlandırılan bir ha dîs; sıhhat açısından değerlendirildiğinde, "sahîh" terimiyle ifade edilebilir. Bu ve benzer sebeplerden dolayı hadîs ıstılahları, hadîs ilminin temel taşlan olarak kabul edilmeli ve bunlardan herhangi biri yok
farz edilmemelidir. Istılahlar görmezlikten gelindiği takdirde, ortada hadîs ilminden eser kalmayacaktır. Bu sebepledir ki, her bir ıstılah, bu ilmin bir bütünü veya bir dalı olarak, hadîsçilerin başlıca araştır ma konusu olmuş ve her biri hakkında müstakil eserler telif edildiği gibi, hepsini birden inceleme konusu yapan muhtasar veya mufassal eserler meydana getirilmiştir . 258
b. Isülahlardaki Anlam Değişmeleri ve Göreceliği Bilmenin Önemi Istılahlarda genel bir birliktelik olmasına rağmen, herkesin aynı terimden aynı şeyi anlayacağına dair bir ittifak yoktur. Bu durumun, hadîs ıstılahlarının doğal seyri içerisinde normal olduğuna işaret edil mişti. Bu açıdan, ısülahlardaki göreceliği göz önünde bulundurma, bütüncül bakışın gereklerinden sayılmalıdır. Bu durum ihmal edildi ği taktirde, değerlendirmelerde yanlış yapma riski ortaya çıkacaktır. Örneğin, bir râvîyi cerh ve ta'dîl açısından incelemek isteyen bir araş tırmacının ilk müracaat edeceği kaynaklar, cerh ve ta'dil kitaplarıdır. Zira ayağı 2 1 . yüzyılda olan araştırmacının bin üçyüz küsur sene ön ce yaşamış olan bir inşam, aracı kullanmaksızın tanıması imkânsızdır. Cerh ve ta'dil kitaplannda bir râvî için "7eyse bi-şey' (bir şey değil dir)" ifadesi kullanılmışsa, söz konusu râvînin son derece zayıf oldu ğu kasdedilmek istenmiştir. Dolayısıyla, böyle bir râvînin rivayet et tiği hadîs, bu kavramlar esas alınarak değerlendirilecektir. Ancak, ay nı ifadeyi, İbn M a î n ( ö . 2 3 3 / 8 4 7 ) , "râvînin son derece az rivayette bulunduğu"nu belirtmek için kulllanmaktadır . İbn Maîn'in hak kında, "leyse bi-şey'" dediği bir râvî, diğer alimlerin dediği gibi de ğerlendirilirse, rivayetine çok zayıf denilmek durumunda kalınır. Halbuki, onun kullandığı anlamla, zayıflığın bir alakası yoktur. Isü lahlardaki bu gibi farklı anlayışlann ihmali, örnekten de anlaşılacağı gibi, değerlendirilen hadîsin kaderiyle oynamaya kadar götürebilir. 259
Bu tür görecelikler, sadece hadîsçiler arasında değil, diğer bilim dallanna mensup alimlerle hadîsçiler arasında da geçerlidir. Buna gö re, hadisler değerlendirilirken, kullanılan ısülahlann hangisinin, han gi alim veya bilim dalı tarafından, hangi anlamda kullanıldığı, bilin mesi gereken önemli hususlardan biridir.
258
K o ç y i ğ i t , Hadîs Istılahları,
259
e t - T e h â n e v î , a.g.e.,
1,160.
s. 3 .
Fakîhler ve hadîsçilerin "sened sayısı açısından hadîslere nasıl baktıkları ve aynı ıstılaha hangi farklı anlamları yükledikleri, bu ko nuda açıklayıcı bir örnek olabilir. Hadîs usûlcülerinin konuyu mütevâtir ve haber-i vâhid şeklinde ikiye ayırmaları, tarihi seyir içerisinde farklılık ve tekâmül arzeder. eşŞafiî'nin ( Ö . 2 0 4 / 8 1 9 ) cr-Risâlc adlı kitabında; örneklendirerek tah lil ettiği bu mevzuya d a i r , ilk hadîs usûlü yazarlarından er-Râmehurmuzî'de bilgi bulamamaktayız . Daha sonraki yazarlardan elHâkim en-Neysâbûrî ( Ö . 4 0 5 / 1 0 1 4 ) , eserinde bu konuya yer ver mekle beraber, bu temas, hadîs râvîlerinin beyanı çerçevesini aşma maktadır . Bu kadarcık temasa İbn Kesîr ( Ö . 7 7 4 / 1 3 7 2 ) ve îbnu's-Salâh'ta ( Ö . 6 4 3 / 1 2 4 5 ) d a rasdamaktayız . 260
261
262
2 6 3
2 6 4
265
Kronolojik sıra içerisinde yukarıda adından bahsedilmeyen elHatîb el-Bağdâdî ( Ö . 4 6 3 / 1 0 7 1 ) , diğerlerinden daha teferruadı bil gi vermektedir ki ileride buna değinilecektir. Hanefîlere gelince, onlar, haber-i vâhidden, terimin sözlük anla mına da uygun olarak "tek kişinin rivayet ettiği haber"i anlamakta dırlar. Buna dayanarak, meselâ Ebû Hanîfe ve İmâm Ebû Yusuf un, haber-i vahidi, kabul edilemez şâz haberler olarak değerlendirdikle ri belirtilmektedir . 266
Ancak daha sonraki devirlerde ve özellikle usûl kitaplarının ted vin edildiği asırlarda, haber-i âhâd anlayışında önemli sayılacak deği şiklikler olmuş ve bu tabir; yalnız bir kişinin bir kişiden rivayet etti ği haberler hakkında değil, iki kişinin iki kişiden, üç veye daha çok kişinin, üç veya daha fazla kişiden rivayet ettikleri haberler hakkında kullanılmıştır . 267
Gerek hadîsçilerin, gerekse fakîhlerin bu ıstılahtaki anlayış farklı lıklarını, aynı dönemde yaşayan biri fakîh, diğeri hadîsçi iki alimin eserlerinden harekede daha net bir şekilde görmek mümkündür. 260
eş-Şâfi'î, M u h a m m e d b . tdris, er-Risâlc, yınlan, istanbul 1 9 8 6 , ss. 1 5 9 - 1 6 8 .
261
B k z . e r - R â m e h u r m u z î , el-Muhaddisu'l-Fâsü,
262
B k z . H â k i m , a.g.e., s . 1 5 0 vd.
263
B k z . Ş â k i r , a.g.e.,
264
B k z . İ b n u ' s - S a l â h , Mukaddime,
265
K o ç k u z u , a.g.e.,
T h k . M u h a m m e d Seyyid K l â n î , K ü l t ü r Ya
s. 1 6 6 v d .
s. 1 7 4 .
266
Ü n a l , a . g . e . , s. 1 3 4 .
267
Koçkuzu, a.g.e., s . 2 2 .
ss.134-137.
s. 6 7 8 .
1. Hatîb el-Bağdâdî ( Ö . 4 6 3 / 1 0 7 1 ) eksenli düşünüldüğünde, Hadîsçilere göre, senedleri açısından hadîslerin, mütevâtir ve âhâd diye ikiye ayrıldıkları görülmektedir . 268
269
Mütevâtir haber; başından sonuna k a d a r , yalan üzere ittifak etmeleri mümkün olmayan bir topluluk tarafından rivayet edilen ha berdir . Durum bu olunca, râvîlerin hallerini araştırmaya gerek kalmamaktadır . 270
271
Haber-i âhâd ise, tevatür sıfatına ulaşamayan haberdir. Bir cema at tarafından da rivayet edilse, kesin bilgi ifade e t m e z . 272
Sünni hadîsçilerin bu taksimi, şia hadîsçilerinde de vardır ve on lar da hadîsleri bu açıdan; mütevâtir ve haber-i âhâd diye ikiye ayır mışlardır . 273
Buna göre, haber-i âhâd olarak tanımlanan haberler, kendi arala rında, meşhur, aziz, garib/ferd diye üç kısma ayrılırlar . Genelde meşhur; herhangi bir tabakada râvî sayısı en az üç o l a n ; aziz, her hangi bir tabakada râvî sayısı en az iki o l a n ve garîb; herhangi bir tabakada râvî sayısı teke d ü ş e n haber-i âhâdlar için kullanılan ıstı lahlar olmaktadır. 274
275
276
277
Sened açısından kullanılan bu ıstılahların sıhhade direkt bir bağ lantısı yoktur. Dolayısıyla, bir hadîsin, meşhur, aziz ve garîb olması, sahîh veya zayıf olmasına engel teşkil etmemektedir. 2. Aynı dönem Hanefî usûlcülerinden es-Serahsî ( Ö . 4 9 0 / 1 0 9 7 ) , daha farklı bir taksim yapmaktadır. Ona göre haberler üçe ayrılmak tadır: 268
e l - B a ğ d â d î , el-Ktiâyc,
269
e l - K â s ı m î , Kavâid, s. 1 4 6 .
s. 3 2 .
270
e l - B a ğ d â d î , a.g.e,
271
İ b n H a c e r el-Askalânî, Nuhbetu'l-Fiker,
272
e l - B a ğ d â d î , a.g.e.,
273
B k z . e ş - Ş e h î d e s - S â n î , cr-Riâye 6 İlmi'd-Dirâye, T h k . A b d u l h u s e y n M u h a m m e d Ali B a k k a l , M e k t e b e t ü Â y e t U l a h i ' l - U z m â , K u m 1 3 0 8 , s. 6 2 .
274
e l - H a f n â v î , M u h a m m e d İ b r a h i m , Dırâsâtun ru'I-Vefâ, 1 9 9 1 , s . 1 6 5 .
275
e d - D i h l e v î , a . g . e . , s. 6 0 ; el-Hafnâvî, a . g . e . , s. 1 6 5 ; e l - K â s ı m î , a . g . e . , s. 1 2 4 ; A y d ı n lı, a . g . e . , s. 9 7
s. 3 2 . M a t b a a n ı U h u v v e t , 1 3 2 7 h., s. 1 9 .
s. 3 2 .
276
e d - D i h l e v î , a . g . e . , s . 6 0 ; e l - H a f n â v î , a.g.e.,
277
e d - D i h l e v î , a . g . e . , s. 7 4 ; e l - K i s ı m î , Kavâid, Aydınlı, a.g.e., s. 6 0 .
Usûliyye
â's-Sünneti'n-Nebeviyye,
s. 1 6 7 ; A y d ı n l ı , a.g.e.,
Dâ-
s. 3 8 .
s. 1 2 5 , 1 2 7 ; e l - H a f h â v î , a . g . e . , s. 1 6 5 ;
a. Mütevâtir haber: Rasûlullah'tan bize kadar, muttasıl olarak ve onu görüp işitenlerin aldığı şekilde ulaştırdığı haberlerdir. Bunu, miktarı sayılamayan, çoklukları, adâlederi ve farklı yerlerden oluşları sebebiyle yalan üzere ittifakları düşünülmeyen bir topluluk rivayet etmelidir. Kur'ân'ın nakli, beş vakit namaz, rekat sayılan, zekât miktarlan, diyeder vs. bu şekildeki mütevâtir haberlerdendir . Bu ha berler, gözle görülenin verdiği gibi, ilm-i yakîn ve ilm-i zarurî ifade ederler. Dolayısıyla, bir kimse böyle bir haberi inkâr ederse, gözüy le gördüğünü inkâr eden kimse gibi, dinini, dünyasım, anasını ve ba basını tanımayan sefih bir insandır . 278
279
Görüldüğü üzere Hadîsçi el-Bağdâdî ve usûlcü es-Serahsî, mütevaririn tarifi ve verdiği ilim hakkında aym görüşü paylaşmaktadırlar. b. Meşhur haber: Alimlerin kendisiyle ameli kabulle karşıladıklan ama yalan üzere ittifak etmeleri mümkün olabilen sayıdaki kişile rin Rasûlullah'tan naklettikleri haberdir . Başka bir ifadeyle Rasû lullah'tan âhâd olarak rivayet edilip, daha sonraki tabakalarda teva tür derecesine ulaşan haberdir . Buna göre, meşhur adı verilen ha ber, asıl itibariyle âhâd, fer' itibariyle mütevâtirdir. Bu haberleri in kâr eden kafir olmaz, ama bunlarla sabit olan bilgi, yakîn olmasa da "turna'nine (tatmini bilgi/ kesine yakın bilgi)" ifade eder. Çünkü bu haberler, her ne kadar iki veya üç kişiden sonra tevatür derecesine ulaşsa da, başlangıçtaki bu iki veya üç râvînin yalan söyleyebilme şüp hesi vardır . 280
281
282
c. Haber-i Âhâd: Haber-i âhâd konusunda her ne kadar es-Serahsî'nin yaptığı özel bir tanıma rastlayamadıysak da, eserinde bu tabiri kullanmasından harekede, bununla; mütevâtir ve meşhurun dışında kalan haberleri kastettiğini anlamaktayız. Hanefi usûlcüsü el-Pezdevî'nin ( Ö . 4 8 2 / 1 0 8 9 ) , haber-i âhâd'ı; bir, iki veya daha çok râvînin rivayet ettiği ancak meşhur ve mütevâtir mertebesine ulaşamayan ha berler olarak tanımlaması da bu anlayışımızı teyit etmektedir. Bu 283
278
e s - S e r a h s î , E b u B e k r M u h a m m e d b . A h m e d , Usûlu's-Scrahsî, Efğanî, Mektebetü'l-Meârif, Riyad tsz., I, 2 8 2 - 2 8 3 .
279
e s - S e r a h s î , a.g.e.,
I , 2 8 3 ; Ü n a l , a.g.e.,
280
e s - S e r a h s î , a.g.e.,
I, 2 9 2 .
281
es-Serahsî, a.g.e., 1 , 1 3 1 .
T h k . E b u ' i - V e f a cl-
s. 1 3 0 .
282
B k z . e s - S e r a h s î , a.g.e., I , 2 9 2 .
283
el~ B u h â r î , A b d u l a z i z , Keştu'l-Esrar alâ Usûli'l-İmâm, Fahru'l-İslâm Ebu'l-Huseyn Ali b . M u h a m m e d e l - P e z d e v î , M a t b a a t u Şirketi's-Sekâfiyye e l - O s m â n i y y e , 1 3 0 8 h., II, 3 7 0 .
şekildeki haber-i âhâd, es-Serahsî'ye göre, râvînin yanılma ihtimalin den dolayı ilm-i yakîn ifade etmez. Ravîye beslenen hüsnü zandan dolayı bu tür haberlerle amel edilir. Adaletinden dolayı, râvînin doğ ru olduğu tercih edilir. "İlmu yakîn" ifade etmediği için, bu haber leri, inkâr edenlerin küfrü gerekmez. Ancak münkiri dalâlede suçla nır. Bununla beraber, amel etmek de vaciptir . 284
Bütün bunlardan harekede, Hatîb el-Bağdâdî özelinde hadîsçilerin, es-Serahsî özelinde de Hanefi usûlcülerinin haberi taksimi konu sunda şöyle bir tablo karşımıza çıkmaktadır:
Râvî Sayısı Açısından Haberler
I r
1r
Hadisçi el-Bağdâdrye Göre
Hanefi Usulcüsii esSerahsî'ye Göre
1
ir Mütevâtir
Haber-i âhâd Mütevâtir
1r Meşhur
ı Azîz
Meşhur
1r
Garîb
Heber-i V â h i d
Bu şemaya göre şu durumlar ortaya çıkmaktadır: 1. Hadîsçilere göre haber-i âhâd olarak kabul edilen "meşhur", Hanefî usûlcülerine göre "haber-i âhâd" değildir. 2. Hanefî usûlcülerinin "meşhur" dediği her haber, hadîsçilere göre her tabakada istenen râvî sayısına ulaşmadığı için "meş hur" değildir. Zira, hadîsçilere göre "meşhur" kabul edilme284
cs-Serahsî, a . g . e , I, 1 1 2 .
yen bazı haberler, Hanefilere göre sonradan şöhret bulduğu için "meşhur" sayılmaktadır. Hatta bazen, hadîsçilerin "garib" dediği haberler bile Hanefilere göre "meşhur" addedilebilmektedir. Hadîsçilerin her "meşhur" dedikleri de Hanefî usûlcülerine göre "meşhur" değildir. Çünkü her tabakada en az üç râvî tarafından rivayet edilen bir hadîs, her zaman şöh ret bulmayabilir. 3. Hanefilerin "haber-i âhâd" dediği her haber, hadîsçilere göre de "haber-i âhâd"dır. Ancak, hadîsçilere göre "haber-i âhâd" olan her haber, Hanefilere göre "haber-i âhâd" değildir. Bu durumu; "Ameller ancak niyedere göredir... (İnncme'I-a'mâlu bi'n-niyyât...)" hadîsi örnekliğinde daha açık bir şekilde anla mak mümkündür. Bu hadîs, ne hadîsçilere göre, ne de Hanefi usûl cülerine göre mütevâtirdir . Hadîsin sahabî râvîsi sadece H z . Ömer'dir. Ondan Yahya b. Sa'îd'e gelinceye kadar şöhrete ulaşma mış olan bu h a d î s , ondan sonra ikiyüzden fazla (bir rivayete göre yedi yüz) râvinin rivâyetiyle şöhrete ulaşmıştır . Dolayısıyla hadîs çilerin bakış açısına göre "haber-i âhâd"ın "garib-meşhûr" kısmın dan sayılmalıdır. Ancak hadîsi, Yahya b. Sa'îd'den 200'den fazla ki şi rivayet e t m e s i ve ondan sonra şöhrete ulaşması hatırlandığında, Hanefi usûlcülerinin bakış açısına göre meşhur sayılmalıdır. Zira ha dîs, aslına (yani H z . Ömer'den Yahya b. Sa'îd'e kadarki râvîlere) nisbede "haber-i âhâd", fer'ine (yani ondan rivayet eden 200'den tazla kişiye) nispede "mütevâtir", dolayısıyla "meşhur" olmaktadır. 285
286
287
288
289
Kapsam ve bilgi değeri açısından farklı olarak anlaşılan ıstılahlar la ilgili bu durum, aşağıdaki şemadan daha rahat anlaşılabilir.
285
Buhâri, Bed'ü'l-Vahy, 1 ( I , 2 ) .
286
B k z . İ b n u ' s - S a l â h , M u k a d d i m e , s. 1 3 5 ; e l - L e k n e v î , M u h a m m e d A b d u l h a y y , Z a / e ru'I-Eminl S Muhtasari'l-Cürcinî, T h k . Takıyyuddin en-Nedvî, el-İmârâru'l-Arabiyye, H i n d i s t a n 1 9 9 5 , s. 5 5 .
287
e l - I ^ k n e v i , Zafcru'l-Emâni,
288
G a r i b - m e ş h û r , b a ş l a n g ı ç t a t e k kişi tarafından rivayet e d i l m e s i n e r a ğ m e n , s o n r a d a n ş ö h r e t e u l a ş a n H a d î s ( A y d ı n l ı , a . g . e . , s. 6 0 ) .
289
e l - L e k n e v î , Zaferu'l-Emânî,
s. 5 5 .
s.55.
Hadisçilere Göre Mütevâtir
Hanefîlere Göre Mütevâtir
Hadisçilere Göre Haber-i Vâhid
Hanefîlere
Hanefîlere
Göre
Göre
Meşhur
Haber-i Vâhid
B u semadaki üçgen; bütün hadîsleri kapsamaktadır. Yatay çizgi ler; hadîsçilerin taksimini, dikey kaim çizgi de faMhlerin taksimini göstermektedir.
290
Şemadan da anlaşıldığı üzere, az sayıdaki mütevâtirin dışmda kalanlar, hadisçilere göre haber-i vâhid olmaktadır. Onların haber-i vâhid olarak nitelendirdikleri bu alanı, fakîhler meşhur ve haber-i vâ hid diye tekrar ikiye ayırmakta ve sadece bu alandaki haber-i vâhid için; "zan ifade eder" demektedirler. Dolayısıyla, "Haber-i vâhidler, kesin bilgi ifade etmezler" şeklinde genellemeci bir yargı, gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü, Hanefîlere göre, haber-vâhid ile mütevâ tir arasında, "meşhur" adı verilen haberler bulunmaktadır. Bunlar ise kesine yakın bilgi ifade ederler ve sahîh kabul edilirler. Halbuki hadîsçiler, "meşhûr"la "sıhhat" arasında direkt bir bağlantı kurmazlar. Onlara göre, sened bakımından meşhur olan bir hadîs, zayıf da ola bilir. Fakat, Hanefilerin meşhur dediği aym zamanda sahîh demek tir. Buna göre, hadîsçilerin Haber-i vâhid diye adlandırdıkları hadîs ler arasında, Hanefilerce, kesine yalan bilgi ifade eden meşhurlar da 290
B k z . e l - H â z i m î , a.g.e., s. 3 7 .
yer almaktadır. Aynca Hanefilerin haber-i vâhid dediği haberlerin râvîleri eğer adil iseler onlarla da amel vacib olur. Binaenaleyh, fakîhlerin kendilerine göre çok dar bir anlamda ta nımladıkları "haber-i vâhid"e verdikleri "zan ifade eder" hükmünü; hadîsçilerin çok geniş manada tanımladıkları "haber-i vâhid"le özdeşleştirip, fakîhlerin hükmünü, hadîsçilerin "haber-i vâhid"ine giy dirmek, ya ıstılahlara bütüncül bakamayışın getirdiği bir yanlışlık; ya da kavram kargaşasından istifadeyle bulanık suda balık avlamak arzu sunun bir tezahürü olarak görülebilir. Burada sayın Koçyığit'in özede sunacağımız şu ifadelerini hatır lamanın yararlı olacağım düşünüyoruz: Hadîs usûlcülerinin, mütevâtir derecesine ulaşmamış olan meş hur haberleri bile âhâddan saymaları, bu çeşit haberlere karşı ileri sü rülen itirazlarda göz önünde tutulması gereken önemli bir husustur. Zira ilk asırlarda mutezilenin zuhuru ile birlikte haber-i vahidin din de hüccet olarak kullanılıp kullanılamayacağı hususunda ortaya çıkan münakaşalarda, mezkûr tabirle kasdedilen mananın, yalnız bir kişi tarafından rivayet edilen haberlere mi (ki ilk dönemlerde Şafiî, Ebû Hanîfe ve İmâm Muhammed bu anlamda kullanmıştır), yoksa daha sonraki asırlarda usûl kitaplarında görülen ve aziz ve meşhur denilen haberleri de içine alan âhâd'a mı delâlet ettiğini kesinlikle tespit et mek gerekir. Zamanımızda bile, itikadi konulann istinbatında kulla nılan bazı hadîslerin reddedildiği görülmektedir. Bunun gerekçesi, kullanılan âhâddan olmalarıdır. Bu mana ile, mutezilenin söz konu su ettiği yalnız bir kişinin haberi mi kasdedilmektedir? Yoksa, hadîs usûlü kitaplarında söz konusu edilen ve mütevâtir sayılmasa bile çok kişi tarafından rivayet edilerek meşhur adım alan, fakat âhâd sayılan hadîs çeşidi de mi kasdedilmektedir? Âhâd haberlerin bilhassa itikadî konularda delil olarak kullanılamayacağı görüşünü benimseyenle rin, âhâdın zaman içinde sahip olduğu bu değişik manaları arasında, hiçbir ayırım yapmaksızın onu reddetmeleri, meseleyi saptırmakta ve yanlış sonuçlar doğurmaktadır. Eğer bu kimseler, mutezilî görüşü benimsemeye meyyal olarak âhâd haberleri reddediyorlarsa, bu ha berlerin, yalnız bir kişi tarafından rivayet ettiği haber cinsinden oldu ğunu açıklamak zorundadırlar. Haber-i vahidi reddeden mutezile, onu eş-Şâfi'î gibi anlamıştır ve her ikisi de tek bir kişi tarafından nak ledilen haberi kastetmişlerdir . 291
291
B k z . K o ç y i ğ i t , Hadîs Isülahlan,
ss.22-24.
Istılahların bütünlük içerisinde görülmesi gerekliliğini vurgula mak için seçtiğimiz "haber-i vâhid" örneğiyle ilgili görecelik duru mu, büyük oranda diğer terimler için de geçerlidir. Hadîs değerlen dirmelerinde en azından böyle bir ihtimalin varlığının g ö z önünde tutulması bilimsel ciddiyetin gereklerindendir. c. Istılahlara Bütüncül Bakışın İhmali ve Götürdüğü Yanlışlıklar Yukanda çeşidi örneklerle; bir hadîs teriminin birden çok anlam da kullanılabileceği, birden çok anlamın bir terimle ifade edilebilece ği, farklı bilim dallarının aynı terime farklı anlamlar yükleyebileceği ve hatta bazı alimlerin bazı terimleri genel anlamıyla ilgili olmayan tamamen kendine ait olan özel bir anlamda kullanabileceğinden bahsedildi. Bunlar, genelde bütün bilimlerin, özelde de hadîsin, kendine ait ıstılahlarının derinlik ve genişlik durumunun göz önüne alınmadan anlaşılamayacağını gösterir hususlardır. Günümüz hadîs değerlen dirmelerinde bütüncül bakış açısının önündeki önemli engellerden biri de; hadîs kavramlanndaki esnekliğin gözden kaçırılması, ihmali veya ihlalidir. Bırakalım kavramlardaki esnekliğe vakıf olmayı, kav ramların genel anlamlarından haberdar olmayanların bile bir şekilde bu ilimle uğraştıkları bir ortamda gülünç yanlışlıkların ortaya çıkma sı kaçınılmaz olmaktadır. Konunun ehemmiyetine işaret etmek ama cıyla bunlardan bazılarına değinilecektir\ Hadîs öğretim ve öğrenim (tehammul ve eda) yollarından biri olan "mükâtebc"nin, bazı batılı araştırmacılar tarafından, "mektup laşma" şeklinde anlaşılması, bu örneklerden biridir . 292
Bu şekildeki bir başka ıstılah yanlışlığına, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisinde rasdanmaktadır. Bu eserde, "hadîs" maddesi anla tılırken, hadîs kitaplarından ve onlann çeşiderinden bahsedilir. Bu türden eserlerden olan "câmi"lerden şu şekilde bahsedilir: "...Cami ler. Bütün hadîs bablannı içine alan hadîs kitapları. Sekiz olarak ka bul edilen bu bablar şunlardır: Akaid, ahkâm (dini hükümler), rikâk (köle ile ilgili hükümler)..." . Bu ifadelerde de görüldüğü gibi, "ri kâk" parantez içerisinde, "köle ile ilgili hükümler" olarak açıklan mıştır. Halbuki hadîs kitaplarındaki konu başlıklarında geçen bu ıs tılahla; "zühde, ahirete yönelmeye, iyiliğe teşvik etmeye, kötülükten sakındırmaya dair hadîsler" kastedilir . 293
294
292
B k z . F u a t S e z g i n , a . g . e . , s. 4 0 - 4 1 .
293
Türk Dili vc Edebiyatı
294
Aydınlı, a . g . e . , s. 1 2 9 .
Ansiklopedisi,
D e r g â h Yayınlan, İ s t a n b u l 1 9 8 1 , I V , 9 .
Istılahlara vakıf olmamaktan kaynaklanan yanlışlıklardan biri de şu ifadelerde kendini göstermektedir: "Sahîhayn'de 2 0 0 ' ü aşkın ga rip ve ilginç hadîs mevcut olup bunlar hakkında el-Makdisî tarafın dan "Garâibu's-Sahîhayn" adlı bir eser telif edilmiştir. el-Makdisî bu eserinde söz konusu iki büyük hadîs kitabında yer alan 200 küsur ga rip ve tuhaf hadîsi ele almıştır" . 295
Ebû Reyye'nin eserinin tercümesinden yapılan bu alıntı, eserin müterciminin hadîs ıstılahlarına vukufiyetsizliğinden kaynaklanan bir tercüme hatasıdır . el-Kevserî ( Ö . 1 3 7 1 / 1 9 5 1 ) , el-Hâzimî'nin(ö. 5 8 4 / 1 1 8 8 ) mezkûr eserinde "û Ibtâli Kavli Men Zc'amc Erme Şarte'l-Buhâri..." diye başlayan babında yer verdiği bir ifadesine katkı olarak aynen şunları söylemektedir: "...Sahîhaynda garîb hadîs tü ründen 2 0 0 ' ü aşkın rivayet bulunmaktadır ki, bunlar, herhangi bir tabakada rivayette tek başına kaldığı hadîslerdendir. Hatta Hâfiz ezZiyâ el-Makdisî bu konuda, "Ğaraibu's-Sahîheyn" adıyla bir kitap telif etmiş ve orada "sahîhan"da tahrîc edilmiş garib ve ferd hadîs tü ründen 2 0 0 ' ü aşkın rivayet zikretmiştir" . 296
297
Görüldüğü gibi yazar burada, Ebû Reyye'nin kitabının müterci minin, bu ifade üzerindeki keyfi tasarruflarından ve bilgi eksikliğin den kaynaklanan hatasına ortak olmuştur. Zira açıktır ki, burada "tu haf ve ilginç" hadîslerden söz edilmemekte, "garib ve ferd" hadîsler bahse konu yapılmaktadır. Oysa hadîs literatüründe, "Ğarâibu Şu'bc", "Garâibu Mâlik" gibi kavramlar kullanılarak telif edilmiş bu türden pek çok eser mevcuttur. Bunlar, o kimselerin "ilginçliklerini" ve "tuhaflıklarını" değil, naklettikleri garîb/ferd hadîsleri ihtiva eden çalışmalardır . 298
Hadîste yoğun olarak kullanılan bir kavram vardır: Rivayet. B u . kelimenin mazisi, bazen malum (reva), bazen de meçhul (tuviye) şeklinde kullanılır. Malum fiil şeklinde kullanılan bu ve benzeri riva yet lafızları, aynı zamanda, hadîsin hocadan muteber bir yolla alındı ğını gösterir işarederden sayılır ve bunlara "cezm sigası" denilir. Meçhul sigayla kullanılanlara ise, "temriz sigası" denilir ve bununla, 295
Ö z t ü r k , Yaşar N u r i , Kur'ân'daki
296
E b û R e y y e ' n i n ifadesi için b k z . E b û R e y y e , M a h m u d , Muhammedi dınlatılması, Ç e v . M u h a r r e m T a n , Y ö n e l i ş , i s t a n b u l 1 9 8 8 , s. 3 3 8 .
İslâm, Yeni B o y u t , İ s t a n b u l 1 9 9 4 , s. 1 3 9 .
297
e l - H a z i m î , a . g . e . , s. 3 1 .
298
B k z . Sifil, E b u Bekir, Modem t a n b u l 1 9 9 7 , s. 1 7 .
İslam Düşüncesinin
Tenkidi
Sünnetin
Ay
1, Rayihan Yayınlan, İ s
hadîsin hocadan muteber bir yolla alındığına kesinlikle delâlet etme yen sigalar anlaşılır . 299
"Ruviynâ (bize rivayet edildi ki)" şeklinde bir kelime, temriz sigasındadır. Ancak bu, "reveyna"diye okunursa, cezm sigası olur. Bir tercümede, bu incelik ihmal edilmiş ve, aslında "ruviynâ (bize riva yet edildi ki)" şeklinde okunması gereken kelime; "raveynâ" diye okunmuş ve; "rivayet edeceğimiz" şeklinde tercüme edilmiştir. Algı lama yanlış olunca aslı; "Yine bu konuda İbn Abbâs'tan bize rivayet edildi k i . . . . " şeklinde olan bir ifade; tercümede "Bizim İbn Ab bâs'tan rivayet ettiğimiz bir hadîs ise şöyledir..." halini almıştır. Yine aynı eserde, bir hadîs ıstılahı olan "ceyyid" , " y e n i " diye Türkçeye çevrilmiştir. Halbuki "ceyyid" bir hadîs ıstılahı olarak, ge nellikle "hasen li-zatihi mertebesinden yüksek olmakla beraber, sa hîh derecesine ulaştığından tereddüt edilen hadîsler" için kullanı lır. 300
301
302
303
304
Hadîs terimlerine vakıf olmamaktan kaynaklanan bir başka yan lış, Sünen-i Tirmizî TercümesFnde yapılmıştır. Hadîsin tercümesi şu şekilde verilmiştir: "Ebû Hureyre'den bu geçen hadîsin eşini bize tahdis (rivayet) etti ve (fakat) onu Rasûl-i Ekrem'e kaldırmadı. Bu ri vayet bizce Abdussamed'in, Şu'be'den rivayetinden daha sağlam dır" . 305
Burada "Rasûlullah'a kaldırmadı" ifadesi yanlıştır. Bilindiği üze re hadîsler, müntehasına göre; merfu" (Rasûlullah'a nispet edilen ler), mevkuf (sahabeye nispet edilenler) ve maktu' (tabiîne nispet edilenler) olmak üzere üç kısma ayrılırlar. Eğer bir hadîsi, râvînin Rasûlullah'a nispet etmediği başka bir ifadeyle hadîsin "merfu"' ol madığı vurgulanacaksa, kullanılan ifadelerden biri de, "lem yerfe>»306 cür. Bunun anlamı, "sahabî bu hadîsi merfu' olarak rivayet et medi" demektir. Bu ifade parantez içerisinde açıklanmalıydı veya en azından tercüme; "...Ebû Hureyre'den yukarıdaki hadîsin bir benze299
B u iki terim için b k z . Aydınlı, a . g . e . , s. 4 5 , 1 5 4 .
300
İ b n u ' l - C e z e r i , en-Neşrrt'l-Kıraati'l-Aşr, M u s t a f a M u h a m m e d , Mısır t s z . , I , 3 .
301
O k ç u , A b d u l m e c i d , Kur'ân
302
İ b n u ' l - C e z e r i , a . g . e . , s. 3 .
303
O k ç u , a . g . e . , s. 1 3 .
T h k . Ali M u h a m m e d e s - S a b b â ğ , M a t b a a n ı
ve Kıraat, E k e v Yayınlan, E r z u r u m 2 0 0 1 , s. 1 2 .
304
B k z . Aydınlı, a . g . e . , s. 4 4 .
305
M o l l a m e h m e t o ğ l u , Sünen-i
306
M e s e l â b k z . T i r m i z i , Tefsir, 8 ( V , 2 5 0 ) .
Tirmizi Tercümesi,
V, 4 9 .
rini rivayet etti, fakat onu Resûlullah'a nispet (veya izafe) etmedi. (Yani Ebû Hureyre'nin sözü olarak nakletti)..." şeklinde verilme liydi. 307
Şüphesiz, hadîs ilmine yabancılıktan kaynaklanan hatalar bu sayı lanlarla sınırlı değildir. Ancak, bundan daha mazur görülebilecek ba zı teknik yanlışlıklar da yapılmaktadır. Bunlar daha çok rical (râvîler) hakkında bilgi noksanlığından kaynaklanan hatalardır. Muhtemelen acelecilik veya ihmalden kaynaklanan bu tür yanlışlıklar, yoğun ola rak râvî isimlerinin okunuşlarında görülmektedir. 308
Meselâ, Cübeyr b. Mut'im'in, "Cübeyr b. M u t ' a m " diye; İbn Ebî Müleyke'nin, "İbn Ebî Melike"; Sa'd b. Ebî Arûbe'nin, "Said b. Ebî Urûbe"; Yahya b. Sa'îd el-Kattân'ın, "Yahya b. Said el-Kettan"; İmrân b. Husayn'ın, "Ümran b. Huseyn"; Semure b. Cündeb (Cündüb)'in "Semre b. C ü n d ü b " şeklinde okunması bu tür ha talardan sayılabilir. 309
Ancak gerçekten rical bilgisini gerektiren bazı durumlar da var dır. Aym ismi taşıyıp farklı dönemlerde yaşayan değişik insanlar İs lâm tarihi boyunca var olmuştur. Bunların kim olduğu iyi bir araştır madan sonra ortaya çıkar. Bu yapılmadığı takdirde, ilgili şahısla ilgi li yapılan yorumlar, yanlış sonuçlar doğurabilir. Böyle bir yanlışlık Goldziher'den nakledilmektedir. O, Encyclopedia of Religion and Ethics için yazdığı, "Education" maddesinde, küttaplardan söz ederken, okuma-yazma için de kullanılan ve levh denilen tahtaların bulunmasını ilk devirde bu mekteplere işaret eden bir delil olarak ortaya koymuş, hanım sahabî Ümmü'd-Derdâ'nın ders okuttuğu bir çocuk olan Abdurabbih b. Süleyman için bazı cümleleri tahtaya yazdığım bildirmiştir. Halbuki onun bahsettiği ve sahabî (companion) dediği Ümmü'd-Derdâ'nın, gerçekte sahabî olan Ümmü'd-Derdâ değil, tabiînden olan küçük Ümmü'd-Derdâ olduğu belirtilir . 310
Bütün bunlar, hadîs ilimleri ve ıstılahlarım bilmenin, hadîsi ter cüme edecek, iktibas edecek, değerlendirecek veya ondan birtakım sonuçlar çıkaracak kimseler için "olmazsa olmaz" şart olduğunu 307
B o z k u r t , a . g . m . , s. 2 6 3 .
308
B k z . Ş i m ş e k , M . S a i t , Günümüz
309
B k z . Ö z t ü r k , Kur'ândıki
310
B k z . B o z k u r t , a . g . m . , s. 2 2 4 .
Tefsir Problemleri,
K i t a p D ü n y a s ı , T s z . , s. 1 2 4 .
İslam, s. 7 3 , 1 3 6 , 1 4 3 , 6 4 8 .
gösterir bazı değerlendirmelerdir. Bunların farkında olmak, hadîse bütüncül bakışta atılması gereken ilk adımların gereğidir ancak ta mamı da değildir. Bütüncül bakış, merdivenleri teker teker çıkıp, olaya yukarıdan ve kavrayıcı bir tarzda hakim olmayı gerektirmekte dir. Bunun için atılması gereken bir başka adım, hadîsleri değerlen dirirken önyargılardan mümkün olduğu kadar uzak durabilmektir. 3. Hadislere Önyargılı Yaklaşım a. Önyargının Çağrıştırdıkları Françis Bacon, "Bizi yanılmalara götüren bir takım ön yargıları mız vardır ki, bunlar gerçeği olduğu gibi algılamamıza engel olur lar" derken, ön yargıların anlamada ne denli yanıltıcı olduklarım vurgulamak istemiştir. 311
Önyargı; genelde, bir kişi, görüş, ya da bir şey hakkında, belirli bir takım koşullara, olay, durum ve görüntülere dayanarak önceden edinilmiş ya da oluşturulmuş fikir veya daha kısaca, "önceden ve rilmiş y a r g ı " diye tanımlanır. Şüphesiz önyargının oluşumunda çeşitli faktörler rol oynamaktadır. Bunlardan bazılarının, insanın içinde yaşadığı fizikî, ailevî ve sosyal çevre, insanın fizyolojik yapısı, istek, hedef ve amaçlan, geçmişteki deneyimleri ve aldığı eğitimi ola rak kabul edilmektedir . 312
313
314
Bu bağlamda, bir teze duygusal olarak bağlanmaktan, öncülleri, nesnel bir biçimde değil de, önyargılı olarak değerlendirmekten olu şan yanlışlıklar, önyargı yanlışı olarak kabul edilmektedir . Ancak burada; "Acaba insan önyargılanndan kurtulabilir mi?" sorusunun cevabım bulmak önemli görünmektedir. 315
Hemen hemen bütün tutumlar, bir ölçüde önyargı olarak nitele nebilir. Çünkü insanlar tutumlanmn haklılığını kamdayacak birinci el bilgiye ancak nadiren sahip olabilirler . Aslında, önyargılann ço316
311
T ü r k d o ğ a n , O r h a n , Bilimsel Değerlendirme yınlan, i s t a n b u l 1 9 9 5 , s. 2 8 .
312
C e v i z c i , a.g.e., s. 7 2 1 ; G o r d o n M a r s h a l l , Sosyoloji Sözlüğü, Ç e v . O s m a n AkınhayD e r y a K ö m ü r c ü , Bilim ve S a n a t Yayınlan, A n k a r a 1 9 9 9 , s. 5 5 9 ; B u d a k , S e l ç u k , Psi koloji Sözlüğü, Bilim ve S a n a t Yayınlan, A n k a r a 2 0 0 0 , s. 5 7 2 . Terimleri
Sözlüğü,
ve Araştırma
Metodolojisi,
M E B Ya
313
A k a r s u , B e d i a , Felsefe
314
B k z . B u d a k , a.g.e.,
315
B k z . C e v i z c i , a . g . e . , ss. 4 3 - 4 8
316
Clifford T . M o r g a n , Psikolojiye/Giriş Ders Kitabı, Ç e v . H ü s n ü A n c ı ve diğerleri, H a c e t t e p e Üniversitesi Psikoloji B ö l ü m ü Y a y ı n l a n , A n k a r a 1 9 8 0 , s. 3 6 7 .
s. 5 7 2 ; C e v i z c i , a.g.e.,
T D K Yayınlan, A n k a r a 1 9 7 9 , s. 1 3 8 . s. 7 2 1 ; A k a r s u , a.g.e.,
s. 2 8 .
ğu, ana-baba başta olmak üzere, diğer önyargılı kişilerden öğrenilir. Önyargılı etkenler, bilinçli veya bilinçsiz olarak insanların önyargılı yetişmesine neden olurlar. Bir bireyin rasdadığı, ilişki kurduğu bir çok insan önyargılı olabilir ve birey, uyma davranışının bir sonucu olarak bu insanların önyargılarını benimseyebilir . Böylece oluşan önyargılar, bir kere oluştuktan sonra da kolay kolay değişmezler . 317
318
Bununla beraber önyargılar, bilinçli veya bilinçsiz olmak üzere iki kısımda değerlendirilebilir. Çevrenin etkisiyle zamanla ve iradî ol maksızın oluşan bilinçsiz önyargılardan kurtulmanın çok zor, hemen hemen imkânsız olduğu, bu itibarla ön yargılı olma veya olmamanm iradî bir durum olmadığı söylenebilir. Buna göre insanlar, istedikle ri zaman önyargısız davranamazlar. Çünkü herkes, bir şekilde, far kında olmaksızın içinde yaşadığı, beslendiği şartların ve ileriye dönük isteklerinin kuşatması çerçevesinde düşünmekte ve davranmaktadır. Ancak bireyin, bu durumun farkında olması önemli yararlar sağ l a r . Bunun yanında, bilinçli diyebileceğimiz önyargılardan, özel likle bilimsel çalışmalarda uzak durma zorunluluğu vardır. Bu tip bir önyargı, ferdi yargılardan bağımsız ve standardize edilmişse, o yargı artık büyük ölçüde nesnel, yani objektif sayılabilir. Aksine, fertlerin bilinçli veya bilinçsiz eğilimlerinin baskın etkisi altında ise, bu yargı öznel yani sübjektif olmaktadır . 319
320
Aslında önyargı, "onlar" ve "biz" ayırımını kapsayan iç-gruplar ile dış-gruplann varlığının hem bir sonucudur, hem de onu güçlen dirmektedir. İç-grup ve dış-grupların tutumları, özünde birbirlerine benzerdir. Çünkü iç-grup duygusu, mutiaka bir dış-grup duygusu nu yansıtır ve tersi için de aynı şey geçerlidir. Hatta birisinin, kendi kimliğini, ötekine karşı zıtiığından türettiği bile iddia edilebilir. Bu anlamda, iç-grubun uyumu ve duygusal güvenliği açısından bir dış grubun varlığı tam anlamıyla bir gerekliliktir . Önyargının hem nedeni, hem de sonucu olan bu tür anlayışlara farklı biçimlerde rast lamak mümkündür. Ancak burada, meselenin hadîs değerlendirme lerine etkisi üzerinde durulacağı için konuyla ilgili teferruata girilme yecektir. 321
317
CUfford T . M o r g a n , a.g.e., s. 3 7 0 .
318
CUfford T . M o r g a n , a.g.e.,
319
U s t a , N i y a z i , "Aklın Kullanımı H o ş g ö r ü vc T o p l u m s a l B a r ı ş " , Atatürk si, Sayı: İ 6 , E r z u r u m 2 0 0 1 , s. 1 0 4 .
s. 3 7 0 .
320
B k z . T ü r k d o ğ a n , a.g.e., s. 2 2 3 .
321
G o r d o n M a r s h a l l , a.g.e., s. 5 6 0 .
ÜİF
Dergi
b. Hadiste Önyargı vc Değerlendirmelere Etkisi Her hadîsin ait olduğu bir bütün ve her bütünü oluşturan farklı rivâyeder vardır. Bu anlamda, ait olduğu bütünden koparılarak riva yet edilen ve bağımsızmış gibi görünen bir hadîsi H z . Peygamber'in maksadına uygun olarak anlamanın en sağlıklı yolu, ait olduğu bü tün içerisinde değerlendirmektir. Ait olduğu bütünden bağımsız ri vayet edilen parça bir hadîs, aslında savunmasız ve birçok şekilde an laşılmaya müsaittir. Bu anlaşılmaları yönlendirecek unsurlardan biri de önyargılardır. Daha ilk başta devreye giren ve çoğu zaman devre de olduğunun farkında bile olunamayan önyargılar, bazen bir hadî sin hiç de uygun olmadığı bir anlamda kullanılmasına, yorumlanma sına ve hatta eleştirilmesine neden olabilmektedir. Bunun çeşidi te zahürleri bulunmaktadır ki burada onlardan kısaca bahsedilecektir. Bazı önyargdar, zaman zaman birtakım sloganik ifadelerle temsîl edilmeye çalışılırlar. Özellikle, hadîsle bağlantılı olarak, "ehl-i rey" ve "chl-i hadîs"i bu kategoride değerlendirmek mümkün görün mektedir. Aslında kelime anlamıyla fazla bağlantılı olmayan ve daha çok arka plamnda, Arap-mevâlî, ya da, mutezile-ehl-i sünnet çatış masının olduğu belirtilen bu iki anlayışa, bazı önyargıların neden olduğu ve daha sonra da bu kavramların bizatihi kendilerinin önyar gılara neden olduğu düşünülebilir. i22
323
ez-Zeyle'î ( ö . 7 4 3 / 1 3 4 2 ) , Nasbu'r-Râyc mukaddimesinde, "ehli rey" tabirinin doğusuyla ilgili olarak bir Hanbelî alimin, "Rey ehli tabiri, "halk-ı Kur'ân " meselesi ortaya çıktıktan sonra, ilk râvîler ta rafından Iraklılara yani Ebû Hanîfe ve ona tabi olan Kûfe'lilere alem olarak verilmiştir" şeklindeki görüşlerini naklettikten sonra, bu görüşü teyiden, "Fukaha arasında "ehl-i rey" ve "ehl-i hadîs" diye aslı olmayan iki Arkanın tasavvur edildiğini, bunun Ahmed b. Hanbel mihnesinden sonra bir kısım cahil nakilcilerin ifadelerini kullanan bazı saf müteahhirînin hayalinden ibaret olduğunu" belirterek , rey kullanmada, fakîhler arasında bir farkın bulunmadığına işaret et324
325
322
Bilgi için b k z . e l - K â s ı m î , Kavâidu't-Tahdîs, ss. 3 3 6 - 3 4 4 ; Özafşar, M . E m i n , "Kül tür T a r i m i z d e R e y - E s e r Ç a t ı ş m a s ı D i n î , Psikolojik, S o s y o Kültürel T e m e l l e r i " , A ÜİF Dergisi, Sayı: X L I , A n k a r a 2 0 0 0 , s s . 2 2 5 - 2 7 4 .
323
B k z . Ü n a l , a . g . e . , s. 4 3 - 4 8 .
324
e z - Z e y l e ' î , C e m a l u d d i n E b û M u h a m m e d , Nısbu'r-Riye Mektebetü'l-İslâmiyye, 1 9 7 3 , 1 , 2 1 .
325
B k z . ez-Zeyle'î, a.g.e., I , 2 2 - 2 3 .
6 Ehâdîsi'l-Hidâye,
el-
326
m e k t e ve aslında bu tabirlerin spekülatif olduğunu da imâ etmek tedir. Nitekim İmâm eş-Şâfi'î'nin bazı hadisçilere (ashâb-ı hadis); "Siz eczacılarsınız, biz de doktorlarız" şeklindeki ifadesi hatırla nırsa, onun kendisini ehl-i hadîsin dışında kabul ettiği ortaya çık maktadır. Ama daha sonraları o, kendisi kabul etmemesine rağmen ehl-i hadîsin kurucularından kabul edilmek istenmiştir. 327
Ortaya çıkışı, tanımı ve bu tanıma hangi alimlerin girdiği konu sundaki tartışmaların spekülatif olduğuna inandığımız bu iki kavra mın, konumuz açısından önemi, belli bir dönemden sonra, hadîse özellikle bazılarının cerh ve ta'diline, önyargılı bakışları da berabe rinde getirmiş olmasıdır. Çünkü önyargı, bir taraf olmayı gerektirir. Kendilerini ehl-i hadîs kabul eden bir iç-grubun, kendileri dışında bir dış-gruba ihtiyaçları vardır. Aynı durum ehl-i rey için de geçerli dir. Hatta bunlardan birinin varlığım sürdürebilmesi, ötekinin varlı ğına bağlıdır. Bu durumda, hadîs değerlendirmelerinin bütünlüğü de tehlikeye girmektedir. Başka bir ifadeyle, değerlendirmeler, yan lı/parçacı bakış açısına göre yapılabilmektedir. Bunu en bariz örne ğini, cerh ve tadil kitaplarının Ebû Hanîfe başlıklarında görebiliriz. Bu kaynaklarda o, hem cerh, hem de ta'dil edilmektedir. Ebû Hanîfe'yi ( Ö . 1 5 0 / 7 6 7 ) cerhedici ifadelerden bazıları şunlar dır: sika değildir (lâ sikatun), güvenilir değildir (lâ me'mûnun) , hadîsi yazılmaz (lâ yuktcbu hadîsuhu), nafiz değildir (leysc bi'l-hâûz), muzdaribu'l-hadîstir , hadîs sahibi değildir (lcysc bi-sâhibi hadis), mürcüdir , şeytandır, Rasûlullah'ın hadîslerini kendi reyiyle reddetmiştir . 328
329
330
331
Onu ta'dil edici lafızlardan bazıları ise şunlardır: Irak'ın fakîhi (fakîhu'l-Irak), imâm, verâ sahibi (verrâun), âlim, âmil, en fakîh (cfkah), en veralı (erva'), en akıllı (a'kal) , sikadır ve ezberlediklerini rivayet eder, ezberlemediklerini rivayet etmez, insanların en fakîhidir 332
326
Ü n a l , a . g . e . , s. 4 8 .
327
c z - Z e h e b î , Siycru A'lâmi'n-Nübelâ, Thk. Şu'ayb el-Arnavutî-Muhammed Müessesetü'r-Risale, B e y r u t 1 4 1 3 , X , 2 3 .
328
İ b n Adiyy , A b d u l l a h e l - C ü r c â n i , el-Kâmil Dâru'l-Fikr, Beyrut 1 9 8 8 , 3.b., V I I , 5.
329
İ b n Adiyy, a.g.e.,
V I I , 6.
330
İ b n Adiyy, a.g.e.,
V I I , 7,8.
331
İ b n Adiyy, a . g . e . , V I I , 6.
332
c z - Z e h e b î , E b u A b d i l l a h Ş e m s u d d i n , Tezkiretu'l-HutBz, Hindiyye, D â r u Îhyâi't-Turâsi'l-Arabî, T s z . , 1 , 1 6 8 .
6 Du'aBi'r-Ricâl,
Na'îm,
T h k . Süheyl Z e k k â r ,
T s h . Vezâretu'l-Meârifi'I-
(efkahu'n-nâs), fıkıhta onun gibisini görmedim ( m i reeytu fi'l-fikhi mislehu), onun görüşlerinden daha güzelini hiç duymadık . 333
Ehlince bilindiği gibi, her ne kadar cerh ve ta'dil, mükemmele yakın teorik kurallara dayanan bir bilim ise de, onun pratiğe geçiril mesinde, insan unsuru devreye girmektedir. Bir insanın, başka bir in sanı değerlendirmesinde ve vereceği kararda, içtihat belirleyici ola caktır. İçtihat, bir akıl yürütme işleminin sonunda ulaşılan sonuç ola rak değerlendirildiğinde, verilen hükmün isabet edip etmemesi mümkündür . Buraya kadarki süreç normaldir ve eleştirilemez. Ancak, cerh ve ta'dile önyargılar karışır ve artık cerh ve ta'dîl bir in sanın hadîs ilmi açısından güvenilir olup olmadığını tespite yönelik değil de, râvîyi kurtarma veya bertaraf etmeye yönelikse, varılan so nuca hiçbir şekilde güvenilemiyeceği de ortaya çıkar. Bu durum yu karıda belirtilen ifadelerde de kendini göstermektedir. Zira cerh ve ta'dîlde esas olan râvînin güvenilirliğinden harekede, rivayet ettiği hadîsin güvenilirliğini/sıhhatini ortaya çıkarmaktır. Hedef gözden kaçınlırsa, yapılan işlem farklı noktalara kayabilir ve neticede "şey tan" gibi hakarete varan ifadeler kullanılabilir. Bu durumda, ön yar gılar devrede demektir. Bu aşamadan sonra, bu cerhi yapanın verdi ği hükmün önyargılı, başka bir ifadeyle güvenilmez olduğu ortaya çıkmaktadır. 334
Bazı alimlerin, ism-i tafdil veznindeki ta'dil lafizlanyla akladığı bir râvîyi, başka alimler gerçekten bilimsel verilerle cerhedebilir. An cak herhalde bu içtihat, bir insanın şeytan olduğu sonucuna da gö türmez. Nitekim konuyu inceleyen el-Leknevî, İmâm 'Azam'a yöne lik cerhin taassuptan kaynaklandığım belirtmektedir . Önyargının kemikleşmiş hali diye kabul edilebilecek taassuba, çeşitli faktörler se bep olmaktadır ki, nefret, düşmanlık, itikadî farklılıklar ve mezhebi farklılıklar bunlardan bazdandır . Ancak, yukanda işaret edildiği gibi, cerh ve ta'dîlin teorisinde bulunan bazı prensipler, bu tip cerh ve ta'dilleri dışlamaya yönelik tedbirleri de içermektedir ki, bunlar dan biri de; taassuptan, düşmanlık ve münaferet gibi sübjektif ve his si sebeplerden kaynaklanan cerhin reddedilmesi prensibidir. 335
336
337
333
İ b n H a c c r , Tehzibu't-TehzibJ.,
334
B k z . Polat, S e l a h a t t i n , " C e r h ve T a ' d i l i n T e n k i d i " , EÜİF 1 9 8 5 , s. 2 2 1 - 2 4 8 .
Dergisi,
335
e l - L e k n e v î , M u h a m m e d A b d u l h a y y , el-Cerh ve't-Ta'dil, G u d d e , D â r u ' l - A k s â , B e y r u t 1 9 8 7 , 3 . b . , s. 7 6 .
Thk. Abdulfetrih E b û
336
e l - L e k n e v î , el-Cerh
337
e t - T c h â n e v î , a.g.e., s. 1 8 8 ; H â ş i m , Kavâidu
ve't-Ta'dil,
450. Sayı: 2 , Kayseri
s. 4 0 9 . Usüh'I-Hadîs,
s.219-221.
Bütün bunlar göstermektedir ki, insanların kendilerini bir gru bun içerisinde görmeleri, zaman zaman başka gruptan saydıkları ki şiye karşı önyargılı davranmalanna sebep olabilmektedir. Özellikle hadîsin sened değerlendirmelerinde, bu durumun varlığmdan haber dar olmak, ilk adım olarak kabul edilmelidir. Bundan sonra, cerh ve tadil kitaplarından yararlanıp -ki başka seçenek yoktur- bir hadîsin senedini değerlendirmek isteyenlerin, önce kendileri râvî hakkındaki önyargılarından kurtulmalıdırlar. Daha sonra da bütüncül bakışın gereği olarak, aynı râvî hakkında farklı alimlere ve eserlere bakmalan, râvî hakkında kullanılan ifadelerin hepsini bütünleştirmeleri ve ona göre bir sonuca gitmeye çalışmaları gerekmektedir. Aslında içinde yaşadığımız çağda da bu halden kurtulmuş sayıl mayız. Tarihte ehl-i hadîs ve ehl-i rey vardı ve bu önyargılı kabul, onların hadîs değerlendirmelerine birşekilde yansıyordu. Şimdi de, aynı işlevi gören "ilerici-gerici", "çağdaş-mürteci", "muhafazakârmodernist" gibi, spekülatif kavramlar bulunmakta ve bunlar bir şe kilde hadîs değerlendirmelerini etkileyen önyargıları oluşturmakta dır. Günümüzde çeşidi kişi ve grupların İslâm tasavvurunda çevre, gelenek ve eğitim farklılığından sempati, kırgınlık, menfaat ve ümit gibi sübjektif karakterli çeşitli amillere kadar bir dizi etkinin devrede olduğu ve bunun da gayet tabii bir durum olduğu göz önüne alınır sa, bunlardan sadece birinin model alınıp diğerlerinin teorik imkân sızlığını vurgulamak doğru olmaz. Çünkü bu, karşı görüşlerin de kendini bir şekilde tanıtmasına veya sunulanları aym gerekçeyle red detmelerine kapı aralar. Aslında, ulaşılan sonuçlann her biri netice de bireysel birer tercih olmakla birlikte, aksi izlenim verilmeye ve bu yolla farklı görüşlerin önü tıkanmaya çalışılır . 338
Bu şekilde insanlar, sanki mecburmuş gibi, kendilerini bunlardan birinden sayarak, kendi kendilerini sınırlamaktadırlar. Bu durum bir gerçek olsa da, bu ikili ekolleşmenin sebep olduğu önyargılı bakışlann, hadîsi bütünlük içerisinde ve sağlıklı bir şekilde tespit etme, an lama ve anlatma ameliyesini sekteye uğrattığı da bir başka gerçektir. Bütün araştırmalarda olduğu gibi, hadîs araştırmalarında iki ihti mal söz konusudur: Ya araştırılan konuyla ilgili hadîsler çeşidi bağ-
338
B a r d a k o ğ l u , Ali, "İlahiyatçıların D i n S ö y l e m i " , İslamiyat,
I V ( 2 0 0 0 ) , Sayı: 4 , s. 7 2 .
lamlar bütünlüğünde derlenir ve malzemenin götürdüğü yere gidi lir, veya sonuç çeşidi önyargıların etkisiyle önceden belirlenir ve ona göre malzeme seçilir. Başka bir ifadeyle, ya hadîslerden harekede so nuca gidilir veya sonuçtan hareketle hadîslere gidilir. Yani hadîsler, önceden oluşan ön yargılan desteklemek için bir piyon gibi kullanı lır. Hadîs malzemesinin bolluğu ve çeşitliliği göz önüne alınırsa, her türlü fikri desteklemek için uygun malzemenin bulunabileceğini söy lemeye gerek kalmaz. Bu metoda, araştıncı ya kendini destekleyen hadîsleri toplayıp kafasında planladığı sonucu dinî temele dayandır mak suretiyle meşrulaştırmak, ya da, kafasındaki yargıya ters düşen hadîsleri toplayıp eleştirmek ister. Önyargının farklı tezahürü olan bu ve benzeri yaklaşımlann aslında bilime ve insanlığa hizmetten uzak olduğu da açıktır. Önyargılar, bugünkü hadîs değerlendirmelerinde daha çok, "ka rartma", "kurtulma" veya "kurtarma" şeklinde kendini göstermek tedir. Daha açık ifadesiyle, bazdan bir takım hadîsleri kullanarak, H z . Peygamber'i veya İslâmı karalamak için işe koyulmakta; bazılan, bu tip hadîsleri, H z . Peygamber'e ve İslama zarar verdiği düşün cesiyle olsa gerek, acelecilikle ve fazla bir anlama çabası göstermeden reddetme yolunu tercih ederek kurtulmaya çalışmakta; bazdan her ne pahasına olursa olsun, bu tür hadîslerin literal anlamada sahîh ol duğunu ispadamaya çalışmaktadır. Bütün bunlar, aslında sahip olu nan bazı önyargıların etkisiyle yapılan parçacı hadîs değerlendirme tipleridir. Hadîs değerlendirmelerine önyargılann sebep olduğu bu parçacı bakış sonucunda, meselâ, kendisini İslamcı feminist olarak kabul eden ve hadîslere bu önyargıyla bakan iki kişi birbirine zıt iki farklı sonuca ulaşabilirler. Araştırmacılardan biri, eğer İslâmda feminizmin varlığını ispat etmek için hadîsleri değerlendirmeyi düşünüyorsa, hiç şüphesiz kendini destekleyen bir/birçok hadîs bulacaktır. Diğeri, fe minizme aykın hadîsleri bulup eleştirme düşüncesiyle araştırmasını sürdürürse, o da istediği tipte hadîsler bulacaktır. Bu durumda hadîs yani H z . Peygamber, hem feminizmi desteklemiş, hem de reddetmiş olacaktır. Gerçekte ise, iki sonuç da yanlış olacaktır. Çünkü hadîs de ğerlendirmelerinde asıl olan, hadîslerin ne demek istediklerini tespit etmektir, bizim demek istediklerimizi değil. Bu hususta, kadının kaburga kemiğinden veya kaburga kemiği gibi yaratıldığını ifade eden hadîsle ilgili değerlendirmeler, bir örnek
teşkil edebilir. Bu hadîsle H z . Peygamber'in söylemek istediği bir şey vardır. Ancak hadîse parçacı bakışlar sonucunda, birbiriyle alaka sı olmayan ve hatta birbirine zıt görüşler ortaya çıkabilmektedir. Bü tünlüğün ihmalinin sebep olduğu sonuçlan görmek açısından, önce hadîsin bazı metinlerini verip daha sonra yapılan değerlendirmelere değinmek yerinde olacaktır. Ebû Hureyre, H z . Peygamber'in şöyle dediğini nakletmiştir: "Kim Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsa, komşusuna eziyet etme sin. Kadınlar hakkında da birbirinize hayır tavsiye ediniz. Çünkü on lar, kaburga kemiğinden yaratılmışlardır. Kaburgada en eğri kısım, en ucudur. Eğer onu düzeltmeye kalkarsanız, kırarsınız, kendi hali ne bıraktığınızda da eğri kalır. Bu nedenle, kadınlar hakkında birbi rinize hayn tavsiye e d i n i z " . 339
Bir başka rivayette de şöyle denilmektedir: "Kadınlar kaburga ke miğinden yaratılmıştır. Onu düzeltemezsiniz. Ondan istifade etmek istiyorsanız, eğriliğiyle istifade ediniz. Düzeltmeye kalkarsanız, kırar sınız. Kırılması boşanmasıdır" . 340
Buhâri'nin Sa/ıîn'indeki başka bir rivayette ise ; "Kadın kaburga kemiği gibidir. Onu doğrultursan kırarsın..." denilmektedir. 341
Bu hadîs karşısında farklı bakış açılan ortaya çıkmıştır. Bir kısmı bu hadîsleri kullanarak İslâmı eleştirmek istemiş, bir kısmı bu tür ha dîslerin olmadığını savunarak İslâmı kurtarmak istemiş, bir kısmı bu tür hadîsleri kabul etmiş ve ne denildiyse literal anlamda kabul edil mesi gerektiğini söylemiş, bir kısmı da bu tür hadîsleri teennî ile ve bütünlük içerisinde değerlendirerek bir sonuca varmaya çalışmıştır. Söz konusu hadisle ilgili olarak bir eserde, İslama göre kadının kaburga kemiğinden yaratıldığı ve bu görüşüyle İslâmın, kadını aşa ğıladığı belirtilmektedir . Aynı mantığı İlhan Arsel'de de görmek mümkündür. O, "Muhammed'e göre kadının tanımı ve nitelikleri" başlığı altında, bazı âyet ve hadîsler sıralamaktadır. Bunlardan birin de şöyle demektedir: "(Muhammed) kadınlann kötü ve ıslah olmaz nitelikte olduklannı dile getirmek için, Ebû Hureyre'nin rivayetine göre şöyle konuşmuştur: Kadın eğe kemiği gibidir, onu doğrultmak 342
339
Buhâri, Nikâh, 8 0 ( V I , 1 4 5 ) ; Müslim, R a d a \ 6 0 ( I I , 1 0 9 1 ) .
340
Müslim, Rada', 59 (II, 1091), 6 5 (II, 1090).
341
Buhâri, Nikâh, 7 9 (VI, 1 4 5 ) .
342
B k z . Ataizm
ve Din, T a ş k e n t 1 9 6 6 , s. 3 4 0 .
istersen kırarsın, onu kendi haline bırak ve eğriliğiyle ondan fayda lanmaya b a k " . 343
Bu iki yaklaşımda da, adı geçen hadîslerin literal anlamının esas alındığı, rivayetlerin Rasûlullah'a nispetinin kesin olduğunun kabul edildiği ve bundan herekede İslâmın eleştirilmeye çalışıldığı anlaşıl maktadır. Bu ve buna benzer yaklaşımlar, konunun uzmanlarını rahatsız et miş olacak ki, bu hadîsleri sened ve metin açısından değerlendirilme ye tabi tutmuşlardır. Bu araştırmalardan birinde, hadîsin farklı riva yetlerinin senedleri bütünlük içerisinde değerlendirilmiş ve şu sonu ca varılmıştır: Kadınların eğri kemik olduğu veya kaburga kemiğin den yaratıldıklarını ifade eden bu rivayetler, H z . Peygamber'e ait de ğildir. Bunlar hadîs şekline sokulmuş israiliyyat kökenli nakiller d i r . Ancak bu ifadeler de eleştirilmiş ve şöyle denilmiştir: 344
"Yazar, ilgili hadîsin tüm tariklerini önce sened açısından inceler. Senedi incelerken değerlendirdiği râvîlerin çoğu sikadır, ancak ona göre kısmen şu veya bu şekilde eleştirilmişlerdir. Kısmen yapılan bu eleştirilerin, hadîsin sıhhatini nasıl etkilediği ise açık değildir. Yani hadîslere hadîs usûlü açısından herhangi bir sıhhat hükmü verilme miştir. Ancak metin tenkidi bölümünde hadîslerin uydurma olduğu nun ortaya konulmasından ve râvîlerin kısmen eleştirilmesinden ha dîslerin reddedilmesi gerektiği anlaşılmaktadır. "Uydurdukları" di yoruz, çünkü sadece râvîlerin zapt hatası yaptıktan kabul edilse idi, bu hatalann diğer tarikler tarafından tashih edildiğinin ileri sürülme si gerekirdi. Ama böyle bir değerlendirmeye gerek duyulmamıştır. Oysa râvîlerin kısmî zaafîanna rağmen ilgili hadîsin dört farklı tarik ten nakledilmesi dikkate alınarak onlann birbirini desteklediklerini söylemek daha isabetli o l u r d u " . 345
Kadınlann yaratılmasıyla ilgili yapılan müstakil bir çalışmada ise, rivâyeder değerlendirilmiş, hadîse sonradan ilâve edilen yorumlar (idracler) çıkanldığında, sened bakımından sahîh olan rivâyetierin mecazî, teşbihi bir anlatım özelliği taşıdığı sonucuna ulaşılmıştır . 346
343
Arsel, İ l h a n , Şeriat ve Kadın,
344
B k z . A t e ş , Hadis
345
B k z . K ö k t a ş , Y a v u z , " " H a d î s T e m e l l i Kalıp Yargılarda K a d ı n " Adlı K i t a b ı n Eleşti risi", Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi (Sanal), www.DinbiIimleri.com Yıl:l,Sayı:4, 2 0 0 1 .
346
B k z . A ğ ı r m a n , C e m a l , Kadının 274.
Temelli
İstanbul 1 9 9 4 , s. 2 3 .
Kalıp Yargılarda
Kadın,
s. 2 7 0 .
Yaratılışı, R a ğ b e t Yayınlan, İstanbul 2 0 0 1 , s s . 2 7 2 -
Hadîsin sened ve metnine dayanılarak çıkarılan bu iki farklı so nuç, değerlendirmelerde göreceliğin kaçınılmaz olduğunu gösterir birer örnektir. Şüphesiz bu hadîsle ilgili başka değerlendirmeler de yapılmıştır. Bu değerlendirmelerden birinde şöyle denilmektedir: " B u özellik, kaburga kemiği için, ahlâkî açıdan herhangi bir sorun içermeyen "doğal/fitrî" bir durumsa da; kadının yapısındaki bu eğrilik, ahlâkî açıdan sorun içeren bir alanın varlığına işaret etmektedir. Ancak fitraten sorunlu olarak yaratılan kadının, bu defolu yaratılışla kulluk müsabakasına neredeyse hükmen mağlup bir statüde başlamasının gerekçeleri konusunda hiçbir ipucuna rasdamıyoruz" . 347
Bu parçacı, literal bakış, bazı araştırmacıların şu satırları yazmalanna sebep olmuştur: "İslamcı feminist söylemin söz konusu hadîsle ilgili eleştirilerini, H . Şefkadi Tuksal'ın görüş ve yorumlan çerçeve sinde özede vermiş olduk. Bu eleştirilerin, hadîslerdeki mesajı tama men olumsuz olarak anlama eğiliminde olması, öncelikli bir prob lemdir. Çünkü dini metinler -bu metinler ister âyet ister hadîs olsunyorumlanırken, mudaka "din dili" diye tanımlanan felsefi disipline başvurulmalıdır... " . 3 4 8
Hadîs üzerinde kendi değerlendirmelerini sunan Keleş, şunlan söylemektedir: "Verilen kaynaklardan da anlaşılacağı üzere söz ko nusu hadîste geçen "eğrilik" benzetmesi, Arap dilinde, hakikî anla mından çok mecazî anlamda kullanılmıştır. Mensubu bulunduğu Arap milletinin dil ve kültür özelliklerini çok iyi bilen H z . Peygam ber, çağının ataerkil yapısının bir göstergesi olan erkeklerin kadınla ra karşı kabalığını, aynı mecazî yöntemi kullanarak eleştirmekte ve erkeklere, kadınlara karşı daha nazik ve kibar davranmalan gerektiği ni anlatmaktadır. Rivâyederi bu perspektiften okuduğumuzda, ihti va ettikleri mesajın kadınlar açısından hiç de eleştiriyi hak eden me sajlar olmadığını görebiliriz" . 349
Buradan da anlaşıldığı gibi, bu hadîs sened açısından sahîh oldu ğunu kabul edenler tarafından bile, hakikî anlamında anlaşılmamalı-
347
T u k s a l , H i d a y e t Şefkatli, Kadın Karşın Söylemin Kitâbiyât, A n k a r a 2 0 0 0 , s. 6 2 .
348
K e l e ş , A h m e t , " İ s l a m c ı F e m i n i s t S ö y l e m i n Hadîsleri Y o r u m P r o b l e m i " , Cilt: 5 , Sayı: 3 , T e m m u z - E y l ü l , 2 0 0 2 , s. 1 4 3 .
349
Keleş, a.g.m.,
s. 1 5 2 .
İslam Geleneğindeki
İzdüşümleri, İslamiyat,
dır. Bunun adına mecazî anlatım denildiği gibi, temsili anlatım di yenler de vardır . 350
Bizce hadîs, kadın-erkek psikolojisi açısından değerlendirilmeli dir. Kadın ve erkek psikolojilerinin farklılığına dikkat çekmek isteyen H z . Peygamber, bu hadîsle şunu söylemek istemiş olabilir: Ey erkek ler, siz kendi özelliklerinizi esas alıp, kadınları kendi formatınıza sok maya çalışmayın. Çünkü onlann fıtrî özellikleri sizden farklıdır. İn sanın yaratılışı değişmeyeceğine göre, kadınlann yaratılıştan getirdik leri özellikleri de değiştiremezsiniz. Değiştirmeye kalkarsanız, bu onlann doğalannı değiştirmek anlamına gelir. Bu durumda kendi doğası ve sizin talepleriniz arasında bocalamaya başlar. Bu da onu huzursuzlaşnr ve evlilikten beklediğini alamamaya başlar. Bunun ta bii bir sonucu olarak da boşanır. Halbuki sizin, Allah nasıl yarattıysa onu o şekilde kabullenmeniz ve bu haliyle hayatınızı sürdürmeniz gerekir. Hadîse taraflı bakışın, bir hadîsi anlamada bile nasıl farklı sonuç lar doğurabileceğini, yukarıdaki değerlendirmelerden anlamak mümkündür. Burada bazı önyargılı bakış örnekleri daha sunularak, konu hakkındaki değerlendirmeler sonlandınlacaktır. Buhârî'nin Sa/uA'inde yer alan bir hadîste, İbn Abbâs; bir gece H z . Peygamber'in ve hanımı Meymûne'nin misafiri olduğunu, ken disinin de yastığın bir ucunda yattığım ve gece yansında, H z . Pey gamber'in kalkıp ibâdet ettiğini anlatmıştır . Caetanî ise olayı şöy le nakletmiştir: İbn Abbâs, Muhammed ile ne kadar samimi bir su rette yaşadığı noktasmda da ısrar etmek istedi ve çok kere Muham med ile ve zevcelerinden biri ile birlikte bir yatakta yatmış olduklanm icada kalktı. Hakikaten pek garip olan bu hadîste denildiğine g ö re, İbn Abbâs yatağın ucunda Muhammed'in ve zevcesi Meymû ne'nin ayağı dibinde kendilerine amûdî bir vaziyette yatmıştır. Bu öyle bir vaziyet ki, birçok sebeplerden dolayı gerek Muhammed, ge rek İbn Abbâs için gayet rahatsızlık verici bir şey olacaktı... Bu ha dîs, Peygamber'in gayet kıskanç tabiatı hakkında mevcut sair hakikî malumat ile pek bariz bir tezat teşkil e d e r " . 351
352
350
B k z . d - ' A y n î , Umdetu'l-Kâri,
351 352
B k z . Buhârî, Vudû', 3 6 ( I , 5 3 - 5 4 ) . O k i ç , M . T a y y i b , Bazı Hadis Meseleleri Üzerinde Tetkikler, O s m a n Yalçın M a t b a ası, İ s t a n b u l 1 9 5 9 , s. 3 3 ( L . C a e t a n î , A n n a l i , T ü r k ç e T e r c ü m e s i , I , 1 1 8 - 1 1 9 ' d a n naklen).
V, 2 1 3 .
Bu önyargılı bakışla söylenenleri gerçek zanneden bir Müslüman, iki şey arasında tercih yapma durumunda kalacaktır: Ya Buhâri, de nildiği gibi sahîh hadîslerden oluşmamaktadır, dolayısıyla ondaki ha dîslere güvenilemez, ya da 1660 hadîs rivayet eden İbn Abbâs'a güvenilemez. Başka bir ifade ile okuyucu Buhâri ve İbn Abbâs arasın da tercih yapma durumunda bırakılacaktır. Tercih nasıl yapılırsa ya pılsın, neticede hadîslerden bir bölümü devre dışı bırakılacaktır ki, Caetani'nin aslında yapmak istediği de bu olsa gerektir. Halbuki İbn Abbâs, H z . Peygamber'in amcazadesidir. İkinci ola rak Caetani'nin malum sebeplerden dolayı, okuyuculardan gizleme yi uygun bulduğu ve mezkûr hadîs metninde; "...ki o (Meymûne), onun (İbn Abbâs'ın) teyzesi idi" şeklinde bir ifade bulunmaktadır. Ayrıca hicretten üç sene evvel doğan İbn Abbâs, Rasûlullah'ın vefa tı sıralarında 13-14 yaşlarında i d i . Bu durumda İbn Abbâs, daha çocukken, teyzesi ve amcası oğlunun evine misafir gitmiş ve o gece onların evinde birlikte kalmış olmaktadır ki, bunda garipsenecek bir durum bulunmamaktadır. 353
Hatiboğlu'nun, Goldziher'le (Ö.1921) ilgili yaptığı bir değerlen dirme, önyargılı bakışın bir başka örneğini sunmaktadır. Goldziher, Muhammedanische Studien'm 1. cildinin ilk bölümünde, "İslâm emirlerine karşı müşrik Arap muhitinin gösterdiği şiddetli direniş konusunu işlerken, namaz ibâdetini ele almakta ve müşriklerin bu dini vazifeye karşı gösterdikleri soğukluğu; cahiliye tatbikatında böy le bir müessesenin bulunmuyor olmasına bağlamakta, "salât" ıstıla hının Hristiyanlıktan alınma gayr-i Arap bir kelime oluşunun da bu nun deiiiierinden olduğunu ileri sürmekte, namazın kabulüne, karşı muhitin gösterdiği direnmeyi ve namaz kdanlara karşı yapılmış kü çük düşürücü muameleyi anlatırken, damdan düşercesine şu rivaye ti koymaktadır: "İbn Düreyd'den ( ö . 3 2 1 / 9 3 3 ) nakledildiğine göre, sahabî Amr b. Sabit, farz olan namazı hiçbir vakit kılmadığı halde, Peygamberce şehit mertebesinde görülmüş, cennette makam sahibi olmuştur" . 354
"Büyük alimin hiçbir izah vermeden naklettiği bu haberi okuyan kimsenin aklına gelen ilk şey, "ha demek ki İslâmda namazsız da cennedik olunabiliyormuş" düşüncesi olur. Evet olunabilir ama, 353
O k i ç , Bazı Hadîs Meseleleri
354
H a t i b o ğ l u , " B a n d a k i H a d î s Çalışmaları Ü z e r i n e " , s. 1 0 8 .
Üzerinde
Tetkikler,
s. 3 3 .
Goldziher'in hiç değinmediği bir şekilde. Bu büyük alim elinden hiç düşürmediği kaynaklarından olan İbn Hişâm'ın verdiği bilgiyi aktar mak dürüsdüğünü gösterseydi, okuyucu daha 1889'da gerçeği öğ renmiş olacaktı" . 355
Gerçek kısaca şudur: Bir gün, sahabî Ebû Hureyre (ö. 5 9 / 6 7 8 ) , etrafindakilere sorar: "Hiç namaz kılmadığı halde cennete giren bi risini biliyorsanız, söyleyin bana". Dinleyenler, böyle birini tanıma dıklarını söyleyince, Ebû Hureyre mezkûr sahabinin ismini vermiş tir. Gerçekten de bu Ensârlı sahabî, Uhud Harbi esnasında Müslü man olmuş, Mücâhidler safina katılmış, harpte ağır yaralanmış ve ve fat etmiştir Tabiatıyla ilk namazını kılmaya ömrü vefa etmemiştir. H z . Peygamber, onun bu durumunu öğrendiklerinde; " O muhak kak cennediklerdendir" buyurmuşlardır . 356
Diğer bir müsteşrik Hurgronje de aym önyargılarla, sünnetin otoritesini sarsmak için H z . Ömer'i kullanmak istemiştir. Hurgronje, Buhârî'nin Sahihimde geçen ve H z . Ömer'le ilgili "ve Jcâne vekkâfen inde kltâbillah" ifadesini, H z . Ömer'in Kur'ân'dan başka otorite kabul etmediği şeklinde anlamıştır. Delil olarak da Buhârî'yi göstermiştir . Hatiboğlu, bu bakışın yanlışlığı nı, adıgeçen ifadenin arka planıyla beraber şöyle ifade etmektedir: 357
358
"Hemen belirtelim ki, Hurgronje'nin bu iddiasının gerçekle en ufak ilgisi yoktur. Hadiseyi onun dayandığı kaynaktan bir de biz an latacak olursak, bu ilmiyle müftehir koca müsteşrikin, hakikaderi na sıl çarpıttığı açıkça görülecektir. H z . Ömer'in, müşavereye son derece önem veren bir halife ol duğu cümlenin malumudur. Genciyle, yaşlısıyla iÜm erbabını mecli sinden eksik etmezdi. el-Hurr b . Kays da, Ömer'in genç müşavirle rinden biriydi. "Mücllefe-i Kulûb"dm olan Uyeyne İbn Hısn, bu genç alimin amcası idi. N e zamandır halifenin huzuruna çıkmak is tiyor, fakat celadetinden çekinip bir türlü buna cesaret edemiyordu. Anlaşılan, üzerinden atamadığı cahili kabalığının basma iş açmasın dan korkuyordu. 355
A.g.m.,
356
B k z . A h m e d b . H a n b e l , Müsneâ, V , 4 2 8 ; H e y s e m î , Ali b . E b î B e k r , M e c m c V z - Z e v â i d , D â r u ' l - K ü t ü b i ' l - A r a b î , Kahire 1 4 0 7 , I X , 3 6 2 .
s. 1 0 8 .
357
B k z . Buhârî, l'tisâm, 2 8 (VIII, 1 6 3 ) .
358
H a t i b o ğ l u , a . g . m . , s. 1 1 0 .
Birgün Uyeyne, genç yeğeni Hurr'u aracı kılarak Ömer'den ran devu kopardı. Daha huzura girer girmez, koca halifeye söylediği sö ze kulak verelim: Ey Hattâb'ın oğlu! Vallahi bize pek bir şey verdi ğin yok, aramızda adalede de hükmetmiyorsun . 359
Adalet timsali halifenin bu hitap karşısında kalkıp adamı sille to kat etmesine meydan vermemek için, genç müşaviri derhal araya gi riyor ve; "Ey mü'minlerin Emiri, Cenab-ı Hak Peygamberine hita ben: "Affet, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir" buyurmuyor mu? İşte (bizim amca olacak) bu adam da cahillerden biri" diyor. 3,60
Bu sahneyi nakleden râvîmiz şimdi bakın ne demiştir: "Vallahi Ömer (müşavirinin) okuduğu bu âyeti işitince, daha ileri gitmedi (ayete tâbi olarak adama bir şey yapmadı). Çünkü; Allah'ın Kitâb'ına toz kondurmazdı" . 361
Görüldüğü üzere, râvînin şu görüşü ile Hurgronje'nin anlayışı arasında en ufak bir münasebet yoktur." . 362
Bir başka önyargılı bakış, şu âyetteki "hadîs" kelimesinin tercü mesinde ortaya çıkmaktadır: "Elbette onların hikâyelerinde akıl sa hipleri için ibret vardır. Bu (Kur'ân) uydurulacak bir "söz (hadîs)" değildir™. Ayette geçen "söz (hadîs)" kelimesi hakkında bir yazar şunları söylemektedir: "Görüldüğü gibi Kur'ân, kendisini uydurma bir ha dîs olmamakla yüceltmekte ve böylece sonraki zamanlarda getirdiği dine bir yığın problem çıkaracak uydurma hadîslere mucizevi bir bi çimde dikkat çekmektedir. İkinci mucize beyansa, yine uydurma ha dîslere sığınan zihniyetin temel dayanaklarından birini yıkmaktadır. "Kur'ân müphem ve muğlaktır. Onu anlamak ancak hadîslerin ver diği tafsilada mümkündür" diyenlere Kur'ân'ın cevabı şudur: Ben gerekli her şeyin detayım veren bir k i t a b ı m " . 364
Kur'ân'ın hiçbir yerinde "hadîs" kavramı, Rasûlullah'ın sözleri anlamında veya ıstılahı anlamda kullanılmamaktadır. 365
359
Buhâri, Tcfsîru Sûre 7 (A'raf), 5 ( V , 1 9 7 - 1 9 8 ) .
360
7. A'raf, 1 9 9 .
361
Buhâri, Tcfsîru Sure 7 (A'raf), 5 ( V , 1 9 7 - 1 9 8 ) .
362
H a t i b o ğ l u , a . g . m . , s. 1 1 0 - 1 1 1 .
363
1 2 . Yusuf, 1 1 1 .
364
Ö z t ü r k , a.g.e., s. 2 1 4 .
365
C a n d a n , A b d u l c e l i l , " M e a l vc T e f s i r l e r d e G ö r ü l e n Bazı S ö z c ü k ve D e y i m H a t a l a r ı İle B u n l a r ı n Ö n e m l i N e d e n l e r i " , M a r i f c , Yıl: 1 , Sayı: 3 , Kıs 2 0 0 2 , s. 9 5 .
Lügat anlamı itibariyle "hadîs", ortaya çıkan şey, uyku ve ayık iken kulağa gelen söz demektir. Olgunlaşmamış taze meyveye de hadîs denilmiştir. Bazen Kur'ân için de hadîs kelimesi kullanılmış t ı r . Istılahta ise; Rasûlullah'a, ashabına ve tabiûna nispet edilen söz, fiil ve takrirlerdir. Ayederde geçen "hadîs" kelimeleri, Kur'ân anlamında kullanıldığı gibi, söz, laf ve vahiy anlamında da kullanıl mıştır . Ama her halükârda, yukarıdaki âyette sözü edilen hadîs; ıs tılah! anlamda değil, " s ö z " anlamında kullanılmıştır. 366
367
Bütün bunlar, bütünlüğünden koparılan bir hadîsin, önyargıların yönlendirmesiyle nasıl H z . Peygamber'in kasdetmediği bir anlamda anlaşılabildiğini gösterir birkaç örnektir. Buna göre, hadîsi bütünlük içerisinde değerlendirebilmek için, mümkün olduğunca önyargdardan uzak durmak gerekmektedir. Aksi halde, bütünlüğünden kopardmış hadîslere, zihinde daha önceden kurgulanmış hertürlü görüşü söyletmek mümkün olabilmektedir. Ancak bu tür değerlen dirmeler, hiçbir zaman doğru anlama çabalarının tezahürü olarak görülmemektedir.
366
R â ğ ı b e l - İ s f c h â n î , el-Mürredit 110.
367
R â ğ ı b , a.g.e., s. 1 1 0 .
û Garibi'l-Kur'ân,
Dâru'l-Ma'rifc, Beyrut t j z . , s
II. B Ö L Ü M
TESBİTTE B Ü T Ü N L Ü K (SENED V E METİN TENKİDİNDE B Ü T Ü N L Ü K )
A. Ö R N E K H A D Î S B A Ğ L A M I N D A S E N E D T E N K İ D İ N D E BÜTÜNLÜK Hadîsleri incelerken kullanılan "tenkid" kelimesi, günümüz Türkçe'sinde; "eleştirme, eleştiri" ve "iyiyi, kötüden ayırma; bir eser, kişi veya olay hakkında hüküm yürütme, iyi ve kötü taraflarım ortaya koyma; daha çok kötü taraflarım belirtme, eleştirme, eleşti ri" şeklinde anlamlandınlmaktadır. 368
369
Bu kelime, Osmanlıca-Türkçe sözlüklerde; "Bir şeyin fenasını at ma, temizleme" , "Bir konuya ait yazıyı veya eseri, değer bakımın dan gözden geçirme ve eleştirme" ve "Edebî, fennî, sınaî âsân tetkik ile, iyi ve fena cihederini bi'l-muhakeme g ö s t e r m e " şeklin de tarif edilmektedir, 370
371
372
"Tenkid" kelimesinin, yeni edebiyatta, muâhaze-i edebiye mana sına kullanılmaya başlanmış olduğu, ancak Arapçada "nakd" kelime sinin, "tefîl babı"ndan gelmediği, bunun yerine "intikad" kelimesi nin kullanılmasının daha doğru o l d u ğ u belirtilmiştir. 373
368
Türkçe Sözlük,
369 370
D o ğ a n , M e h m e t , Büyük Türkçe Sözlük, B e y a n Yayınlan, İ s t a n b u l 1 9 8 7 , s. 1 0 8 0 . B k z . Y e ğ i n , A b d u l l a h ve diğerleri, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, T ü r d a v , İ s t a n b u l 1 9 8 1 , 1 1 , 2 1 7 8 ; Ö z ö n , M u s t a f a N i h a t , Osmanlıca-Türkçe Sözlük, İnkılap ve A k a Kitabevleri, İ s t a n b u l , 1 9 6 5 , s . 7 4 4 .
T D K , 11,1453.
371
D e v e l l i o ğ l u , F e r i t , O s m a ı ı i c a - T û r f c ç e Ansiklopedik
372
M u a l l i m N a c i , Lügat-i
373
Ş e m s e d d i n S a m i , Kâmûsi
Lügat, s . 1 2 9 6 .
Naci, Ç a ğ n yayınlan, s. 2 9 0 . Türkî, Ç a ğ n Yayınlan, 1 3 1 7 , 1 , 4 4 5 .
Bu çalışmada "tenkîd"; "Herhangi bir konunun, araştırılarak, iyi ve kötü yönlerinin gösterilmesi" anlamında kullanılacaktır. Nitekim, Şemseddin Sami'nin de dediği gibi, esasen "tenkîd", "nakd" maka mında kullanılmaktadır. Arapça'da, "NaKaDe" fiilinin, "tenkîd" şeklinde, "tef il" babından bir kullanımına rasdanmadığı g ö z önüne alındığında, "tenkîd" şeklinde kullanılan bu kelimenin, genelde Arapça eserlerdeki, özelde de hadîs kaynaklarındaki karşılığı, "nakd" kelimesi olmaktadır. Türkçe'de kullanılan, "hadîs tenkidi" kavramı ise, kaynaklarda, "nakdu'l-hadîs" şeklinde ifade edilmektedir . "Nakdu'l-hadîs", hadîs eserlerinde, "nakdu's-sened/sened tenkidi" ve "nakdu'l-mctin/metm tenkidi" diye iki şekilde mütalaa edilmektedir. 374
Buna göre, nakd kelimesi, lügat anlamından tamamen kopanlmamakla birlikte, Hadîs ilminde, daha özel bir manada kullanılmak ta ve; "Sahihlerini, zayıflarından ayırmak için hadîsleri; hadîs rivâyetindeki güvenilirlik derecelerini tespit etmek için sened ve metni, in celemeye tabi t u t m a k " şeklinde ifade edilmektedir. Dolayısıyla, tenkîd kavramı, "cerh ve ta'dîl" kavramından daha kapsamlı olmak tadır. Çünkü hadîs tenkîdeiliği, sened ve metin tenkidi olmak üzere ikiye ayrılır. Zaman zaman, sened tenkidine haricî tenkîd, metin ten kidine de dahilî tenkîd denildiği de olur. Cerh ve ta'dîl kavramı ise, bu iki tenkîd tarzından, haricî tenkîd kapsamına girer ve "rical ten kidi" kaydıyla, genel hadîs tenkîdeiliğinden ayrılır . 375
376
Esasen, "metin tenkidi" kavramının, Hadîs ilminde, bir ıstılah olarak kullanılması, son dönemlerde ortaya çıkmıştır. Hadîs metin lerinin tenkidi, düşünce ve uygulama olarak Müslümanlann yaban cısı değildir. Fakat bu olguyu, bu kavramla/ıstılahla ifade etmemiş ler, farklı terimler kullanmışlardır. Muâraza, ihtiiâf, tearuz, işkâl vs. gibi klâsik kavramlar, metin tenkidi ameliyesine tamı tamına tetabuk etmese de, referans teşkil ederler. "Metin tenkidi" kavramı, Hadîs il mine, şarkiyatçıların ve modern tarihçilerin terminolojisinden geç miştir. Şarkiyatçıların bu kavramı kullanmaları, İslâm dünyasındaki araştırmaları da etkilemiş, Hadîs ilminde, zaten "hadîs metni" anla mında kullanılan "metin" kelimesinin yanma, "tenkîd" kelimesi ko nularak elde edilen "metin tenkidi" kavramı, "hadîs metinlerinin 374
M e s e l â b k z . , A ' z a m î , M u h a m m e d M u s t a f a , Menhecu'n-Nakd Riyad 1 9 8 2 , s . 5 , 6 , 7 , 1 0 , 8 1 , 9 1 , 9 3 , 9 5 .
375
B k z . Aydınlı, H a d î s Istılahları
376
B k z . A ş ı k k u d u , a.g.e,
s.19.
Sözlüğü,
s.125.
'İnde'l-Muhaddisin,
tenkidi" veya biraz daha açık ifadeyle, "hadîs metninden yola çıka rak, hadîsin mevsukiyetini tespit etme işlemi" anlamında kullanılma ya başlanmıştır . 377
Bütün bunlardan harekede, bölüm başlığında kullanılan "tenkîd" kavramının, günümüz Türkçesinde anlaşıldığı gibi, "eleştiri" manasında değil; "hadîslerin, güvenilirliklerini tespit etmek için, se ned ve metni incelemeye tabi tutmak" anlamında kullanıldığına dik kat edilmelidir. "Herhangi bir kaynakta, problemli görülen bir hadîsle karşılaşıl dığında yapdması gereken şey nedir?" sorusunun cevabı; önce isna dın, sonra da metnin incelenmesi şeklinde olmalıdır. Burada, bu tür incelemenin nasıl yapılması gerektiğinden teorik olarak kısaca bahsedildikten sonra, örnek bir hadîsle uygulamalı olarak gösteril meye çalışılacaktır. 378
Özel lafızlarla hadîsi rivayet eden râvî veya râvîleri zikrederek, ha dîs metnini ilk sahibine nisbet etmek anlamına gelen "isnâd"; temel de, haberi nakledenin güvenilirliğinden harekede, haberin güvenilir liğini ortaya koyan bir hadîs tekniğidir. Haberin olduğu yerde, ha beri başkalarına ulaştıranlar da vardır. Önemli olanın haber olmasma rağmen, muhbirin güvenilirliği de haberin güvenilirliğiyle beraber düşünülür. Bu sadece hadîs için geçerli bir durum değildir. Günü müzde, yazdı ve görsel yayın organlarında sık sık "güvenilir kaynak lardan alınan bilgiye göre..." diye başlayan ifadeler kullanılmaktadır. Aslında bu ifade ile, kaynağın güvenirliğinin haberin güvenilirliği nin garantisi olduğu izlenimi verilmektedir. Hadîslere bu açıdan bakıldığında, sahabenin Rasûlullah döne minde, tereddüdü bulduğu haberleri, H z . Peygamber'e sormak su retiyle söz konusu haberin güvenilirliğini test etme imkânı bulduğu nu görmekteyiz. Ashâb, Rasûlullah'ın vefatından sonra, ona nispet edilen bir söz duyduğunda, kaynağa ulaşma imkânına sahip olmadı ğı için, zorunlu olarak haberi nakledenin güvenilirliğini sorgulanma ya başladı. Tabiûn için de aym durum söz konusudur. Tamamen do ğal şartlarda ve bilinçli bir şekilde gelişen bu sistem, on dört asır ön ce uygulanmaya başlayan bilgi kontrol metodu özelliğini taşımakta dır. Buna göre, hadîs kritiğinin daha sahâbîler devrinde başladığı 379
377
B k z . P o l a t , H a d î s Araştırmaları,
378
K ı r b a ş o ğ l u , Alternatif
379
B k z . O k i ç , Tefsir ve Hadîs
ss.157-160
Hadîs Metodolojisi, Usûlünün
s. 1 4 3 .
Bazı Meseleleri,
s. 2 0 0 .
söylenebilir. H z . Peygamber'in vefatından sonra hadîsler bir çok sahâbî tarafından rivayet edilmekteydi. B u rivayet işleri devam eder ken, sahâbîler bazı râvîleri kusurlu bularak rivâyederini makbul say mamışlardı. Mukâtil b. Süleyman'ın bir rivayeti, H z . Ali tarafından; kültürsüz bir bedevinin rivayetinin kabul edilemeyeceği gerekçesiyle reddedilmişti. Yine H z . Ömer, Fâüma bintu Kays'ın bir rivayetini, onun haklı veya haksız, rivayetinde doğru olup olmama ihtimalleri ni göz önüne alarak kabul etmemiş, bir nevi meçhul râvînin rivâyetiyle amel etmemişti . 380
Günümüz iletişim dünyasında kullanılan "haber kaynağım sor gulama" sisteminin, metni ihmal manası taşımadığı, bilakis metin için var olduğu bilinen bir gerçektir. Şüphesiz hadîs denildiğinde, isnâd ve metin akla gelmektedir. Hatta isnâd araç, metin amaç olarak görülmelidir. Ancak, hadîs tenkidi ve tekniği, her ikisini de kapsa maktadır. Bir vakıayı rivayet eden bir şahsın, kendisine nakledilen olayın ihtimal dahilinde olup olmayışını araştırdığı kadar, rivayet edenin karakter ve şahsiyetini de araştırdığı bilinen bir gerçektir . Bugün için de aynı durum söz konusudur ve isnâd, önemini ve de ğerini bugün de korumaktadır . 381
382
Bununla beraber, hadîsin sadece senedinin değerlendirilmesi so nucunda verilen "sahîh" hükmü, her zaman metin için geçerli olma yabilir . Zira metin, bazen şâz ve muallel olabilir . Bu durum en sahîh hadîs kitabı olarak bilinen Buhâri'nin Sahîtii için de geçerli olabilir. Merhum Hamidullah, bunu şöyle örneklendirmektedir: 383
384
Buhâri'nin naklettiği hadîslerde bazen zıdıklar da vardır. Böyle durumlarda, iki anlatım biçiminden sadece biri doğru olabilir. Me selâ Mi'râc (yükselme) esnasında, H z . Peygamber yedinci gökte, bir rivayete göre Mûsa ile, başka bir rivayete göre İbrahim ile karşdaştı. "Bundaki yanlışlık, Buhârî'ye ait değildir. Zira o, sahîh "olayları" de ğil, "güvene en fazla layık olan bazı râvîler" tarafından nakledilen olayları nakletmeye çalışmıştı. Eğer Buhâri, iki râvîden bir bilgi alır sa ve (unutma, kötü işitilmiş konuşma veya tamamen başka) beşeri 380
Sıddıkî, a . g . e . , s. 1 6 4 - 1 6 5 .
381
Sıddıkî, a.g.e., s. 1 6 4 .
382
K ı r b a ş o ğ l u , Alternatif
383 384
Şakir, a.g.e., s. 2 6 . S u b h i e s - S a l i h , Ulûmu'l-Hadîs 1 9 6 9 , 5 . b . s. 1 6 4 .
Hadîs Metodolojisi,
s. 1 4 3 .
ve Mustalahuhu,
D â r u ' 1 - î l m li'l- Melâyîn,]
bir nedenden dolayı bunlardan birinin hafizası zayıflamış ise iki riva yet, Buhârî'nin hatası olmaksızın çelişik olacaktır. Yanılmak insanın tabiatındandır..." . 385
Görüldüğü üzere, sened kusursuz da olsa, metnin tekrar kontrol den geçirilmesi, muhtemel yanılgdan asgariye indirmenin önemli bir yoludur. Bu şekilde sened ve metin bütünlüğü sağlanacaktır. Ancak, bütünlüğün sağlanması için gereken metin tenkidi, isnâd olmaksızın tek başına ele alınmaya kalkıldığında; tek başına sened tenkidinden daha yetersiz kalacaktır ki, bunun gerekçeleri ileride anlatılacaktır. Hatta H z . Peygamber'e bir isnâdla bağlanmayan hadîslerin, hadîs olup olmadığım araştırmak için ciddiye alınmasının bile doğru olma dığı belirtilmektedir . 386
Gerek sened ve gerekse metin tenkidinin bütünlük içerisinde ya pılması sonucu, hadîsin sıhhati konusundaki yargılar daha da belirginleşecektir. Şüphesiz, incelenecek olan hadîsin sıhhati hakkında, daha önceki hadîsçilerin vardıkları sonuçlar vardır. Ancak şurası da bilinmektedir ki, -her ne kadar bazı hadîsçiler kabul etmese de- son raki asırlarda da hadîslerin tashih ve taz'ifi mümkündür . 387
Bu bölümde, recm konusuyla ilgili olan "cş-şeyhu ve'ş-şeyhatu izâ zeneyâ fercumûhumâ elbettete (şeyh ve şeyha zina ederlerse her ikisini de rezmedniz)" hadîsi örnek alınarak, sened ve metin tenkidi şeklinde bütüncül bir metoda sıhhat tesbiti yapılacaktır. Hadîsin se ned tenkidi yapılırken, hadîsin sened ağı şematize edilip, ilgili hadî sin tarihen ilk kaynak râvîleri bir bir tanıtılarak cerh ve ta'dil ve de vamla ittisal açısmdan değerlendirilmesi yapılacaktır. En sonunda ise hadîs; sened sayısına, müntehasına, ittisaline ve sıhhatine göre de ğerlendirilecektir.
UYGULAMALI S E N E D TENKÎDÎ Bir hadîsin sened tenkidini yapabilmek için atılması gereken ilk adım, onun farklı senedlerini bir araya toplamak olmalıdır. Bu, hadî sin sıhhatini tespitte önemli olduğu kadar, hadîsin anlaşılmasında da 385
H a m i d u l l a h , "Sahih-i B u h â r î ' n i n F r a n s ı z c a Çevirisi Dolayısıyla", s. 2 3 8 .
386 387
B k z . K ı r b a s o ğ l u , Alternatif Hadis Metodolojisi, s. 1 4 3 . B k z . el-Farisî e l - H a n e f l , E b u ' l - F e y z M u h a m m e d b . M u h a m m e d b . Ali, Cevâhiru'lUsûl, T h k . E b u ' l - M e â l i c l - K â d î e l - M ü b a r e k f ü r i , M c k t e b e t u ' l - İ l m i y y c , M e d i n e t s z . , s. 2 1 ; c l - H â z i m î , Şurûtu'l-Eimmeti'l-Hamse, s. 2 6 (Kevscrî'nin t a l i k i n d e ) .
önemli bir prensiptir. Hatîb el-Bağdâdî, Yahya b. Ma'în'in konuyla ilgili şu sözünü nakletmektedir: "Şayet biz bir hadîsi otuz vecihten yazmazsak, onun ne ifade ettiğini anlayamazdık" . Yine Ahmed b. Hanbel; "Bir hadîsin bütün tariklerini bir araya getirmediğiniz süre ce, onu anlayamazsınız. Hadîsin farklı tarikleri, birbirini tefsir eder, açıklar" demiştir. 388
389
Bu ifadeler, bir rivayetin içerik tahlilinin yapılıp, anlam çerçevesi nin belirlenmesi esnasmda, farklı versiyonları bütünleştirmenin ne kadar zorunlu olduğunun ve bu işlemin klâsik dönemlerde de uygu landığının bir göstergesidir . 390
1. Örnek Hadîsin Farklı Rivâyetierinin Sencdlcri Burada, örnek hadîsin bütün râvilerini tek tek incelemek yerine, ilk kaynağa kadarki râvîleri incelenecektir. Bunu takiben hakkında bilgi verilen râvîlerden harekede hadîsin sened değerlendirmesi yapı lacaktır. Bu hadîs, dört sahâbîden rivayet edilmiştir. Buna göre, her bir sahâbînin rivayeti tek tek incelenecek, bu yapılırken ilk dönem kaynak larına kadarki farklı rivâyeder, ayrı ayrı ele alıp değerlendirilecek, da ha sonra o rivayet hakkındaki son değerlendirmeler yapdacaktır. Sı rasıyla diğer sahâbî râvîlerin rivâyederi de bu aşamalarla değerlendi rilecek ve nihayet hadîsin genel bir sıhhat değerlendirmesi yapılacak tır. Başka bir ifadeyle, parçadan bütüne doğru gitmek suretiyle, ha dîsin senedi bütünlük içerisinde değerlendirilecektir.
388
e l - B a ğ d â d î , e l - H a t î b , E b û B e k r A h m e d b . Ali, el-Cîmi' li-Ahliki'r-Râvî ve Simi', T h k . M a h m u t e l - H û t , M e k t e b c t ü ' l - M e â r i f , R i y a d 1 4 0 3 , I I , 2 1 2 .
389
e l - B a ğ d â d î , el-Cimi',
390
Ö z a i ş a r , a . g . e . , s. 1 9 9 .
II, 212
Âdâbi's
a. Hz. Ömer'den Gelen Rivayetler aa. Hz. Ömer'den Gelen Rivayetlerin Sened Ağı
Rasûlullah
ûmerb. Haitili
T Sa'ftf Ibnu'I-Müseyyeb AbduliahtbnAbbfts
•
T
Yahy* b. Said
UbeydııIMj b AbdiUsh
T
"
MİSk *. Enes
T
tboŞihJbez-Zührt (...) Sairi b. Müseyyeb junu anlatıyor "önjer ibnulrUttlb, Muu'du döndüğü zaman, çakılU bu yerde konaJdadı. Sonra küçük (aş Un bir arayı topladı. Sonra ridasun onlann Özerine yaydı ve «tüttü ozandı. Daha sonra ellerim semaya uzattı ve; 'Ey ADah'nn! YasltadiTn. Kuvvetim zayıfladı. Raiyem genişledi Beni yanma al!" dedi Som. Medine'ye geldi ve intanlara tu konulmayı yaptı: "Ey İnsanlar' Sizin için sünnetler konuldu. Size farzlar, farz kılındı. İntanları, sağa-ıola lapdnnanu hariç, gah eOmayaa açti: bir yol üzerinde btokıÛmz'. Bir elini, diğerine vurdu ve şöyle devam etti; Sizler, Allah'ın kitabında iki had otıanm bulamıyoruz diyerek rocm âyeti yüzünden helak rf f »-Ti « h ı ı ı n ı ı Resolullah recmetü, biz deıecmettifc Neftim kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki, insanlar; 'Ömer, Allah'ın Kitabına ilavede bulundu* deme seki. muhakkak; '(Zina eden) Şeyh ve feytıadan bet ikilini de recmediını* (ibaresini) kitaba Yazardım- Çünkü biz onu okuyorduk'. (Malik, Muvatta, HudOd, 10 (D. 824). m lrt
Şafiî
Rebt'ı
•— Bu'l-Abbâs
m Zekeriyi
Etil Beta
(...) Ûmer ibnul-Hattâb dedi ki: "tasanlar üzerinden zaman geçip de, nihayet baims; "Ben, Allah'ın Kitabında recmi bulmuyorum" demetiyle, Allah'ın farzlarından bir farzı ttrkedîp. tâpıtacaklanndan korkuyorum. Dikkat edin! Recffl, (zina edenlerden) bkw auıb*a& olduğu, ddil bulundu|u, hamilelik okluğu veya itiraf bulunduğu zaman baktır. Ben onu ftı şekilde okudum: •Şeyh ve »eyha zina enikleri zaman, kaialikle ber ikilini de teaaediniz*. Resûluüıh memetti. Biz de ondan aoara recmoctik' (îbn MAce, Hudua\9(IJ,853)).
T SUfyân b. Uyeyııe
EbÛBıkr tbmEMŞeybe
Muhammed b. Sabbah
(...) Ömer dedi ki;'tasanlar Özerinden zaman |eçıp de, nihayet birinin; *Btz, Allah'ın Kitabı'nda recmi bulmuyoruz' demesiyle, Allah'ın indirdiği bîr farzı terk edip, tâpıtacaklanndan korkuy on» m. Dutkaı edin! Rean; (zina edenlerden) bâriaî muhtan olduğu, delil bulunduğu, hamilelik olduğu veya itiraf bulunduğu zaman bakar. Ben onu fu şekilde okudum: "Şeyh ve teyha tin* ettikleri zaman, ketinlikk her ikisini de raanediniz'ResûTuüah recmeoj. Biz de ondan aonra recmetük*. Bu rTvtyet üzerine, Süryin'a, "ResûlutUh recmetd mi?* diye soruldu. O da, 'Evet* dedi (Musannef, X,7S-7©y
Hasaob. M
f EbflSılU fbnu'l-A'ttbl
Ebû M»
Mtykakt
t İm MAce
(...)tbn Abbftt dedi ki. Ömer (»öyle) dedi: özerinden zaman geçip de birisinin, "Recmi Alahin Kitabmda bulmuyoruz* deyip, Allah'ın iıaJirdifi bir farzı terk etmek suretiyle, insanları Mpıtmaaindan korkuyorum. Dikkat «din! Muhakkak ki rocm, eritti (er-ndü) mıhtan olduğu, debi bulunduğu, hamilelik veya itiraf olduğu zaman hıkcr. Muhakkak ki. biz onu (Şu tekilde) okuduk: 'Şeyh ve leyha, zina ettikleri zaman, ber kitini de ketinblderecmediniz' Reaulullah reçineni, codan aonra da bizracmenik*(BeyhakI, Sünen, Vül, 211)
Said b. Muacyyeb dedi ki, Ömer b. HaOİb şöyle dedi: "Birinin; "tki haddi Allah'ın Kitabuda bulmuyoruz** denaatiadeodojayı, «cm Jyednden dtrft» icoiikıye yimifcktaa kapnm, JteaOtullah ıtcmetti, hix n> n-gnyttik Ali»h> y"»n rin*n ki. intanJar "Ömer, Allah'ın kitabına ilavede bulundu** demeyecek olular, kitaba; "şeyh ve feyha zina ettikleri zaman ber İkilini de recmediniz"i yazardım. ÇUnkfl biz onu okuduk (Beynakt, Sonen, Vffi, 213).
ab. H z . Ömer'den Gelen Rivâyederin Râvî Tamamı vc Haklarındaki Cerh vc Ta'dil Dcğcriendirmclcri Bu hadîsi H z . Ömer'den, Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb ve Abdullah b. Abbâs rivayet etmişlerdir. Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb'in rivayetinin eli mizdeki ilk kaynağı, İmâm Mâlik'in Muvatta'ı; Abdullah b. Abbâs'ın rivayetinin elimizdeki ilk yazılı kaynağı da Ebû Bekr İbn Ebî Şeybe'nin e7-Musannefidir. Önce birinci, daha sonra ikinci senedin râvîleri tanıtılacak. Ortak râvîler, ilk senedle birlikte tanıtıldıktan son ra, diğer tanıtımlarda tekrarlanmayacaktır. Buna göre inceleyeceği miz senedler ve râvîleri şu şekilde göstermek mümkündür:
Sa'îd
•
Yahya
•
Mâlik
Ömer
îbn A b b â s
¥\ Süfyân
W
Ubeydullah
W
ez-Zührî
5
W İbn Ebî Şey be
Ömer İbnu'l-Hattâb b. Nufeyi (Ebû Hafs, el-Kuraşî, el-Adevî) Büyük Ficar Savaşından dört sene sonra doğmuştur. Bu tarih, bi'setten 30 yü öncesine tekabül etmektedir. Zayıf bir görüşe göre ise, Fil Olayı'ndan on üç sene sonra doğmuştur. Vefat tarihi genel de 2 3 / 6 4 3 yılı olarak kabul edilmekle beraber, 2 4 / 6 4 4 yılında vefat ettiğini zikredenler de vardır. D o ğ u m tarihindeki ihtilaf yü zünden vefat ettiğinde kaç yaşında olduğu konusunda da farklı rivâyeder zikredilmektedir. Bir kısmına göre vefat ettiğinde 55 yaşında i d i . Başka bir bilgiye göre ise 63 yaşında vefat etmiştir . Abdul391
392
393
394
391
e l - B u h â r î , et-Tirîhu'l-Kebir,
392
el-Bâcî, E b u ' l - V e l î d , et-Ta'dîl Biyad 1 9 8 6 , I I I , 9 3 5 .
VI, 138.
393
e l - B u h i r î , et-Tirîhu'l-Kebir, V I , 1 3 8 ; İ b n H i b b â n , M u h a m m e d b . A h m e d E b û Ha t i m , Mcfâhiru Ulemii'l-Emsâr, T h k . M . F l e i s h h a m m e r , D â n ı ' l - K ü t ü b i ' l Ürniyye, Beyrut 1 9 5 9 , 1 , 5.
394
e z - Z e h e b î , E b û A b d ü l a h Ş c m s u d d i n , el-Kâşif, Kıble, C i d d e 1 9 9 2 , I I , 5 9 .
ve't-Tecrih,
Thk. E b û L ü b â b e H u s e y n , Dâru'l-Livâ,
T h k . M u h a m m e d 'Avvâme, Dâru'l-
lah b. Mes'ûd; "Ömer Müslüman olana kadar, aşikar olarak Allah'a ibâdet etmedik" demiştir . Ondan hadîs nakledenler arasında, ör nek hadîsimizde ismi geçen Abdullah b. Abbas da vardır . 395
396
Genel olarak hadîsçiler ashabın âdil olduğunu kabul etmişlerdir. Dolayısıyla onları cerh ve ta'dîle tabi tutmamışlardır. Aslında hadîs çiler, ashabın tamamının adil olduğunu kabul etmekle; "onların Ra sûlullah adına kasden yalan söylemediklerini, dini tebdil ve tağyire uğratmadan sonraki nesillere aktardıklarını" kastetmişlerdir. Yoksa ashabın âdil olmasını kabul, hiçbir zaman onların masum oldukları anlamında kullarulmamıştır. Zira, Peygamber dışında hiç kimse ma sum değildir . 397
Hadîsi Rasûlullah'tan ilk duyan ve rivayet eden sahâbî H z . Ömer'in, Rasûlullah adına yalan söylemeyeceği ve dini koruma ko nusundaki hassasiyeti bilinen bir husustur. Buna ilâveten, sened ten kidi yapılan hadîste, onun ısrarcı bir tavır sergilemesi, söz konusu ri vayette kendisini beşeri hatalardan saydan unutma ve yanılma ihti malinden de soyudadığı tarzında anlaşılabilir.
İmâm Mâlik'in Ravîlcri Sa'îd Îbnu'l-Müseyyeb (İbn Hüzn İbn Ebî Vehb el-Kuraşî, elMahzûnî) Büyük tabiîlerdendir. H z . Ömer'i görmüş ve ondan rivayette bu lunmuştur . Kendisinden de Yahya b. Sa'îd el-Ensârî, Zührî ve Ka tide gibi çokları hadîs rivayet etmiştir . 398
399
Birçok kişiden hadîs rivayet ettiği gibi, çok sayıda râvî de ondan rivayette bulunmuştur . Katâde'nin, "Helal ve haramı ondan daha iyi bilen birini görmedim", Süleyman b. Musa'nın " O tabiîlerin en fakîhiydi" ve Ali İbnu'l-Medînî'nin, "Tabiûn içerisinde, ilmi ondan daha geniş birini bulmuyorum" şeklindeki sözleri, onu ta'dîl eden 400
401
395
İ b n H a c c r , el-İsâbe S Temyizi's-Sahabe, Beyrut 1 9 9 2 , I V , 4 8 4 - 4 8 6 .
396
İ b n E b î Hatim, A b d u r r a h m â n e r - R i z î e t - T e m î m î , el-Cerh ve't-Ta'dil, Turâsi'l-Arabî, Beyrut 1 9 5 2 , V I , 1 0 5 .
397
B k z . B a k a n , T e v h i t , Ashabın 168.
398
İ b n E b î Hatim, el-Cerh
Adaleti
ve't-Ta'dil,
T h k . Ali M u h a m m e d el-Bccâvî, D â r u C e y l , D â r u İhyâi't-
( B a s ı l m a m ı ; d o k t o r a t e z i ) , E r z u r u m 1 9 8 3 , s. I V , 5 9 ; E b û Z e h v , cl-Hadis
s. 1 9 2 . 399
İ b n E b î Hatim, el-Cerh ve't-Ta'dil,
IV, 59.
400
B k z . İ b n H a c e r , Tehzibu't-Tehzib,
IV, 84.
401
İbn Haccr, Tenz/6, IV, 8 5 .
ve'l-Muhaddisûn,
ifadelerden bazılarıdır. Ebû Zür'a ise, onun adaletine delâlet eden "Medenîdir, sikadır, imamdır" ifadelerim kullanmıştır. Velîd'in hila feti döneminde 9 4 / 7 1 2 yılında 75 yaşındayken vefat etmiştir . Ve fat tarihini 9 3 / 7 1 1 olarak belirtenler de vardır . H z . Ömer'in ölüm gününü hatırladığını belirtmiştir. H z . Osman ve H z . Ali ile görüşmelerinden ve hatta onların arasını düzeltmeye çalıştığından da bahsedilir . 402
403
404
Hindistan'lı muhaddis ed-Dihlevî'nin; "Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb, "Medine fukahası"nın dili idi. H z . Ömer'in fetvalarım ve H z . Ebû Hureyre'nin hadîslerini en iyi bilen o idi" dediği ve Muhakkik Abdulfettah Ebû Gudde'nin bu ifadeyi; "Medine fukahası" ile kastedi lenlerin, "Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb, Urve İbnu'z-Zübeyr, el-Kâsım İbnu Muhammed, Hâricetu'bnu Zeyd, Ubeydullah ibnu Abdillah İbnu Utbe İbn Mes'ûd ve Süleyman b. Yesâr" olduğu şeklinde açık ladığı belirtilmektedir . 405
Hadîs Usûlünde, Sa'îd ibnu'l-Müseyyeb'in adı, daha çok "mürsel" hadîsler bahsinde geçer. Ancak, klâsik kaynaklar, genellikle, onun mürsellerini, mürsellerin en sahihi sayarlar . Çünkü derler; " O sahabe evladıydı. Onun babası Müseyyeb, Şecere ve Bey'atu'rRıdvan ashâbındandı. Sa'îd de, Ömer, Osman, Ali, Talha ve Zübeyr gibi, Aşcre-i Mübcşşereyi idrak etti. Tabiîn içerisinde, bu sayılardan görüp onlardan hadîs işiten, Sa'îd'in dışında, Kays b. Ebî Hazım var dır. Bununla birlikte Sa'îd, Hicazlılann fakîhi ve müftüsüdür. Yedi fakîh'in birincisidir" . Hadîsçiler onu sikahğı, adaleti, zapü, hıfzı ve hadîse hırsı konusunda ittifak etmişlerdir . 406
407
408
Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb'in " H z Ömer'den hadîs semâ etmediği" yönünde görüşler bulunmakta ve bazı hadîsleri bu yüzden eleştiril mektedir. Ebû Gudde, İslâm alimlerinin cumhurunun onun "Resûlullah buyurdu ki" tarzındaki rivâyederiyle ihticac ettiklerini ve " H z .
402
İ b n H a c c r , Tchzîb,
403
c l - B u h â r i , et-Târîhu'l-Kebk,
IV, 86. III,510.
404
c l - B u h â r i , ct-Tirihu'l-Kebir,
III, 510.
405
e t - T e h â n c v î , a.g.e., I , 8 2 .
406
B k z . e l - B a ğ d a d î , el-Kifâye, s. 4 4 3 - 4 4 6 ; c l - E m î r u ' s - S a n ' a n î , Tavzîhu'I-E&ârli-Mcânî Tenkîhu'l-Enzâr, T i k . E b û Abdirrahman Salah, Dâru'l-Kütübi'l-İimiyye, Beyrut 1997,1, 258-261.
407
H â k i m , Ma'rifetü
408
E b û Z e h v , el-Hadîs
Ulûmi'l-Hadîs,
s. 6 7 - 6 8 .
ve'l-Muhaddisûn,
s. 1 9 3 .
Ömer buyurdu ki" şeklindeki rivâyederiyle de ihticac edilebileceğini belirtmiştir . 409
410
411
Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb hakkında; "sikadır" , "imamdır" gi bi ta'dîl lafızlarının yanında, Katâde'nin, "Helal ve haramı ondan da ha iyi bilen birini görmedim", Süleyman b. Musa'nın " O tabiîlerin en fakîhiydi" ve Ali İbnu'l-Medînî'nin, "Tabiûn içerisinde, ilmi on dan daha geniş birini bulmuyorum" şeklindeki tezkiye edici sözleri nin bulunması, sika bir râvî olduğunu göstermektedir. Yahya b. Sa'îd cl-Ensârî Hadîs kaynaklarında, Yahya b. Sa'îd adında birden çok râvi var dır. Bunlar, Yahya b. Sa'îd es-Sa'dî, Yahya b. Sa'îd el-Attâr, Yahya b. Sa'îd el-Mâzinî el-Fârisî, Yahya b. Sa'îd el-Medînî e t - T e y m î , Yah ya b. Saîd el-Kattân ve Yahya b. Sa'îd el-Ensârî'dir. 412
413
Buradaki, Yahya b. Sa'îd el-Ensârî'dir. 1 4 3 / 7 6 0 yılında vefat eden bu r â v î , Enes b. Mâlik ve başkalarından rivayette bulunmuş tur . İlk başlarda değilse de sonraları hadîs yazmıştır. Onun hadîs leri de birçokları tarafindan yazılmıştır . Mâlik, onun şöyle dediği ni nakletmiştir: "Bütün duyduklarımı yazmayı arzuladım. Bu bana başka şeylerden daha hoş g e l d i " . Onun; " O zamanlar hadîs yazsaydık, İbnu'l-Müseyyeb'in ilminden çok şeyler yazardık" dediği de nakledilmiştir . Yahya b. Sa'îd'in, Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb'den rivâ414
415
416
417
418
409
et-Tehâncvî, a . g . e , I , 9 4 .
410
T a ' d i l bildiren b u lafız, h a k k ı n d a kullanıldığı ravinin rivayetinin ihticac için alınaca ğına delalet e d e r ( B k z . Aydınlı, a . g . e . , s. 1 3 8 ; K o ç y i ğ i t , H a d i s Istılahları, 3 9 8 ; U ğ u r , Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, s. 3 5 9 - 3 6 0 ) .
4U
" İ m a m " lafzı, H a d î s i l m i n d e y ü k s e k d e r e c e l e r e l d e e t m i ş , h â k i m , h ü c c e t , hafız lafizlanyla d a vasıflanabilcn raviler için kullandır. B ö y l e ravilerin sözleri h ü c c e t , H a d î s l e r hakkındaki h ü k ü m l e r i itirazsız olarak delil sayılırlar ( B k z . U ğ u r , Ansiklopedik Hadîs Terimleri Sözlüğü, 1 6 1 ; Aydınlı, a . g . e . , s. 7 5 ) .
412
İ b n A d i y y , A b d u l l a h e l - C ü r c â n î , el-Kâmil S Du'afii'r-Ricâl, T h k . Süheyl Zekkâr, D â r u ' l - F i k r , B e y r u t 1 9 8 8 , 3 . b . , V I I , 1 9 3 , 1 9 4 , 2 4 4 ; e z - Z c h e b î , Mîzinu'l-t'tidâl S Nakdi'r-Ricâl, T h k . Ali M u h a m m e d e l - B c c â v î , D â r u ' l - M a ' r i f e , B e y r u t , I V , 3 8 0 .
413
E b û Z c h v , el-Hadîs
414
İ b n A b d i l b e r r , E b û Ö m e r , ct-Temhid, T h k . Mustafa b. A h m e d vc M u h a m m e d A b d u l k e b î r , V e z â r e t ü U m û m i ' l - E v k a f v e ' ş - Ş u û n i ' l İslâmiyye, M a g r i b 1 3 8 7 h . , X X I I I , 91.
415
İbn Abdilberr, er-Tcm/ud, X X I I I , 9 1 .
ve'l-Muhaddisûn,
s. 2 9 0 .
416
B k z . e l - A ' z â m î , Duisât
417
B k z . e l - M i z z î , Y û s u f b. e z - Z c k î ; Tchzibu'l-Kemâl, essesetü'r-Risâle, Beyrut 1 9 8 0 , X X X I , 3 4 6 - 3 5 8 .
S'l-Hadîsi'n-Nebevî,
II, 322-323
418
B k z . e l - A ' z â m î , Dırâsât II, 3 2 2 - 3 2 3 .
T h k . B e ş ş â r 'Avvâd M a ' r û f , M ü -
419
yetleri vardır . Medine'nin Tabiî fakîhlerinden olan bu zat'dan İmâm Mâlik de hadîs dinlemiştir. Hatta Muvatta'da ondan yetmiş beş hadîs rivayet ettiği belirtilmektedir ki bunlardan biri de inceledi ğimiz hadîstir . 420
Süfyân es-Sevrî, onun Zührî'den daha üstün olduğunu söyler. Hatta o, insanların hafızlarının dört tane olduğunu, bunlardan biri nin de Yahya b. Sa'îd olduğunu söylemiştir. Ali İbnu'l-Medînî de onu sikalardan saymıştır. Yahya b. Sa'îd el-Kattân da; "Hicazda Yah ya b. Sa'îd'den daha önde olan yoktur" demiştir . 421
Bütün bunlar, onun sika bir râvî olarak kabul edildiğini göster mektedir.
Mâlik b. Enes Mâlikî Mezhebi'nin kurucusu bu zat, 9 3 / 7 1 2 senesinde Medi ne'de doğmuştur. Medine'nin alimlerinden ders almıştır ki bunların çoğu, tabiîndir. Kendisinden de, birçokları rivayette bulunmuşlardır ki, eş-Şâfi'î de bunlardan biridir . 1 7 9 / 7 9 5 senesinde Medine'de vefat etmiş ve öldüğünde 90 yaşında olduğu zikredilmiştir . 422
423
Süfyân İbn Uyeyne, vc Yahya b. Sa'îd, onun hadîste "imâm" ol duğunu söylerler . Hadîs konusunda sıkı ve râvîlerin hallerini bi len birisi olan Mâlik'ten, kendi hocaları ve akranları da hadîs almış lardır . Kendisinden hadîs alan hocaları arasında, Yahya b. Sa'îd elEnsârî de vardır . 424
425
426
Hadîsi eserine alan İmâm Mâlik ise, hadîste "imâm" olarak kabul edilmiştir. Gerek talebeleri ve gerekse hocaları onu takdir etmiş vc rivayette bulunmuşlardır. Bu değerlendirmelerden harekede, birinci senedin râvîlerinin si ka olduğu sonucuna ulaşılabilir. 419
B k z . İ b n A b d i l b e r r , et-Temhid,
420
İbn Abdilberr, er-Tcmhîd, X X I I I , 9 1 - 9 2 .
X X I I I , 9 2 ; e t - T e h â n e v î , a.g.e., I , 9 3 .
421
B k z . e l - M i z z î , Tehzibu'l-Kemâl,
422
E b û Z e h v , el-Hadts
423
e s - S u y û t î , C e l â l u d d i n , Tabakâtu'l-HuiBz, Dâru'l-Kütübi'l-İimiyye, Beyrut 1 4 0 3 h . , I , 9 6 ; E b û Z e h v , el-Hadis ve'l-Muhaddisûn, s. 2 9 0 .
XXXI, 346-358.
ve'l-Muhaddisûn,
s. 2 8 8 .
424
e l - B u h â r î , ct-Tirihu'l-Kebîr,
425
B k z . E b û Z e h v , el-Hadis
VII,310.
426
B k z . İ b n E b î H a t i m , el-Cerh ve't-Ta'dil,
ve'l-Muhaddisûn,
s. 2 8 8 - 2 8 9 . VIII, 204.
tbn Ebî Scybc' nin Râvîlcri Abdullah b. Abbâs b. Abdilmuttalib b. Hâşim (Ebu'l-Abbâs, Habru'l-Arab, el-Kuraşî, el-Hâşimî) Rcsûlullah'ın amcasının oğlu olan Abdullah b. Abbâs, hicretten üç sene önce d o ğ m u ş t u r . Beş sene önce doğduğu yönünde de rivâyeder vardır. Ancak İbn Hacer'e göre birinci görüş daha doğru dur. Sa'îd b. Cübeyr, Resûlullah'ın vefatı sırasında İbn Abbâs'ın ya şı konusunda iki farklı rivayet zikretmektedir. Bunlardan birine göre o, 10 yaşındaydı, diğerine göre ise, 15 yaşındaydı. Ahmed b. Hanbel bu sonuncunun daha doğru olduğunu söyler . Ancak doğum tarihi hicretten önce 3. yıl olarak kabul edilirse, 13-14 yaşlarında olur. İbn Abbâs'ın, 6 8 / 6 8 7 yılında ve 7 0 , 7 1 veya 74 y a ş ı n d a Taif te vefat ettiği söylenir . Ömrünün sonuna doğru gözlerini kay betmiştir . 427
428
429
430
431
432
Resûlullah, onun hakkında "Allah'ım ona hikmeti ö ğ r e t " , "Allah'ım ona tevili öğret ve onu dinde fakîh k ı l " şeklinde dualar da bulunmuştur. 433
Abdullah b. Abbâs, yaşının küçüklüğü sebebiyle bizzat H z . Peygamber'den az sayıda hadîs işitmiştir. İşittiği hadîs sayısı hakkında, 4, 7, 10 gibi rakamlar telaffuz edilmiştir. Bununla beraber, onun mürselleri sahabe ve tabiîn tarafından kabulle karşdanmışür . An cak o, hadîsleri, gerek büyük, gerekse küçük sahâbîlerden öğrenmiş tir, 1660 hadîs rivayet ederek "müksirûn"dan sayılan İbn Abbâs'm rivâyederinden 95'i "müttefekun aleyh", 120'si sadece Buhâri'nin Sahih'inde, 4 9 ' u da sadece Müslim'in Sahîh'inde yer almaktadır . 434
435
Resûlullah'ın vefatı sırasında 13-14 yaşlarında olan bu sahâbî'nin bizzat Resûlullah'tan yaptığı rivayet sayısı çok azdır. Burada ise, Resûlullah'tan değil, H z . Ömer'den rivayette bulunmaktadır. Bu du427
İ b n A b d i l b e r r , Y û s u f b . A b d i l l a h , el-lsti'âb, Ccyl, Beyrut 1 4 1 2 h., I I I , 9 3 3 .
T h k . Ali M u h a m m e d c l - B c c â v î , D â r u ' I -
428
İ b n A b d i l b e r r , el-İstî'âb,
III, 934.
429
İ b n A b d i l b e r r , cl-İsti'ab,
I I I , 9 3 4 ; B k z . İ b n H a c e r , el-lsâbc,
430
B k z . İ b n H a c e r , cl-îsâbe,
IV, 121-131.
431
İ b n A b d i l b e r r , el-İsti'âb,
III, 938.
432
İ b n A b d i l b e r r , el-lsti'âb,
III, 934-935.
433
B k z . İ b n A b d i l b e r r , el-lsti'âb,
III, 935.
434 et-Tehânevî, a.g.e., I , 8 6 . 435
E b û Z e h v , el-Hadis
ve'l-Muhaddisûn,
s. 1 3 9 - 1 4 0 .
IV, 121-131.
ramda, hadîsteki muhtemel sahâbî irsalinin kapısı kapanmış olmak tadır. Resûlullah'ın onun hakkındaki dualarını, daha sonraki dönem lerde Kur'ân ve Hadîs konusundaki performansı ve müksirun denen en fazla hadîs rivayet eden yedi sahabiden biri olması, onun güveni lirliği konusunda yeterli veriler olarak kabul edilebilir. Ubeydullah b. Abdillah (İbn Utbe b. Mes'ûd ) Dedesi, Abdullah b. Mes'ûd'un kardeşi Utbe'dir. H z . Ömer'in hilafeti döneminde doğmuştur . Dolayısıyla tabündendir . Tabi înin de büyüklerinden sayılmıştır . 9 8 / 7 1 6 veya 9 9 / 7 1 7 senesin de vefat etmiştir . 436
437
438
439
İbn Abbâs'ın ona, hadîs ve fıkıhtaki başarısından dolayı özel bir değer verdiği belirtilir . Sahabeden bir gruptan rivayette bulun muştur ki bunlar arasında İbn Abbâs da vardır . Müslim ve Buhâ ri de onun kanalıyla gelen rivâyedere yer vermişlerdir . 440
441
442
e z - Z e h e b î ' n i n ( ö . 7 4 8 / 1 3 4 7 ) Afean'da ve İbn Adiyy'in (Ö.365/976) el-Kâmtfdc bahsetmediği bu râvî hakkında şu ifadeler kullanılmıştır: "İmâm, fakîh, Medine'nin müftüsü ve yedi fakîhten b i r i " . el-Vâkıdî (Ö.207/823) ise, onun "sika, alim, fakîh vc riva yetinin çok" olduğunu, aynca ömrünün sonlanna doğru âmâ oldu ğunu ifade etmiştir . 443
444
İbn Abbâs, talebesi Ubeydullah b. Abdiliah'a, hadîs ve fıkıhtaki başansından dolayı ayn bir değer vermiştir. Müslim ve Buhâri'nin râvîlerinden olan bu zatın, "imâm", "fakîh", "Medine'nin müftüsü" "yedi fakîhten biri" gibi lafızlarla vasıflandınlması onun fikıh yönü nün güçlü olduğu anlamına gelmektedir. Aynca hadîs açısından da "sika" kabul edilmesi, hadîste güvenilir bir râvî olduğunu göster436
e z - Z e h e b î , Siyer, I V , 4 7 5 .
437
e d - D â r e k u t n î , E b u ' l - H a s a n Ali b . Ö m e r , Zikru Esmii't-Tîbiin ve Men Ba'dchum, Thk. Bcvrân ed-Dcnâvî- Kemal Yûsuf el-Hût, MücsscsetuM-Kütübi's-Sekâfiyye, Beyrut 1 9 8 5 , 1 , 2 2 1 .
438
E b û Z e h v , el-Hadis
439
B k z . e z - Z e h e b i , Siyer, 4 7 8 - 4 7 9 ; E b û Z e h v , el-Hadis
ve'l-Muhaddisûn,
s. 1 9 5 .
440
E b û Z e h v , el-Hadis
ve'l-Muhaddisûn,
s. 1 9 5 .
441
E b û Z e h v , el-Hadis
ve'l-Muhaddisûn,
s. 1 9 5 .
442
İ b n M e n c û y c e l - İ s b e h â n î , Ricilu B e y r u t 1 4 0 7 h. , 1 1 , 1 1 ;
Müslim,
443
t b n M e n c û y c e l - İ s b e h â n î , a.g.e.,
IV, 475.
444
İ b n M e n c û y c e l - İ s b e h â n î , a.g.e.,
IV, 4 7 6 .
ve'l-Muhaddisûn,
s. 1 9 7 .
T h k . Abdullah cl-Leysî, Dâru'l-Ma'rife,
mektedir. Dolayısıyla bu râvînin hem sika hem de rivâyederin fıkhı nı bilen biri olduğu anlaşümaktadır. İbn Şiblb cz-Zühıî (Ebû Bekr Muhammed b. Müslim b. Ubey dullah b. Abdillah b. Şihâb, el-Kuraşî, ez-Zührî, el-Medenî) Medîne'li iken daha sonraları Şam'a yerleşmiştir. Dedesinin de desine nispede İbn Şihâb diye de adlandırılır. 1 2 4 / 7 4 1 yılında vefat etmiş ve ve Şam'a defnecülmiştir . Vefat ettiğinde 9 2 yaşında oldu ğu belirtilir* . Kendisi Tabiîn'in küçüklerinden (Sığanı Tabiîn) sa yılır . Sahabeden, Enes b. Mâlik, Sehl b. Sa'd, Abdurrahmân b. Eymen ve Mahmûd b. Rebî'i görmüştür. Abdullah b. Ömer'den de üç hadîs rivayet etmiştir . Hafızasının güçlü olduğuna işaret için, 80 gecede Kur'ân'ı ezberlediği naklediür . 445
46
447
448
449
Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe ve başkalarından rivayeti var dır . Kendisinden Süfyân b. Uyeyne ve başkaları rivayette bulun muşlardır . 450
451
Sika, imâm, hafız ve mutkın olduğu konusunda alimlerin ittifak ettiği bildirilir . Aynca, imâm, hüccet olduğu belirtilir. İmâm Mâ lik'in onun için; "Onun gibi bir fakîh görmedim" dediği nakledi lir . Ancak Müslim'in, onun az hadîsiyle istişhadda bulunduğu da nakledilir . İbn Hibbân ( Ö . 3 5 4 / 9 6 5 ) da onu es-Sikât'ında zikret miştir . Ancak zaman zaman irsal yaptığı da kaydedilir. İrsal yaptı ğı sahâbîler, Ebû Hureyre, Câbir, Raf? b. Hadîc olarak zikredilir . 452
453
454
455
456
445
B u h â r i , ct-Târihu'l-Kcbîr,
446
c l - B â c î , et-Ta'dîl
I , 2 2 0 ; E b û Z e h v , el-Hadis
ve't-Tecrîh,
ve'l-Muhaddisûn,
s. 1 7 5 .
Mektebetü'd-Dâr,
Thk. Ab-
II, 639
447
E b û Z e h v , el-Hadis
448
el-'Icfi e l - K û f i , A h m e d b . A b d i l l a h , Ma'rifetü's-Sikât, dulalîm A b d u l a z i z , M e d i n e 1 9 8 5 , I I , 2 5 3 .
ve'l-Muhaddisûn,
s. 1 7 4 .
449
B u h â r i , et-Târihu'l-Kebîr,
450
el-Bâcî, et-Ta'dil
I, 2 2 0 .
451
e z - Z e h c b î , cl-Kâsif,
452
B k z . İ b n H a c c r , Takribu't-Tehzîb, 174.
453
A b d u r r a h m â n b . Ali b . M u h a m m e d E b u ' l - F e r e c , S a / v e r ü ' s - S a / v e , T h k . M a h m u d Fahûri- M u h a m m e d R e v v â s Kal'âcî, D â r u ' l - M a ' r i f c , B e y r u t 1 9 7 9 , 2 . b . , I I , 1 3 6 .
454
c z - Z e h e b î , Men Tüküllime h., 1 , 1 6 9 .
455
İ b n H i b b â n , E b û H a t i m , es-Sikit, 1 9 7 5 , V, 3 4 9 .
456
E b û S a l d ^ b . Halîl b . E b î S a ' î d cl-Alâî, Câmi'u't-Tahsil, es-Selcfi, A l e m u ' l - K ü t ü b , B e y r u t 1 9 8 6 , 2 . b . , I , 2 6 9 .
vc't-Tccrih,
II, 639
II, 217. I , 5 0 6 ; E b û Z e h v , el-Hadis
vc'1-Muhaddisûn,
s.
Fihi, T h k . M u h a m m e d Ş c k û r , M e k t e b e t ü M c n â r , 1 4 0 6 T h k . es-Scyyid Ş c r e f i i d d i n A h m e d , D â r u ' l - F i k r , Thk. Hamdi Abdulmccid
Hatta, cş-Şâfi'î, Dârckutnî ve bazıları onu tedlis ile vasıflandırmışlardır. Ancak o daha çok, imamlığı ve fakîhliğiyle meşhur olmuş bir tabiî'dir *?. 4
Örnek hadîsi, Ubeydullah b. Abdillah'tan rivayet eden İbn Şihâb ez-Zührî hakkmda değişik ta'dil lafizlan kullanılmıştır. Hafızasının güçlü olduğu ve 80 gecede Kur'ân'ı ezberlediği nakledilen bu râvî nin "sika", " m u t i d n « , "imâm", " h â f i z " « 9 hğ, konusunda ittifak olduğu nakledilmiştir. Hatta İmâm Mâlik; "Onun gibi bir fakîh gör medim" diyerek tezkiyede bulunmuştur. Zaman zaman irsal yaptığı zikredilse de bizim incelediğimiz hadîste böyle bir durum söz konu su değildir. Buna göre, ez-Zührî, "muhaddjis-fikîh" konumunda si ka bir râvî olmaktadır. Süfyân b. Uyeyrıc b . İmrân (Ebû Muhammed, el-Kûfî, el-Mekkî, el-Hilâlî) 460
1 0 7 / 7 2 5 senesinde doğan Süfyân , efbâ Vf-tabi/ndendir. Ha dîs aldığı hocaları arasında ez-Zührî de v a r d ı r . 1 6 yaşmdayken ezZührî'den hadîs dinlemiştir . Hatta Zührî, ondan daha küçük olup da hadîsle uğraşan birini görmediğini söylemiştir . Kendisinden de birçokları hadîs almıştır . 1 9 8 / 8 1 3 yılında Mekke'de vefat etmiş tir *. 461
462
463
464
46
457
İ b n H a c e r el-Askalânî, Tabakâtu'I-Müdellisîn, Thk. Asım b. Abdillah, Mektebetü'lM e n â r , A m m a n 1 9 8 3 , 1 , 4 5 ; Ayrıca b k z . K o ç y i ğ i t , T a l a t , " İ b n Ş i h â b e z - Z ü h r î " A Ü İF Dergisi, X X I , s. 5 1 - 8 4 .
458
Ravinin tadili için kullanılan b u lafiz, o ravinin h a z ı k , m a h i r , titiz v e dikkatli o l d u ğ u n u gösterir. B ö y l e ravinin rivayeti ihricac için alınır ( B k z . K o ç y i ğ i t , Hadis Istılah ları, s. 3 4 9 ; Aydınlı, a.g.e., s. 1 2 1 ; U ğ u r , Ansiklopedik Hadîs Terimleri Sözlüğü, s. 296).
459
T a ' d î l bildiren b u lafiz, H a d î s t e y ü k s e k dereceleri e l d e e d e n l e r için kullanılır. Ö y l e ki b a z ı alimlere g ö r e b u sıfat, y ü z b i n H a d î s i s e n e d v e m e t i n l e r i , o n l a n n ravilerinin hayat hikayeleri ve c e r h ve ta'dil b a k ı m ı n d a n d u r u m l a r ı n ı bilenler için kullanılır. B ö y l e bir ravinin rivayetiyle ihticac edilir ( B k z . Aydınlı, a . g . e . , s. 6 6 ; U ğ u r , Ansiklo pedik Hadîs Terimleri Sözlüğü, s. 1 1 6 - 1 1 7 ) .
460
İ b n H i b b â n , Meşâhiru
461
B k z . E b û Z e h v , el-Hadîs
Ulemâi'l-Emsâr,
462
B u h â r î , ct-Târîhu'l-Kcbîr,
463
B u h â r î , et- Târîhu '1-Kebir, I V , 9 4 .
464 465
B k z . E b û Z e h v , el-Hadîs ve'l-Muhaddisûn, s. 2 9 2 - 2 9 3 . İ b n H i b b â n , Meşâhiru Ulemâi'l-Emsâr, 1 , 1 4 9 ; E b û Z e h v , el-Hadîs sûn, s. 2 9 3 .
ve'l-Muhaddisûn,
1,149. s. 2 9 2 - 2 9 3 .
I V , 9 4 ; İ b n H i b b â n , Meşâhiru
Ulemâi'l-Emsâr,
I, 149.
ve'l-Muhaddi
66
Hakkında, "sika", "sebt'* , "hasenu'l-hadîs™', "imâm", "hâ liz", "hüccet" "fakîh" gibi ta'dil lafizlan kullanılan Süfyân b. Uyeyne için eş-Şâfi'î; "Süfyân ve Mâlik olmasaydı Hicazın ilmi kay bolurdu" demiştir. Abdurrahmân b. Mehdi de; "O, Hicazın hadîs lerini en iyi bilen kişiydi" demiştir . İbn Hibban ise onun hakkın da; "sağlam hafızlardandır. Dinde vera sahibidir. Ölene kadar sün neti toplamaya ve anlamaya çalışmıştır" demektedir . Hatta bazı hadîsçiler, Zührî'nin hadîslerinin en sağlamlannm (esbet) onun ka nalıyla geldiğini söylerler . 468
469
470
471
İbn Uyeyne'nin bazı rivâyederde hata yaptığı görüşünde olanlar vardır. Namaz kılanın önünden geçmeyle ilgili rivayette, İbn Ma'în, Süfyânın hata yaptığını söyler. İbnu'l-Kattân ise, aynı hadîsi tetkik etmiş ve; "İbn Uyeyne'nin orada hatası belli değildir" der. et-Tehanevî ise, "İmâmlann hadîsleri ta'lilleri, zann-ı galibe mebnidir. Eğer onlar, "Falanca şu hadîste hata etmiştir" demişlerse, nefsü'l-emirde (realitede) bu hata taayyün etmiş demek değildir. Bu hüküm, tercih edilen bir ihtimaün ifadesidir ve buna da itimat edilir" demekte dir . 472
Yine, İbn Uyeyne'nin mürsel rivâyederi hakkında, muhaddisler, "İbn Uyeyne'nin mürselleri rüzgar gibidir (değersizdir)" d e r l e r . et-Tehânevî; "Bu söz, başta vazettiğimiz kaideye uymaz. Çünkü bu (râvîlerin) hepsi, ikinci veya üçüncü asır ehlindendir. Nezdimizde, bu asırlarda yaşayanlann mürselleri mudaka makbuldür" demekte dir . 473
474
İbnu Uyeyne'nin tedlis yaptığı da bilinir. Ancak onun tedlisleri çeşidi sebeplerden dolayı genellikle makbul saydmıştır. İbn Hibbân bu konuda; "...O tedlis yapardı ve tedlisi sadece mutkın sikalardan yapardı" demektedir. Sonra da bunu, tabiînin büyüklerinin mürsel466
el-'lca,
467
B k z . İ b n H a c e r , Tehzîbu't-Tchzîb,
Ma'ıifetü's-Sikit,
1,417.
468
İ b n H a c e r , Takribu't-Tehzib,
469
B k z . İ b n u ' l - K a y s e r â n î , M u h a m m e d b . T â h i r , Tezkiretu'l-Huffâz, Thk. Hamdi Abd u l m c c i d İsmail es-Selcfi, D â r u ' n - N e ş r D â r u ' s - S â m i l , R i y a d 1 4 1 5 h . , I , 2 6 2 - 2 6 3 .
470
İ b n H i b b â n , Meşinini
471
B k z . el-'Iclî, Ma'rifetü's-Sikât,
IV, 104-106.
I, 245.
Ulcmii'l-Emsir, I, 417.
472
et-Tehânevî, a.g.e., I, 3 4 .
473
es-Suyûtî, Tedrfbu'r-IÜvf, 1 , 1 6 9 .
474
et-Tehânevî, a.g.e., I, 9 7 .
I , 1 4 9 ; İ b n H i b b â n , es-Sikit,
VI, 403.
lerine benzetirdi. Çünkü onlar sadece sahabeden irsalde bulunmuş lardı^. et-Tehânevî, " E b û Hanîfe, Mâlik, İki Süfyân (Süfyân b. Uyeyne, Süfyân es-Sevrî) vs. şöhret ve doğrulukta bunlar gibi olan diğer zat ların adaletinden sorulmaz. Durumu gizli kalanların adaletinden so rulur. Yukarıda zikredilenlerin adâlederi, gerek muhaddislerin ve ge rekse diğer fukaha ve ilim ehlinin nezdinde şöhret bulmuştur" de mektedir . 476
Süfyân İbnu Uyeyne şunları söyler: "Hadîs için beni ilk oturtan -bir rivayette beni ilk muhaddis yapan- E b û Hanîfe olmuştur. Kûfe'ye geldiğim zaman, Ebû Hanîfe dedi ki; " B u 'Amr İbnu Dinar'ın hadîslerini en iyi bilen kimsedir". Bunun üzerine etrafimı sardılar, ben de onlara rivayet e t t i m " . 477
7S
79
Bu râvî için kullanılan "sika", "sebt"* , "hasenu'l-hadîs"* , "imâm", "hâûz", "hüccet™, "fakîh"gibi ta'dîl lafizlan, eş-Şâfi'î ve Abdurrahmân b. Mehdî'nin ta'dil edici sözleri, sikalığı konusunda genel bir kanaat olduğunu göstermektedir. Hadîsçiler, onun irsal yaptığım belirtseler de bu hadîste böyle bir durum yoktur. Yine İbn Hibbân, onun tedlis yaptığını kabul etmekle beraber, tedlislerinin makbul olduğunu ve onun sağlam hafiz, dinde vera sahibi, ve öm rünü sünneti toplama ve anlamaya vakfettiğini belirterek tezkiye et miştir. Yine bazı hadîsçilerin, Zührî'nin hadîslerinin en sağlamlarının (esbet) onun kanalıyla geldiğini belirtmeleri, tezkiyesi için yeterli sa yılmalıdır. Bütün bunlara, Ebû Hanîfe ile olan yakınlığı da eklenir se, özellikle Zührî'nin rivâyederi konusunda sika ve fakîh bir râvî ol duğu ortaya çıkmaktadır.
475
B k z . İbrahim b . M u h a m m e d E b u ' l - V e f a e l - H a l e b î , ct-Tebyin Ij-Esmâi'l-Müdellisin, T h k . M u h a m m e d İbrahim D â v u d , M ü e s s e s e t ü ' r - B j e y y â n , B e y r u t 1 9 9 4 , 1 , 9 4 .
476
e t - T e h â n e v î , a.g.e,
477
e t - T e h â n e v î , a.g.e., 1 , 1 9 2 . .
I, 128-129.
478
T a d i l lafızlarından o l a n b u t e r i m , o ravinin rivayetlerinin ihticac için alınabileceğini g ö s t e r i r ( B k z . Aydınlı, a.g.e., s. 1 3 6 ; U ğ u r , Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, s.353-354).
479
H a s e n u ' l - h a d î s " d e tadil lafizlanndandır. B ö y l e b i r ravinin rivayeti, itibar için alınır ( U ğ u r , Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, s. 1 2 9 ; Aydınlı, a.g.e., s. 6 9 ) .
480
T a ' d i l bildiren b u lafiz, sikanın ü s t ü n d e , H a d î s s a h a s ı n d a ehliyeti herkes tarafından k a b u l e d i l e n râvîhakkında kullanılır. Ayrıca b u lafiz, ü ç y ü z b i n H a d î s i her a ç ı d a n bi l e n k i m s e için d e kullanılır ( B k z . Aydınlı, a . g . e s. 7 0 ; U ğ u r , Ansiklopedik Hadis Te rimleri Sözlüğü, s. 1 3 2 ; K o ç y i ğ i t , H a d î s Istılahları, 1 3 8 ) .
îbn Ebî Şcybc, Abdullah b. Muhammed (Ebû Bekr, el-Kûfî) Hadîs aldığı zadar arasında İbn Uyeyne de vardır. Kendisinden hadîs alanlar arasında, Buhâri, Müslim, Ebû Dâvud ve İbn Mâce de vardır. Sika ve hafiz olduğu yönünde çeşidi ifadeler vardır. 2 3 5 / 8 4 9 yılında vefat etmiştir . 481
Hadîsi eserine alan İbn Ebî Şeybe'nin, genelde güvenilir bir hadîsçi olduğu kabul edilir. Onun sikalığına; "ileyhi'l-müntehâ G't-tesebbüt" , "adîmu'n-nezk (benzeri yok)", "sika", "mutkın", "zâbıt"*™, "sadûk'*M gibi ta'dîl lafizlan delâlet etmektedir. Ancak onun Ebû Hanîfe'ye itirazlan ve Kevseri'nin cevaplan dikkate alın dığında, bir ehl-i hadîs olarak, zaman zaman ehl-i re'ye karşı tavır al dığı da söylenebilir . İncelediğimiz hadîste ise böyle bir yaklaşıma rasdanmamaktadır. 482
485
486
Bütün bunlardan harekede, H z . Ömer'e nisbet edilen bu iki ri vayetin senedindeki râvîlerin âdil ve zabıt olduğu, dolayısıyla bu ri vayetin, sika râvîler tarafından rivayet edilmiş olduğu anlaşılmakta dır. ac. H z . Ömer'den Gelen Rivayetlerin İttisal Açısından Değerlendirmesi Bir hadîsin muttasıl olup olmadığı, râvîlerin muâsaranna (aym ta rihlerde yaşayıp yaşamadığına) ve likasına (birbirleriyle görüşüp g ö rüşmediğine) bağlıdır. Bunlardan birincisi, râvîlerin doğum-ölüm tarihlerini tesbit etmekle, diğeri de kullandıklan tahammül ve eda sigalannı ve diğer faktörleri tetkik etmekle anlaşdabilir. Mu'an'an ha dîslerin dışındakilerde, muâsarat ittisal için yeterli görülmüşken, mu'an'an hadîslerde Buhâri ve Müslim arasında ihtilaf vardır. Buhâ481
Bkz. E b û Z e h v , el-Hadis
482
İ b n H a c e r v e Sehâvî'ye g ö r e ta'dilin birinci m e r t e b e s i n d e k i râvîiçin kullanılır. B ö y le ravinin rivayeti ihticac için alınır (Aydınlı, a.g.e., s. 7 4 ; U ğ u r , Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, s.154).
ve'l-Muhaddisûn,
s. 3 4 5 .
483 T a ' d i l lafizlanndandır. R a v i n i n H a d î s l e r i a l d ı ğ ı şekilde n a k l e t m e kabiliyetini d e g ö s teren bir lafızdır. B ö y l e râvîadil ise rivayetiyle ihticac edilir Aydınlı, a . g . e . , s. 1 6 2 ; U ğ u r , Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, s. 4 2 6 ) . 484
T a d i l lafizlanndan biridir. H a k k ı n d a b u lafiz kullanılan ravinin rivayeti, itibar için alı nır ( K o ç y i ğ i t , a . g . e . , s. 3 7 5 ; U ğ u r , Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, s. 3 3 3 ; Aydınlı, a . g . e . , s. 1 3 2 ) .
485
Yatkın, N i h a t , Ebû Bekr tbn Ebi Şcybc ra t e z i ) , E r z u r u m 1 9 9 8 , s. 3 9 - 4 0 .
486
B k z . Yatkın, a . g . e . , s s . 4 2 - 4 5 .
ve Kitâbu '1-Musannefi
(Basılmamı; dokto
rî'yc göre, mu'an'an hadîslerde likanın sübûtu şarttır. Mu'an'an ha dîs ancak bu şarta sahipse sahîh olabilir. Müslim ise, mu'an'an hadîs lerde likayı değil muâsaratı şart koşmuştur . Dolayısıyla, Buhârî'ye göre sahîh olamayan bir mu'an'an hadîs, Müslim'e göre sahîh ol maktadır. 487
Örnek hadîsin İmâm Mâlik rivayetinde, sırasıyla; H z . Ömer, Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb ve Mâlik b. Enes bulunmaktadır. Râvilere doğum-ölüm tarihleri açısından bakıldığında, birinci rivayetin şöyle bir tablo arz ettiği görülmektedir. H z . Peygamberle H z . Ömer'in aynı dönemlerde yaşadığı ve gö rüştüklerinde bir şüphe yoktur. İkinci râvî, Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb ve H z . Ömer'in görüşüp gö rüşmedikleri, görüşmüşlerse aralarında hadîs tahammül ve edasının var olup olmadığı tartışmalıdır. Yukanda râvî tanıtımlarında verdiği miz bilgilere göre, H z . Ömer 2 3 / 2 4 yılında vefat etmiştir. Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb'in ise doğum tarihi belli değildir. Onun H z . Ömer'i gördüğü ve ondan rivayette bulunduğunu zikredenler olduğu gibi, H z . Ömer'den semâ'ının bulunmadığı yönünde de görüş beyan edenler vardır. Ancak kendisi, H z . Ömer'in ölüm gününü hatırladı ğını da söylemektedir. Hadîsin metninden de, H z . Ömer'in bu sö zü ömrünün sonlarına doğru söylediği anlaşılmaktadır. Bu durumda onun H z . Ömer'i gördüğü kesinleşmektedir. Ancak, H z . Ömer'den bizzat hadîs dinleyip dinlemediği tartışmalı olmaktadır. Alimlerin bir kısmına göre dinlemiştir, bazılarına göre de onu dinlememiştir. Bu rada bize, onun vefat ettiği zaman kaç yaşında olduğu bilgisi yardım cı olabilir. Vefat ettiğinde 75 yaşında olduğu yukanda belirtilmişti. Vefat tarihi olarak iki rakam telaffuz edilmektedir. Bunlardan biri 9 3 , diğeri 9 4 yıllarıdır. Bu tarihlerden 7 5 rakamı çıkarıldığında, onun yaklaşık 18-19 yularında doğduğu ortaya çıkmaktadır. Öyley se H z . Ömer'in vefat tarihi olan 2 3 / 2 4 yılında o, 5-6 yaşlarında ol maktadır. Bu yaşlardaki bir çocuğun, birisinin ölümünü hatırlaması mümkün olmakla beraber, ondan hadîs dinlemesi, bellemesi ve da ha sonra nakletmesi zor görünmektedir. Hadîsin "mu'an'an" oldu ğu ve Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb'in H z . Ömer'den bu hadîsi kesin ola rak duyduğuna delâlet eden bir tahammül ve eda sigasının kullanılmayışı da dikkate alınırsa, onun H z . Ömer'den hadîs duymuş olma ihtimali iyice zayıflamaktadır.
487
H â s i m , Kavâidu
Usûti'l-Hadîs,
s. 1 7 2 .
Bu durumda, Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb'in, H z . Ömer'den yaptığı rivayet müdellestir. Yani râvî, muasırı olan ama hadîs dinlemediği bi risinden hadîs nakletmiş olmaktadır. Ancak yukarıda da naklettiği miz gibi, Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb'in mürsellerinin bir ayrıcalığı var dır. Alimlerin çoğunluğu (cumhur) onun Rasûlullah'tan yaptığı mürsel rivâyederiyle amel etmişlerdir. Bu konuda Ebû Gudde'nin; "İslam alimlerinin çoğu, onun "Rasûlullah buyurdu ki.." tarzındaki rivâyederiyle amel ettiklerini, dolayısıyla, " H z . Ömer buyurdu ki.." tarzındaki rivâyederiyle de amel edilebileceğini" belirttiğini zikret miştik. Bu durumda, onun tedlis yaptığı ancak tedlisinin makbul sa yıldığı anlaşılmaktadır. Diğer bir râvi ise, Yahya b. Sa'îd'dir. Bu râvînin Sa'îd ibnu'l-Mü seyyeb'in öğrencisi olduğu hatırlanırsa, karşılaştıkları ve ondan hadîs aldığı (muâsarat ve lika) konusunda bir problem olmamaktadır. Hadîsi eserinde tahrîc eden İmâm Mâlik'tir. 93-179 yıllan ara sında yaşayan İmâm Mâlik, hem Yahya b. Sa'îd'den hadîs almış, hem de ona hadîs rivayet etmiştir. Dolayısıyla bunlann buluşması ve bir birlerinden hadîs alması (muâsarat ve lika) konusunda da bir prob lem olmamaktadır. Buraya kadar anlatılanlardan; Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb'in H z . Ömer'le muasır olduğu ancak ondan hadîs dinleme ihtimalinin zayıf olduğu anlaşılmaktadır. Netice itibariyle bu hadîs, Sa'îd'in, H z . Ömer'le likasının sabit olmaması nedeniyle müdelles kabul edilebi lir. Hadîsin İbn Ebî Şeybe rivayetinde ise; H z . Ömer, Abdullah b. Abbâs, Ubeydullah b. Abdillah, İbn Şihâb ez-Zührî, Süfyân b. Uyeyne ve İbn Ebî Şeybe bulunmaktadır. Bu hadîsi H z . Ömer'den, Abdullah b. Abbâs rivayet etmiştir. Abdullah b. Abbâs da sahâbîdir. Dolayısıyla aynı tabakadan olan iki kişi birbirinden hadîs rivayet etmiştir. Onun Resûlullah'ın vefatı sıralannda 13-14 yaşlannda olduğu, H z . Ömer'in de 24 yılında vefat ettiği ve her ikisinin de muhacir olduğu hatırlandığında, H z . Ömer'le görüşmesinin ve ondan hadîs rivayet etmesinin mümkün olduğu anlaşılmaktadır. Diğer râvî, Ubeydullah b. Abdillah'tır. Bu râvî, 98 veya 99 ydında vefat etmiştir. Onun rivayette bulunduğu Abdullah b. Abbâs ise, 68-74 ydlan arasında vefat etmiştir. Buna ilâveten Ubeydullah b.
Abdillah'ın tabiînin büyüklerinden olduğu bilgisi de hatırlanırsa, her ikisinin karşılaşma ve tahammül ve edada bulunma imkânı ortaya çıkmaktadır. Hadîsi Ubeydullah'tan rivayet eden râvi ise, İbn Şihâb ez-Zühri'dir. 124 yılında vefat eden bu râvînin vefat ettiğinde 9 2 yaşında ol duğu belirtilir. Buna göre İbn Şihâb 32 yılında doğmuş olmaktadır. 32 yılında doğan bir râvînin de 9 8 - 9 9 yıllarında vefat eden bir râvîyle görüşmesi son derece mümkündür. Süfyân b. Uyeyne ise, bu hadîsi, İbn Şihâb'dan rivayet eden kişi dir. 107 yılında doğup, 198 yılında vefat etmiştir. Buna göre, İbn Şihâb'ın vefatı sırasında, 17 yaşında olmaktadır. Rivâyedere göre o, 16 yaşlarında ez-Zührî'den hadîs dinlemiştir. Dolayısıyla ikisi arasında ki muâsarat ve lika hususunda bir problem bulunmamaktadır. Hadîsi eserinde zikreden İbn Ebî Şeybe ise, 2 3 5 yılında vefat et miştir. Onun vefat tarihi ile, şeyhi Süfyân b. Uyeyne'nin vefat tarihi olan 198 ydı arasında 3 7 yıl vardır. Bu da, hoca-talebenin tarihen görüşebilme imkânına sahip olduklarım göstermektedir. İbn Ebî Şeybe'nin rivayeti; hocalar ve talebelerin muâsaraü dik kate alındığında muttasıl görünmektedir. Gerek İmâm Mâlik, gerek se İbn Ebî Şeybe rivâyederi beraberce değerlendirildiğinde, müdelles olan Mâlik rivayetinin, İbn Ebî Şeybe tarafından desteklendiği ve bu kusurunun giderildiği görülmektedir.
b. Zcyd b. Sâbit'ten Gelen Rivâycdcr ba. Zcyd b. Sâbit'ten Gelen Rivâyederin Sened Ağı
Rasûlullah
Zeyd
Kesir
3 = Yûnus
Muhammed
T (...)Zeydb.Slbtt afiyle dedi: "Keainnkle RetûluUh'un, "Şeyh re şeyha, zina
Katide
~y— Şu'be
X
muhakkik ba ikilini Akdi
Muhammed Yunus
a r z Abdullah
~ y — Muhammed
Akmadb. Hmnbtl
(...) Kesir b. Sah dedi id, lbnul-At ve Zeyd b. Sabit, mushaflan yanyorlardı. Bu Syete (İncelenen rivayete) geldiler. Zeyd dedi ki; 'Resfllullahtanföyle dediğini duydum; Şeyh ve şeyha, zina ettikleri zaman, her ikisini de muhakkik rtcroediniı*. Bunun Özerine Ömer dedi ki, "Bu indirildiği zaman, RetOJullaha geldim ve dedim ki, "Onu bana yaz*. (Şu'be dedi ki, o unlu bunu hoı) knrplamadi. Bunun üzerine Ömer dedi ki, "Görmüyor mutun? Şeyh muhatı olmadığı zaman celdelenıyor. Şâb (dul), zina eder de muhsan ohrsa, nemediltyor" (M0tned,V,183)
tbn Avn
î t » Ebî Adiyy
Abdullah Huscyn (...) Kertr dedi ki, tbuul-As ve Zeyd b. Slbit, yınvorUrdı. Şulyete (incelenen rivayete) gOdüücrinde, Zeyd dedi Ja, *Ben IteOMab'tan, şöyle dediğini duydum: "Şeyh ve şeyha, zina ettikleri zaman, kctinlikle her ikisini de enediniz*. Bunun Özerine 'Amr dedi ki, "Bu nazü olduğu zaman ResOlulah'a geldim ve dedim İd, 'Bum! yazayım mı?" Sanki o. bunu kerih gördü. 'Amr ona (Zeyd'e) dedi ki, "Şeyh, muhsan olduğu halde zina edene, (cezaıunn) «buı—m» recin; muhsan ounadıgıada iıe, çekiçlenme olduğunu, teyyib muhsan olduğu halde zina edene (cezaimin) recm olduğunu görmüyor n*iKrnr(Hakim, MOstedrek, [V, 401)
Ebu'tHasan
v e
Zeyd b. Sabit dedi ki; Rdûlullah'ın »öyle dediğmi duydum: "Şeyh ve şeyhe zina edene, her ikisini de recmedin" (Hıkım, MOMcdrek, IV, 401).
BeyhaU (...) Yunut b. Cubeyr »unu anlatıyor Onlar (Kettr b. et-SalI ve arkadaşları), Zeyd b. Sftmfin yanında rauıhaflan yazıyorlardı. Şu ayete tektiler. Zeyd dedi ki RefOlullahtan afiyle dediğini duydum: "Şeyh ve aeyha, zina ettikleri zaman, Allah ve Resulünden bir olarak, her ikilini de recnıedtniz" {Beyhakl, SOnen, VTJL 211).
(...) Kcılr b. Sah dedi b , Mervan'ın yanaldaydık, aramada Zeyd b. Slbit de vardı Zeyd dedi ki; Biz vaktiyle; "Şeyh ve aeyha zina ettiklerinde her ikisini de recmediniz**! okurduk. Mervfeıı dedi ki; "O zaman onu muahata koyalım mı T*. Zeyd dedi kj; "Görmüyor mutun, zaten evli gençler (cı-ŞIbbeyni'fH Seyyibeyni) lecmediliyor". Zeyd devamla dedi ki, Ömer b. Hamttı aramızdayken, bu meseleyi birileri gündeme getirmişti. Ömer dedi ki; "Ben bu konuda iadra fifa bilgi vfxecegua". Biz "öttü" diye torduk. Dedi ki; "Reaûlunah'a gideceğim ve »fiyle afiyle diyeceğim. Recmi zikredene, "Yi Rcaolallah bana recm ayetini yazdır" diyeceğim. (Daha sonra) Ömer dedi ki, "RetflluAah'a gtftun bu dununu zikrettim. Recm ayetini zikmri. Ben de Yİ Rertlallnh! Recm ayetini bana yazdır" dedim, buyurdu ki; "Buna gficom yetme* (II csteh"u tike)". Bana dayanarak BeyhaU diyor ki; bu ve daha Önce zikıetflenfar götten yor ki, recm adetinin hükmü sabit, tilaveti roenauotur. Bunda btçeir ıbtüaf da bümiyorum (ReybaM, Sttnen. VTXL 21l).
b b . H z . Zeyd b. Sâbit'ten Gelen Rivayetlerin Râvî Tanıtımı vc Haklarındaki Cerh ve Ta'dil Dcğcrlcnclirmclcri Bu rivayetteki Müşterek Râvî, Kesîr b. es-Salt'ür. Hadîsi ondan iki kişi almış, daha sonra intişar etmiştir. İlk kaynağa varan rivayetle rin sened ağı şu şekildedir: Zeyd
Kesîr
Akdî
W
Yunus
•
Katâde
•
Muhammed
Muhammed
—Ü
Ahmed
Şube
Dârimî
b.
Hanbel
Zeyd b. Sabit b. DabJıâk b. Zeyd (Ebû Sa'îd, Ebû Hârice, Ebû Sabit, el-Ensârî, el-Hazrecî, en-Neccârî, el-Medenî) Bedir Savaşı sıralarında küçük yaşlarda olduğu belirtilen Zeyd b. Sâbit'in yetişkin olarak Uhud Savaşı'na katıldığı, bazılarınca da ilk defa Hendek Savaşı'na katıldığı söylenir. Sahabenin alimlerinden olan bu zat, aym zamanda vahiy katiplerindendir. Başta, Ebû Hurey re olmak üzere birçok sahabî ondan rivayette bulunmuştur. Tabiîn den de ondan rivayette bulunanlar çoktur. Ebû Bekr zamanında Kur'ân'm cem'i işinde görev yapan bu sahabî, sahabenin fetva ehlin den olan kişileri arasında sayılır. Ölüm tarihi konusunda 4 2 , 4 3 , 4 5 , 5 1 , 5 2 , 5 4 , 55 gibi farklı rakamlar telaffuz edilmektedir. Ancak ço ğunluğa göre 4 5 / 6 6 5 tarihinde vefat ettiği kabul edilir . 488
Sahabenin fakîhlerinden ve Ensâr'ın ileri gelenlerinden olan Zeyd b. Sabit , H z . Osman döneminde Mushafin çoğaltılmasında da görevlendirildiği zikredilir. Resûlullah zamanında Yahudi dilini öğrenmiş ve bu dildeki haberleşmede H z . Peygamber'in katibi ol muştur. Ferâiz konusunda ilk kitabı onun telif ettiği belirtilir . 489
490
488
B k z . İ b n H a c e r , el-İsâbe,
489
İ b n H i b b â n , Meşâhiru
490
B k z . e l - A ' z â m î , Dırâsât,
I I , 4 9 0 - 4 9 2 ; B u h â r î , et-Târihu'l-Kebir,
Ulemâi'l-Emsâr, I, 108.
I, 10.
III, 380.
Onun hadîslerinin yazılı olarak yanında bulunduğu kişiler arasında Kesîr b. es-Salt da vardır. Çünkü onlar, Zeyd b. Sâbit'in yanında bu lunur ve onun hadîslerini yazarlardı . 491
Zeyd b. Sâbit'in H z . Peygamber'in güvenilir bir sahabisi olduğu, onun tercümanlığını yaptığı, H z . Ebû Bekr döneminde Kur'ân'ın mushaf haline getirilmesinde, H z . Osman döneminde de çoğaltıl masında görevlendirildiği, hatta ferâiz konusunda ilk kitabı onun yazdığı g ö z önünde bulundurulduğunda, hadîs rivayetinde, sıradan biri olmadığı, yaptığı işin şuurunda ve uyamk bir sahabî olduğu an laşılmaktadır. Kesîr b. cs-Salt b. Ma'dikerib b. Vckî'a (Ebû Abdillah, el-Kindî, el-Medenî, el-Hicâzî) Önceleri ismi "KaJîl"iken, daha sonra "Kesîr"diye adlandırılmış tır. Bu isim değişikliğini, Resûlullah'ın yaptığım söyleyenler varsa da, onun H z . Ömer tarafindan Kesîr diye adlandınldığı görüşü da ha doğru kabul edilmektedir . Çünkü Rasûlullah'ın bu isim deği şikliğini yaptığım belirten rivayetin senedinde zayıf râvîler varken di ğer rivayet sahîh senedlidir . Kesîr b. cs-Salt Resûlullah zamanın da dünyaya gelmiştir . Kendisi, Tabiînden , hatta Tabiînin de bi rinci tabakasından olduğu zikredilir . Sahabeden, Ebû Bekr, Ömer, Osman, Zeyd b. Sabit ve Sa'îd b. el-As'tan rivayette bulun muştur . Kendisinden de birçokları rivayette bulunmuşlardır . 492
493
494
495
496
497
498
499
500
el-'Iclî ve İbn Hibbân, onun s i k a râvîlerden olduğunu söyle mişlerdir. Ayrıca onun için, " f a k î h " , "şerefli ve güzel h a l l i " gi bi ta'dîl edici ifadeler de kullanılmıştır. 501
502
491 B k z . e l - A ' z â m î , a . g . e . , I , 1 0 9 . 492 B k z . e l - K i n d î , A h m e d b . A b d i r r a h î m , Tuhfetü't-Tahsll 6 Zikri Thk. Abdullah Nevvâre, M e k t e b e t ü ' r - R c ş î d , Riyad 1 9 9 9 , 1 , 2 6 9 . 493 İ b n S a ' d , et-Tabakitu'l-Kübrâ, be, V , 6 3 3 .
Dâru's-Sâdır, Beyrut tsz., V , 14; İ b n H a c e r ,
494
İ b n H a c e r , cl-lsâbc,
V, 6 3 3 .
495
İ b n H a c e r , el-İsabe, kat, V , 3 3 0 .
V , 6 3 3 ; e l - K i n d î , Tuhfctü't-Tahsil,
496 el-'Iclî, Ma'rifctü's-Sikit,
î b n H a c e r , el-Mbe,V,
V I I , 1 5 3 ; c l - M i z z î , Tchzibu'l-KemU, VIII, 419-420.
I I , 2 2 4 ; İ b n H i b b â n , es-Sikât, V , 3 3 0 .
501 İ b n S a ' d , et-Tabakitu'lKübrâ,V, 502
I , 2 6 9 ; İ b n H i b b â n , es-Si-
XXIV, 128. ve't-Ta'dll,
499 B k z . İ b n H a c e r , Tchzîbu't-Tchzîb, 500 el-'Iclî, Ma'rifctü's-Sikit,
el-lsâ-
II, 224.
497 c l - M i z z î , Tchzibu'l-Kcmâl, 498 İ b n E b î H a t i m , el-Ccrh 129.
Ruvâti'l-Mcrâsil,
632.
14.
XXIV,
Kesir b. es-Salt'ın sikalığı ve fakîhliği hakkında kullanılan bu ifa delere dayanarak, onun "sika-fakîh" bir râvî olduğu, dolayısıyla riva yet ettiği hadîsin fıkhını bildiği anlaşılmaktadır.
Yûnus b. Cübeyr (Ebû Ğilâb, el-Bâhilî, el-Basrî) 503
9 0 / 7 0 8 ' d e n sonra vefat ettiği belirtilen Yûnus b. Cübeyr, tabiîndendir . Kesîr b. es-Salt ve başkalarından rivayette bulunmuş t u r . Kendisinden de Katâde ve başkaları rivayette bulunmuşlar dır . 504
505
506
507
508
Hakkında; "sikadır" , "sebt sahibidir (zâ s e b ö ' n ) " gibi ta'dîl lafızları kullanılan Yûnus b. Cübeyr'i, en-Nesâî de; "sikadır, sebtt i r " şeklinde ta'dil etmiştir. Bütün bunlar onun sika bir ravî ola rak tanındığını göstermektedir. 509
Katide b. Di'âme b. Katâde b. Aziz (Ebu'l-Hattâb) 6 1 / 6 8 0 senesinde doğmuş ve 1 1 7 / 7 3 5 senesinde Vâsıt'ta, tâûn hastalığına yakalanarak vefat etmiştir . Buna göre 66 yaşında ölme si gerekir. Ancak bazı rivayetlerde 5 5 , 56, 57, 58 yaşında vefat etti ği söylenir . Bu durumda doğum tarihi konusunda kesin bir tarih vermek doğru olmamaktadır. 510
511
Resûlullah'ın ashâbmdan, Enes ve Abdullah b. Sercis dışında kimseye mülâki olmamıştır . Dolayısıyla tabiûndandır . Amâ ola rak doğan bu râvî, zamanla dönemin hafızlarından ve fakîhlerinden 512
513
503
İ b n H i b b â n , es-Sikât,
504
el-'Iclî, Mi'rifetu's-SMt,
V, 554.
505
İ b n H a c e r , Tehzîbu't-Tehztb,
506
î b n E b î Hatim, el-Cerh 383.
vc't-Ta'dîl,
507
el-'Iclî, Ma'rifctü's-Sikit,
II, 377.
508
Ö m e r b . A h m e d E b û H â l i z e l - V â ' i z , Tirihu Esmâi's-Sikât, ed-Dâru's-Selefiyye, el-Kuveyt 1 9 8 4 , 1 , 2 6 3 .
II, 377. XI, 383.
509
İ b n H a c e r , Tchzîbu't-Tehzib,
510
B k z . İ b n E b î Hatim, el-Cerh Emsâr, I , 9 6 .
511
B k z . İ b n H a c e r , Tehzîbu't-Tehzib, V I I , 1 3 3 ; İ b n H i b b â n , Meşâhiru
I X , 2 3 6 ; İ b n H a c e r , Tehzibu't-Tehzib,
XI,
Thk. Subhî es-Sâmerrâî,
XI, 383. ve't-Ta'dil,
V I I , 1 3 3 ; İ b n H i b b â n , Meşâhiru
V I I I , 3 5 5 ; . İ b n E b î Hatim, el-Cerh Ulemâi'l-Emsâr, I, 96.
512
İ b n E b î Hatim, el-Cerh
ve't-Ta'dil,
VII, 133.
513
İ b n E b î Hatim, el-Cerh sâr, I , 9 6 .
ve't-Ta'dil,
V I I , 1 3 3 ; İ b n H i b b â n , Meşâhiru
Ulemâi'lve't-Ta'dil,
Ulemâi'l-Em
514
olmuştur . Kendisinden, Ebû Hanîfe, Şu'be gibi ileri gelen alimler rivayette bulunmuşlardır . 515
516
Hakkında değişik yorumlar yapılmıştır, "sikadır", "sebttir" , "nafiz imamlardandır" "fakîhtir" şeklindeki ta'dîl lafızları bun lardan bazdandır. Sa'îd b. el-Müseyyeb'in; "Katâde'den daha nafiz birisi bana gelmedi" şeklinde ta'dil ettiği bu râvîyi eleştirenler de var dır . Şa'bî, onun durumunu sahih ve sakim rivayederi birbirinden ayıramayan anlamına g e l e n "hâübu'l-leyl (gece odun toplayan)" ifadesiyle anlatmıştır . Nesâî ve bazdan onu tedlisle vasıflandırmışlardır . Onun müdellis olduğunu nakleden İbn Hibbân, aym râvî yi es-Sikât adlı eserinde de zikretmiştir . 517
518
519
520
521
522
523
524
Çeşitli hocalara ait hadîsleri yazmıştır. Câbir b. A b d i l l a h , İbra him b. Y e z î d , Ebû K ı l â b e , Sa'îd b. C ü b e y r , bunlardan bazılandır. 525
526
527
Kendisinin, tefsir, nâsih-mensûh gibi konularda kitaplan da var dır. Etrafındakiler, ondan hadîs yazımında titiz davranmışlardır. Şu'be; "Katade'nin dudaklanna bakardım, "haddesenâ" dediklerini yazardım, bunu demediği rivayetleri yazmazdım" demiştir . Onun hadîslerini yazdığı belirtilen on alü kişiden biri de Ş u ' b e ' d i r . 528
529
Onun mürsel rivayetleri de vardır. Yahya b. Sa'îd; Katade'nin mürsellerine hiçbir değer atfetmez hatta, "onlar rüzgar gibi değer sizdirler" d e r d i . 530
514 İ b n H i b b â n , Meşâhiru
Ulemâi'l-Emsâr,
515 e s - S u y û t î , Tabakâtu't-HuSâz,
1,96
I, 45.
516 İ b n H a c e r , Takribu'tTchzib,
I,453.
517 İ b n H a c e r , Lisânu'l-Mîzân, VII, 341.
M ü e s s e s e t ü ' l A'lemî l i ' l - M a t b û ' â t , B e y r u t 1 9 8 6 , 2 . b .
518 e i - T c ü , Ma'rifctü's-Sikât,
II, 215.
519 İ b n E b î H a t i m , el-Cerh
ve't-Ta'dil,
VII, 133.
520 e t - T e h â n e v î , a.g.e., 1 , 2 7 1 . 521 B k z . İ b n H a c e r , Tehzibu't-Tehzib,
VIII, 353.
522 B k z . İ b n H a c e r el-Askalânî, Tabakâtu'l-Müdeilism, Ulemâi'l-Emsâr, I, 96. 523 B k z . İ b n H i b b â n , Meşâhiru 524 e l - A ' z â m î , Dırâsât,
Ulemâi'l-Emsâr,
1,105.
525 e l - A ' z â m î , a.g.e., I , 1 4 3 . 526 e l - A ' z â m î , a.g.e., I , 1 4 5 . 527 e l - A ' z â m î , a.g.e., I , 1 4 9 . 528
Bkz. el-A'zâmî, Dırâsât, 1 , 1 9 6 - 1 9 7
529 B k z . e l - A ' z â m î , a.g.e., I , 1 9 7 - 2 0 0 . 530 e t - T e h â n e v î , a.g.e., I , 9 7 .
I, 43; İbn Hibbân,
1 , 9 6 , es-Sikât,
V, 321.
Meşâhiru
Birçokları tarafından ta'dil edilmesine rağmen, Şa'bî, onun hâtıbu '1-leyl, en-Nesâî ve bazıları da müdellis olduğunu zikretmişlerdir. Ancak talebesi Şu'be bu durumun farkındadır ve ondan sadece şeyh lerinden fiilen duyduğu hadîsleri almıştır. Nitekim onun hadîslerini yazan 16 kişiden biri de Şu'be'dir. İbn Hibbân onun müdellis oldu ğunu nakletmiş ama es-Sikât adlı eserinde de sikalardan saymıştır. Katâde ve Şu'be arasındaki muâsarat ve likanın olduğu dikkate alı nırsa, bu rivayette tedlis ihtimali iyice azalmaktadır. İbn Hacer'in; "Şu'be'nin Katâde'den yaptığı rivayette, Katade'nin tedlis endişesi yoktur. Çünkü o, Katâde'den ancak onun fiilen dinlediği hadîsleri almıştır" şeklindeki sözü, böyle bir durumun söz konusu olamaya cağını göstermektedir. Bütün bunlara dayanarak, en azından incele diğimiz hadîste tedlis ihtimalinin bulunmadığı ortaya çıkmaktadır. Şu'be tbnu'l-Haccâc b. cl-Vcrd (Ebû Bistâm, el-Atekî, el-Ezdî, el-Vâsrri, el-Basrî ) 531
5 3 2
Tabii't-Tabiîndendir. D o ğ u m tarihi, 8 3 / 7 0 2 olan Şu'be, 1 6 0 / 7 7 6 yılının başlarında, 7 7 yaşındayken Basra'da vefat etmiş t i r . Tabiînden birçoklanndan hadîs almıştır. Kendisinden de, ge rek tabiînden gerekse kendi akranlanndan bir çoğu hadîs almıştır . 533
534
53
"Emîru'l-mü'minîn 6'1-hadîs" *, "sikanın fi'l-hadîs'™ "ima mım celil", "hafızım kebîr" onu ta'dîl eden lafızlardan bazdandır. Hammâd; "Şu'be bana muvafakat ettikten sonra, muhalefet edenle re aldırmam. Çünkü o, hadîsi bir defa duymakla iktifa etmezdi" de miştir. Süfyân es-Sevri de; " Ş u ' b e , hadiste "emiru'l-mü'minin"dir" demiştir . eş-Şâfi'î; "Şu'be olmasaydı, Irakta hadîs bilinmezdi" de miştir . 537
538
Şu'be, ilmî hayatına önce, Arap Edebiyatına dair derslerle başla mış, daha sonra hadîse yönelmiştir. Irak'ta cerh ve ta'dilde söz sahi bi idi. Zuafa ve metrukîn konusunda kendisine uyulan biri olmuştur. Hocası Katâde "müdellis"lerdendi. Bu yüzden, Şu'be, ondan her 531
Ş u ' b e hakkında bilgi için b k z ; A b d u l m e l i k B e k r K a d ı , Şu'be Mü'minin 6'1-Hadîs, D â r u ' z - Z e h r â , K a h i r e 1 9 8 1 .
532
e l - A ' z â m î , a.g.e., I , 2 6 7 .
533
B k z . E b û Z e h v , a.g.e., s. 2 9 3 - 2 9 4 .
534
B k z . E b û Z e h v , a.g.e., s. 2 9 3 - 2 9 4
535
İ b n u ' l - K a y s e r â n î , Tczkiretü'l-Huffâz,
536
el-'Iclî, Ma'rifetü's-Sikât,
537
B k z . E b û Z e h v , a . g . e . , s. 2 9 3 - 2 9 4 .
538
İ b n u ' l - K a y s e r â n î , Tezkiretü'l-Hufraz,
I, 193.
1,456.
1,193.
İbnu'l-HaccâcEmiru'l-
duyduklarını değil de, Katade'nin duyduğuna delâlet eden lafızlarla rivayet ettiklerini yazardı . İbn Hacer, "Şu'be'nin Katâde'den yap tığı rivayette Katade'nin tedlisi endişesi yoktur. Çünkü Şu'be ondan ancak onun fiilen dinlediği hadîsleri almıştır" demektedir . Yine o , "Şu'be şeyhlerinin rivâyederinden ancak sahîh olanları tahammül eder" demiştir . Bazı hadîs imamları da şöyle demişlerdir: "Bir ha dîsin isnadında Şu'be'yi görürsen ona dört elle sarıl. İsnadında Şu'be olan bir hadîs tedlisten, râvînin ihtilafından, telkininden ve saireden salimdir. Yeter ki Şu'be'ye kadarki isnâd sahîh o l s u n " . Bütün bunlar, onun sika bir râvî olduğunu göstermektedir. 539
540
541
542
Şu'be'den sonra sened iki koldan devam etmiştir. Bunlardan bi ri, ed-Dârimî, diğeri Ahmed b. Hanbel tarafından tahric edilmiştir. Dârîmî'nin Râvilcri cl-Akdî, Abduknclik b. Amr (Ebû Amir, el-Kaysî, el-Basrî) 2 0 4 / 8 1 9 yılında vefat ettiği zikredilen bu râvî, Şu'be ve baş kalarından rivayette bulunmuştur . Kendisinden de birçokları riva yette bulunmuştur . Onun hakkında; "sika", "harız", "sadûk", "mc'mûn™, "'â7a7"gibi ta'dîl edici ifadeler kullanılmıştır . Müs lim'in de itimat edip hadîsini rivayet ettiği râvîlerdendir . 543
544
545
547
548
Muhammed b. Yczîd b. Muhammed (Ebû Hâşim, er-Rifâ'î, el-'Iclî) 549
2 4 8 / 8 6 2 yılında Bağdat'ta vefat ettiği zikredilen bu râvî hak kında cerh edici ifadeler mevcuttur. Hakkında; "zayıftır" , "alim550
539 c l - A ' z â m î , Dırâsât, I , 2 6 7 . 540
B k z . İ b n H a c e r , Fcthu'l-Bâri,
I, 50.
541 e t - T e h â n e v î , a . g . e . , 1 , 1 0 0 . 542 e t - T e h â n e v î , a . g . e . , I , 1 0 0 . . 543 B u h â r î , et-Tirihu'l-Kebîr,
V, 4 2 5 .
5+4 İ b n H a c e r , Tehzîbu't-Tehzîb,
V I , 3 6 3 ; Buhârî, ct-Tân/ıu'i-Kebır, V , 4 2 5 .
545
VI, 363.
İ b n H a c e r , Tehzîbu't-Tehzîb,
546 T a d i l l a f i z l a n n d a n d ı r . B ö y l e ravinin rivayeti yazılır ve araştırılır ( U ğ u r , Hadîs Terimleri Sözlüğü, s. 2 1 6 ) .
Ansiklopedik
547
B k z . İ b n H a c e r , L i s â n u ' l - M î z â n , V I I , 2 9 2 ; İ b n H a c e r , Tehzibu't-Tehzib, VI, 363; e s - S u y û t î , Tabakâtu'l-Huftâz, I , 1 4 9 ; E b û H â f i z e l - V â ' i z , Târihu Esmâi's-Sikât, I, 158.
548
İ b n M e n c û y c e l - İ s b e h â n î , Ricâlu Müslim,
549
İ b n H i b b â n , es-Sikit,
II, 216.
IX, 109.
550 e n - N e s â î , ed-Du'atâ ve'l-Metrükîn, T h k . M u h a m m e d İbrahim Zâid, Dâru'l-Ve'â, H a l e p 1 3 6 9 , 1 , 9 5 ; "Zayıftır", c e r h l a f i z l a n n d a n d ı r ve b ö y l e bir ravinin rivayeti iti b a r için alınır (Aydınlı, a . g . e . , s. 1 6 3 ) .
551
ler onun hakkında konuşmuşlardır (tüküllime rıh/)" , "Birçok münker rivayeti vardır", "zayıflığı hakkında alimlerin çoğu birleşmiş tir" , "hata y a p a r d ı " gibi cerhedici ifadeler kullanılan bu râvîden, Buhârî sadece istişhâd maksadıyla hadîs alırdı . Bütün bunlar, onun zayıf bir râvî olduğunu göstermektedir. 552
553
554
cd-Dârimî, Abdullah b. Abdirrahman (Ebû Muhammed, es-Semerkandî) Kütübü Tıs'a müelliflerinden olan ed-Dârimî, 181/797255/869 yıllan arasında yaşamıştır. Semerkand'lı olmasına rağmen hadîs öğrenmek için Hicaz, Mısır, Şam, Irak, Küfe ve Horasan gibi ilim merkezlerini dolaşmıştı. Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî gibi Kütübü Sitte müellifleri onun öğrencileri arasındadır. Buhârî, el-Câmi'u's-SaJıîh dışındaki eserlerinde, Müslim Sahîh'inde, Ebû Dâvud ve Tirmizî de Sönenlerinde bundan hadîs rivayet etmişlerdir. Dârimî, cerh ve ta'dîl ilminde de görüşüne itibar edilen bir âlim olup Ahmed b. Hanbel ile Ebû Hatim er-Râzî (Ö.277/890) onun hadîs tenkidi konusunda otorite olduğunu ifade etmişlerdir . 555
Ahmed b. HanbcPin Râvîlcri Muhammed b. Ca'fcr (Ebû Abdillah, el-Hüzelî, el-Basrî, Gunder) 556
193/808 ydında ölen Muhammed b. C a ' f e r , Sa'îd b. Ebî 'Arûbe'nin de arkadaşıdır. Şu'be'nin talebesi ve Üvey oğlu olan bu râvî, yaklaşık yirmi sene Şu'be'yle birlikte kalmıştır . Dolayısıyla Şu'be'den ve başkalarından rivayette bulunmuştur. Ken disinden de Ahmed b. Hanbel ve başkalan rivayette bulunmuştur . 557
558
559
560
551
İ b n E b î Hatim, el-Cerh ve't-Ta'dil, V I I I , 1 2 9 . B u d a c e r h lafizlanndandır. B ö y l e bir ravinin rivayeti itibar için alınır (Aydınlı, a . g . e . , s. 3 9 9 ) .
552
e z - Z e h e b î , Men Tüküllime
553
İ b n H i b b â n , es-Sikât,
Fihi, I , 1 7 2 .
554
İ b n A d i y y e l - C ü r c â n î , Men Reva anhum el-Buhâri û's-Sahih, S a b r î , D â r u ' l - B e s â i r i ' l - İ s l â m i y y c , B e y r u t 1 4 1 4 h., 1 , 1 9 4 .
555
Aydınlı, A b d u l l a h , " D â r i m i , A b d u l l a h b . A b d u r r a h m a n " , DİA, V I I I , 4 9 4 .
IX, 109.
556
B u h â r î , ct-Tâtîhu'l-Kcbîr,
I , 5 7 ; İ b n H i b b â n , es-Sikât,
557
B u h â r î , et-Târihu'l-Kebîr,
I, 57
558
İ b n H i b b â n , es-Sikât,
559
B u h â r î , et-Târihu'l-Kebir,
560
İ b n E b î Hatim, e / - C e r i ı ve't-Ta'dîl,
IX, 50. I, 57 VII, 221.
T h k . ' A m i r H a s a n es-
IX, 50.
Hakkında şu ifadeler kullanılmıştır: "Sikadır, Şu'be'nin hadîsle rinde insanîann csbeti (en sağlamı)dir" . İbnu'l-Mübârek; "İnsan lar Şu'be'nin hadîslerinde ihtilâfa düştüklerinde, Ğunder'in Kitabı onların arasında hakem olur" demiştir. Abdurrahmân b. Mehdî de; "Gunder, Şu'be'den rivayet konusunda benden esbettir" demiş tir . Yine İbnu Mehdî; "Şu'be'nin hayatında, Ğunder'in kitabın dan istifade ediyorduk" demiştir . Yahya b. Ma'în de onun özel likle Şu'be'nin hadîslerini rivayette sika olduğunu zikretmiştir . 561
562
563
564
Dârimî'nin rivâyetindeki Muhammed b. Yezîd'in zaafi, Ahmed b. Hanbel rivâyetiyle izale edilmektedir. Hadîsi Şu'be'den rivayet eden ve Ahmed b. Hanbel'in şeyhi olan Muhammed b. Ca'fer, Şu'be'nin hem üvey oğlu hem de talebesidir. Dolayısıyla aralarında muâsarat ve likanın ötesinde çok yakın bir diyalogun olduğu anlaşıl maktadır. Bunun hakkındaki, "sikadır", "Şu'be'nin hadîsleri konu sunda insanîann esbetidir", "İnsanlar Şu'be'nin hadîslerinde ihtilaf ettiklerinde Gunder (Muhammed b. Ca'fer)'in kitabı, onlar arasında hakem olur" şeklindeki ifadeler hatırlanırsa, özellikle Şu'be hadîsleri konusunda sika olduğu ortaya çıkar. Bu iki rivayet birlikte değerlendirildiğinde, birbirlerinin kusurlannı tamamlamakta ve biribirlerine şâhid/'âzıd olmaktadırlar. Dola yısıyla, zayıf râvî olan Muhammed b. Yezîd'in za'findan kaynaklana cak tehlike de ortadan kalkmaktadır. Neticede hadîs, sika râvîler ta rafından rivayet edilmiş olmaktadır. bc. Zcyd b. Sâbit'ten Gelen Rivâyederin İttisal Açısından Dcğeıicûdirmcsi İlk râvî Zeyd b. Sâbit'in ölüm tarihi ihtilaflıdır. Onun 4 2 - 5 5 ydlan arasında vefat ettiği anlaşılmaktadır. Hadîsi ondan rivayet eden Kesîr b. es-Salt ise Resûlullah zamanında doğmuş ve tabiînin büyük lerinden addedilmiştir. Bu dummda, Zeyd b. Sâbit'le muâsaraü mümkün olmaktadır. Onun Zeyd b. Sabit, Ebû Bekr, Osman, Ömer gibi sahâbîlerden rivâyederinin olduğu ve Zeyd b. Sâbit'in yarımda bulunup onun hadîslerini yazdığı hatırlanırsa, aralannda likanın var lığını ortaya çıkar. 561
el-'Iclî, Ma'rifetü's-Sikât,
II, 234.
562
İ b n E b î H a t i m , el-Cerh
ve't-Ta'dil,
563
e s - S u y û t î , Tabakitu'l-Huffâz,
564
i b n E b î H a t i m , el-Cerh
VII, 2 2 1 .
I, 132.
ve't-Ta'dil,
VII, 221.
İncelediğimiz sened, Kesîr b. es-Salt'tan itibaren iki koldan de vam etmektedir. İlk kaynak olarak ed-Dârimî ve Ahmed b. Hanbel'de geçen bu senedlerin ittisal durumu şöyledir: ed-Darimî'nin rivayeti, Şu'be'ye kadar ayrı bir sened olarak de vam etmekte, Şu'be'de Ahmed b. Hanbel'in rivâyetiyle birleşmekte dir. Yûnus b. Cübeyr, bu hadîsi Kesîr b. es-Salt'tan rivayet etmekte dir. 90'h yıllarda vefat ettiği belirtilen Yûnus, tabiînden sayılmıştır. Kaynaklar, onun Kesîr'den rivâyederinin olduğunu belirtirler. Şeyhi Kesîr'in de tabiî olduğu hatırlanırsa, ikisinin de aym tabaka râvîleri olduğu ve aralarında muâsaratın varlığı ortaya çıkmaktadır. Hadîsi, Yûnus'tan rivayet eden Katâde, 6 1 - 1 1 7 yıllan arasında yaşamıştır. Buna göre, 90'h yıllarda vefat eden Şeyhi Yûnus'la muâsaratı mümkün olmaktadır. Zira Katâde, hocası vefat ettiğinde 29 yaşlannda olmaktadır. Katâde'nin sahabeden H z . Enes ve Abdullah b. Sercis adındaki sahâbîleri gördüğü için tabiînden sayıldığı hatırla nınca, aynı tabaka râvîleri olmalan münasebetiyle hocasıyla muâsaratı kesinleşmektedir. Katâde ise bu hadîsi 83-160 yıllan arasında yaşayan Şu'be'ye ri vayet etmiştir. Buna göre Şu'be, şeyhi Katâde'nin vefatında 34 yaş lannda olmaktadır ki bu da muâsaratı mümkün kılmaktadır. Değişik kaynakların Şu'be ile Katâde'nin görüştüklerinden bahsetmeleri, on lar arasında likanın varlığını göstermektedir. Dârimî'nin râvisi el-Akdî, 204 yılında vefat etmiştir. Normal bir insan ömrünün 60-70 sene olduğu farz edildiğinde, el-Akdî'nin ho cası Şu'be ile muâsaraü mümkün olmaktadır. Onun 6 0 yaşında ve fat ettiği farz edilse, 146 ydında doğmuş olur. Bu durumda da 160 yılında vefat eden Şu'be ile muâsaraü mümkün olur. Kaldı ki kay naklar, onun Şu'be'den rivâyederinin olduğunu tasrih etmektedirler. el-Akdî, bu hadîsi Muhammed b. Yezî er-Rifâ'î'ye rivayet etmiş tir. 248 yılında vefat eden bu râvînin, 204 yılında vefat eden şeyhi elAkdî ile muâsaraü kesindir. Son olarak müellif ed-Dârimî, hadîsi, Muhammed'den rivayet et miştir. ed-Dârimî'nin 181-255 yıllan arasında yaşadığı bilinmekte dir. Dolayısıyla 2 4 8 yılında yaşayan hocası Muhammed'le muasır ol maktadır.
Ahmed b. Hanbel'in rivayetinde ise, Hadîsi Şu'be'den Muham med b. Ca'fer rivayet etmiştir. 193 yılında vefat eden bu râvînin, 160 yılında vefat eden Şu'be ile muâsaraü açıktır. Hadîste kullandığı "haddesenâ" ifadesi ise, muâsaraü kesinleştirdiği gibi, likanın oldu ğunu da gösterir. Kaldı ki kaynaklarda, Muhammed'in, Şu'be'nin ta lebesi olduğu, 2 0 yıl Şu'be'yle birlikte kaldığı da belirtilir. Bu du rumda iki râvînin muâsaraü ve likası kesinleşmiş olmaktadır. Hadîsi eserinde zikreden Ahmed b. Hanbel, 164-241 yıllan ara sında yaşamıştır. Dolayısıyla 193 yılında yaşayan Muhammed'le mu asır olmaktadır. Kaynaklarda, Ahmed b. Hanbel'in Muhammed'den rivayette bulunduğunun tasrih edilmesi de bunu teyit etmektedir. Aynca, onun "haddesenâ" tahammül ve eda sigasını kullanması, aralannda likanın da var olduğunu gösterir bir delil olmaktadır. Gerek ed-Dârimî ve Gerekse Ahmed b. Hanbel, bu hadîsi, Şu'be'ye kadar, "tahdis'\ Şu'be'den sonra "an'ane" ile rivayet etmiş lerdir. Ahmed b. Hanbel'in rivayetinde, Ahmed b. Hanbel ile Şu'be arasında Muhammed b. Ca'fer bulunmaktadır. Bu râvînin Şu'benin üvey oğlu ve talebesi olduğu hatırlanırsa lika sabit olmaktadır. Dârimî'nin rivayetinde ise, Şu'beden sonraki râvîlerin muâsaraü kesindir. Dolayısıyla, en azından Müslim'e göre hadîs muttasıl olmaktadır. Bununla birlikte, Ahmed b. Hanbel'in rivayetinin desteğiyle bu se nedin de muttasıl olduğu ortaya çıkmaktadır.
c. Ubeyy b. Ka'b'dan Gelen Rivâyctier ca. Ubeyy b. Ka'b'dan Gelen Rivayetlerin Sened Ağı Resul ullah
Ubeyy b. Ka*b
1 İbnFedâle
et-TayâÜsi
2 !
3
Âsim
i
SOfyân es-Sevrî
l
Abdurrezzâk
(...) Zirr dedi İd, Ubeyy b. Ka'b bana dedi ki; "Ahzâb sûresini kaç (âyet) okuyorsunuz?". Ben de "Şu kadar âyet" dedim. O da dedi ki; "Biz onu, (âyet sayısı itibariyle) Bakara sûresine benzetirdik. *ve biz bu sûrede (Ahzab) şu âyeti de okurduk: 'Şeyh ve şeyha zina ettikleri zaman, her İkisini de, Alah ve Resûlu'nden bir azab olarak recmediniz*. Sonra o, (bu söz) kaldırılanlar meyanında kaldırıldı, (etTayâlist, Müsncd, s. 73).
(..) Zirr b. Hubeys dedi ki, Ubeyy b. Ka'b bana; "Arızin sûresini kaç (âyet) okuyorsunuz?" dedi. Ben de dedim ki; "Ya yetmiş, üç veya yetmiş dört (âyet)". Ubeyy; "Kesin mî? (Halbuki) O, Bakara türesine yakın veya ondan biraz daha uzundu. Onda recm âyeti de vardı". Zirr dedi ki, ben; "Ey Ebul-Münzir! Recm âyeti nedir?" diye sordum. Oda; "Şeyh ve şeyha zina ettiği zaman, Allah'tan bir azap olarak, her ikisini de recmediniz. Allah, Azizdir, Hakimdir" dedi (Abdurrezzâk. Musannef, VII. 329-330).
Ali
Ebu'lAbbâs
Ebfl Nu'mân Ubeyy b. Ka'b dedi ki; "Ahzâb Sûresi, Bakara Sûresine denktl (Ahzab Sûresinde), "şeyh ve şeyha zina ettikleri zaman her ikisini de recmediniz'' de vardı. Bu rivayet, Sahiheynin zikretmediği sahih imadlı bir hadistir. (Hâlam. Müstedrek. D, 45Q1
Zirr, dedi ki; Übcyy bana dedi ki, "Ahzâb Sûresini kaç âyet buluyorsunuz? Veya "kaç âyet sayıyorsunuz?". Ona dedim ki, "73 âyet". Dedi ki, "Bu kadar mı? Ben onun Bakara Sûresine denk olduğunu gördüm. Onda sunu da okuduk: Şeyh ve feyha zina ettikleri zaman elbette o ikisini de recmediniz. Allah'tan bir ceza olarak. Allah Alimdir Hakimdir (Nekâlen mincUah. Vallahu AHmun Hakim)". (Ahmed b. Hanbel. Müsncd, V, 132)
Hâkim
Ahmed b. Muhammed
(...) Zirr dedi İd, Ubeyy b. Ka'b bana, "Ahzâb sûresi kaç (âyet) okunurdu?" dedi Ben de, "yetmiş üç âyet" dedim. "Kesin mi?" dedi. Ben de, " Ketin" dedim. Ubeyy dedi ki, "Ben onun Bakara'ya denk olduğunu gördüm. Biz onda (Ahzâb süresinde) (sunu) okurduk: Şeyh ve şeyha zina ettikleri zaman, Allahtan bir azap olarak, her İkisini de içemediniz. Allah, Azizdir. Hakimdir' (HSkim, Müstedrek. IV. 400)
Halef b. Hişâm
Sa'îd b. Mansûr
Ahmed b. Hanbel
Ahmed b. Necdc
Ebû Mansûr <-) Zirr b. Hubeyı dedi ki, Ubeyy b. Kat. bana; • Ahzlb iaresini kaç (J^,) sayıyorsunuz veyt otoyolsunuz?". Ben de: "Yelmi, üç lyet" dedim. (Bunun Özerine, "Kesin mi? Ben oran Bakara suresine denk olduğunu lOrmlisümdUr Onda su (lyet de) yardı: Şeyh ve aeyha. rina eniklen zaman, Allahtan bir azap olarak, her ikisini de recmediniz. Alan. Azizdi, Hakimdir' (Beyhakt, Sünen. VHJ. 211).
EbûNasr
T Btyhakt
cb. Ubeyy b. Ka'b'dan Gelen Rivayetlerin Râvî Tanıtımı vc Haklarındaki Cerh ve Ta'dil Değcrlencürmclcri Bu rivayetin müşterek râvîsi, 'Asım b. Behdele'dir. Ondan riva yette bulunan üç kişiden ikisinin rivayeti ilk dönem kaynaklan olan Ebû Dâvud et-Tayâlisî ile Abdurrezzâk eserlerinde yer almaktadır. Bu iki müellifin rivâyederine ait sened şeması şu şekildedir:
1 İbn F e d â l e Ubeyy
Zirr
Âsim
•
et-Tayâlisî
H Süfyân
•
Abdurrezzâk
Ubeyy b. Ka'b b. Kays b. Ubeyd b. Zeyd (Ebu'l-Münzir, Ebu'tTufeyl, Seyyidu'l-Kurrâ, el-Ensârî) Doğum tarihinden bahsedilmeyen Ubeyy, II. Akabe Bîatına ka ntonlardandır. Hatta Vâkıdî'ye göre, Resûlullah için yazı yazanlann ilkidir. Ölüm tarihi ihtilaflıdır. İbn Ebî Hayseme, Übeyy'in 1 9 / 6 4 0 ya da 2 0 / 6 4 1 senesinde vefat ettiğini; Vâkıdî, 2 2 / 6 4 2 yılında vefat ettiğini; İbn Abdilberr, H z . Ömer'in hilafeti döneminde vefat etti ğini; bazılan ise 3 0 / 6 5 0 veya 3 2 / 6 5 2 ydında H z . Osman'ın hilafe ti döneminde vefat ettiğini söyler. İbn Hacer'e göre ise, en doğru olan görüş, bu sonuncusudur. İbn Hacer, onun Osman'ın hilafeti döneminde öldüğünü Ebû Nu'aym'ın görüşüyle teyid eder. Gerek çe olarak da onun, Zirr b. Hubeyş'le Osman'ın hilafeti döneminde karşılaştığım gösterir. Ubeyy b. Ka'b fetva veren sahâbîlerdendi. H z . Ömer, Ebû Eyyûb, Ubâde b. es-Sâmit, Sehl b. Sa'd, E b û Mûsa, İbn Abbâs, Ebû Hureyre, Enes ve başka sahâbîler ondan rivayette bulun muşlardır . 565
Bütün bunlar, onun hem sosyal ilişkilerde hem de hadîs rivaye tinde güvenilir bir sahabî olduğunu göstermektedir.
565
b k z . e l - B u h â r i , ct-Tirihu'l-Kebir, I I , 3 9 ; İ b n H a c e r , el-lsâbe, cer , Tehzibu't-Tehzib, I , 1 6 4 ; İ b n H a c e r , Takribu't-Tehzib,
I, 181-182; İbn Ha I, 96.
Zirr b. Hubcyş b. Hubâşc b. Evs (Ebû Mutarrif, Ebû Meryem, el-Esedî, el-Kûfî) 5 6 6
Câhiliye döneminde d o ğ a n bu zatın 8 2 / 7 0 1 yılında vefat ettjğiS67 f ettiğinde 120, 1 2 2 , veya 127 yaşında olduğu belirti l i r . Muhadram olduğu belirtilen bu râvînin, Ömer b. Hattâb, Ubeyy b. Ka'b ve başka sahâbîlerden rivâyetieri vardır . Kendisin den de 'Asım b. Behdele ve birçokları hadîs rivayet etmiştir . v
e
v e
a t
568
569
570
571
Arapça bilgisinden dolayı, bazen Abdullah b. Mes'ûd'un bilgi al mak için kendisine müracaat ettiği belirtilen bu râvî için, Yahya b. Ma'în, İbn Sa'd ve başkaları "sikadır" demişlerdir . 572
573
Âsim b. Behdclc t b n Ebi'n-Nucûd (el-Kûfî) Yedi kurrâdan bir olan ve 1 2 7 / 7 4 4 yılında vefat eden Asım b. Behdele hakkında çok farklı görüşler vardır. Kıraatta sağlam olmasına rağmen, cerh ve ta'dîl açısından onun durumu şu farklı kavramlarla ifade edilmeye çalışılmıştır: "Dûne'ssebt", "sadûkun ychitnu", "/eyse bi-hiûz (Nesâi'ye göre)", "maha/luhu's-Sıdk (Ebû Hâtim'e göre)", "sika (Ahmed ve Ebû Zur'a'ya göre)", "hascnu'l-hadîs (ez-Zehebî'ye g ö r e ) " . 5 7 4
İbn S a ' d onun hakkında; "sikadır ama, rivayetinde çokça hata ya pardı" demiştir. Ahmed b. Hanbel'in oğlu Abdullah, babasından naklen onun "salih, hayırlı, sika bir kişi" olduğunu ifade etmiştir. Şu'be, A'meş'i ona tercih ederdi. İbn Ma'în ise onun için "/a be'se bih" demiştir. Ebû Zur'a sika olduğunu söylemiş, Nesâî ise, "leyse bihi 6 e ' s " d e m i ş t i r . 575
566
e z - Z e h e b î , Siyeru A'lâmi'n-Nübelâ,
567
İ b n H i b b â n , Meşâhiru
IV, 166.
568
B k z . İ b n H i b b â n , es-Sikât, I , 1 0 0 ; İ b n H i b b â n , Meşâhiru Ulemâi'l-Emsâr, e z - Z c h c b î , Siyeru A'lâmi'n-Nübelâ, XV, 1 7 0 ; e z - Z e h c b î , el-Kâşif, 1 , 4 0 2 .
Ulemâi'l-Emsâr,
569
İ b n H a c e r , Tehzibu't-Tehzib,
570
İ b n E b î Hatim, el-Cerh XV, 1 6 7 .
571
İ b n H a c e r , Tehzibu't-Tehzib, 167;
I,100. I, 100;
III, 277.
ve't-Ta'dil,
I I I , 6 2 2 ; e z - Z e h e b î , Siyeru
A'Iimi'n-Nübelâ,
I I I , 2 7 7 ; e z - Z e h e b î , Siyeru A'lâmi'n-Nübelî,
XV,
572
İ b n H i b b â n , es-Sikit,
573
el-'Iclî, Ma'riretü's-Sikât, I , 3 7 0 ; İ b n E b î Hatim, el-Cerh ve't-Ta'dil, I I I , 6 2 2 ; İ b n H i b b â n , es-Sikât, I V , 2 6 9 ; İ b n H a c e r , Tehzibu't-Tehzib, I I I , 2 7 7 ; e z - Z e h e b î , Si yeru A'lâmi'n-Nübelâ, I V , 1 6 6 ; e l - B â c î , et-Ta'dil ve't-Tcctih, II, 598.
574
Z e h c b î , Mizânu'l-İ'tidâl,
575
İ b n H a c e r , Tehzib,
IV, 269.
II, 357-358.
V, 3 9 .
Müşterek râvî olan 'Âsim b. Behdele hakkındaki bu lafızlar önemlidir. Çünkü hadîs, ondan sonra intişar etmiştir. Bunun için, normalde dipnodarda verilen cerh ve ta'dil lafızlarının anlamlan ve değerleri, bu râvîye has olmak üzere burada değerlendirilecektir. 576
"Sadûkun yehimu"lafzı, "sadûJcolsa da yanılır" anlamına gel mektedir. Ta'dil lafızlarından olan bu terim, ta'dilin 5. mertebesin de bulunan bir râvî için kullanılır . Böyle bir râvînin rivayet ettiği hadîs, itibar için alınır . 577
578
"Leyse bi-hâhz", ez-Zehebî ve Irakî'ye ( Ö . 8 0 6 / 1 4 0 3 ) göre cer hin beşinci, es-Sehâvi'ye ( Ö . 9 0 2 / 1 4 9 7 ) göre altıncı mertebesinde bulunan bir râvî için kullanılan bir sigadır. Böyle bir râvînin rivayet ettiği hadîs itibar için alınır . 579
"Leyse bihi bc's (zaran yok/zararsız)" lafzı; ez-Zehebî ve Irakiye göre ta'dilin üçüncü, es-Sehâvî'ye göre beşinci mertebesinde bu lunan bir râvî hakkında kullanılır. Böyle bir râvînin rivayet ettiği ha dîs araşünhr . 580
"Mahalluhu's-sıdk (böylesine doğru denilebilir)" lafzı, İbn Ebî Hatim'e göre ta'dilin ikinci, ez-Zehebiye göre üçüncü, İbn Hacer'e göre dördüncü mertebesinde bulunan bir râvî hakkında kullanılır . Böyle bir râvînin rivayet ettiği hadîs itibar için alınır . 581
582
"Sika", ez-Zehebî ve el-Irakî'ye göre ta'dilin ikinci, İbn Hacer'e göre üçüncü, es-Sehavî'ye göre dördüncü mertebesinde bulunan bir râvî için kullanılan sigadır. Böyle bir râvînin rivayet ettiği hadîs ihticac için alınır . 583
"H&senu'l-hadîs" de ta'dîl lafizlanndandır. Böyle bir râvînin ri vayeti, itibar için alınır . 584
576
U ğ u r , Ansiklopedik
Hadîs
Terimleri
Sözlüğü,
s. 3 3 4 .
577
U ğ u r , Ansiklopedik lüğü, s. 1 3 2 .
Hadîs Terimleri
Sözlüğü,
s. 3 3 3 ; Aydınlı, Hadîs Istılahları
578
Aydınlı, a.g.e., s. 1 3 2 .
579
Aydınlı, a.g.e., s. 8 8 .
580
Aydınlı, a.g.e., s. 8 8 ; U ğ u r , Ansiklopedik
581
K o ç y i ğ i t , H a d i s Istılahları, 204-205;
582
Aydınlı, a . g . e , s. 9 1 .
583
B k z . Aydınlı, a . g . e . , s. 1 3 8 ; K o ç y i ğ i t , Hadîs Isnlahlan, pedik Hadîs Terimleri Sözlüğü, s.359-360.
584
U ğ u r , Ansiklopedik
Hadîs
Hadîs Terimleri
s. 2 0 6 ; U ğ u r , Ansiklopedik
Terimleri
Sözlüğü,
Sözlüğü,
Hadîs
Söz
s. 1 9 5
Terimleri
Sözlüğü,
s. 3 9 8 - 3 9 9 ; U ğ u r ,
s. 1 2 9 ; Aydınlı, a.g.e., s. 6 9 .
s.
Ansiklo
Bütün bunlar bütünleştirildiğinde, râvî hakkında kullanılan bu lafızların kahir ekseriyetinin ta'dîl ifade ettiğini, ve böyle bir râvînin rivayetinin ihticac için değil ancak i'tibar için alınabileceğini söyle mek mümkündür. E b û Dâvud et-Tayâlisî'nin Hocası: İbn Fcdâle (Mübarek b. F e d â l e b. Ebî Ümeyye, el-Kuraşî, el-Adevî) 585
586
Sahabe döneminde doğduğu ve H z . Enes'i gördüğü belirtilir . Bir görüşe göre 1 6 4 / 7 8 0 yılında , sahîh olduğu belirtilen başka bir görüşe göre de 1 6 6 / 7 8 2 yılında vefat etmiştir . Ebû Dâvud (et-Tayâlisî) ve başkaları ondan rivayette bulunmuştur . 587
588
589
Hakkında hem cerh hem de ta'dîl ifade eden lafızlar kullanılmış tır. Ta'dîl ifade eden lafızlardan bazıları; "sadûk" , "hafız, muhaddis, sâdık, imâm," , "salih'™ ve "sika" şeklindedir. İbn Hib bân onu "es-5ikat"ta zikretmiş , Aftan ise tevsîk etmiştir . 590
591
593
594
595
Onun hakkında cerh edici ifadeler de kullanılmıştır. Abdurrahmân b. Mehdî'nin ondan hadîs rivayet e t m e d i ğ i ve Ebû Zür'a'nın onun çok tcdliste bulunduğunu söylediği nakledilmektedir. Yine ezberinin kötü o l d u ğ u , "şedîdu't-tcdlis" o l d u ğ u da bu değer lendirmeler arasındadır. Yahya b. Ma'în onun hakkında, "za'îm'l-hadîs"ve "kaderi" , en-Nesâî'de "za'if* lafızlarını kullanmışlardır. 596
597
598
599
600
585
01
e z - Z e h e b î , M u h a m m e d b . A h m e d , el-Muktenâ S Serdi'l-Künâ, S a l i h , C â m i ' a t u ' l - İ s l â m i y y e , M e d i n e 1408 h., I I , 13.
586
e z - Z e h e b î , Siyeru A'Iimi'n-Nübelâ,
587
e s - S u y û t î , T a b a k a n ı '1-Huffâz,
1,93. I , 519.
588
İ b n H a c e r , Takribu't-Tehzib,
589
c z - Z e h e b î , Siyeru A'lâmi'n-Nübelâ,
590
İ b n H a c e r , Takribu't-Tehzib,
Thk. Muhammed
VII, 281.
V I I , 281.
I , 519.
591
e z - Z e h e b î , Siyeru A'lâmi'n-Nübelâ,
592
e z - Z e h e b î , Mizinu'l-İ'tidâl,
VII, 281.
III, 431.
593
E b û H a f i z e l - V â ' i z , Târihu Esmâi's-Sikât,
594
İ b n H i b b â n , es-Sikât, V I I , 5 0 1 .
595
c z - Z e h e b î , Mizânu '1-İ'tidâl, I I I , 4 3 1 .
I , 234.
596
İ b n E b î Hatim, el-Cerh ve't-Ta'dil,
V I I I , 338.
597
İ b n E b î Hatim, el-Cerh
V I I I , 338; es-Suyûtî, Tabakâtu'l-Huffâz,
598
İ b n H i b b â n , Meşâhiru
ve't-Ta'dil,
Ulemâi'l-Emsâr,
1,93.
I , 158.
599
c z - Z e h e b î , Mizânu'l-İ'tidâl,
600
İ b n 'Adiyy, A b d u l l a h b . A b d i l l a h , el-Kâmü D â r u ' l - F i k r , B e y r u t 1988, V I , 319.
III, 431.
601
c n - N e s â î , ed-Du'afâ
ve'l-Metrûkîn,
I , 98.
6 Du'aBi'r-Ricil,
Thk. Yahya M u h t a r ,
602
Bazen hakkında; "lâ be'se b i h " de denilen İbn Fedâle'yi, bazı cerh ve ta'dil alimleri, kullandığı rivayet lafızlarını dikkate alarak de ğerlendirmişlerdir. Buna göre, eğer o, bir hadîsi "haddesenâ (bize anlattı)" eda sigasıyla nakletmişse, bu tür rivâyederi sika kabul edi lirdi. Ancak diğer lafızlarla yaptığı rivâyeder konusunda kesin bir şey söylenmemektedir . İbn Fedâle araşünlan bu hadîsi, '"an" eda si gasıyla nakletmiştir . "Bir râvi hakkında cerh ve ta'dîl lafizlan kul lanılmışsa, cerh takdim olunur" prensibince, söz konusu râvînin za yıf kabul edildiği söylenebilir. 603
604
Abdurrezzik'ın Hocası: Süfyân cs-Scvrî (İbn Sa'îd b. Mesrûk, Ebû Abdillah, el-Kûfi) 005
9 5 / 7 1 3 senesinde doğan e s - S e v r î , tâbiu't-tabiîndendir. 1 6 1 / 7 7 7 yılında da Basra'da vefat etmiştir . Büyük tabiîlerin bir çoklarından hadîs almıştır. Kendisinden de tabiînden olan Muham med b.'Aclân ve Şa'bî hadîs almışlardır. Ma'mer b. Râşid, Mâlik, İbn Uyeyne, Şu'be gibi birçok meşhur hadîsçi de ondan rivayette bulu nanlar arasındadır . 606
607
Onun hakkında birçok ta'dil lafizlan kullanılmıştır. "Sika" oldu ğu kabul e d i l e n bu râvî hakkında, Şu'be; "emîru'l-mü'minîn tYlhadîs "demiştir . Yahya b. Sa'îd el-Kattân, Şu'be ile Süfyân ihtilaf ederse, Süfyân'ı tercih ederim demiştir İbn Mehdî; "hadîs için esSevrî'den daha iyi hafız (ehfazu li'l-hadîs) birini görmedim" demiş tir. İbn 'Uyeyne ise; "İbn Abbâs kendi zamanında, eş-Şa'bî kendi zamanında ve es-Sevrî de kendi zamanında (bir numara) idiler" de miştir . Ibnu'l-Mübarek ise; "Süfyândan daha alimini görme d i m " ve "Allah bana Ebû Hanîfe ve Süfyân vasıtasıyla yardım et608
609
610
611
612
602
İ b n E b î H a t i m , el-Cerh
ve't-Ta'dil,
603 e z - Z e h e b î , Mîzinu'l-İ'tidâl, 338.
V I I I , 3 3 8 ; E l - ' I c l î , Ma'rifetü's-Sikit,
I I I , 4 3 1 ; İ b n E b î H a t i m , el-Cerh
604
B k z . c t - T a y â l i s î , E b u D â v u d , Müsned,
605
İ b n H i b b â n , Meşâhiru
606
B u h â r i , et-Tirihu'l-Kebir,
607
B k z . î b n E b î H a t i m , el-Cerh
I, 169.
I V , 9 2 ; İ b n H i b b â n , Meşâhiru ve't-Ta'dil,
İ b n H i b b â n , es-Sikât, V I , 4 0 1 ; Suyûtâ, Tabakitu'l-Hufâz,
609
S u y û t j , Tabakitu'l-Huffâz,
610
e l - B u h â r i , et-Tirihu'l-Kebir,
E b û Z e h v , a . g . e . , s. 2 9 1 - 2 9 2 .
IV, 9 2 .
612
c l - B u h â r i , et-Tirihu'l-Kebir,
TV, 9 2 .
Ulcmâi'l-Emsâr,
IV, 222.
608
611
VIII,
D â r u ' l - M a ' r i f e , B e y r u t ts. s. 7 3 .
Ulemii'l-Emsâr,
I, 9 5 .
II, 263.
ve't-Ta'dil,
I, 95.
I, 169.
613
memiş olsaydı diğer insanlardan biri gibi olurdum" demiştir . Bu ifadelere ilâveten, onun hakkında "sebtun û'l-hadîs", "sahibu sunn e ' * "hâûz", "fakîh", "âbidun", "imâm", "hüccet'*™ gibi tadîl ifadeleri de kullanılmıştır. 1 4
Bununla birlikte, Nesâî ve başkaları onu tedlisle vasıflandırmışlardır. Buhârî ise, tedlisinin çok az olduğunu belirtmiştir . Ancak çe şidi gerekçelerle tedlislerinin makbul olduğu belirtilir . 616
617
Hadîs konusundaki gayrederi sonunda, sayılamayacak kadar ki tap bir araya toplamıştır. Çoğunlukla kitaplara müracaat ederek na kilde bulunurdu .Kendisinin yazılı eserleri de vardır. Hatta tefsirle ilgili bir eseri, son zamanlarda Hindistan'da basılmıştır. Onun hadîs lerini yazanlar arasında Abdurrezzâk da zikredilir. Abdurrezzâk; esSevrî'nin kendilerine 48 gün hadîs imla ettiğini ifade etmiştir . 618
619
Bütün bunlar, onun güvenilir bir râvî olduğunu göstermektedir. Her ne kadar bazı alimler onun tedlis yaptığını zikretmiş olsalar da, incelenen hadîste böyle bir problem görülmemektedir. Abdurrezzâk b. H e m m â m b. Nâfi' (Ebû Bekr, es-San'ânî, elHımyerî) Kütübü Sitte eserlerinin kaynaklan arasında yer alan Musannef in müellifi Abdurrezzâk, 1 2 6 / 7 4 3 - 2 1 1 / 8 2 6 yıllan arasında yaşamıştır. Hicaz, Şam ve Irak gibi ilim merkezlerine yaptığı seyahaderde Ma'mer b. Râşid, Süfyân, Mâlik ve başkalarından hadîs dinlemiştir. Hadîsleri yazılı kaynaklardan rivayet etmeye özen göstermiştir. Hep sini arz ve semâ yoluyla aldığını söylediği on yedi bin hadîsi ezbere bildiği zikredilir. Bazdan onu yalancılıkla itham etmişlerse de ez-Zehebî'nin de belirttiği gibi, bu görüşü muhaddisler benimsememişlerdir. H z . Ali'ye muhabbet beslemesi yüzünden şiî olmakla da suçlan mıştır. Ahmed b. Hanbel, yanında bir yıl kalmış ve onda bu yönde bir işarete rasdamadığını ifade etmiştir. Ömrünün sonlanna doğru
613
et-Tehânevî, a.g.e., I , 1 8 9 .
614
el-'Iclî, Ma'rifetü's-Sikât,
615
İ b n H a c e r , Takribu't-Tehzib,
616
İ b n H a c e r , Tabakitu'l-Müdellisin,
617
et-Tehânevî, a.g.e., I , 9 8 .
618
e l - A ' z â m î , Dırisit,
619
Bkz. el-A'zâmî, a.g.e., I , 2 5 8 - 2 5 9 .
I, 4 0 7 . I, 2 4 4 .
I, 2 5 7 .
I, 32.
âmâ olmuş, bu yüzden hadîsçiler, âmâ olduktan sonraki rivâyederini ihtivada karşılamışlardır . 620
Bu değerlendirmelerden harekede, Asım b. Behdele'nin müşte rek râvî olduğunu, ancak hadîslerinin ihticac için değil i'tibar için alı nabileceğini söylemek gerekir. Aynca hadîsi bundan rivayet eden etTayâlisî'nin hocası İbn Fedâle de zayıf kabul edilebilir. Ancak aym tabakadaki Abdurrezzâk'ın hocası Süfyân buna mütabaat etmekte dir. Bu mutabaat olsa da neticede Süfyânın da hocası olan Asım b. Behdele, rivayette tek kalmaktadır ki bu, onun hakkında söylenenle rin her iki rivayet için de geçerli olduğu anlamına gelmektedir. Bu da, söz konusu rivayetin ihticac için değil, en fazla i'tibar için kulla nılabileceğini göstermektedir. cc. Ubeyy b. Ka'b'dan Gelen Rivayetlerin İttisal Açısından Değerlendirmesi Ubeyy b. Ka'b'ın rivayeti, 'Asım b. Behdele'ye kadar tek senedle gelmiş, ondan sonra İbn Fedâle, Süfyân es-Sevrî, Hammâd b. Zeyd kanalıyla çoğalmıştır. Bunlardan İbn Fedâle ve Süfyân'ın rivâyetleri ilk kaynaklarda zikredilmiştir. Dolayısıyla burada bu iki sened değerlendirilecektir. Ubeyy b. Ka'b'ın vefat tarihi, bazılarına göre 19 veya 2 0 , bazılanna göre 2 2 , bazılanna göre de 30 veya 32'dir. İbn Hacer, bu so nuncu görüşün doğru olduğunu kaydetmektedir. Onun II. Akabe Biaüna katılması ve Vâkıdî'ye göre Rasûlullah için yazı yazanlardan ilki olması hatırlanınca, Rasûlullah'la muâsaratj ve likası konusunda bir şüphe kalmamaktadır. Bu hadîsi Ubeyy b. Ka'b'dan Zirr b. Hubeyş rivayet etmektedir. Zirr b. Hubeyş, cahiliye döneminde doğmuş ve 82 yılında vefat et miştir ve vefatı sırasında 120, 122, 127 yaşlanndadır. Dolayısıyla sahâbî Ubeyy ile muasır olmaktadır. İbn Hacer, H z . Osman'ın hilafe ti döneminde Zirr ile Hz. Osman'ın görüştüklerini kaydetmektedir. Bu da, aralannda likanın sabit olduğunu gösterir. 127 yılında vefat eden 'Asım b. Behdele de Zirr b. Hubeyş'ten rivayet etmiştir. Dolayısıyla 82 yılında vefat eden bu râvîyle muasır olmaktadır. Bazı kaynaklann 'Asım'ın Zirr'den rivayette bulunduğu nu tasrih etmeleri de buna eklenince, muâsarat ve likanın gerçekleş tiği ortaya çıkmaktadır. 620
B k z . A k y ü z , A l i , " A b d u r r e z z â k e s - S a n ' â n î " , DİA,
1,298.
Ebû Dâvud et-Tayâlisî'nin rivayetinde, 'Âsim b. Behdele'den sonra İbn Fedâle gelmektedir. 166 yılında vefat eden bu râvî, 127 yılında vefat eden şeyhi Asım b. Behdele ile muasır olmaktadır. etTayâlisî'nin hadîs rivayet ederken kullandığı "haddesenâ (bize anlat tı)" eda sigası ise, aralarında likanın varlığım göstermektedir. Hadîsi eserine alan Ebû Dâvud et-Tayâlisî ise, İbn Fedâle'den ri vayet etmektedir. 133-204 yıllan arasında yaşayan bu müellif ile, 166 yılında vefat eden İbn Fedâle arasında muâsarat bulunmaktadır. İkinci kaynak Abdunezzâk'ın eserinde ise, 'Âsim b. Behdele'den sonra Süfyân es-Sevrî gelmektedir. Bu râvî, 9 5 - 1 6 1 yıllan arasında yaşamıştır. B u durumda, 127 yılında vefat eden 'Âsim ile muasır ol maktadır. Zira, 'Âsım'ın vefan sırasında Süfyân 32 yaşlannda olmak tadır. Hadîsi eserinde zikreden müellif Abdurrezzâk'ın ise, 126-211 yıllan arasında yaşadığı kaydedilir. Dolayısıyla, 95-161 yıllan arasın da yaşayan Süfyân ile muâsaraü gerçekleşmiş olur. Abdurrezzâk'ın, es-Sevrî'nin kendilerine 48 gün boyunca hadîs imla ettirdiği şeklin deki sözü ve hadîsi eda ederken kullandığı "haddesenâ (bize anlatü ) " eda sigası haürlanırsa, bu iki râvî arasında likanın sabit olduğu ortaya çıkar. Buna göre her iki müellifin tahrîc ettiği hadîste de râvîlerin mu âsaraü kesindir. İki râvî dışındakilerin ükâsı da sabittir. Buna göre hadîsin en azından Müslim'in şardanna göre muttasıl olduğu anla şılmaktadır.
d. 'Acmâ'dan Gelen Rivayetler da. 'Acmâ'dan Geien Rivayetlerin Sened Ağı Rasûlullah
'Acraâ'
Ebû Ümâme
M-Taberânî
Mervân
v tl-Heysemt
Sa'îd (...) Acmâ dedi ki, Resûlullah'ın söyle dediğini duydum: "Şeyh ve şeyha zina ettiklerinde her ikisini de tattıkları zevkten dolayı {bi-mA kazâyâ nütutlUzzeti) recmediniz". Hcysemî, "Bunu et-laberânî rivayet etmiştir. Ravileri sahih nıtilerdir" (temiştiı (Heysemî. Mecme'u'z-Zevâui VI, 265).
Hâlid
Leys 1 ı'
İbn Vehb
Yahya
Abdullah
I
Muhammed
Abduırahman
MuctaJıb
r Ebu'i-Abbâs
Hâkim
(...) Ebû Ümfime'oin teyzesi dedi ki. Resûlullah bize recm âyetini (su şekilde) okuttu: "Şeyh ve şeyha, zina ettikleri zaman tırtıklan zevkten dolayı (iimâ ImAyâ mmeUtzzeti) kesinlikle her ikisini de recmediniz". (HaJcirn, MtlsuJrck, IV.dOO).
et-Taberânt
(...) Açma dedi ki, Resûlullah'ın şöyle dediğini duydum: "Şeyh ve şeyha zina ettiklerinde her ikisini de tatuklan zevkten dolayı {bi-mû katâyâ mineliezzeti) recmediniz". (elTaberânî, elMu 'cemu 'l~Kebtr, XXIV, 350)
(...) Acmâ dedi ki. "Resûlullah recm âyetini bize; "Şeyh ve şeyha zina ettiklerinde her ikisini de tattıkları zevkten dolayı (bi-md kazâyâ minellezzeti) recmediniz" (şeklinde) okuttu", (et-Taberlnî, el-Mu'cemu'l-Kebtr, XXV, 185)
db.Acmâ'dan Gelen Rivayetlerin Râvî Tanıtımı ve Haklarındaki Cerh ve Ta'dil Değerlendirmeleri Bu rivayet, Ebû Ümâme b. Sehl b. Hanîf ten iki koldan gelmiş tir. İkincisi, hem muahhar, hem de muallak olduğu için burada bi rinci sened incelenecektir. S ö z konusu sened, el-Leys b. Sa'd'a kadar tek vecihten gelmiştir. Hadîsi, el-Leys b. Sa'd'dan üç kişi rivayet et miştir. Buna göre şu tablo ortaya çıkmaktadır: Acmâ
Rasûlullah
H
el-Leys b. Sa'd >.
Hâlid
İbn Hanîf
Mervân
İbn Vehb
Muhammed
İM
Yahya
İH
Abdurrahman
Abdullah
M
Muttalib
Sa
->
Hâkim
W et-Taberâni
d.-Hâkim'in Râvileri: E b û Umâme'nin Teyzesi 'Acmâ Kaynaklarda hakkında fazla bilgi verilmeyen Acmâ'nın tam adı: Enîsc bintu Amir b. Fadl el-Ensâriyye'dir. Muti' b. e l - E s v e d ve Mes'ûd b. el-Esved adında iki oğlundan bahsedilir. Bunlardan Mes'ûd'un sahabî olduğu zikredilir İbn Hacer ise, hayatı hakkın da bilgi vermediği bu sahâbî'nin "eş-şeyh ve'ş-şeyha..." hadîsini ri vayet ettiğini kaydeder . 6:!1
622
623
E b û Ümâme b. Sehl (Es'ad b. Sehl b. Hanîf, el-Ensârî) Resûlullah hayattayken doğmuş, bundan dolayı sahabî sayıl m ı ş , ancak ondan bir şey duymamıştır. Resûlullah'tan mü;rsel ri vayetlerde bulunmuştur. 1 0 0 / 7 1 8 senesinde vefat etmiştir. Ayrıca babası Sehl, Ömer, Osman, İbn Abbâs, Ebû Hureyre, Ebû Sa'îd, Zeyd b. Sabit ve Aişe gibi sahabilerden rivayette bulunmuştur. Ken disinden de iki oğlu, Sehl ve Muhammed amcasının oğullan Osman ve başkalan rivayette bulunmuşlardır. Ensâr'ın büyüklerinden ve alimlerinden olduğu söylenen Ebû Ümâme; İbn Sa'd'a göre sika ve 6 2 4
621
İbn Sa'd, Tabakâtu'l-Kübri,
622
İbnu Abdilberr, el-lstî'âb,
623
İbn Hacer, cl-lsibe,
624
B k z . İbn Hacer, el-îsâbe,
V, 4 5 0 . III, 1390.
VIII, 238. VII, 16-17.
rivayeti çok oları biridir. İbn Ebî Hatim de onun sika olduğunu söy leyenlerdendir . 625
Mervân b. Osman b . Ebî S a i d b. cl-Muhallâ (ez-Zürakî) Ebû Ü m â m e b. Sehl b. Hanîf ve başkalarından rivayette bulun muştur . Kendisinden de, Sa'îd b. Ebî Hilâl ve başkaları rivayette bulunmuşlardır . Tevsikinde ihtilaf vardır . Ebû Hatim Onun zayıf o l d u ğ u n u , İbn Hibbân ise, sika olduğunu söylemiştir . Onun " z a y ı f olduğunu söyleyen başkaları da vardır . 626
627
628
629
630
631
Sa'îd b . Ebî Hilâl 632
7 0 / 6 8 9 yılında d o ğ m u ş t u r . İbn Yûnus, onun Mısır'da doğup Medine'ye yerleştiğini, oradan da Hişâm'ın hilafeti döneminde tek rar Mısır'a döndüğünü söylemiştir. Ölüm tarihi konusunda bir bi rinden çok farklı rakamlar zikredilmektedir. Bazılarına göre 1 3 0 / 7 4 7 y ı l ı n d a , bazıları 1 3 5 / 7 5 2 y ı l ı n d a , bazıları da 1 4 9 / 7 6 6 yılında vefat ettiğini zikrederler. Kendisi, Mervân b. Osman ve başkalanndan hadîs a l m ı ş ondan da Leys b. Sa'd ve başkaları rivayette bulunmuştur . 633
634
635
636
637
39
0
Hakkında, "imâm, hafız, fakîh'™*, " s ı k a ' * , "mutkin"" "lâ be'se bih" şeklinde ta'dîl ifadeleri kullanılmıştır. Ayrıca, İbn H u Mİ
625
İ b n H a c e r , Tehzîb,
626
İ b n u ' l - C e v z î , E b u ' l - F e r e c , cd-Du'afâ vc'1-Metrûkîn, K ü t i i b i ' l - İ l m i y y e , B e y r u t 1 4 0 6 h., I I I , 1 1 4 .
I, 2 6 4 . Thk. Abdullah el-Kâdî, Dâru'l-
627
İ b n H a c e r , Tehzîb,
V I I I , 9 5 ; İ b n E b î Hatim, el-Cerh
628
e z - Z e h c b î , el-Kâşif,
II, 254.
ve't-Ta'dil,
VIII, 272.
629
e z - Z e h e b î , Mîzânu'l-İ'tidâl, I V , 9 2 ; İ b n H a c e r , Tehzîb, V I I I , 9 5 ; İ b n u ' l - C c v z î , edDu'afâ ve'l-Mctrûkîn, I I I , 1 1 4 . ; İ b n E b î Hatim, el-Cerh ve't-Ta'dil, V I I I , 2 7 2 .
630
İ b n H i b b â n , es-Sikât, Mizin, V I I , 3 8 3 .
V I I , 4 8 2 ; İbn Hacer, Tehzîb, VIII, 9 5 ; İbn Hacer,
631
İ b n H a c e r , Takribu't-Tchzîb,
632
e l - B â c î , et-Ta'dil
ve't-Tecrih,
III, 1098.
ve't-Tecrih,
III, 1098.
I, 526.
633
e l - B â c î , et-Ta'dil
634
İbn Hacer, Tehzibu't-Tehzib, IV, 83.
635
İ b n M e n c û y e e l - İ s b e h â n î , Ricâlu Müslim, Emsâr, I , 1 9 0 .
636
e l - B u h â r î , et-Târihu'lKebir,
637
e z - Z e h c b i , el-Kâşif,
638
e z - Z e h e b î , Siyeru A'lâmi'n-Nübelâ,
639
el-'Iclî, Ma'rifetü's-Sikât,
640
İ b n H i b b â n , Meşâhiru
641
e l - B â c î , et-Ta'dîl
l, 2 4 6 ; İ b n H i b b â n , Meşâhiru
III,519.
l, 4 4 5 ; e l - B u h â r i , ct-Târihu'l-Kcbîr,
III, 519.
VI, 3 0 3 .
1, 4 0 5 ; e z - Z e h e b î , Mîzânu'l-İ'tidâl, Ulemâi'l-Emsâr,
ve't-Tecrih,
Lisânu'l-
III, 1098;
I, 190.
III, 236.
Ulemâi'l-
zeyme, ed-Dârekutnî, el-Beyhakî, el-Hatîb, İbn Abdilberr onu tev sik etmişlerdir . Sadece İbn H a z m , "leyse bi-kaviyyin" demiş tir . 642
643
644
Lcys b. Sa'd (Ebu'l-Hâris, el-Fehmî) Nisbesi: Fehm b. Kays'ın azadısı olduğu için el-Fehmî nisbesini almıştır. Künyesi Ebu'l-Hâris olan bu râvî, 9 4 / 7 1 2 yılında doğmuş, 1 7 5 / 7 9 1 yılında vefat etmiştir . Vefat ettiğinde 8 1 yaşındaydı . Kendisi; "Ben 20 yaşımdayken 1 1 3 / 7 3 1 senesinde İbn Şihâb'la gö rüştüm" demiştir. Fıkıh, vcrâ, fazilet sahibi olduğu belirtilen bu râvî hakkında ta'dil edici lafızlar kullanılmıştır. "Sika", "scbt", "fa kîh" "hadîsiyle ihticac edilir" bunlardan b a z d a n d ı r . 645
646
647
648
el-Leys b. Sa'd'dan itibaren hadîs üç vecihten rivayet edilmiştir. Bunlann birini el-Hâkim, diğer ikisini et-Taberânî tahrîc etmiştir. Önce el-Hâkim'in ravileri, daha sonra et-Taberânî'nin ravileri değer lendirilecektir. İbn Vehb (Ebû Muhammed Abdullah b. Vehb b. Müslim, elFihri, el-Mısri) Bu râvî, 1 2 5 / 7 4 2 - 1 9 7 / 8 1 2 ydlan arasında yaşamıştır. Vefat ta rihi olarak 1 9 5 / 8 1 0 veya 1 9 6 / 8 1 1 tarihleri de zikredilmektedir. Kı raat, tefsir, hadîs, fıkıh ve tarih konulannda devrinin önde gelen alimlerinden saydan ve "dîvânu'l-ilm" olarak nitelendirilen İbn Vehb, özellikle Mısır ve Hicaz bölgesinin hadîslerini toplamaya gay ret göstermiştir. İbn S a ' d , Yahya b. Ma'în, Nesâî, İbn Adiyy ve ezZehebî gibi hadîs münekkideri tarafından sika kabul edilmekle bera ber, bazdan onun zayıf kişilerden hadîs rivayet ettiğine dikkat çek mişlerdir. Ancak Ebû Zur'a, onun rivayet ettiği 3 0 . 0 0 0 hadîsi ince lediğini, içinde mevzu hadîs bulunmadığı gibi, münker bir hadîse bi le rasdanmadığını belirtir. ez-Zehebî de onun hüccet, hafız ve müctehid bir alim olduğunu behrtmektedir . 649
642
İ b n H a c e r , Tehzîbu't-Tchzib,
643
C e r h l a f i z l a n n d a n d ı r . B ö y l e ravinin rivayeti itibar için alınır ( A y d ı n l ı , a.g.e, U ğ u r , Ansiklopedik Hadîs Terimleri Sözlüğü, s. 2 0 1 ) .
IV, 83.
644
e z - Z e h e b î , Mîzânu'l-l'tidâl,
645
İ b n H i b b â n , Meşâhiru
646
e z - Z e h e b î , cl-Kâşif,
647
İ b n H i b b â n , Meşâhiru
648
İ b n H a c e r , Takrîbu't-Tchzîb,
649
K ö s e , Saffet, " î b n V e h b " , DİA, X X , 4 4 1 .
III, 236.
UIcmâi'l-Emsâr,
I, 191.
II, 151. Ulemâi'I-Emsâr,
I, 1 9 1 .
I , 4 6 4 ; e l - B â c î , et-Ta'dîl
ve't-Tecrîh,
II, 615.
s. 8 8 ;
Muhammed b. Abdillah b. Abdilhakem 650
2 7 8 / 8 9 1 yılında vefan e d e n bu râvî hakkında ta'dîl edici ifa deler kullanılmıştır. "Fakîh", "sadûk" olduğu belirtilen bu râvîyle en-Nesâî de ihticacda bulunmuştur. İbn Ebî Hatim onun "sadûk" ve "sika " olduğunu belirtir. İbn Huzeyme de, İslâm fûkahası arasın da sahabe ve tabiîn sözlerini ondan daha iyi bilen birini görmediği ni söylemiştir. Hatta İmâm Mâlik'in mezhebini de en iyi onun bil diği söylenir . 651
Muhammed b. Ya'küb b. Yûsuf b. Sinan (Ebu'l-Abbâs) 652
Bu râvî, 2 4 7 / 8 6 1 yılında doğmuş, 3 4 6 / 9 7 6 yılında vefat et miştir . Hâkim'in hocasıdır . Başta er-Rebî' b. Süleyman olmak üzere birçoklarından hadîs dinlemiştir. Bunlar arasında Muhammed b. Abdillah b. Abdilhakem de vardır. Kendisinden de Hâkim ve baş kaları rivayette bulunmuşlardır . 653
654
655
Hakkında "imâm", "muhaddis", "müsnid" gibi ta'dîl ifadeleri kullanılan bu râvî için, Hâkim en-Neysâbûrî Târih adlı eserinde; "sıdkında, sikalığında, işittiklerinin sikalığında ihtilaf yoktur" demiş tir . 656
657
el-Hâkim (Ebû Abdillah Muhammed b. Abdillah, en-Neysâbûrî) 3 2 1 / 9 3 3 - 4 0 5 / 1 0 1 4 yıllan arasında yaşamıştır. Müstcdrek adlı eseri, Buhârî ile Müslim yahut onlardan yalnızca birinin sahîhlik şartlanna uyan hadîslerden oluşmaktadır. Her hadîsin sonunda, hangisi nin şartına uygun olduğunu açıklamıştır. Daha sonra, ez-Zehebî bu eseri ihtisar etmiş, eserdeki hadîslerden yanya yakın kısmının sahîh; dörtte birinin illetli olmakla birlikte senedi sağlam, diğer dörtte biri nin ise, münker ve vahi olduğu görüşünü ifade etmiştir . 658
650
e z - Z e h e b î , Mîzânu'l-İ'adâl,
651
e z - Z e h c b î , Mîzânu
VI,219.
'1-1'tidâl, V I , 2 1 9 .
652
e l - H â t i b el-Bağdâdî,
et-Takyîd,
I, 124.
653
e l - H â t i b cl-Bağdâdî,
et-Takyîd,
I, 123.
654
İ b n H a c e r el-Askalânî, Nüzhctü'l-Elbâb B'l-Elkib, b. S a l i h , M e k t e b e t ü ' r - R e ş î d , R i y a d 1 9 8 9 , 1 , 8 0 .
655
e l - H â t i b e l - B a ğ d â d î , et-Takyîd,
656
e z - Z e h e b î , Siyeru A'lâmi'n-Nübelâ,
657
e l - H â t i b e l - B a ğ d â d î , ct-Takyid,
658
B k z . M ü c t e b a U ğ u r , Hadîs İlimleri Edebiyatı,
T h k . Abdulaziz b. M u h a m m e d
I, 123. XV, 452. I, 124. s. 2 1 1 - 2 1 2 .
Hadîsle ilgili birçok eseri olan Hâkim'den, ed-Dârekutnî, Beyhakî ve başkalan rivayette bulunmuşlardır . 659
660
Hakkında, "imâmun sadûkun" , "hâfiz", "muhaddisler imâ m ı " , gibi ta'dîl edici ifadeler kullanılan Hâkim, bir başka açıdan da eleştirilmiştir. B u da onun "teşeyyu " * > etmesidir . İbn Hacer; onun Müstedrek adlı eserinde, "sakıt" hadîsleri sahîh saydığını belirtir. Bunu bile bile mi, yoksa gözünden kaçması şeklinde mi yap tığım sorgulayan İbn Hacer, onun gibi birinin böyle şeylerin gözün den kaçamayacağını da ifade eder. Ve eğer bunu bilerek yapüysa da bunun büyük bir ihanet olduğunu kaydeder. Ayrıca onun şi'î oldu ğuna da değinir. Birisinin onun hakkındaki "habis bir rafızîdir" şek lindeki sözünü de "Allah insafı sever" diyerek yersiz bulmuş, onun Rafizî değil sadece şi'î olduğunu belirtmiştir. Devamla Müstcdrek'i ömrünün sonuna doğru telif ettiğini ifade eder. Ancak, bazılarına göre, onun ömrünün sonlanna doğru halinin değiştiği (teğayyere bi-âhiri 'umrihi) ve gaflete duçar olduğu yönündeki ifadelerine de yer verir. Sonuçta, bazılarının onu cerh ettiğini belirterek, kendisinin ancak mübeyyen cerhi kabul edebileceğini ve taklidi caiz görmediği ni ilâve e d e r . 6 6 1
62
663
664
665
666
el-Hâkim meslekî tavır açısından mütesâhil sayılmış ve onun Müstedrek adlı eseri yeniden ele alınarak, "telhis" yazılmıştır. İnce lenen hadîs, ez-Zehebî'nin söz konusu eserinde de yer almış ve ezZehebî bu hadîsin "sahîh" olduğunu kaydetmiştir . 667
659
e s - S u y û t î , Tabakâtu'l-Huffâz,
660
B k z . e z - Z e h e b î , el-Muğnî
661 662
e s - S u y û t î , Tabakâtu'l-Huffâz, I, 4 1 0 . B i r ç o k a n l a m d a kullanılan b u t e r i m , m ü t e k a d d i m u n tarafından; " H z . Ali'nin saha b e n i n e n faziletlisi o l d u ğ u n a i n a n m a k " , " H z . Ali'nin H z . O s m a n ' d a n ü s t ü n o l d u ğ u n a ve savaşlarda H z . Ali'nin haklı o l d u ğ u n a i n a n m a k " ş e k l i n d e anlaşılmıştır (Ay dınlı, a.g.e, s. 1 5 5 ) .
663
e z - Z e h e b î , el-Muğnî
664
C e r h lafizlarındandır. B ö y l e bir ravinin rivayeti hiçbir şekilde a l ı n m a z ( U ğ u r , Ansik lopedik Hadîs Terimleri Sözlüğü, s. 3 5 2 ; Aydınlı, a.g.e., s. 1 3 6 ) .
665
I, 4 1 0 H'd-Du'â&,
fi'd-Du'âfâ,
I I , 6 0 0 ; İ b n H a c e r , Lisanu'l-Mizân,
V, 332.
II, 6 0 0
Ö m r ü n ü n s o n u n a d o ğ r u ravinin zabtının zayıfladığım ifade e d e n b u tabirle, c e r h k a s d e d i l m e z . B ö y l e bir ravinin rivayeti itibar için alınır ( A y d ı n l ı , a.g.e., s. 1 5 3 ) .
666
İ b n H a c e r , Lisânu'l-Mizân,
667
e z - Z e h e b î , E b û A b d i l l a h Ş e m s u d d i n , et-Telhîs, Beyrut tsz., I V , 3 5 9 .
V, 332. Mektebctü'l-Matbû'âti'l-İslâmiyye,
c t - T a b c r M ' n i n Râvîlcri el-Hâkim ve et-Taberânî, el-Leys b. Sa'd'a kadar hadîsi aynı senedle rivayet etmişlerdir. Ancak ct-Taberânî'nin rivâyeüerinde, Sa'îd b. Ebî Hilâl ile el-Leys b. Sa'd arasında Hâlid b. Yezîd bulunmakta dır. Dolayısıyla burada, ortak olmayan râvîler hakkında bilgi verile cektir. Hâlid b . Yezîd (el-İskenderânî, el-Mısri) 668
Buhârî ct-Târihu'l-Kebîr'de onun rivâyederine yer vermiştir . Sa'îd b. Ebî Hilâl vc Atâ'dan rivayetleri vardır. Kendisinden de elLeys'in rivâyederi v a r d ı r Mısırlıların sika ve mutkınlerindendir . 669
670
Abdullah b . Salih (Ebû S a l i h , el-Mısrî) Abdullah b. S a l i h , el-Leys b. Sa'd'ın kâtibidir. el-Leys ve Mu'âviye b. S a l i h ' t e n semâ'ı vardır . Abdulmelik b. Şu'ayb b. el-Leys onun sika ve güvenilir (mc'mûn) olduğunu ve dedesinin hadîslerini semâ ettiğini belirtmiştir. Abdulhakem'e birisi Abdullah b. S a l i h ' t e n sormuş, o da; "Bana el-Lcys'e en yakın adamdan soruyorsunuz. Bu adam, gece-gündüz, hazarda ve seferde el-Leys ile birlikte bulun muştur" demiştir. Ahmed b. Hanbel onun "mütemâsik" olduğu nu söylemiştir. Ebû Zuır'a da onun için "hasenu'l-hadîs" , "sa dûk" "emîn " lafızlarını kullanmıştır . en-Nesâî ise onun sika ol madığını (leyse bi-sikati.n) belirtmiştir . Başka bir kaynakta ise, 671
672
673
6711
675
6,76
668
M e s e l a b k z . B u h â r î , et-Taıihu'1-Kebir,
669
B u h â r î , e t Târihu'l-Kcbir,
677
11,9
III, 180
670
İ b n H i b b â n , Mefâhiru
671
M ü s l i m b . H a c c â c b . M ü s l i m e l - R u ş a y r î E b û ' l - H a s a n , el-Künâ ve'l-Esmâ, T h k . A b durrahîm M u h a m m e d Ahnıed el-Kaşgarî, el-Cemâ'anı'l-İslâmiyye, Medine 1 4 0 4 , 1 , 4 3 7 ; İ b n E b î H a t i m , cl-Ct-rh ve't-Ta'dil, V , 8 6
Ulemâi'l-Emsâr,
672
T a ' d i l i n d ö r d ü n c ü m e r t e b e s i n d e kullanılan b i r râvi için kullanılan b i r s i g a . B ö y l e b i r râvînin rivayet ettiği h a d î s ı'ıtibar için alınır ( A y d ı n l ı , a . g . e . , s. 1 2 0 ) .
673
Irakî'ye g ö r e ta'dîl'in d ö r d ü n c ü ; S e h â v î ' y e g ö r e altıncı m e r t e b e s i n d e b u l u n a n b i r râvîiçin kullanılır. B ö y l e b i r râvî'nin rivayet e t t i ğ i h a d î s itibar için alınır (Aydınlı, a . g . e . , s. 6 9 ) .
674
Z e h e b î v c Irakî'ye g ö r e ta'dilin ü ç ü n c ü , Sehâvî'ye g ö r e beşinci m e r t e b e s i n d e b u l u nan bir ravî için kullanılır. B ö y l e râvî'nin rivayeti, yazılır ve araştırılır (Aydınlı, a.g.e., s. 1 3 2 ) . ve't-Ta'dil,
1,188
675
İ b n E b î H a t i m , el-Cerh
676
B ö y l e b i r ravinin rivaj et ettiği h a d î s h i ç b i r s u r e t t e a l ı n m a z ( A y d ı n l ı , a.g.e., s. 8 9 ) .
V, 86-87
677
c n - N e s â ' î , A h m e d b . Ş u ' a y b , ed-Du'afâ yid, D â r u ' l - V a ' y , H a l c b 1 3 6 9 , 1 , 6 3
ve'l-Metrûkin,
T h k . M a h m u d İbrahim Z â -
Ahmed b. Hanbel'in, onu ilk dönemlerde "mütemasik" olarak ta nımlarken son dönemleri için "fcsedc bi-eharatin", "leysc bi-sey"* ifadelerini kullandığım belirtmektedir. Ebû Ali, onun yaları söyledi ğini (kanc yckzibu) belirtir. İbn Hibbân, "münkeru'l-hadîs ciddcn" demiştir . Bununla beraber, Buhâri ve İbn Ma'în'in on dan rivâyederi vardır. Ebû Zür'a onun "hasenu'1-hadîs" olduğunu, yalan söylemesinin mümkün olmadığım (lem yümkin mimmcn yckzibe) belirtmiş, İbn Adiy ise; " O bana göre "müskakîmu'l-hadîstir"" demiştir . 78
679
680
681
682
Bu değerlendirmeler bütünleştirildiğinde, bir gruba göre söz ko nusu râvî'nin rivayetinin, i'tibar için alınabileceği, diğer gruba göre hiçbir surette alınamayacağı sonucu ortaya çıkmaktadır. Muttalib b . Şu'ayb (el-Ezdî, el-Mervezî) 2 8 2 / 8 9 5 tarihinde, hadîste "sika" olarak ö ı l d ü ğ ü belirtilen bu râ vî, Mısır'da ikamet etmiştir. Ebû S a l i h Abdulla h b. S a l i h ve başkala rından rivayette bulunmuştur. Ebû Salih'ten rivayet ettiği hadîslerde "müstakim "olduğu belirtilir. Aynca hakkında "sadûk" tabiri de kul lanılan bu râvîden et-Taberânî'nin çokça rivayette bulunduğu ifade edilmiştir . Buna göre söz konusu râvînin rivayeti, araştınlmak üzere alınabilir. 683
et-Taberânî'nin tahrîc ettiği ikinci hadîsin senedinde geçen diğer râvîler hakkında verilen bilgiler kısaca şu şekildedir. Yahya b . (Abdullah b.) Bukeyr (Ebû Zekeriyyâ, el-Kuraşî, elMahzûmî, el-Mısrî) 2 3 1 / 8 4 5 yılında vefat eden bu râvîden, Müslim ve İbn Mâce ri vayette bulunmuşlardır. Kendisinin, Leys b. S a ' d ve birçoklanndan rivayetinin olduğu belirtilir. Ebû Hatim onun için; "hadîsi yazı-
678
B ö y l e bir ravinin rivayet ettiği h a d î s hiçbir s u r e t t e a l ı n m a z (Aydınlı, a . g . e . , s . 8 9 ) .
679
B ö y l e bir ravinin rivayet e t t i ğ i h a d î s hiçbir s u r e t t e a l ı n m a z (Aydınlı, a . g . e . , s. 1 6 1 ) .
680
Z e h e b î vc Sehavî'ye g ö r e cerhin beşinci, Irakî'ye g ö r e d ö r d ü n c ü m e r t e b e s i n d e b u lunan bir râvî için kullanılır ve böyle bir râvînin rivayet e t t i ğ i h a d î s i'tibar için alınır (Aydınlı, a . g . e , s. 1 1 2 ) .
681
İ b n u ' l - C c v z î , E b û ' l - F e r e c , cd-Du 'a/a vc'I-Mcoûkin, Kütübi'I-îlmiyye, Beyrut 1 4 0 6 , I I , 1 2 8 .
682
e z - Z e h e b î , d-Kâşif,
683
İ b n H a c e r , Lisânu'I-Mîzin,
I, 5 6 2 V I , 50.
T h k . Abdullah el-Kâzi, Dâru'l-
684
lir"(Yuktebu hadîsuhu) ve onunla ihticac edilmez (ve/â yuhtcccu bihi) ifadelerini kullanmıştır. Nesâî'nin " z a / f * , başka bir yerde de "/eyse bi-sika" olarak nitelendirdiği bu râvîyi, İbn Hibbân es-Si kât? ta zikretmiştir . 685
86
687
Bu değerlendirmeler bütünleştirildiğinde, söz konusu ravinin ri vayetinin, bazılarına göre i'tibar için alınabileceği, bazılarına göre de hiçbir surette alınamayacağı sonucu ortaya çıkmaktadır. Abdurrahman (b. Mu'âviye ) cl-'Atabî (Ebu'l-Kâsım, el-'Akabî, el-Mısri ) 688
689
2 9 2 / 9 0 4 yılı Şaban ayında vefat ettiği ifade e d i l e n bu râvî'nin Yahya b. Abdullah b. Bukeyr'den rivâyetierinin olduğu belirtilmek le beraber, hakkında kullanılmış cerh ve ta'dîl lafızlarına rasdanmamıştır. Buna göre cerh ve ta'dil açısından meçhul bir râvî olduğu nu söylemek mümkün görünmektedir. 6 9 0
ct-Tabcrânî (Ebu'l-Kâsım Süleyman b. Ahmed) Haiiz imamlardan biri (ehadu'l-eimmeti'l-huftaz) olan et-Taberânî, 2 6 0 / 8 7 3 yılında doğmuş, 3 6 0 / 9 7 0 yılında İsbehan'da vefat etmiştir. Buna göre toplam yüz sene on ay yaşamıştır . 691
Bütün bu râvilere topluca bakılınca, müşterek râvî Mervân b. Os man'ın yanında, İbn Vehb, Abdullah b. Salih, Yahya b. Bukcyr ve Abdurrahman el-'Atabî problemli görünmektedir. Dikkat edilirse, İbn Vehb, Abdullah b. Salih ve Yahya b. Bukeyr, el-Leys'in râvîleridir. Tek tek her biri hakkında, rivâyederinin i'tibar için ahnabilece684
Sehâvî'ye g ö r e ta'dilin altıncı m e r t e b e s i n d e b u l u n a n bir râvî için kullanılan b u tabir, o n u n hadîslerinin İ'tibar için alınabileceğini g ö s t e r m e k t e d i r . (Aydınlı, a.g.e., s.
685
e z - Z e h e b î ve es-Sehâvî'ye g ö r e cerhin beşinci, el-'Irakî'ye g ö r e d ö r d ü n c ü m e r t e b e sinde b u l u n a n bir râvî h a k k ı n d a kullanılır. B ö y l e bir râvînin rivayet ettiği h a d î s i'ti b a r için alınır (Aydınlı, a.g.e., s. 87).
686
B ö y l e bir râvînin rivayet ettiği h a d î s , i'tibar için alınır (Aydınlı, a . g . e . , s. 163).
687
B k z . e l - M i z z î , Tehzibu'l-Kemâl,
X X X I , 401-403
688
B k z . e l - M i z z î , Tehzibu'l-Kemâl,
X X V , 26
689
M u h a m m e d b . Abdillah b . A h m e d , Mevlidu '1- Ulemâ ve Vefeyâtuhum, Thk. A b d u l l a h A h m e d S ü l e y m a n e l - H a m d , Dâru'l-'Âsime, R i y a d , 1410, I I , 6 1 9 .
690
e l - M i z z î , Tehzîbu'l-Kemâl,
691
B u r h â n u d d i n İbrahim b . M u h a m m e d , el-Maksadu'l-Erşcd 6 Zikri Ashabi'l-lmami'l-Ahmed, T h k . A b d u r r a h m a n b . S ü l e y m a n , M e k t e b e t ü ' l - R ü ş d , R i y a d 1990, I ,
161).
409.
X X X I , 402.
ğini belirten ifadelerin yanında, hiçbir surette alınamayacağını belir ten ifadeler de kullanılmıştır. Müşterek râvî el-Leys'in sika olduğu hatırlandığında, bu üçünün rivâyederinin birbirini desteklediğini ve i'tibar için alınabileceğini söylemek mümkündür. Bununla beraber senedin daha yukansındaki ortak râvî Mervân'ın durumu, bu rivayet leri de etkilemektedir. Buna göre rivayetin zayıf olma ihtimali kuv vede muhtemeldir. dc. Acmâ'dan Gelen Rivayetlerin İttisal Açısından Değerlendirmesi 'Acmâ'nın doğum ve ölüm tarihi bilinmemektedir. Ancak, yeğe ni ( h z kardeşinin oğlu) Ebû Ümâme'nin bu hadîsi ondan rivayet et mesi, muâsarat ve lika açısından önemlidir. Teyze ve yeğenin aynı asırda yaşamaları ve görüşmüş olmaları kuvvede muhtemeldir. Ebû Ümâme, 100 yılında vefat etmiştir. Hadîsi ondan rivayet eden Mervân b. Osman'ın vefat yılı bilinmemektedir. Dolayısıyla, Ebû Ümame ve Mervân arasında muâsaratın olup olmadığı konu sunda şüphe vardır. Buna ilâveten, kaynaklarda, aralarında likanın olabileceğine delâlet eden bir işaret de bulamadık. Hadîsi rivayet eden Hâkim ve et-Taberânî'nin scnedlerinde de likaya belirleyici, "haddesenâ", "ahberenâ", gibi tahammül ve eda sigalan değil, "Mervân b. Osman 'an Ebî Ü m a m e " ibaresinde görüldüğü gibi ' " a n " e d a sigası kullarulmıştır. Hadîsi Mervân b. Osman'dan rivayet eden Sa'îd b. Ebî Hilâl'in 130-149 yılları arasında vefat ettiği hatırlanırsa, arada Mervân b. Os man olmasa bile, Sa'îd b. Ebî Hilâl ve Ebû Ümâme'nin muasır ol dukları ortaya çıkar ki, bu durum ittisal için bir ipucu olabilir. İkin ci bir ipucu olarak, kaynaklatın Sa'îd b. Ebî Hilâl'in Mervân b. Os man'dan rivâyederinin varlığım tasrih etmeleri kabul edilebilir. Buna göre, Hem Ebû Ümâme'yle Mervân b. Osman'ın, hem de Mervân b. Osman ile Sa'îd b. Ebî Hilâl'in muasır oldukları söylenebilir. Hâkim'in rivayetinde, Sa'îd b. Ebî Hilâl'in öğrencisi olarak gör düğümüz Leys b. Sa'd ise 9 4 - 1 7 5 yıllan arasında yaşamıştır. Dolayı sıyla, Sa'îd b. Ebî Hilâl'in ölüm tarihi olarak zikredilen farklı yular dan en erkeni olan 130 yılını esas aldığımızda dahi, Leys b. Sa'd'ın bu tarihte 36 yaşında olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu durumda bu iki râvî arasında muâsarat gerçekleşmiş olur.
et-Taberânî'nin rivayetinde ise, hadîsi Sa'îd b. Ebî Hilâl'den Hâ lid b. Yezîd almış ve el-Leys'e rivayet etmiştir. Hâlid b. Yezîd'in ve fat tarihi hakkında bilgi sahibi değiliz. Ancak, bu râvî'nin arada ol maması durumunda dahi muâsaraün varlığı yukanda belirtilmişti. Leys b. Sa'd'ın öğrencileri; İbn Vehb, Yahya b. Bukeyr ve Abdul lah b. Salih'tir. İbn Vehb'in 125-197 yıllan arasında yaşadığı hatır lanınca, 94-175 yıllan arasında yaşayan şeyhi Leys ile muasır olduğu ortaya çıkmaktadır. Aynca rivayette kullanılan "ahberenî"lafzı ise, li ka için ipucu olabilir. Abdullah b. Salih'in gece gündüz el-Leys'le ol duğu yönündeki ifadeler hatırlanırsa aralannda hem muâsarat hem de likanın olduğu ortaya çıkmaktadır. Diğer talebe Yahya b. Bukeyr, 231 yılında vefat etmiştir. Buna göre, 197 yılında vefat eden hocasıyla muâsaraü kuvvetle muhtemeldir. Hâkim'in rivayetinde bulunan İbn Vehb'in öğrencisi de Mu hammed b. Abdillah b. Abdilhakemdir. Bu râvî, 2 7 8 yılında vefat et miştir. Doğum tarihi ve kaç yıl yaşadığı hakkında bilgi sahibi olama dığız bu zatın, hocasıyla kendi vefat tarihi arasında 81 yıl vardır. Normal şartlarda olmasa da, uzun ömürlü bir râvî olduğu ihtimali bulunduğunda, muâsaraü mümkün görülebilir. Ancak bu zorlama bir yorum olmaktadır. Bunun öğrencisi Ebu'l-Abbâs ise, 2 4 7 - 3 4 6 yıllan arasında yaşa mıştır. Dolayısyla hocasıyla muasırdır. Çünkü hocası vefat ettiğinde, 31 yaşlannda olmaktadır. Hadîsi, Ebu'l-Abbâs'tan rivayet eden Hâkim 3 2 1 - 4 0 5 yıllan ara sında yaşamıştır. Bu tarihlere göre, Şeyhi Ebu'î-Abbâs'n vefan sıra sında 25 yaşlannda olduğu ortaya çıkar ki bu da aralannda muâsaraün varlığım gösterir. Aynca Hâkim'in kullandığı "haddesenâ" ta hammül ve eda sigası da aralannda likanın olduğunu da gösterir. Bütün bunlardan harekede, İbn Vehb ve öğrencisi Muhammed arasındaki muâsarat imkânımn zorluğu göze alındığında, hadîsin bu haliyle muttasıl olamayacağı sonucuna ulaşılabilir. et-Taberânî'nin râvîleri arasındaki, Muttalib; 2 8 2 tarihinde vefat etmiştir. Hocası Abdullah b. Salih'in vefat tarihi tesbit edilememiş tir. Hadîsi rivayet ederken kullandığı, "haddesenî" sigası, onun ho casıyla likasının varlığı için ipucu sayılabilir. et-Taberânî, 2 6 0 yılında doğmuş, 360 yılında yaklaşık 101 yaşın da ölmüştür. Buna göre, 2 8 2 yılında vefat eden hocalanndan Mut-
talib'le muasır olmaktadır. Ayrıca rivayet esnasında kullandığı "haddcsenâ" ifadesi aralannda likanın varlığını da gösterebilir. Onun di ğer hocası Abdurrahmân'ın vefat tarihinin 2 9 2 olduğu hatırlanınca, onunla da muasır olduğu ortaya çıkmaktadır. Yine rivayet esnasında kullandığı, "haddcsenâ" aralannda likanın olduğunu gösterir ipuçlanndandır. Bu değerlendirmelere topluca bakıldığında, Hâkim'i rivâyetindeki râvîlerden İbn Vehb ile öğrencisi Muhammed b. Abdillah b. Abdilhakem arasında muâsaratın olmadığı görüşü ağır basmaktadır. Bunun dışındaki râvilerde muâsarat bulunmakla beraber, bazılan için likayı tasrih edici kayıtiara rasdanmamıştır. Bütün bu değerlendirmeler göz önünde bulundurulduğunda, hadîsin ittisal açısından problemli olduğuna ilâve olarak, râvîlerinin adalet ve zabtı açısından da problemli olduğu görülmektedir. Özel likle Mervân hakkında Ebû Hatim ve başkalannın verdiği "zayıf" hükmü, Sa'îd hakkında kullanılan "lâ be'se bih, lcyse bi-kaviyyin"gi bi ifadeler, hadîsin zayıf olduğunu ve en iyi ihtimalle i'tibar için kul lanılabileceğini, ihticac için kullanılamayacağını göstermektedir.
2. Örnek Hadîsin Bütün Rivâyederinin Sened Ağı Rasûlullah
Zcyd
Ömer
İbn Abbâs
Ubeyy
Ebû Umâme
Sa'îd
f~~
T— -
Ubeydullah 1 f Yahyâ~!
~
Acmâ
T
—
1
1
Zührî z r z : Süfylr.
«/
Taberânî
HammâriJ
îbn Fedâle î fsilryâı
J
Ut
Heysemi
Tayâlisî
Safî'î
Said
Halef
Rebî'a
I
Ali
ZZ3C Ebu'l-Abbâs Ahmed r r r z : Ebü Mansûr
I [_BbûBeto_ EbÛ Zekemyâ
3
Ahmed
Ebu'lAbbâs
Hâkim
EbûNasr
^|
Mervân
Haccac
Ebû Nutnân
3C
: — r ~ Sa'îd : — r ~ Leys : ı _ Muhammed
3
«eyjfcgfa'
Ebul AbbâT]
|
BtyhoM
-7=3= I tbn Ebî
Katâde
Muhammed
Şeybe
Hasan Ebû Sa'îd
mMâre
îbn 'Ayn
:
Abdullah Muhammed amme
El-Akdî i fİbÛDâviid — i Muhammed Yûnus Dârimt
Muhammed
Muhammed
P
Yûsuf b. Ya'kûb
Abdullah EbÛ Bekr
Muhammed
Hasan Ebu'i-Hasan
BeykaU
Muhammed
EbÛ
Huseyn HOdm
Muhammûd
Abdullah
Ahmed b. Hanbtl
Yahya b. Bukeyr et-Taberânt
Muttaüb
T ,
Ebû Mubarnmed
îbn Ebî Adiyy
Abdurrahmân
3. Örnek Hadîse Atıfta Bulunan Rivayetlerin Sened Ağı Yukanda, sadece örnek hadîsin metninin geçtiği rivâyetierin se ned ağlan şematize edilmiştir. Ancak örnek hadîsin metni geçmese de, bu metnin varlığı kabul edilerek, ona atıfta bulunan rivâyeder de vardır. Bu rivâyetierin senedlerini ve râvtlerini tek tek incelemeye ge rek duymamakla beraber, en azından anlam açısından incelediğimiz hadîsi destekledikleri gerçeğinden harekede, sadece sened ağını ver meyi uygun görüyoruz.
Omc, İbmı'1 Huttib
IK
Abdmrnhrmnb Avf
Abdullah t>. Abb&a
Satd b. Milat yy cb
T — —
Stilimin b Wtl
-
T
Z
AbAtfluJb b. Vctıb (tfıisnvd, V, ]J2) Rebî* b Sifleyntfn Kbıı'l-Abbaa
—T-— lltklaa (Müw«ftv*. İV, İÜÜrte.'K IV, (Muscsrtuf, 1. 47) MMUt (AArnuw<ı, li.
Akattd b. Hanbel 23)
Yalıya
234)
T D»ftb«4 (MüKied. 1. 36.43)
Afcaacd k. IIMUI (JWttww«i. 7, JSJ, 36).
İbrahim
Abchüa^r" İbnV.l* Hııteym Muh&nuiMCl
Hiinnelc mimi» un
Iibıı'ı-Tilıiı tun
tbnEW Ebft Mvad ör*»*«o
MıılmnınKi t> Masa» Ebtı'l-V«ttd
AhM«l ı.Uttb«l {.Mtimed. I, 29,47) uiıdtw ısoufc. m, MI 7)
•fJtmİKt<$tinetf, IV, JO).
Eba Abdm«h »*y»«W {Sünni. Vtll.211)
I
4. Örnek Hadisin Senedlerinin Bütün Olarak Değerlendirilmesi a. Scncdlerin Müntehasına Göre H z . Ömer'in Rivayetleri Hz. Ömer'e nisbet edilen rivâyederin hiçbirinde "eş-şeyh ve'şşeyha..." hadîsi; "Resûlullah şöyle buyurdu..." denilerek rivayet edil memektedir. Bu tabloya göre, hadîs tasrihen merfu' olmamaktadır. Bununla birlikte, H z . Ömer, ilgili hadîs konusunda Resûlullah dö nemine atıfta bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle, bu hadîsin Resûlul lah zamanında da var olduğunu söylemektedir. Buna göre, hadîs hükmen merfu' olmaktadır. Zeyd b. Sâbit'in rivayetleri ed-Dârimî ve Ahmed b. Hanbel rivâyederinde Zeyd b. Sabit, bu hadîsi Resul ullah'tan duyduğunu tasrih eder. Hadîsin Hâkim tara fından yapılan rivâyederinde de durum böyledir.Buna göre bu rivâyetier tasrihen merfû' olurlar. Ancak, Beyhakî'nin rivâyederinin de birinde semâ tasrih edilmez. Buna göre sadece bu hadîs, tasrihen merfu' olmaktadır.
Ubeyy b. Ka'b'ın Rivayetleri Bu hadîsin yer aldığı eserlerin hiçbirinde, Ubeyy'in bu hadîsi Resûlullah'tan duyduğu ifadesi yer almamaktadır. Ancak o, Resûlullah dönemine atıfta bulunmuştur. Bu durumda Ubeyy'in rivayetleri hükmen merfu' olmaktadır. 'Acmâ'mn Rivayetleri 'Açmanın bütün rivâyederinde, onun hadîsi Resûlullah'tan duy duğu belirtilir. Buna göre hadîs, sarahaten merfû" olmaktadır. Bu rivâyeder bütün olarak değerlendirildiğinde, H z . Ömer ve Ubeyy'in rivâyederi hükmen, H z . Zeyd ve 'Acmâ'nin rivâyederi tas rihen merfu' olmaktadır. b. Sened Sayışma Göre Yukarıdaki tablodan anlaşıldığı gibi, bu hadîs daha ilk tabakadan itibaren en az dört kişi tarafından rivayet edilmiştir. Râvî sayısı her tabakada giderek artmıştır. Buna göre hadîs, hadîsçilerin taksimi esas alındığında, "haber-i vâhid", onun kısımları içinde de "meşhur" ha dîsin özelliklerini taşımaktadır. S ö z konusu hadîs, fakîhlerin taksimi ne göre de meşhur olmaktadır. Zira, ilk dönemde dört râvî tarafın-
dan rivayet edilmiş ve daha sonra intişar etmiştir. Bu durum, Hane fîlere göre hadîsin ilm-i tuma'nine ifade ettiğini göstermektedir. Buna, hadîsin lafzına atıfta bulunan ve ayn bir sened ağı tablosuyla gösterdiğimiz rivâyeder de ilâve edilirse, onun mütevâtire ya kın "meşhur" mertebesinde olduğunu söylemek yerinde olur. c. Seneddeki Râvîlerin İttisaline Göre H z . Ömer'den Gelen Rivâyeder Bu rivâyeder, Malik, İbn Ebî Şeybe, İbn Mâce ve Beyhaki'nin eserlerinde yer almaktadır. İmâm Mâlik'in rivayetinde, İbnu'l-Müseyyeb'le H z . Ömer'in muâsaraü sabit ancak likası ve dolayısıyla semâ'ı tartışmalıdır. Diğer râvîler arasında muâsarat ve ükâ mevcuttur. İbn Ebî Şeybe'nin rivayetinde ise, bütün râvîlerin muâsaraü var dır. Çoğunun da likası sabittir. Buna göre bu rivayet muttasıldır. İmâm Mâlik'in rivayetinin bir yerinde irsal şüphesi olmakla birlikte, bu irsalin makbul addedilebileceği, İbn Ebî Şeybe rivâyetiyle müm kün görülmektedir. Bu rivâyeder İbn Mâce ve Beyhakî rivâyederiyle birlikte değer lendirilirse, hadîsin en azından Müslim'in şartlarına göre muttasıl ol duğu ortaya çıkmaktadır. Zeyd b. Sâbit'ten Gelen Rivâyeder Bu rivâyeder içerisinde, sadece ed-Dârimî ve Ahmed b. Han bel'in râvîleri incelenmiştir. Bu iki rivayet Şu'be'ye kadar tek senedle devam etmektedir. Şu'be'ye kadarki râvîlerin hepsi, birbiriyle mu asırdır. Çoğunun likası da sabittir. Buradan itibaren sened çoğalmışür. ed-Dârimî ve Ahmed b. HanbePe ulaşan senedlerin her ikisinde de râvîler arasında muâsarat vardır. Çoğunda da lika sabit olmuştur. Buna göre hadîs muttasıldır. Ubeyy b. Ka'b'm Rivâyeueri Bu rivayet 'Asım b. Behdele'ye kadar tek senedle gelmiştir. Bu raya kadarki râvîler arasında muâsarat ve lika sabittir. Bundan sonra üç koldan rivayet edilmiştir. Bu rivâyederdeki râvîlerin muâsaraü ke sindir. İki râvî dışındakilerin likası da sabittir. Buna göre hadîsin en azından Müsüm'in şartlarına göre muttasıl olduğu anlaşılmaktadır. 'Acmâ'dan Gelen Rivâyeder Hadîsi 'Acmâ'dan yeğeni Ebû Ümame rivayet etmiştir. Bundan sonra sened ikiye ayrılmaktadır. Heysemî'nin rivayeti munkaüdır.
Hâkim'in rivayetinde ise, Mervân b. Osman ve Ebû Ümâme arasın daki muâsarat kesin değildir. Yine İbn Vehb ve öğrencisi Muham med arasındaki muâsarat da şüphelidir. Buna göre, hadîsin bu sene dinin munkaü olma şüphesi bulunmaktadır. et-Taberânî'nin rivâyederi ise bunu desteklemektedir. Her üç ri vayet bütünleştirildiğinde, muâsaratın varlığından bahsedilebilir. Özellikle mu'an'an hadîslerde, sıhhat için, Buhârî'nin "likanın sübûtu"nu, Müslim'in ise "muasarât"ı şart kostaklan hatırlanırsa, bu hadîs, en azından Müslim'e göre ittisal şartlanna haiz olmaktadır.
d. Senedin Sıhhatine Göre Hz. Ömer'den Gelen Rivâyeder Gerek et-Tayâlisî ve gerekse Abdurrezzâk'ın râvîlerinin tamamı sikadır ve aym zamanda bunlann çoğu da fakîhtir. Buna göre adalet ve zabt sahibi aynı zamanda hadîsin anlamına vakıf râvîler bu hadîsi rivayet etmişlerdir. Buna senedlerin muttasd olması, hadîslerin deği şik senedlerle sahicilerinin bulunması ve şâz olmaması (ki bu rivayet lerde başka râvîlerin hiçbirisi sikalara veya evsak'a muhalefet etme miştir) eklenince, bu hadîsin sened açısmdan sahîh olduğu ortaya çıkmaktadır.
Zeyd b. Sâbit'ten Gelen Rivâyeder ed-Dârimî'nin rivâyetindeki Muhammed hariç hepsi sikadır. Mu hammed ise zayıf kabul edilmiştir. Ahmed b. Hanbel'in râvîlerinin ise hepsi sikadır. Bu iki rivayet beraber değerlendirildiğinde, birbir lerini destekledikleri ve birbirlerine âzıd/şâhid olduktan görülür. Buna ilâveten, senedlerinin muttasıl olması, hadîsin başka senedler le de rivayet edilmiş olması ve diğer rivâyedere muhalif olmamak su retiyle şâz olmaması da göz önüne alınınca, senedin sahîh olduğu söylenebilir.
Ubeyy b. Ka'b'dan Gelen Rivayetler Bu rivayette, müşterek râvî konumundaki 'Asım b. Behdele için kullanılan ta'dil lafizlan, onun hadîslerinin ancak i'tibar için alınabi leceğini göstermektedir. Aynca, et-Tayâlisî'nin râvîsi olan İbn Fedâlc'nin tevsiki de ihtilaflıdır. Ancak Abdurrezzâk'ın bütün râvîleri si kadır. Dolayısıyla bu rivayet, öncekini desteklemiş olmaktadır.
'Acmâ'dan Gelen Rivayetler Bu sahâbî'nin râvîlerinden Mervân b. Osman'ın tevsikinde ihtilaf vardır. Bazdan onu sika kabul ederken, bazdan da zayıf kabul etmiş lerdir. Aynca, hadîsi eserinde zikreden Hâkim de sıhhat hükmünü vermede gevşek davranmak ve "teşeyyu'" etmekle eleştirilmiştir. Bu na ilâveten, senedin ittisalinde de problemler vardır. ez-Zehebî, bu durundan g ö z önüne alarak, Müstedrek'i ihtisar etmiştir. Onun ihtisannda da bu hadîs vardır. Bu durumda ez-Zehebî de hadîsin sa hîh olduğu kanaatini paylaşmış olmaktadır. Ancak bize göre, bu ha liyle hadîs sahîh olmamalıdır. Bununla birlikte, et-Taberânî'nin rivâ yederi ve diğer üç sahâbî'nin rivâyederinin desteğiyle hasen olabilir. Bu durumda bu senedle rivayet edilen hadîs, hasen li-ğayrihi olmak tadır. Bu rivâyedere bütün olarak bakıldığında, hadîsin senedinin mut tasıl olması, başka eserlerde değişik senedlerle de rivayet edilmiş ol ması, diğer rivâyederle muhalefetinin olmaması (şâz olmaması) ve onlar tarafından desteklenmesi, bu hadîsin müşterek metninin sened açısından sahîh olduğunu göstermektedir. Ancak, müşterek olmayan kısımlannın sıhhati şüpheli olmaktadır. Bu kısımlann sıhhat duru mu, ancak metin tenkidinden sonra açıklığa kavuşacaktır.
Scnedlcrin sonuç değerlendirmesi: Parçadan bütüne doğru olmak üzere, kademeli bir şekilde sened tenkidi yapılan bu hadîs, H z . Peygamber'in dört sahâbîsi tarafından rivayet edilmiştir. Bunlardan 'Acmâ hariç, diğer üçü, sahabenin ileri gelenlerindendir. Bunlardan yapüan rivâyederde, râvîlerin büyük ço ğunluğu sikadır. Aynca, iki-üç istisna hariç incelediğimiz senedlerin hepsi muttasddır. Hadîsin asgari müştereği olan "eş-şeyhu ve'ş-şeyhatu iza zeneya fercumûhuma elbettete" kısmı bütün rivâyederde ortaktır. Dolayısıyla rivâyeder arasında şuzûz da yoktur. Râvî sayısı açısından, gerek hadîsçiler ve gerekse Hanefî fakîhlerin taksimine göre meşhurdur. Buna göre hadîs, adalet vc zabt sahibi râvîler tarafindan, muttasd bir senedle, şâz olmayarak rivayet edilmiştir. Başka bir ifadeyle bu hadîs, hadîsin sıhhati için gereken beş şarttan dördüne sahiptir. Di ğer şart olan "muallel olmama" hususu, ancak metin tenkidinden sonra vuzuha kavuşacak bir husustur.
B. Ö R N E K H A D İ S B A Ğ L A M I N D A M E T Î N T E N K İ D İ N D E BÜTÜNLÜK "Tesbitte bütünlük"ün sağlanabilmesi için sened tenkidi yanında metin tenkidinin de yapılması gerekmektedir. Buradaki metin tenki d i ile, metnin sübûtunu tesbitte uygulanan y ö n t e m anlaşılma lıdır. Aslında, metin tenkidine, hadîsi anlamanın tenkidi de dahil dir . Fakat biz bunu, "Anlamada Bütünlük" adlı bölümde verme nin daha sistematik olacağım düşünüyoruz. Ayrıca metin tenkidi ola rak tanımlanan işlemin, iki farklı kavramla ifade edilebileceği görüşü de vardır. Buna göre, hadîsin tek tek rivayetlerinin veya aynı konu daki farklı hadîs rivayetlerine dayanılarak yeniden inşa edilen ortak metinlerin gerçekten H z . Peygamber'e ait olup olmadığım belirle mek amacıyla yapılan tetkikler, "metin tenkidi"; bir hadîsin çeşidi rivâyederine dayanılarak mümkün olan en sağlıklı metnin ortaya kon masın da "metin tetkiki" denilmektedir . 692
693
694
695
Bu çalışmadaki "metin tenkidF'nin şümulüne her iki anlayış da girmektedir. Başka bir ifadeyle burada örnek hadîsin uygulamalı bir şekilde gerçekten H z . Peygamber'e ait olup olmadığı sorgulanırken, farklı rivayetlerden harekede metnin yeniden kompoze edilmesi de denenecektir. Bir hadîsin senedindeki râvîler adalet ve zabt sahibi olabilirler. Aynca bunlar, birbirleriyle muasır ve mülâkî de olabilirler. Ancak râ vîlerin bu durumu, ilgili hadîsin kaynağına nisbetinin kesin olduğu anlamına gelmemektedir. Zira "hafiza-i beşer nisyân ile ma'lüldür" sözünün ifade ettiği gibi, âdil ve zabıt olan râvî, beşer olmasının ge reği olarak unutma ve yamlma kaygısından kurtulamaz. Bu durum da, isnadı sahîh olan hadîsin metni şâz veya muallel olabilir ki bunun örnekleri vardır . Buna göre bazen isnadın kusursuz olması duru munda da metnin mevzu olabildiği görülmektedir. İşte bu endi696
697
692 G e n i ş bilgi için b k z . e P A ' z a m î , M u h a m m e d M u ş t a l a , Mcnhecu'n-Nakd 'İnde'lMuhaddisîn, R i y a d 1 9 8 2 , s . 1 - 2 1 ; e d - D ü m e y n î , Hadiste Metin Tenkidi Metodlan; N a s r , a . g . e . , s. 3 5 - 5 6 ; A c c â c e l - H a r i b , M u h a m m e d , Muhtasaru'l-Veciz fi Ulümi'lHadis, M ü e s s e s e t ü ' r - R i s â l e , B e y r u t 1 9 9 1 , 5 . b . s . 2 7 0 - 2 7 5 ; e s - S e r a h s î , Usûlu's-Serahsi, I I , 3 v d . ; cl-Kâsımî, Kavâid, 3 1 4 . 693 B k z . U ğ u r , Ansiklopedik
Hadis
Terimleri
Sözlüğü,
s. 2 2 9 ; A y d ı n l ı , a.g.e.,
694 B k z . P o l a t , " H a d î s t e A n l a m a ( Y o r u m ) - M e t i n T e n k i d i İlişkisi", s. 6 3 . 695 B k z . K ı r b a ş o ğ l u , Alternatif 696 B k z . e l - L c k n e v î , el-Cerh 697 Sıddıkî, a . g . e . , s. 1 7 2 .
Hadîs ve't-Ta'dil,
Metodolojisi,
s. 1 7 0 - 1 7 1 .
s. 1 8 7 - 1 8 8 .
s. 1 2 5 .
şeyi asgariye indirmenin en güvenli yollarından biri, rivayet edilen hadîs metninin H z . Peygamber'e ait olup olmadığının tesbiti ama cıyla çeşitli kriterler esas alınarak ilâve bir tenkitten geçirilmesidir. Buradaki tenkid, metnin anlaşılmasına yönelik değil, metnin söy leyenine ve yapanına nisbetinin sahîh olup olmamasına yönelik ola caktır. Bu metoda, metnin sübûtu, ilâve kriterlerle de test edilmiş olacaktır. Burada özellikle test kelimesi kullanılmaktadır. Çünkü bu anlamdaki bir metin tenkidinin olmazsa olmaz ilk şartı, hadîsin ön celikli olarak sened tenkidinden geçirilmiş olmasıdır. Metin tenkidi kriterlerine uyan her sözün hadîs olarak değerlendirilmesinin yanlış sonuçlar doğuracağı gerçeğinden harekede bu sıralamaya dikkat edilmelidir. Rasûlullah, sahabe ve tabiûndan birine nisbet edilen bir hadîs, sened tenkidi açısından bir değer ifade ediyorsa, ikinci aşama da metin tenkidine tabi tutulmalıdır. Aksi takdirde, senedine hiç ba kılmadan, sadece Rasûlullah'a nisbet edilmiş olmasından harekede bir sözün hadîs kabul edilip metin tenkidine tabi tutulması sonucu, hadîs olmayan rivâyederin hadîsleştirilmiş olacağı kuvvede muhte meldir. Zira bizden herhangi biri de, çok doğru bir söz söyleyebilir. Bu söz, Kur'ân'a, hadîslere, tarihi olaylara ve akla ters olmayabilir. Sırf bunlara aykırı değil diye, herhangi birinin sözüne "hadîs" dedir tecek bu tür bir metin tenkidi, hadîsin sıhhatini tesbit kriteri olmak tan çıkıp, uydurma haberlerin hadîsleştirilmesi metodu haline dönü şecektir. Bundan dolayı, öncelikli olarak hadîsin sened tenkidi yapıl malı, sened açısından sıhhati konusunda zann-ı galip sahibi olun duktan sonra metin tenkîdine geçilmelidir. Bunun sonucu da olum lu çıkarsa, hadîse sened ve metin bütünlüğü içerisinde "sahîh" hük mü verilmelidir. Bir hadîsin gerek sened ve gerekse metin tenkidini, bütüncül ba kışla yapmak uzun mesailer gerektirir. Bunun için bu konuda günü müz Müslümanlarının problemli olarak gördükleri veya algıladıklan hadîslere öncelik verilmelidir. Bu tür araştırmaların ulaştığı sonuç, klâsik eserlerdeki sonuçlarla örtüşebileceği gibi, örtüşmeyebilir de. Her iki durumda da, hadîs yeniden gözden geçirilmiş ve sıhhati ko nusundaki yargı güncellenmiş olur. Metin tenkidinin en önemli faydalarından biri, hadîsin bütün ri vâyederinin bir araya toplanmasıyla, metne bütüncül bir bakış kazandırmasıdır. Bu durumda, hadîsin tarih içerisinde râvîden râvîye, veya rivayetten rivayete hangi değişikliklere maruz kaldığı, rivayet esna-
sında hangi tür tasarruflara (ihtisar, takti', ıktisâr, manayla rivayet gi bi) uğradığı gibi hususlar ortaya çıkmış olacaktır. Bütünleştirilen rivâyederin müşterek lafizlan bir araya getirilerek, hadîsin asgari müştereğinin tesbiti de önemlidir. Dolayısıyla, hadîsin bu kısmının sıhhati konusunda daha emin olunacaktır. Bu ortak ifa denin önünde ve arkasında bulunan fakat bazı rivâyederde olup di ğerlerinde olmayan ifadeler de metnin kendi iç bütünlüğünü sağla ması açısından önemlidir. Metnin asgari müşterekleri tesbit edildik ten sonra, metnin azamî unsurianyla birlikte yeniden kompoze edil mesi denenmelidir. Tabii olarak bu kompozisyon bir deneme ola caktır. Zira, gerçekte (ncfsü'l-emr) hadîsin orijinal metninin yüzde yüz bu kompozisyondaki gibi olduğu iddia edilemez. Ancak ortaya çıkan bu kompozisyon, parça metnin bir bütünlük içerisinde değer lendirilmesi ve anlaşılması için yardımcı olacaktır. Bu işlemden soma, metnin ilk kaynağına (râvî) nisbetinin güve nilirliğini test etmek için onun çeşidi metin tenkidi kriterlerine arzedilmesi gerekir. Konu hadîs olunca, ilk kaynağına (Resûlullah) nis betinin sahîh olup olmadığının en önemli ölçeği Kur'ân olacaktır. Hadîs daha sonra sırasıyla diğer hadîslere, tarihi bilgilere ve akla arzedilir. Aslında metin tenkidi ölçülerini, üçten b a ş l a y ı p , onyediye kadar çıkaranlar vardır . Ancak bunlardan bazısı tesbite yönelik de ğil, anlamaya yönelik usûllerdir. Burada tesbite yönelik dört ölçü esas alınacaktır. 698
699
Bütün bu işlemlerden sonra sahîh hükmü verilen metin, senediy le birlikte değerlendirilerek, bütüncül bir sıhhat kararına vanlmalıdır ki, aslında tesbitte bütünlük denilirken de kasdedilen budur. Ancak burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus, sıhhat tesbiti (sübût) çalışmalan ile, anlama (delâlet) çalışmalannın farklı olduğu bilincinde olmaktır. Başka bir ifadeyle, incelenen hadîs, se ned ve metin açısından sahîh olsa bile, onun hangi şartlarda ve bağ lamda söylendiği, hangi amaçla söylendiği, lafzın mı yoksa lafzın al tında yatan anlamın mı önemli olduğu vs. gibi hususlar, hadîsle amel edilip edilmemesi konusunda belirleyici olacaktır. Buna biz, "Anla mada Bütünlük" diyoruz. 698
B k z . e d - D ü m e y n î , a.g.e., s. 5 4 - 9 5 .
699
B k z . K ı r b a ş o ğ l u , Alternatif
Hadîs
Metodolojisi,
s. 1 8 5 - 3 3 4 .
Meselâ Kur'ân-ı Kerim'deki; "Onlara karşı gücünüzün yettiği ka dar kuvvet ve savaş atlan hazırlayın ki, bununla Allah 'm düşmanını, sizin düşmanlarınızı ve bunların dışmdakileri -sizin bilmeyip, Al lah'ın bildiği- korkutasınız" âyetinde geçen "savaş adan hazırla yın " ifadesi; "Savaş için kuvvetli olmanıza sebep olabilecek her neye gücünüz yetiyorsa onu hazırlayın, her zaman hazırlıklı olmaya ba kın" şeklinde anlaşılmıştır . Bu âyetin sübûtu konusunda en ufak bir tereddüt yoktur. Ancak kaynağına nisbeti kesin olan bu âyet, sa dece lafiz ile değil, lafzın altında yatan amaçla birlikte anlaşılmıştır. Buna göre, sübut başka, manaya delâlet başka olmaktadır. 700
701
Hadîs için de aynı durum söz konusudur. Bir hadîs, ister Hz. Peygamber'e, ister sahâbe'ye isterse tabiûna nisbet edilsin; nisbetin sıhhati, o hadîsin her zaman lafzen anlaşılması gerektiği sonucunu doğurmamalıdır. Burada uç bir örnek yardımıyla konu biraz daha nedeştirilebilir. Buhârî'de, 'Amr b. Meymûn şunu anlatmıştır: "Cahiliye dönemindeyken zina etmiş bir maymun gördüm. Diğer maymunlar onun başına toplanıp onu recmettiler. Ben de onlarla birlikte recmet7
tim" °2.
Bu hadîsi Buhârî, sahîh hadîsleri toplamak amacıyla yazdığı esSahıh'inde zikretmektedir. Burada en başta, sözün kime ait olduğu na dikkat edilmelidir. Bu sözün nisbet edildiği kişi, Resûlullah değil, cahiliye döneminde doğmuş, Müslüman olmakla birlikte Resûiullah'ı görmemiş muhadram tabiî 'Amr b. Meymun'dur . Hadîs te riminin daha sonralan sahabe vc tabiunun söz ve fiillerini kapsadığı hatırlanırsa, bir hadîs kitabında bu ifadenin yer alış sebebi anlaşılmış olur. Dolayısıyla Buhârî'yc göre, bu ifadenin 'Amr b. Meymûn'a nis beti sahihtir. Başka bir ifadeyle Buhârî, 'Amr b. Meymûn'un böyle bir söz söylediği konusunda mutmaindir. Durum bu olunca, adı ge çen hadîs, Buhârî'ye göre sahîh kabul edilmiştir. 703
Ancak, hadîsin sahîh olması, onunla amel edilebileceğini veya eğer sahabe ve tabiuna nisbet ediliyorsa her zaman anlamının doğru olduğunu da göstermez. Çünkü sıhhat; söz fiil ve takririn kaynağına 700
8.Enfil, 60.
701
Yazır, Elmalılı M u h a m m e d H a m d i , Hak Dini Kur'ân bul t s z . , I V , 2 4 7 .
702
Buhirî, Mcnâkıbu'l-Ensâr, 2 7 (IV, 2 3 8 ) .
703
K a n d e m i r , Y a ş a r , " ' A m r b . M e y m û n ' ' , DİA,
III, 89.
Dili, F e z a G a z e t e c i l i k , İstan
nisbeti konusunda verilen bir hükümdür. Eğer, kaynağına nisbeti konusunda Buhâri'nin sahîh hükmü verdiği bu hadîs, bütünlük içe risinde değerlendirilir ve delâlet noktasından araştırılırsa, bazı sorulann cevaplanması gerekir. İlk önce Buhâri bu hadîsi, hangi kullanım bağlamında zikretmektedir? Buhâri bunu zikrederken; zinanın kötü bir iş olduğu ve maymunların bile zinayı kabullenemeyip zinakân recmettiklerini vurgulamak veya recmin faziletinden bahsetmek için mi zikretmiştir? Bakıldığında görülecektir ki bu hadîs Buhâri tarafın dan "Cahiliyye günleri (Eyyâmu'l-câhiliyycy başlığı altında sunul maktadır. Yani insanlar, cahiliye döneminde yaptıklarını, Müslüman olduktan sonra çeşidi vesilelerle anlatmışlar, Buhâri de kendisine ula şan bu haberleri bir bab başlığı altında gelecek nesillere aktarmıştır. ,
Diğer önemli konu, hadîsin anlaşılmasında, Kur'ân, diğer hadîs ler, akıl vs. gibi kriterlerin kullanılmasıdır. Buna göre, ne Kur'ân, ne hadîsler ve ne de akıl bunu onaylamaktadır. Kur'ân'da ve hadîslerde, hayvanlar arasında evlilikten bahsedilmez ki onların evlilik dışı ilişki leri için zina tanımlaması da yapılsın. Bu durumda hadîs; bir tabiî'nin Müslüman olmadan önce başın dan geçen bir olayı ve bu olaya henüz İslâmı idrak etmediği bir dö nemde verdiği tepkiyi içeren tarihi bir haber olarak kabul edilmeli dir. Hadîsin en genel anlamda; Rasûlullah'a, ashabına ve tabiûna nis bet edilen söz, fiil ve takrirler manasında kullanıldığı ve bu kullanı mıyla haber manasına da geldiği düşünüldüğünde , bu tür rivayet lerin konumu daha iyi belirlenecektir. Buna göre, söz konusu ha dîs/haberin söyleyenine yapanına nisbeti sahihtir, ancak anlamı doğ ru değildir. Anlamın doğru olmaması her zaman bu tür hadîslerin uydurma olduğunu göstermemektedir. Tıpkı anlamın sahîh olması nın her zaman bir söz ya da fiilin Resûlullah'a nisbetinin sahîh olma sını gerektirmediği gibi. Bununla beraber, tarihte, bu hadîsin anla mım doğru kabul edip, değişik izahlarla olayı içinden çıkılmaz hale getirenler de o l m u ş t u r . 704
705
Bu durumda, özellikle metin tenkidinde ve bunun içinde de ha dîsin Kur'ân'a arzı uygulamasında, dikkat edilmesi gereken husus, hadîsin kime nisbet edildiğini tesbit etmektir. Bir hadîs H z . Peygamber'e nisbet ediliyorsa, o hadîsin Ku'ân'a aykırı olması düşünülemez. Böyle bir durumda, bu nisbette problem var demektir. Ama eğer ha704 H a d i s v c h a b e r ' i n b u kullanımları için b k z . Aydınlı, a.g.e., s. 6 3 - 6 4 . 705
B u t ü r y o r u m l a r için b k z . t b n K u t e y b e , Te'vtlu Muhtelifi'l-Hadis,
s. 1 7 1 v d .
dîs, sahabe ve tabiûna nisbet ediliyorsa, onun Kur'ân'a aykırı olma sı, her zaman nisbetin yanlış olduğunu göstermez. Çünkü onlar ma sum değildirler. Kur'ân'a aykırı olabilecek söz ve davramşlarda bulu nabilirler. Bu söz ve davranışların Kur'ân'a aykırılığı, nisbetin yanlış lığım, başka bir ifadeyle onlann böyle bir şey yapmadığını göster mez. Bu kavramsal çerçeveyi de göz önüne alarak, delâlet meselesi "Anlamada Bütünlük" başlıklı bölüme bırakılıp, burada tesbite yö nelik metin tenkidi uygulamasına geçilecektir. UYGULAMALI M E T İ N TENKİDİ 1. Örnek Hadîsin Bütün Rivayetleri Bir hadîsin metin tenkidinde ilk önce atılması gereken adım, bü tün rivayetlerin bir araya toplanması olmalıdır. Hadîsleri nakleden râvîlerin sonuçta beşerî bir aktiviteyi (söz, fiil veya takrir) aktardıklan bir gerçek olduğuna göre, her râvînin, haberi, kendi algılama, an lama, yorumlama ve ifade etme kapasitesine göre aktaracağı ya da her bir râvînin, olayın sadece görebildiği, ya da hafızasında tutabil diği kadannı nakledebileceği ihtimal dahilindedir. Bunlar, doğal ve psikolojik zorunluluklardır. Bazen sahabenin birbirlerini, yanılma, hata etme, unutma vb. şekillerle tenkit etmeleri, bu gerçekliği ifade eden hususlardan bazdandır. Buna bir de, haberin manayla veya tak ti' ve ihtisar gibi tasarruflarla nakledilmiş olması ihtimali eklenince, bu şer'î haberlerin de, diğer tarihi haberlerle ortak noktasının bulun duğu aıilaşiiacaktır' . 06
Bu husus, zaman zaman rivayet asnnda da uygulanmış ve farklı râvîlerden tahammül edilen bir hadîs, rivayet esnasında bütünleştiri lerek edâ edilmiştir. Bunun bir örneğini İbn Şihâb ez-Zührî vermek tedir. Buhârî'nin farklı yerlerinde çeşidi vesilelerle "İfk Hâdisesi" nakledilmektedir. Söz konusu hadisin râvilerinden İbn Şihâb ezZührî, bu hâdiseyi farklı râvîlerden tahammül etmiştir. Bu râvîler; Urve İbnu'z-Zübeyr, Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb, Alkame İbn Vakkâs ve Ubeydullah İbn Utbe'dir. ez-Zührî, bu dört kişinin rivayetini bü tünleştirerek bir hadîs olarak edâ etmiş, bu duruma da dikkat çek706
Özafşar, Hadisi 194.
Yeniden
Düşünmek
Fıkhı Hadîsler
Bağlamında
Bir İnceleme,
s.
707
mistir . Şârih el-'Aynî ise; hadîsin bir kısmının başka, diğer kısmı nın başka bir râvîden alınıp bütünleştirilerek rivayet edilmesinin caiz olduğunu belirterek , söz konusu uygulamayı onaylamıştır. 708
Metin tenkidi yapılacak olan hadîs için de aynı ihtimaller söz ko nusudur. Söz konusu hadis de, yukarıda belirtilen hususların tabiî bir uzantısı olarak farklı hadîs kitaplannda, değişik lafızlarla zikredil mektedir. Bu hadîsler, H z . Ömer, H z . Zeyd b. Sabit, H z . Acmâ' ve H z . Ubeyy b. Ka'b'dan nakledilmektedir. Hadîsi, bütüncül bir yak laşımla tahlil edebilmek için, her birinden gelen hadîsleri, rivayet farkhlıklanyla birlikte görmek gerekmektedir. a.Hz. Ömer'den Gelen Rivâycticr aa. Hz. Ömer'den Gelen Bütün Rivayetler 1. Mâlik « - Yahya b. Sa'îd « - Sa'îd b. M ü s e y y c b « - Ö m e r İ b n u ' l - H a t t â b
(...) Sa'îd b. Müseyyeb şunu anlatıyor: "Ömer İbnu'l-Hattâb, Mina'dan döndüğü zaman, çakıllı bir yerde konakladı. Sonra küçük taşlan bir araya topladı. Sonra ridasını onlann üzerine yaydı ve sır tüstü uzandı. Daha sonra ellerini semâya uzattı ve; "Ey Allah'ım! Yaşlandım. Kuvvetim zayıfladı. Raiyem genişledi. Beni yanma al!" dedi. Sonra Medine'ye geldi ve insanlara şu konuşmayı yaptı: "Ey İnsanlar! Sizin için sünnetier konuldu. Size farzlar, farz küındı. İnsanlan, sağa-sola saptırmanız hariç, gizli olmayan açık bir yol üzerin de bırakddınız". Bir elini, diğerine vurdu ve şöyle devam etti: "Siz ler, Allah'ın Kitabında iki had cezasını bulamıyoruz diyerek recm âyeti yüzünden helak olmaktan sakınınız. Resûlullah recmetti, biz de recmetti. Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki, insanlar; "Ömer, Allah'ın Kitabına ilâvede bulundu" demeseler, muhakkak; "(Zina eden) Şeyh ve şeyhadan her ikisini de recmediniz" (ibaresi ni) kitaba yazardım. Çünkü biz onu okuyorduk". Sa'îd b. el-Müseyyeb dedi ki, fazla geçmeden H z . Ömer öldürüldü. Yahya da dedi ki; "Mâlik'in şöyle dediğini duydum: "cş-şeyh ve'ş-şeyha" ile "cs-seyyib ve 's-seyyibe " kastedilir . 709
707
B k z . B u h â r i , Ş c h â d â t , 1 5 ( I I I , 1 5 4 ) , M e ğ â z î , 3 4 ( V , 5 5 ) , Teftir ( c s - S û r e t ' ü ' n - N û r ) , 6 (VI, 5), 11 (VI, 11).
708
B k z . el-•Ayni, 'Umdctü'l-K&ri,
709
M â l i k b . E n e s , cl-Munm,
XIII, 228.
H u d û d , 10 (11,824).
2. E b û Bekr b. E b î Şeybe < - İ b n Uyeyne < - Zührî <— Ubeydullah « - İbn A b b â s <— Ö m e r
(...) Ömer dedi ki; "İnsanlar üzerinden zaman geçip de, nihayet birinin; "Biz, Allah'ın Kitabı'nda recmi bulmuyoruz" demesiyle, Al lah'ın indirdiği bir farzı terk edip, sapıtacaklarından korkuyorum. Dikkat edin! Recm; (zina edenlerden) birisi muhsan olduğu, delil bulunduğu, hamilelik veya itiraf olduğu zaman haktır. Ben onu şu şekilde okudum: "Şeyh ve şeyha zina ettikleri zaman, kesinlikle her ikisini de recmediniz". Resûlullah recmetti. Biz de ondan sonra recmettik". Bu rivayet üzerine, Süfyân'a, "Resûlullah recmetti mi?" di ye soruldu. O da, "Evet" d e d i . 710
3 . İ b n M â c e «— E b u Bekr b. E b î Şeybe ve M u h a m m e d b. S a b b â h <— Süf yân b. Uyeyne <— Zühri <— Ubeydillah b . Abdilah <— İ b n A b b â s <— Ö m e r 1bnu'l-Hattâb
(...) Ömer İbnu'l-Hattâb dedi ki: "İnsanlar üzerinden zaman ge çip de, nihayet birinin; "Ben, Allah'ın Kitabı'nda recmi bulmuyo rum" demesiyle, Allah'ın farzlarından bir farzı terkedip, sapıtacakla rından korkuyorum. Dikkat edin! Recm; (zina edenlerden) birisi muhsan olduğu, delil bulunduğu, hamilelik olduğu veya itiraf bu lunduğu zaman haktır. Ben onu şu şekilde okudum: "Şeyh ve şeyha zina ettikleri zaman, kesinlikle her ikisini de recmediniz". Resûlullah recmetti. Biz de ondan sonra recmettik" . 711
4. Beyhakî < - E b û M u h a m m e d Abdullah b. Y û s u f < - E b û Sa'îd ibnu'l-A'râbî <— H a s a n b. M u h a m m e d e z - Z a ' f e r â n î « - Süfyân b. Uyeyne <—Abdullah b. A b dillah b. U t b e «— İ b n A b b â s <— Ö m e r
(...)İbn Abbâs dedi ki, Ömer (şöyle) dedi:"İnsanlar üzerinden zaman geçip de birisinin, "Recmi Alah'ın Kitabında bulmuyoruz" deyip, Allah'ın indirdiği bir farzı terk etmek suretiyle, insanları sapıt masından korkuyorum. Dikkat edin! Muhakkak ki recm, erkek (errecül) muhsan olduğu, delil bulunduğu, hamilelik veya itiraf olduğu zaman hakür. Muhakkak ki, biz onu (Şu şekilde) okuduk: "Şeyh ve
710 İ b n E b î Ş e y b e , Abdullah b . M u h a m m e d . el-Kitibu'l-MusannefB'l-Ehidîs Dâru's-Selefiyye, H i n d i s t a n 1 9 8 1 , X , 7 5 - 7 6 . 711 İ b n M â c e , E b û Abdillah M u h a m m e d b . Yezîd cl-Kazvînî. Sünen, lamiyye, İstanbul T s . , H u d û d , 9 (11,853).
vc'I-Asâr,
cl-Mektebctü'l-İs-
şeyha, zina ettikleri zaman, her ikisini de kesinlikle recmediniz". Re sûlullah recmetti, ondan sonra da biz recmettik" . 712
5. Beyhakî <— E b û Zekeriyyâ vc E b û Bekr <— E b u ' l - A b b â s <— Rebî' <— eşŞâfi'î «—Mâlik <— Yahya b. Sa'îd « - Sa'îd b. el-Müseyyeb <— Ö m e r
Sa'îd b. el-Müseyyeb dedi ki, Ömer b. Hattâb şöyle dedi: "Biri sinin; "İki haddi Allah'ın Kitabında bulmuyoruz" demesi sebebiyle, recm âyetinden dolayı tehlikeye girmekten kaçınınız. Resûlullah rec metti, biz de recmettik. Allah'a yemin olsun ki, insanlar "Ömer, Al lah'ın Kitabına ilâvede bulundu" demeyecek olsalar, kitaba; "şeyh ve şeyha zina ettikleri zaman her ikisini de recmediniz"i yazardım. Çünkü biz onu o k u d u k " . 713
Örnek Hadise Atıfta Bulunan Rivâyeder Bu kısımda, recm hadîsinin metni geçmemekte, ancak kendisine atıfta bulunulmaktadır. Yukarıda bir tablo halinde sened ağı verilen bu rivâyeder, şunlardır: 1. Mâlik o - İ b n Şihâb < - Ubeydullah b. Abdillah b. U t b e b. M e s ' û d < - A b dulah b. A b â s «— Ö m e r İ b n u ' l - H a t t â b
(...)Abdullah b. Abbâs dedi ki, Ömer İbnu'l-Hattâb'ın şöyle de diğini duydum: "Recm, Allah'ın Kitabında, muhsan olduğu, delil bulunduğu, hamilelik olduğu veya itiraf bulunduğu zaman, zina eden erkek ve kadınlara haktır" . 714
2. A b d u r r e z â k < - M a ' m e r <— Zührî <— Ubeydullah b. Abdillah «— İ b n A b bâs «s- Ö m e r
(...)İbn Abbâs, Ömer'in minberden, insanlara şu konuşmayı yap tığını nakletmektedir: "Şüphesiz ki Allah, Muhammed'i hak peygam ber olarak gönderdi. Ona Kitabı indirdi. Allah'ın indirdikleri arasın da recm âyeti de vardı (fe-kâne mimmâ unzile aleyhi âyetu'r-recmi). Bizler, o âyeti okuduk, akledip anladık ve iyice belledik. Bunun için dir ki, Resûlullah recmetti, ondan sonra biz de recmettik. Ben insan lar üzerinden zaman geçip de birisinin; "Biz Allah'ın Kitabında recm 712 el-Beyhakî, E b u Bekr A h m e d b . H u s e y n b . Ali. cs-Sünenu'I-Kübrâ, VIII, 211. 713 cl-Beyhakî, a.g.e., V I I I , 2 1 3 . 714 Mâlik b . E n e s , el-Muvatta,
H u d û d , 8 (11,823).
Dâru'l-Fikr,
Ts.,
âyetini bulmuyoruz" demesinden ve Allah'ın indirmiş olduğu bir fa rizayı terk etmeleri suretiyle, insanların sapıklığa düşmelerinden en dişe ediyorum. Recm, Alah'ın Kitabında sabit bir haktır. Bu, erkek ve kadınlardan evlenip de, zina eden, zina ettiği de delil, gebelik ve ya itiraf ile sabit olan kimselere uygulanır" . 715
3. Buhârî i— A b d u l a z î z b. Abdillah <— İbrahim b. S a ' d <— Salih <— İ b n Şi h â b « - Ubeydullah b. Abdillah b. U t b e * - İ b n A b b â s <— Ö m e r
Buhârî, "Muhsan olduğu zaman, zinadan dolayı hâmile olanın recmedilmesi" konusunda, yukarıdaki senedle gelen, yaklaşık dört sayfalık bir hadîs nakletmektedir. İleride rivayetler bütünleştirilirken esas alınacak olan bu rivayetin şimdilik bizi ilgilendiren kısmını ver mekle yetineceğiz; (...) İbn Abbâs, Ömer'in minberden, insanlara şu konuşmayı yaptığını nakletmektedir: "Şüphesiz ki Allah, Muhammed'i hak pey gamber olarak gönderdi. Ona Kitabı indirdi. Alah'ın indirdikleri ara sında recm âyeti de vardı (fe-kâne mimma enzelallahu âyetu'r-recmi). Bizler, o âyeti okuduk, akledip anladık ve iyice belledik. Bunun içindir ki, Resûlullah recmetti, ondan sonra biz de recmettik. Ben insanlar üzerinden zaman geçip de birisinin; "Biz Allah'ın Kitabın da recm âyetini bulmuyoruz (mâ nccidu âyetc'r-recmi û kitâbillah)" demesinden ve, Allah'ın indirmiş olduğu bir farizayı terk etmeleri suretiyle, insanların sapıklığa düşmelerinden endişe ediyorum. Recm, Alah'ın Kitabında sabit bir haktır. Bu, erkek ve kadınlardan evlenip de, zina eden, zina ettiği de delil, gebelik veya itiraf ile sabit olan kimselere uygulanır ( . . . ) " . 7 1 6
4. M ü s l i m <— E b u ' t - T â h i r ve H a r m e l e b. Yahya «— İ b n Vehb <— Yûnus <— İ b n Şihâb < - Ubeydullah b. Abdillah b. U t b e « - Abdullah b. A b b â s « - Ö m e r İbnu'l-Hattab. Müslim <— E b u Bekr b. Ebî Şeybe ve Züheyr b. H a r b ve İ b n E b î Ö m e r * Süfyân « - ( İ b n Şihâb) ez-Zührî < - U b e y d u l l a h b. Abdillah b. U t b e * - Abdullah b. A b b â s «— Ö m e r İ b n u ' l - H a t t â b .
(...)Abdullah b. Abbâs dedi ki, Ömer İbnu'l-Hattâb'm Resûlullah'ın minberi üzerinde oturuyorken şöyle dediğini duydum: "Allah, 715
A b d u r r e z â k , İ b n H e m â m e s - S a n ' â n î , el-Musannef, nşr. H a b î b u ' r - R a h m a n e l - A ' z a mî, cl-Mektebetü'l-İslâmî, Beyrut 1 9 7 2 , V T I , 3 1 5 .
716
Buhârî, Muharibin, 3 1 (VIII,26).
Muhammed'i hakla gönderdi ve ona kitabı indirdi. Ona indirilen şeyler içerisinde, recm âyeti de vardı. Biz onu okuduk, ezberledik ve aklettik. Resûlullah recmetti, biz de ondan sonra recmettik. İnsanlar üzerinden zamanın geçip de, birisinin; "Recmi, Allah'ın Kitabında bulmuyoruz" deyip, Allah'ın indirdiği bir farizayı terk etmek sure tiyle, dalâlete düşmelerinden korkuyorum. Recm, Allah'ın Kitabın da; deül bulunduğu, gebelik olduğu veya itiraf bulunduğu zaman, zina eden muhsan erkek ve kadınlar üzerine haktır" . 717
5. E b û D â v u d «— Abdullah b . M u h a m m e d en-Nufeylî <— H u ş e y m <— e z Zührî < - Ubeydullah b . Abdillah b . U t b e <— Abdullah b . A b b â s _ Ö m e r İbnu'lHattâb
(...) İbn Abbâs dedi ki, Ömer konuşma yaptı ve şöyle dedi: "Al lah, Muhammed'i hakla gönderdi ve ona, Kitabı indirdi. Ona indiri lenler arasında recm âyeti de vardı (fe-kâne mimmâ unzile aleyhi âyetu'r-recmi). Biz, onu okuduk ve belledik. Resûlullah recmetti, biz de ondan sonra recmettik. İnsanlar üzerinden zaman geçip de, birinin; "Recm âyetini Alah'ın Kitabında bulmuyoruz" deyip, Al lah'ın indirdiği bir farizayı terk etmek suretiyle, dalâlete düşmelerin den korkuyorum". Recm; muhsan olduğu, delil bulunduğu, hami lelik olduğu veya itiraf bulunduğu zaman, erkek ve kadınlardan zina edenlere haktır. Allah'a yemin ederim ki, insanlar; "Ömer, Alah'ın Kitabına ilâvede bulundu (zade Ömer 6 Kitâbillah)" demeselerdi, onu kesinlikle yazardım (le-ketcbtühâ)" . 71s
6. Tirmizi < - A h m e d b. M ü n î ' < - İshâk b . Yûsuf ei-Ezrâk o - D â v u d b. E b î Hind « - Sa'îd b . Müseyyeb < - Ö m e r İ b n u ' l - H a t t â b
(...) Ömer İbnu'l-Hattâb şöyle dedi: "Resûlullah recmetti, Ebû Bekr recmetti ve ben recmettim. Allah'ın Kitabına ilâvede bulunma yı kerih görmeseydim (ve levlâ ennî ekrehu en ezîde 6kitâbillahi leketebtühâ fi'Tmushafi), onu Mushafa yazardım. Bir takım kavimle rin gelip, onu Allah'ın Kitabında bulmayıp da onu inkâr edeceklerin den korkuyorum". Ebû îsâ; "Ömer'in hadîsi, hasen-sahîh bir hadîs tir" demiştir . 719
717
Müslim, H u d û d , 15 (111,1317).
718
E b û Dâvud, H u d û d , 2 3 (11,550).
719
Tirmizi, H u d û d , 7 ( I V , 2 9 - 3 0 ) .
7. Tirmizî <— Seleme b. Şebîb ve İshâk b. M a n s û r ve Hasan b. Ali el-Hellâl ve başkaları <— Abdurrezzâk <— M a ' m e r «— Zührî <— Abdullah b. Abdillah b. U t be <— İ b n A b b â s «— Ö m e r İbnu'l-Hattâb
(...)İbn Abbâs, Ömer'in minberden, insanlara şu konuşmayı yap tığını nakletmektedir:"Şüphesiz ki Allah, Muhammed'i hak peygam ber olarak gönderdi. Ona Kitabı indirdi. Allah'ın indirdikleri arasın da recm âyeti de vardı (fe-kâne mimmâ enzele aleyhi âyetu'r-recmi). Bizler, o âyeti okuduk, akledip anladık ve iyice belledik. Bunun için dir ki, Resûlullah recmetti, ondan sonra biz de recmettik. Ben insan lar üzerinden zaman geçip de birisinin; "Biz Allah'ın Kitabında recm âyetini bulmuyoruz" deyip de, Allah'ın indirmiş olduğu bir farizayı terk etmeleri suretiyle, sapıtmalarında korkuyorum. Recm, muhsan olduğu, delil bulunduğu, gebelik olduğu veya itiraf bulunduğu za man, zina eden kişiye haktır" Tirmizî; " B u , hasen-sahîh bir hadîstir" demiştir . 720
8. Dârimî <— Hâlid b. Mahled « - Mâlik <— Zührî <— Ubeydullah b. Abdil lah b. U t b e « - İ b n Abbâs <— Ö m e r
(...) İbn Abbâs, Hz. Ömer'in şöyle dediğini nakletmektedir: "Şüphesiz ki Allah, Muhammed'i hak peygamber olarak gönder di. Ona Kitabı indirdi. Allah'ın indirdikleri arasında recm âyeti de vardı. Bizler, o âyeti okuduk, akledip anladık ve iyice belledik. Bu nun içindir ki, Resûlullah recmetti, ondan sonra biz de recmettik. Ben insanlar üzerinden zaman geçip de birisinin; "Biz Allah'ın Kita bında recm âyetini bulmuyoruz" demesinden ve, Allah'ın indirmiş olduğu bir farizayı terk etmeleri suretiyle, insanların sapıklığa düş melerinden endişe ediyorum. Recm, Allah'ın Kitabında sabit bir hakür. Bu, erkek ve kadınlardan evlenip de, zina eden, zina ettiği de delil, gebelik veya itiraf ile (zinası) sabit olan kimselere uygula nır" !. 72
9.
A h m e d b. Hanbel <— H u ş e y m <— Zührî <— Ubeydullah b. U t b e b.
M e s ' û d <— Abdullah b. A b b â s <— A b d u r r a h m a n b. A v f <— Ö m e r b. H a t t â b
Ömer dedi ki; "Dikkat edin! İnsanlar şöyle diyorlar: "Recm de ne oluyormuş. Allah'ın Kitabında celde var". Halbuki, Resûlullah 720
Tirmizî, H u d û d , 7 (IV,30).
721
D â r i m î , A b d u l l a h b . A b d i r r a h m â n . Süncnü'd-Dirimî, nşr. F e v v â z A h m e d ve H â l i d es-Seb', Dâru'I-Kitâbi'l-Arabî, Beyrut 1 9 8 7 , H u d û d , 16 (11,234);
recmetti, ondan sonra biz de recmettik. Bir takım insanlar; "Ömer Allah'ın Kitabına ondan olmayanı (mâ lcysc minhu) ekledi" şeklin de konuşmayacak olsalardı, indiği şekilde onu kitaba sokardım (lecsbcttuhu kcmâ nezelet)" . 722
10. A h m e d b. Hanbel <— H u ş e y m <— Ali b. Z e y d <— Yûsuf b. Mihrân <— İbn A b b â s <— Ö m e r
(...) Ömer insanlara hitap etti. Recmi zikrederek de şöyle dedi: "Recm konusunda yanılmayım Çünkü o, Allah'ın hadlerinden bir haddir (haddim min hudûdillah). Dikkat edin! Resûlullah recmetti, ondan sonra biz de recmettik. İnsanlar; "Ömer, Allah'ın Kitabında olmayan bir şeyi ona ekledi" demeyecek olsalar, bunu mushafin bir kenanna (û nâhiyetin mincTMushafi) yazardım". ( H z . Ömer, bir rivâyette ise Abdurrahmân ve başkaları recme tanık oldular). Resû lullah recmetti, biz de ondan sonra'recmettik. Dikkat edin! Sizden sonra, recmi, deccâli, şefaati, kabir azabını yalanlayan bir kavim ge lecektir... "723 1 1 . A h m e d b . H a n b e l <— Yahya <— Yahya <— Sa'îd b. el-Müseyyeb <— Ö m e r
(...) Ömer şöyle dedi: "Recm âyetinden dolayı tehlikeye düşmek ten sakının. İki haddi Allah'ın Kitabında bulamıyoruz (mâ nccidu haddcyni û kitâbillah). Fakat, ben Resûlullah'ı recmettiğini gördüm ve biz de recmettik" . 724
12. A h m e d b. H a n b e l «—Abdurrezzâk <— M a ' m e r <— Zühri «— U b e y d u l l a h b. Abdillah b. U t b e < - İ b n A b b â s « - Ö m e r
(...) Ömer şöyle d e d i : "Allah Muhammed'i hakla gönderdi. Ona kitabı indirdi. Ona indirilenler arasında recm âyeti de vardı (fe-kânc mimmâ enzele aleyhi âyetu'r-recmi). Resûlullah recmetti. Biz de on dan sonra recmettik" . 725
13. Beyhakî <— İsmail b. A h m e d «— M u h a m m e d b. H a s a n <— İ b n V e h b <— Yûnus <— İ b n Şihâb <— Ubeydullah b. Abdillah b. U t b e <— Abdullah b. A b b â s « - Ömer İbnu'l-Hattâb
(...) Ömer İbnu'l-Hattâb, Resûlullah'ın minberi üzerindeyken şöyle dedi: "Allah, Muhammed'i hakla gönderdi ve ona kitabı indir722 723 724 725
B k z . A h m e d b . H a n b e l , Müsncd, I , 2 9 , 4 0 , 5 5 - 5 6 A h m e d b . H a n b e l , Müsncd, I , 2 3 . Bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsncd, I, 3 6 , 4 3 . A h m e d b . H a n b e l , Müsned, 1, 4 7 .
di. Allah'ın ona indirdiği şeyler içerisinde, recm âyeti de vardı. Biz onu okuduk ve ezberledik. Resûlullah recmetti, biz de ondan sonra recmettik. İnsanlar üzerinden zamanın geçip de, birisinin; "Recmi, Allah'ın Kitabında bulmuyoruz" deyip de, Allah'ın indirdiği bir fa rizayı terk etmek suretiyle, dalâlete düşmelerinden korkuyorum. Recm, Allah'ın Kitabında (Kitâbillah); delil bulunduğu, gebelik ol duğu veya itiraf bulunduğu zaman, zina eden bütün muhsan erkek ve kadınlar üzerine haktır" . 726
ab. H z . Ömer'den Gelen Rivâyetierin Asgari Müştercği Bütün bu rivâyetierden anlaşılacağı üzere, H z . Ömer bir ortam da bir hitabda bulunmuş, bu arada incelenen hadîsi de ifade etmiş tir. Ancak ya râvîler, bu hitabın tamamım değil, kendilerince ilgili gördükleri pasajlanm rivayet etmişler veya müellifler, kullandıkları bab başlıklarıyla ilgili kısmı zikretmişler bunu da manayla rivayet tar zında yapmışlardır. Bu nedenle, rivâyeder arasında bazı lafiz ve ifade farklılıkları ortaya çıkmıştır. Bu farklılıklarda, dinleyenlerin anlayış seviyelerinin etkili olduğu söylenebilir. Nitekim bu endişe H z . Ömer tarafından da dile getirilmiştir. Yine rivâyetierin farklılaşmasında, za man faktörü de önemlidir. Meselâ H z . Ömer'den hadîs metnini iki kişi rivayet etmiştir. Bunlann hadîsleri, ilk kaynaklardan İmâm Mâ lik'in Muvatta'ı ve İbn Ebî Şeybe'nin Musannefinde yer almaktadır. Başta verilen çizelgede de görüldüğü gibi, hadîsi, İmâm Mâlik kana lıyla rivayet eden Beyhâkî'nin rivayeti, İmâm Mâlik'in rivayetinden daha muhtasardır. Belli ki, burada bir ihtisar (özetleme) söz konu sudur. Halbuki, aynı hadîsi İbn Ebî Şeybe'den rivayet eden İbn Mâce'nin rivayeti ile, İbn Ebî Şeybe'nin rivayeti aynıdır. Burada İbn Mâce, hadîs metni üzerinde herhangi bir tasarrufta bulunmamıştır. Son râvîleri açısmdan, metinler arasındaki uyum ve farklılıklar bu şekildeyken, H z . Ömer'den aynı sözü duyan Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb ve İbn Abbas'ın rivayetlerinde de tasarruflar vardır. İbnu'l-Müsey yeb kanalıyla gelen İmâm Mâlik rivayeti ve İbn Abbâs kanalıyla ge len İbn Ebî Şeybe rivayetleri karşılaştırıldıklarında, İbn Ebî Şey be'nin rivayetinde, Mâlik'in rivayetine göre daha fazla ihtisar yapıl dığı anlaşılmaktadır. Bu tasarruflar, İbn Ebî Şeybe ve İmâm Mâlik tarafından yapılmış olabileceği gibi, daha önceki râvîler tarafından da 726
B e y h a k î , a.g.e., V I I I ^ l 1 .
yapılmış olabilir. Önceki râvîler tarafından yapılmış olan bu tür tasar ruflar, diğer sünen ve müsned tarzı eserler için de geçerli olabilir. Yi ne bir eserin sünen tarzında oluşturulmuş olması, bütün rivâyetlerde muhakkak bu tür tasarrufların olduğu anlamına gelmemektedir. Nitekim örnek hadîse atıfta bulunan Buhârî rivayetinde, söz konusu olayın, müsned ve mu'cem türü eserlerden daha teferruatiı bir bi çimde anlatılması da bunu göstermektedir. 727
Bu gibi râvî tasarruflarını dikkate alarak, önce ilgili hadîsin as gari müştereğinin tesbit edilmesi gerekir. H z . Ömer'e nisbet edilen ve örnek hadîsin metnine yer verilen rivâyederin hepsinde; "Şeyh ve şeyha zina ettikleri zaman her ikisini de recmediniz" kısmı ortaktır. Ancak gerek bu rivâyederde, gerekse bu rivayete atıfta bulunanlarda, adı geçen hadîsin ne zaman, nerede, niçin, kimlere karşı, söylendiği ni belirten lafızlar bulunmamaktadır. Bir metnin bütünlük içerisinde anlaşılabilmesi için yukarıdaki soruların cevaplan belirleyici rol oy narlar. Bu gereklilikten harekede, bu soruların cevabını oluşturacak mahiyetteki rivâyederi birleştirmek suretiyle, metni yeniden kompoze etmek gerekecektir. Bu kompozisyona, metin inşası yerine, parça metinlerin bir araya getirilmesi anlamında "metnin bütünleştirilme si" denilmesi daha uygun olacaktır. Zira metin inşası, bizce fazla id dialı bir ifade olmaktadır. Halbuki biz, sadece elimizdeki verileri yer li yerine koyup, aradaki boşluklan da kendi yorumlanmızla doldur mak suretiyle yeni bir bütünlük oluşturacağız. Bütünleştirilmiş bu metin, her halde önceki rivâyederi uygun bir şekilde bütünleştire cektir. Ancak ortaya çıkan bu bütünün yüzde yüz oranında hadîsin orijinalini oluşturduğunu, en azından bu bütünü oluşturanın katkılannın sübjektifliği ihtimali göz önünde tutularak iddia edilmemeli dir. ac.Hz. Ömer'den Gelen Rivâyederin Bütü^eştirilmesi Söz konusu rivayetler içerisinde, ilk kaynak olarak İmâm Mâlik'in Muvatta adlı eseri gelmektedir. İbn Ebî Şeybe'nin Musanncfi de bundan sonraki ilk kaynaktır. Bununla beraber burada, büyük ço ğunluğu, kendinden önceki yazılı kaynaklara dayanan Buhârî'nin ri vayet ettiği bir hadîsle, İmâm Mâlik'in rivayet ettiği hadîs esas alınıp, diğer rivayetler bu ana çatı üzerinde birleştirilecektir. Zira söz konu727
K o n u için m e s e l â b k z . E r u l , B ü n y a m i n , "Rivayet v e D i r a y e t M e t i n l e r i n d e Râvîlerin Tasarrufları", AÜİF Dergisi, Sayı: X U I , A n k a r a 2 0 0 1 , s s . 1 7 3 - 2 1 2 .
su Buhâri rivayeti -ki daha önce işaret edilmişti- diğerlerine nazaran hadîsi daha bütüncül bir tarzda sunmaktadır. Buna göre, hadîsin muhtemel metni şöyle kompoze edilebilir: Sahabî İbn Abbâs, bazı insanlara Kur'ân okuturdu. Bunlar ara sında sahabî Abdurrahmân b. Avf da vardı. Abdurrahmân b. Avf ın Mina'da bir evi vardı. H z . Ömer'in hilafetinin son yıllarında hac için Mekke'ye gidilmişti. İbn Abbâs, Abdurrahmân b. Avf ın evinde ka lıyordu. Bir ara ev sahibi Abdurrahmân, hac için Mekke'de bulunan diğer sahabî ve o zaman halife olan H z . Ömer'in yanına gitti. Bir müddet sonra evine İbn Abbâs'ın yanına döndü. Ona, H z . Ömer'le bir adam arasında geçen konuşmayı anlattı. Adı verilmeyen bu kişi, H z . Ömer'e bir soru sormuştu. Bu sorusunda; "Ey mü'minlerim Emiri! Fülan kişi hakkında ne düşünürsün? O kişi; "Eğer Ömer ölür se, ben muhakkak fülan kişiye (Talha b. Ubeydullah) biat ederim. Allah'a yemin olsun ki, Ebû Bekr'e yapılan biat istişaresiz ve ansızın oldu" dedi". Bu sözleriyle fitne çıkarmak istemişti. Ömer bunu du yunca çok sinirlenmiş ve akşam bu konuyla ilgili olarak bir konuşma yapacağını söylemişti. Bunun üzerine o anda yanında bulunan Ab durrahmân b. Avf devreye girmiş ve H z . Ömer'in bu tepkisinin yan lış olacağım izah eden şu ifadelerini ona söylemişti: "Ey mü'minlerin Emiri! Böyle yapma. Çünkü hac mevsimi, insanîann her türlüsü nü ve şer işlerinde hızlı olanlannı bir araya toplar. Sen hutbe için ayağı kalkacağın zaman, bu insanlar sana yakın olan yerleri kapata caklar ve diğer insanlara galebe edecekler. Eğer sen ayağı kalkar da bir konuşma yaparsan, bu konuşmayı her uçurucunun senden alıp etrafa uçurmasından, onu belleyememeleri ve anlayamamalan sebe biyle konuşmanı uygun olmayan bir tarzda değerlendireceklerinden endişe ediyorum. Bunun için sakin ol. Medine'ye dönünceye kadar sabret. Çünkü Medine hicret ve sünnet yurdudur. Orada Suffa Eh liyle, insanîann eşrafı ile toplanıp söylemek istediklerini o topluluğa daha sağlıklı bir şekilde söylersin. İlim ehli olanlar senin konuşmanı iyi belleyip anlarlar. Onu uygun biçimde değerlendirir ve fitneyi ön lerler". H z . Ömer bu teklifi uygun görmüş ve düşündüğü konuşmayı Medine'de yapmaya karar vermişti. Bu tür söylentiler onu huzursuz etmişti. Rahadamak için oracıktaki çakıl taşlannı düzenlemiş, ridasını onların üzerine yayarak uzanmış ve; "Ey Allah'ım! Yaşlandım. Kuvvetim zayıfladı. Raiyem genişledi. Beni yamna al" diye dua et mişti.
Daha sonra zilhicce ayının ortalarında, Medine'ye dönmüşlerdi. Bir Cuma günü öğleden sonra, insanlar mescitte toplanmışlardı. İbn Abbâs, H z . Ömer'in burada yapacağı konuşmanın muhtevasını ve etkinliğini tahmin edebiliyordu. Yanında oturan Sa'îd b. Zeyd'e; "Ömer bu öğleden sonra öyle önemli bir konuşma yapacak ki, hali fe olduğu günden beri böyle bir konuşma yapmamıştı" dedi. Sa'îd bu ifadeyi abartılı bulmuş olacak ki; "Ömer'in şimdiye kadar bundan önce söylemediği bir konuşma yapacağını ne biliyorsun?" diye sor muştu. Ömer bu arada okunan ezanlann bitmesini bekliyordu. Mü ezzinler ezanı bitirince ayağı kalktı, Allah'a hamd ve sena ettikten sonra, "amma ba'du (esas konuya gelince)" diyerek konuşmasına şu şekilde devam etti: "Ben sizlere, Allah'ın konuşmamı takdir etmiş olduğu şeyler söy leyeceğim. Bilmiyorum, belki bu konuşmam, benim ecelimin (he men) önündedir. Her kim bu konuşmamı kavrayıp anlar ve onu iyi bellerse, bineğinin ulaştığı her yerde bunu söyleyip yaysın. Anlayıp kavrayamayacağından endişe eden kimseye gelince; ben hiçbir kişiye benim adıma yalan söylemesini helal etmiyorum. Ey İnsanlar! Sizin için sünnetier konuldu. Size farzlar, farz kılın dı. İnsanları, sağa-sola saptırmanız hariç, gizli olmayan açık bir yol üzerinde bırakıldınız". (O sıralarda bazı insanların recm konusunda ki farklı yaklaşımları kulağına ulaşmış olacak ki önce) Bir elini, diğe rine vurdu ve şöyle devam etti; "Sizler, Allah'ın Kitabında iki had ce zasını bulamıyoruz diyerek Allah'ın farzlarından bir farzı terk etmek suretiyle recm âyeti yüzünden helak olmaktan sakınınız. Zira Rasû lullah'a indirilenler arasında recm de vardı. Bunun için Resûlullah recmetti, Ondan sonra biz de recmettik. Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki, insanlar; "Ömer, Allah'ın Kitabına, onda ol mayan bir şeyi ilâve etti" demeselerdi veya Kitaba ilâvede bulunma yı kerih görmeseydim, muhakkak onu mushafin bir kenarına yazar dım. Biz onu şu şekilde okuduk: "Şeyh ve şeyha zina ettiklerinde her ikisini de recmediniz". Çünkü biz onu okuyorduk. Recm, Allah'ın Kitabında sabit bir haktır. Bu ceza, evli olup da zina eden hür Müs lümanlara uygulanır. Bunun uygulanması için; dört şahit, zina ede nin itirafı, veya zina eden kadının hamileliği delil olur. H z . Ömer devamla, daha başka şeylere de kısaca değinmiş ve asıl konu olan hilafet konusundaki, tartışmaları açıklamıştır. Bu rivayet üzerine Süfyân'a Resûlullah recmetti mi ki, diye sorul muş. O da, "evet" demiştir.
Sa'îd b. el-Müseyycb ise, fazla geçmeden H z . Ömer'in öldürül düğünü kaydetmiştir. Daha sonra Abdurrahman b. Avf ın şöyle de diği de nakledilmiştir: "Resûlullah recmetti, ondan sonra biz de rec mettik. Dikkat edin sizden sonra, recmi, deccâli, şefaati, kabir azabı nı yalanlayan bir kavim gelecektir". İmâm Mâlik'in öğrencisi Yahya da İmâm Mâlik'in hadîste geçen "eş-şeyh vc'ş-şeyha"ile "es-seyyib ve's-seyyibe (evli erkek ve evli kadın)"nin kastedildiğini söylediğini nakletmiştir.
b. Zeyd b. Sabitten Gelen Rivâyeder ba. Zeyd b. Sâbit'ten Gelen Bütün Rivâyeder 1 . A h m e d b. H a n b e l <— M u h a m m e d b. Ca'fer <— Ş u ' b e * - Katâde <— Yû nus b. C ü b e y r <— Kesîr b. es-Salt <— Zeyd b. Sabit
(...) Kesir b. es-Salt dedi k i , İbnu'l-As ve Zeyd b. Sabit, mushaflan yazıyorlardı. Bu âyete (incelenen rivayete) geldiler. Zeyd dedi k i ; "Resûlullah'tan şöyle dediğini duydum: Şeyh ve şeyha, zina ettikle ri zaman, her ikisini de muhakkak recmediniz". Bunun üzerine Ömer dedi k i , " B u indirildiği zaman, Resûlullah'a geldim ve dedim k i , "Onu bana yazdır". (Şu'be dedi k i , o sanki bunu hoş) karşılama dı. Bunun üzerine Ömer dedi k i , "Görmüyor musun? Şeyh muhsan olmadığı zaman celdeleniyor. Şâb (dul), zina eder de muhsan olur sa, recmediliyor" . 728
2. H â k i m <— M u h a m m e d b. Salih b. H â n i «— H ü s e y n b. M u h a m m e d b. Ziyâd <— M u h a m m e d b. el-Müsennâ ve M u h a m m e d b. Beşşâr
M u h a m m e d b.
Ca'fer <— Ş u ' b e <— Katâde <— Yûnus b. C ü b e y r «— Kesîr b. es-Salt <— Z e y d b. Sa bit
(...) Kesîr dedi k i , İbnu'l-As ve Zeyd b. S a b i t , mushaflan yazıyor lardı. Şu âyete (incelenen rivayete) geldiklerinde, Zeyd dedi k i , "Ben Resûlullah'tan, şöyle dediğini duydum: "Şeyh ve şeyha, zina ettikle ri zaman, kesinlikle her ikisini de recmediniz". Bunun üzerine 'Amr dedi k i , " B u nazil olduğu zaman Resûlulah'a geldim ve dedim k i , "Bunu yazayım mı?" Sanki o, bunu kerih gördü. 'Amr ona (Zeyd'e) dedi k i , "Şeyh, muhsan olduğu halde zina ederse, (cezasının) celdelenme ve recm; muhsan olmadığında ise, celdelenme olduğunu, sey728 Ahmed b. Hanbel, Müsned,
V.183.
yib muhsan olduğu halde zina ederse (cezasının) recm olduğunu görmüyor m u s u n ? " . 729
Hâkim'in diğer rivayeti ise şu şekildedir: Hâkim <— E b û Bekr <— M u h a m m e d b. Gâlib <— Abdullah b. H i b r â n <— Şu'be <— Katâde <— Yûnus b. C ü b e y r <—Kesîr b. es-Salt <— Z e y d b . Sabit
Zeyd b. Sabit dedi ki; Resûlullah'ın şöyle dediğini duydum: "Şeyh ve şeyha zina ederse, her ikisini de recmedin" . 730
3 . Beyhakî <— E b û Bekr b. Furek <— Abdullah b. Ca'fer <— Y û n u s b. H a b î b < - Ebû D â v u d «— Ş u ' b e <— Katâde <— Yûnus b. Cübeyr <— Kesîr b. es-Salt «— Zeyd b. Sabit
(...) Yûnus b. Cübeyr şunu anlatıyor: Onlar (Kesîr b. es-Salt ve arkadaşları), Zeyd b. Sâbit'in yanında mushaflan yazıyorlardı. Şu âyete geldiler. Zeyd dedi ki Resûlullah'tan şöyle dediğini duydum: "Şeyh ve şeyha, zina ettikleri zaman, Allah ve Resulünden bir azap olarak, her ikisini de recmediniz" . 731
4. Beyhakî <— E b u ' l - H a s a n <— H a s a n b. M u h a m m e d b.İshâk <— Y û s u f b. Ya'kûb <— M u h a m m e d b. M ü s e n n â <— İ b n E b î 'Adiyy <— İ b n 'Avn <— M u h a m med <— (kardeşinin o ğ l u ) Kesîr b. es-Salt <— Zeyd b. Sabit
(...) Kesîr b. es-Salt dedi ki, Mervân'ın yanındaydık, aramızda Zeyd b. Sabit de vardı. Zeyd dedi ki; biz vaktiyle; "Şeyh ve şeyha zi na ettiklerinde her ikisini de recmediniz"i okurduk. Mervân; " O za man onu mushafa koyalım mı?" dedi. Zeyd dedi ki; "Görmüyor mu sun, zaten evli gençler (cş-şâbbeyni's-seyyibcyn) recmediliyor". Zeyd devanda dedi ki, Ömer b. Hattâb aramızdayken, bu meseleyi birileri gündeme getirmişti. Ömer dedi ki; "Ben bu konuda sadra şi fa bilgi vereceğim". Biz "nasıl" diye sorduk. Dedi ki; "Resûlullah'a gideceğim ve şöyle şöyle diyeceğim. Recmi zikrederse, "Yâ Resûlallah bana recm âyetini yazdır" diyeceğim. (Daha sonra) Ömer dedi ki, "Resûlullah'a gittim bu durumu zikrettim. Recm âyetini zikretti. Ben de Yâ Resûlallah! Recm âyetini bana yazdır" dedim, buyurdu ki; "Buna gücüm yetmez (/a estctî'u zâkc)". Buna dayanarak Beyhakî diyor ki; bu ve daha önce zikredilenler gösteriyor ki, recm âyetinin 729 en-Neysâbûrî, e l - H â k i m , el-Müstedrek Beyrut 1 9 9 0 , t V , 4 0 1 . 730 H â k i m , el-Müstedrek, IV, 4 0 1 731 el-Beyhakî, a.g.e., V I I I , 2 1 1 .
ale's-Sahihayn,
Dâru'l-Kütübi'l-İimiyye,
hükmü sabit, tilâveti mensuhtur. Bunda hiçbir ihtilaf da bilmiyo rum . 732
5. Dârimî «— M u h a m m e d b. Yezîd er-Rifa'î <— el-Akdî <—Şu'be <— Yûnus
Katâde
b. C ü b e y r <— Kesîr b. es-Salt i— Z e y d b. Sabit
(...) Zeyd b. S a b i t şöyle dedi: "Kesinlikle Resûlullah'tan, "Şeyh ve şeyha, zina ettikleri zaman, muhakkak her ikisini de recmediniz" dediğini duyduğuma şehadet e d e r i m " . 733
bb. Zeyd b. Sâbit'ten Gelen Rivâyederin Asgari Müştcreği Hadîsin senedlerinden birinde, Şu'be'ye kadarki beş râvî ortaktır. Şu'be'den sonra sened çoğalmaktadır. Muhammed tarikiyle gelen Beyhakî rivayeti hariç, diğer beş rivayet, bu senedle nakledilmiştir. Ancak ilk yazılı kaynaklar olan, ed-Dârimî ve Ahmed b. Hanbel'in eserlerinde, râvî tasarrufları vardır. Dârimî'nin rivayeti, İbn Hanbel'inkinden daha muhtasardır. Hâkim, aynı rivayeti iki defa zikret miş, birinde takti' yapmış, diğerinde ise daha ayrıntılı vermiştir. Bey hakî ise, bu senedle gelen rivayeti ihtisar etmiş, Muhammed kanalıy la gelen rivayeti daha mufassal vermiştir. Yukanda H z . Ömer'den gelen rivayetlerde olduğu gibi, bu riva yette de asgari müşterek "şeyh ve şeyha zina ettikleri zaman her iki sini de recmediniz" ifadesi olmaktadır. Diğer ifadeler, eserden esere, bazı farklılıklar sergilemektedir. bc. Zeyd b. Sâbit'ten Gelen Rivâyederin Bütünleştirilmesi Bu rivâyederden beş tanesi bir olayla ilgili, biri de daha sonra ay nı olay hakkında yapılan bir sohbetle ilgili görünmektedir. Buna g ö re olay şu şekilde cereyan etmiş olabilir: Kesîr b. es-Salt'ın anlattığına göre, İbnu'l-As ve Zeyd b. Sabit mushaflan yazıyorlardı. Bu âyete (âyet olduğu zannedilen söz konu su hadîse) geldiler. Zeyd dedi ki; "Resûlullah'tan şöyle dediğini duy dum: Şeyh ve şeyha, zina ettikleri zaman, her ikisini de Allah ve Re sulünden bir azap olarak recmediniz". Bunun üzerine Ömer (Ah med ve Beyhakî, bu ismi Ömer diye rivayet etmişken, Hâkim, 'Amr şeklinde rivayet etmiştir) devreye girdi ve; " B u indirildiği zaman, Resûlullah'a geldim ve dedim ki, "Yâ Resûlallah bana recm âyetini 732
el-Beyhaki, a.g.e., V I I I , 211.
733
ed-Dârimî, Sünen, Dâru İhyâi's-Sünneti'n-Ncbcvivyc, Tsz., H u d û d ( I I , 1 7 9 )
yazdır". Ama Resûlullah bunu hoş karşılamadı. Daha sonraları bu konu, Mervân ve Zeyd b. Sâbit'in olduğu bir ortamda tekrar günde me geldi. Zeyd dedi ki; "Şeyh ve şeyha zina ettiklerinde her ikisini de recmediniz"i okuyorduk. Bunun üzerine Mervân; " O zaman onu mushafa koyalım mı?" diye sordu. Zeyd de cevaben; "Görmüyor musun, zaten evli gençler (eş-şâbbeyni's-seyyibcyni) recmediliyor". Zeyd devamla dedi ki, Ömer b. Hattâb aramızdayken, bu meseleyi birileri gündeme getirmişti. Ömer dedi ki; "Ben bu konuda sadra şi fa bilgi vereceğim". Biz "nasıl" diye sorduk. Dedi ki; vaktiyle ben Resûlullah'a gittim ve; "Yâ Resûlallah bana recm âyetini yazdır" de dim, buyurdu ki; "Buna gücüm yetmez (lâ ested'u zâke)". Bu olaya dayanarak Zeyd b. Sabit, Mervân'a, recmi neden Kur'ân'a yazma dıklarını açıklamıştır. Ancak daha sonraları bu durum Beyhakî tara fından; " B u ve daha önce zikredilenler gösteriyor ki, recm âyetinin hükmü sabit, tilâveti mensûhtur" şeklinde değerlendirilmiş ve bu konuda ihtilafın olmadığı bildirilmiştir.
c. Ubeyy b. Ka'b'dan Gelen Rivâyeder ca. Ubeyy b. Ka'b'dan Gelen Bütün Rivayetler 1. E b û D â v u d et-Tayâlisî <— İ b n Fedâle <— 'Âsim <— Zirr i— U b e y y b. K a ' b
(...) Zirr dedi ki, Ubeyy b. Ka'b bana; "Ahzâb sûresini kaç (âyet) okuyorsunuz?" dedi. Ben de "Şu kadar âyet" dedim. O da dedi ki; "Biz onu, (âyet sayısı itibariyle) Bakara sûresine benzetirdik. Ve biz bu sûrede (Ahzâb) şu âyeti de okurduk: "Şeyh ve şeyha zina ettikle ri zaman, her ikisini de, Alah ve Resûlu'nden bir azab olarak recme diniz". Sonra o, (bu söz) kaldırılanlar meyanında kaldınldı . 734
2. Abdurrezzâk «— es-Sevrî <— Asım b. E b i ' n - N ü c û d «— Zirr b. H u b e y ş <— Ubeyy b. K a ' b
(...) Zirr b. Hubeyş dedi ki, Ubeyy b. Ka'b bana; "Ahzâb sûresi ni kaç (âyet) okuyorsunuz?" dedi. Ben de dedim ki; "Ya yetmiş üç veya yetmiş dört (âyet)". Ubeyy; "Kesin mi? (Halbuki) O, Bakara sûresine yakın veya ondan biraz daha uzundu. Onda recm âyeti de vardı (kânctfihâ âyetu'r-recmi)". Zirr dedi ki, ben; "Ey Ebu'l-Münzir! Recm âyeti nedir?" diye sordum. O da; "Şeyh ve şeyha zina et-
734 et-Tayâlisî, Müsncd, s . 7 3 .
tiği zaman, Allah'tan bir azap olarak, her ikisini de recmediniz. Al lah, Azîz'dir, Hakimdir (izi zencyâ eş-şeyhu vc'ş-şeyhatu fcrcümûhuma clbettete. Nekâlen minellahi vallahu azizun hakim)" d e d i . 735
3. Abdullah ( b . A h m e d b . H a n b e l ) <— H a l e f b. H i ş â m <— H a m m â d b . Zeyd <— 'Âsim b. Behdele « - Zirr <— U b e y y b. K a ' b
(...) Zirr dedi ki, Ubeyy bana dedi ki, "Ahzâb suresini kaç âyet buluyorsunuz veya kaç âyet sayıyorsunuz?" Ona dedim ki; "73 âyet". O da; "Bu kadar mı? Ben onun Bakara suresine denk olduğu nu gördüm. Onda şunu da okuduk: "Şeyh ve şeyha zina ettikleri za man elbette o ikisini de Allah'tan bir azab olarak recmediniz. Allah; Alimdir, Hakimdir" . 736
4. H â k i m <— A h m e d b. M u h a m m e d b. Isâ el-Kâdî <— E b û N u ' m â n E b û N u ' m â n M u h a m m e d b . Fazl «— H a m m â d b . Z e y d «— Asım <— Zirr <— U b e y y b. Ka'b
(...) Zirr dediki, Ubeyy b. Ka'b bana, "Ahzâb sûresi kaç (âyet) okunurdu?" dedi. Ben de, "yetmiş üç âyet" dedim. "Kesin mi?" de di. Ben de, " Kesin" dedim. Ubeyy dedi ki, "Ben onun Bakara'ya denk olduğunu gördüm. Biz onda (Ahzâb sûresinde) (şunu) okur duk: Şeyh ve şeyha zina ettikleri zaman, Allah'tan bir azap olarak, her ikisini de recmediniz. Allah, Azizdir, Hakimdir". Hâkim; " B u , Buhârî ve Müslim'in eserlerine almadıkları sahîh isnâdlı bir hadîstir" demiştir . 737
H â k i m « - E b u ' l - A b b â s A h m e d b. H â r û n « - Ali b. Abdüazız «— H a c c â c b. Minhâl <— H a m m â d b. S e l e m e <— 'Asım «— Zirr <— Ubeyy b. K a ' b
(...) Ubeyy b. Ka'b dedi ki, "Ahzâb Suresi Bakara Suresine denkti. Onda; "Şeyh ve şeyha zina ettikleri zaman her ikisini de recmedi niz" de vardı.". Hâkim; " B u , Buhârî ve Müslim'in eserlerine alma dıkları sahîh isnâdlı bir hadîstir" demiştir . 738
735 736 737 738
A b d u r r e z z â k İ b n H e m m â m es-San'ânî, cl-Musanncf, N ş r . H a b î b u ' r R a h m a n clA ' z a m î , el-Mektebetü'l-İslâmi, Beyrut 1 9 7 2 , V I I , 3 2 9 - 3 3 0 . A h m e d b . H a n b e l , Müsned,V, 132. e l - H â k i m , a.g.e., P / , 4 0 0 . e l - H â k i m , a.g.e., I I , 4 5 0 .
5. Beyhakî <— E b û Nasr b. Katâde <— E b û M a n s û r el-Iyâs b. Fazl e n - N a d ravi <— A h m e d b. N e c d e «— Sa'îd b. M a n s û r <— H a m m â d b. Z e y d <— Asım b. Behdele « - Zirr b. H u b e y ş < - Ubeyy b. K a ' b
(...) Zirr b. Hubeyş dedi ki, Ubeyy b. Ka'b bana; " Ahzâb sûre sini kaç (âyet) sayıyorsunuz veya okuyorsunuz?" dedi.. Ben de; "Yet miş üç âyet" dedim. (Bunun üzerine; "Kesin mi? Ben onun Bakara sûresine denk olduğunu görmüşümdür. Onda şu (âyet de) vardı: Şeyh ve şeyha, zina ettikleri zaman, Allah'tan bir azap olarak, her iki sini de recmediniz. Allah, Azizdir, H a k i m d i r " . 739
6. Abdullah ( A h m e d b. Hanbel'in o ğ l u ) « - V e h b b. Bakıyye < - Hâlid b. Abdillah < - Yezîd b. E b î Ziyâd < - Zirr b. H u b e y ş < - U b e y y b . K a ' b
(...) Ubeyy b. Ka'b, Zirr b. Hubeyş'e dedi ki; "Ahzâb sûresini kaç âyet okuyorsunuz?". Zirr de; "yetmiş küsur âyet" diye cevap ver di. Bunun Üzerine Ubeyy; "Ben onu Resûlullah ile birlikte, Bakara gibi veya Bakaradan daha uzun okudum. Orada recm âyeti de var dı" . 7 4 0
cb. Ubeyy b. Ka'b'dan Gelen Rivayetlerin Asgari Müştereği Ubeyy b. Ka'b'dan nakledilen rivâyederin ortak râvîsi, 'Asım b. Behdele'dir. Hadîs râvîsi olarak sıkıntılı biri olduğunu tekrar hatırla mak ve rivâyederdeki ilâveleri ihtiyada karşdamak gerekecektir. Bu râvî kanalıyla hadîs, üç kişi tarafından daha rivayet edilmiştir. Bunlann rivâyederi arasında da bazı lafiz farklılıkları vardır. Ancak hepsinde müşterek olan ifade "şeyh ve şeyha zina ettikleri zaman her ikisini de recmediniz" kısmıdır. Bunun dışındaki ilâveler ve sözün gündeme geliş şekli, H z . Ömer ve Zeyd b. Sabit rivâyederinden farklıdır.
cc. Ubeyy b. Ka'b'dan Gelen Rivayetlerin Bütünleştirilmesi Bu rivâyeder şu şekilde bütünleştirilebilir: Ubeyy b. Ka'b'ın Öğrencisi Zirr b. Hubeyş'in anlattığına göre, bir gün bir vesileyle Ubeyy b. Ka'b ona şu soruyu yöneltmiştir: "Ah zâb sûresini kaç âyet okuyorsunuz?". Bunun üzerine Zirr; "Yetmiş üç veya yetmiş dört âyet okuyoruz" demiştir. Bunu duyan Ubeyy 739 cl-Beyhakî, a . g . e . , V H I , 2 1 1 . 740 A h m e d b . H a n b e l , Müsncd,
1,132.
sanki bu durumdan habersizmiş gibi; "Kesin mi? Halbuki o, Bakara sûresine yakın veya ondan biraz daha uzundu. Ben onu böyle gör düm. Onda recm âyeti de vardı" demiş ve devamla; "Ama sonra on dan kaldırılanlar meyanında bu da kaldırıldı" demişti. Bunun üzeri ne Zirr, yeni bir şey duymuşçasına; "Ey Ebu'l-Münzir! Recm âyeti de nedir?" diye sormuş, o da biz onu; "Şeyh ve şeyha zina ettiği za man, Allah'tan bir azap olarak, her ikisini de recmediniz. Allah, Azîz/Alîm'dir; Hakimdir" şeklinde okuyorduk demiştir.
d. Acmâ'dan Gelen Rivâyeder da. Acmâ'dan Gelen Bütün Rivâyeder 1.
H â k i m <— E b u ' l - A b b â s M u h a m m e d b. Y a ' k û b «— M u h a m m e d b. Abdil
lah b. A b d i l h a k e m <— Leys b. S a ' d <— S a ' d b. E b î Hilâl <— M e r v â n b. O s m a n < E b û Ü m â m e b. Sehl b. H a n î f « - T e y z e s i ( A c m â )
(...) Ebû Ümâme'nin teyzesi dedi ki, Resûlullah bize recm âyeti ni (şu şekilde) okuttu: "Şeyh ve şeyha, zina ettikleri zaman tattıkları zevkten dolayı (bi-mâ kazâyâ minellezzeti) her ikisini de recmedi niz.". Hâkim bunun isnadının sahîh olduğunu s ö y l e r . 741
2 . H e y s e m î <— T a b e r â n î <— A c m â
(...) Acmâ dedi ki, Resûlullah'ın şöyle dediğini duydum: "Şeyh ve şeyha zina ettiklerinde her ikisini de tattıkları zevkten dolayı celdeleyiniz (Yanlış yazım sonucu celdeleyin (fcclidûhuma) diye yazıl mıştır. Yukarıdaki rivayet bu yanlışlığı ortaya koymaktadır)". Heyse mî, "Bunu Taberânî rivayet etmiştir. Râvîleri sahîh ravîlerdir" demiş tir . 742
3. e t - T a b e r â n î <— A b d u r r a h m a n el-'Atabî <— Yahya b. Bukeyr < - el-Leys b. S a ' d < - H â l i d b. Yezîd < - S a ' î d b. Ebî Hilâl < - M e r v â n b. Osman < - E b û Ü m â m e <— ' A c m â
(...) Acmâ dedi ki, Resûlullah'ın şöyle dediğini duydum: "Şeyh ve şeyha zina ettiklerinde her ikisini de tattıkları zevkten dolayı (bimâ kazâyâ minellezzeti) recmediniz" . 743
741
e l - H â k i m , a.g.e.,
742
e l - H e y s e m î , N u r u d d i n . Mecmau'z-Zevâid ve Menbe'u'l-Fevâid, Dâru'l-Kitâbi'lA r a b î , B e y r u t 1 9 6 7 , 2 . b . , V I , 2 6 5 ; A c l û n î , İsmail b . M u h a m m e d , Kestu'l-Hata, nşr. A h m e d K a l â ş , M ü e s s e s e t ü ' r - R i s â l e , Beyrut 1 9 8 3 , 3 . b . , 11,23.
IV,400.
743
e t - T a b e r â n î , S ü l e y m a n b . A h m e d , el-Mu'ccmu'l-Kcbîr, T h k . A b d u l m e c î d es-Selefi, M e k t e b e t ü ' l - U l û m v e ' l - H i k e m , el-Mevsil 1 9 8 3 , 2 . b . , X X I V , 3 5 0 .
4. ct-Taberânî < - Muttalib b. Şu'ayb <— Abdullah b. Salih <— el-Leys b. S a ' d <— Hâlid b. Yczîd «— Sa'îd b. Ebî Hilâl <— Mervân b. O s m a n <— E b û Ü m â m e b. Sehl «— A c m â
(...) Acmâ dedi ki, "Resûlullah recm âyetini bize; "Şeyh ve şeyha zina ettiklerinde her ikisini de tattıkları zevkten dolayı (bimâ kazâyâ minellezzcti) recmediniz" (şeklinde) o k u t t u " . 744
db. Acmâ'dan Gelen Rivayetlerin Asgari Müştereği Bu rivâyederdeki, "şeyh ve şeyha zina ettikleri zaman her ikisini de tattıkları zevkten dolayı recmediniz" kısmı müşterek lafızdır. dc. Acmâ'dan Gelen Rivayetlerin Bütünleştirilmesi Acmâ' Rasûlullah'ın şöyle dediğini veya okuttuğunu duymuştur: "Şeyh ve şeyha zina ettikleri zaman her ikisini tattıkları zevkten do layı recmediniz". Rivâyederde Dikkat Çeken Bazı Noktalar: Hz. Ömer, Zeyd b. Sabit, Ubeyy b. Ka'b ve 'Acmâ'dan nakledi len rivâyederde şu hususları tesbit edilmektedir: 1. Bütün rivâyederde, "şeyh ve şeyha zina ettiklerinde her ikisi ni de recmediniz" ifadesi ortak lafızdır. 2.
Bu ifadenin söyleniş amacı sahabî ravîlere göre farklılık arz et mektedir. Buna göre H z . Ömer, insanlar arasında hilafet ve recm konusunda yükselen veya alttan alta yürütülen tartışma ların önünü kesmek için; Zeyd b. Sabit, Kur'ân'ın Mushaf ha line getirilmesi aşamasındaki bir konuşmayı gündeme getir mek için; Ubeyy b. Ka'b da eğer rivayetin ona nisbeti sahîhse, Kur'ân'dan bazı âyetierin neshedildiğini ve bunların eli mizdeki mushafta yer almadığı belirtmek için söylemiş görün mektedirler. 'Acmâ'nın konuyu gündeme getiriş sebebi belli değildir.
3. Hadîsin rivayet edildiği zaman da sahabîler arasında değiş mektedir. H z . Ömer ölümüne yakın bir zamanda, yani h.24 yılında; Zeyd b. Sabit, mushaflaştırma faaliyeti esnasında ve ondan sonra ifade etmişlerdir. Diğerlerinin ne zaman söyle dikleri konusunda kesin bir bilgi yoktur.
744
e t - T a b e r â n î , a.g.e., X X V , 1 8 5
4. Gerek H z . Ebıı Bekir döneminde, gerekse H z . Ömer döne minde, bu hadîsin âyet olup olmadığı konusunda insanlar ara sında bir görüş birliği yoktur. Dolayısıyla olay, zaman zaman tartışılmaktadır. 5. Bu rivâyeder, bazen doğrudan bazen de îmâ yoluyla H z . Peygamber'e nisbet edilmektedir. Hepsinin Rasûlullah'a ait ol duğu kabul edildiğinde, lafızlar arası farklılıkların; bir defada söylenen bir sözün farklı anlamalar ve yorumlamalar netice sinde mi, yoksa söz konusu ifadenin çeşidi vesilelerle H z . Peygamber tarafından birkaç defa farklı bağlamlarda farklı la fızlarla ifade edilmesi sonucunda mı ortaya çıktığı kesin ola rak tesbit edilememektedir. 2. Örnek Hadîsin Farîdi Kriterlere Arzı Son dönemlerde Türkiye'de arz konusuyla ilgili müstakil veya bir eser içerisinde bölüm olmak üzere çeşitli çalışmaların yayımlandığı nı g ö z önüne alarak, burada adı geçen konunun teorik planda in celenmesi yerine, tesbit edilen bu bilgi birikimlerinden harekede, arz metodunun örnek hadîse uygulanmasına çalışılacaktır. Ancak uygu lamaya geçmeden önce bazı hususlara dikkat çekmek yararlı olacak tır. 7 4 5
Hadîsin Kur'ân'a arzının hangi anlamda kullanıldığı, ilerideki arz uygulamaları açısından önemlidir. Kur'ân'a arz, iki şekilde algılan mıştır. Bunlardan birine göre arz; hadîslerin Kur'ân ölçüsüne vurul ması ve onda aslı bulunmayanların reddedilmesi anlamına gelmekte dir. Ancak, isiâm alimlerinden hiçbiri böyle bir arz metodunu kabul etmemişlerdir Diğer tanıma göre ise arz; hadîslerin Kur'ân'daki sarih âyedere arzı ve ters düşenlerin sıhhatinin reddi anlamında kullandmışür . İslâm alimlerinin kasdettikleri mana budur. Bu tür uy gulamanın temel felsefesini, H z . Peygamber'in Kur'ân'a aykırı söz söylemeyeceği ve davranışta bulunmayacağı oluşturur. Sahabe döne minde fiilen uygulanan ve hicri ikinci asırdan itibaren bir metot 746
747
748
745
M e s e l â b k z . K e l e ş , Hadîslerin Kur'ân 'a Arzı; Ç a k ı n , K a m i l , " H a d î s ' i n K u r ' â n ' a A r zı M e s e l e s i " , AÜİF Dergisi, cilt: X X X I V , s. 2 3 7 - 2 6 1 ; e d - D ü m e y n î , a . g . e ; T o k s a n , Delil O l m a Y ö n ü n d e n S ü n n e t ; K a r a c a b e y , Hadîs Tenkidi.
746
T o k s a n , a.g.e.,
747
B k z . T o k s a n , a.g.e., s. 1 2 8 ; K e l e ş , Hadislerin
748
B k z . e d - D ü m e y n î , a.g.e.,
s. 1 2 8 . Kur'ân'a
s. 5 4 - 6 8 ; K e l e ş , Hadîslerin
Arzı, s. 1 3 . Kur'ân'a
Arzı, 2 1 - 3 6 .
749
olarak gündeme getirilen bu anlayışın en baştaki referansı, Kur'ân olmaktadır . Buna dayanarak, Ebû Hanîfe gibi bazı mezhep imamları bu m e t o d u , hadîslerin sübûtunu tesbitte bir kriter ola rak değerlendirmişlerdir. 750
751
Burada, ikinci arz tanımını esas alınacaktır. Hadîslerin Kur'ân'a arzında, uygunluktan ziyâde zıtlığın aranması gerektiği hatırlandı ğında; "Kur'ân'a uygun her söz hadîs olmayabilir ancak Kur'ân'a ters hiçbir söz "merfû' hadîs" değildir" hükmü verilecektir. Kur'ân'la kastedilen, Kur'ân'daki açık ve sarih naslar olmalı, "Kur'ân'ın ruhu", "Kur'ân'ın mesajı", "Kur'ânî perspektif gibi, ta nımı ve ölçüleri belli olmayan, içeriği kişiden kişiye farklı şekillerde doldurulabilen kavramlara arz yapılmamalıdır. Bir şeyin güvenilirli ğini test etmek için kullanılan bir metotta, ölçü olarak kabul edilen kriterin herkes tarafindan bilinen, tanımlanabilen bir şey olması ge rekir. Zaten ölçü olmamn gereği de budur. Sınırlan insandan insana değişebilen kavramlar ölçü olarak kabul edilmemeli ve bunlara daya nılarak bir hadîsin sıhhati ölçülmeye kalkışılmamalıdır. Şüphesiz Kur'ân'ın açık ve sarih naslannın farklı yorumlan olabilmektedir. Ancak, bu âyetlerin ölçü olma özelliğinin, diğerlerine nazaran ol dukça yüksek bir netlik arzettiği de kabul edilmelidir. 752
Bütün bunlara dayanarak, örnek hadîsin uygulamalı metin tenki di yapılırken, özellikle Kur'ân'a arz konusunda, açık ve sarih âyetler esas alınacaktır. a. Örnek Hadîsin Kur'ân'a Arzı Örnek hadîsin asgari müştereği olan kısım, evli Müslümanlann zina etmesi durumunda uygulanacak cezadan bahsetmektedir. Me tin bu şekilde olmasına rağmen, metnin vasfi da önemlidir. Zira ba zı rivayetlerde bu metin "kitaptan", "âyetten", "vahiyden" vs. sayıl maktadır. Dolayısıyla metin için yapılan bu vasıflandırmalar da Kur'ân'a arz edilecektir. Başka bir ifadeyle, hadîsin Kur'ân'a arzı; hem recm cezasının bizzat kendisi, hem de bu ifadenin âyet olup ol madığı yönünden yapılacaktır.
749
B k z . Çakın, a.g.m., 2 3 8 .
750
M e s e l â B k z . 6 . E n ' â m , 5 0 ; 4 6 . Ahkâf, 9 ; 7. A'râf, 2 0 3 ; 6 9 ; Hakka, 4 4 - 4 7 .
751
B k z . Ç a k ı n , a . g . m . , s s . 2 3 8 - 2 4 0 ; T o k s a n , a . g . e . , ss. 1 3 7 - 1 4 7 .
752
B k z . Çakın, a.g.m., ss. 2 5 6 - 2 5 8 .
aa. Örnek Rivayette Belirtilen Cezanın Kur'ân'a Arzı Kur'ân-ı Kerim'e bakıldığında, zina eden evli Müslümanlar için recm cezasından bahseden bir âyete rastlanmamaktadır. Dolayısıyla söz konusu hadîs, ilk bakışta Kur'ân'a aykırı görünmektedir. Bu du rumda, hadîsin Rasûlullah'a aidiyetini tesbit için ilgili âyetlere arzedilmesi gerekmektedir. Konuyla ilgili âyetler ve söz konusu hadîsin bu âyetlerle ilişkisi sırasıyla değerlendirilecektir. Hadîsin Nûr Sûresi İkinci Âyetine Arzı Bu âyette Allah Teâla şöyle buyurmaktadır: "Zıha eden kadın ve zina eden erkeğin her birine yüz değnek vurun. Allah 'a ve âhiret gü nüne inanan (insanlar) iseniz Allah'ın dini(ni uygulama hususu)nde sizi, onlara karşı acıma duygusu tut(up engellc)mesin. Mü'minlcrden bir grup da onlara yapılan azaba şahit olsun" . 753
Bu âyet, bariz bir şekilde zinakânn celdelenmesinden bahsetmek tedir. Âyet karşısında hadîsi yorumlayanlar, başlıca iki görüşü ileri sürmektedirler. Bir kısımına göre bu âyet ile hadîs arasında nesh ce reyan etmektedir. Diğer bir kısmına göre ise, söz konusu âyet, bu hadîsle tahsis edilmiştir. Buna göre hadîsi nesh ve tahsis bağlamında değerlendirmek gerekecektir. Nesh meselesi Istılah olarak genelde; "Şâri'in şer'î bir hükmü, şer'î bir delille kaldırması" diye tarif edilen n e s h konusu, eskiden beri tartışılagelmiştir. Öncelikle neshin var olup olmadığı yönündeki tartışma lar gündeme gelmiştir. Neshin varlığını kabul edenler olduğu gibi, yokluğunu savunanlar da vardır . Hatta bu tartışmalara hiç girme754
755
756
753
24. Nûr, 2.
754
B k z . e l - H u d a r i , M u h a m m e d , Usûlu'l-Fıkh, D â r u İhyâi't-Turâsi'l-Arabi, Beyrut 1 9 9 1 , s. 2 5 0 ; H a y d a r E f e n d i , Usûl-i Fıkıh Dersleri , Ü ç d a l N e ş r i y a t , İ s t a n b u l 1 9 9 6 , s. 2 8 1 .
755
N e s h i n l ü g a t manası hakkında âlimler farklı g ö r ü ş l e r ileri sürmüşlerdir. B a z ı s ı n a g ö re n e s h ; " n a k l e t m e k " , bazısına g ö r e " i b d â l " , bazısına g ö r e "izâle" m a n a s ı n a gel m e k t e d i r . Serahsî, b ü t ü n b u anlamlandırmaları tahlil e t m e k t e ve şer'î m a n a d a nes hin, b u a n l a m l a r d a o l a m a y a c a ğ ı m b e l i r t m e k t e v e neshin d a h a ç o k "tebdil" m a n a s ı n d a o l d u ğ u n u belirtmektedir ( B k z . e s - S e r a h s î , UsûJu's-Serahsi, II, 5 4 ) . Haydar Efen di ise, "bir şeyi yerinden kaldırıp o n u n yerine b a ş k a bir şey k o y m a y a l ü g a t a n l a m ı n d a " n e s h " d e n i l d i ğ i n i , ikinci şeye "nâsih", birincisine d e " m e n s û h " denildiğini b e lirtir ( B k z . H a y d a r E f e n d i , a.g.e., s. 2 8 1 ) .
756
G e n i ş Bilgi için b k z . K o ç k u z u , Hadîste
Nâsih Mensûh
Meselesi.
den konuyla ilgili rivâyederin uydurma olduklarını söyleyenler de vardır. Adı geçen hadîs ile, Kur'ân arasında nesh ilişkisi olduğunu söyle yebilmek için, önce neshin varlığı konusundaki ihtilafları özetlemek gerekir. 757
a. Gerek fakîhlerden gerekse müfessirlerden neshin varlığım kabul edenler, bunun aklen ve naklen caiz olduğunu söylerler . Bu görüşte olanlar, daha sonra dört çeşit neshden bahsederler. Buna göre nesh; "Kitâb'ın Kitâb'la", "sünnetin Kitâb'la", "sünnetin sünnetie" ve "Kitâb'ın sünnede" neshi şeklinde dört kısma aynlmaktadır. "Kitâb'ın Kitâb'ı neshi" ve "sünnetin sünneti neshi" konusunda hemen hemen ittifak vardır. Ancak, diğer iki kısım nesh konusu ih tilaflıdır. Bir kısmına göre, "Kitâb'ın sünneti neshi" caizdir, diğer bir bsmına göre değildir . Yine bir kısım alimlere göre, "Kitâb'ın sün netle neshi" caizdir . Şâfi'îlerin ağırlıkta olduğu bazı alimlere göre ise, bu tür bir nesh caiz değildir . eş-Şâfi'î'nin bunu kabul etme mesine gerekçe olarak, sünnetin derece itibariyle Kur'ân'dan aşağı seviyede bulunması gösterilir . 758
759
760
761
762
Bu meseleyle ilgili olarak tarüşdan konulardan biri de nesh varsa, bunun ebedi mi, yoksa muvakkat (geçici) mi o l d u ğ u d u r . 763
Daha sonra sadece Kitap'ta dört çeşit neshin varlığından bahse dilir. Buna göre Kur'ân'la ilgili olarak; hem tilâveti hem de hükmü mensûh âyeder; tilâveti mensûh olmayıp hükmü mensûh olan âyet757
G e n i ş bilgi için b k z . eş-Şafi'î, er-Risâle, s. 5 4 ; e s - S e r a h s î , a . g . e . , I I , 5 4 - 5 5 ; e l - H u d a rî, a . g . e . , s. 2 5 0 ; T â h i r b. A ş û r , M u h a m m e d , Tefsiru't-Tahrir vc't-Tenvir, Dâru'tT u n û î i y y e , t s z . , X V I I I , 1 4 9 ; Haliaf, A b d u l v a h h â b , İslam Hukuk Felsefesi, Ç e v . H ü seyin Atay, A Ü İ F Yayınla/ı, A n k a r a 1 9 8 5 , s. 4 0 1 ; A t a r , F a h r e t t i n , Fıfaiı Usûlü, M Ü İ F Vakfi Yayınlan, İ s t a n b u l t s z . , s. 2 6 0 - 2 6 6 ; Z e y d a n , A b d u l k e r i n , Fıkıh Usûlü, Ç e v . R u h i Ö z c a n , E m e k M a t b a a c ı l ı k , Sivas 1 9 8 2 , 2 . b . , s . 5 0 7 ; C e r r a h o ğ l u , İ s m a i l , Tefsir Usûlü, T D V Y a y ı n l a n , A n k a r a 1 9 8 5 , s. 1 2 7 ; B i l m e n , Ö m e r N a s u h i , Hukuki İslamiye ve Istılahâu Fıkhıyye Kamusu, I , 9 8 - 9 9 ; U ğ u r , Hadis İlimleri Edebiyatı, s. 2 2 0 221.
758
B k z . eş-Şafi'î, cr-Risâle, s. 5 6 ; es-Serahsî, a . g . e . , I I , 3 7 4 ; M o l l a H ü s r e v , Mirkâtu'lUsûl, S a l a h Bilici K i t a b e v i , İstanbul t s z . , s. 3 7 4 ; A b d u ' l - A l i e l - E n s â r î , K ı t a b u Fevâtihi'r-Rahmût, II, 135.
759
B k z . e ş - Ş a f î , er-Risâle, a.g.e., I I , 137.
760
Hanefi'ler g e n e l d e b u g ö r ü ş t e d i r . Kerhî'nin E b û Y û s u P t a n naklettiğine g ö r e , m ü t e vâtir ve m e ş h u r s ü n n e d e K i t a b ı n neshi caizdir ( B k z . e s - S e r a h s î , a.g.e., I I , 6 7 ) .
761
B k z . eş-Şafi'î, cr-Risâle, s. 5 5 ; es-Serahsî, a . g . e . , I I , 6 7 ; M o l l a H ü s r e v , a . g . e . s. 3 7 4 ; Abdu'l-Ali el-Ensârî, a.g.e., I I , 1 4 3 9 .
s. 5 6 ; M o l l a H ü s r e v , a . g . e . , s. 3 7 4 ; A b d u ' l - A l i e l - E n s â r î ,
762
M e s e l â b k z . M o l l a H ü s r e v , a . g . e . , s. 3 7 4 .
763
es-Serahsî, a.g.e., I I , 6 0 - 6 1 .
ler, asıl hükmü baki olduğu halde bir vasfı mensûh olan âyeder, hük mü baki kalmakla birlikte tilâveti mensûh olan âyetlerden bahsedil mektedir. Ebû Hanîfe ve Hanefîlere göre; "Kadınlarınızdan fuhşu irtikap edenlere karşı içinizden dört şahit getirin. Eğer şahadet ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye kadar, yahut Allah onlara bir yol açmeaya kadar, kendilerini evlerde alıkoyun" âyeti; Ubâde b. esSâmit tarafından rivayet edilen, "(Hükümlerinizi) benden alın! Zina ettiklerinde dul veya evli recmedilir, bekâr ise sopalanıp sürgün edi l i r " hadîsiyle neshedilmiştir. Daha sonra ise bu hadîs, "Zina eden kadınla, zina eden erkekten her birine yüz değnek vurun " âyetiyle neshedilmiştir. Çünkü, eğer celde âyeti, H z . Peygamber'in "(Hü kümlerinizi) benden alınız...) hadîsinden önce nazil olmuş olsaydı, Hz. Peygamber'in böyle bir söz söylemesinin bir anlamı olmazdı. Dolayısıyla H z . Peygamber bu hadîsini, celde âyetinden önce söyle miş olmalıdır. Bu taktirde de, hapis emreden âyet, Ubâde'nin riva yet ettiği bu hadîsle neshedilmiş olmaktadır . Kur'ân'ın sünneti, sünnetin de Kur'ân'ı neshine örnek olarak kabul edilebilecek bu mi salden sonra, hükmü bakî, lafzı mensuh nesh çeşidine geçilebilir. 764
765
7 6 6
767
Bu kısım neshe iki tane örnek verilmektedir: Birisi, bizim örnek hadîsimiz, diğeri de İbn Mes'ûd'un mushafinda bulunup, oruçla il gili olan "mütetâbi'ât" kelimesidir . Beyhakî, incelediğimizin ha dîsin lafzının mensûh hükmünün baki âyet olduğunu ve buna aykı rı bir şey bilmediğini belirtmektedir . Keza en-Nevevî de bunun lafzen mensûh, hükmen baki olduğunu söyleyenlerdendir . et-Tahâvî, bu ifadenin âyet olduğunu ve H z . Ömer'in de buna vakıf ol duğunu, ancak bunun daha sonra neshedildiğini ve H z . Ömer'in bundan haberdar olmadığım, bununla beraber, H z . Ebû Bekr, H z . Osman ve H z . Ali gibi sahâbilerin bu durumu bildiklerini, bunun için de onu Kur'ân'a yazmadıklarını ifade e d e r . 768
769
770
771
764
4. Nisa, 15.
765
Müslim, H u d û d , 13 ( I I I , 1 3 1 7 ) .
766
24. Nûr, 2.
767
e l - C e s s â s , E b û B e k r A h m e d b . Ali e r - R â z î , Ahkâmu'I-Kur'ân, Arabî, Beyrut t s z . , I I I , 4 4 .
768
B k z . B i l m e n , a.g.e,
769
Beyhakî, a.g.e,
770
e n - N e v e v î , M u h y i d d i n E b û Zckeriyyâ, Şerha Sahihi Müslim, ye, Beyrut tsz., X I , 1 9 1 .
771
B k z . e t - T a h â v î , Müşkiiü'l-Âsâr,
D â r u İhyâi't-Turasi'l-
1,101-102.
VIII, 2 1 1 .
III, 2-4.
Dâru'l-Kütübi'l-tlmiy-
Ancak burada söz konusu hadîsle ilgili olarak bazı sorular akla gelmektedir. Bu ifadenin lafzının mensûh olduğu ne ile sabittir? Zi ra, bir âyetin, bir hükmün nâsih veya mensûh olduğunu tayin husu sunda rey ve içtihat ile hareket edilemez. Bu ancak sahîh bir nakil ile bilinir . Durum bu olunca, ikinci bir soru akla gelmektedir. İnce lediğimiz hadîsin, lafzı mensûh âyet olduğu konusunda ne gibi na killer vardır? Araştırdığımız kadarıyla, adı geçen ifadenin lafzının mensûh hükmünün baki âyet olduğuna dair Resûlullah'tan nakledi len bir ifade bulunmamaktadır. Aynı şekilde, söz konusu hadîsle il gili olarak böyle bir nakilde bulunan sahabeye de rasdanmamaktadır. Dolayısıyla, bu metnin, lafzı mensûh hükmü bakî âyet olarak değer lendirilmesi içtihada dayanmaktadır ki bu da nesh için konulan ku rallara aykırıdır. 772
Buna göre, söz konusu ifadenin, lafzı mensuh hükmü baki âyet olduğunu gösteren güçlü deliller bulunmamaktadır. Esasen böyle bir nesh çeşidinin illeti ya da hikmetini anlamak da mümkün değil dir. b. Bazı âlimler ise neshi kabul etmemektedirler. Bunlardan biri nin Ebû Müslim el-İsfehânî ( Ö . 3 2 2 / 9 3 3 ) olduğu nakledilmektedir. Bu zatın, neshin bütününü değil de, Kur'ân'ın kendi bünyesinde neshin olmadığını iddia ettiği belirtilmektedir . Yine aynı şekilde, bugün elimizde bulunan Kur'ân bünyesinde mensûh âyetin olmadı ğını belirten son dönem yazarlan da vardır. Bunlara göre, nesh ola yı, Kur'ân araştırmacısının önünü tıkamakta ve onu dar kalıplar için de düşünmeye mahkum etmektedir. Buna bağlı olarak nesh taraftar larının tutumu da eleştirilmekte ve şöyle denilmektedir: "Nesh taraf tarlarının kendileri, içtihat ederek âyederin mensûh sayılamayacağını söylüyorlar. Resûlullah'tan; "şu âyet şu âyeti neshetmiştir" şeklinde sahîh bir rivayet bulunmadığına göre, mensûh sayılan âyederin ictihadla mensûh sayıldıkları açıktır" . 773
774
Söz konusu hadîsle bağlantılı olarak bir başka müellif nesh konu sunda şunlan söylemektedir: "(...) Peygamber'in recmettiğine dair
772 773
B i l m e n , a.g.e, I , 1 0 3 . B k z . A t a r , Fıkıh Usûlü, s. 2 6 0 ; H a m i d u l l a h , M u h a m m e d , Kur'ân-ı Ç e v . Salih T u ğ , M Ü İ F Vakli Yayınlan, İ s t a n b u l 1 9 9 3 , s. 9 1 .
774
Ş i m ş e k , S a i t , Kur'ân'ın s. 1 3 6 .
Anlaşılmasında
İki Mesele,
Kerim
Tarihi,
Yöneliş Yayınlan, İ s t a n b u l 1 9 9 1 ,
rivayetler ise, Kur'ân'ın bu kesin emirlerinden önce, Peygamber ta rafından uygulanan cezayı gösterebilir. Esasen recm, Tevrat'ın emri dir. H z . Peygamber, kendisine vahy gelmeyen konularda kitap ehli nin uygulamalarına uyardı. Kur'ân'ın bu konuda özel emirleri gel mezden önce Peygamber de Kitap ehlinin uyguladığı recm cezasını uygulamış olabilir. Ama yaratıklarına acıyan yüce Allah, Kur'ân'da o ağır cezayı hafifleterek yüz sopaya çevirmiştir. Görülüyor ki, mensûh denilen bu âyeder, gerçekte mensûh değil, hükümleri yürürlüktedir. Nesh konusunda tek doğru söz, bazı âyederin hem metni, hem de hükmüyle birlikte kaldırılmış olmasıdır. Kur'ân'da metni bulunan bir âyetin hükmü de vardır" . 775
Binaenaleyh müellife göre, ilgili âyet, H z . Peygamber'in önce den uyguladığı recm cezasını neshetmiştir. Ancak, Resûlullah'ın bu âyetin nüzulünden sonra da recm uygulamalarında bulunduğuna dair rivâyeder vardır ki, buna ileride değinilecektir. Bu durumda, il gili hadîsin mensûh olduğu yönündeki beyanların tarihi gerçeklerle uygunluk arz etmediğini belirtmek gerekir. Bu konuya ilâve olarak bazı alimler, bir kısım âyederin elimizde ki mushaftaki bazı âyederle neshedildiği ihtimalinden bahsetmekle beraber, şu anda elimizde bulunan mushafda, Resûlullah'ın vefatın dan sonra cereyan eden bir nesh olgusunun olamayacağım ifade et mişlerdir . 776
c. Neshle ilgili bir diğer mesele, sünnetin Kur'ân âyetini neshedip edemeyeceğidir. Bu konu tartışmalıdır. Neshin varlığını kabul edenlerden bir kısmına göre; "Kitâb, kitâb ile", "sünnet, sünnet ile" ve "Kitâb, mütevâtir veya meşhur sünnet ile" neshedikbilir. Haberi vâhid olan bir sünnet ile, ne Kitâb ne de mütevâtir veya meşhur sünnet neshedilemez. Belki kendisi gibi bir haber neshedilebilir . 777
Sünnetin Kur'ân'ı neshedemeyeceği görüşünde olanlar ise; Kur'ân'ın ancak ondan daha iyisi veya dengi ile neshedilebileceğini, Kur'ân'ın denginin, sadece Kur'ân olabileceğini, mütevâtir olsalar bile hadîslerin Kurân'ın dengi olamayacağını, çünkü Kur'ân'ın lafız ve manasının melek aracılığıyla gelen vahiy olduğunu, hadîslerin ise,
775
A t e ş , S ü l e y m a n , Kur'ân'da 65-66.
776
H a m i d u l l a h , Kur'ân-ı
777
B i l m e n , a.g.e.,
I, 100.
Kerîm
Nesh Meselesi, Tarihi, s. 9 2 .
Yeni U f u k l a r N e ş r i y a t , İstanbul 1 9 9 6 , s.
Peygamber sözü olduğunu ileri sürerek görüşlerini savunmaktadır lar . 778
Bu görüşte olanlar Kur'ân'daki; "Biz ncshettiğimiz veya unut turduğumuz bir âyetin (yerine) ya ondan daha hayırlısını, yahut onun benzerini getiririz" âyetinden istinbat etmiş olmalıdırlar . Ancak burada, "Kur'ân'ın dengi veya ondan daha iyisi" şeklindeki ifadenin yorumunda farklılıklar göze çarpmaktadır. Bu ifade ile, hük mün kasdedildiği, görünüşte yeni gelen hükmün öncekinden daha ağır olmasına bakılmaması gerektiği, esas olanın hükmün akibetinin hayıra vesile olması olduğu yönünde de yorumlar yapılmaktadır . Hatta buna şöyle bir örnek de verilmektedir: 779
780
781
Nâsihin, hükümce mensûhtan daha hafif veya ona denk olabile ceğinde ittifak vardır. Hatta Şâfi'î alimler ve bazı kelâmcılara göre, nâsihin hükmü mensûhtan daha şiddedi olmaz. Fakat bize göre nâ sihin hükmü mensûhun hükmünden daha ağır olabilir. Gerçekte, bazen nâsih mensûhtan zahiren daha ağır ve meşakkatli görüldüğü halde, işin aslında (nefsu'l-emr) kulların menfaatine hizmet eder. Kullar için bu meşakkadi olan nâsihte bir hayır ve maslahat bulunur. Buna göre, hayırlı olma başka, meşakkat başkadır. Nitekim Peygam ber efendimiz; "Amellerin en faziledisi bedene en güç gelenidir" bu yurmuştur ki, buna göre amellerin en faziledilerinin bedene en ağır gelenleri olduğu ortaya çıkar. Meselâ Islâmın ilk yıllarında, oruçla mükellef olan herkes, oruç tutma veya fidye verme arasında muhay yerdi. Daha sonra oruç kesin bir farz oldu. Burada da, nâsih men sûhtan daha şiddedi olmaktadır . 782
Buraya kadarki değerlendirmelerden anlaşılacağı üzere, metin tenkidini yaptığımız hadîs ile, ilgili âyet arasında uzlaşmayı gerekti recek bir problem vardır. Bazılarına göre bu sıkınü, nesh meselesiy le halledilir. Buna göre, söz konusu hadîs ve aynı konudan bahseden diğer hadîsler, bu âyeti neshetmektedir. Bazıları buna itiraz etmekte ve sünnetle Kur'ân arasında böyle bir neshten bahsedilemeyeceğini ifade etmektedirler. Bu görüşte olanlara göre, ilgili hadîs ile, ilgili 778
B k z . A t e ş , Kur'ân'da
779
2 . Bakara, 1 0 6 .
Nesh Meselesi,
s. 6 3 - 6 4 .
780
H a l b u k i b u âyet ü z e r i n d e d e farklı y o r u m l a r yapılmıştır ( B k z . A b d u h - R e ş i d R ı z a , Tefsiru'1-Kur'âni'l-Hakim, D â r u ' l - M e n â r , M ı s ı r 1 3 7 3 h., I , 4 1 6 - 4 1 7 ) .
781
A b d u ' l - A l i e l - E n s â r î , a.g.e., I I , 1 2 8 .
782
H a y d a r E f e n d i , a . g . e . , s. 2 8 6 .
âyet arasında muâraza halledilmiş sayılmaz. Başka metot denemek gerekir. Tahsis Meselesi Bazı alimler, söz konusu hadîs ile Nûr sûresi ikinci âyeti arasında tahsis olduğunu ve bu şekilde uzlaşünlabileceğini belirtmektedirler. Bunlardan biri de Fahruddin er-Râzî ( ö . 6 0 6 / 1 2 0 9 ) ' d i r . O, Haricî lerin; "Hak Teâla'mn, "zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun " âyeti, bütün zina edenlere celde vurul masının farz olduğunu gösterir. Zinakârlardan bazısına (evli olanla ra) haber-i vahide dayanarak recmin gerekli olduğunu söylemek ise, Kur'ân'ın bu umûmî nassının, haber-i vahid ile tahsîsini gerektirir ki, bu caiz değildir. Çünkü Kur'ân'ın metni kesindir, haber-i vahidin metni ise kesin değildir. Kesin olan da zannî olandan üstündür" şek lindeki görüşlerine karşı şu ifadeleri kullanmaktadır: Onlann (Haricîlerin) "zinanın cezası sadece yüz sopadır" şeklin deki görüşlerine karşı şöyle deriz: "Bu takdirde, yani evlilerin zina etmesinin cezasının recm olduğu söylenecek olursa, Kur'ân haber-i vahidie tahsîs edilmiş olur" gibi bir iddia ileri sürülüyorsa, biz deriz ki; tam aksine Kur'ân'ın bu nassı, haber-i vahidie değil, mütevâtir hadîsle tahsîs edilmiştir. Çünkü biz, recm hükmünün tevatür yoluy la rivayet edildiğini beyan etmiştik" . 783
Aslında Haricîlerin, recm hükmünü kabul etmemeleri, onlann "Hüküm (koyma) ancak Allah'a aittir" şeklindeki görüşlerinin bir uzantısı olarak kabul edilebilir. Haricîlerin Ezârika kolu, bu görüşü, her türlü hüküm koymaya şâmil kılmaktadır. Dolayısıyla onlara gö re H z . Peygamber'in herhangi bir konuda Kur'ân dışında hüküm koyma yetkisi bulunmamaktadır. Recm de bunlardan biridir . 784
Haricîlerin günümüzde yaşayan kolu olarak kabul edilen Ibâdîlerin, "Hüküm (koyma) ancak Allah'a aittir" prensibini, sadece hila fetle ilgili hususlara teşmil ettikleri anlaşılmaktadır. Bunun uzantısı olarak, onlar recmi, vâcib sünnet olarak değerlendirmektedirler . 785
783
e r - R â z î , F a h r c d d i n , ct-Tctsinı'l-Kebîr, X X I I I , 134.
D â r u ' l - K ü t ü b i ' l - İ l m i y y e , T a h r a n t s z . , 2.b.,
784
K o n u y l a ilgili d e ğ e r l e n d i r m e l e r için m e s e l â b k z . E b û L ü b â b e H u s e y n , Usûlü llmi'lHadis Bcyne'l-Minbâc ve'l-Mustalah, D â r u ' l - G a r b i ' l - İ s l â m î , B e y r u t 1 9 9 7 , s. 1 6 7 .
785
B k z . e r - R e b î ' b . H a b î b b . Ö m e r e l - E z d î , Müsned (cs-Sahlh), ris-Âşûr b . Yûsuf, D â r u ' l - H i k m e , B e y r u t 1 4 1 5 , s. 1 0 0 .
Thk. M u h a m m e d td-
Onlar, Ezârikanın konuyla ilgili yaklaşımını eleştirmiş, bu yaklaşım larıyla sanki H z . Peygamber'in ümmeti değilmiş gibi davrandıkları nı ifade etmişlerdir . 786
İlgili âyetin söz konusu hadisle tahsis edildiği fikrinde olanlardan biri de şiî müfessir Tabatabâî'dir. O, bu âyette geçen yüz sopanın âyet nassıyla zinanın hükmü olduğunu söylemekte ve devamla bu âyetin birçok şekilde tahsis edilmiş olduğunu belirtmektedir. Tahsis lerden biri; "Eğer zina edenlerden her ikisi veya biri muhsan ise, o zaman ceza recm olur" şeklinde; diğeri ise, "Eğer zina edenler hür değilse veya biri hür değilse, onun cezası, tayin edilen haddin yansı olur" şeklindedir . 787
Yine aynı görüşü savunan Tâhir b. Aşûr ise, konuyla ilgili olarak şu yorumlan yapmaktadır: " B u âyette zinanın haddi yüz değnek ola rak muhsan ve muhsan olmayan herkese şamil kılınmıştır. Ancak sünnet, bunu muhsan olmayan erkek ve kadınlara tahsis etmiştir. Eğer muhsan olurlar, yani sahîh bir akide evlenmiş ve duhul vaki ol muş ise, muhsan zaninin haddi, taşla recmedilerek öldürülmektir. Bu, Resûlullah zamamndan gelen mütevâtir sünnettir" . 788
Sünnet bazen Kur'ân'ın umum ifade eden âyederini tahsis e d e r . Ancak tahsisin söz konusu olabilmesi için lafzın âmm lafız lardan olması gerekir. Amm lafız; "sadece bir kere vaz' edilip, hiçbir inhisar manası taşımaksızın, kendisine elverişli olan her şeyi kapsayan lafızdır" . F ı b h usûlü kaynaklannda bu şekilde tarif edilen âmm lafzın umûm ifade eden çeşiderinden de bahsedilmektedir. Bunlar farklı olarak zikredilmekle beraber, bazen bunlar için verilen misal ler aynilik arz etmektedir. B^una şu durum örnek verilebilir: Amm la fızlardan biri bazen, "istiğrak ifade eden " e / " ile muarref müfred lafiz" olarak zikredilmekte ve buna verilen misaller arasında el-'Asr sü resindeki, "cl-insân" kelimesi zikredilmekte ve bu kelimenin bütün insanlara şamil olduğu söylenmektedir. Yine bu misaller arasında, araştırma konusu yapılan, "ez-zâniyetü ve'z-zânî... "ifadeleri de geç789
790
786
B ü k e y r İ b n S a ' î d A ' v c ş t , Dırûsât tslimiyye
S Usûli'l-'Ibidiyye,
Mektebctü Vchbc
Kahire 1 9 8 8 , 3 . b . , s. 3 4 . 787
T a b a t a b â î , M u h a m m e d H u s e y n , el-Mîzkn İsmaiüyyan, T a h r a n tsz., X V , 7 9 .
788
T a h i r b . A ş û r , Tcfklru't-Tahrir
789
B k z . Z e y d a n , Fıkıh Usûlü,
790
Z e y d a n , a . g . e . , s. 3 9 2 ; e l - H u d a r î , a . g . e . , s. 1 4 7 .
ve't-Tenvîr,
S Tefsiri'l-Kur'in,
Müesseseni Matbaanı
Dâru't-Tunusiyyc, tsz., XVIII, 149.
s. 2 3 0 .
mektedir ve bu lafızların bütün zina eden erkeklere ve kadınlara şa mil olduğu belirtilmektedir . 'Amm lafzın diğer bir çeşidi de; "cin sinde belirlilik olmayan (ma'hûd) nekre lafza "el" takısının bitişme siyle oluşur. es-Serahsî buna örnek olarak yukanda verdiğimiz âyeti zikretmektedir . 791
792
'Amm lafzın hangi kısmına girerse girsin, bütün bu değerlendir melerden harekede "cz-zâniyetü ve 'z-zânî" lafizlannın 'âmm oldu ğu, bütün zina eden erkek ve kadınlara şamil olduğu ve dolayısıyla tahsise elverişli olduğu söylenebilir. er-Râzî, "Kadınlarınızdan fuhşu irtikab edenler..."âyetiyle ahlâk sız kadınlann kastedildiğini, dolayısıyla cezalannın ölünceye kadar bir yerde hapsedilmek olduğunu; halbuki Nur Süresindeki âyede er kek ve kadın arasında olan zina fiilinin kastedildiğini, bu durumda bekârlar için celde, evliler için recm cezasımn uygulanacağını söyler. Bu izaha göre, ilgili âyetlerden herhangi birinde nesh vuku bulma maktadır . Dolayısıyla, sübûtunu tesbit amacıyla Nur Sûresi ikinci âyetine arz ettiğimiz recm hadîsi, celde âyetini tahsîs etmiş olmakta dır. Bu hadîsin, bu iki âyetten biri için (Nisa, 15) mübeyyin, diğeri için (Nur, 2) muhassıs olduğunu kabul etmek, zincirleme bir neshin varlığını kabul etmekten daha uygundur. "Hapis" âyetinde geçen "yoP'un nasıl olduğuna delâlet eden herhangi bir şey olmadığı için, bu âyet mücmel olmaktadır. Dolayısıyla mücmel olan bu lafzın, mübeyyinin olması gerekir. Celde âyeti ise tahsîs edilmiştir. Ona da bir muhassıs gerekir. Bu sebeple, bu hadîsin, "hapis" âyetinin mübeyyini, celde âyetinin de muhassısı kabul edilebileceği ve H z . Peygam ber'in bu sözünü celde âyeti indiği zaman söylemiş olabileceği düşünülebilir. 793
794
Ancak burada, ilgili hadîslerin mütevâtir olduğu yönündeki bazı görüşlere, sened tenkidi bölümündeki değerlendirmelere dayanarak katılmamak gerekir. Zira hadîs, söylenildiği gibi mütevâtir değil, meşhur olmaktadır. Ancak meşhur hadîsle de tahsîs mümkündür. Dolayısıyla bu hadîs ilgili âyete arzedildiğinde; aralannda zıdığın bu lunmadığı, aksine söz konusu hadîsin âyeti tahsîs etmek suretiyle 791
B k z . Z e y d a n , a . g . e . , s. 3 9 4 .
792
B k z . es-Serahsî, a.g.e., I , 1 6 0 .
793
er-Râzî, a.g.e., I X , 2 3 0 - 2 3 1 .
794
B k z . e r - R â z î , a . g . e . , I X , 2 3 2 - 2 3 3 ; Yıldırım, Z e k i , Razî'nin et-Tetslrv'l-Kebir'inde Fıkıh Usûlü Uygulaması ( B a s ı l m a m ı ş D o k t o r a T e z i ) , E r z u r u m 1 9 9 7 , s. 2 2 3 .
açıkladığı ve sıhhati konusunda ilgili âyetin bir engel olarak algılan maması gerektiği söylenebilir. Hadisin N u r Sûresi Üçüncü Âyetine Arzı Bu âyette, Allah Teâla şöyle buyurmaktadır: "Zina eden erkek; zina eden veya müşrik kadından başkasıyla evlenemez. Zina eden ka dın da; zina eden veya müşrik erkekten başkasıyla evlenemez. Bu ev lilik (türü), mü'minlerc haram küınmışar" . 795
Görüldüğü üzere bu âyette, zina eden erkek ve kadının evlenme lerinden bahsedilmektedir. Evlenebilmek, hayatta olmayı gerektirir. Zina edenler hayatta kaldığına ve âyet bunların kiminle evlenmeleri gerektiğini belirtildiğine göre, recmin gerekliliğinden bahseden ha dîsle, bu âyet arasında bir tearuz söz konusu olmaktadır. Hatta YVatt bu konuya dikkat çekmiş ve şöyle demiştir: "...Dövmeyi takip eden âyet "zina eden bir erkeğin" ancak "zina eden bir kadınla" veya "müşrik bir kadınla" evlenebileceğini söyle mektedir; dolayısıyla bu (geleneksel olarak izin verilmiş anlamında) zinayı sürdüren ve İslam toplumu içinde yaşamaya devam etmekle birlikte arük bir ölçüde de olsa onların dışında tutulan bir sınıfin bu lunduğuna işaret ettiği şeklinde alınabilir" . 796
Bu konuda, âyetin sebeb-i nüzulü bize yol göstermektedir. Mücâhid, İbn Ebî Rabah ve Katâde'nin anlattıklarına göre durum şu şe kilde cereyan etmiştir: "Muhacirler Medine'ye gelmişti. İçlerinde mallan, kabilesi ve ak rabası olmayan fakirler de bulunuyordu. Medine'de kendilerini satan zinakâr kadınlar vardı. O gün bu tür kadınlar, Medine'lilerin en varhklılanydı. her birinin kapısının üstünde, onlann zinakâr olduklarını gösteren işareder vardı. Onlann yanma, sadece zina eden erkeklerle müşrikler girip çıkardı. İşte bu sebeple onlann bu kazançlanna, Me dine'ye gelmiş bir grup fakir Müslüman arzu duyarak; "Allah bizi onlardan müstağni kılacağı bir zamana kadar onlarla evlenelim" de miş ve H z . Peygamber'den izin talebinde bulunmuşlardı. Bunun üzerine bu âyet nazil olmuştu. Buna göre âyetin takdiri; " O zina eden erkekler, ancak o zina eden kadınlan alırlar. Ve o zina eden ka795 2 4 . N û r , 3 . 796
W a t t , M o n t g o m e r y , "İslamın G e l e n e k s e l O l a r a k K e n d i n i G ö r ü ş ü " , Ç e v . T u r a n K o ç , Bilgi ve Hikmet, Kış 1 9 9 5 , sayı: 9 , s. 8 9 .
dınlar da ancak o zina eden erkekleri alırlar. Onları nikahlamak mü minlere haram kılınmıştır" şeklinde o l u r . 797
Tâhir b. Aşûr, olaya biraz daha açıklık getirmekte ve âyetin sebeb-i nüzulünün Tirmizî-Ebû Dâvud ikilisinin rivayet ettiği şu olay olduğunu belirtmektedir : 798
"Mersed b. Ebî Mersed el-Ganevî, Mekke'deki esirleri Medi ne'ye taşırdı. Mekke'de 'Anâk adı verilen bir fahişe vardı. Bu kadın onun dostu idi. (Mersed) dedi ki; "Ben bir gün Rasûlullah'a gelip; "Yâ Rasûlallah! 'Anâk ile evlenebilir miyim?" diye sordum. Bana ce vap vermeden sustu. Hemen arkasından; "Zina eden erkek zina eden kadından başkasıyla cvlenemcz...." Ayeti nazil oldu. Bunun üzerine beni çağırıp bu âyeti okudu ve; "Onunla evlenme!" diye bu yurdu . 799
Tabatabâî, burada zina edenlerin, daha önce celdelenmiş olanlar olduğunu belirtir . Yazır da konuyla ilgili yedi farklı yorumu zik retmektedir. Bunlardan biri, Razî'nin yorumu diğeri de, Hasan elBasrî'nin(ö.110/728) yorumudur. Ona göre bu haramlık, had vu rulmuş zina eden erkek veya kadınla ilgilidir . 800
801
'Anâk hadîsi sebeb-i vurud olarak düşünüldüğünde, bu yorumla rın hepsinin de, âyet ve ilgili hadîs arasındaki tenakuzu gidermekte olduğu görülmektedir. Bütün bunlar, adı geçen âyetten hareketle, metin tenkidi yaptığı mız hadîs arasında bir zıdık olmadığım ve buna dayanarak ilgili ha dîsin reddedilemeyeceğini göstermektedir. Zira, zina edenler hayat ta kalabüûiğine göre, bunlar kendilerine recm cezası uygulanmaya cak cinsten olmalıdırlar. Ayetin sebeb-i nüzulü şeklinde ifade edilen olaylara bakıldığında, söz konusu âyetin zinayı meslek edinmiş evli olmayan kadınlarla ve onlarla ilişkide bulunan müşrik erkeklerle ilgi li olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre, ne söz konusu kadınlar, ne de erkekler muhsan sayılmamaktadır. Muhsan sayılmayan bu kişilere recm cezasım uygulamak söz konusu olamaz. Aynca âyette söz ko nusu kadınların evlenebileceği erkeklerden bahsedilmektedir. Bu du-
797
er-Râzî, a.g.e., X X I I I , 1 5 0 .
798
Tahir b. Aşur, a.g.e., X V I I I , 1 5 3 .
799
E b û Dâvud, Nikâh, 4 ( I , 6 2 5 ) .
800
B k z . Tabatabâî, a.g.e., X V , 7 8 - 7 9 .
801
B k z . Yazır, a . g . e . , V , 5 4 9 - 5 5 2 .
rumda kadınlar evli değil bekar olmaktadır. Bekârların cezasının yüz değnek olduğu konusunda da ihtilaf yoktur. Hadîsin Nisa Sûresi Yirmi Beşinci Âyetine Arzı Bu âyette Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "İçinizden inanmış hür kadınlarla (muhsenât) evlenmeye gücü yetmeyen kimse, elleri niz altında bulunan inanmış genç kızlarınız (olan cariyelerinizden alsın. Allah sizin imanınızı daha iyi bilir. Hepiniz birbirinizdensiniz. Öyleyse iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost da tutmama ları şartıyla, sahiplerinin izniyle onlarla evlenin, ücretlerini de güzel ce verin. Bir fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınlara (muhsenât) yapı lan işkencenin yansı (uygulanır). Bu (cariye ile evlenme), içinizden sıkıntıya düşmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz ise sizin için da ha iyidir. Allah bağışlayan esirgeyendir" . 802
Bu âyetin söz konusu hadîse aykırı olduğu, dolayısıyla bu hadîsin H z . Peygamber'e nisbetinin yanlış olduğu belirtilmektedir. Zira; bu âyette, zina eden kölelere; hür kadınlara verilen cezanın yansının ve rilmesi gerektiği belirtilmektedir. Recm cezası, ölümle sonuçlan maktadır. Ölümün yansı olmayacağına göre, bu âyetie, "yüz değnek vurun " âyeti kastedilmektedir. Zira yüzün yansı eliidir. Binaenaleyh, Kur'ân'a göre zina eden hürlerin cezası yüz değnek vurmak o l u r . Durum bu olunca, adı geçen hadîs, Kur'ân'a ters düşmüş olur. 803
Gerçekten böyle bir tezadın olup olmadığım anlamak için, önce likle âyette geçen "muhsan" keümesi ile ne kastedildiğinin anlaşüması gerekmektedir. Bu kelime, Kur'ân- Kerimde, kullanıldığı yere göre farklı anlamlara gelmektedir. Yazır, bu kelimeyle ilgili olarak şu görüşleri zikretmiştir: "Muhsan, evlenmiş iffetli kadına; bir de evlenmiş olsun olmasın, mudaka iffedi ve ırzı sağlam olana denir ki, kazf âyetindeki "ihsan"da bu mana kaydolunduğunda görüş birliği vardır. Yani burada evlenmiş olmak şart değil, zinadan temiz olmak şarttır. Bundan d o layı yetişkin kızlan da içine alır. Fakîhler, bu "ihsan"da; İslâm, akıl, bulûğ, hür olmak ve iffedi olmak üzere beş şart saymışlardır..." . 804
802
4. Nisa, 2 5 .
803
B k z . c l - M u r s a f i , S a ' d , Şübühâtun s. 5 9 .
804
Y a z ı r , a.g.e., V , 5 5 2 .
Havle Ehâdîsi'r-Recmi
ve Redduhâ,
Beyrut 1 9 9 4 ,
Yazır, Nur sûresi 4. âyetinde geçen "muhsan" kelimesini bu şe kilde anladığı gibi, Nisa sûresinin bu âyetindeki "muhsenât" kelime sini de böyle anlamış, bunu "hür kadınlar" olarak tanımlamış ve yo rumlarına şöyle devam etmiştir: "Yani içinizden her kim, hür kadın ve imanlı olan kadınlarla evlenecek fazla bir mali güce sahip değilse, sahip olduğu genç ve imanlı cariyelerden nikâhlasın". Devamla aym âyette geçen ikinci "muhsenat"ı da, "hür kadınlar" şeklinde yorum lamış ve şöyle demiştir: "Bundan dolayı cariyeler, evlenmekle iffetle ri güven altına alındıktan sonra, fuhuş yoluna girerler ve zina yapar larsa, o vakit bunlara da hür kadınlara uygulanması vacib olan ceza nın yansı vacib o l u r " . 805
806
807
Hanefi Alimlerinden C e s s â s , bazı müfessirler ve bazı kıraat alimleri de âyetteki "muhsenat"ı, Yazır'ı teyid edecek biçimde an lamışlardır. Meseleye aym şekilde yaklaşan eş-Şâtıbî(ö.790/1388) ise konu hakkında şu yorumlan yapmaktadır: 808
"Adı geçen âyetin, Rasûlullah'ın ve ondan sonra imamların recm cezasını uyguladığım gösteren hadîslere uymadığım zannedenler, şu görüşten hareket ederler: " B u durum, recmin yanya bölünmesini gerektirir. Bu da makul değildir. Öyleyse cariyeler için bu cezanın yansının uygulanması nasıl mümkün olur?" Bu insanlar, "muhsan" kelimesini, "kocası olan kadınlar" olarak düşündükleri için bu görü şe kapılıyorlar. Halbuki bu âyetteki "muhsenat"dan kastedilen "hür l e r d i r . Buna, âyetin baş tarafı delâlet eder. Zira âyetin baş tarafında; "İçinizden inanmış hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse, elleriniz altında bulunan inanmış genç kızlarınız (olan cariycleriniz)den ?J$m..." denilmektedir. Dolayısıyla buradaki "muhsenat"la hür kadınlar kastedilmiştir. Zira, kocası olan kadınlar nikâhlanamaz" . 8 0 9
Şaübî'nin de dediği gibi, "muhsan" kelimesi, "evli olan kadınlar" şeklinde tek manalı bir kelime olarak algılanırsa , o zaman recm cezasının âyete aylan olduğu ileri sürülebilir. Halbuki âyetin baş ta810
805
Yazır, a.g.e., I I , 5 4 2 - 5 4 3 .
806
B k z . e l - C e s s â s , Ahkimu'l-Kur'ân,
807
B k z . e n - N e s e f î , a.g.e., I , 2 1 9 - 2 2 0 .
808
B k z . el-Fârisî, E b u Ali H a s a n b . A b d i l ğ a f f â r , el-Huccetu li'l-Kurrii's-Seb'a, Thk. B e d r u d d i n Kahveci ve d i ğ e r l e r i , D â n ı ' l - M e ' m û n U ' t - T u r â s , B e y r u t 1 9 8 7 , I I I , 1 4 7 .
809
e ş - Ş â t ı b î , E b û İ s h â k i b r a h i m b . M u s a , el-l'tisâm, 484.
810
M e s e l â b k z . A t e ş , Kur'ân 'da Nesh Meselesi,
II, 240.
s. 6 5 .
D â r u ' l - B u r a k , Kahire 1 9 8 8 , I I ,
rafindaki "muhsenât" kelimesini "evli kadınlar" olarak anlamaya, yi ne aynı âyet izin vermemektedir. Zira, burada Müslüman erkeklerin evlenmeleri söz konusudur. Bir erkek, ancak kocası olmayan kadın la evlenebilir. Kocası olan bir kadınla evlenmek veya bir kadmın bir den çok koca ile evlenmesinin İslâmda yeri yoktur. Ayetteki "muh senât" kelimesi "evlenilecek kadınlar" için kullanıldığına ve hemen akabinde de cariyelerden bahsedildiğine göre, buradaki "muhsenât" kelimesi ile Kurân'ın kastettiği "kocası olmayan hür kadınlar" ol maktadır. Buna göre, ilgili hadîs ile âyet arasında bir tenakuz bulun mamaktadır. Dolayısıyla bu âyete arz etmek suretiyle, söz konusu hadîsin uydurma olduğu söylenemez. Hadisin Ahzâb Sûresi Otuzuncu Âyetine Arzı Bu âyette şöyle buyurulmaktadır: "Ey Peygamber'in hanımları! Sizden kim açık bir hayasızlık yaparsa, onun azabı iki katma çıkarılır. Bu, Allah'a göre kolaydır™. İlk bakışta, bu âyetin bizim metin tenkidini yaptığımız hadîsle bir bağlantısının olmadığı izlenimi uyanmaktadır. Ancak, bazı yorumlar, âyeti, ilgili hadîsle bağlantılı kılmaktadır. Bu yorumlardan birinde şöyle denilmektedir: "Ayette, Peygamber'in hanımlarına hitaben, onlardan herhangi biri bir "fahişe" yaptığı takdirde, ona iki kat azap edileceği vurgulan maktadır. Yukarıdan beri iniş sırasına koyduğumuz âyetierde, bura ya kadar fuhşa (zinaya) bir ceza belirlenmemişti. Burada artık zinaya bir ceza belirleneceğine işaret edilmektedir. Çünkü şayet Peygamber hanımlarından biri fuhuş yaparsa, ona, öteki kadınlara yapüacak azap (işkence)ın iki katı azap edileceği belirtilmektedir. Demek ki zina ya pana azap edilecektir" . 812
Müellif kendine ait bir Kur'ân mealinde "açık bir edepsizlik" diye t e r c ü m e ettiği "fahişetin" kelimesini(813. dipnot: Ateş, S ü l e y m a n , Kuran-ı Kerim v e Yüce Meali, Kılıç Kitapevi, Ankara, t s z . , s . 4 2 0 . ) , b u r a d a "zina" şeklinde a n l a m a k t a b e bunun cezasını işkence olarak nitelendirmektedir. Ayeti bu şekilde a n l a m a k , ş u sonucu doğurabilir: Zina e d e n P e y g a m b e r hanımlarımın cezası iki kat olursa, zinanın cezasının katlanabilir cinsten olması gerekir. Öldürmenin (Recmin) iki katı olmayacağına g ö r e , bu cezanın sayısal bir c e z a olması gerekir. 811. 3 3 . Ahzab, 3 0 . 812. Ateş, S ü l e y m a n , Kur'ân'da Nesh Meselesi, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul, 1996, s. iT i. 813. Ateş, Süleyman, Kur'ân-ı Kerim ve Yüce Meali, Kılıç Kitapevi, Ankara, t s z . , s. 420.
Bu konuda, öncelikle âyette kullanılan "fahişetin" kelimesinin hangi manada kullanıldığını tesbit etmek gerekir. Râğıb el-İsfehânî ( Ö . 5 0 2 / 1 1 0 8 ) , "Fuhş, fahşâ ve fahişe" kelimelerinin, Kur'ân'da "çok çirkin olan söz ve fiiller" anlamında kullanıldığını belirtmekte ve bazı âyetierden örnekler vermektedir . Verdiği misaller arasında söz konusu âyet de vardır. Buna göre, âyette geçen "fahişetin" keli mesi, "çok çirkin olan söz ve fiiller" anlamına gelmektedir. Bunun la beraber, bu kelimenin kinaye yoluyla "zina" anlamına geldiğini de vurgulamakta ve "kadınlarınızdan fuhşu yapanlara karşı onlardan dört şahit getirin..." âyetini buna örnek göstermektedir . 814
815
816
Müfessir, en-Nesefî, âyetteki "fahişe" kelimesini, "çirkinliği açık fiil" olarak anlamlandırmaktadır . Yazır ise bunu; "Çirkinliği belli bir kabahat, herhangi bir büyük günah" diye yorumlamaktadır . e l - Â l û s î ( ö . l 2 7 0 / 1 8 5 4 ) ise bu kelimeyi; "Büyük günah, Rasûlullah'a karşı gelme (isyan)" olarak anlamaktadır . 817
818
819
İbn Kesîr, âyetteki "fahişe" kelimesini, İbn Abbâs'tan yapılan ; " O , geçimsizlik (nüşuz) ve kötü huydur" rivâyetiyle izah etmekte d i r . Diğer bir müfessir el-Mâverdî(ö.450/1058) ise bu âyede il gili iki görüşün olduğunu belirtmektedir. Birincisine göre; "fahişe" ile kastedilen, "zinadır". Diğer görüşe göre, "İbn Abbâs'ın da dedi ği gibi, "kötü huy ve geçimsizlik çıkarmak"tır . et-Taberî(ö.310/922) de "fâhişe"yi zina olarak anlamakta ve; "Sizden kim Allah'ın hadd tayin ettiği zina suçunu işlerse yaptığı kötülükten do layı, Âhirette onun azabı, diğer insanîann azabımn iki katı olur" şek linde tefsir etmekte, buna gerekçe olarak, İbn Abbâs'ın "azab"ı, "âhiret azabı" olarak tefsir ettiğini beUrtmektedir . 820
821
822
8 1 4 . Bkz. 7.el-A'raf, 2 8 ; 16. erı-Nahl, 9 0 ; 3 3 . el-Ahzab, 3 0 . 8 1 5 . 4. Nisa, 1 5 . 8 1 6 . Râğıb el-İsfehani, el-Müfredat fi ğarîbi'l-Kur'an, Dâru Kahraman, İstanbul, 1 9 8 6 , s. 5 6 2 ; Yazır, a . g . e . , II. 5 3 0 . 8 1 7 . Bkz. en-Nesefi, Ebu'l-Berekât, Tefsir, Daru Kitabi'l-Arabî, Beyrut 1 9 8 8 , III. 301. 8 1 8 . Yazır, a . g . e . , VI, 3 0 8 . 8 1 9 . el-Alusi, el-Bağdadi, ruhu'l-Meani, Daru İhyai't-Turasi'l-Arabi, Beyrut tsz., XXI, 184. J
,
8 2 0 . İbn Kesir, Ebu'l-Fida İsmail, Tefsiru'l-Kuı anu l-Azim, Daru'l-Ma'rife, Beyrut 1 9 9 2 , III, 3 9 0 . 8 2 1 . El-Maverdi, Ebu'l-Hasan, en-Nüket ve'l-Uyûn, Thk. Es-Seyyid b. Abdilmaksûd, Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1 9 9 2 , IV, 3 9 7 . 8 2 2 . et-Taberi, Muhammed b. Cerir, Camiu'l-Beyan, Daru'l-Kütübü'l-İlmiyye, Beyrut, 1 9 9 2 , X, 2 9 1
Mu'tezilî müfessir ez-Zemahşerî(ö.538/1143) ise; "fâhişe"yi, "çirkinliği açık bir kabahat ve büyük günah" olarak anlamaktadır. Zayıf bir ihtimal olarak buna, "Hanımlarının Rasûlullah'a karşı gel mesi, ona itaat etmemesi ve onu sıkıntıya sokacak şeyleri ondan iste meleri" manasının da verildiğini belirtmektedir. Ayrıca, buna "zina" manasını verenlerin de olduğunu belirtmekte ancak bu görüşü kabul etmemektedir. Zira Allah'ın, H z . Peygamber'i, ifk hadisesinde oldu ğu gibi, böyle durumlara karşı koruduğunu ifade etmektedir . 823
Çağdaş müfessirlerden es-Sâbûnî de âyetteki "fahişe" kelimesini; "büyük günah" veya "haddi tecavüz eden bir günah" olarak anla maktadır . Yine şiî müfessirlerden Tabatabâî bunu, "son derece kötü ve çirkin olan fiil" diye tefsir etmiştir . 824
825
Bu yorumlardan harekede, İslâm alimlerinin büyük çoğunluğu nun, bu âyetteki "fahişe" kelimesini, "zina" olarak anlamadıkları g ö rülmektedir. Bununla beraber, azınlık da olsa, bazı müfessirler bunu "zina" olarak anlamışlardır. Ancak bunların, adı geçen âyetteki "azâb" kelimesini, "âhiret azabı" olarak açıkladıklarını da görmekte yiz. Bütün bu izahlardan hareketle, incelemekte olduğumuz hadîsin ifade ettiği "recm" hükmü ile, bu âyetin tearuz halinde bulunması söz konusu olmamaktadır. Öyleyse, bu âyetten harekede, evli insan ların zina etmelerinden dolayı uygulanacak cezanın, sayısal bir ceza olarak takdir edilmesi gerektiğini, hadîsin de buna aykın olduğunu söyleyerek onun uydurma olduğuna hükmetmek mümkün görün memektedir. Bütün bu âyedere teenni ile yaklaşıldığında, bunların hiçbirinin söz konusu hadîsin H z . Peygamber'e aidiyetini nefyedecek bir an lam içermediklerini, gerek sahabenin olaya yaklaşımlarından ve ge rekse daha sonraki âlimlerin izahlarından hareketle söylemek müm kündür.
ab. Örnek Hadisin Âyet Olup Olmamasının Kur'ân'a Arzı Örnek hadîsin asgari müştereğini oluşturan kısmının dışında, ba zı rivâycderde onun için; "âyet", "kitaptan", "indirilen", "mus823 c z - Z e m a h s e r î , E b u ' l - K â s ı m C a r u l l a h , el-Keşşaf an Hakâiki't-Tenzîl Akâvil 6 Vucûm't-Te'vü, D â r u ' l - M a ' r i f e , B e y r u t t s z . , III, 2 5 9 .
vc
'Uyûni'l-
824
e s - S â b û n î , M u h a m m e d A l i , .SarVcru't-re/âsîr, M c k t e b c t ü C i d d e , C i d d e t s z . , I I , 5 2 3 .
825
e t - T a b a t a b â î , a.g.e.,
XVI, 3 0 7 .
haftan", "mensûh âyetlerden" vs olduğu yönünde kelimeler kulla nılmaktadır. Bu kelimelerin kullanımında rivâyeder arasında birlikte lik yoktur. Farklı rivâyeder, ilgili metni farklı şekillerde tavsif etmek tedirler. Hadîsi H z . Ömer'den nakleden Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb'in rivâyederinden birinde, bu ifade için "âyet" keümesi kullanılmakta, di ğerinde de bunun Kur'ân'a sokulmasımn "ziyâde" olacağı belirtil mektedir. İlgili hadîse atıfta bulunan bir rivayet Abdurrahmân b. Avf tan gelmektedir. Bunda, H z . Ömer, bu ifadeyi Kur'ân'a ilâve etmekten bahsetmekte, ancak onun nazil olduğunu da belirtmekte, bunun ya nında insanîann bu cezayı tartışma konusu yapmalanna sinirlenmek te ve eğer insanîann "Ömer Kur'ân'a ilâvede bulundu" yönünde baskılan olmayacak olsa, bunu Kitâb'a yazmayı aklından geçirdiğini ifade etmektedir. Abdulah b. Abbâs'ın naklettiği bir rivayette ise, bunun Allah'ın indirdiği farzlardan olduğu belirtilmekte, ancak "âyet" nitelemesi yapılmamaktadır. Bununla beraber, kendilerinin bunu okuduklan, anladıklan ve ezberlediklerini de kaydetmektedir. Bu sahabî'den ri vayet edilen aynı hadîsin başka bir lafzında, "âyetu'r-recm" ifadesi geçmektedir. Aynca H z . Ömer'in "recm âyeti"ni Rasûlullah'a yazdırtma giri şiminin H z . Peygamber tarafından kabul edilmediği yönünde rivâ yeder de bulunmaktadır. Sahabî Ubeyy b. Ka'b'a nisbet edilen rivâ yederde bıı durumu görülmektedir. O, Ahzâb sûresinden bahseder ken, onun Bakara'ya eşit miktarda âyete sahip olduğunu, bundan bazdannın kaldınldığını vc bunlar arasında "âyetu'r-recm"in de ol duğunu belirtmiştir. Bakara suresi 2 8 6 âyet, Ahzâb suresi 73 âyettir. Ahzâb sûresinin Bakara Sûresine denk olduğunu söylemek, Ahzâb sûresinden 213 veya daha fazla âyetin kaybolduğu anlamına gelmektedir. Oysa Yü ce Allah, Kur'ân'ın korunduğunu bddirmektedir . Dolayısıyla bu iddia, Kur'ânla çelişmektedir ve kabul edilmesi mümkün değildir . Ubeyy b. Ka'b'ın H z . Peygamber'in vahiy kâtibi ve Kur'ân'ı en iyi bilen sahabîlerden biri olduğu hatırlanırsa, böyle bir iddianın onun 826
827
826
Bkz. 15. H i c r , 9
827
K e s k i n , Y u s u f Z i y a , Recm
Cezası,
B e y a n Yayınlan, İ s t a n b u l 2 0 0 1 . a . g . e . , s. 1 0 1 .
tarafından söylendiği de şüphelidir. Bunun, seneddeki zayıf râvîler den biri tarafından yapılan bir ziyâde olması kuvvede muhtemeldir. Zeyd b. Sâbit'e nisbet edilen rivâyederde onun bu hadîsi âyet olarak vasıflandırdığı, ama Kur'ân'a yazmadıkları anlaşılmaktadır. Bunun gerekçesi olarak; H z . Peygamber'in H z . Ömer'e yazdırmadı ğı ve aslında yazılmasının da çok önemli olmadığı ve zaten evli Müs lümanların zina ettiklerinde recm edildikleri gibi hususlar zikredil mektedir. Bu arada, H z . Aişe de bu ifadeye atıfta bulunmakta ve; "Recm âyeti ve büyüğün süt emmesi on (âyet) olarak indi. Bunlar sedirimin altındaki bir sahifede idiler. Rasûlullah vefat edince, onun ölümüyle meşgul olduk. Derken bir evcil hayvan içeri girdi ve onu y e d i " de mektedir. Bu hadîse bakılınca, onun indirilen bir âyet olarak vasıflandınldığı görülmektedir. Ancak bir evcil hayvanın adı geçen sahifeyi yemesi olayı, bu âyetin Kur'ân'a girmeyiş sebebi olarak ihsas edil mektedir. Bu anlayışın yanlış olduğu açıktır. Zira H z . Aişe burada, başından geçen bir olayı anlatmaktadır. Şayet bu olayın ona nisbeti sahîh ise, burada kendine ait bir sahifenin bir hayvan tarafından ye nildiğinden bahsedilmektedir. Biz biliyoruz ki, Kur'ân ve hadîsler, sadece H z . Aişe'de yazıh olarak yoktu. Onun dışındaki birçok sahabîde de yazıh nüshalar vardı. Zira elliye yakın vahiy katibinden bah sedilmektedir. H z . Aişe ise vahiy katibi değildir. Öyleyse bu sahife yi, bir başkasından elde etmiş ve böylece kendine ait bir nüsha sahi bi olmuştur. Adı geçen olay da, onun sahifesiyle ilgili olmalıdır. D o layısıyla bu durum, var olan bir âyetin Kuran'a girmemesinin gerek çesi olarak kabul edilemez. 828
Görüldüğü üzere, rivayetler arasında lafiz birliği yoktur. Bu du rum, ilgili vasıflandırmaların manayla rivayetten kaynaklandığı anla mına gelmektedir. Neticede verilen rivayetler, belirli sahabîler tara fından nakledilmiştir, ancak aym sahabeye nisbet edilen rivayetlerde bile farklı lafızlar kullanılmaktadır. Bu durum, râvîlerin hadîste ma nayla rivayet şeklinde tasarrufta bulunduklarım ve metni bozdukları nı göstermektedir. Bir an bu kelimelerin gerçekten sahabeye ait ol duğu düşünülse bile bu durumda konuya açıklık getirmek için bazı soruların cevaplandırılması gerekir.
828
İ b n M â c e , N i k â h , 3 6 ( I , 6 2 5 - 6 2 6 ) ; A h m e d b . H a n b e l , Müsned, V I , 2 6 9 .
1. Acaba "âyet" kelimesi sadece Kur'ân için mi kullanılmıştır? Fazla araştırmaya gerek kalmadan sadece hadîslere bakıldığında, bunun böyle olmadığı görülmektedir. Zira, Tevrat'tan bahsedilen bir rivayette, onda "recm âyeti"nin olduğu söylenmektedir . Buna göre, "âyet" kelimesinin Tevrat cümleleri için de kullanıldığı anlaşıl maktadır. Bununla beraber, hadîste geçen "âyet" vasıflandırmalannın sahabeye ait olamayacağı yönünde görüşler de bulunmakta dır ^. 829
8
2. Cevaplanması gereken diğer soru şudur: " B u rivâyederde zik redilen "Kitâb", her zaman Kur'ân anlamına mı gelmektedir? Kitâb, kelimesi, "inzal" kelimesiyle birlikte zikredilince, ilk anda Kur'ân'ı hatırlatmaktadır. Ancak bu rivâyederde geçen Kitâb'ın Kur'ân olmadığı yönünde yorumlar bulunmaktadır. eş-Şâtıbî'nin konuyla ilgili sorulan bir soruya verdiği cevap, bu anlayışlardan biri dir. Soru, ileride atıfta bulunacağımız bir hadîsle ilgilidir. Bu hadîs te, oğlu zina etmiş olan baba Rasûlullah'a gelip; "Aramızda Allah'ın Kitabı ile hükmet" ifadesini kullanmış, bunun üzerine Rasûlullah da; nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, aranızda Allah'ın Kitabı ile hükmedeceğim" deyip, daha sonra da adamın oğluna yüz değnek, kadına ise recm cezası vermiştir. Bu hadîse itiraz edilmiş ve bunun Allah'ın Kitâbı'na aykırı olduğu, Allah'ın Kitâbı'nda recm ce zasının olmadığı söylenmiştir. eş-Şânbî bu konudaki cevabında şöy le demektedir: "Burada meseleyi müşkil kılan şey, müşterek lafız olan "kitâbullah"ur. Bu, Kuran için kullanıldığı gibi, Allah'ın kullarına hükmetti ği ve farz kıldığı şeyler için de kullandır. Bunlar, ister Kurân'da yazdmış olsun, isterse olmasın. Tıpkı Allah'ın; "KitâbaJlahi alcyküm" ifadesindeki gibi. Bu ifade, "Allah'ın farzı ve hükmü" demektir !. Kur'ân'da bu şekilde geçen ifadeler hep bu manaya gelmektedir" . 83
832
Merhum Hamidullah da buna uygun bir yorum yapmakta ve şöyle demektedir:
829
Bkz. Buhâri, Muharibin, 2 4 ( V I I I , 2 2 ) ; Müslim, H u d û d , 2 6 (III, 1 3 2 6 ) .
830 831
B k z . M u s t a f a Z e y d , en-Ncsh 6'1-Kur'ini'l-Kerim, Dâru'l-Vefâ, 1 9 8 7 , 1 , 2 8 3 . el-'Aynî d e , b u terkibin b u m a n a d a o l d u ğ u n u b e l i r t m e k t e d i r ( B k z . el-'Aynî, a.g.e., XXIII, 4).
832
e ş - Ş â t ı b î , cl-İ'tisâm,
II,484.
Buhârî vc diğer sahîh kitaplarda, H z . Ömer'in; "Recm âyeti Kur'ân'dan bir âyet idi" dediği nakledilmiyor. Aksine onun şöyle de diği naklediliyor: " B u (yani recm hükmü) Allah'ın Kitabında vardı". Bunun manası önemlidir. Çünkü Allah'ın Kitabı, Kur'ân'dan ibaret değildir. Kur'ân'ın birçok âyetinde Kitab ismi, ve "KeTcBe" kökü, "hüküm" manasında kullanılmıştır. Meselâ: "...Namaz
ırhi'minlcre
vakitli
olarak
farz
kılınmıştır
(kitaben
833
m e v k u t a ) " , âyetinde "kitâb"; "farz, hüküm" manasına gelmekte dir. "Namaz kitaptır" diyemeyiz. Böylece âyetin anlamı; "Muhakkak ki namaz, belirli vakiderde mü'ıninlere kılınan bir farzdır" olur. Bi naenaleyh, H z . Ömer'in mezkûr sözü, şu manaya gelir: "Allah'ın farz kıldığı, hükmettiği şeyler arasında recm de vardı". Yoksa H z . Ömer, "Kur'ân'dan bir âyet idi" dememiştir" . 834
Hamidullah devamla farklı iki izah tarzı daha sunmaktadır. İlk izahı şöyledir: "Allah Teâlâ, birçok Peygamber'e çeşitli kitaplar göndermiştir. Tevrat da, Zebur da, Suhufu İbrahim de, İncil de Allah'ın Kitapları dır. Öyleyse H z . Ömer, daha önceki kitaplarda veya bunlardan bi rinde recm hükmünün mevcut olduğunu kastetmiş olabilir. Nitekim Kurân-ı Kerim, kendilerinden önceki şeraidere göre hareket etmele rini -İslâm şeraiti ilga etmediği sürece- Müslümanlara emretmekte dir. Orada yirmi kadar Peygamber'in ismi zikredildikten sonra; 835
"İşte
onlar
Allah'ın
hidâyet
ettiği
kimselerdir.
Onların
yoluna
836
uy..." buyurulmaktadır. Bunun manası açıktır. Allah, daha önce ki Peygamberlere verdiği talimata göre hareket edilmesini emret mektedir . 837
Hamidullah'ın diğer izahı ise şöyledir: "Son ve zayıf bir ihtimal olarak, H z . Ömer -şayet recm Kur'ân'dan bir âyettir demişse- yanılmış olabilir. Hüküm şeklinde Müslümanlara emredilen bir hususun, Kur'ân'a dercediJmesini iste miş olabilir. Fakat bunda tereddüdüm vardır: H z . Ömer, Buhârî'nin 833 4 . N i s a , 1 0 3 . 834
H a m i d u l l a h , M u h a m m e d , Kur'ân-ı Kerim Tarihi Ders Notlan, Ç e v . S u a t Y ı l d ı r ı m , A t a t ü r k Üniversitesi İlahiyat F a k ü l t e s i Y a y ı n l a n , E r z u r u m 1 9 7 8 , s. 2 7 .
835
6. E n ' â m , 8 4 - 9 0 .
836
6. E n ' â m , 9 0 .
837
H a m i d u l l a h , Kur'ân-ı Kerim Tarihi, s. 9 2 .
Kerim
Tarihi Ders Notlan,
s. 2 7 - 2 8 ; H a m i d u l l a h ,
Kur'ân-ı
bildirdiğine göre, şöyle demiştir: " E ğ e r insanların, "Ömer, Kur'ân'dan olmayan şeyi Kur'ân'a dercediyor" ithamlarından korkmasaydım, recm hükmünü Kur'ân'a ithal ettirirdim". Yine bu riva yette şunu da diyor: "Biz recm hükmüyle, H z . Peygamber devrinde vc ondan sonra şimdiye kadar amel ettik. Sonradan gelenler, recme ait Kur'ân'da bir âyet bulamayınca, " B u hükmün aslı yoktur" diye ceklerdir". İşte H z . Ömer'in bu açık ifadelerinden şunu çıkarıyorum ki, H z . Ömer de rccmin Kur'ân'dan bir âyet olmadığım biliyordu. Fakat bunun âyet olduğunu iddia etmemekle beraber, insanların ilerde recm hükmünü reddetmelerinin önüne geçmek için, bu hük mün zeyl veya not kabilinden Kur'ân'da yer almasını arzu ediyor d u " . Nitekim yukarıda nakledilen rivayetlerin birinde geçen "/? nâlıiyctin mine'l-Mushafi (Mushafin bir kenarına)..." lafzı, bu gö rüşü teyit etmektedir. 8 3 8
839
Hadîsin manayla rivayet edilmesi, rivâyeder arasında lafiz farklı lıklarının bulunmas., gerek eş-Şâtıbî ve gerekse Hamidullah'ın açık lamaları, bu lafızların Kur'ân'a uygun olmadığını dolayısıyla böyle bir âyetten bahsedilemeyeceğini göstermektedir. Râvilerden bir kıs mının, rivayette geçen "kitâb"keiimesini Kur'ân zannederek manay la rivayet esnasında "Kur'ân" veya "âyet" şeklinde rivayet etmiş ol maları kuvvede muhtemeldir. Bunu teyid eden hadîsler de vardır. Bu hadîslerde, söz konusu ifadenin âyet değil, hadîs olduğu açıkça be yan edilmektedir. Bu rivayetlerin kaynağı H z . Ali'dir. Buhârî'de nak ledilen bir haberde, şu ifadelere yer verilmektedir: "Şa'bî'nin H z . Ali'den rivayet ettiğine göre, H z . Ali bir cuma günü (zina eden) bir kadım recmettirdiği zaman şöyie demiştir: "Ben bu kadım Rasûlullah'ın sünneti ile recmettim" . 840
Bir başka rivayette ise, bu konuyla ilgili şu ifadeler yer almakta dır: "...Şurahâ'nın kocası Şam'da değildi. Şurahâ hamile kaldı. Mevlası onu Ali b. Ebî Tâlib'e getirdi ve dedi ki; " B u zina etti". Kadın da suçunu itiraf etti. Bunun üzerine H z . Ali, Perşembe günü kadım celdeletti, cuma günü recmettirdi...Sonra H z . Ali şöyle dedi: "Recm, Rasûlullah'ın koyduğu bir sünnettir..." . 841
838
H a m d u l l a h , Kur'in-ı
839
A h m e d b . H a n b e l , M ü s n c d , 1, 2 3 .
Kerim Tarihi Ders Notlan,
840
B u h â r i , Muharibin, 2 1 (VIII, 2 1 ) .
841
e s - S a ' â r î , A h m e d A b d u r r a h m â n , cl-Fethu'r-Rabbani, Beyrut T s z . , X V I , 9 4 - 9 5 .
s. 2 7 - 2 8 .
D â r u Ihyâi't-Turâsi'l-Arabî
Bu rivayetlerden de anlaşılacağı üzere, H z . Ali, bariz bir şekilde bu cezanın Rasûlullah tarafından konulmuş bir sünnet olduğunu söylemektedir. Örnek hadîsin farklı rivâyederi bütünlük içerisinde değerlendiri lip görüldü ki, söz konusu hadîsin bir bölümü (asgari müştereği), bütün rivayetlerde aynı lafızlarla zikredilmekle beraber, diğer kısım larında farklılıklar bulunmaktadır. Rivâyetlerdcki bu farklılıkların iki temel nedeni olabilir: 1. Anlatılanların farklı olması: Bir kısım rivâyetlerdcki bu farklı lıklar, olayların farklılığından kaynaklanmaktadır. Zira her bir sahabî (Hz. Ömer, Zeyd b. Sabit, Ubeyy b, Ka'b), aynı hadî si farklı olaylarla bağlantılı olarak anlatmıştır. 2. Râvîlerin farklılığa neden olması: Değişik sahabîîerin rivâyetlerindeki farklılıklar, değişik bağlamlarda anlatmaları sebebiy le ortaya çıkmakla beraber, aym sahabînin rivayeti (mesela H z . Ömer'e nisbet edilen rivâyeder), daha sonraki râvîler ta rafından farklı şekillerde anlatılmaktadır. Bunun muhtemel sebeplerini şu şekilde özedemek mümkündür: a. Her râvî, olayı kendi kelimeleriyle anlatmıştır (manayla ri vayet). b. Râvî, kendine yöneltilen bir somdan veya, o andaki şartlar dan dolayı, olayın sadece ilgili bölümünü anlatmıştır (ihti sar, takti') c. Râvî, aradan zamanın geçmesi, unutması, yaşlanması nede niyle olayın tamamını hatırlayamamış, dolayısıyla aklında kalanı aktarmış, veya olayı başka bir olayla karıştırmış ola bilir d. Râvî, kendinden kaynaklanan nedenlerle (sözün söylendiği anda, uzakta bulunması, sözün yarısında içeriye girmesi, kalabalıktan dolayı aynnülara dikkatini verememesi, kültür seviyesinin düşüklüğü gibi) olayı doğru algılayamamış ola biliri Bütün bunlardan harekede, değerlendirmesi yapılan hadîsin "âyet" olduğunu belirten veya îmâ eden ziyâde lafızların, Kur'ân'a 842
Lafizlardaki m u h t e m e l farklılıkların sebepleri için b k z . Yıldırım, E n b i y a , Hadîs Yorumculuğu, R a ğ b e t Yayınlan, İ s t a n b u l 2 0 0 2 , s s . 1 6 - 1 8 .
Geleneksel
ve H z . Ali'nin sözlerine arzı sonucu sahîh olmadıkları ortaya çık maktadır. Bu anlayışların, hadîslerin rivayeti esnasındaki râvî tasar ruftan sonucu oluşturulduğu ortaya çıkmaktadır. Ayrıca bu rivayet lerin hiçbirinde, söz konusu hadîs için "lafzı mensûh, hükmü b a k î " şeklinde bir değerlendirme bulunmamaktadır. Dolayısyla bu ifade nin daha sonralan İslâm alimleri tarafından formülleştirilmiş olduğu nu söylemek mümkündür. b. Örnek Hadîsin Aynı Konudaki Diğer Hadîslere Ana Örnek hadîsin, diğer kısımlanndaki bu farklılıklara rağmen, onun asgari müştereğini oluşturan kısmını teyid eden başka rivayetler de bulunmaktadır. Bu rivayetlerden bazıları kavlî, bazdan da fiilî hadîs lerdir. Bunlar aynı zamanda, söz konusu hadîsin şahit veya âzıdlan olmaktadır. Örnek Hadîsin Kavli Hadislere A r a Bu araştırmanın asıl amacı, zinanın cezasını araştırmak olmayıp, bir hadîsin sened ve metin tenkidindeki bütünlüğün nasıl sağlanaca ğım göstermek olduğundan, tafsilata girilmeksizin sadece, âzıd olma niteliğindeki rivâyeder nakledilmekle yctinileccktir. Ubâde b. es-Sâmit şöyle dedi: "Resûlullah'a vahy indirildiği za man, bu durum ona ağır gelir ve yüz ifadesi değişirdi. Bir gün yine kendisine vahy indirildi, aynı şekilde aldı (karşıladı) ve vahy kendisin den kaldmhnca şöyle buyurdu: Benden alın/öğrenin (huzû annî). Allah, onlar (zinakârlar) için bir yol gösterdi (fekad cealailahu Ichünnc sebM). Seyyib seyyible, bekâr bekârla (zina ederse); seyyibe, yüz değnek sonra taşla recm (cs-Seyyibu celdu mietin sümme reemün bi'l-hicârcti); bekâra, yüz değnek sonra bir sene sürgün (ve'l-bikru celdu mietin sümme nefyu senetin) (cezası uygulanır) . 843
Diğer bir rivayet ise "tahrimu 'd-dem " diye isimlendirilen hadîs tir. (...) Resûlullah; "Allah'tan başka ilâh olmadığına ve benim onun Resulü olduğuma şehadet eden Müslüman bir kimsenin kanı, ancak
843
A b d u r r e z z â k , a.g.e., V I I , 3 1 0 , 3 1 1 , 3 2 9 ; İ b n E b î Ş e y b e , H u d û d , 1 2 1 ( V I , 5 5 S ) ; M ü s l i m , H u d û d , 13 ( 1 1 1 , 1 3 1 6 - 1 3 1 7 ) , 14 (111,1317); E b û Dâvud, H u d û d , 23 ( 1 1 , 5 4 9 ) ; T i r m i z î , H u d û d , 8 ( I V , 3 2 ) ; A h m e d b . H a n b e l , Müsned, 111,476; İ b n M â ce, H u d û d , 7 (11,852-853); Dârimî, H u d û d , 19 (IJ.236); İbn Hibbân, Hudûd, H . N o : 4 4 0 9 (VI,301), H . N o : 4 4 0 8 (VT,301), H . N o : 4 4 1 0 (VI.301).
şu üç şeyden biri ile helâl olur: Zina eden seyyib, cana karşı can; di nini terk edip, cemaatten ayrılan" buyurdu . 844
Bu rivâyederde, zinadan dolayı verilecek cezanın tafsilatına giril mekte ve sadece muhsan olanların değil, aynı zamanda, evli olma yanların da cezası zikredilmektedir. Bu rivâyeder, söz konusu hadîsi desteklemekte ve onun şâhideri olmaktadırlar. Örnek Hadisin Uygulamalara Arzı Burada bütün uygulamalardan bahsedilmeyecek, sadece Rasûlul lah döneminde yapılan iki uygulama zikredilecektir. Bu uygulamalardan biri Mâ'iz b. Mâlik'le ilgilidir. (...) Sa'îd b. Müseyyeb, şöyle anlattı: "Esiem'den bir adam, Ebû Bekr'e geldi ve (kendisini kasdederek); "Bu alçak/rezil zina etti" de di. Ebû Bekr; "Bunu benden başkasına anlattın mı?" diye sordu. Adam; "Hayır" dedi. bunun üzerine Ebû Bekr ona; "Allah'a tövbe et! Allah'ın gizlediğini sen de gizle! Allah, Kullarının tövbesini kabul eder" dedi. Adamın kalbi mutmain olmadı ve Ömer b. Hattâb'a gel di ve Ebû Bekr'e anlattığını Ömer'e de anlattı. Ömer de ona, Ebu Bekr'in dediğini dedi. Adamın kalbi mutmain olmadı, Resûlullah'a geldi ve şöyle dedi: "Bu alçak/rezil zina etti". Sa'îd dedi ki; Resû lullah üç defa ondan yüzünü çevirdi. Adam yine üsteleyince, Resû lullah o adamın yakınlarına haber gönderdi ve adamda; "Aklını gi deren bir rahatsızlık mı yoksa delilik mi var?" diye sordu. Yakınları; "Yâ Resûllah! Allah'a yemin olsun ki o sağlamdır" dediler. Resûlul lah; "Bekâr mı? Seyyib mi?" diye sordu. Onlar; "Bilakis seyyibtir Yâ Resûlallah" dediler. Bunun üzerine Resûlullah emretti ve adam recmedildi" . 845
Diğer uygulama Gamidiyye'li kadınla ilgilidir. (...) Abdullah b. Büreyde'nin babası şöyle anlata: " Resûllah'ın yanında oturuyordum. Gâmid oğullarından bir kadın Resûlullah'a 844 B u h â r i , D i y â t , 6 ( V I I I , 3 8 ) ; M ü s l i m , K a s â m e , 2 5 ( 1 1 1 , 1 3 0 2 - 1 3 0 3 ) , 2 6 ( 1 1 1 , 1 3 0 3 ) ; F.bû D â v u d , H u d û d . 1 ( 1 1 , 5 3 0 - 5 3 1 ) ; N e s â î , T a h r i m , 5 ( V l I , 9 0 - 9 2 ) , 11 ( V I I , 1 0 1 102), 14 ( V I I . 1 0 3 ) ; Dârimî, H u d û d , 11 (11,288); İbn H i b b â n , H u d û d , H . N o : 4 3 9 0 ( V I , 2 9 4 ) , H . N o : 4 3 9 1 ( V 1 . 2 9 5 ) ; A h m e d b . H a n b e l , Müsncd, 1,6162,63, 65, VI.181,214. 845 Mâlik, H u d û d , 2 ( 1 1 , 8 2 0 ) ; A b d u r r e z z â k , a.g.e, V I I , 3 1 9 - 3 2 4 ; İ b n E b î Ş e y b e , H u dûd, 120 ( V I , 5 5 0 - 5 5 4 ) ; Buhâri, H u d û d , 2 1 (V1II,21), 2 8 ( V I I I , 2 4 ) ; Müslim, H u dûd, 16 (111,1318), 2 0 (III, 1 3 2 0 - 1 3 2 1 ) , 2 2 ( I I I , 1 3 2 1 - 1 3 2 2 ) , 2 3 ( I I I , 1 3 2 3 ) ; E b û Dâvud, H u d û d , 2 4 (11,550-554); Dârimî, H u d û d , 12 ( 1 1 , 1 7 6 - 1 7 7 ) , 14 ( I I , 1 7 8 ) .
geldi ve; "Ey Allah'ın Resûlu! Ben zina ettim, beni temizle!" dedi. Resûlulah onu geri çevirdi. Ertesi gün olunca kadın; "Yâ Resulallah! Beni neden geri çeviriyorsun? Galiba beni, Mâiz'i geri çevirdiğin gi bi geri çevireceksin. Vallahi ben gebeyim!" dedi. Resûlullah; "Öy leyse, doğurancaya kadar git!" dedi. Kadın doğum yapınca, bebeği bir bez parçası içinde getirdi ve; "İşte! Onu doğurdum!" dedi. Re sûlullah; "Git de bu çocuğu sütten kesilinceye kadar emzir!" dedi. Kadın onu sütten kestikten sonra, elinde bir parça ekmek olduğu halde çocuğu getirdi ve; "İşte Ey Allah'ın Resûlu! Onu sütten kes tim. Yemek yemeğe de başladı" dedi. Bunun üzerine H z . Peygam ber, çocuğu Müslümanlardan birine verdi. Sonra emretti ve kadın için göğsüne kadar bir çukur kazdırdı. Cemaate de emir verdi ve ka dını recmettiler. Hâlid b. Vcîîd, gelerek başına bir taş attı da, kan, Hâlid'in yüzüne sıçradı. Bunun üzerine kadına hakaret etti. Resûlul lah, onun kadına hakaret ettiğini duyarak; "Yavaş ol! Ey Hâlid! Nef sim, kudret etinde olan Allah'a yemin olsun ki, bu kadın öyle bir tevbe etti ki; onu bir rüşvetçi tahsildar (sâhibu meks) yapsaydı mudaka mağfiret olunurdu" dedi. Sonra kadın (ın getirilmcsini)ı emrederek, cenazesini kılmış ve kadın defnedilmiş" . 846
Gerek sözlü rivâyeder ve gerekse bu uygulamalar, söz konusu ha dîsin anlamım destekleyerek onun sahîh olmasına katkıda bulun makta, başka bir ifadeyle onun şahit/âzıdlan olmaktadırlar. Buna göre, söz konusu hadîsin H z . Peygambcr'c ait olduğu yönündeki kanaat iyice güçlenmektedir. c. Örnek H a d M a Tarihi Bilgilere Arzı Tarihi bilgilerden harekede, recmin ilk ve orijinal olarak İslâm hukukunun uygulamaya koyduğu bir ceza olmadığı anlaşılmaktadır. Hatta, ceza şekli recm olmasa da, zina edenlerin ölüm cezasına çarp tırılması gerektiğinden bahseden başka hukuklar da bulunmaktadır. Eski Mısır hukukunda, henüz baba evindeki kızı iğfal eden kişi idam cezasına çarptırılırdı. Japon hukukunda zina edenlere idam ce zası verilirdi. Moğol hukukunda, evli kadınının ırzına musallat olana idam cezası verilirdi. Manu mecellesinde, zina eden kadının köpek lere yedirileceği, zina eden erkeğin de yakılacağı yönünde rivâyeder
846
İbn Ebî Şcybc, H u d û d , 123 ( V I , 5 5 7 ) ; Müslim, H u d û d , 2 2 ( I I I , 1 3 2 2 ) ; 2 3 ( I I I , 1 3 2 3 - 1 3 2 4 ) ; Dârimî, H u d û d , 1 7 (11,179)
vardır. Asur hukukunda da ölüm cezası verilirdi. Eti hukukuna gö re, karısını zina ederken suçüstü yakalayan kocaya onları öldürme hakkı verilmişti. Aynı durum Yunan hukukunda da v a r d ı . 847
İslâmdan önceki dinlerde de bu durum söz konusuydu. Gerek Tevrat'ta ve gerekse İncil'de, zinakârlann recmedileceği yönünde ifadeler bulunmaktadır. Müstakil olarak recm cezasını inceleyenler, bunlara değinmişlerdir . Dolayısıyla burada, sadece birkaç örnekle yetinilecektir. 848
1. "Yazıcılar ve Ferisiler, zinada tutulmuş bir kadın getirdiler; onu ortaya koyarak, İsa'ya dediler: Muallim! Bu kadın zina işlemek te iken tutuldu. Bu gibilerin taşlanmasını Musa şeraiti bize emret miştir, sen ise ne dersin? İsa'yı suçlu çıkarmak için kendisine bunu dediler. Fakat İsâ ise yere eğilip parmağı ile yere yazı yazıyordu. Ve kendinden sormakta devam etmeleri üzerine doğruldu ve onlara de di: Kadının üzerine önce sizden günahsız olan taş atsın. Ve yine eği lip yere yazı yazıyordu. Bunu işittikleri zaman ihtiyarlardan başlayıp sonuncusuna kadar birer birer çıktılar. İsa'yı yalnız bıraktılar, kadın da ortada idi. İsâ doğrulup ona dedi: Kadın onlar nerede? Kimse sa na hükmetmedi mi? Kadın: Kimse, ya Rab dedi. İsâ: Ben de sana hükmetmem, git, bundan sonra günah işleme! d e d i " . 849
2 . "Ve başka birinin karısı ile zina eden, komşusunun karısı ile zi na eden adam, hem o, hem de kadın mutlaka öldürülecektir. Ve ba basının karısı ile yatan, babasının çıplaklığım açmıştır; ikisi de mudaka öldürüleceklerdir; kanlan kendi üzerlerinde olacaktır" . 850
3. "Eğer bir adam, başka bir adamın kansı olan başka bir kadın la yatmakta olarak bulunursa, o zaman kadınla yatan adam ve kadın, onlann ikisi de öleceklerdir; ve kötülüğü İsrailden kaldıracaksın. Eğer kız olan bir genç kadın, bir adama nişanlı ise ve bir adam onu şehirde bulup onunla yatarsa, o zaman onlann ikisini de o şehrin ka pısına çıkaracaksınız ve onlan, şehirde olduğu halde bağırmadığı için kadını, ve komşusunun kansını alçaltoğı için erkeği taşla taşlayacak sınız ve ölecekler ve kötülüğü aranızdan kaldıracaksın" . 851
847
B k z . K e s k i n , Y u s u f Z i y a , Recm
848 849
B k z . K e s k i n , a.g.e., s. 2 7 - 2 9 . Kitabı Mukaddes Eski ve Yeni Ahit ( T e v r a t ve İ n c i l ) , K i t a b - ı M u k a d d e s Şirketi, Z a fer M a t b a a s ı , İ s t a n b u l , 1 9 9 1 , Y u h a n n a , 8: 3 - 1 1 .
Cezası,
850
J G r a b - / M u k a d d e s , Levililer, 2 0 : 1 0 - 1 1 .
851
Kitabı
Mukaddes,
Tensiye, 2 2 : 2 2 - 2 4 .
B e y a n Y a y ı n l a n , İ s t a n b u l 2 0 0 1 , s. 2 5 - 2 7 .
Yahudilik ve Hrıstiyanlıkta var olan bu cezanın, Tevrat'ta varlığı nı gösteren hadîsler de vardır, Rasûlullah'a, zina etmiş bir Yahudi er kek ve kadının getirildiği, onlara nasıl ceza verilmesi gerektiğini sor dukları, H z . Peygamber'in de Tevrat'a baktırdığı ve orada bu ceza nın var olduğunu gördüğü ve onlann recmedilmelcri yönünde karar verdiği, hadîs kaynaklarında geçmektedir . 852
Eski dinlerde ve hukuklarda var olan bu ceza, cahiliye Araplan ta rafından da bilinmekteydi Daha önce bahsedilen bir Buhâri hadîsi bunu göstermektedir. Buhâıî'de, 'Amr b. Meymûn şunu anlatmıştır: "Cahiliye dönemkideyken zina etmiş bir maymun gördüm. Diğer maymunlar onun başına toplanıp onu recmettiler. Ben de onlarla birlikte recmettim" . 833
Cahiliye döneminde olmuş bir işin bu şekilde takdim edilmesi, onlar tarafından zinanın suç olarak kabul edildiğine ve cezasının da recm olduğuna işaret etmektedir. Muhtemelen bu cezanın içeriğin de farklılaşmalar da olmuş ve recm, sadece zinadan dolayı değil baş ka suçlardan dolayı da toplumda uygulanan sembolik bir hüviyet ka zanmıştır. Zira cahiliye Araplarmın bazı uygulamalannda, taşlama anlamında recinin kullanıldığını ama bir öldürmenin olmadığını gös teren nakiller de bulunmaktadır. Bunlardan birine göre, Araplarda birisine karşı şiddetli bir düş manlığı olan kimse, Ukaz Panayırını beklerdi. Şöyle ki: Bir adam iha nette bulunduğunda veya büyük bir suç işlediğinde, Araplardan bi ri, Ukaz Panayınna gider, "ihanet bayrağı"nı çeker, içlerinden başka bir adam da ayağı kalkar, bu ihaneti dile getirir ve şöyle derdi: Dik kat edin! Falan oğlu falan ihanette bulunmuştur (bir suç işlemiştir). Onun yüzünü iyi tanıyın! Onunla akrabalık kurmayın! Onunla bir likte oturmayın! Onu dinlemeyin!". O adam (yaptığı suçtan) piş manlık duyar, kendisini ıslah ederse, ne âlâ; aksi takdirde onun sure ti bir mızrağa asılır, Ukaz Panayınna dikilir, sonra recmedilirdi (taş lanırdı)" . Dikkat edilirse, eski Arapların bazı uygulamalannda, sa dece zina suçu değil, başka suçlann da recme tabi tutulduğu, ne var 854
852
B k z . Müslim, H u d û d , 2 6 ( I I I , 1 3 2 6 ) ; Buhâri, H u d u d , 2 4 ( V I I I , 22);Tirmizî, H u dûd, 10 (IV, 3 4 ) ; İbn Mâcc, H u d û d , 10 (II, 8 5 5 ) .
853
Buhâri, Menâkıbu'l-Ensâr, 2 7 (IV, 2 3 8 ) .
854
c l - M e r z û k î , E b û Ali e l - İ s f c h â n î , Kitâbu'l-Ezmine vc'1-Emkine, Haydarâbâd 1332 h., I I , 1 7 0 ; Y ı l m a z , İ b r a h i m , Panayırlar ve Arap Dili ve Edebiyatının Gelişmesinde Oynadığı Rol ( B a s ı l m a m ı ş d o k t o r a t e z i ) E r z u r u m 1 9 9 7 , s. 1 1 8 - 1 1 9 .
ki; insanın kendisinin değii de, suretinin recmediidiği zikredilmekte dir. Hatta onlarda, bazen hırsızlıktan dolayı recm cezasının uygulan dığına dair rivayetler de vardır . 855
Bütün bunlar, recm'in İslama özgü orijinal bir ceza olmadığını, geçmiş dinler ve kültürlerde de var olduğunu, bu manada adı geçen cezanın Arap toplumunun yabancısı olmadığını göstermektedir. Islâmdan önce de var olan bu cezanın, İslama ne zaman girdiği konusu tartışmalıdır. Aslında bu konuda kesin bir bilgi de yoktur. Ancak, recm uygulamalan ile, ilgili âyetlerin nüzul tarihleri mukaye se edilmiştir. Bu mukayeseler, sübûtu konusunda zann-ı gâlib olu nan recm hükmünün, hala geçerli olup olmadığını tesbit için yapıl maktadır. Sahabe ve ondan sonraki nesiller, zaman zaman bu konuyu tar tışmışlardır. Buhâri'de nakledilen bir hadîs, bunu göstermektedir. Bu hadîste eş-Şeybânî şunları söylemektedir: "Ben Abdullah b. Ebî Evfâ'ya; "Rasûlullah recm etti mi?" diye sordum. O da; "evet" diye cevap verdi. Ben tekrar; "Rasûlullah, Nûr Sûresi'nin nüzulünden önce mi, yoksa sonra mı recmetti?" diye sordum. Abdullah b. Ebî Evfâ; "Bunu bilmiyorum" d e d i " . 856
Bu rivayetin farklı bir versiyonunda, İbn Ebî Evla, "Maide Sûresi'nden önce mi sonra mı?" sorusunu sormaktadır. Bu rivayet ince lenmiş ve "Maide Sûresi" lafzının doğru olmadığı zikredilmiştir . 857
Burada Nûr Sûresinini sorulmasının gayesi, "zina eden kadınla zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun... ' * âyetinin, bu cezadan önce mi, sonra mı nazil olduğunu tesbit etmektir. Bu bilgi nin şu faydası olacaktır: Eğer recm, bu âyetin nazil olmasından önce vaki olmuşsa, recmin bu âyet ile mensûh olduğunu söylemek ve zi nanın cezasının yüz değnek olduğuna hükmetmek mümkündür. Eğer recm cezasının uygulaması, bu âyetin nüzulünden sonra ise, bu durumda zina eden evliler hakkındaki değnek cezasının mensûhiyeti veya bu âyetin hükmünün sünnetle, evli olmayan zanilere tahsisi mümkün olacaktır . 5 8
859
855 B k z . K e s k i n , a . g . e . , s. 3 3 . 856 B u h â r î , M u h a r i b i n , 2 1 ( V I I I , 2 1 ) . 857 B k z . e l - M u r s a f i , a . g . e . , s. 6 8 - 7 1 ; K e s k i n , a . g . e . , s. 1 3 2 . 858 2 4 . N u r , 2 . 859 B k z . İ b n H a c e r , Fcthu'l-Bârî,
XII, 100.
Buhârî sarihleri el-Aynî ve İbn Hacer, bu konuyu araştırmış ve şu sonuca varmışlardır: Adı geçen âyet, ifk hadisesi sırasında nazil ol muştur. İfk hadisesinin tarihi konusunda, hicri 4,5,6 gibi farklı ra kamlar zikredilmektedir. Buna göre recmin bu tarihlerden sonra da uygulandığı ortaya çıkmaktadır. Zira recm uygulamalarında, Ebû Hureyre ve İbn Abbâs hazır bulunmuştur. Ebû Hureyre, hicretin yedinci yılında Müslüman o l m u ş , İbn Abbâs ise annesiyle birlik te, hicretin dokuzuncu yılında Medine'ye gelmiştir . Aynca Cüheync'li kadının rccminde Hâlid b. Vclîd de bulunmuştur. Hâlid hicretin 8. yılında Müslüman olmuştur. Buna göre recm uygulama sının, celde âyetinden sonra olması kuvvetle muhtemeldir . 860
861
862
H z . Ömer ve H z . Ali'nin hilafeti dönemlerinde bu cezanın uy gulandığını ifade eden rivayetler daha önce zikredilmşti. Bu durum hatırlanarak, söz konusu hadîs, tarihî bilgilere arz edildiğinde, recm olgusunun tarihen var olduğu ve mensûh olmadığı fikri ortaya çık maktadır. Ancak, hususen incelenen hadîsin, H z . Peygamber tarafından ne zaman söylendiğini tesbit etmek mümkün olamamıştır. Sahabî râvî ler olan H z . Ömer, Ubeyy b . K a ' b , Zeyd b. Sâbit'in doğum ölüm tarihlerinden hareketle böyle bir bilgiye ulaşmak mümkün görünme mektedir. Çünkü bunlar, başlangıçtan beri H z . Peygamber'in yanın da bulunan sahabilerdir. Dolayısıyla, bu hadîsin H z . Peygamber ta rafından ne zaman söylendiği hususunda net bir tarihe ulaşmak zor dur. Bununla beraber, bahse mevzu olan hadîsin rivayet edildiği ta rihleri yaklaşık olarak tesbit edebilmek mümkün görünmektedir. Zi ra H z . Ömer bunu, ölümüne yakın bir zamanda, Zeyd b. Sabit de, Kur'ân'ın Mushaflaştırılması aşamasıyla bağlantılı olarak rivayet et miştir. Buna göre, söz konusu hadîsin rivayet yıllan yaklaşık olarak H z . Ebû Bekr ve H z . Ömer'in hilafet yıllan olmaktadır. Bu dönem lerde, ilgili hadîsin halk arasında çok yaygın olmadığını, her dört sahabî'nin açıklayıcı ifadeler kullanma zarureti içerisinde bulunmalanndan hareketle söylemek mümkündür.
860
B k z . d - - A y n î , 'Umdetü'l-Kâri,
861
İ b n H a c e r , Fethu'l-Bâri,
862
K e s k i n , a.g.e,,
s. 1 3 4 .
X X I I I , 2 9 1 ; İ b n H a c e r , Fethu'l-Bâri,
XII, 100.
X I I , 100.
d. Örnek Hadisin Akla A r a Allah'ın insanlara bahşettiği nimederden en büyüğü akıldır. Ya ratılıştan verilen bu nimet, zamanla, kazanılan bilgi ve tecrübelerle donanımlı hale gelir. İnsanın dinen muhatab kabul edilebilmesi için gerekli ön şartlardan biri sayılan aklın korunması için İslam, gerekli tedbirleri almış ve ona zarar verecek her şeyi insanlara yasaklamıştır. Fıtraten akıllı olan herkeste, hafiza/belleme, hatırlama, dikkat, anla ma, mukayese ve düşünme gibi aklî melekeler/fonksiyonlar bulu nur . 863
Bu öneme sahip olan akıl, modernizm ile birlikte sıkça kullanılan kavramlar arasında yer almıştır. Modernizm öncesinde akla önem ve rilmiş ancak bu, sınırlı alanlarda olmuştur. Özellikle dini alanlarda kişiler, bir otorite tarafından hemen susturulabilmişlcrdir. Oysa mo dern insan, otoritenin arkasında da aklî sebepler aramaktadır. Buna dayanarak, modernizm etkisindeki Müslümanların ortaya attığı, Kur'ân ve sünnetin zahiri manalarının değil, onlann arka planında yatan gerçek gayelerinin teshirinden çıkarılacak yeni sosyal ve siyasal prensipler, yeni bir hayat felsefesi çıkarma faaliyetlerini yürütmede en önemli fonksiyon akla yüklenmiş, bir anlamda modernizmin his lerin ve hurafelerin esiri olarak değil, akim hakimiyeti altında hedef lerine ulaşmasının gereğine dikkat çekilmiştir . 864
Batıda ve İslâm düşünürlerinde akla atfedilen bu değere rağmen, Bergson gibi bazı batılı düşünür ve filozoflar, aklın hakikate ulaşma da tek ölçü olamayacağını savunarak, aklın tek başına hakikati anla madaki yetersizliğini ifade etmektedirler . Bu endişelerin kaynağı, insanîann hislerinin, tecrübelerinin, çevreden aldığı telkinlerin de akıl üzerinde etkili olmasıdır. Bu açıdan, bazı yazarlara göre, mahza akıldan bahsedilemez . 865
866
Klâsik hadîs eserlerinde, bir hadîsin uydurma olduğunu anlamak için zikredilen prensipler arasında "akıl" da zikredilmektedir . Son 867
863
H a d î s l e r d e akıl ve aklî m e l e k e l e r için b k z . C o ş k u n , S e l ç u k , B i r Eğitimci Olarak Hz. Peygambar'in İnsan Anlayışı, E k e v Y a y ı n l a n , E r z u r u m t s z . , ss. 8 0 - 8 5 , 2 6 4 - 2 7 6 . .
864
H a t i b o ğ l u , İ b r a h i m , İslamda Yenilenme Düşüncesi Açısından Modernistierin Sün net Anlayışı, İ s t a n b u l 1 9 9 6 ( B a s ı l m a m ı ş D o k t o r a T e z i ) , s. 1 3 7 ( T u n a y a , Z a f e r T a n k , İslamcılık Akımı, 2 . b . , İ s t a n b u l 1 9 9 1 , s. 2 4 0 ' t a n n a k l e n )
865
H a t i b o ğ l u , a . g . e . , s. 1 3 7 - 1 3 8 ( E r o l G ü n g ö r , Modernizm Yıl:2, N o : 5 , Aralık 1 9 7 9 , s. 8 2 - 9 9 ' d a n n a k l e n ) .
866
Ş i m ş e k , Günümüz
867
B k z . A ' z a m î , Menhccu
Tefsir Problemleri, 'n-Nakd,
81.
s. 7 5 .
Karşısında
İslam, M E K ,
dönemlerde, modernizmin akla yüklediği konumun da uzantısı ola rak, özellikle hadîste çeşidi farklı düşünceler ve yorumlar yapılmaya başlanmıştır. Bir anlama ve sorgulama çabasının ürünü olan bu dü şünceler, bazen bireysel akıl planında ele alınmakta ve öncekinden daha fazla bir kaos ortamına girilmektedir. Bu durumda akıl, çözüm leyici olmaktan uzak bir konuma getirilmektedir. Hiçbir değer vc bilgi sınırlaması olmadan "bana göre..." diye başlayan cümleler ardı ardına sıralanmakladır. Neticede varılan sonuçlar, "bana g ö r e " sınır lamasının dışına çıkamamakta vc onun evrensel bilgi olması, daha baştan akamete uğramaktadır. Başka alanlardaki bu yaklaşımın ne derece ilmî olduğunu ehline bırakarak, hadîs için bu tür yaklaşımla rın çok sağlıklı olmadığını söylemek gerekir. Zira, hadîste yapdan her aklî yorumun sağlam dayanaklarının olması gerekir. Dinin evrensel vc biraz da akıi üstü unsurlar taşıdığı, her şeyden önce kabullenme yi (imanı) gerektirdiği düşünülürse, dinin ikinci kaynağı durumunda olan hadîsin aklî yorumlarında da bu unsurların g ö z önünde bulun durulması gerekir. Çünkü din, görülmeyen, tecrübe edilemeyen ve aklın alamayacağı unsurlara imanı ön şart olarak sunmaktadır. Bütün bunları ihmal ederek, bütün hadîsleri mantıkî çözümlemelerle anla maya çalışanlar, akıllarına ters gibi görünen birçok sahîh hadîsi red detmek tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar . 868
Bütün bunlardan dolayı, rivayetlerin, H z . Peygamber'e aidiyeti ni tesbitte aklın rolünün ne olduğu ve bu rolün alan ve sınırının na sıl belirleneceği, hadîs tenkidinin başladığı andan günümüze kadar bir usûl problemi olarak gündemi işgal etmiştir. Aslında bu sorunun sürekli olarak gündemde kalması, bizzat aklın tanımı ve fonksiyo nunda ittifak edilememesi, dolayısıyla sağlıklı bir yöntemin ortaya konulamamasından kaynaklanmaktadır. Zira akla verilen anlam vc fonksiyon kişiden kişiye, kültürden kültüre değişiklik arz etmektedir. Mefhumunda ittifak edilemeyen böyle bir kavram üzerine genel ge çer bir kuralın bina edilmesi de imkânsız gözükmektedir . 869
Bununla beraber, akıl, hadîslerin H z . Peygamber'e aidiyetini tes bitte bir kıstas olarak kabul edilmiştir. Ancak akıl, kendisini şekillen diren bazı öncülleri temel alarak, fonksiyonunu icra etmektedir. Bu öncüller arasında, insanın yaşadığı çevre, ailesi, o zamana kadar edin-
868
G ö r m e z , a.g.e.,
869
Ü n a l , Y a v u z , "Rivayetlerin H z . P e y g a m b e r ' e Aidiyetini T e s b i t t e Aktın R o l ü " , Ha disin Dünü Bugünü ve Geleceği Sempozyumu, S a m s u n 1 9 9 3 , s. 1 6 3 .
t. 2 5 2 .
miş olduğu bilgi birikimi, inandığı din ve mensup olduğu toplumun örfü gibi etmenler yer almaktadır. Akıl, bu öncüllerin kendisini yön lendirmesinden genellikle kurtulamaz. Bunun için, bir müsliimana göre makul olan bir şey, gayri müslime göre makul olmayabilir. Di ğer taraftan, meselâ Türk toplumunun örfüne göre yetişmiş bir insa nın bazı olaylara bakışı ve bunların makul olup olmadığı hususunda ki karan, başka bir milletin örfüne göre yetişmiş bir insana aykın ge lebilir. Dolayısıyla hadîs metinlerinin H z . Peygamberce ait olup ol madığına hükmetmede aklın önemi kabul edilmekle beraber, "han gi akıl?" sorusu da sorulmalıdır. Zira, değişik öncüllerin etkisi altın da olan bir kısım insanlara makul gelen bir hadîs, diğerlerine göre makul gelmeyebilir. İnceleme sadedinde bulunduğumuz hadîsle bağlantılı olarak, ak lın bu göreceliğinden olsa gerek, klâsik İslâm alimlerinin büyük ço ğunluğu, recmin varlığım ve makul olduğunu savunurken, Haricîler vc Mu'tezile bu cezayı kabul etmemektedir. Modern Müslümanlar da bu konuda çok farklı kanaati ara sahiptirler. Bunlardan bir kısmı bunu makul bulurken, bir kısmı akla aykın bulmaktadır. Bu cezayı akla aykın bulanlar, çeşidi yorumlarla, bunun İslâmda olamayacağı nı belirtmektedirler. Kimine göre recm cezası, Kur'ân'da yoktur, do layısıyla bu rivayetlerin kesin biçimde reddedilmesi gerekir . Kimi ne göre, bu ceza Tevrat'ta vardır. Dolayısıyla Rasûlullah Yahudiler den kendine müracaat edenlere uygulamıştır. Ama daha sonraları, Peygambere ve sahabilerinc bir sürü yalan isnâd edilerek dine sokul muştur . Kimine göre bu ceza sonradan İslama yamanan sanal bir şiddet , kimine göre ise bu tür yaklaşımlar, geleneğin yadsınması nın yanlış bir s o n u c u d u r . Bütün bu yorumlann aslında, modern dünyanın telkin ettiği öncüllerin şekillendirdiği aklın, meseleyi akla aykın bulmasından ve bir şekilde aklîleştirme çabasından kaynaklan dığını söylemek mümkündür. Ancak, olaya başka açılardan bakıp aklîleştirenler ve tamamen farklı sonuçlara varanlar da vardır. Bu duru mun bizatihi kendisi bile, rivâyederin metin tenkidinde, aklın göre celiğini göstermektedir. 870
871
872
873
870 VVatt, a . g . m . , s. 8 9 . 871
B k z . Ö z t ü r k , Kur'in'daki
872
K ı r b a ş o ğ l u , H a y r i , " İ s l a m a Y a m a n a n Sanal Ş i d d e t : R e c m ve İ r t i d a t M e s e l e s i " , Islamiyat, V ( 2 0 0 2 ) , Sayı: 1 , s s . 1 2 5 - 1 3 2 .
İslam, s. 6 0 9 .
873
B k z . İ l t a ş , D a v u t , " Y a d s ı n a n G e l e n e k " İ s l a m ' a Y a m a n a n S a n a ! Ş i d d e t : R e c m ve İr tidat M e s e l e s i " Yazısı Ü z e r i n e B a z ı Eleştirel M ü l a h a z a l a r " , Mahfe, Yıl: 3 , Sayı: 1 , Bahar 2 0 0 3 , ss. 2 1 7 - 2 2 7 .
Bu genel bilgilerden sonra, örnek hadîs metninin H z . Peygam ber'e aidiyetini tesbit için uygulanan "akla arz" yaklaşımlarından ör nekler sunmak uygun olacaktır. Recm Cezasının Akla A r a Suçu işleyene takdir edilen ceza, Ceza Hukukunda genelde şöy le tarif edilir: "Ceza; topluma büyük ölçüde zarar veren fiiller karşı lığı, devletin son çare olarak kanun ile yarattığı veya izlediği diğer ya pıcı amaçlar yanında, özellikle suç işleyeni bazı yoksunluklara tabi kılmak ve toplumun işlenen fiili onamama tutumunu belirtmek üze re ilke olarak bir yargı karan vc suçlunun sorumluluk derecesi ile orantılı biçimde uygulanan korkutucu, caydıncı bir müeyyide dir" . 874
Genelde bu şekilde tarif edilen cezanın, ne için uygulandığı, amacı da önemlidir. Tarihte ve zamanımızda, cezaların amaçlan ko nusunda ileri sürülen görüşler, üç şekilde ele alınmaktadır. Bunlar dan uzlaştırıcı olanı ise şudur: Ceza bir amaç değil, fakat kendisinden beklenen amacı elde et mek için kullanılan bir araçtır . Bu görüşe göre, cezanın amacı ve fonksiyonlan şöyledir: 875
1. Korkutma-önlcme: Cezada genel önleme veya kollektif önle me amacı güdülür. 2. Korkutma-uslandırma: Cezanın suçlunun uslandınlması, top luma kazandırılmış bir kimse olarak iadesi fonksiyonu. 3. Tasfiye veya yok etme: Suçlunun toplumdan çıkarılması. An cak bugün, birçok ülkede ölüm cezası uygulanmamaktadır . 876
Modern ceza hukuku açısından, cezanın amacı bu şekilde izah edilirken, bazı İslâm ceza hukukçuları, hadlerle bağlantılı olarak, bir takım görüşler ileri sürmektedirler. Bunlardan birinde; " H a d cezalan, suçluyu uslandırmak ve suç işlemekten alıkoymak, aynca diğerle rini de aym suça tevessülden alıkoymak için vaz' olunmuştur. Bu ce zalar, suçlunun şahsiyeti, değeri ve durumu nazarı itibara alınmadan uygulanır" denilmektedir. 877
874
D ö n m c z e r , Sulhi - E r m a n , S a h i r , N a z a r i vc Tatbiki İstanbul 1 9 9 4 , I I , 5 4 4 .
875
B k z . D ö n m e z e r - E r m a n , a.g.e.,
II, 560-561.
876
B k z . D ö n m e z c r - E r m a n , a.g.e.,
II, 562-565.
877
U d e h , A b d u i k a d i r , İslam Ceza Hukuku yınlan, İstanbul 1 9 7 7 , I I , 2 3 7 .
Ceza Hukuka,
ve Beşeri Hukuk,
Beta Yayınlan,
Çev. Akif N u r i , İhya Ya
Bu b s a giriş bilgilerinden de anlaşılacağı gibi cezanın bir amaç mı, araç mı olduğu; cezanın sadece verilen şahısla mı, yoksa toplu mun diğer fertleriyle de bir bağlantısının olup olmadığı; cezanın yerelliği ve evrenselliği gibi konular, bakış açılarına göre farklı biçimde değerlendirilebilmektedir. Bakış açılanndaki bu farklılıkların, sonucu etkilemesi ise kaçınılmazdır. Buna göre, bir eylem, farklı iki hukuk sisteminde suç sayılabilir, ancak bu suça farklı cezalar uygulanabilir. Cezalar uygulanırken de farklı amaçlar güdülebilir. Başka bir hukuk sisteminde ise, aym eylem suç sayılmayabilir. Olayı ceza felsefesiyle izah etmek isteyenler, çeşitli açılardan recm cezasının aklîliğini isbadamaya çalışmaktadırlar. Bu konuda iki yazann görüşlerine yer vermekle yetineceğiz. Bunlardan biri, el-Mursafî'dir. O; "...Birçok nasdan harekede şu durum açıklığa kavuşmaktadır ki, zina ile adam öldürme arasında bir münasebet vardır. Çünkü zinada, nesli katletme söz konusudur. Halbuki normal kati olayında, sadece kişiyi öldürme söz konusudur. Yani normal bir öldürmede, bir kişiye karşı olan haksızlık söz konu sudur. Zina suçunda ise, şerefli ve yüce bir hayat isteyen birçok nef se karşı yapılmış bir haksızlık vardır..." şeklindeki sözleriyle, adı geçen cezayı aklîleştirmektedir. 878
Diğer bir araştırmacı Udeh ise özede şunları zikretmektedir: İs lam hukukunda yer alan zina cezası, rasgele ve anlamsız değildir. Bi lakis, sağlam bir anlayışa dayalı olarak, sağlıklı bir insan küdesi mey dana getirmek için vaz' olunmuştur. İnsanın kabiliyederini iyi bilme nin, arzu ve isteklerinin verimliliğini takdir etmenin ifadesidir. Bu ceza, hem ferdin menfaati, hem de toplumun menfaati gözetilerek konmuştur. Çünkü Allah tarafından konulan bu ceza, beşer ruhu nun derinliklerine vukûfiyetin ifadesidir . 879
Meseleyi akla arz edenlerlerden bir kısmı da; Kur'ân'da en küçük teferruatı bile düzenlenen bir suçun, en ağır cezasının dışarıda bıra kılmasını mantığa uymaz bir durum olarak görmektedirler . Ancak 880
878
c l - M u r s a f i , a . g . e , s. 7 3 .
879 880
U d e h , a.g.e., I I , 2 4 9 - 2 5 0 . B k z . Ö z t ü r k , Yasar N u r i , Kur'ân'ın Temel Kavramları, Yeni B o y u t , İ s t a n b u l 1 9 9 4 , 3 . b . , s. 1 2 3 ; K ı r b a ş o ğ l u , " İ s l a m a Y a m a n a n Sanal Ş i d d e t : R e c m ve İrtidat M e s e l e s i " , s. 1 3 1 .
konuya aynı açıdan bakan bir başkası da, olayın tamamen mantıklı olduğunu belirtmek için şu ifadeleri zikretmektedir: Bir şeyin Kur'ân'da bulunmaması onun hiç olmadığını göstermez. Meselâ, "Bayram namazı" Kur'ân'da yoktur, ama sünnede vaciptir. Diğer namazlar Kur'ân'da vardır ama teferruatı zikredilmemiştir. Zekât, hac, oruç için de aynı şeyler söylenebilir. Hatta normal namazlardan daha önemli olan cuma namazı bile, "salâtu'î-cumu'a" şeklinde Kur'ân'da bulunmamaktadır. Dolayısıyla bütün bunlar, Rasûlul lah'ın tatbikatıyla tebarüz etmektedir. Yine Kur'ân, abdestin nasıl alınacağım detayıyla anlattığı halde, namazı aym şekilde anlatmaz. Bu, namazın ehemmiyetsiz olduğunu g ö s t e r m e z . Tabii, bütün bunlar, zina suçunun cezasının en ince noktalarına kadar anlatıldığı varsayımına dayanmaktadır. Bu düzenleme içinde recm diye bir ce za yoktur. Ancak, acaba zina suçunun cezası Kur'ân'da gerçekten "en ince detayına kadar" düzenlenmiş midir? Konuyla ilgili âyederin kapsamından harekede, bu soruya olumlu cevap vermemiz mümkün değildir. Bunu demek için şu hususların olması gerekir. Meselâ celdeyle ilgili olarak, suçlunun dövüleceği sopanın özellikleri, suçlunun neresine ve nasıl vurulacağı, hangi tür cinsel ilişkinin zina sayılacağı, zâııüerin âkil vc baliğ olup olmamaları durumu, sopa cezasını kimin uygulayacağı, zina eden kadın hamile ise, cezanın uygulanma zama nı v s . . 881
883
Yazar, bütün bu izahlarla, recme karşı çıkınların ve bu karşı çı kışta Kur'ân'a atıfta bulunmalarının makul olmadığını vurgulamak istemektedir. Örnek hadîsin akla arzında, öne çıkan hususlardan biri de, bazı rivâyederde onun âyet olduğu yönündeki ifadelere yöneliktir. Mezkûr metnin âyet olmadığına inanan bir yazar, âyet olması yö nündeki ifadelerin aslında hadîs kaynaklarındaki hadîslerin yeterince araştırılmadan alındığından kaynaklandığım, bunun ise, Kur'ân'da tahrifin bulunduğu manasına gelebileceğini belirterek şöyle demek tedir: "Şiî hadîs koleksiyonlarında bulunan bazı rivâyedere dayana rak Kur'ân'm tahrif edildiğine inandıkları iddiasıyla Şiî Müslümanla rı tekfir etmekten çekinmeyen Sünnî ulemanın, aym hassasiyeti Sün ni hadîs kaynaklan hakkında göstermemeleri gerçekten merak konu-
881
Bkz. Sifil, Modem
882
Sifil, a . g . e . , s. 1 5 3 .
İslam Düşüncesinin
Tenkidi
I, s. 1 4 4 .
883
s u d u r " . Ancak, yazarın bu ifadelerle karşı çıktığı bu rivayet, Şiânın dört kitabından biri olan et-Tûsî'nin et-Tchzîb adlı eserinde ve şiî müfessir et-Tabatabâî'nin tefsirinde de geçmektedir . 884
Aym hususa Derveze de itiraz etmekte, böyle bir durumu aldın kabul edemeyeceğini belirterek şunları söylemektedir: "Bir kere böy lesine önemli bir şer'î hükmü içeren bir âyeti sadece H z . Ömer'in veya bir ya da iki sahabînin bilmesi ve ashabın geri kalanımn bundan haberdar olmaması veya ashabın geri kalanının bunun Kur'ân'dan olmadığında direnmesi mantıksızdır" . 885
Derveze, bu meseleyi H z . Ömer'in mizacıyla da bağlantı kurarak şöyle demektedir: "Ömer, ashâb içinde, imanının gücü ve şiddeti ile bilinen ender bir şahsiyettir. Kur'ân'ın Mushaf halinde yazılıp ko runmasını öneren de odur. Dolayısıyla recm âyetiyle ilgili şahitliği nin reddedilmiş olması düşünülemez. Rasûlullah vefat ettiği sırada neshedilmediğine inandığı bir âyetin mushafa alınmayışı karşısında suskun kalmayacak kadar güçlüdür. Bu yüzden onun recm âyetini getirdiği, ancak başka bir şahit gösteremediği için şahidiğinin redde dildiği şeklindeki iddia her türlü kuşkuya açıktır. Çünkü ortada Tevbe Sûresinin son iki âyetini getiren Ebû Huzeyfe'nin sadece kendi şahitliğiyle kabul edildiğini ifade eden bir rivayet vardır..." . 886
Bu noktadaki itirazlan biz de makul görmekteyiz. Çünkü bu ha dîsi, H z . Ömer'den başka üç sahabî daha rivayet etmiştir. Hatta bunlardan biri, Kur'ân'ı Mushaf haline getirmekle görevlendirilen Zeyd b. Sabittir. Dolayısıyla H z . Ömer, bu konuda tek kalmamıştır. H z . Ömer de bunun âyet olmadığını bilmekteydi. Daha sonraki ri vayetlerde, ilgili metnin âyet olduğunu gösteren ifadeler; hadîsi ma nayla rivayet eden râvîlerin, "kitâb" kelimesini Kur'ân zannetmele rinden, buna bağlı olarak söz konusu ifadeyi "âyet" şeklinde vasıflandırmalanndan kaynaklanmış olmalıdır. Bu yaklaşımlardan da anlaşıldığı üzere, hadîs metinlerinin aklileşmesi, farklı insanlar tarafından değişik yorumlarla yapılmaktadır. An883
K a r a t a ş , Ş a b a n , Şia vc Sünni Kaynaklarda
884
1 9 9 6 , s. 1 9 0 e t - T û s î , E b u C a ' f e r M u h a m m e d , Tehzibu'l-Ahkâm, T a h r a n 1 3 9 0 h., X , 3 ; T a b a t a b â î , a.g.e, V , 3 0 9 .
885
D e r v e z e , İ z z e t , Kur'ânu'l-Mecid, 1 9 9 7 , s. 7 7 .
886
D e r v e z e , a . g . e . , s. 7 7 .
Çev.
Kur'ân
Tarihi, E k i n Y a y ı n l a n , İ s t a n b u l Dinı'I-Kütübi'l-İslamiyyc
V a h d e t t i n İ n c e , E k i n Yayınlan, İ s t a n b u l
cak varılan sonuçlar, birbirinin tamamen tersi de olabilmektedir. Bu da, aklın göreceliğinden kaynaklanan bir durum olarak değerlendi rilmelidir. Bununla beraber akıl, hadîsin ilk kaynağına nisbette bir kriter olarak değerlendirilmelidir. Bu değerlendirme yapdırken, onun göreceliğine dikkat edilmelidir. Aynca, o, tek başına metin tenkidinin göstergesi olarak kabul edilmemeli, diğer prensiplerle bir likte kullamlmalıdır. Buraya kadarki metin tenkidi değerlendirmelerinde, söz konusu hadîsin Kur'ân'a, diğer hadîslere, tarihi bilgilere ve bazılannca akla aykın olmadığı sonucu ortaya çıkmaktadır. Hatta, tarihi bilgiler ve konuyla ilgili diğer hadîsler, bu rivayeti desteklemektedir. Bütün bunlara dayanarak, söz konusu prensipler bazında, hadîsin H z . Peygamber'e nisbetine yönelik bir aykınhğın olmadığı, dolayısıyla metin tenkidi açısından uydurma olma ihtimalinin bulunmadığı, elde edi len bu sonuçlann, sened tenkidi sonuçlanyla bütünleştirilmesi halin de, söz konusu hadîsin H z . Peygamber'e nisbetinin sahîh olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Aynca söz konusu hadîsin ilk dönem kaynaklannda yer alması, onun sonradan ortaya atılıp yaygınlaştırdı ğı yönündeki görüşlerle uyuşmamaktadır. Yukanda görüldüğü gibi, 1 7 9 / 7 9 5 yılında vefat eden İmâm Mâlik, 2 0 3 / 8 1 8 yılında vefat eden Ebû Dâvud et-Tayâlisî bu hadisi aynı lafızlarla eserlerinde tahric etmişlerdir. Bunun yanında, İmâm A'zâm'ın talebeleri İmâm Ebû Yusuf (0.182/798)887 İmâm Muhammed'in (ö. 1 8 9 / 8 0 4 ) aym hadîsi değilse de, reemden bahseden hadisleri eserlerine almalan bu durumu teyid etmektedir. Bütün bunlar, söz konusu hadisin sahîh olduğunu göstermektedir. v
e
8 8 8
Genel anlamda recm cezasının İslâmda varlığı ya da yokluğu, bu cezanın günümüzde uygulanıp uygulanamayacağı, bunun şartlan vs. bu araştırmanın konusu olmadığı için, burada söz konusu hususla il gili diğer yorumlara girilmeyecektir. Bu araştırmada, zinanın cezası ile ilgili olan örnek hadîs, tesbitte bütünlüğün oluşturulması için se çilmiş denek metin olarak görülmelidir. Zira özellikle problemli ha dîslerde, sened ve metin tenkidinde bütünlüğe riayet edilmesi son derece sağlıklı bir yol olmaktadır. Bu araştırmada, problemli olarak 887
B k z . E b û Yusuf, Y a ' k û b b . İ b r a h i m , Kitâbu'l-Âsâr, t i k â m c , D e k k e n 1 3 5 5 h . , s. 1 5 7 - 1 5 8 .
Tik. Ebu'i-Vcfâ, Matbaatu'l-İs-
888
B k z . e ş - Ş e y b â n î , M u h a m m e d b . H a s a n , Kitâbu'l-Âsir, C e m â ' a , Karaçi 1 9 8 5 , s. 1 0 1 - 1 0 6 .
M e k t e b e t ü Ehli S ü n e ve'l-
görülen bir hadîsin, gerçekten H z . Peygamber'e nisbetinin sahîh olup olmadığı sened ve metin tenkidi prensipleri aşamalı bir şekilde uygulanmak suretiyle gösterilmeye çalışılmıştır. Bu araştırmalar so nunda, hadîsin hem sened, hem de metin açısmdan H z . Peygam ber'e nisbetinin sahîh olduğu kanaati ortaya konulmuştur. Bu aşamadan sonra, hadîsin/hadîslerin doğru anlaşılması için "anlamada bütünlük"ün sağlanması gerekecektir. Örnek hadîsin bahsettiği konuyla ilgili farklı çalışmaların yapıldığı ve bir tane ha dîsin, anlamayla ilgili bütün alanlara örnek teşkil etmesinin mümkün olamayacağı gerçeğinden hareketle, bundan sonraki "anlama"yla ile ilgili konularda, sadece gerekli yerlerde örnek hadîse atıfta bulunu lacak, diğer konularda başka örnek hadîsler seçilecektir. 889
889
B k z . K e s k i n , a . g . e ; A c a r , İ s m a i l , İslam Hukukunda Zina Suçu ve Cezası Karşılaştırmak Bir İnceleme ( B a s ı l m a m ı ; D o k t o r a T e z i ) , İ z m i r 1 9 9 9 .
Üzerine
III. B Ö L Ü M
ANLAMADA VE ANLATIMDA B Ü T Ü N L Ü K
A. A N L A M A D A B Ü T Ü N L Ü K 1. Anlamı Anlama Üzerine Yaşadığımız çağda bilim, gittikçe dallanıp budaklanmış ve artık önceleri bir bilim dalının alt konusu niteliğindeki bir alan, müstakil bir bilim dalı hüviyetini kazanabilmiştir. Buna paralel olarak "anla ma" da müstakil bir bilim halini almış ve adına "anlambilim" denil miştir. Onun için burada kısaca anlama ve hadîsle olan bağlantısın dan bahsedilecektir. a. Anlama Anlama kısaca; bir şeyi gerçeğiyle tanımak amacıyla, bütün halin de, zekâ ile kavramak veya; gösterilen, ispatlanan, açıklanan ve kabul edilen şeyin, tam ya da daha derin bilgisini kazanmak şeklinde ta nımlanmaktadır. İnsanın bir şeyin sadece açık fikrine sahip olması, onu hayalinde tasavvur etmesi anlamak değildir. Çünkü anlamada en küçük bir subjektivism bulunmamalıdır. Buna göre anlama, yargı ve aklın katıldığı bir fiil olmalıdır . 890
Anlama faaliyeti, anlamın ortaya çıktığı süreçle de bağlantılıdır. Bu nedenle bir ucunda söyleyenin (muhaüb), diğer ucunda da ken disine söylenenin (muhatab) bulunduğu iki yönü vardır. Anlatan öz neden hareketle bu çaba anlatım (hitab) adını alır ve anlatılanın kav ranması, anlatımın kavranmasıyla da alakalı olur. Anlam ise, bu iki tarafin "söyleyen ile kendisine söylenen" arasında, yani "söylenen"dedir. Söyleyen taraf, anlamı iletmek isteyen taraf olduğun890
Ö z c a n , Z e k i , Teolojik
Hermenötik,
Alfa Y a y ı n l a n , İ s t a n b u l 1 9 9 8 , s. 1 0 4 .
dan, "anlatan" konumunda; söylenen de "anlatılan" konumunda dır !. 89
Anlamın anlamı ve çeşideri yanında, esas üzerinde durulması ge reken husus, doğru anlamadır. Ortada bir anlatılan ve bir de anlaşı lan varsa, ve bu ikisi birbirine tekabül etmiyorsa, yani anlatılan ile an laşılan farklı anlamlar içeriyorsa, ya da ortada bir anlatılan ve fakat birden fazla anlaşüan varsa ve bu anlaşılanlar birbirlerinden farklı ise, bu takdirde ortada bir yanlış anlama var demektir . Eğer, anlatılan ve anlaşılan birbirine tekabül ediyorsa, bu anlama doğru anlama ol maktadır. 892
Ancak doğru anlamanın gerçekleşebilmesi için anlam bilimciler bazı şartların gerekliliğinden bahsederler. Meselâ Rickman'a göre, anlamanın gerçekleşebilmesi için epistemoloji (bilgi nazariyesi) ile il gili üç şart gerekmektedir. Bunlar: İnsan tabiatını bilmek, kültürel ortam hakkında bilgi sahibi olmak ve bağlamı bilmektir . 893
Modern anlambilimcilerin, gerek anlama, gerek doğru anlama ve gerekse bu anlamanın gerçekleşebilmesi için gereken şartlar vs. gibi konulardaki çalışmalan, teorileri, önerileri gelişerek devam etmekte dir. Bugün hadîsi anlama teşebbüsünde bulunanların bu bilimlerden istifade etmesi kaçınümaz bir hal almaktadır. Ancak burada, öncelik le hadîs ve anlamanın geçmiş dönemlerdeki tezahürlerinden bahse dilip, daha sonra günümüz anlama çalışmalarına değinilecektir. b. Hadîs-Fıkıh vc Anlama Hadîsçiler, hadîs malzemesini tesbit, tedvin ve tasnif ederken, H z . Peygamberle ilgili her şeyi kayıt altına almaya çalışmışlardır. Hatta bu rivayetlerin, sahabe ve tabiîn nesilleri tarafından nasd anlaşdıp değerlendirildiğine dair nakilleri de kaydetmişler ve hadîs teri mini bütün bunlara şamil olacak şekilde kullanmışlardır. Bu, bir an lamda hadîsin bütünlük içerisinde anlaşılmasına yardımcı olacak şe kilde, hadîsle ilgili bütün parçacıklann kayıt altına alınması anlamına gelmektedir. Bu parçalar, daha sonraki nesiller tarafından bütünleştiriHp, çeşitli açılardan değerlendirilme imkânı sunmaktadır. Hadîs891
C ü n d i o ğ l u , D ü c a n e , Kur'ân'ı s. 1 9 .
892
C ü n d i o ğ l u , Kur'ân'ı
893
B k z . R i c k m a n , H . P . , Anlama 62.
Anlamanın
Anlamanın
Anlamı,
Anlamı,
Tibyan Yayınlan, istanbul 1 9 9 5 ,
s. 2 0 .
ve İnsan Bilimleri, A . Ü . B a s ı m e v i , A n k a r a 1 9 9 2 , s. 5 2 -
çilerin bu tavrı, bazen; "hadîsçiler faydasız birçok şey rivayet ediyor lar" şeklinde eleştirilere de maruz kalmıştır. Ancak unutulmama lıdır ki; anlama, sadece birkaç satırlık bir hadîsi, Arapça bilgisine da yanarak tercüme etmekten ibaret değildir. Sözün (hadîsin) niçin, ne zaman, nerede, neden, kime, nasıl, hangi şartlarda vs. söylendiği, doğru anlamanın ön şartlanndandır. Bu tür bir anlama ise bazen, lü zumsuz gibi görülen rivâyederin bütünleştirilmesiyle mümkün ola bilmektedir. 894
Tarihi süreç içerisinde balaldığında; "Hadîsçiler ilk dönemlerde daha çok rivayetlerin tesbitiyle, fakîhler de anlamayla meşgul olmuş lardır" şeklinde bir genelleme mümkün görünmektedir. Fakîhlerin anlama konusundaki mesâilerini aslında "ûkh " ve "fakîh " kelimele rinin lügat anlamlan da teyid etmektedir. 895
Fıkıh, kelime anlamı itibariyle, Kur'ân'da; bilmek ( i l i m ) , mut laka anlamak , kavramak, idrak etmek, zekâyla anlamak, akletmek gibi anlamlarda kullanılmaktadır . İslâm ahmlerinin bu ke limeye; anlamak, bilmek, keskin bir kavrayışla kavramak, somuttan harekede soyut bilgisine ulaşmak ve konuşmanın gayesini bilmek şeklinde mana verdikleri de belirtilmektedir . 896
8 9 7
898
899
Istılah anlamında fikıh ise; ameli işlerle ilgili hükümleri ayn ayn delillerinden elde eden ilim olarak tarif edilmektedir . Bununla bağlantılı bir başka ıstılah olan Fıkıh Usûlü ise, kısaca fikıh istinbatını mümkün kılan kaideleri ve icmâlî delilleri bilmek veya kaideler ya da icmâlî deliller olarak tarif edilir . B u ilmin gayesi; müçtehidin yanlışa düşmeksizin şer'î-amelî hükümlere ulaşmasını temin için ka ide ve metodan tespit edip ortaya k o y m a k olarak anlatılmaktadır. Buna göre, Fıkıh, şer'î delilleri anlamayla; Fıkıh usûlü ise anlama metodolojisiyle ilgili olmaktadır. Ancak bu anlama, şer'î olan nasslarla sınırlı olmaktadır. Halbuki hadîslerin hepsi, "şer'î" diye vasıflana900
901
902
894
B k z . İ b n H a c e r , Fethu'l-Bâri,
895
Bkz. l l . H û d , 9 1
896
B k z . 1 8 . Kehf, 9 3
897
Bkz. 4. Nisa, 7 8 .
898
Hallâf, a.g.e., s. 5 1 .
899
Ö z a f ş a r , Hadîsi
900
Hallâf, a.g.e., s. 1 8 5
901
Z e y d a n , Fıkıh Usûlü, s. 3 3 .
902
Z e y d a n , a.g.e., s. 3 3 .
X, 4 8 1 .
Yeniden Düşünmek,
s. 9 .
maz. Bu durum bir anlamda, fıkhın anlama alam dışında kalan ha dîslerin bulunduğunu da göstermektedir. Halbuki hadîs ilminin gayesi, kısaca; bazı kurallarla, sened ve metnin halinin yani sahîh olup olmamasının bilinmesini sağlamaktır. Dolayısıyla konusunu, hadîsin sened ve metni oluşturmaktadır . Hadîs ilminin alt bilim dallan olan Rivâyetü'l-Hadîs; "Rasûlullah'ın söz ve fiillerinin naklini, onlann rivayeti ve zabtım ve lafızların takri rini incelemektedir". Dirâyetü'I-Hadîs ise; "Rivayetin hakikatini, şartlanm, çeşitlerini, hükümlerini, râvîlerin hallerini ve şardannı, ri vâyederin sınıflannı ve bununla ilgili durumlan inceleyen ilim d i r " . Buna göre Hadîs İlminin daha çok râvî ve merviyle, Fıkıh İl minin de anlamayla ilgilendiğini söylemek mümkün görünmektedir. Daha açık bir ifadeyle, hadîsçiler, öncelikle H z . Peygamber'in hadîs lerini tesbit etmek, onlan tebdil ve tağyirden korumak ve gelecek ne sillere bu şekilde nakletmek arzusunda olmuşlardır. Hatta onlann bu tavn, zaman zaman gündeme getirilmiş ve bu konuyla ilgili olarak, eczacı-doktor benzetmesi yapılmıştır. 903
904
eş-Şâfi'î'nin, bazı hadîsçilere (ashâb-ı hadîs); "Siz eczacılarsınız, biz de d o k t o r l a n z " şeklindeki sözünden; hadîsin zabt ve tesbit edilerek tebdil ve tağyirden korunmak suretiyle gelecek nesillere aktanlmasını sağlamak amacıyla, bir araya toplanmasının hadîsçilerin görevi, bu malzemenin zaman, zemin vs. gibi faktörleri g ö z önüne alarak kullanılması ve güncellemesinin de fakîhlerin görevi olarak al gıladığı anlaşılmaktadır. Zira eczanede, farklı dertlere derman olabi lecek değişik ilaçlar bulunmaktadır. Bunların hepsi "ilaç" olmasına rağmen, her ilacın her bir derde şifa olduğunu düşünmek yanlıştır. Doktorlar ise, hangi derde hangi "ilaç"ın deva olduğunu bilir ve bu na göre tedbirler alırlar. İlaçsız doktor, doktorluk görevini hakkıyla yerine getiremeyeceği gibi, doktorsuz ilaç da, derman verici özelliği ni tam olarak icra e d e m e z . Dolayısıyla, H z . Peygamber'e nispet edilen her türlü söz, fiil ve takririn tesbit edilip muhafaza altına alın ması işi hadîsçiler tarafından yerine getirilmiş ve çeşitli eserler oluş turulmuştur. Ancak bu eserlerdeki her bir hadîs (ilaç), fakîhler (dok torlar) tarafından uygun bir şekilde değerlendirilerek, dönemin 905
906
903
c l - K â s ı m î , a.g.e., s. 7 5 .
904
c l - K â s ı m î , a.g.e., s. 7 5 - 7 6 .
905
e z - Z e h e b î , Siyeru A'lâmi'n-Nübclâ,
906
B k z . e l - L e k n e v î , cr-Ref
ve't-Tckmil,
X, 23. s. 9 1 .
Müslümanlannın istifadesine sunulmaya çalışılmış veya çalışılmakta dır. Hadisçi ve fakihlerle ilgili söz konusu yaklaşım, sadece eş-Şâfî'î'ye ait değildir. Meselâ Ebû Ca'fer et-Tahâvî; Ebû Süleyman'ın hadîs eserlerine bakmış, onları incelemiş ve; "Ey Ebû Süleyman! Siz ecza cılar, biz de doktorlarız" demiştir . Yine kendisini hadîsçi sayan eşŞa'bî, fakîhleri kastederek; "Ey Fakîhler! Siz tabip, biz de eczacıla rız" demiştir . Hatta onun bu sözü, şu olaydan dolayı söylediği ri vayet edilmektedir: "Bir adam A'meş'e gelerek bir soru sordu. A'meş'in yanında Ebû Hanîfe de vardı. A'meş Ebû Hanîfe'ye döne rek; "Nu'mân; konu hakkındaki görüşünü söyleyiver" dedi. O da gereken şeyleri söyledi. Bunun üzerine A'meş; "Bütün bunları nere den söyledin?" diye sorunca Ebû Hanîfe; "Senin bize anlattığın ha dîsten" diye cevap verdi. Bu durumda A'meş; "Bizler eczacı, siz de doktorlarsınız" d e d i . 907
908
909
Yine ed-Dihlevî'nin ashâb-ı hadîs ve ehl-i reyin farkını anlattığı bir konuda naklettiği İmâm eş-Şâfi'î'nin, Ahmed b. HanbePe söyle diği; "Siz (ehl-i hadîs), hadîsleri bizden (ehl-i rey) daha iyi bilirsiniz; eğer sahîh bir haber olursa, onu bize bildirin ki, biz onunla amel e d e l i m " şeklindeki sözü de bu ayırımın daha ilk dönemlerde ol duğunu göstermektedir. 910
Hatta bunu daha bariz bir şekilde ifade edenler de bulunmakta dır. Buna göre; muhaddislerin görevi, rivâyederi önceki nesillerden alıp, sonraki nesillere nakletmektir. İçlerinde rical tenkidi, başka bir ifâdeyle sened tenkidi ile meşgul olarak hadîsin sahihini zayıfından ayırt etmek vc metinlerin zıtlık ve ihtilaflarım göstermek vazifesini yapanlar olsa da, mana ve delâlet itibariyle metin tenkidi onlara ait değildir. Metin tenkidiyle uğraşan fukaha ve onların başında bulu nan müçtehiderdir. Bununla beraber, bir muhaddis fakîh de olabilir. Nitekim bu gibi zülcenaheyn din imâmlan da çoktur. Bir çok fuka ha da vardır ki, bütün dikkat ve himmederini istinbat-ı ahkâma has retmişler ve bildikleri hadîsleri zaruret olmadıkça rivayete teşebbüs 907
İ b n u ' l - K a y s e r â n î , a . g . e . , I I I , 9 9 7 ; e z - Z e h e b î , Ş i v e n i A'Iimi'n-Nübelâ,
908
İ b n H i b b â n , cs-Sikit,
XVI, 441.
909
e s - S a y d â v î , E b u ' l - H u s e y n M u h a m m e d b . A h m e d , Afu'cemu's-SuyuTı, T h k . Ö m e r A b d u s s e l â m T e d m i r i , M ü e s s e s e t ü ' r - R i s â l e , B e y r u t 1 4 0 5 h . , I , 8 0 ; İ b n A d i y , cl-Kimil, V I I , 7.
910
e d - D i h l e v î , Ş a h Veliyyullah, Huccctollahi'1-Bâliğa, 148.
VIII, 4 6 8 .
Dâru't-Turâs, Kahire T s z . , I ,
etmemişlerdir. Muhaddislerin bir vazifesi de, tafsili delillerin bir kıs mım ortaya koymak suretiyle müçtehitlere hizmet etmektir . Bu görüşler daha sonra eleştirilse d e , aslında geleneksel anlamda ya pılanla, kısmen de olsa örtüşmektedir. Hatta bazı eserlerde, hadîsler den hüküm istinbatında, fakîh ve hadîs râvîleri arasında geçen bazı ilginç olaylar, bu durumu teyit edercesine nakledilmektedir . 911
9 1 2
913
Bütün bunlar, ilk dönemlerde hadîsçilerin daha çok hadîslerin yazılı ve sözlü tesbiti, tedvini, sıhhatinin araştırılması ve rivâyetiyle meşgul olduklarını, fakîhlerin ise, bu malzemeyi anlamaya ve hayata sokmaya yönelik çalışmalar yaptığı şeklinde bir anlayışın olduğunu göstermektedir. Daha basit ifadesiyle, ilk dönemlerde, hadîsçiler ile fakîhler belli bir ölçüde de olsa uzmanlık alanlarını sınırlandırmışlar dır. Hatta muhaddisler ve fakîhler arasındaki farkın normal olduğu na işaret maksadıyla; "Allah, her ilim için (uzman) insanlar yaratmış tır... (İnnellâhc halcks H-külli fennin rica/...)" şeklinde sözler de söy lenmiş, fakîhlerin senedsiz ve muhaddislerin tenkidinden geçmeyen hadîslerinin kabul edilemeyeceğini, hadîsçilerin de fikıh konusunda ki görüşlerinin kabul edilemeyeceğini belirten ifadeler kullanılmış t ı r . Bununla beraber hadîsçilerin yoğun olarak hadîsleri anlamay la uğraştıklarım söylemek doğru olmadığı gibi, bu işle hiç uğraşma dıkları da söylenemez. Derecesi, derinliği ve amacı farklı da olsa, an lama çalışmalarında bulunan hadîsçilerin varlığı da tarihen sabittir. Başka bir ifadeyle, ondört asırdan beri yapdan hadîs usûlü çalışmala rının bile tamamının isnâd merkezli olduğunu düşünmek doğru de ğildir . Zira anlamanın farklı boyudan bulunmaktadır. Kısaca ilk, orta, ileri diye nitelendirebileceğimiz anlama boyudanndan hiçbirisiyle hadisçilerin ilgilenmediklerini söylemek gerçekçi olmayacaktır. Hadisi duyan herkesin zihninde şekillenen bir takım anlamların oluş tuğu gerçeğinden harekede, uğraşısı hadis olan kişilerde, en azından ilk ve orta dereceli bir anlamanın varlığı kabul edilmeli ve yukanda uzmanlık alanıyla bağlantılı olarak gündeme getirilen aymmın, daha 914
915
911
A h m e d N a i m , Sahih-i Buhâri Muhtasarı mevi, Ankara 1 9 7 6 , 1 , 10.
Tecridi Sarih Tercümesi,
912
B k z . K ı r b a ş o ğ l u , İslam Düşüncesinde
913
B k z . el-Kevseri, M u h a m m e d Z â h i d , Te'nibu'l-HatibalâmâSâkahuB Hanîfete Mine'l-Ekâzîb, 1 9 9 0 , s. 1 2 - 1 4 .
914
e l - H â t i b e l - B a ğ d â d î , A f u / ı t a s a n ı Nasihati Ehli'l-Hadis, dik, Dâru'l-Esâle, S u d a n 1 9 9 8 , s . 1 7 7 - 1 7 8 .
915
K ı r b a ş o ğ l u , İslam Düşüncesinde
Hadis Metodolojisi,
Hadis Metodolojisi,
Başbakanlık: B a s ı
s. 5 4 . TercemetiEbî
Tik. Yusuf M u h a m m e d Si s. 5 5 .
çok ileri derecede anlama faaliyederiyle ilgili olduğu gözden kaçırıl mamalıdır. Ancak bugün gelinen noktada, hadîsçilerin ve fakîhlerin mesaisi nin birleştirilmesinin anlamada önemli olacağı yönünde görüşler de serd edilmektedir . Bunun anlamaya katkısı kabul edilmekle bera ber, bu metodun bütün hadîslerin anlaşılmasını sağlayacak bir yön tem olamayacağı ifade edilmekte ve bunun sebepleri de anlatılmak t a d ı r . Zira böyle bir durum, daha çok fıkhî hadîslerin anlaşılması yönünde bir çaba olacaktır. Ancak yukanda da belirtildiği gibi, bü tün hadîsleri fikhî bağlamda düşünmek ve bu şekilde anlamaya çalış mak bütüncül anlama için yeterli olmayacaktır. 916
917
Hadîsçilerin râvî ve mervi merkezü çahşmalan, aslında beraberin de, her bir isnadın müstakil bir hadîs kabul edilmesi, zamanla o isna dın metninin de bizatihi gerçekliğin tamamı veya kendisiymiş gibi al gılanmasına yol açmıştır. Bu da "bütünün parçalanması" veya "par çanın bütün gibi algılanması" diye tanımlanacak bir durumu ortaya çıkarmıştır. Zira her râvî, rivayetten ulaşabildiği, ihtiyaç hissettiği ve ya muhafaza edebildiği kadannı rivayet etmiştir. Bu ise, bir seferde sarf edilen bir sözün ya da ortaya konulan bir eylemin yalnızca bir parçasını ve bir yönünü bize aksettirmiştir. Aym doğrultudaki içerik lerin farklı versiyonlarla gelmesinin bir sebebi budur. İsnadın bizati hi bağımsız bir hadîs olarak kabulü, aslında bir bütünün parçası olan metnin de adeta bağımsız bir gerçekiikmiş gibi algılanmasına yol aç mıştır . Bunun sonucu olarak, konunun uzmanlannca bilinen ve devamlı göz önünde bulundurulan bu durum, daha çok alan dışın dakilerin hadîs anlamalannda yanılmalara neden olabilmektedir. 918
Sahabe ve tabiûn döneminde başlayan anlama çahşmalan ve bunlann "hadîs" kavramına dahil edilip hadîs kitaplarında yer alması, da ha ilk başlarda görülen bir durumdur. İlk musannef eserlerdeki bab başhklan (teracim), hatta bazılanndaki; "Rasûlullah'ın hadîsinin yo rumlanması b a b ı " gibi spesifik tercemelerin kullanılması, bazı 919
916
B k z . K a h r a m a n , A b d u l l a h , "Fıkhî H a d î s l e r i n D o ğ r u Anlaşılıp Y o r u m l a n m a s ı H u s u s u n d a B a z ı E s a s l a r " , CÜİF Dergisi, CUt: V , Sayı: 2 , Yıl: 2 0 0 1 , s. 1 7 3 .
917
B k z . G ö r m e z , M e h m e t , " S ü n n e t ve H a d î s i n Anlaşılması ve Y o r u m l a n m a s ı n d a M e t o d o l o j i S o r u n u v e Yeni B i r M e t o d o l o j i İçin Atılması G e r e k e n A d ı m l a r " , îslami Araştırmalar, Cilt: 1 0 , Sayı: 1 - 2 - 3 , 1 9 9 7 , s s . 3 2 - 3 4 .
918
Ö z a f ş a r , Hadisi
919
D â r i m î , M u k a d d i m e , 5 0 (II, 1 0 )
Yeniden
Düşünmek,
s. 1 9 5 .
müelliflerin hadisten anladıklarının fikıh banlarında saklı olduğunu belirten "fikhu'l-Buhâri fi tcrâcimihi'^ şeklindeki ifadeler, bunlara parelel olarak yazılan "garibu'l-hadîs", "müşkilu'l-hadîs", "haşiye" ve "şerh" türü eserler, hadîsçilerin giderek anlama faaliyetierine gi riştiklerini göstermektedir. Buna ilâveten, daha sonraları, "Kabul ve red yönünden sened ve metni inceleyen ilim" diye tarif edilen Dirâyetu'l-Hadîs'in, aslında ilk dönemlerde, hadîsin anlaşılmasıyla ilgili bir bilim olduğu yönünde bilgiler de bulunmaktadır. Özellikle mütekaddimûnun Dirâyetü'l-Hadîs'i; "Arap dili kaidelerine, şeriat esas larına binaen ve Rasûlullah'ın ahvâline uygun olarak hadîsin lafızla rından anlaşılan ve kasdedilen manayı araştıran ilim" şeklinde tanım ladığı belirtilmektedir . Bu manada, Hadîs ilminin mücerred riva yetten ibaret olduğunu söylemek doğru olmadığı gibi, onun mücer red dirayetten ibaret olduğunu söylemek de doğru değildir . 20
921
922
Hadîsçilerin giderek uğraşmaya başladıkları anlama faaliyederi, fakîhlerin anlayışlarının tekrarı olabildiği gibi, onlarınki kadar metodik olmasa da farklılıklar da gösterebilmektedir. İlk dönemlerde, me selâ "fikhu '1-Buhâri" denilirken mudak yorum ve anlama kastedilirk e n , daha sonraki fikıh (anlama) daha ziyâde, Fıkıh ilminin konu larıyla sınırlı kalmıştır. Bu anlamda fikıh, hadîslerin anlaşılması konu sunda katkıda bulunurken, zamanla anlaşılmayı bekleyen hadîslerin sınırlarını daraltmış da olabilmektedir. Başka bir ifadeyle bazı hadîs ler, fıkhın kapsama alam dışında bırakılmıştır. Bu durumda, özellik le sarihler, bazı hadîslerin şerhini yapabilmek için aslında ilgili olma masına rağmen, bir şekilde alaka kurup onları fikıh alanına çekmeye çalışmışlardır. Bu durum bazı alimlerin de dikkatini çekmiş ve bunun doğru olmadığı yönünde ifadeler kullanmalarına sebep olmuştur. İbnu'l-Kayyım'ın "Kitâbu'r-Rûh" adlı eserindeki şu ifadesi bu açı dan önemlidir: "Noksanlaştırma ve aşırüaşürmaksızın Rasûlullah'ın muradım anlamak gerekir. Onun kelâmı, ihtimali olmayan bir konu ya hamledilmemelidir. Onun muradı, kastettiği hidayet ve beyandan uzaklaştırılmamalıdır. Bu prensiplerin ihmali veya bunlardan dön mek, insanı doğrudan yanlışa götürür..." . 923
924
920
B k z . İ b n H a c e r , Mukaddimeni
921
G ü l e r , Z e k e r i y a , " H a d i s l e r i n A n l a ş ı l m a s ı n d a Rivayet-Dirayet B ü t ü n l ü ğ ü , İlam Araş tırma Dergisi, C i l t : l , S a y ı : 2 , 1 9 9 6 , s . 1 1 5 ; Aydınlı, a . g . e . , s. 4 7 .
922
Güler, "Hadislerin Anlaşılmasında Rivâyet-Dirâyet B ü t ü n l ü ğ ü " , s . 1 2 6 .
923
B k z . İ b n H a c e r , Mukaddimeni
924
e l - K â s ı m î , Kavâid, s. 9 2 .
Fethi'l-Biri,
Fethi'l-Biri,
s.ll.
s. 9 - 1 0 .
Burada öncelikli olarak Hadîs ilminin kapsamı ve hadîsçinin araşürma alanını tayin problemi önem arz etmektedir. Hadîs ilmi, dola yısıyla hadîsçi; "hadîsin nasıl araştırılacağı ve değerlendirileceği ko nusunda, metodoloji mi geliştirir?", "Hadîsçi, sadece hadîsin sübut problemiyle mi uğraşır?", "Hadîsçi, sübut problemi yanında, hadîsin nasıl anlaşılması gerektiği konusunda kıstaslar mı koyar?", "Hadîsçi, hadîsi en geniş anlamda anlamak ve değerlendirmekle de sorumlu mudur?" gibi sorular, hadîs araştırmalarının alanım belirlemede ce vaplanması gereken önemli problemlerdir. Bugün için bu soruların cevaplanması konusunda, varılmış ve varılacak sonuçların müttefakun aleyh cinsinden olmadığını bilinmektedir. "Hadîsi anlama" ile ne kastedildiği, öncelikli olarak aydınlatılma sı gereken bir problemdir. Bununla, yüzeysel ve hadîs metninin ilk defa işitildiğinde insan zihninde canlandırdığı anlamlar kastediliyorsa, sadece hadîsçi için değil, hadîsle uğraşan ve bir şekilde ondan is tifade eden herkes için böyle bir anlamadan bahsedilebilir. Nitekim Hz. Peygamber'in; "Allah, bizden bir söz (hadîs) işitip onu tebliğ edene kadar koruyanın yüzünü ak etsin. Zira (bilgiyi) kendisinden daha fakîh olana ulaştıran nice bilgi taşıyıcıları (hâmili ükh) vardır. Ve (yine) nice bilgi taşıyıcüan vardır ki, fakîh değildir" şeklindeki sözünden, anlamanın ilk ve ileri aşamada olmak üzere en azından iki kısımda değerlendirilmesi gerektiğini anlaşılmaktadır. Bunu belki üç kısımda ele almak da mümkündür: İlk, orta ve ileri düzeyde anlama. Bunların kesin sınırlarını ve tanımlarım yapmak mümkün olmamak la beraber, bir hadîsin duymakla ilk anda akılda oluşan anlamların ilk, bunların fıkıh bağlantılı olarak ve yaşama geçirilmek üzere anla şılmasını orta ve bunların sadece birer dini metin olarak değil, hayaün her alanıyla ilgili önemli veriler olarak kabul edilmesi, ve her bir bilim dalının kendisiyle bağlantılı olarak kabul ettiği hususları derin lemesine incelemesi, ileri derecede bir anlama olarak tanımlanabilir. 925
Hadîs, sadece H z . Peygamber'e nispet edilen söz, fiil ve takrir olarak anlaşılsa dahi, onun ileri derecede anlaşdma ve yorumlanması ideal olmakla beraber, günümüzdeki uzmanlaşma durumu g ö z önü ne alındığında, böyle bir anlamanın bir hadîsçi tarafından yapılabil mesinin mümkün olmadığı söylenebilir.
925
E b û D â v u d , İlra, 1 0 ( I I , 3 4 6 ) .
Bu bakış açısına göre meselâ "misvak" hadîslerinde anlamayla il gili şu hususlar gündeme gelecektir: 1. Bu rivayetlerin H z . Peygamber'e aidiyet derecesi nedir? (Bu tamamen hadîsçinin uzmanlık alanına girmektedir) 2. H z . Peygamber'e ait olduğu tesbit edilen bu rivâyederden ilk önce ne anlaşılmaktadır? (Bu da hadîsi her duyan kişinin ilk önce anladığı şeydir. Dolayısıyla bu şekildeki bir anlamadan hadîsçi kendisini müstağni kılamadığı gibi, hiç kimse de kıla maz) 3. Bu hadîsler bugün bizim için ne ifade eder? Bağlayıcdık dere cesi nedir? Misvak kullanmak, farz mıdır?, sünnet midir? vs. Burada kastedilen ağız temizliği mi, yoksa bizzat misvakın kullanılması mıdır? Bütün bu sorular, hadîsçi ve fikıhçı işbir liğiyle cevaplanabilir. Bu, orta derecede bir anlama sayılabilir. 4. Ancak aym misvak olayı, bir diş hekimi akademisyen tarafın dan, tamamen sağlık açısından ve laboratuar şartlarında; mis vak ağacının maddesi, içerikleri, ağızdaki mikro-organizmalarla etkileşimi açısından incelenmesi ve misvağın sağlık açı sından temizlik dışında, bizim vâkıf olamadığımız başka fay dalarının olup olmadığının araştırılıp ortaya konulması, ileri bir anlama ve yorumlama olarak değerlendirilebilir. Bu tür bir anlamanın ne hadîsçi ne de fakîh tarafından yapılamayacağı aşikârdır. 2 3 Yıl boyunca Allah'ın kendisine verdiği risâlet görevini yerine getiren H z . Peygamber'in, bu hayat seyri içerisinde karşılaştığı çok değişik durumlar karşısında söylediği, yaptığı ve hatta sustuğu du rumları, kuşatıcı ve derinlemesine değerlendirmek için, hayatın her alanını ilgilendiren bilim dallarım bilmek ve meseleye bu şekilde bak mak gerekmektedir. Zira, iktisat, ekonomi, eğitim, sosyoloji, psiko loji, tarih, hukuk, iletişim, tıp vs. gibi bütün bilim dallarını ilgilendi ren unsurlar, onun hayatında doğal seyri içerisinde yer almıştır. Bütün bunlara istinaden, bir hadîsçinin hadîsi anlamasını, daha sonraki ve değişik bakış açılarına kaynaklık edebilecek tarzda, daha çok malzeme sunumunu yansıtan türde ve orta seviyede bir anlama olması gerektiği söylenebilir. Başka bir ifadeyle bir hadîsçi, hadîsi, farklı bilim dallarım ilgilendiren unsurlarıyla beraber bir araya getir meli, bütünleştirmen, hem hadîs metnini kendi iç siyakı, hem de sos-
yal-kültürel, ferdî-psikolojik, fizikî-coğrafî, zaman-zemin vs. bağ lamlarını oluşturan harici siyak bütünlüğünde sunmalıdır. Bu sunum yapılırken, anlamadan müstağni kalınamayacağı aşikar olmakla bera ber, bu anlamanın ileri derecede, son ve nihai olduğu da söylene mez. c. Yeni Anlama Metodolojilerine Doğru Son dönemlerde hadîs anlama metodolojisi geliştirme yolunda bazı çalışmalar yapılmaktadır . Bu çalışmalarda anlamanın teorisi geliştirilmeye çalışılmış, özellikle hadîsi bütünlük içerisinde anlaya bilmek için dikkat edilmesi gereken noktalara da temas edilmiştir. Örnekleme açısından, sadece iki çalışmada serdedilen genel ilkelere atıfta bulunmak yerinde olacaktır: 926
Görmez'e göre, anlamada şu beş kategori göz önünde bulundu rulmalıdır: 1. Bunlardan birincisini zihin belirler. Bomboş bir zihin, böyle bir faaliyette bulunamaz. Onun doğruluğunu belirleyecek şey, zihin de var olan doğru ön fikirler olmalıdır. Bu ön fikirlerin anlama kate gorilerinin tümünden sonra, anlama faaliyetinin tüm unsurları göz önünde bulundurularak elde edilen sağlam fikirler olmasına dikkat edilmelidir. Şu kadar var ki, bu öncüller, tek başına bir şey ifade et mezler. Sadece anlama yolunda ilk adım atılmış olur. Anlama yolun da oluşan metodolojiler, başta Buhâri olmak üzere birçok musanni fin, hadîsleri serdetmeye başlamadan önce attıkları başlıklar (teracim), yahut bölüm başında yer verdikleri âyeder bu vazifeyi görür l e r . Bu ön bilgilerin doğru anlamaya yardımcı oldukları gibi, yan lış anlamanın da başlıca sebebi olabileceği de akdda tutulmalıdır . 927
928
2. Anlamanın ikinci kategorisi, hadîsi dil bütünlüğü içerisinde anlamaya çalışmaktır. Bir kelimenin anlamı belli bir cümle ya da cümlelerin yer aldığı metinle ve bu kelimenin ait olduğu dilin bütün yapısıyla belirlenir. Dolayısıyla bir hadîsi doğru anlamak için, dilde ki şu ilişkiler bütünlüğüne dikkat edilmelidir. a. Hadîsteki keüme ve cümlelerin dil ile olan ilişkisi, b. Hadîsteki tek tek kelime ve cümlelerin dil ile olan ilişkisi, 926
B k z . G ö r m e z , a.g.e.; Ö z a f ş a r , a.g.e.; T e k i n e ş , a.g.e.; S a n c a k l ı ,
927
G ö r m e z , a.g.e.,
928
R i c k m a n , a.g.e.,
s. 2 0 2 - 2 0 3 . s. 3 1 .
a.g.e.
c. Bir hadîsin, aynı konudaki tüm hadîsler ve o husustaki uygu lamalar ile olan ilişkisi, d. Hadîsin sünnetin geneliyle olan ilişkisi, e. Hadîsin başta Kur'ân olmak üzere dinin bütünü ile olan iliş kisi^. 3. Her sözün etkileşim yönünde iki süreci vardır; biri, hangi şart lardan etkilenerek söylendiği, diğeri ise hangi dış şartlan etkilediği. Buna kuvvet kategorileri adım veren anlam bilimciler de vardır . 930
931
4. Hadîsin bağlayıcılık derecesini belirlemek 5. Hadîsi son olarak mekâsidü'ş-Şerî'â bağlamında, yani dinin genel esas vc ilkeleri doğrultusunda bir değerlendirmeye tabi tut maktır. Yani Şârî'in genel maksatlan ile, ümmetin maslahadanna uyup uymadığını tespit etmektir . 932
Bu konuda değerlendirmeler yapan Kahraman ise, hadîsin doğru anlaşılması ve yorumlanması konusundaki genel ilkeleri şu şekilde belirlemektedir: 1. Hadîslerin söyleniş sebeplerini araştırmak, 2. Aym konudaki hadîsleri bütünlük içerisinde değerlendirmek, 3. Görünüşte birbirine zıt olan hadîsleri değerlendirmek, 4. Hadîslerde kastedilen mana, ilke ve amaçlan belirlemek, 5. Hadîsin metninin tahlil edilmesi. Nitekim sahabenin rivayet metinlerini şu çerçevede değerlendir dikleri görülür: a. Onlar rivâyedere genel perspektiften bakmışlardır. Yani haber leri en genel anlamıyla anlamış, noktasal analizlere girmemişlerdir. b. Bivâyet metinlerindeki lafizlan, manaya delâlederi bakımından kategorik bir sınıflamaya tabi tutmamışlardır. Daha sonralan fikıh usûlünde yer alan kavramsal sınıflamalar, sahabe döneminde henüz yoktur.
929
G ö r m e z , a . g . e . , s. 2 0 3 .
930
R i c k m a n , a.g.e., s. 3 3 .
931
G ö r m e z , a.g.e., s. 2 0 4 .
932
G ö r m e z , a.g.e., s. 2 0 4 - 2 0 5 .
c. Rivayetleri değerlendirirken, lafzî (literal) yaklaşımdan çok, ge nel prensiplere atıfta bulunmuşlardır. Bu genel ilkeler, daha sonralan fikıh usûlündeki maslahat, istihsan, örf, sedd-i zeraî gibi ikinci de receden kabul edilen prensiplerdir. Kahraman bütün bu genel prensiplerden sonra sözü, fikhî hadîs lere getirmekte ve onlann sağlıklı bir şekilde tahlili için dikkate alın ması gereken bazı esaslan şöyle ifade etmektedir: 1. Metnin Çeşidi öğelerini dikkate almak a. Metnin dili, b. Metnin görünmeyen öğeleri, c. Metnin ait olduğu sosyal bünye, d. Metnin arka planı, e. Metnin ait olduğu tarihi çevre, 2. Metnin bazı esaslara arz edilmesi a. Rivayet metninin akla arzı, b. Rivayet metninin genel kural ve kıyasa a r z ı
933
.
Bu iki örnekten de anlaşılacağı gibi, son zamanlarda hadîslerin anlaşılması ve yorumlanması konusunda yapılan teorik çalışmalar, bu manada bir sürecin başladığım göstermekle beraber, bittiği anlamı na da gelmemektedir. Yukandaki iki yaklaşımdaki bazı hususlann örtüşmesi, bazılarının da farklılık göstermesi, bu konudaki yaklaşımlann henüz kemâle ermediği anlamına gelmektedir. Nitekim bu konu da farklı çalışmaların yapılmış olması da bunu göstermektedir . Bunun doğal karşılanması gerektiğini aynca belirtmeye gerek yok tur. Zira yeni bir metodoloji ortaya koymak veya bunun alt yapısını oluşturmak, birkaç çalışmayla halledilebilecek bir konu değildir. 934
Bu bölümde, konunun felsefi ve aklî dayanaklan üzerinde değil, hadîslerin bütünlük içerisinde anlaşılma ve yorumlanması için, ol mazsa olmaz bazı hususlar üzerinde durulacaktır. Bu kriterleri ço ğaltmak mümkün olmakla beraber, burada sadece en önemlileri üze rinde durulmakla iktifa edilecektir.
933
B k z . K a h r a m a n , a . g . m . , ss. 1 5 3 - 1 7 5 .
934
M e s e l â B k z . Ö z a f ş a r , a . g . e . , S a n c a k l ı , a.g.e., T e k i n e ; ,
a.g.e.
Bize göre hadîsi bütünlük içerisinde anlamanın olmazsa olmaz unsurlarını; onun dil bütünlüğü, bağlam bütünlüğü ve bağlayıcılık bütünlüğünde anlaşdması oluşturmaktadır. Bunlardan özellikle bağ lam; sebep ve bağlayıcılıkla girift bir durum arz etmektedirler. Bağ lamla ortam, sebeple bağlam, ve bunlarla da bağlayıcılık, dişlilerin birbirine geçmesi gibi girifttirler. Sebep, bazen bağlam, bazen or tam, bazen de bunların dışında bir şey olabilmektedir. Bunun için sebebi, bağlamın içerisinde değerlendirmek daha uygun olacaktır. Bir hadîsi bütüncül bir şekilde ve doğru anlamak için gereken bağlam ve bağlayıcılığın tespiti, bazı soruların cevaplandırılmasına bağlıdır. 1. Hadîsi söyleyen veya yapan kimdir? 2. Hangi şifada söylemiş ve yapmıştır? 3. Kime söylemiş veya kime yapmıştır? 4. Ne sebeple söylemiş veya yapmıştır? 5. Hangi amaçla söylemiş veya yapmıştır? 6. N e / n e y i söylemiş veya yapmıştır? 7. Nasü söylemiş veya yapmıştır? 8. Ne zaman söylemiş veya yapmıştır? 935
9. Nerede söylemiş veya yapmıştır? . Bütün bu soruların cevabını sadece bir hadîs metninde bulmak oldukça güçtür. Ancak, aym konudan bahseden hadîsler veya bir ha dîsin farklı varyantları bütünleştirildiğinde bunların büyük bir kısmı na cevap bulunabilir. Yine de cevapsız kalabilen sorular olabilir. On lar da değişik tarihi bilgiler ışığı altında cevaplandırılabilir. Bu sorular, şu sırayla sorulabilir: Kim + hangi şifada + kime + ne sebeple + neyi + nasd + ne amaçla + ne zaman + nerede söylemiş ve ya yapmıştır? Bu sıralamayla sorulan sorulara alman doğru cevaplara (dış siyak), hadîsin dil bütünlüğü (iç siyak) de eklenirse, bir hadîsin bütünlük içerisinde anlaşdması için gerekli olan temel unsurlar sağ lanmış olur.
935
B k z . G ö r m e z , a.g.e.,
s. 2 0 6 .
2. Anlamada Bütünlüğü Sağlayan Temel Unsurlar a. Hadisi Dil Özellikleri Bütünlüğünde Anlamak İnsanlarda değişik düşünceler bulunmakla birlikte, bunlar insa nın içinde, başkaları tarafından görülemez, gizli ve kendiliklerinden açığa çıkamayacak durumda bulunurlar. Bunlar, ancak başkaları ta rafından bilinmelerini sağlayacak haricî işaretierle anlaşılabilirler Dolayısıyla dil gibi, gerek mahiyeti ve gerekse gerçekleşmesi bakı mından tamamen ruh alanından kaynaklanan bir konu incelenirken, onun bu durumu göz önünde bulundurulmalıdır. Zira, nesnel reali teyi kavramadaki başarılar ne derece üstün olursa olsun, dil bunları ruhsal yaşantılardan harekede ve onlara geri dönerek gerçekleştir mektedir. Dolayısıyla her dil ifadesinde bütün ruhsal güçlerin katılı mı söz konusu olmaktadır . Böylece, insanın iç dünyasından ge çenlerin bir şekilde anlaşılmasına aracılık eden dil, aynı zamanda adeder, ahlâk kuralları, ibâdetier, inançlar gibi bütün kültürel ka zançların aktarılması için de bir araç olma özelliğini taşımaktadır . Bu özelliklere sahip olan dil, aslında önceden başkaları tarafından konulmuş toplumsal bir olgudur. Zira dil, onu konuşanlar tarafın dan yeniden icat edilmemekte, bilakis onlann önünde hazır bulun maktadır . 936
937
938
939
Dil en geniş anlamda; "Göstermeyi kolaylaştırmak amacıyla ifa delerin sistemli bir hale sokulması" veya "insanlar arasında bildi rişimi sağlayan sözlü göstergeler s i s t e m i " şeklinde tanımlanmak tadır. Buna göre dil, hem dil yetisinin toplumsal ürünü, hem de bu yetinin bireyler tarafından kullanılabilmesi için toplumun belirlediği zorunlu, anlaşma ürünü kurallar bütünüdür . Bununla beraber di lin kendisi (bütünü) bir şey bildirmez. Çünkü dil, istemde buluna maz. O sadece isteme (iradeye) aracılık eder. Yukanda belirtildiği üzere kişi, düşüncelerini dilde, dil ile, dilin imkânlanyla oluşturur ve 940
941
942
936
D e n k d , A r d a , Anlam
937
P o r z i g , VValter, Dil Denen Ankara 1 9 9 0 , 1 , 1 8 1 .
ve Nedensellik, Mucize,
938
Ö z c a n , a.g.e., s. 1 3 3 .
939
C ü n d i o ğ l u , D ü c â n e , Anlanun 1 9 9 5 , s. 5 8 .
940
R i c k m a n , a.g.e.,
941
A t a m a n , S e b a r i , Dil Çıkmazı,
942
S a u s u r e , F e r d i n a n d , Genel Ankara 1 9 7 6 , 1 , 3 1 .
K a b a l a Yayınevi, İ s t a n b u l 1 9 9 6 , s. 5 8 . Ç e v . V u r a l Ü l k ü , K ü l t ü r Bakanlığı Y a y ı n l a n ,
Buharlaşması
ve Kur'ân,
T ı b y a n yayınlan, İ s t a n b u l
s. 64. K ü l t ü r B a k a n l ı ğ ı yayınlan, A n k a r a 1 9 8 1 , s. 6 . Dilbilim
Dersleri,
Çev. Berke Vardar, T D K Yayınlan,
yine bu düşüncelerini o dilde, o dil ile ve o dilin imkânlarıyla başka larına aktarır . Başka bir ifadeyle, zihinde bulunan bir mefhum, bir akustik hayale yer verir. Bu ruhî bir hâdisedir. Sonradan zihin bu ha yale uygun olacak şekilde ses çıkarma uzuvlarına bir tembih gönder mektedir. Bu da fizyolojik bir safha olmaktadır. En sonra ise, ses dal galan ağızdan çıkıp, diğer bir kulağa erişmektedir. Bu da fizik safha sını oluşturmaktadır . Buna göre dilin, zihnî, fizyolojik ve fizikî saflan bulunmaktadır. 943
944
Öte yandan dil, hem yazılı hem de sözlü boyudara sahiptir. Bu nunla beraber dillerin yazılmadan önce konuşulmakta olduklan da bir gerçektir . Hatta anlamayla bağlantılı olarak düşünüldüğünde; konuşma dinlemeyi, dinleme anlamayı, anlama da söz ve yazıya dö nüştürmeyi gerektirir . Buna göre önümüzde yazdı olarak buldu ğumuz hadîsler, aslında bir anlamadan geçerek kayıt altına alınmış malzemeler olmaktadır. 945
946
Bununla beraber konuşmanın (kelâm/söz), dilden (Usan) daha sınırlı ve dolayısıyla daha özel bir mana taşıdığı da unutulmamalı d ı r . Konuşmanın ferdî olmasına rağmen, dil daha çok toplumsal d ı r . Zaman içerisinde oluşan ve ferdin iradesine bağlı olmayan şey dildir. Ferdin iradesine bağlı olan şey ise sözdür, yani dilin kullanı mıdır. Bununla beraber, dil sözden büsbütün ayn da değildir. Bun lar birbirinin "lazım-ı gayr-i mufarıkı"dır. Biri olmazsa öteki de ol maz. Sözün anlaşdabilmesi için dil şarttır. Dilin korunması, yerleş mesi, varlığını sürdürmesi için de söz zorunludur . 947
948
949
Buna göre dil, yalnız seslerden, ses dizelerinden ve bunlara bağ lanmış kavramlardan oluşan göstergeleri değil, bunlar arasındaki çe şitli ve düzenli ilişkileri de içinde bulunduran bir kaynaktır. Kısacası dil, bir "göstergeler deposu" değil, bir "göstergeler sistemi"dir. Göstergeler, bildirişimdeki görevlerini bu sistem içinde yerine geti rirler. Bunun içindir ki sözlü bildirişim, "göstergeler dizisi" ile yapı943
C ü n d i o ğ l u , Anlamın
944
B a ş k a n , Ö z c a n , Fenomik 1 9 5 5 , s. 6 .
Buharlaşması Tahlilde
945
K ı r z ı o ğ l u , B a n ı ç i ç e k , Anlambilmi,
946
K ı r z ı o ğ l u , a.g.e., s. 1 2 .
947
B k z . C ü n d i o ğ l u , Anlamm
948
B a ş k a n , Fenomik
949
A t a m a n , a.g.e.,
ve Kur'ân, s. 5 7 - 5 8 . Kıstaslar
İstanbul Matbaası, İstanbul
E r z u r u m 1 9 8 6 , s. 2 .
Buharlaşması,
s. 5 8 .
Tahlilde Kıstaslar Meselesi, s. 1 9 .
Meselesi,
s. 5 .
lir. Bu diziler de, göstergelerin gelişigüzel yan yana gelmesiyle değil, belli düzenler içinde birbirine bağlanmasıyla meydana gelirler . 950
Oluşan bu sistem içerisinde meydana gelen haberleşme veya ile tişim, konuşma yoluyla olabildiği gibi yazıyla da olabilmektedir. An cak insanlar arası bildirişim daha çok konuşmaya dayanır. Zira yazısı olmayan ama konuşan binlerce toplum bulunmaktadır . Yazınm ancak ikinci derecede iletişim vasıtası olduğu, insanlık tarihinde onun son 6 0 0 0 senedir kullanılmasından anlaşılabilir. Oysa konuşma dili, on binlerce yıl önceye götürülebilmektedir . 951
952
Dilin bu durumu, özellikle hadîs için son derece önemlidir. H z . Peygamber'in Peygamberliğinin ilk yıllarında okuma yazma bilenle rin sayısı oldukça sınırlı olmasına rağmen, Arapça zirvede bir dil ola rak konuşulmakta ve şaheserlerini vermekteydi. Burada ayn bir konuya daha temas etmek gerekir. Konuşmada, insanın duygulan, hisleri, jest ve mimikleri kısacası bütün maddî ve manevî halleri devrede iken, yazdı iletişimde, alıcı ve verici arasında ki bu kabil bir etkileşim azalmaktadır. Günümüz yazıh dillerde, elkol harekederinin yeri, bazı noktalama işarederiyle doldurulmaya ça lışılsa bile, geçmişte bunlardan da bahsedilemez. Buna mukabil, ka lıcılık açısından yazılı dil daha uzun ömürlü olmaktadır. Ancak yine de yazılı dilin kalkış noktasını sözlü dil (konuşma) oluşturmakta dır . 953
Söz konusu duruma hadîs açısından bakıldığında, önemü bir hu susa işaret etmek gerekecektir. Hadîslerin ilk önceleri yazılmadığı, sonradan yazıya geçirildiği, yazıya geçirilinceye kadar sözlü rivayet şeklinde devam ettiği, bunun ise hadîs açısından güven problemini gündeme getirdiği yönünde eleştiriler, içinde yaşadığımız dönemde sık sık gündeme getirilmektedir. Halbuki dilbilimcilerin de vurgula dığı gibi, meseleye anlam açısından bakıldığında, yazınm belli oran da anlam kaybolmasına neden olduğu ortaya çıkmaktadır. Bir hati bin beliğ bir konuşması yazıya geçirildiğinde, sözler aynen verilmesi durumunda bile, sözün anlamına vurgu ve güç katarak onu daha an lamlı kdan jest, mimik, ses tonu vs. yazıya giremeyecektir. Günümüz
950
A t a m a n , a . g . e . , s. 1 6 - 1 7 .
951
B a ş k a n , Ö z c a n , Lengüistik
952
B a ş k a n , Lengüistik
953
K ı r z ı o ğ l u , Anlambiimi,
Metodu,
Metoda,
Ç a ğ l a y a n K i t a b e v i , İ s t a n b u l 1 9 6 7 , s. 1 7 3 .
s. 1 7 3 .
s. 1 2 ; A t a m a n , a . g . e . , s. 2 1 .
imla kuralları ve noktalama işaretleri yardımıyla, bu türden anlam kaybolmalarının önüne nispeten geçilebilmektedir. Ancak H z . Pey gamber dönemi, sahabe dönemi ve bunlara yalan olan dönemler için aym durumdan bahsedilemez. Rasûlullah'ın söyleminin yazıya geçirilmiş hali olan metin (ha dîs), sözün yerini aldığı zaman durum değişmektedir. Hele gerçek şartlarından kopardan ve bu şartlan referans almayan metin (hadîs), kararsız, dünyasız ve dünyanın dışındadır. Sanki boşlukta gibidir. Her metin, bu dünya ile ilişkiye girmekte serbesttir. Bu ilişki sayesin de bir metin, sözün gösterdiği duruma bağlı olarak hakikatin yerini alır *. 95
İlk bakışta yazı, oldukça masum, zararsız gibi görünmekte ve şöyle düşünülmektedir: Yazı sadece maddî ve haricî bir faktörü işin içine sokarak söylem mesajının kaybolmasını önler. Oysa gerçekte yazıyla tespit etme, basit bir koruma fiili değildir; söylemi derinden etkiler ve bazı önemü sonuçlar doğurur. Öncelikle yazı, metni yaza nın amacı karşısında bağımsız kalır. Metnin belirlediği şey, artık ya zarın söylemek istediği şeyle uyuşmayabilir. H e m sözel, yani metinsel anlamlandırmanın kaderi, hem de zihnî anlamlandırmanın kade ri, bundan böyle farklıdır . Bu açıdan yazı bazen aldatıcı da olabil mektedir . 955
956
Durum bu olunca, hadîslerin duyulduğu şekliyle sözlü olarak ri vayeti, onlardaki anlamların korunması için; yazdı rivayeti de onlann daha kalıcı olmalarını sağlamak için faydalı olmuştur. Hadîs rivayeti nin özellikle ilk dönemlerinde bu ikisinin at başı olarak devam etti rilmiş olması, bu açıdan isabetli bir uygulama olmuştur. Bütün bunlar g ö z önünde bulundurulduğunda, hadîsi dil bütün lüğü içerisinde anlamanın bir başka unsuru daha gündeme gelmek tedir. O da; Rasûlullah'ın jest-mimik, ses tonu, kısacası beden dili yoluyla ifade tarzlandır. Bütün bunlar nasd yazıya geçirilecektir? Hadîsin tanımında yer verilen "takrir", yani herhangi bir olay ve ya söz karşısında H z . Peygamber'in suskun kalması ve bu şekilde yapdan ya da söyleneni onaylaması, bir ifade tarzıdır ve anlamlıdır. B u tavır, yapdan veya söylenen şeyin H z . Peygamber tarafından onay954
B k z . Ö z c a n , a.g.e., s. 7 1 .
955
Ö z c a n , a.g.e., s. 7 5 .
956
B k z . S a u s s u r c , a.g.e., s. 5 5 .
landığı manasında anlaşılmıştır. Zira orada bulunanlar bu tavnn bel li bir anlama geldiğini bilmekteydiler. Zaten konuşma sırasında, ko nuşan ve muhatap birbirlerinin karşısındadırlar; söylemin durumu, cereyan etme tarzı ve bağlı olduğu şartlar ortada ve hazırdır. Dola yısıyla söylem bu şartlar içerisinde bir anlama gelmektedir . İşte bu şartlar içerisindeki susma/takrîr'in de bir anlamı olmaktadır. H z . Peygamber'in etrafında bulunan insanlar da çok iyi biliyorlar veya farkındaydılar ki, insanlar sadece konuşmakla değil, başka şekillerle de iletişim kurabilir, birbirlerine anlamlı mesajlar gönderebilirler. Bu iletişim şeklini oluşturan dil, genelde "beden dili" olarak anlaşılmak tadır. Evrensel nitelikteki bu dil sayesinde, birbirini tanımayan insan lar bile anlaşabilmektedirler. 957
Bu bakış açılarının ışığında, dil bütünlüğünden bahsedilirken, sa dece konuşma dilinin değil, beden dilinin de önemi ve hadîsleri an lamadaki katkısına işaret edilmelidir. aa. Hadîsi Ait Olduğu Dil Özellikleri Bütünlüğünde Anlamak Konuşma diündeki bütünlüğü sağlamak için, çok farklı unsurları göz önünde bulundurmak gerekir. Bu unsurlardan bir kısmı, konuş ma anında ve daha sonra yürürlüğünü devam ettirmekteyken, bir kısmı zamanla değişikliğe uğrayabilmektedir. Her iki durumun da dil bütünlüğü açısından göz önünde bulundurulması gerekir. Mese leye bu açıdan bakıldığında, aşağıda değinilecek hususlann öncelikli olarak göz önünde bulundurulması gerekmektedir. aaa. Hadîsi Dil Kuralları Bütünlüğünde Anlamak Yukanda, dilin bir "göstergeler deposu" değil, "göstergeler sis temi" o l d u ğ u beÜrtilirken, her dilin kendine ait bir sisteminin ol duğu vurgulanmak istenmiştir. Bu manada H z . Peygamber'in ko nuşma dili olan Arapça'nın da bir sistemi bulunmaktadır. Kelimele rin iştikakı, kelimelerin cümle içerisindeki dizilişleri, cümlelerin yapı sı ve bunlann anlam üzerindeki birinci dereceden etkileri vs. bu sis tem içerisindeki unsurlardan bazdandır. 958
Herhangi bir dildeki metinleri anlamada ilk adım, dil kurallan gi bi vasıtalann iyi kullanılması olmalıdır. Hadîslerin çoğunun manayla 957
B k z . Ö z c a n , a . g . e , s. 7 1 .
958
A t a m a n , a . g . e , s. 1 6 .
rivayet edildiği bir gerçek olsa da, manayla rivayet dilinin Arapça ol duğu da başka bir gerçektir. Bu durumda, özellikle hadîsi anlama ça basında olanların Arapça bilgisinden müstağni kalamayacaktan orta ya çıkmaktadır. H z . Peygamber'in konuşmalan, onu dinleyen Sahabîler tarafın dan dil birliği sayesinde rahatlıkla anlaşümaktaydı. Esasen H z . Pey gamber'in kendi kavminin dilini konuşmasında ve Kur'ân'ın bu dil de gönderilmesinde de anlama kaygısı ön planda tutulmuştur. Nite kim; "Ve işte biz onu Arapça bir hüküm olarak indirdik..." ve "Biz onu Arapça bir Kur'ân olarak indirdik ki anlayasınız" âyetierinde ve onun Arapça olduğuna vurgu yapan diğer â y e d e r d e , dil birliğinin anlamada ilk sırada olduğuna işaret edilmektedir. 959
960
961
H z . Peygamber'i ve onun mesajını anlama konumunda olan Ashâb, dil konusunda yeterli birikime sahipti ve Rasûlullah'a dille ilgi li fazla soru sorma ihtiyacmı hissetmiyordu . Dil bilgilerinin yanın da, onlann "anlama"lanna katkı sağlayan bir diğer husus, hadîslerin vürûd sebeplerini, ortamlannı bilmeleriydi. Sahabenin dil konusun daki bu kabiliyederi, hadîslerin vürûd ortamlarım ve dini maksatianm iyi kavramış olmalan, müstakil hadîsler konusundaki yorumlarının muteber kabul edilmesinin en önemli sebebi olmuştur . Başka bir ifadeyle, her hangi bir hadîsteki dille ilgili bir problem, onun söylen diği dili ve dış şartlan bilen ashâb tarafından çözülmüş, bu çözüm, diğer Müslümanlar tarafından kabulle karşılanmıştır. Bu kabulde, onlann ilk muhataplar olmalan ve aslında bize ulaşan hadîslerin ço ğunun da onlann hadîsten anladı klan manalar olduğu gerçeğinin pa yı büyüktür. 962
963
aab. Hadîsi Anlam Değişmelerini Dikkate Alarak Anlamak Dillerdeki değişimler, kabul edilmesi zorunlu durumlar olarak değerlendirilirler . Dil, eski kuşakların aktardığı ve olduğu gibi be nimsenmesi gereken bir ü r ü n olmasına rağmen, dilin zamanla de964
965
959
13. er-Ra'd, 3 7 .
960 961
1 2 . Yusuf, 2 . B k z . 1 6 . e n - N a h l , 1 0 3 ; 2 0 . T â h â , 1 1 3 ; 2 6 . e ş - S u a r a , 1 9 5 ; 3 9 . e z - Z ü m e r , 2 8 ; 4 6 . elAhkâf, 1 2 .
962
E b û U b e y d e , Mecizu'l-Kur'in,
963
T c k i n e s , a . g . e , s. 7 5 .
964
Porzig, a . g . e , I , 8 0 .
965
S a u s s u r c , a . g . e , s. 6 6 .
I , 8.
ğişeceği gerçeği de her zaman g ö z önünde bulundurulması gereken bir husustur. Çünkü diller, aym zamanda ardı arkası kesilmeyen bir tekâmülle sürekli olarak değişmektedirler. Bu açıdan bakılınca, her devrin kendine mahsus bir dili, her dilin de kendine ait bazı özellik lerinin b u l u n d u ğ u anlaşılmaktadır. 966
Bu değişimin çok farklı nedenleri olabilir. Neden ne olursa olsun, H z . Peygamber'in kullandığı dil de dahil olmak üzere bütün diller de değişimin o l d u ğ u , bunun; bazen, bazı kelimelerin tarihin bel li bir devresinde durması ve kullanılmaz olmasıyla, bazen de uzun zaman kullanılmasıyla beraber, yeni kelimelerin ortaya çıkmasıyla meydana g e l d i ğ i görülmektedir. Kelimelerdeki bu değişimler, ni teliğine göre, anlam daralması, anlam genişlemesi ve anlam kayması gibi terimlerle ifade edilmektedir. 967
968
Bunlardan "anlam daralması"; "Anlamlı bir birimin daha sınırlı bir kapsam içermeye başlaması, genel bir anlamdan daha dar bir an lama geçiş yoluyla d e ğ i ş i m i " şeklinde tanımlanır. Çok anlamlı bir kelimenin anlamlarından bir ya da birkaçının kaybolup birinin yaşa maya devam etmesi, hemen bütün dillerde görülen bir durum d u r . Bu tür bir değişim, bazen bir kelimenin bir dilden başka bir dile geçişinde de görülür. Aktarıldığı dildeki bu anlam daralması, orijinal kelimenin anlaşdmasında yanılgılara sebep olabilir. Bu tür bir anlam daralmasına, hadîslerde geçen "tecavüz" ve "fuhş" kelimeleri örnek verilebilir. 969
970
971
Arapçada her türlü "haddi a ş m a k " anlamına gelen tecâvüz, bu manada birçok hadîste de kullamlmışür . Türkçe'de; lügat itibariy le "geçme, aşma, el u z a t m a " anlamlarına da gelmesine rağmen, günlük kullanımda daha çok "namusa s a t a ş m a " manasında kulla nılmaktadır. Bu, bir anlamda sözün anlamının daraltılması demektir. 972
973
974
966
T e k i n c ş , a . g . e . , s. 1 6 5 .
967
B k z . B a ş k a n , Lengüistik
968
B k z . İ z u t s u , T o s h i h i k o , Kur'ân'da y ı n l a n , A n k a r a 1 9 7 5 , s. 3 7 .
969
K ı r z ı o ğ l u , a.g.e., s. 4 2 .
Metodu,
s. 1 7 4 . Allah ve İnsan,
970
K ı r z ı o ğ l u , a.g.e.,
971
B k z . İ b r a h i m M u s t a f a ve diğerleri, a . g . e . , I , 1 4 6 . .
Çev. Süleyman Ateş, A Ü İ F Ya
s. 4 2 .
972
Meselâ b k z . Buhârî, 'Itk, 6 ( I I I , 1 1 9 ) ; M ü s l i m , İ m a n , 2 0 1 ( I , 1 1 6 ) .
973
T ü r k ç e Sözlük,
s. 7 7 3 .
974
Türkçe Sözlük,
s. 7 7 3
Dolayısıyla hadîslerde geçen her "tecavüz" kelimesini, bugünkü Türkçe'de yaygın olarak kullanıldığı biçimde anlamak, hadîsin anla şılması önünde önemli bir engel olacaktır. Diğer örnek, "iuhş" kelimesi ise, Arapçada; "aşın çirkin olan şey ve haddi aşan i ş " anlamında kullamlmaktadır. Nitekim yukanda sened ve medn tenkidini yaptığımız hadîsi incelerken, bu kelimenin ism-i faili formunda kullanılan " f a h i ş e " ile ilgili açıklamalarda, onun; "çok çirkin olan söz ve fiiller" anlamında kullanıldığı belir tilmişti. Bu manada çok çirkin olan söz ve fiillerden her türlüsünü kapsamı içerisine alan bu kelime, Türkçe'de sadece; "gayri meşru ilişkiyi meslek edinen kadınlar" manasında kullanılarak anlam da ralmasına uğramıştır. Halbuki H z . Peygamber bu kelimeyi kendi dö neminin Arapçasının kelimeye yüklediği geniş anlamda kullanmıştır. Rasûlullah, kendisine selam verme bahanesiyle, selam yerine; "ölüm (es-sim) üzerine olsun" diyenlere, "sizin d e " diye cevap verirken, eşi H z . Aişe onların bu tavırlanna kızmış ve cevaben; "Ölüm ve kınama sizin üzerinize olsun" ifadesini kullanmıştı. Rasûlullah devreye gire rek H z . Aişe'ye; "lâ tekûnî fâhişeten/ çirkin (sözler kullanan) ol ma" demiştir. Burada kullarulan "fahişe" kelimesi, bugün bizim Türkçe'de anladığımız dar anlamda değil, o dönem Arapçasındaki kullanıldığı geniş anlamda kullanılmıştır. 9 7 5
976
977
978
9 7 9
Aynı durum Arapça'nın kendi içinde de mevcuttur. Kur'ân'da; "İmanlarına zulüm karıştırmayanlar..." âyeti nazil olunca, sahabe âyette geçen "zulüm" kelimesini günlük hayatta kullaruldığı anla mıyla anlamış ve endişelenmişlerdi. Rasûlullah'a gelip bu endişeleri ni ifade etmişler, o da; "Hayır, bu (zulüm) şirk demektir" diye rek, kelimenin anlamını daraltmışür. 980
981
Bütün bunlar, kelimelerin dU bütünlüğü içerisinde anlaşüabilmesi için Rasûlullah'ın döneminde kullanıldığı anlamlarına ve varsa H z . Peygamber'in ilgili keümeye yüklediği özel anlamlara vakıf olmanın gerekliliğini göstermektedir. 975
İ b r a h i m M u s t a f a ve diğerleri, a . g . e . , I I , 6 7 5 .
976
3 3 . e l - A h z â b , 3 0 ; B k z . 7. cl-A'râf, 2 8 ; 1 6 . e n - N a h l , 9 0 .
977
R â ğ ı b , d-Müfredit
978
Tıu-Jtçe Sözlük,
979
Müslim, Selâm, 11 (IV, 1 7 0 6 - 1 7 0 7 ) .
980
6. E n ' â m , 8 2 .
981
Buhâri, Enbiyâ, 4 1 ( I V , 1 3 7 ) .
6 Garibi'l-Kur'in,
s. 3 0 4 .
s. 5 6 2 .
Kelimelerde meydana gelen bir diğer anlam değişikliği, "anlam genişlemesi"dir. Bu; "Anlamlı bir dil biriminin, daha geniş bir kap sam içermesi, dar bir anlamdan genel bir anlama g e ç m e s i " şeklin de tanımlanmaktadır. 982
Yukanda örnek hadîste geçen "şeyh ve şeyha" kelimelerinin kul lanımını, bu çeşit anlam değişikliğine örnek vermek mümkündür. "Şeyh ve şeyha" lügatte; "yaşlanmış, yaklaşık elli yaşına gelmiş kim se" şeklinde tarif edilmesine rağmen, İmâm Mâlik ilgili hadîsteki bu kelimenin; "seyyib ve seyyibe" anlamında kullanıldığını bildir mektedir . Buna göre "şeyh ve seyha"; "bekâr olmayan yani evli olan kimse" anlamında kullanılarak, kelimenin anlamı genişletilmiş tir. Eskiden sadece yaşlılar, anlamına kullanılırken, bu hadîste, evli olan gençler, orta yaşlılar ve yaşlılan kapsayacak şekilde kullanılmış tır. Buna göre, hadîste geçen "şeyh ve seyha"nın; "yaşlı erkek ve ka dın" şeklinde anlaşılması yanlış olacaktır. Kaldı ki hadîste geçen bu kelimenin "seyyib/evli" anlamında kullanıldığına dair başka riva yetler de bulunmaktadır . Hatta Zeyd b. Sâbit'in bir rivayetinde; "Evli gençler (eş-şâbbeyni's-seyyibeyni)'" ifadesinin kullanılması da bu anlam genişlemesini teyit etmektedir. 9 8 3
984
985
986
987
Kelimelerin anlamlarındaki bir diğer değişiklik çeşidine ise; "an lam değişmesi'' denilmektedir. "Kelimenin eskiden yansıttığı kav ramdan ayn olarak yeni bir kavramı yansıtır duruma g e l m e s i " ola rak tanımlan bu tür anlam değişiklikleri, hadîslerde sıkça görülen bir durumdur. 988
Zamanla bazı kelimelerin lügat anlamlan unutulmuş, terim an lamlan kullanılmaya başlanmış, hatta kelimelerdeki bu anlam deği şiklikleri, ileriki yıllarda bazı hadîslerin müşkil addedilmesine bile se bep olabilmiştir. Meselâ H z Peygamber ashabına, ateşte pişmiş ye mekler ile deve eti yedikten sonra "vudû'" emretmiştir . Bu keli me Arapça'da, "elleri yıkamak" anlamına geldiği gibi, bir terim ola989
982
K ı r z ı o ğ l u , a . g . e , s. 4 3 .
983
İbrahim Mustafa v e diğerleri, a.g.e., I , 5 0 2 .
984
Bkz. Muvatta, H u d u d , 1 (II, 8 2 4 ) .
985
K e s k i n , a . g . e . , s. 9 5 .
986
B k z . el-Hâkim, e/-Müsrcdrek, IV, 4 0 1 .
987
el-Beyhakî, a . g . e . , V I I I , 2 1 1 .
988
K ı r z ı o ğ l u , a . g . e . , s. 4 4 .
989
M ü s l i m , H a y z , 9 0 ( I , 2 7 2 ) ; E b û D â v u d , T a h a r e t , 7 5 ( I , 9 8 - 9 9 ) ; İ b n M â c e , Taha ret, 6 5 ( 1 , 1 6 3 - 1 6 4 ) .
rak "abdest almak" anlamına da kullanılmıştır. Hatta zamanla bu ke lime zikredilince, artık akla sadece "abdest almak" gelmeye başlamış tır. Adı geçen kelime her zaman terim manası olan "abdest almak" anlamında anlaşılacak olursa, bu hadîs, benzer durumlarda abdest al manın gerekli olmadığını bildiren diğer sahîh hadîslerle çelişmiş gi bi algılanacaktır . Halbuki kelimenin ilk önceleri "elleri yıkamak", sonraları dinî bir kavram olarak "abdest almak" şeklindeki anlam de ğişmesi göz önüne alındığında, böyle bir çelişkinin söz konusu ol madığı anlaşılacaktır. 990
Bu tür bir anlam değişmesine, "hased" kelimesi de örnek göste rilebilir. Birçok hadîste, hasedin yasaklandığı bildirilmektedir . An cak başka bir hadîste de; "yalnızca iki şeyde hased olabileceği" bildi rilmektedir . Bu keüme zamanla, "Birisinin, başkasının elindeki ni metin onun elinden gitmesi ve kendisine g e ç m e s i " şeklinde terim anlamıyla manalandınlmaya başlanmış ve hadîsler arasında tearuz ol duğu zannedilmiştir. Halbuki hased aynı zamanda; "Birisinin nail olduğu nimetin misline nail olma a r z u s u " anlamına da gelmekte dir. Dildeki bu tür değişimler bilindiği takdirde, bu iki "hased"le kastedilen şeylerin farklı olduğu, biriyle "kınanan hased"in, diğeriy le de "gıpta"nın kastedildiği anlaşılacaktır. 991
992
993
994
İster anlam daralması, ister genişlemesi ve isterse değişmesi tü ründen olsun, kelimelerin anlamlarının zamanla değişikliğe uğradı ğı, hadîs anlamalarında bu durumun g ö z önünde bulundurulması gerektiği, aksi takdirde bir takım yanlış anlamaların ortaya çıkabile ceği gözden kaçırılmamalıdır. Buna göre hadîsi bütünlük içerisinde anlamak için dil özelliklerine, bunun içinde de anlam değişmelerine dikkat edilmesi gerekmektedir.
aac. Hadîste Anlamı Kapalı Kelimelere Özen Göstermek Dillerin sahip oldukları bazı özellikler, bazen anlam kapalılıkları na yol açabilmektedir . Dille ilgili bu durumların, genel olarak iki 995
990
T e k i n e ş , a . g . e . , s. 1 4 6 .
991
M ü s l i m , Birr, 2 4 , 2 8 ( I V , 1 9 8 3 , 1 9 8 5 ) ; B u h â r î , E d e b , 5 7 , 5 8 ( V I I , 8 8 , 8 9 ) .
992
Buhârî, Temennî, 5 (VIII, 1 2 9 ) .
993
B k z . R â ğ ı b el-İsfchânî, a . g . e . , s. 1 1 8 .
994
B i l m e n , Ö m e r N a s u h i , Dini ve FeleS 1 9 6 7 , s. 7 6 .
995
B k z . C â h ı z , E b û O s m a n A m r u ' b n u B a h r , Kitâbu'l-Hayevân, lâm H â n ı n , Dâru İhyâi't-Turâsi'l-Arabî, Beyrut tsz., I , 1 5 4 .
Ahlak
Lugatçesi,
B i l m e n Yayınevi, İ s t a n b u l T h k vc ş r h . A b d u s s e -
sebepten kaynaklandığı belirtilmektedir. Bunlardan biri; bazı keli melerin anlam kapalılığı, diğeri de dilde kullanılan edebî sanadardır. Câhız, dilin bu özelliklerini bilmeyenlerin Kur'ân ve sünnetin yoru munu bilemeyeceğini, Kelâm ve diğer bazı ilimlerde söz sahibi ola mayacağım iddia etmektedir. Ona göre bu kişiler, kendilerini helak edecekleri gibi, bu yetersizlikleri ile başkalannın felaketine de neden olacaklardır . Burada birinci türden anlam kapahlıklarından bahse dilecek, edebi sanadarla ilgili olan diğer hususa, daha sonra değini lecektir. 996
Hadîslerde geçen, anlamı ilk anda bilinemeyen, kapalı olan keli meleri inceleyen hadîs bilim dalına "garibu'l-hadîs" denilmekte d i r . Hadîs ilminde büyük önem taşıyan "garibu'l-hadîs", ancak lügat ilmine vakıf olanların içinden çıkabilecekleri bir konu olmakla beraber, hadîsçiler arasında garîb kelimeyi bilmeyenler ayıplanmış; böyle kimselere, H z . Peygamber'in sözlerini zanna dayanarak yo rumlamaktan sakınmaları tavsiye olunmuş, bazı hadîsçiler de bu ko nuda kendilerini yeterli görmedikleri için hadîs yorumundan kaçın mışlardır . 997
998
Aslında ilk zamanlarda H z . Peygamber'in sözlerinde garîb olarak algılanan kelimeler son derece nadir bulunuyordu. Zira o, Arapların en fasîhi idi. Ancak diğer kültürlerden olan insanîann Müslüman ol malan sonucu, bazı lafızlar garîb bulunmaya başlandı. Dolayısıyla onlara kapalı gelen kelimeler açıklanmaya başlandı ve bu surette adı geçen ilim o l u ş t u . Buna göre, bu hadîslerdeki kelimeler, özel açıklamaya ihtiyaç duymaya başladı. Örnekleme açısından, en-Nihâye'den rastgele seçilmiş olan bazı kelimeler sunularak söz konusu mesele açıklanmaya çalışılacaktır. 999
Bir hadîste, H z . Peygamber'in minberinin "ese/u 7-gâbe "den ya pıldığı anlatılmaktadır. Ibnu'1-Esîr, burada anlamı kapalı olan "esel"in, ılgına benzeyen bir ağaç olduğunu ve ondan biraz daha iri ce olduğunu behrtınektedir . 1000
996
Bkz. Câhız, a.g.e., 1 , 1 5 4 .
997
e n - N e v e v î , ct-Takrib,
998
K o ç y i ğ i t , Hadîs
999
A c c â c e l - H a ö b , el-Muhtasaru't-Vedz
1000
İbnu'l-Esîrj Mecdüddîn Ebu's-Seâdât el-Mübarek b. M u h a m m e d el-Cezerî, cnNihâyc S Garîbi'l-Hadîs, M ü e s s e s e t ü Ismâiliyyân, 1 3 2 7 , 1 , 2 3 .
s. 7 7 - 7 8 .
Istılahları,
s. 1 1 5 . B Ulûmi'l-Hadîs,
s. 1 1 5 .
Yine bir hadîste; "Ümmetimden "mütcellîn"c yazıklar olsun" buyurulmaktadır. Bu hadîste anlamı kapalı olan ve anlaşılmayan "müteellîn "in; "Allah adına hükmedip, falanca cennette, falanca ce hennemdedir şeklinde hüküm verenler" olduğu açıklanmaktadır . 1001
Anlaşılmayan kelimeler arasında coğrafî yer isimleri de bulun maktadır. "Binhâ" bunlardan biridir. Mısır köylerinden birinin adı olan bu kelime anlaşılmamış ve daha somaları açıklanma ihtiyacı du yulmuştur. Zira bu isim, Araplarca bilinmediği için telaffuzu da "benhâ"şeklinde yanlış olabilmiştir. Halbuki H z . Peygamber bu kö yü bilir, hatta onun balını methederdi . 1002
Kelimelerdeki anlam kapalılıkları, bazen de yabancı dilden geçen kelimelerden dolayı zuhur etmiştir. Meselâ bu keümelerden biri; "eibeyşiyârâkât"ür. Bu, yemekten önce misafire ikram edilen aperatif türü ş e y d i r . Arap kültüründe olmayan ama somaları çeşidi vesi lelerle Arapçaya giren ve bazı hadîslerde kullanılan bu kelimenin an lamındaki kapalılık yine "garibu'l-hadîs" ilmi sayesinde izale edilmiş tir. 1003
Bütün bunlar, zaman zaman bazı hadîslerde anlamı kapalı keli melerin olabileceği, bunların da ancak "garibu'l-hadîs" yardımıyla çözülebileceği gerçeğini gösteren sadece birkaç örnektir. aad. Hadîsi Dildeki Edebî Unsurlar Bütünlüğünde Anlamak En dar anlamda; " H z . Peygamber'in sözleri" anlamına gelen "hadîs"; " s ö z " olması hasebiyle, diğer sözlerin sahip olduğu bütün unsurlara sahip olabilmektedir. Günlük hayatta herhangi bir Arab'ın bilinçli veya bilinçsiz olarak kullandığı mecaz, kinaye, teşbih vs. gibi edebî unsurlar, H z . Peygamber'in sözlerinde daha bilinçli ve daha yerü yerince kullanılmıştır. Burada esas olan, hadîs anlamalarında sö zü (hadîsi), bu bütünlükler içerisinde değerlendirmeye çalışmaktır. Bu durum, hadîsi anlama çabası içerisinde olan ilk sarihler tara fından da dikkate alınmıştır. Nitekim Buhârî Şârihî el-Aynî; daha eserinin başlarında, H z . Peygamber'in sözlerinin Arapça olduğunu
1001
İbnu'l-Esîr, a . g . e , I , 6 2 .
1002
İbnu'l-Esîr, a . g . e , I, 1 5 7 .
1003
İbnu'l-Esîr, a . g . e , 1 , 1 7 1 .
ve hakikat, mecaz, kinaye, sarih, âmm, hâss, mutlak, mukayyed, mantûk, mefhûm, tenbih, ima gibi çeşidi yönleriyle Arap kelâmmm özelliklerini taşıdığını, Arapçanın bu özelliklerini bilmeyenlerin ha dîsi anlamaktan uzak olacağını belirtmiştir . 1004
Burada, sözün bütün bu unsurlarının anlatılması yerine, sadece hadîs anlamalarında ihmal edilmemesi gereken bir husus olduğuna dikkat çekmek amacıyla bazı örneklerin sunulmasıyla yetinilecektir. Mu'tezile kelâmcılannm; "Rüzgara sövmeyin, çünkü o, Rahmân'ın nefesindendir" hadîsi hakkında; "Buna göre rüzgarın ya ratılmış olmaması gerekir. Zira Rahmân'dan mahluk şey olmaz" de diklerini nakleden İbn Kuteybe, bu ifade ile rüzgarın "Rahmân'ın ferahlığı ve bereketi" olduğunun anlatılmak istendiği, söz konusu ifadenin "kinaye" olduğunu söylemektedir . Nitekim benzeri bir kullanım, "Rahmân'ın nefesini Yemen tarafından hissediyorum" hadîsinde de görülmektedir. İbn Kuteybe'ye göre H z . Peygamber, aslen Yemenli olan Ensâr ile, ferahlığa ve rahata kavuştuğunu anlat mak için bunu söylemiştir . 1005
1006
1007
1008
I.Bölümde, kadınların kaburga kemiğinden yaratılmasından bah seden hadîsin, hakikî anlamda anlaşılması sonucu serdedilen değişik izah tarzlarına değinilmişti. Bu izahlardan bazılarının aslında H z . Peygamber'in kastettiği mana ile ilgisinin olmadığı ve dildeki meca zî ifadelere vakıf olmamadan kaynaklanan yanlış anlamalar olduğu ifade edilmişti. H z . Peygamber, mecaz ve kinayenin yanı sıra diğer edebî sanat ları da kullanmıştır. Bunlardan biri de istiaredir. Enes b. Mâlik'in ri vayet ettiği şu hadîste, H z . Peygamber istiare kullanmıştır: " H z . Peygamber bir seferdeyken, Habeşli bir deve sürücüsü, kadınların bindiği develeri güzel sesiyle hızlı bir şekilde yürütüyordu. Bunun üzerine H z . Peygamber; "Ey Enceşe! Kristal kupalara dikkat et, on ları hızh yürütme" b u y u r d u " . eş-Şerif er-Razî (ö. 4 0 6 / 1 0 1 5 ) , burada istiarenin olduğunu belirtmiştir. Zira Rasûlullah bu ifadesin1009
1004
B k z . el-'Aynî, a . g . e . , I , 1 1 .
1005
H â k i m , ci-AfüstedreJİ:, I I , 2 7 2
1006
İ b n K u t e y b e , Te'vilu
1007
A h m e d b . H a n b e l , Müsncd,
Muhtclirt'l-Hadis,
1008
İ b n K u t e y b e , Tc'vtlu MuhtcliG'l-Hadîs,
1009
Buhâri, E d e b , 1 1 6 ( V I I , 1 2 1 ) .
s. 1 4 2 - 1 4 3 .
II, 541. s. 1 4 3 ; T c k i n e ş , a . g . e . , s. 1 9 5 .
de, kadınları, nezakederi ve narinlikleri sebebiyle ince, kıymetli ve kı rılgan olan kristal kupalara benzetmiştir . 1010
Hadîslerde bazen temsilî kıssalara da rasdanılmaktadır. temsilî kıssalar, yaşanmamış hadiselerdir. Bunlar, bir gerçeği anlatmak, onu toplumun zihnine ve vicdanına yerleştirmek için başvurulan dolaylı anlatım tarzıdır . M e c a z î ifadeler, nasıl bazılarınca hakikatmiş gi bi algılandıysa, bunlar da bazen hakikatmiş gibi algılanmıştır. Mese lâ H z . Peygamber'in şöyle bir temsilî kıssası vardır: "Sizden biriniz, yiyeceği ve içeceği yüklü olan bineğini ıssız bir çölde kaybettikten sonra, ümidini kesip ağacın gölgesinde otururken, onu birden karşı sında bulup yularını ele geçirince ne kadar sevinirse, Allah, kendisi ne yönelip tövbe eden kulunun tövbesinden dolayı bundan daha fazla sevinç d u y a r " . Burada geçmişte yaşanmış bir olay anlatılma maktadır. Sadece tövbenin Allah katındaki değerini anlatmak için H z . Peygamber bir temsile başvurmuştur. Oysa aym temsili, Dârimî, gerçek yaşanmış bir olay olarak rivayet etmiştir . Bu yanılgı, Dârîmî'den kaynaklanmış olabileceği gibi, hadîsi ona rivayet eden râvî lerin herhangi birinden de kaynaklanmış olabilir. O, bu hadîsi şöyle nakletmektedir: "Bir adam ıssız bir çölde yolculuk yapar. Bir ağaç al tında öğle uykusuna yatar. Yanında bineği, onun üstünde yiyeceği ve içeceği de vardır..." . 1011
1012
1013
1014
Bu birkaç örnek, hadîslerin basit, düz birer metin değil, dilin bü tün edebî özelliklerini bünyesinde barındıran metinler olduğunu göstermektedir. Bunlar, hadîsi anlamada, edebî ve diğer dil unsurla rının da bütünlük içerisinde değerlendirilmesi gerektiğini gösterir bir kaç çrnektir. Hadîsi dil bütünlüğünü sağlayarak arılamak, bu hu suslann da göz önünde bulundurulmasım gerekli kılmaktadır. 1015
ab. Hadîsi Beden Dili Bütünlüğünde Anlamak Bir toplum içerisinde kullanılan ve anlamı olan çeşitli işaret sis temlerini inceleyen dala, "semiyoloji" veya "işaret bilimi" adı veril1010
K ö k t a s , Y a v u z , " H a d î s l e r i n A n l a ş ı l m a s ı n d a M e c a z Bilgisi, e ş - Ş e r î f e r - R â d i ve elM e c â z â t u ' n - N e b e v i y y e " , Ekev Akademi Dergisi, CUt: 3 , Sayı: 2 , Yıl: 2 0 0 1 , s. 1 8 9 .
1011
G ö r m e z , a . g . e . , s. 2 6 5 .
1012
Müslim, Tcvbe, 1, 3 ( IV, 2 1 0 2 - 2 1 0 3 ) .
1013
G ö r m e z , a . g . e . , s. 2 6 7 .
1014
Dârimî, Rikâk, 19 ( I I , 3 9 3 ) .
1015
H z . P e y g a m b e r ' i n H a d î s l e r i n d e k i e d e b î unsurlar için b k z . K e m a l İ z z u d d i n , el-Hadisu'n-Nebevi eş-Şerîfmin el-Vicheti'l-Beliğiyye, D â r u İ k r â , B e y r u t 1 9 8 4 , s. 5 3 5 .
mekte, böylece lisan dışında da insanîann çeşidi işarederle anlaşabil dikleri bilimsel olarak kabul edilmektedir, insanlar arasındaki iletişi min büyük bir bölümünün dil (lisan) dışında gerçekleştiğini belir tenler de vardır. Bunlara göre, insanlar da bazen; içgüdüsel olan do ğal verilere dayanarak anlaşabilmektedirler. Kızmayı, bağırmakla; utanmayı, yüzün kızarmasıyla; sevinmeyi, gülümsekle; sıkümayı, kaşlan çatmakla belli etmek, bunu örneklendirecek durumlardan yalnız ca birkaçıdır . 1016
İnsanîann mesaj yüklü bu ifade tarzlan, daha çok beden dilini çağnştırmaktadır. Beden dili, en geniş anlamda; "İnsanlar arası iliş kilerde kişilerin diğer insanlarla aralanna koyduktan "mesafe"leri ve birbirlerine temaslan başta olmak üzere, bedenin duruşu, yön değiş tirmesi, başın çevrilmesi, kaş-göz ve yüz ifadeleri, bir bakış, bir te bessüm, bir gülüş, tokalaşma, yumruk sıkma, el kaldırma, kol kavuş turma gibi el-kol harekederi, bacak bacak üstüne atma, bağdaş kur ma ve yürürken bacaklann kullamhşı, oturma-kalkma şekilleri, ses tordan -bütün bunlara ek olarak- giyiniş tarzlan, saç-sakal-bıyık biçimleriyle duygu, düşünce, tavır, istek ve ihtiyaçlan bildirmeye yara yan anlatım a r a c ı " olarak tanımlanmaktadır. 1017
Beden dilini, söylemin kapsamı içinde gören dilbilimcilere göre; "söylem kavramının kapsamı, cümlelerle bildirim yapmaktan, örne ğin göz kırpmaya, tüy dikenleşmesinden, yüz kızarmasına kadar ile tişime yarayan her türlü aracı kapsayan geniş bir yelpazeye yayı l ı r " . Buna göre, bedene mal olmuş anlamsız bir hareket ve dav ranış yok gibidir. Bir olaya veya bir kimseye karşı nasıl bir duygu içe risinde olunduğunu ifade eden her davranış, kendi bağlamında an lam yüklü bir sözcük konumunda olmaktadır . Hatta bazen, ke limelerin anlatamadığı bazı duygular, beden diline ait bazı ifade formlanyla daya iyi anlatılabümektedir. 1018
1019
Buna göre, kelimeler, ses tonu ve beden dili iletişimin temel unsurlanndan saydmaktadır. Ancak bunlar arasında oransal olarak üs tünlüğü elde tutanın beden dili olduğu belirtilmektedir. Bir değer-
1016
D e n k e l , Anlam
1017
K a r a , N e c a t i , Kur'ân'da bul 2 0 0 2 , s. 1 8 2 .
1018
D e n k e l , Anlam
1019
K a r a , a.g.e.,
ve Nedensellik,
ve Nedensellik,
s. 1 8 3 .
s. 4 4 .
Bir İletişim Aracı Olarak Beden s. 4 4 .
( B a s ı l m a m ı ş K i t a p ) İstan
lendirmeyc göre; iletişimin yapılmasında ortalama olarak, kelimeler %10, ses tonu %30, beden dili de %60 belirleyici olmaktadır. Ses to nunun beden diline eklenmesi durumunda, beden dilinin iletişimde ki katkısının %90 olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır . 1020
Bu açıdan H z . Peygamber'e bakıldığında, sadece onun sözleri ve fiilleri değil, sessizliği ve hareketsizliğinin de bir anlam içerdiği gö rülecektir. Buna dayandarak beyan denilince; asıl olanın H z . Pey gamber'in sözlü açıklamaları olmasına rağmen, onun fiilleri, davra nışları, ikrar (onay)lan, hatta bütün sireti ve hayatı da Kur'ân'm açık lamaları olarak anlaşılmıştır . 1021
H z . Peygamber'in beden dili diye ifade ettiğimiz ve jest ve mi mikleri de içine alan bu durum, zaman zaman gündeme getirilmiş tir. Bazılarınca H z . Peygamber'in beden diline ait jest ve mimikler hadîs metinlerinde yeterince yer almamıştır . Bazdanna göre de, hadîs metinlerinde yer alan bu unsurlar, sonradan oluşturulan senar yonun ürünüdürler . 1022
1023
H z . Peygamber'in beden ehline ait bazı unsurlar, kısmen hadîs kavramı içerisindeki "takrir" ifadesiyle anlatılmaya çahşdmışür. H z . Peygamber'in huzurunda bir şey söylenir veya yapılır, o da bunu in kâr etmez, sessiz kalırsa, bu anlamlı sessizliğin adına takriri sünnet denilmektedir. Rasûlullah'ın bu sessizliği, huzurunda yapdan veya söylenen ya da haber verilen bir olayın onun tarafından onaylandığı anlamına gelmektedir. Çünkü Rasûlullah, yanlış olan söz ve fiillerin yanlışlığım onaylamaz, onlara müdahale ederdi. Müdahale etmediği durumlarda, onun bu hususları onayladığı anlamı çıkarılmaktay dı . Zira o, mübeyyin olarak gönderilmişti, onun bâtü, çirkin ve yanlış olan şeyleri onaylaması, onlara tepkisiz kalması düşünülemez1 0 2 4
djl025
1020
K a r a , N e c a t i , " B i r Bildirişim D i z g e s i O l a r a k B e d e n Dili ( B i r M e t i n O l a r a k B e d e n Dili) - K u r ' â n Ö r n e ğ i ' ' , Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kur'ân ve Dil • Dilbilim ve HcrmenötikSempozyumu, B a k a n l a r M a t b a a s ı , E r z u r u m 2 0 0 1 , s. 424.
1021
Bigiyef, M u s a C a r u l l a h , Kur'ân-Sünnct İlişkisine Farklı Bir Yaklaşım Kitâbu's-Sünne, Ç e v . M e h m e t G ö r m e z , A n k a r a O k u l u Yayınlan, A n k a r a 1 9 9 8 , s. 1 1 1 .
1022
B k z . Ö z a f ş a r , Hadisi
1023
B k z . N a g e l , T i l m a n , " H a d î s Ya d a T a r i h i n İ m h a s ı " , Ç e v . Ali D e r e , İslimi malar, Cilt: 1 0 , Sayı: 1 - 2 - 3 , 1 9 9 7 , s. 1 6 3 - 1 6 7 .
Yeniden
1024
B k z . e z - Z e h e b î , el-Mûkıza
1025
Z e y d a n , Fıkıh Usûlü, s. 2 1 6 .
Düşünmek,
s. 2 8 5 .
S İlmi Mustalahi'l-Hadis,
s. 9 7 - 1 0 2 .
Araştır
Takriri sünnet, H z . Peygamber'in beden diline ait bazı anlamlı mesajlan muhtevi olmasına rağmen, onun bütün anlamlı bedensel ifadeleri sadece takriri sünnetten ibaret de değildir. Bu konuda yar dımcı olan bir diğer hadîs çeşidi, "müselsel hadîsler"dir. Müselsel hadîsler, râvîlerin veya rivayetin sıfat ve hallerinin baştan sona kadar aynen devam ettirilerek rivayet edildiği hadîslerdir . Bu hadîsler de, H z . Peygamber'e ait sıfat ve haller taklit edilerek daha sonraki râvîlere aktarılır. Meselâ Rasûlullah, "Allah arzı cumartesi günü yarat tı..." hadîsini söylerken, parmaklarını Ebû Hureyre'nin Parmakları na geçirerek onun elini tutmuştu. Ebû Hureyre de aym hadîsi Ab dullah b. Rafî'e rivayet ederken aym tutuş şeklini tekrarlamış, bu şe kilde son râvîye kadar aym hareket tekrarlanmıştır . 1026
1027
Görüldüğü gibi, Resûlullah'a ait bazı harekeder, müselsel hadîs ler vasıtasıyla sonraki nesillere aktarılmıştır. Ancak onun bütün be den dilinin sadece takriri sünnet ve müselsel hadîsler vasıtasıyla anla şılabileceği zannına kapılmamak gerekir. Zira diğer bazı hadîslerde de bu konuyla ilgili tasvirlere yer verilmiştir. H z . Peygamber'in bazı konulan anlatırken aym anda bazı işaret leri kullanması, bu tür anlatım tarzlarındandır. Rasûlullah; "Ben ve yetimi koruyan cennette şöyleyiz" derken işaret parmağıyla orta par mağını yan yana getirerek uzatmıştı . Bununla, yetimi koruyan ile kendisinin cennette yan yana ve çok yakın olacaklanm anlatmak iste m i ş t i . Bu işareti, orada bulunanlar tarafından doğru anlaşılmış, aym beden dili formuyla gelecek nesillere rivayet edilmiş, işaret türü terk edilmemiş, işarede birlikte rivayet edilmiştir. 1028
1029
Rasûlullah, başka bir hadîste; korkulması gereken şeylerden biri nin de "dil" olduğunu belirtmek için, kendi dilini tutarak; "işte bu" demiş, onun bu işareti gelecek nesillere rivayet edilmiştir . 1030
Görüldüğü üzere, çoğunlukla bu ve benzeri bedensel işaretler, jest ve mimikler, ashâb tarafından dikkade takip edilmiş, her birinin hangi anlama geldiği çözümlenmiş ve bizlere kadar rivayet edilmiş1026
Bkz. Şâkir, a.g.e., s. 1 6 8 ; el-Emîru's-San'ânî, Tavzîhu'l-Efkâr, Hadîs Istılahları, s. 3 1 0 - 3 1 3 ; Aydınlı, a.g.e., s. 1 1 4 .
1027
es-Suyûtî, Tedribu'r-Râvî,
1028
Müslim, Zühd, 4 2 ( I V , 2 2 8 7 ) .
I I , 2 3 7 ; Koçyiğit,
II, 1 6 8 .
1029
Kardâvî, Yusuf, er Resul ve'ltlm,
1030
Buhârî, Talâk,, 2 4 ( V I , 1 7 5 ) ; i b n M â c e , F i t e n , 1 2 ( I I , 1 3 1 4 ) .
Müesscsctü'r-Risile,
B e y r u t 1 9 8 5 , s. 1 4 6 .
tir. Bunlardan en önemlileri de H z . Peygamber'in baş harekederidir. Başın en küçük bir hareketi bile, kişiler arasındaki iletişimi büyük öl çüde etkileyebilmektedir. Bu bakımdan baş, beden dili açısından önemli bir organdır. Hatta, jest ve mimik harekederinin en fazla ser gilendiği, yüz, kaş, g ö z , ağız ve dudakların başa dahil uzuvlar oldu ğu hatırlanırsa, başın beden dili açısından son derece önemli olduğu ortaya çıkmaktadır 1031
H z . Peygamber'in hem kendisi baş, yüz harekederiyle bir şeyler anlatmış, hem de başkalarının bu tür harekederini anlamlandırarak bazı sonuçlara ulaşmıştır. Meselâ o, ölümcül bir şekilde dövülen ve artık konuşmaya meca li kalmayan bir cariyeye, zanlıların isimlerini sırayla saymış, birinci isimde kadın başıyla "hayır" işareti yapmış, ikinci isimde de aym işa reti yapmış, üçüncü isimde başıyla "evet" işareti yapmış ve bunun üzerine adam Resûlullah tarafından cezalandırılmıştır . 1032
Rasûlullah'ın başını gülerek kaldırması, genellikle orada hoşuna giden bir işin o l d u ğ u şeklinde anlaşılmıştır. Ancak ashâb onun her tebessümünü bu şekilde anlamamıştır. Onun hoşuna giden bir olay veya kişiden dolayı tebessüm etmesi i l e , kızgınlığından ötü rü tebessüm etmesi bariz bir şekilde fark edilir ve buna göre anlamlandınhrdı. "Resûlullah'a geldim, selam verdim. Bana sinirli bir yüz haliyle tebessüm e t t i " gibi ifadeler, bunu gösterir örneklerdir. 1 0 3 3
1 0 3 4
1035
Onun kızgınlığı, bazen yüzünden ve gözlerindeki değişiklikler den de anlaşılmaktaydı. Meselâ; "Rasûlullah kızdı, ta ki yanakla rı/yüzü k ı z a r d ı " , "Ömer, Rasûlullah'ın yüzündeki (kızgınlık alamederi)ni görünce (hemen devreye girdi ve) "Yâ Rasûlallah! Allah'a tövbe ediyoruz" d e d i . . . " ve "Rasûlullah'ı hiçbir konuşmasında böyle kızgın görmemiştim..." şeklindeki ifadeler, onun kızgınh1036
1037
1038
1031
B k z . K a r a , a . g . e . , s. 2 8 7 .
1032
Buhari, Talâk,, 2 4 ( V I , 1 7 6 ) ; İbn Mâce, Diyât, 24 ( I I , 8 8 9 ) .
1033
B k z . M ü s l i m , Salât, 53 ( I , 3 0 0 ) .
1034
Bkz. Müslim, Fezâilu's-Sahâbc, 1 3 5 (IV, 1925).
1035
Müslim, Tevbe, 53 (IV, 2123).
1036
Müslim, Lukata, 2 ( I I I , 1 3 4 8 ) , 6 ( I I I , 1 3 4 9 ) , Zekât, 1 4 1 ( I I , 7 3 9 ) ; Buhâri, İsti'zân, 4 7 ( V I I , 1 4 3 ) .
1037
Buhâri, İlim, 2 9 ( I , 3 2 ) .
1038
Buhâri, İlim, 2 8 ( I , 3 1 ) .
ğının yüz ifadelerine nasıl yansıdığını, ve insanların da bunları anla madaki maharederini göstermektedir. Bütün bunlara ilâveten, onun yüzünün kızarması, bazen, o anda vahyin geldiğinin , bazen de heyecan ve endişenin göstergesi ola bilmekteydi. H z . Peygamber'in eşi Zeyneb bintu Cahş; "Rasûlullah bir gün yüzü kızarmış ve endişeli bir halde dışan çıktı ve şöyle de di..." derken buna işaret etmiştir. 1039
1040
Görüldüğü gibi ashâb, H z . Peygamber'in yüzünün kızarmasın dan değişik mesajlar anlamışlar, bunları bazen kızgınlık, bazen heye can, bazen de sıkıntı şeklinde deşifre etmişlerdir. Aynı şekilde onun tebessümleri de, yerine göre onay, yerine göre sitem, yerine göre hoşlanma manalarında anlaşılmıştır. Ashâb, H z . Peygamber'in yüzünün parlamasını; canlılık, neşe ve sevinç belirtisi olarak yorumlamışlardır. Nitekim Rasûlullah'ın son dönemlerini anlatırken Enes b. Mâlik; H z . Ebû Bekr'in namaz kıl dırdığı sırada, Rasûluliah'ın hücresinin örtüsünü kaldırıp baktığını görmüş, tabii bu ara onun yüzüne de bakmış ve onu; "sanki yüzü mushaf kağıdı gibiydi (Yüzün güzelliği, neşesi ve parlaklığım vurgu lamak için kullamlmıştır) " diyerek tasvir etmiştir. Rasûlullah as habım bu şekilde görünce sevinmiş ve tebessüm ederek gülmüş, on lann namaza devam etmelerini sağlamak için de eliyle devam işareti yapmıştır . Görüldüğü gibi burada Enes, H z . Peygamber'in yüz rengi, yüz ifadesi ve el işaretini anlamlandırmaktadır. 1041
1042
H z . Peygamber'in beden dilini yansıtan bir başka unsur, onun ses tonudur. O önemli konulan anlatırken sesini yükseltirdi . Bu nunla ilgili olarak Câbir b. Abdillah şöyle demektedir: "Rasûlullah konuşma yaptığı zaman, gözlerinin beyazı kızarır, ses tonu yükselir, gazabı artardı. Sanki o ( bu haliyle) yaklaşan bir (düşman) ordusu nun geliyor olduğunu haber veriyor (gibi inandıncı konuşur) du..." . 1043
1044
1039
Bkz. Müslim, Hacc, 8 ( I I , 8 3 7 ) .
1040 1041
Müslim, Fitcn, 2 (IV, 2 2 0 8 ) . M u h a m m e d F u a d A b d u l b â k î , d i p n o t t a i z a h ı m b u şekilde y a p m ı ş t ı r ( M ü s l i m , S a lât, 9 8 ( I , 3 1 5 ) )
1042
Müslim, Salat, 9 8 ( I , 3 1 5 ) .
1043
Müslim, C u m a , 4 4 ( I I , 592-593).
1044
Müslim, C u m a , 4 3 (II, 5 9 2 ) .
Şüphesiz H z . Peygamberin beden ehline ait anlamlı unsurlar, sa dece onun baş, yüz ve sesiyle sınırlı değildir. Onun el harekederi, oturma şekilleri de bu konuda önemli göstergelerdendir. O, ashâbla iletişim kurarken el harekederini sıkça kullanmıştır. Bunu; bazen birini yanma çağırmak i ç i n , bazen insanlara sakin olmalarını an latmak i ç i n , bazen bir rakamı tarif etmek i ç i n , bazen bir yö nü anlatmak i ç i n ve bazen de birilerinin oturmalarını sağlamak için yapmıştır. O, bazen de kullandığı bir kelimenin anlamım el işaretiyle anlatmıştır. Meselâ H z . Peygamber, ilmin çekilip cehaletin ve fitnenin çoğalacağı bir dönemde, "herce "in de artacağını söyle miş, oradakiler "Aerecln anlamını sormuşlar, o da eliyle öldürme işareti yaparak, öldürme olaylarının artacağını anlatmıştır . 1045
1046
1047
1048
1049
1050
Rasûlullah'ın oturma şekillerinin de farklı anlamlan vardır. Bir yastığa yaslanarak Kabe'nin gölgesinde oturması, rahat ve huzurlu bir oturma anlamına gelmekte iken, bu halden aniden doğrulup, dizlerinin üzerine oturması ve bu arada renginin kızarması, vereceği mesajın ciddiyetini göstermektedir. Bu konuda Habbâb şöyle bir olay anlatmaktadır: "Rasûlullah'a geldim. Kabe'nin gölgesinde bir yastığa yaslanmış oturuyordu. O aralar müşrikler bize şiddet uygu luyorlardı. Ona; "(bizim için) Neden Allah'a dua etmiyorsun?" de dim. Bunun üzerine doğrularak oturdu, yüzü kızardı ve şöyle de di:..." 1051
Bütün bunlar; Resûlullah'ın beden dilinin sahabe tarafından çok iyi tahlil edilip anlamlandınldığım, dolayısıyla, hadîsi anlamada bü tünlüğü sağlamak için sadece dil (Usan) deki bütün unsurîan g ö z önünde bulundurmanın yeterli olmadığım, H z . Peygamber'in bunlan hangi beden dili eşliğinde sunduğunu bilmenin de bütünlük açı sından önemli olduğunu göstermektedir. Zira, bir fikrin anlatılması ve anlaşdmasında, bazen dildeki kelimeler, cümleler vs gibi Usan un surîan tek basma yeterü olmayabilir . Bununla birlikte sergilenen 1052
1045
Bkz. İbn Mâcc, Nikâh, 1 (I, 5 9 2 ) .
1046
B k z . A h m e d b . H a n b e l , Müsncd,
1047
B k z . M ü s l i m , Siyam, 1 6 ( I I , 7 6 1 ) .
V, 208.
1048
Buhâri, Talâk,, 2 4 ( V I , 1 7 6 ) .
1049
Bkz. İbn Mâcc, İkâme, 144 (I, 3 9 2 ) .
1050
Buhâri, İlim, 2 4 ( I , 2 9 ) .
1051
Buhâri, Menâkıbu'l-Ensâr, 2 9 ( I V , 2 3 8 - 2 3 9 ) .
1052
B k z . B a ş k a n , Lengüistik
Metodu,
s. 9 7 .
jest ve mimikler, kelime veya cümlelerin hangi anlamda kullanıldığı nı tayin ederler. Meselâ Türkçede "görüşürüz" şeklindeki bir cüm le, bu haliyle, çok farklı anlamlara hamledilebilir. Çünkü sadece " g ö rüşürüz" ifadesi, gerçekten görüşme ümidim anlatabileceği gibi, tehdit veya bir konudaki haklılık beklentisini ifade etmek için de kul lanılabilir. Bunu tayin etmek, anlamada dil kadar önemli olan beden dili ifadeleriyle mümkün olacaktır. Zira bedensel ifadeler, insan faali yetinin doğal belirtileridir ve anlama bu belirtiler üzerine kurulur. Bununla beraber bu ifadeler de bağlamlar içerisinde anlam kazanır lar ". 10
Buraya kadar, hadisin iç bütünlüğünü sağlayan dil özelliklerin den (dahili siyak ve sibak) bahsedildi. Burada ise, onlann anlamlanm tayin edici fonksiyonu bulunan bağlamdan (dış siyak ve sibak) bahsedilecektir. b. Hadisi Bağlam Bütünlüğünde Anlamak Her ne kadar bazı dilciler, zaman zaman anlamın bağlamdan ba ğımsız olduğunu öne sürmüşlerse d e , çoğunluğa göre bağlam, anlama faaliyetinin en önemli unsurlanndan biri olarak kabul edil miştir. 1 0 5 4
Bağlam; iletişim olayının sözlü veya yazılı söyleyişinin, içinde yer aldığı ortamdır. Bağlam, öncelikle yer ve zaman boyudaruu, konu şan ile dinleyen arasındaki ilişkiyi içine alır. Bunlara, konuşan ve din leyenin önyargı, önbilgi, görüş, kanaat ve beklentileriyle, her türlü kişisel davranışlarını ve toplumsal özelliklerini de eklemek mümkün1 0
dür 55.
Bilindiği üzere, her düşünce, kendi bağlamında anlamlı ve değer lidir. Farklı bağlamlarda yer alan düşünceler, farklı doğruluk ve ge çerlilik ölçüderini gerekli kılabilir. Bir düşünce veya bir düşünce sis temini anlamanın en iyi yolu, onu kendi bağlamı içinde görmek ve anlamaya çalışmaktır. Anlama, ancak bu şartlarla doğru anlama ola bilmektedir^. 1053
B k z . R k k m a n , a . g . e , s. 6 .
1054
B k z . P a l m e r , F . R . , Semantik, ss.59-63.
1055
G ö r m e z , a . g . e , s. 2 9 7 .
1056
Ü n v e r , M u s t a f a , JCur'âVı Anlamada Siyakın Rolü, S i d r e Y a y ı n l a n , A n k a r a 1 9 9 6 , s. 6 9 ; A y n c a b k z . K e l e ş , Hadîslerin Kur'ân'a Arzı, s. 1 2 8 - 1 3 6 .
Çev. R a m a z a n Ertürk, Kitâbiyât, Ankara 2 0 0 1 ,
Düşünce, geliştiği, ortaya çıktığı bu ortamdan kopanldığı zaman, anlamında kaybolmalar başlar. Örneğin; bir fotoğraftaki yüzün sade ce bir bölümünü insanlara göstererek, onun öfkeli mi, yoksa üzün tülü mü olduğu sorulsa, verilen cevaplar birbirinden farklı ve tama men kesin olmayacaktır. Fotoğraftaki yüzün bütünü gösterildiği tak dirde, alman cevaplar biraz daha güvenilir olacaktır. (Hadîs için dü şündüğümüzde, buraya kadarki kısım, dil bütünlüğünü (iç bağlam) oluşturmaktadır). Fakat, fotoğraftaki resim; hareket ve derinlik ka zandırılmak suretiyle animasyon filmi haline getirilerek gösterildi ğinde, yargdann çok daha gerçeğe uygun olacağı görülecektir. Son olarak bu filmdeki insan, belli bir mekânla birlikte meselâ bir cenaze töreni ortamında gösterilse, sorulan soruya alınacak cevaplar daha net ve yanılmaz olacaktır . İşte, bu fotoğrafın hareketli bir film haline getirilmesi ve belli bir ortam içerisinde gösterilmesi, bağ lam/ortam/çevre bütünlüğünü ve bunun anlamaya katkısını örnek lendirmektedir. 1057
Görüldüğü üzere, ifadelerle kastedilen anlamlar, bağlamlar içeri sinde ortaya çıkar ve ancak onlar aracdığıyla sağlıklı bir şekilde anlamlandırıhrlar . Zira ifadeler, dünyadan bağımsız, boşlukta değil, zaman ve mekân ilişkileri içerisinde bulunurlar . Dolayısıyla her sözün bir temel anlamı, bir de bağlamsal anlamı bulunmaktadır. Doğru anlama ancak bu ikisinin bütünleştirilmesiyle mümkün ola bilmektedir. 1058
1059
Her sözün bir temel anlamı bir de bağlamsal anlamı olduğu gi bi, aym şekilde her hadîsin de bir temel anlamı, bir de bağlamsal an lamı vardır. Hadîsin söylenme amacı, hadîsin vürûd sebebi, hadîs metninde geçen bir hükmün hikmeti veya illeti, ancak bağlamın doğru tesbit edilmesiyle anlaşdabilir. Bütün bunları, sadece manayla rivayet edilen hadîslerin lafzında aramak doğru d e ğ i l d i r . 1060
Bir söylem veya yazdı bir metin, insan fizyolojisine benzetilecek olursa, organizma içerisindeki organlar arasındaki ilişki ne kadar önemli ise, organizma ile dış ortam arasındaki ilişki de o kadar önemlidir. Aym şekilde, bir metni anlamada, metnin iç birimleri olan 1057
B k z . Ü n v c r , a.g.e., s. 7 0 .
1058
R i c k m a n , a.g.e., s. 6.
1059
R i c k m a n , a.g.e., s. 1 1 2 .
1060
G ö r m e z , a.g.e., s. 2 9 6 .
kelime, edat ve cümleler arasındaki ilişki ne kadar önemli ise, metin le dış dünya arasındaki ilişki de o kadar önemlidir. İnsanın tabiî bağ lamı ne ise, sözün tarihsel, toplumsal ve kültürel bağlamı da odur . 1061
Bu durum klâsik eserlerde zaman zaman gündeme getirilmiş ve anlamadaki önemine dikkat çekilmiştir. Meselâ C â h ı z ( ö . 2 5 5 / 8 6 9 ) , bununla ilgili olarak şöyle demektedir: Manalar ayn illetler de farklı olduğu için Rasûlullah bir kısım insanlara; "Deveni bağla ve tevek kül e t " buyurmuşken, Bilâl'e de; "İnfak et Bilal! Arş sahibinin azaltacağından korkma!" buyurmuştur . Bağlam, klâsik eserlerde gerek illet, gerek hikmet ve gerekse sebep araştırmalarında aranan bir husus olmuştur. 1 0 6 2
1063
Bağlamın anlam açısından arz ettiği en önemli hususlardan biri, hadîsin söylenme sebebini tespit etmektir. Esbâb-ı vürûd, hadîsin söylenme ve yapılma nedenlerini inceleyen bilim demektir . Ha dîsin söylenme veya yapılma sebebi, bazen hadîsin içerisinde olur, bazen de olmaz. Bu nedenler bazen bir tane olur, bazen birden çok olabilir. Bazen de bariz olmayabilir. Bu durumlarda sebeb-i vürûd, hadîsin sened ve metin bütünlüğünden hareketle yeniden inşa edil meye çalışılır. Bu, ilk dönemlerden itibaren denenen bir husustur. Bu konuyla ilgili bir örnek vermekle yetineceğiz. 1064
İmâm eş-Şâfi'î Risale'nin bir yerinde şu başlığı koymuştur: "Bir hadîste yer alan ve (sebebi) başka bir hadîsin delaletiyle anlaşılan ya s a k " . İmâm eş-Şâfi'î, bu başhk altında, Ebû Hureyre'nin Rasû lullah'tan rivayet ettiği şu hadîsi nakleder: "Sizden biriniz, kardeşi nin nikahlamak istediği (dünürcü olduğu) kimseye evlenmek için ta lip o l m a s ı n " . İmâm eş-Şâfi'î devamla şunları söyler: Eğer H z . Peygamber'in kişinin, kardeşinin nikahlanmak istediği kimseye ev lenmek için talip olmasını yasaklamasının özel bir anlam ve sebebi olduğunu gösteren bir husus bulunmasaydı, zahirde o şahsın , kar1 0 6 5
1066
1061
G ö r m e z , a.g.e.,
1062
Tirmizî, Sıfatu'l-Kıyâme, 6 0 (IV, 5 7 6 ) .
s. 2 9 6 ( B a ş k a n , Bildirişim, s. 1 3 ' t e n n a k l e n ) .
1063
C â h ı z , a.g.e.,
1064
G e n i ş bilgi için b k z . e s - S u y û t î , Esbâbu Vunidi'l-Hadls, D â r u ' l - K ü t ü b i ' l - İ l m i y y c , B e y r u t 1 9 8 4 , s. 1 0 - 2 9 .
II, 115.
1065
eş-Şâfi'î, er-Risâle,
1066
Buhârî, Nikâh, 4 5 (VI, 1 3 6 ) ; Müslim, Nikâh, 3 8 ( I I , 1 0 2 9 ) ; E b û Dâvud, Nikâh, 17 (I, 6 3 4 ) ; Tirmizî, Nikâh, 38 (III, 4 4 0 - 4 4 1 ) .
T h k . Yahya İsmail A h m e d ,
s. 1 3 7 .
deşinin dünür olduğu kimseyi istemesi, onun bu konudaki girişimi başladığı andan itibaren, bu işten vazgeçtiği ana kadar haram olur du . H z . Peygamber'in; "Sizden biriniz, kardeşinin nikahlamak istediği kimseye evlenmek için talip olmasın" sözü; belki de bir ce vaptır ki, bununla H z . Peygamber, hadîsin içerdiği bir hususu kas tetmiştir. Onu rivayet eden kimse, Rasûlullah'ın bu sözü söyleyiş se bebini işitmemiştir. Bu yüzden Ebû Hureyre ve İbn Ömer, hadîsin bir kısmını rivayet etmişler, veya onlar hadîsin bir kısmında şüpheye düşmüşler ve şüpheye düştükleri kısmı rivayet etmemişlerdir . Ya ni H z . Peygamber'e şöyle bir soru sorulmuş olabilir: Bir kimse bir kadına dünür olmuş, o da buna nza göstermiş ve onunla nikahlan mak için izin vermiştir. Sonra kadına daha iyi birisi talip olmuştur. Bunun için kadın, izin verdiği ilk adamdan vazgeçmiştir. İşte H z . Peygamber, bu durumda olan kadına dünür olmayı yasaklamış t ı r . eş-Şâfi'î bu hadîsin sebeb-i vürûdunu kendisi inşa etmekte, böylece hadîsin inşa edilmiş sebebi vürûdla birlikte anlaşılması ge rektiğini ihsas ettkmektedir. 1 0 6 7
1068
1069
O, hadîsin sebeb-i vürûdunun böyle özel bir durumla ilgili oldu ğunu, hadîsin başka rivâyeder bütünlüğünde değerlendirilmesinden çıkarmaktadır. Zira, başka bir olay buna delâlet etmektedir. Fâtıma bintu Kays'ı kocası boşamış, Rasûlullah ona, Abdullah İbn Ümmi Mektûm'un evinde iddet beklemesini, ve iddeti bitince de haber ver mesini söylemiş. Farıma, iddeti bitince kendisine Muâviye ve Ebû Cehm'in evlenme teküfinde bulunduklarım H z . Peygamber'e haber vermiş, bunun üzerine H z . Peygamber; " E b û Cehm sopasını omuzundan indirmez (Çok seyahat eden veya karısını çok döven biri d i r ) . Muâviye ise yoksuldur, malı mülkü yoktur. Sen Üsâme b. Zeyd ile evlen" demiştir. Fâtıma; "Ben ondan hoşlanmıyorum" de miş, H z . Peygamber de; "Sen Üsâme ile evlen" demiştir. Fâüma bu nun üzerine Üsâme ile evlenmiş ve sonunda bu evlilikten çok mem nun kalmıştır . İşte İmâm eş-Şâfi'î, bu olaydan harekede, yukandaki hadîsin özel bir sebeb-i vürûdunun olması gerektiğini söyle mektedir. Zira, Fâüma, H z . Peygamber'e kendisine Muâviye ve Ebû 1 0 7 0
1071
1067
eş-Şâfil, er-Risâle,
1068
eş-Şâfil, a.g.e.,
s. 1 3 7 .
1069
eş-Şâfi'î, a.g.e., s. 1 3 8 .
1070
Müslim, Talâk, 36 ( I I , 1 1 1 4 ( 4 nolu dipnottan)).
1071
Bkz. E b û Dâvud, Talâk,, 3 9 ( I, 6 9 6 ) ; Müslim, Talâk,, 3 6 (II, 1 1 1 4 ) .
s. 1 3 8 .
Cchm'in talip olduklarını söylemesine rağmen, H z . Peygamber onu Üsâme ile evlendirmiştir. H z . Peygamber, Muâviye ve Ebû Cehm'in ona birbiri ardından evlenme teklif ettiklerini biliyordu. Buna rağ men onun bunlarla evlenmesini menetmiş, ona; "biri evlenme tale binden vazgeçmedikçe, ötekinin sana dünür olma hakkı yoktur" de memiş, onlann evlenme talebinin üstüne, onu Üsâme ile evlendir miştir. Buradan şu sonuç çıkmaktadır: Onlann evlilik teklifleri teklif ten öteye geçmemiş, Fâtıma onlardan herhangi birine izin verme miştir. Böyle olsaydı Rasûlullah söz verdiği kişiyle evlenmesini ister di . 1 0 7 2
Görüldüğü üzere H z . Peygamber yukandaki sözlerinin sebebini zikretmemiş, eş-Şâfi'î, hadîsleri bütünleştirmek suretiyle sebeb-i vürûdu inşa etmiş, daha sonra da hadîsi, inşa ettiği bu sebebe dayana rak anlamıştır. Bu durum, aslında söylenen bir sözün veya yapılan bir eylemin nedenini tesbit etme problemidir. Zira neden her zaman fail tarafın dan ifade edilmez, bazen olaya veya söze şahit olanlar, bunun sebe bini anlar ve olayı veya sözü, bununla bağlantılı olarak değerlendi rirler. Sokakta bir gencin otomobil çarpması sonucu ölmesi gibi bir olay düşünelim. Genellikle çevrede bulunanlar bunun nedenini an lamak isterler. Çünkü her olayın bir nedeni vardır. Fakat olayı bildi ği sanılan kimselerin gösterdikleri nedenlerin sayısının çokluğu şaşır tıcıdır. Aslında ilk neden trafik kazası olmasına rağmen, doktor ölüm nedeninin kan kaybı olduğunu söyleyecektir. Şoför, ölenin dikkat sizliğini, bir şahit, arabanın aşın hızım neden olarak gösterecektir. Ölenin annesi, belki de oğlunun futbola düşkünlüğü yüzünden öl düğünü, çünkü onun sokağa çıkmasının nedeninin futbol olduğunu söyleyecektir. Bunlara ambulansın gecikmesi, yakınlarda telefon ku lübesinin bulunmayışı gibi sayısız nedenler de eklenebilir. Üstelik her neden de kendi basma birçok nedenlerinden oluşan zincirin son halkası durumundadır . 1073
Buna göre, fiili yapan tarafından neden açıklanmamışsa, gerçek sebebin ne olduğunu bulmak göreceü olacaktır. Aslında ölüm sebe bi trafik kazası olmasına rağmen, buna neden olan başka nedenler de
1072
B k z . es-Şafi*î, er-Risâle,
1073
H a c ı k a d i r o ğ l u , V e h b i , Bilgi Felsefesi, M e t i s Yayınlan, A n k a r a 1 9 8 5 , s. 1 9 .
s. 1 3 9 .
bulunmakta ve bunlar da olayla bağlantılı kılınmaktadır. Bu neden lerin hepsinin aynı güçte olduğu veya bunların hepsinin aym türden nedenler olduğu söylenemez. Meselâ trafik kazasının sebep olduğu ölüm olayında, kan kaybı nedenlerden biri olabilir. Buna karşı fut bolu sevdiği için maça giden insanlar arasında, içlerinde dalgın ve dikkatsiz olanların sayısı ne denli yüksek olursa olsun, ölüm olayının sık sık ortaya çıkması beklenemez. Bu yüzden bizim, öncelikle birin ci türden nedenlerle ilgilenmemiz gerekir. Bu tür neden bulma çabalan hadis için de geçerlidir. Zira hadî sin söylenme sebebi bazen açık bazen de kapalı olabilmektedir. Her iki durumda da sebebi tayin eden, sözün söylendiği veya fiilin yapıl dığı anda etrafta bulunanlardır. Onlar bu sebebi, birtakım karineler den harekede tayin ederler. Bundan dolayı biz, hadîslerin anlaşılma sında "sebep" bildiren durundan ifade için kullanılan "esbâb-ı vürûd"u, dolaylı nedenler ve ilişkileri de kapsayan "bağlam" içerisinde değerlendirmeyi uygun buluyoruz. Zira bağlam içinde hem sebep, hem de sebebin sebepleri bulunmaktadır. Aynca esbâb-ı vürûd, tek başına asr-ı saadetin fotoğrafını ortaya koymak için yeterli değildir. Bu fotoğrafi bütünlük içerisinde inşa edebilmek için, yine bu rivayet lerden yararlanmak kaydıyla, tarihi malzemeyi tenkit süzgecinden geçiren bir tarihçi gibi değerlendirmek gerekir. Çünkü, hadîsler, hu kuk metinleri gibi defaten vaz' edilmiş değillerdir. Bunlar, yirmiüç senede vakıalar muvacehesinde, yaşanan hayata müdahale formunda sadır olmuşlardır . 1074
Olaya bu açıdan bakınca, bağlamın farklı tiplerinden bahsedebi liriz. Bunlardan başhealan; sosyal, kültürel, beşerî, psikolojik, me kânsal, coğrafî ve zamansal bağlamlardır. Bunlan da üç başlık altın da toplayarak değerlendirmek mümkündür. ba. Sosyal ve Kültürel Bağlam H z . Peygamber'in bazı hadîslerini doğru anlayabilmek için, için de yaşadığı toplumun değişik sosyal ve kültürel uygulamalarının bi linmesi gerekir. Zira her toplumda, geçmişten kalan kültürel unsur lar hayatiyetini sürdürmektedir. Bunlar, önceki atalara ait olan, örf, inanç, adet türünden kalıntılardır. Bu tür kalıntılar, şüphesiz H z . Peygamber dönemi için de geçerlidir. Müslüman olan insanlar, yeni
1074
P o l a r , " H a d î s l e r i n K u r ' â n ' a Arzının P r o b l e m l e r i " , s. 1 7 7
bir dini seçmiş olsalar da, hayata sıfirdan başlamadıktan için o zama na kadar edindikleri ve içselleştirdikleri bilgi, tecrübe ve örflerini de sıfirlamamışlardı. Cahiliye döneminde yeni doğan çocuklara nasıl eziyet edildiğini bilmeyen bir kimse, H z . Peygamber'in; "her çocuk için akika (kur banı) vardır. Onun için kan akıtın ve ondan eziyeti g i d e r i n " sö züne anlam veremeyecektir. Nitekim çok erken devirlerde, Muham med b. Şîrîn (ö.l 1 0 / 7 2 8 ) , " H z . Peygamber'in "eziyeti giderin" ifa desiyle neyi kastettiğini herkese sordum, fakat tatminkâr bir cevap alamadım" demiştir . Böyle olunca, Esmâ'î gibi bazı alimler, bu ifadeden, yeni doğan çocuklann saçlanm kesmek gerektiğini istinbat etmişlerdir . Oysa Ebû Dâvud bu hadîsin bağlamım Abdullah b. Bureyde'nin babası Bureyde'den şu şekilde rivayet etmiştir: "Biz ca hiliye döneminde bir çocuğumuz olduğu zaman, onun için bir ko yun keser, çocuğun kafasını koyunun kanına bulardık. İslama girin ce, kurban (akika) kesmeye devam ettik, ancak çocuğun kafasına, kan yerine (güzel kokulu) zaferan sürmeye b a ş l a d ı k " . et-Tahâvî (ö. 3 2 1 / 9 3 3 ) , bu haberi görünceye kadar, H z . Peygamber'in akika kurbanım emreden hadîste "eziyeti giderin/kaldınn" ifadesini anla yamamıştım. Ancak bu haberi görünce, bundan ne kastedilmiş oldu ğunu anlamış olduk" d e r . Ashnda cahiliye döneminde var olan akika kurbanı, Allah'ın verdiği evlat nimetine karşı bir şükür nişane si olduğu, tevhid prensibine de aykın olmadığı için kaldınlmayarak, tashihle devamına müsaade edilmiştir . Hatta cahiliye döneminde vacip derecesinde kabul edilen bu adetin vucubiyetini İslam kaldır mış, uygulamasını tercihe bırakmıştır. İsteyen akika keser, isteyen de kesmeyebilir . 1075
1076
1077
1078
1079
1080
1081
Bütün bunlar, akikanın nasıl, niçin, ne amaçla kesildiğini anlamak için, önce Cahiliye Araplannın akika kültürünün bilinmesi gerektiği-
1075
Buhâri, Akika, 2 ( V I , 2 1 7 ) .
1076
Aynî, ' U m d e m ' / - K â n , X X I , 8 7
1077
A y n î , 'Umdetu'l-Kiri,
1078
E b û D â v u d , Akîka, 2 0 ( I I , 1 1 9 )
XXI, 87.
1079
e t - T a h a v î , Müskil,
1080
S o y s a l d ı , M e h m e t , K u r ' â n ve Sünnet yayınlan, A n k a r a 1 9 9 7 , s. 3 0 6 .
I , 4 6 0 ; G ö r m e z , a.g.e.,
s. 3 0 4 . İbadet
Tarihi, T D V E l a z ı ğ Ş u b e s i
1081
B k z . e l - K c v s c r i , M u h a m m e d Z a h i d , en-Nüketü't-Tarire, re 1 3 6 5 h., s s . 1 4 8 - 1 5 0 .
Matbaatu'l-Envâr, Kahi
Işığında
ni, buna dayanarak, H z . Peygamber'in bu kültürden neleri değiştircüğinin anlaşdabileceğini göstermektedir. Zira, hadîslerde bahsedi len ama orijinalitesi daha önceki dönemlere dayanan uygulamalar, ancak o dönemin kültürel bağlamı içerisinde doğru anlaşdabilir. Kültürel bağlamın yanında, insanîann birbirleriyle ilişkilerini gös teren sosyal bağlam da hadîslerin anlaşılmasında önemli bir unsur dur. Meselâ, H z . Peygamber'in kurban ederiyle ilgili olarak söyledi ği birbirine zıt iki söz, ancak toplumsal bağlam göz önünde bulun durularak anlaşümaktadır. H z . Peygamber; "Her kim kurban keserse, (etini) üç günden faz la, evinde t u t m a s ı n " buyurmuştur. Bir başka rivayette ise o aym anlamı destekleyen; "hiç kimse kestiği kurbanın etinden üç günden fazla y e m e s i n " buyurmuştur. Rasûlullah bunu söyledikten bir yıl sonraki bir kurban bayramında, bazı kimseler ona gelerek; "Yâ Rasûlallah! İnsanlar daha önceleri, kurbanlardan yararlanabiliyorlardı: Yağını eritip (saklıyor), (derisinden de) su tulumlan imal ediyorlar dı" deyince, H z . Peygamber; "Şimdi ne oldu ki?, İnsanlan bu yd bundan alıkoyacak ne var ki?" anlamında bir soruyla karşdık vermiş tir. Kendisine; bir yd önce, Kurban bayramında, ederin üç günden fazla evde bulundurmayı yasakladığı hatırlatuınca da; "Ben bunu (geçen yd) Medine'ye gelen (fakir) göçebeler için yasaklamıştım. Şimdi hem yiyin, hem de tasadduk edin, hem de saklayın" bu yurmuştur. Bir başka rivayette; "Geçen yd insanlar sıkınü içerisinde idi. Kurban ederinin herkese ulaşması için böyle bir yasak getir dim" demiştir. 1082
1083
1084
1 0 8 5
eş-Şâfi'î, zaman zaman ashâbm da bu farklılığa vakıf olmadıklannı dolayısıyla, meselâ H z . Ali'nin kurbanların üç günden fazla yeni lemeyeceği kanaatinde olduğunu belirtmektedir. eş-Şâfi'î, H z . Ali'nin bu kanaatte olmasını, Rasûlullah'ın ruhsata delâlet eden ikin ci hadîsinden haberdar olmayışına bağlamaktadır. Ona göre, eğer Ali ve onun gibi düşünenler, bu hadîsten haberdar olsalardı, bu kanaate sahip olmazlardı . Birbirine zıt olan bu iki hadîs, gerek Şafii, ge1086
1082
Buhâri, Edâhî, 16 ( V I , 2 3 9 ) .
1083
Müslim, Edâhî, 2 6 ( I I I , 1 5 6 0 )
1084
Buhâri, Edâhî, 16 ( V I , 2 3 9 ) ; Müslim, Edâhî, 2 8 ( I I I , 1 5 6 1 ) .
1085
Müslim, Edâhî, 34 ( I I I , 1 5 6 3 )
1086
B k z . c ş - Ş â f i l , er-RJsik,
s. 1 1 0 - 1 1 1 .
rek.se başkaları tarafından neshle bağlantılı olarak izah edilmekte d i r . Ancak şurası da unutulmamalıdır ki, H z . Peygamber'in mensûh addedilen hadîsi, toplumsal şartların aynı olması durumun da tekrar gündeme g e l e c e k ve uygulanabilecektir. Bütün bunlar, bazı hadîslerin sosyal olaylar bağlamında daha sağlıklı anlaşılacağım göstermektedir. 1087
1088
1089
Yine H z . Peygamber bir hadîsinde "Hâme (hâmme) yoktur" buyurmuştur . Halbuki başka bir hadîste; "Tüm şeytanlardan ve "hâmme "den Allah'ın bütün mübarek güzel kelimelerine sığınıyo rum" buyurmuştur. Bu son hadîste geçen "hâmme"; zehirli hay vanlar anlamına gelmektedir . Birinci hadîste geçen "hâmc/hâmm e " i s e , cahiliye dönemi Araplannın batıl bir inanışıdır. Buna göre, ölenin ruhunun kuş olacağına, bana su verin vs. şeklinde bağıracağı na, intikam isteyeceğine ve intikamı alınınca da uçup gideceğine ina n ı l ı r . Nitekim o döneme ait bazı şiirlerde de bu inancı yansıtan bazı beyitlere rasdanmaktadır . Buna göre her iki tür hadîsi anla mak, ancak kültürel bağlamla mümkün olacaktır. H z . Peygamber bi rinci hadîste, cahiliye dönemine ait batıl bir inancı reddetmekte iken, ikinci hadîste, zehirli hayvanların insanlara zarar verebileceğine işaret etmektedir. Binaenaleyh, her ne kadar her iki hadîste de "hâme/hâmmc" kelimesi geçmekte ise de, bunlar tamamen kendi kül türel bağlamında anlam kazanmaktadır. 1090
1 0 9 1
1092
1093
1094
Ölçülerle ilgili olan; ""vczn"; Mekkelilerin vezm, "mikyâl" de Medîne'lilerin m/kyâAdir" hadîsi de bu bağlamda değerlendiril melidir. Bununla ilgili olarak et-Tehâvî özetle şu ifadeleri kullan maktadır: Bu hadîsle ilgili olarak düşündük ve gördük ki, Mekke'de ziraat ve meyve işleri yoktur. Orası ticaret bcldesidir ve oraya hac için gelenler alışveriş yapmaktadırlar. Medine ise, bunun aksidir. Orada 1095
1087
A y n î , 'Umdetu'l-Kâri,
1088
G ö r m e z , a . g . e . , s. 3 0 5 .
XXI, 162.
1089
M e ş h u r g ö r ü ş e g ö r e " h â m e " şeklinde o k u n a n b u k e l i m e , bir g r u b a g ö r e " h â m m e " diye o k u n m a l ı d ı r ( B k z . M ü s l i m , S e l â m , 1 0 1 ( I V , 1 7 4 2 ) 5 N u m a r a l ı d i p n o t ) .
1090
M ü s l i m , S e l â m , 1 0 1 - 1 0 2 ( I V , 1 7 4 2 - 1 7 4 3 ) ; A h m e d b . H a n b e l , Müsned,
1091
Buhârî, Enbiyâ, 10 ( IV, 1 1 9 ) ; E b û D â v u d , Sünnet, 2 0 ( I I , 6 4 8 ) .
1092
İ b n H a c e r , Fethu'l-Bâri,
VI, 318.
1093
İ b n H a c e r , Fethu'l-Bâri,
VII, 207.
1094
B k z . T e k i n e ş , a . g . e . , s. 2 4 1 ; e t - T a h a v î , Müskil, V I I , 3 2 9 v d .
1095
E b û Dâvud, Buyu', 8 (II, 2 6 6 ) .
I, 174.
hurma ve diğer meyveler yetişmektedir. Dolayısıyla Rasûlullah, tica retteki ölçü olarak Mekke'Hlerin kullandığı vezni; ziraatteki ölçü ola rak da Medîne'lilerin ölçüsü olan "keyP'i esas almıştır . 1096
Bu sınırlı örnekler, hadîsin sosyal ve kültürel bağlam bütünlüğü içerisinde anlaşılmasının zorunlu olduğunu göstermektedir. Aksi takdirde bazı yanlış anlamalar ve hatta bazı hadîslerin birbirleriyle çelişik oldukları şeklindeki görüşler ortaya çıkabilir. bb. Beşerî vc Psikolojik Bağlam İnsanların doğuştan var olan ortak özelliklerine "fıtrat" denilir. Bundan kaynaklanan bazı huylar, duygular vardır ki, bunlara fitrî özellikler ve fitri duygular denilir. Anlama faaliyetinde, insanın insa na söylediği söz üzerinde yoğunlaşıldığına göre, onun ayrılmaz un suru olan fıtrat ve fıtri özelliklerin de göz önünde bulundurulması gerekir. İnsanîann, hafiza-belleme, hatırlama, dikkat, anlama, muka yese, düşünme gibi aklî melekeleri; cinsî duygu, haya duygusu, ümit ve korku duygusu, öfke (gazap) ve merhamet duygusu, sevgi ve nef ret duygusu, sevinç ve hüzün duygusu ve rekabet duygusu gibi fitrî duygulan ve; aceleciük, unutkanlık, nankörlük, zayıf yaratıhşhlık, et kileme ve etkilenme gibi fitrî huylan bulunmaktadır. Bunlara bir de, her insanın kendine ait mizaç, karakter, kabiliyet gibi beşeri özellik leri eklemek gerekir . 1097
İnsanlarda fitraten ortak olarak bulunan aklî melekeler, duygular, huylar ile, insandan insana değişen mizaç, karakter, kabiliyet gibî be şeri özellikler, hem onlann söz ve davranışlannı etkilemekte, hem de başkalarının bu söz ve davranıştan anlamalannda etkili olmaktadır. H z . Peygamber'in bazı sözlerinde ve davranışlarında, fitrî özellikle rinin etkisinin olduğu açıktır. Aym şekilde onun bu sözlerini ve fiil lerini anlamaya çalışanlarda da bu etkinin varlığı gözlemlenmektedir. Oğlu İbrahim'in ölümü münasebetiyle ağlayan ve gözlerinden yaş lar gelen H z . p e y g a m b e r ' i n bu davranışına, onun fıtratında bu lunan hüzün duygusunun sebep olduğu açıktır. Yine onu çok seven bir sahâbî'nin, onun bir fiiline veya sözüne verdiği değer ile, ondan 1098
1096 1097
e t - T a h â v î , Müşkil, I I , 9 9 . Fıtrat, fitri ve beşerî özellikler h a k k ı n d a g e n i ş bilgi için b k z . C o ş k u n , a.g.e., s s . 2 2 9 327.
1098
Buhâri, Cenâiz, 4 4 ( I I , 8 4 - 8 5 ) .
nefret eden bir müşrikin onun hadîsine verdiği değer arasında önem li sayılacak farklılıklar vardır. Bu durum şüphesiz hadîsi anlama ve değerlendirmeye de yansıyacaktır. Dolayısıyla insanların beşeri ve psikolojik özellikleri, hadîsleri anlama ve değerlendirmede kaçınıl ması mümkün olmayan etkenler olmaktadır. Hadîs anlama çabası içerisinde bulunanların ihmal etmemesi gereken hususlardan biri de işte bu beşerî ve psikolojik bağlam olmalıdır. Bütün bunlar, ilk söylendikleri anda, hadislerin söylenmelerine sebep olabilecek unsurlar olabileceği gibi, hadîslerin anlaşılmasına etki edebilen unsurlar da olabilmektedirler. Buna göre, hadîsin han gi halet-i ruhiyede ve beşerî unsurlar içerisinde söylendiği diye anla dığımız beşerî ve psikolojik bağlam, anlamada ihmal edilmemesi ge reken hususlardan biri olmaktadır. Bir hadîste; nikâhlanacak bakire bir bayamn susmasımn evlenme için ikrar/onay manasına gelebileceği ve evlenme izni için yeterli olacağı behrtilirken, aynı durumdaki dul bir kadının susmasının ye terli olamayacağı, onun sözlü beyanının gerekli olduğu ifade edil mektedir . Bu hadîs, herhangi bir psikolojik bağlamda değerlen dirilmediği takdirde, çok yanlış anlamalar ortaya çıkabilir. Nitekim olaya böyle bakan İbn Hazm, hadîsin lafzını esas almış şu değerlen dirmeyi yapmıştır: Hadîste bakire kızın sükûtundan bahsedildiği için, nikahlanmak istenen kızın lehte ve aleyhte beyanları olsa bile onlara itibar edilmez ve bu tür beyanlara dayanarak nikâh akdedile mez . 1099
1 1 0 0
Halbuki hadîsin ne demek istediği gayet açıktır. Bu, evlenecek kı zın halet-i ruhiyesi ile bağlantılı bir durumdur. O dönemin kapalı toplumunda, henüz erkeklerle yüz-göz olmamış bir kızın evlenme hususunda aile büyüklerinin yanında "evet" veya "hayır" şeklinde ifadeleri sarf etmesi her zaman beklenemez. H z . Aişe bu konuya dik kat çekerek H z . Peygamber'e; "Yâ Rasûlallah! Bakire utanır" demiş, bunun üzerine H z . Peygamber de; "Onun nzası susmasıdır" diye cevap vermiştir . Dolayısıyla utanma duygusu bütün insanlarda var olmakla beraber, yoğunluğu insandan insana göre değişebilmek tedir. Bu açıdan evlenmemiş kızlardaki utanma duygusunun daha 1101
1099
Buhârî, Nikâh, 4 1 ( V I , 1 3 5 ) .
1100
B k z . İ b n H a z m , E b û M u h a m m e d Ali b . A h m e d , el-MuhaJlâ,
T h k . H a s a n Zâyi-
d â n , M e k t e b e t ü C u m h u r i y y e t i ' l - A r a b i y y e , Kahire 1 9 7 0 , X I , 5 7 - 5 8 . 1101
Buhârî, Nikâh, 4 1 ( V I , 1 3 5 ) .
yoğun olduğu belirtilmektedir. Ancak bu duygulan onlann kendile ri hakkındaki görüşlerine engel olmamaktadır. Yukanda da belirtti ğimiz gibi, her zaman konuşarak değil, bazen susarak da bir şeyler anlatılabilir. Önemli olan, bu susmanın hangi anlama geldiğinin doğru anlaşılmasıdır. Zira susma onaylayarak tebessüm etme halinde olursa kabul, alay edercesine tebessüm, veya susarak ağlama red an lamında değerlendirilmiştir . Halbuki dul kadınlar, hem tecrübe, hem de erkeklerle diyalog kurabilme açısından kızlardan farklıdırlar. Başlanndan daha önce bir evlilik geçmiş olduğu için kendilerini ra hatça ifade edebilirler. Bu nedenle evlenme konusunda "evet" veya "hayır" şeklinde sözlü ifadeleri gereklidir . 1102
1103
Genel psikolojik özelliklerin yanında, insandan insana değişebi len, mizaç ve karakter de, davranışlarda etkili olan unsurlardandır. Dolayısıyla bazı olaylar, onlan yapanların mizaç ve karakteri bütün lüğünde değerlendirilmelidir. Hadîslerde, H z . Ebu Bekr'in, yumuşak bir mizaca sahib olduğu, onun için kullanılan; "çok a ğ l a y a n " ve "yufka yürekli" gibi ifadelerden anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, bu mizaca sahip olan kişide sertlik yerine, yumuşak davranma hakimdir. Nitekim bu mizaç ona, olaylara heyecanlı yaklaşma yerine, teenni ile yaklaşma imkânı sun muştur. Meselâ Hudeybiye andaşması sırasında, H z . Peygamber'in aldığı karan, H z . Ömer hazmedememesine rağmen, H z . Ebu Bekr oldukça olgun karşılamış ve kabul etmiştir . Yine H z . Ömer, Re sûlullah'ın vefatına, sert mizacımn etkisiyle, kılıç çekip inanmak iste mezken; H z . Ebu Bekr, gayet dirayedi bir şekilde ve akıllıca, bu ölüm olayının peygamberler için de geçerli olabileceğini anlatmış, H z . Ömer'i teskin etmiştir . H z . Ebû Bekr olaylara gayet sakin yaklaşırken; H z . Ömer, hemen tepki gösterebilmektedir. Sahabe kadınlann H z . Ömer'e hitaben söyledikleri, "Sen Resûlullah'tan, mi zaç itibariyle daha şiddedi ve k a t ı s ı n " ifadeleri, H z . Ömer'in 1104
1105
1106
1107
1108
1109
1102
Aynî, 'Umdctu'I-Kirî,
1103
B k z . Aynî, 'Umdetu'l-Kâri,
1104
B k z . B u h â r i , S a l â t , 86 (1,122).
1105
X X , 129. X X , 129.
B k z . B u h â r i , E z a n , 39 (1,162); B u h â r i , Enbiyâ,19 (IV,122); İ b n M â c c , İkâmeti's-
Salât, 141 (1,391). 1106
B k z . B u h â r i , Cizye,18 (rv,70).
1107
B k z . B u h â r i , C c n â i z , 3 (11,70).
1108
b k z . el-Aynî, a.g.e., V,181.
1109
Buhâri, B e d V İ - H a l k . l l
(IV,96).
zaman zaman birilerinin boynunu vurmak için Rasûlullah'tan izin is t e m e s i , kılıç ç e k m e s i , bu sert mizacı ve bunun hareketlere yansımasını göstermesi bakımından önemlidir. Ona, zina etmiş deli bir kadın getirilmiş, H z . Ömer kadın hakkında bazı insanlarla istişa re etmiş ve neticede recmedilmesini emretmiştir. Bunun üzerine me sele H z . Ali'ye intikal ettirilmiş, o, bu cezanın uygun olmadığını, çünkü delilerden kalemin kaldırıldığını söylemiş ve kadın hakkında verilen bu hükümden vazgeçilmiştir . Dolayısıyla, meselâ bu zat ların içinde bulunduğu olayları anlatan hadisler araştırılırken, mizaç la ilgili söz konusu durumun da g ö z önünde bulundurulması gerek mektedir. 1110
1111
1112
bc. Mekân, Zaman ve Coğrafî Bağlam Bir hadîsin söylendiği, yapıldığı zaman, mekân ve coğrafya onun anlaşılmasında önemli bir bağlamı teşkil eder. Özel bir durumda, karşı karşıya gelen orduların savaş düzenini, ya da savaşın gidişini; arazinin belli bir ölçüde eğimli ve yanında bataklık olduğunu, ya da sisin bölgenin bir bölümünü gizlediğini bilmeden anlamanın müm kün o l m a d ı ğ ı gibi, bazı hadîslerin söylenildiği veya fiiliyata geçi rildiği, zaman, mekân ve coğrafi durumun g ö z önünde bulundurul madan anlaşılması da mümkün değildir. 1113
Bu cümleden olarak meselâ, hadîslerde zikredilen bazı coğrafi yerlerin sınırlarını bilmek, hadîsi anlamayla doğru orantılıdır. H z . Peygamber; Cezîretü'l-Arap (Arap yarımadası)"dan müşriklerin çı karılmasını emretmiştir . Ancak bu ifadenin kapsadığı bölgeler belirtilmemiştir. Bugün bile konuyla ilgili olarak muhtelif yorumlara yer verilmektedir . Hadîsteki bu kapalılığı açıklamak için, hadîsi tahrîc eden bazı musannifler; buranın nereleri kapsadığım bildiren sahabe ve tabiûn sözlerini de hadîsle birlikte rivayet etmek gereğini hissetmişlerdir . Buhârî'nin rivayetinde, bu bölgenin Mekke, Meu
1114
1115
1116
1110
B k z . Buhârî, C c n â i z , 8 0 (11,96).
1111
B k z . Buhârî, Fedâilu'l-Ashâb, 5 (FV,193).
1112
B k z . E b û D â v u d , H u d û d , 1 7 ( I I , 545).
1113
R i c k m a n , a.g.e., s. 1 0 3 .
1114
B u h â r î , C i z y e , 6 ( I V , 6 6 ) ; M ü s l i m , Vasiyyet, 2 0 ( I I I , 1 2 5 8 ) .
1115
B k z . B ü y ü k c o ş k u n , K u d r e t , " A r a b i s t a n " , DİA, I I I , 2 4 8 .
1116
Buhârî, Cihâd, 1 7 6 (IV, 31).
dîne, Yemen, Yemâme, el-Arc diye tarif edilirken, Buhâri şârihi İbn Hacer, çeşidi görüşlere yer vermektedir. Hatta bunlardan birine g ö re, Ceziretü'l-Arab'la kastedilen sadece Medine'dir . Buradan da anlaşdacağı gibi, tamamen coğrafi bağlamla anlaşılabilecek bu hadîs, daha sonra bazı anlama problemlerine ve dolayısıyla uygulama yan lışlıklarına yol açabilecek durumdadır. Bu tür hadîsleri, coğrafi bağ lamdan kopararak anlamak mümkün değildir. 1117
Bu konuyla ilgili olarak, bazen zamanın geçmesiyle birlikte yay gınlaşan şehirleşme hayatının neden olduğu ama aslında ilk dönem Müslümanlanna ait olan bazı uygulamalann unutulması da örnek verilebilir. Şehirleşme, önceki insanîann bazı bilgilerinin unutulma sına ve farklılaşmasına neden olmuş, kendilerinden öncekilerin bil dikleri bazı basit meseleleri bile, onlar için bilinemez olmaya başla mıştır. İbrahim b. Seyyar en-Nazzâm'ın başından geçen şu olay, bu nun çarpıcı bir örneğidir: Rasûlullah'ın, kırbalan veya su kaplannı ağza dayayarak su içmeyi yasakladığını duyan en-Nazzâm, bu ha dîsi kabul etmek istememiştir. Daha sonra bir kişinin kırbadan su içerken, kırbanın içindeki bir yılan tarafından sokulduğunu duyun ca, derhal daha önceki düşüncesinden vazgeçmiştir . Zira su kırbalannın içine yılanlann girebileceği, Bağdad gibi büyük bir şehirde yaşayan insanlar tarafından bilinmeyebilir. Ancak H z . Peygamber döneminde onun yaşadığı coğrafyada yaşayanlar, özellikle de bede viler, hadîsteki yasağın hikmetini, şahsî tecrübeleriyle kolaylıkla kav rayabiliyorlardı . 1118
1119
1120
Hadîslerin söylendiği mekân bağlamı bilinmediğinde, bazen ha dîslerin birbirine zıt/muhalif/mütenakız olduklan şeklinde yanlış anlamalar da olabilmektedir. İbn Kuteybe, bu konuyla ilgili bir ha dîsi ele almış, muhtelif zannedilen bu hadîslerin ashnda öyle olmadı ğı sonucuna ulaşmıştır. Bu hadîslerden birinde H z . Aişe; "Size kim Rasûlullah'ın ayakta bevlettiğini söylerse ona inanmayın" demiştir. Diğerinde ise, Huzeyfe; Rasûlullah'ın ayakta bevlettiğini söylemektedir . Mekân 1121
1122
1117
İ b n H a c e r , Fethu'l-Bâri,
1118
Buhâri, Eşribe, 2 4 (VI, 2 5 0 ) ; E b û Dâvud, Eşribe, 14 ( I I , 3 6 2 ) .
VI, 128.
1119
İ b n A b d i l b e r r , Cimi,
1120
T e k i n e ş , a.g.e.,
II, 192.
1121
Tirmizî, Taharet, 8 (I, 17).
s. 2 4 5 - 2 4 6 .
bağlamından koparılarak anlaşılmaya çalışıldığında, bu hadîslerin birbirine zıt olduğu ortaya çıkmaktadır. Ama gerçek bu şekildeki an layışın yanlış olduğunu ortaya koymaktadır. İbn Kuteybe, bu hadîsler arasında ihtilaf olmadığım, Rasûlul lah'ın kendi evinde veya H z . Aişe'nin hazır olduğu ortamlarda ayak ta bevletmediğini, buna ihtiyaç da olmadığını söyler. Ancak, ayakta bevlettiğini belirten hadîslerin, mekâna bağlı özel durumlarda oldu ğunu belirten şu ifadeleri kullanmaktadır: "Rasûlullah, çamurlu, su lu, pis olan yerlerde ayakta bevletmiştir. Zira buralar, bir topluluğun mezbelesidir ve oralara oturmak mümkün olmamıştır veya Rasûlul lah böyle yerlere oturmayı hoş görmemiştir. Dolayısıyla mekâna bağlı bir zorunluluktan dolayı ayakta bevletmiştir. Oturarak bevlettiği mekânlar ise, bu işe elverişli olan yerlerdir" . Ashnda hadîsin başka rivâyederinde, bu durum daha açık bir şekilde ifade edilmek tedir. Bu rivâyederde, Rasûlullah'ı ayakta bevlettiği yerin, bir kavmin çöplüğü (sübâtctün) olduğu behrtilmektedir . 1123
1124
Mekân ve coğrafya, iklimle de bağlantılıdır. H z . Peygamber bir cuma günü hutbe irad ederken şöyle buyurmuştur: "Sizden biriniz, cumaya gelmek istediği zaman g u s l e t s i n " . Ashâbdan, H z . Pey gamber'in bu hadîsi hangi bağlamda söylediğini bilmeyenler, sözün ifade ettiği hükmü farklı değerlendirmiş, sözü bağlamından koparmayanlar da daha farklı anlamışlardır . 1125
1126
Sahabî Ebû Sa'îd el-Hudrî'ye göre, cünüplükten yıkanmak nasıl vacip ise, cuma günü gusletmek de öyle vaciptir. Ebû Katade'nin de hadîsi bu şekilde anladığı belirtilmiştir . 1127
Hadîsi bağlam bütünlüğünde değerlendiren diğer bazı sahabîler ise, H z . Peygamber'in sözü ve ifadesi üzerinde değil, onu cuma gü nü gusletmeyi emretmeye sevk eden amiller üzerinde durmuşlardır. Bu bağlamda H z . Aişe şöyle demiştir: "İnsanlar kalın abalar giyerek uzak yerlerdeki evlerinden cumaya gelirlerdi. Bu esnada toz toprak olurlar ve terden dolayı kokarlardı. Onlardan biri, Rasûlullah'ın ya-
1122
Buhârî, V u d û ' , 6 0 - 6 3 ( I , 6 2 ) ; Müslim, Taharet, 7 3 ( 1 , 2 2 8 ) .
1123
İ b n K u t e y b e , Te'vîl, 6 2 .
1124
Buhârî, V u d û ' , 6 0 - 6 3 ( I , 6 2 ) .
1125
Buhârî, C u m a , 2 ( I , 2 1 2 ) ; Müslim, C u m a , 1 ( I I , 5 7 9 ) .
1126
G ö r m e z , a.g.e., s. 3 0 6 .
1127
B k z . G ö r m e z , a . g . e . , s. 3 0 6 - 3 0 7 .
nına yaklaşınca H z . Peygamber; keşke bugün için temizleme niz" dedi. Başka bir rivayette H z . Aişe; "insanlar iş-güç sahibi idiler. Onların yardımcıları yoktu (kendi işlerini kendileri görürler), dolayısıyla (terler ve) kokarlardı. Onlara; "Keşke cuma günü için yı kamanız" denildi" demiştir . Yine bu hadîs hakkında İbn Abbâs, Irak'tan gelip, cuma için gusletmenin vacip olup olmadığını soran iki kişiye verdiği cevapta şöyle demektedir: " H z . Peygamber zamanın da insanlar fakir ve muhtaçu. Yün giyer, hurma bahçelerini sırtların da taşıdıkları su ile sularlardı. Mescid-i Nebevi oldukça dar ve tavanı basıktı. Rasûlullah, sıcak bir yaz gününde, cuma hutbesini irad et mek için minbere çıktığında, insanlar da terlemişti. Vücutlarından yün ve ter kokusu yayılıyordu. Bu durumda sadece birbirlerini rahat sız etmekle kalmadılar, kokuları Rasûlullah'a da ulaştı. Bunun üzeri ne H z . Peygamber; "Ey İnsanlar! bugün (cuma) geldiğinde, gusle din veya en güzel kokulan sürünün" d e d i . 1 1 2 8
1129
1 1 3 0
Bu tablodan anlaşıldığına göre, bazı sahabîler, hadîsi, mekân, za man ve coğrafî bağlamda anlamışlardı. Buna göre, hava sıcak ve o coğrafyada akar su bulunmamaktaydı. Dolayısıyla insanlar kuyu sulannı sırdannda taşıyarak bahçelerini sulamak zorunda kalmışlardı. Bu ara fakirliğin uzantısı olarak yazın sıcağında bile yün giyinmek zorunda kalmışlar, bu durum onlann aşın terlemelerine neden ol muştu. Bunun tabii sonucu olarak, ter ve yün kokusu birbirine kanşabiliyordu. Bu haldeki insanlar, cuma namazı için bir araya geliyor lardı. Bu mekânın (mescidi nebevi) tavam basık ve fazla havadar de ğildi. Üstelik Rasûlullah hutbe için bu ağır havanın daha da yoğun olarak bulunduğu minbere çıkıyordu. Sıcak havanın yükseldiği de göz önüne alınırsa, sıcak ve kokunun yukanlarda daha da yoğun ola cağı anlaşılır. İşte bu mekân bağlamında, böyle bir tabloyla karşı kar şıya kalan H z . Peygamber, İnsanîann cuma günleri temizlenip güzel kokularla mescide gelmelerini istemiştir. Yoksa sonraki devirlerde bazı fakîhlerin tarüşnklan gibi cuma gü nü gusletmek, ne sadece cuma namazı, ne de cuma gününe ait bir davranıştır. Bu, toplu mekânlarda insanlan rahatsız etmemek için emredilen, ve bu bağlamda anlaşılması gereken bir hareket ola1131
1128
MüsUm, Cuma, 6 (II, 5 8 1 ) .
1129
Müslim, Cuma, 6 (II, 581).
1130
c l - H â k i m , el-Müstedrek,
1131
G ö r m e z , a.g.e., s. 3 0 7 .
I , 2 8 0 - 2 8 1 ; G ö r m e z , a.g.e.,
s. 3 0 7 .
rak da değerlendirilmelidir.. Hatta bazı hadîslerde H z . Peygamber, Müslümanın Müslüman üzerindeki hakkı olarak haftada bir defa yı kanmasını istemiştir. Bunu cumaya tahsîs etmesi, Şah Veliyyullah edDihlevî tarafından cumanın tazimî şeklinde anlaşdmışür . Bura dan da cuma günü insanların birbirini rahatsız etme haklarının olma dığı anlaşılmaktadır. 1132
Bu başlık altırida zikredilmesi gereken bir diğer husus, hadîsin zaman bağlamıdır. H z . Peygamber'in namazların fazilederi hakkın daki hadîsleri gözden geçirildiğinde, ikindi namazına özel bir anlam atfettiği görülmektedir . Bir hadîsinde o; "Her kim ikindi nama zını terk ederse, diğer amelleri yanıp heba o l u r " buyurmuştur. Bir başka hadîste ise, "Bir kişinin ikindi namazım bilerek kaçırması, bütün malını ve ailesini kaybetmesiyle e ş d e ğ e r d i r " buyurmuş tur . 1133
1 1 3 4
1135
1130
ed-Dihlevî, ibâdede ilgili olan bu konuyu, Medine toplumunun sosyal ve zamansal şartlarıyla izah etmiştir. Bir tarım toplumu olan Medîne de, özellikle üç vakit namaza dikkat edilmesi değişik hadîs lerle vurgulanmıştır . Bu namazlar, sabah, yatsı ve ikindidir. Bu vakitler üzerinde fazlaca durulması; haklarında teşvik edici ve terk edenleri azapla korkutucu çokça nas bulunuşu, ihmalkâr davranma ve tembellik etme ihtimalinin yüksek olmasından kaynaklanmakta dır. Çünkü sabah ve yatsı namazları vakti, uyku zamanına denk gel mektedir. Tam uykunun tatlı yerinde, yataktan kalkıp abdest almak ve namaz kılmak ancak muttaki müminlerin kândır. İkindi vakti ise, çarşı-pazarda alışverişlerin yapıldığı, ziraatla uğraşanlann ise en yor gun olduklan bir zaman dilimidir. Bu yüzden bu namazın da ihma le uğrama endişesi yüksektir . O toplumun mesai zamanlan ikidir: Biri, sabah namazından sonra başlayıp, öğle vakti gelmeden önce bi ter. Bundan sonra herkes evlerine çekilir ve kaylûlc (öğle uykusu) ya pardı. Bu, onlann hala devam ettirdikleri bir alışkanhklandır. Zira bu 1137
1138
1132
B k z . e d - D i h l e v î , Huccetuüahi'l-Bâliğa,
1133
G ö r m e z , a . g . e . , s. 3 0 7 .
I, 183.
1134
B u h â r î , M e v â k ı t , 14 ( I , 1 3 8 )
1135
Müslim, Mesâcid, 2 0 0 (I, 4 3 5 )
1136
e t - T a h â v î ise b u hadîsi dil b a ğ l a m ı n d a d e ğ e r l e n d i r m e k t e d i r ( B k z . c t - T a h â v î , Müşkil, I V , 2 3 2 - 2 3 3 ) .
1137
B k z . Buhârî, Mevâkıt, 2 6 ( I , 1 4 3 - 1 4 4 ) , E z a n , 3 4 ( I , 1 6 0 )
1138
e d - D i h l e v î , Huccctullahi'l-Biliğa,
I, 190.
zaman dilimi, havanın epeyce sıcaklaştığı bir andır. Bundan dolayı Hz. Peygamber, öğle namazının, ikindinin serinliğine doğru kılın masının daha efdal olduğunu bildirmiştir . Mesainin ikinci bölü münü ise; havanın serinlemeye başladığı ve ikindi vaktini de içine alan zaman dilimi oluşturmaktadır. ed-Dihlevî'ye göre, H z . Pey gamber; insanîann işlerinin yoğun olduğu bu ikinci mesai zamanına denk gelen ikindi namazı ve uykunun hakim olduğu sabah ve yatsı namazı konusunda insanîann dikkatini çekmiştir. İhmale gelmeleri ni engellemek için, terğib ve terhib maksadıyla bu namazlara özel likle dikkat çekmiştir . 1139
1140
bd.Bağlamlan Bütünleştirmek Buraya kadar anlatılanlardan harekede, gerek sosyal ve kültürel, gerek beşerî ve psikolojik ve gerekse zaman, mekân ve coğrafi bağlamlann, hadîslerin doğru anlaşılmasında ihmal edilmemesi gereken hususlar olduğu anlaşılmaktadır. Ancak burada bir hususa dikkat çekmek yerinde olacaktır. Bütün bunlar, aynı zamanda doğal bağ lamlardır. Birinin bittiği yerde diğeri başlamaz. Bunlann hepsi iç içe, aynı anda ve sarmal bir halde bulunmaktadır. Daha açık ifadeyle, bel li bir psikolojik haldeki bir insan, aynı zamanda bir sosyal ve kültü rel bağlam içindedir. Yine bu insan, aym zamanda belli bir mekân ve coğrafyada bulunmaktadır. Bunlann hepsi, birlikte ve aynı anda olu şan bağlamlardır. Bu yüzden hadîsi bağlam bütünlüğü içerisinde de ğerlendirirken bu hususlara dikkat edilmelidir. Buraya kadar anlatılardan, bir örnek hadîs üzerinde bütünleştire rek anlamaya çalışmak daha uygun olacaktır. Bu hadîste, bütün bu bağlamlann nasıl sarmal halde ve iç içe bulunduğu görülecektir. Ay nca hadîsin farklı rivâyederi, onun söylenmesine sebep olan neden ler ve bunlara dayanan değişik anlamalardan da bahsedilecektir. Örnek hadîs, muteber hadîs kaynaklannda şu şekilde anlatılmak tadır: Hadîs, Buhârî'de, "Kitâbu'l-Edeb"de (Edeb Bölümünde), "İn sanîann içine kanşmak" adlı bab başlığında (tercemede) şöyle riva yet edilmektedir: "Enes b. Mâlik şöyle demiştir: Rasûlullah, bizim
1139
Müslim, Mesâcid, 180 (I, 4 3 0 )
1140
B k z . G ö r m e z , a . g . e . , s. 3 0 8 .
aramıza kanşır, hatta küçük kardeşime; "Ey Ebû Umeyr! N e yapü nugayr?" derdi""*!. Aym hadîsi Müslim, "Kitâbu'l-Adâb"^, daha sonra en-Nevevî tarafından düzenlenen bab başlıklarından da "Doğduğu zaman ço cuğu tahnik etme veya salih birine bu işi havale etmenin, doğduğu günde çocuğa isim koymanın ve onu Abdullah, İbrahim ve diğer Peygamberlerin isimleriyle isimlendirmenin mubahlığı babı"nda şöyle rivayet etmektedir: "Enes b. Mâlik şöyle dedi: Rasûlullah, ah lâk bakımından insanların en iyisiydi. Benim, Ebû Umeyr diye künyelenen bir kardeşim vardı. Rasûlullah (bize) geldiği zaman ona; "Ey Ebû Umeyr! N e yaptı Nugayr?" derdi. Çünkü kardeşim Nugayrla oynardı"!! . 42
Bu hadîsi Ebû Dâvud "Edeb" bölümünde; "Çocuğu olmadığı halde (falanın babası diye) künyelenen kişi babı"nda rivayet etmek tedir. Burada Enes b. Mâlik şöyle demektedir: "Rasûlullah bize ge lirdi. Benim Ebû Umeyr diye künyelenen küçük bir kardeşim vardı. Onun küçük bir kuşu vardı ve onunla oynardı. Kuş öldü. (Bundan sonraki günlerden) bir gün Rasûlullah bize geldi, kardeşimi üzgün gördü ve; "Ona ne oldu?" diye sordu. Oradakiler; "kuşu öldü" de diler. Bunun üzerine Rasûlullah; "Ey Ebû Umeyr! Kuş ne yapü?" dedi"!! . 43
Aym hadîsi Tirmizî, "Kitâbu's-Salât"da, "Hasırda namaz kdma hakkında gelen rivâyeder babı"nda nakletmekte ve şöyle demekte dir: Enes b. Mâlik şöyle dedi: "Rasûlullah bizim aramıza karışırdı. Hatta küçük kardeşime; "Ey Ebû Umeyr! Kuş ne yapü?" derdi. Hat ta bizim hasırımız ıslaülırdı ve o da üzerinde namaz l a l a r d ı " . 1144
Aym Hadîs, Ahmed. b. Hanbel tarafından, Enes b. Mâlik'in rivâ yederinin yer aldığı kısımda farklı lafızlarla tekrar edilmektedir . Bu rivâyederden iki tanesini, içerdikleri bazı lafız farkhhklanndan dolayı vermek istiyoruz. 1145
1141
Buhâri, E d e b , 8 1 ( V I I , 1 0 2 ) .
1142
Müslim, Âdâb, 30 (III, 1692-1693).
1143
Ebû Dâvud, Edeb, 4 9 (II, 711).
1144
Tirmizî, Salât, 1 3 1 ( I I , 1 5 4 ) .
1145
Bkz. Ahmed b. Hanbel, M ü s n e d J I I , 115, 119, 1 7 1 , 188, 190, 2 0 1 , 2 1 2 , 2 2 3 , 278, 288.
Enes b. Mâlik dedi ki; Rasûlullah, ahlâk bakımından insanların en iyisi idi. Benim Ebû Umeyr adında bir kardeşim vardı. Rasûlullah geldiği zaman onu görür ve; "Ebu Umeyr! Ne yaptı Nugayr?" der di. Nugayr, onun oynadığı kuştu. Bazen o bizim evdeyken namaz vakti gelirdi. Oturduğu hasın emrederdi, tozu silkelenir, suyla ıslatı lır ve sonra Rasûlulllah kalkardı, biz de arkasında dururduk ve bize namaz kıldınrdı. Onun hasın, hurma liflerindendi . 1140
Enes b. Mâlik Anlattı: Rasûlullah, Ü m m ü Süleym'in evine gider di. Onun Ebû Talha'dan olma oğlu vardı. Ebû Umeyr diye künyelenirdi. Basûlullah onunla şakalaşırdı. Bir defasında da yine Ümmü Süleym'in evine gitti ve çocuğu üzgün gördü. Bunun üzerine; "Ba na ne oluyor da Ebû Umeyr'i üzgün görüyorum?" dedi. Oradakiler; "Oynadığı kuş öldü" dediler. Bunun üzerine Rasûlullah; "Kuş ne yaptı?" demeye b a ş l a d ı . 1147
Bu ara, adı geçen hadîsin, hadîs kitaplan tarafından hangi kulla nım bağlamında zikredildiğine de dikkat çekmek gerekecektir. Zira bu yerler (kitaplar veya bab başlıklan), musannifin hadîsten anladıklanm da yansıtmaktadır. Buhârî hadîsi, "insanlar içerisine kanşmak" başhğı altında vere rek, hadîsin sosyal bağlamına dikkat çekmiş, dolayısıyla hadîsin sade ce bu kısmını vermiştir. Hadîsin diğer kısımlan olan, kuşun ölmesi, çocuğun üzülmesi, Rasûlullah'ın namaz kılması kısımlan bu rivayet te yer almamaktadır. Daha teknik ifadeyle, Buhârî kullandığı bab başlığına uygun olan kısmı, takti' yaparak vermiştir. Dolayısıyla ha dîsi parçalamış ve iç bütünlüğünü bozmuştur. Müslim bu hadîsi Buhârî gibi edeple ilgili görmüş ve bu bölüm de zikretmiştir. Ancak en-Nevevî bunu, çocuğa güzel isim koymay la ilgili bir babda zikretmiştir. Dolayısıyla o, hadîsin kendince ilgili olan kısmım vermiş, ve daha çocuk yaştakilerin de künyelenebileceklerine dikkat çekmiştir. Hadîsi eserinde tahrîc eden Ebû Dâvud ise, onu Edeb bölümüy le ilgili görmüş ve çocuk sahibi olmayan bir çocuğun künyelenebileceğinin (falanın babası diye adlandırılabileceğinin) caiz olduğuna delil göstermek için zikretmiştir.
1146
Ahmed b. Hanbel, Afû'sned.III, 212.
1147
Ahmed b. Hanbel, MüsnedJU,
188.
Tirmizî, diğer üçünden farklı olarak hadîsi "Kitâbu's-Salât/Namaz Bölümü"nde tahric etmiştir. Bu bölüm içinde, hasırda namaz kılmayla ilgili başlığı altında rivayet etmiştir. Yukarıdaki rivâyederin hiçbirinde, Rasûlullah için hasırın ıslatddığı ve onun üzerinde namaz kıldığı şeklinde bir ifadeye rasdamamıştık. Dolayısıyla Tirmizî, onla nn attıktan başlıklarla ilgili görmeyip rivayet etmedikleri bu kısmı, kendi başlığıyla alakalı görüp zikretmiş olmaktadır. Bütün bu kullanım bağlamlanna bakıldığında, Sünen tarzı hadîs kitaplannda, bab başlığı türünden de olsa bir anlama çabasının oldu ğu görülmektedir. Ancak bu çabalar, bazen hadîsin bütünlüğünü bozabildiği gibi, söylenme amacımn dışında da anlaşılabildiğini gös termektedir. Bu rivâyeder bütünleştirildiğinde şöyle bir metin ortaya çıkmak tadır: Rasûlullah, insanîann arasına kanşır onlan ziyaret ederdi. Zaman zaman Enes b. Mâlik'in annesi Ü m m ü Süleym'in evine de gelirdi. Enes'in küçük bir kardeşi vardı. Ona Ebû Umeyr künyesi verilmişti. Ebû Umeyr'in, nugayr adında bir kuşu vardı ve onunla oynardı. Ra sûlullah da onunla şakalaşırdı. Rasûlullah buraya geldiğinde rahat hareket ederdi. Hatta namazım kddığı da olurdu. Namaz kılacağı za man, oturduğu hasınn tozu silkelenir, daha sonra suyla ıslatılarak se rilir ve Rasûlullah onun üzerinde namazım kılardı. O bir gün yine Enes'lerin evine gitti ve Ebû Umeyr'i üzgün gördü. Orada bulunan lara; çocuğun neden üzgün olduğunu sordu. Onlar da, oynadığı ku şun öldüğünü ve çocuğun bundan dolayı üzgün olduğunu söyledi ler. Rasûlullah da; "Ey Ebû Umeyr! N e yaptı nugayr?" diyerek onu teselli etmeye çalıştı. Sadece, yukandaki hadîs metinlerinin bütünleştirilmesiyle oluş turulan bu kompozisyona, anlama faaliyetinde bulunanlann bütün cül bir anlamayı gerçekleştirmek için cevaplamalan gereken sorulan yöneltelim. 1. Sözü söyleyen kimdir?: H z . Peygamber. 2. Hangi şifada bu sözü söylemiştir?: Bu metinden harekede ce vaplanamıyor. 3. Kime söylemiştir?: Enes'in kardeşi Ebû Umeyr'e. 4. N e sebeple söylemiştir?: Kuşun ölümünden dolayı çocuğun üzüntülü olması sebebiyle.
5. Neyi söylemiştir?: Ebû Umeyr! Ne yaptı Nugayr?. 6. Nasıl söylemiştir?: Şefkat ve ilgi göstererek. 7. N e amaçla söylemiştir?: Çocuğu teskin etmek amacıyla. 8. Ne zaman söylemiştir?: Bu metinden harekede cevaplanamı yor. 9. Nerede söylemiştir?: Enes b. Mâlik'in annesinin evinde. Görüldüğü üzere, sadece rivâyederin bütünleştirilmesiyle, hadîsi anlamak için cevaplanması gereken soruların büyük çoğunluğu ce vaplanabilmiş olmasına rağmen, bütün sorular cevaplanamamıştır. Bunların cevaplanabilmesi için olayın arka planının bilinmesi gerek mektedir. Hadîsi, şerhlerin sunduğu arka plamyla birlikte şu şekilde bütün leştirmek mümkündür: H z . Peygamber Medine'ye hicret edince (coğrafi bağlam), müslümanlar ona çeşidi hediyeler vermeye başlamışlardı. Öyleki, sanki de hediye edilmemiş bir şey kalmamıştı. Adeta insanlar hediyeleşmekte birbirleriyle yanşıyorlardı (sosyal bağlam). Bu durumu gören H z . Enes'in annesi Ümmü Süleym, fakir olduğu ve hediye edecek bir şeyi olmadığı için mahcup oluyordu (psikolojik bağlam). Bu du rumdan kurtulmak için oğlunu H z . Peygamber'in hizmetine verme yi düşündü. Oğlunun elinden tutup Rasûlullah'a götürdü ve; "Ey Allah'ın Rasulü! Ensârdan sana hediye edilmemiş bir şey kalmadı. Benim ise sana hediye edeceğim şu oğlumdan başka bir şeyim yok. Onu al, devamlı sana hizmet etsin" dedi. Bu arada Enes, bazı rivâyederde 8, bazı rivâyederde 10 yaşlanndaydı (zaman bağlamı). Bun dan sonra H z Enes sürekli Hz.Peygamber'in hizmetinde bulunmuş tur. Bu hizmet on yıl yani Hz. Peygamber'in vefatına kadar devam etmiştir (zaman bağlamı). Hz. Peygamber, Ü m m ü Süleym'in bu fe dakarlığı karşısında vefakâr davranmış ve sık sık onlann evlerini ziya ret ederek, hem Enes'in annesini görmesini sağlamış, hem de onla nn halini hatınnı sormuştur (sosyal bağlam). Bu gidiş gelişlerde, H z . Enes'in küçük kardeşi Ebû Umeyr ile de şakalaşır ve onun başını ok şayarak şefkat gösterirmiş. Bu ara Ebû Umeyr'in kırmızı gagalı ve Medînelilerin bülbül adım verdikleri türden bir kuşu varmış ve onunla oynarmış. Bir gün bu kuş ölmüş. Rasûlullah tekrar geldiğin de, her zaman şakalaşüğı Ebu Umeyr'i üzgün görmüş. Çocuğun ne den üzgün olduğunu sormuş, orada bulunanlar, çok sevdiği bülbü-
lünün öldüğünü ve çocuğun buna üzüldüğünü söylemişler (psikolo jik bağlam). Bunun üzerine H z . Peygamber onun başım okşayarak onu teselli etmiş ve bu arada; "Ey Ebû Umeyr! N e yaptı nugayr?" diye ona takılmış. (Bununla Ebû Umeyr'in kendini suçlu hissetme mesini, ölüm olayının failinin kuşun kendisi olduğunu söylemek is temiş de olabilir). Rasûlullah, bir müddet sürekli gidip gelmesinden dolayı ünsiyet sağladığı bu evde kalmış, hatta bir vakit namazını da burada kılmıştır (mekânsal bağlam). Bunun için, o devirlerde kulla nılan ve kınlmaması (veya toz kalkmaması için) için ıslatılan hasır kullanılmış (kültürel bağlam) ve Rasûlullah onun üzerinde namazını kılmıştır (mekânsal bağlam). 1148
Hadîsin arka planını/bağlamını teşkil eden bu kompozisyondan harekede cevapsız kalan iki soru da cevaplanabilmektedir. 1. Hangi şifada söylemiştir?: Enes'i evinde barındıran bir aile bü yüğü, onun ailesini kendine yakın hisseden bir dost ve Müslümanla ra örnek bir Peygamber olarak. 2. Ne zaman söylemiştir?: Bu sorunun net bir cevabım bulmak zordur ancak, bu olayın Medine döneminde olduğu kesindir. Bu örnek hadîsten harekede şu hususları tesbit etmek mümkün dür: 1. Bir hadîsi bütünlük içerisinde anlamak ve değerlendirmek için hadîsin bütün rivâyederini bir araya getirmek gerekir. 2. Hadîsin kullanım bağlamı göz önünde bulundurulmalıdır. Bu bağlamlar, hadîste ne tür taktî'lerin olabileceğini gösterecekleri gibi, musannifin bu kısımdan ne anladığım da gösterir. Ancak, hadîsin ve rildiği bab başlıkları, bazen onun parçalanarak verilmesine sebep ol duğu için, hadîsin bütünlüğünü bozan yanlış anlamalara da neden olabilir. 3. Hadîsin dil bütünlüğü de göz önünde bulundurulmalıdır. Bu anlamda, onda geçen (meselâ bısât, nugayr, Ebû Umeyr gibi) keli melerle ne kastedildiği araştrnlmahdır. 4. Bir araya getirilen hadîsler, her zaman hadîsi anlamak için so rulması gereken bütün sorulan cevaplamayabilir. Bunun için hadîsin 1148
B k z . t b n H a c e r , Fcthu'l-Bâri, X , 4 7 9 - 4 8 3 ; e z - Z e h e b î , Siyeru A'lami'n-Nûbelâ, I I I , 3 9 7 - 3 9 8 ; İ b n H i b b â n , Meşâhiru Vlemâi'l-Emsâr, I , 3 7 , İ b n H i b b â n , cs-Sikat, I, 1 3 7 .
arka planını da tesbit edip, bağlamıyla birlikte yeniden kompoze et mek gerekir. Cevapsız kalan sorular, bu şekilde cevaplanabilir. 5. Daha ileri seviyede anlama ve yorumlama çabalan, hadîs eser lerini açıklamak üzere yazılan şerhlerde bulunur. Ancak onlar da ola yı çok farklı alanlarla ilişkilendirebilmektedirler. Bununla beraber, bunlar birer anlama ve değerlendirme çabalan olarak görülmelidir ler. Örnek hadîsin şerhlerinden harekede bu son şıkkı açıklamak ye rinde olacaktır. İlk dört husus, örnek hadîsin yukandaki değerlendi rilmelerinde görülmektedir. Bütünlüğü bozmamak için vermeyi uy gun bulduğumuz sonuncu şık, şerhlerde farklı hallerde görülmekte dir. Hadîsi daha geniş bir şekilde anlamak için yazılan şerhlerde, ko nuyla ilgili enteresan hükümler çıkanlmıştır. Hatta İbnu'l-Kâs eş-Şâ fi'î, bu hadîsle ilgili müstakil bir eser yazmış ve onda bu hadîsten el de edilen 6 0 faydayı açıklamıştır . B u olay, Medine'de avlanma nın haram olup olmamasıyla da ilişkilendirilmiş, mezhepler arası ih tilaflara sebep olmuştur. Bir kısmı, Medine'nin avlanmak için haram olmadığını, olsaydı kuşun avlanıp hapsedilmemesi ve H z . Peygam ber'in de buna göz yummaması gerektiğini; kimisi böyle bir haramlığın olduğunu, ancak bu kuşun avlanıp hapsedilmesi olayından son ra bunun haram kılındığını ve hadîsler arasında bir ihtilafın olmadı ğım ifade etmişlerdir . 1149
1150
Bunlara ilâveten, hadîsten çok farklı hükümler de çıkarılmıştır. Altmış tane olduğu belirtilen bu hükümlerin bazılannı örnekleme açısından zikretmek uygun olacaktır. 1. Yavaş yürümek müstehaptır. 2. Kardeşleri ziyaret müstehaptır. 3. Fitne endişesi olmadığı sürece bir erkek yabancı bir kadım zi yaret edebilir. 4. Yönetici (imâm) raiyesinden bazılanna daha yakın davranabi lir. 5. Hakim tek başına yürüyebilir. 1149
B k z . İ b n H a c e r , Fethu'l-Bâri,
X, 480-482.
1150
B k z . İ b n H a c e r , Fethu'l-Bâri,
TV, 6 6 - 6 7 .
6. Çok ziyaret, zannedildiği gibi dosduğa zarar vermez. 7. Ziyaretçi, ziyaret ettiği kişinin evinde namaz kılabilir. 8. Hasır üzerinde namaz kılmak caizdir. 9. Alim, ilmini istifade edecek kişilerin ayağına götürebilir. 10. Kibri terk ederek çocuklarla ilgilenmek gerekir. 1 1 . Yüzdeki işaretlerden harekede hüküm verilebilir. 12. Haber-i vahid kabul edilebilir. 13. Çocuk sahibi olmayan küçükler, künyelenebilir. 14. Ebeveyn, çocukların mubah şeylerle oynamalarına izin vere bilir. 15. Kuşu kafeste tutmak caizdir. 16. İsimleri tasgir sığasmda kullanmak caizdir. 17. Hakimin raiyesinin evine mahremi olmadan da girmesi caizdiriısı. Yukanda, bir olayın oluşmasına neden olan asıl bir sebebin oldu ğunu, ancak biraz düşünülünce bu nedenin de nedenlerinin buluna bileceği ve nedenler zincirinin devam edebileceği, ancak anlamada esas olanın ilk neden olduğu ifade edilmişti. Buradan hareketle, yukandaki hadîse bakıldığında, onun asıl söy lenme nedeninin, kuşun ölmesi sonucunda çocuğun üzülmesi oldu ğu görülmektedir. Ancak bu nedenler, bir zincir halinde geriye doğ ru devam etmektedir. Zira, Rasûlullah'ın oraya geliş nedeni, Enes b. Mâlik'le olan yakınlığıdır. Enes b. Mâlik'le yakın olmasının nedeni, annesinin onu Rasûlullah'ın hizmetine vermiş olmasıdır. Bunun ne deni, Annesinin Rasûlullah'a iyilikte bulunmak istemesidir. Bunun nedeni herkesin bir şekilde Rasûlullah'a hediye vermiş olması ve ken disinin de bundan mahcup olmasıdır. Bütün bu nedenler arttıkça, bunlara bağh olan değişik anlamalar ve neticede sadece bir kısmı ve rilen anlama ve değerlendirmeler ortaya çıkmıştır. Bütün bu değerlendirmeler, yanlış olmamasma rağmen, sadece birer yorumdurlar ve H z . Peygamber'in bu sözü söylediğinde şuur lu olarak kastettiği anlamlar değildirler. Bununla beraber, bazı hadîslerdeki ipuçlanndan hareketle, hayatın farklı yönlerine ait prensipler
1151
İ b n H a c e r , Fethu'l-Bâri,
X, 481-482.
koyma gayreti, bizim eserlerimizde sürekli görülen bir durumdur. Hatta bazen bu öyle bir hal alır ki, hadîsin esas söylenme gayesi bı rakılarak, bir şekilde fıkıhla bağlantısı kurulup bu şekilde yorumlar yapılmaya başlar. Hadîsi anlama konusundaki bu değişik yorumların, neticede bir anlama çabasının ürünü olduklarını kabul edip takdir etmekle bera ber, her şeyden önce esas sebep üzerine bina edilen ve asıl amacın devamlı göz önünde bulundurulduğu bir anlama gereklidir. Hadîsi bütünlük içerisinde anlama yerine getirildikten sonra, an lamanın bizim için ne ifade ettiği hususu gündeme gelecektir. Sahîh olduğu tesbit edilen bir hadîs, doğru anlaşılınca, bu doğru anlayışın hayata geçirilmesi problemi kendini gösterecektir. Bu hadîsi hayatı mızda nasıl uygulamalıyız? sorusu, esasen Müslümanların en büyük problemidir. Bunun için anlamada bütünlüğün oluşmasını sağlaya cak son halkanın da değerlendirilmesi gerekir. Bu da hadîsin bağla yıcılığı meselesidir. c. Hadîsin Bağlayıcılığını Tespit Etmek Hadîsin bağlayıcılığı problemi, ilk dönemlerden itibaren Müslü manların gündeminde olmuş, tarihî süreç içerisinde de sürekli olarak tazeliğini korumuştur. Daha H z . Peygamber döneminde, onun ba zı uygulamalarının bağlayıcılığını tesbit amacıyla ashabın zaman za man Hz. Peygamber'in yaptığı veya sakındırdığı bazı tasarruflarının farz mı, yoksa haram mı olduğunu sorduklarına şahit olunmuş t u r . Örneğin H z . Peygamber, Ebû Eyyûb'un ikram ettiği bir ye meği, içerisinde sarımsak olduğu gerekçesiyle yememiş, bunun üze rine o; "Ey Allah'ın Rasûlü! O haram mı?" diye sormuş, H z . Pey gamber; Hayır, lakin ben kokusundan dolayı hoşlanmıyorum" de miştir . 1152
a
1153
Daha o dönemlerde başlayan bağlayıcdığı tesbit girişimleri, tari hî süreç içerisinde devam etmiş ve buna paralel olarak son dönem lerde Türkiye'de de konuyla ilgili çalışmalar yapılmıştır . Talat Sa1154
1152
E r u l , B ü n y a m i n , " S a h a b e n i n S ü n n e t e Bağlayıcılık A ç ı s ı n d a n Bakışları", Araştırmalar, Cilt: 1 0 , Sayı: 1 - 2 - 3 , 1 9 9 7 , s. 5 9 - 6 0 .
İslami
1153
Müslim, Eşribe, 1 7 0 - 1 7 1 ( I I I , 1 6 2 3 ) ; Tirmizi, Et'ime, 13 ( I V , 2 3 0 )
1154
M e s e l â b k z . K a r a m a n , H a y r e t t i n , "Bağlayıcılık A ç ı s ı n d a n R a s û l u l l a h ' ı n D a v r a n ı ş l a n " , Hz. Peygamber ve Aile Hayatı, i l m i N e ş r i y a t , İ s t a n b u l T s z . , s s . 1 2 7 - 1 5 0 ; Sakallı, T a l a t , " S ü n n e t i n Bağlayıcılık A ç ı s ı n d a n T a k s i m i " , SDÜİF Dergisi, Yıl: 1 9 9 5 , Sayı: 2 , ss. 3 8 - 1 0 2 ; T o k s a n , a.g.e., ss. 9 1 - 1 1 2 .
kaili, bu konuyla ilgili değerlendirmeleri ve yapılan taksimleri krono lojik bir sırayla zikretmiş ve açıklamıştır . Burada özedenecek olan bu taksimlerin bir kısmı, sünnetin bütününe yönelik bağlayıcılıkla il gili iken, diğer bir kısmı sadece fiillere yönelik bağlayıcılıkla ilgilidir. 1155
Rasûlullah'ın bütün sünnetine yönelik bağlayıcılık taksimleri şöy ledir: 1. İmâm Mekhûl'ün (ö. 1 1 2 / 7 3 0 ) Taksimi: a. Sünnet-i Fânza, b. Sünnet-i F â d ı l a . 1156
2. İzzuddin b. Abdisselâm'ın ( Ö . 6 6 0 / 1 2 6 2 ) Taksimi: a. Tebliğ, b. Fetva, c. Kaza, d. E m â n e t u ' l - U z m â 1157
3. Karâfî'nin (Ö.684/1285) Taksimi: a. Tebliğ, b. Hüküm (ka za), c. Fetva, d. İ m a m e t . 1158
4. İbnu'ş-Şât'ın (ö. 1 3 4 3 / 1 9 2 6 ) Taksimi: O önce ikiye ayırmış daha sonra her bir kısmı kendi içinde değişik kısımlara ayırmıştır . 1159
5. Şah Veliyyullah ed-Dihlevî'nin ( Ö . 1 1 7 6 / 1 7 6 2 ) Taksimi: a. Risaletin Tebliği Kabilinden Olan Sünnet, b. Risâletin TebÜği Kabilin den Olmayan S ü n n e t . 1160
6. Tâhir b. Aşûr'un ( Ö . 1 3 9 4 / 1 9 7 3 ) Taksimi: a. H z . Peygam ber'in teşri'î tasarrufları, b. Fetva mahiyetindeki tasarrufları, c. Yargı mahiyetindeki tasarrufları, d. Devlet başkanı sıfatıyla yaptığı tasarruf lar, e. Hedy ve irşad mahiyetindeki tasarrufları, f. Arabuluculuk ma hiyetindeki tasarrufları, g. Fikir soranlara yol göstermeye yönelik ta sarrufları, h. Nasihat niteliğindeki tasarrufları, ı. Yüce hakikaderi öğ retmeye yönelik tasarrufları, i. İnsanları mükemmele yönlendirmek için yaptığı tasarrufları, j . Azarlama ve tehdit için olan tasarrufları, k. Cibillî tasarrufları . 1161
1155
B k z . Sakallı, " S ü n n e t i n Bağlayıcılık A ç ı s ı n d a n T a k s i m i " , s s . 3 8 - 1 0 2 .
1156
Bkz. Dârimî, Mukaddime, 4 9 (I, 145)
1157
B k z . Sakallı, a . g . m . , s. 4 2 - 4 3 .
1158
B k z . Karâfi, Ş i h a b u d d i n E b u ' l - A b b â s , d-Furûk, 206-207.
1159
B k z . Sakallı, a.g.m.,
1160
e d - D i h l e v î , Huccetullahi'l-Bâliğa,
1161
B k z . İ b n A s ü r , M u h a m m e d T â h i r , Mekâsidu'ş-Şerî'an'1-İslâmiyyc, T u n u s i y y e , T u n u s t s z . , s. 2 8 - 2 9 .
Âlcmu'l-Kütüb, Beyrut tsz., I ,
s. 5 2 - 5 3 . I, 128. eş-Şubetü't-
7. Ramazan el-Bûtî'nin Taksimi: a. Tebliğ hükümlerini içeren sünnet, b. Ahkâmu'l-imâme (devlet başkanlığı sıfatıyla verilen hü kümler)! 162. H z . Peygamber'in bütün sünnetine yönelik bu taksimlerin yanı sıra, sadece onun fiillerini bağlayıcılık açısından taksim edenler de vardır. Bu taksimlerden bazdan şöyledir: 1. Ebu'I-Huseyn el-Basrî'nin ( Ö . 4 6 3 / 1 0 7 1 ) Taksimi: a. İmtisâli fiiller, b. Rasûlullah'ın Cibillî olarak yaptığı fiiller, c. Hasâis, d. Kur'ân'daki mücmel bir hükmü beyan eden fiiller, e. Mübtede' olan fiiller . 1163
2. Ebû Şâme el-Makdisî'nin ( Ö . 6 6 5 / 1 2 6 7 ) Taksimi: a. İmtisâli fiiller, b. cibillî fiiller, c. Hasâisu'n-Nebî, d. Beyânı fiiller, e. Sıfaü bi linmeyen mudak fiiller, f. Sıfatı bilinmeyen mübtede' fiiller ! . 1
64
3. Ebu'l-Velîd el-Bâcî'nin ( Ö . 4 7 4 / 1 0 8 1 ) Taksimi: a. Kitap ve sünnetin mücmelini açıklamaya yönelik fiiller, b. Bunun dışındaki fi iller: Bunlar da kurbet maksadı olanlar ve kurbet maksadı olmayan lar diye ikiye aynhrlar . 1165
4. Süleyman el-Aşkâr'ın Taksimi: a. Cibilli fiiller, b. Adi fiiller, c. Dünyevî fiiller, d. Mucizevî fiiller, e. Hasâis, f. İmtisâlî fiiller, g. Va hiy bekleme anı, h. Müteaddi fiiller, ı. el-Mübtedeü'l-mücerred fiil ler, i. Mücerred fiiller . 1166
H z . Peygamber'in sünnetine yönelik bağlayıcılık taksimleri ince lendiğinde, birbirlerinden farklı yönleri olsa da, çoğu açıdan birbir leriyle aynı düşünceleri paylaştıktan görülecektir. Bununla beraber, bu kadar çeşidi taksimin yapılması, sünnetin dinî olanlanyla olmayanlannın tesbitinden kaynaklandığı söylenebilir. Başka bir ifadeyle, problemin asıl özü, sünnet olan bir sözün veya tasarrufun "dinî" ka tegori içinde yer aldığının apaçık delili olanlanyla, bu kategoride yer almadığım gösteren delili olanlar dışında kalan kısımlarda odaklaş maktadır. Bu durum, aslında yapılan bütün bu taksimlerin, "efradı-
1162
e l - B û t î , R a m a z a n , Sünnetin
1163
B k z . Sakallı, a . g . m . , s. 4 0 - 4 1 .
Dindeki
Yeri , s. 4 4 - 4 5 ( M ü z a k e r e l e r K ı s m ı ) .
1164
B k z . Sakallı, a . g . m . , s. 4 3 - 4 8 .
1165
e l - B â c î , E b u ' l - V e l î d , îhkimu'l-Fusûl 6 Ahkimi'l-Usûl, Thk. Abdullah M u h a m m e d e l - C e b û r î , M ü e s s c s e t ü ' r - R i s â l e , B e y r u t 1 9 8 9 , s. 2 2 2 - 2 2 3 .
1166
Sakallı, a . g . m . , s. 6 5 .
nı cami, ağyarını mâni" kaide ve kıstasları da geliştirememiş olmasın dan kaynaklanmaktadır . Aslında böyle kıstaslar konulmuş olsa bi le, hangi sünnetin hangi kısma gireceğinde yine içtihat kullanılacak, teoride problem çözülmüş gibi görünse de, pratiğe uygulanması bu kadar kolay olmayacaktır. Tek bir kişinin yaptığı ve mükemmel ol duğu kabul edilen bir taksim esas alınsa ve bu işle meşgul olan in sanlardan birkaçına, belli sayıda hadîs dağıtılsa ve bunların adı geçen taksime göre sınıflandırılması istense, sonucun birbirinden farklı ola cağı kuvvetle muhtemeldir. Zira var olan taksimde problem olmasa dahi, hangi hadîsin hangi kategoriye konulacağı konusunda, değişik insanların farklı ictihadları olacakür. İçtihadın olduğu yerde farklı düşüncelerin olacağı da tabiîdir. 1167
Bunun için hadîsin bağlayıcılığı araştırılırken, verilen veya verile cek hükmün matematiksel bir kesinlik arz etmediği, hem hükmü ve ren, hem de bu hükmü anlayan tarafından bilinmesi gereken bir hu sustur. Sünnetin bağlayıcılığı ile ilgili tasnifler, aslında onun günümüz de ve bizim hayatımızdaki yerini tesbite yöneliktir. Meselâ ed-Dih levî, sünneti ikiye ayırmış, birincisinin risâleti tebliğle ilgili sünnet ol duğunu ve bunun bir kısmının vahiy bir kısmının da içtihada dayan dığını belirtmiş, aynı zamanda bu çeşit sünnetin bağlayıcı olduğunu, zikrettiği bazı âyetlerle dehUendirmiştir. İkincisinin ise, risaleti teb liğle ilgili olmayan sünnet olduğunu söylemekte, vahiyle bağlantısı nı kurmamakta, bunlann uygulanıp uygulanmamasının tercihe bağ lı olduğunu, hatta bu çeşit sünnetlerden bazılarının, o günün maslahatlanyla ilgili olduğunu, bütün müslümanlar için uyulmasının ge rekli olmadığını söylemektedir . Olaya aym zaviyeden bakan elBûtî sünneti; Tebliğ hükümlerini içeren sünnet ve ahkâmu'l-imâme ile ilgili sünnet diye ikiye ayırmaktadır. Ona göre birinci türden sün net, kıyamete kadar değişmeyecek türden hükümlerdir. Ancak H z . Peygamber'in bir devlet reisi olarak, devlet başkanı vasfıyla ortaya koyduğu hükümlerden oluşan ikinci çeşit sünnette, birtakım deği şikliklerin olabileceğini ifade etmektedir . 1168
1169
Bağlayıcılık açısından yapılan çok seçenekli tasnifleri bir tarafa bı rakarak, sadece ed-Dihlevî veya el-Buti'nin yaklaşımını esas alarak, 1167
Sakallı, a . g . m . , s . 7 8 .
1168
e d - D i h l e v î , HuccetuIUhi'l-Bâliğa,
1169
e l - B û t î , Sünnetin
Dindeki
I, 128-129.
Yeri, s. 4 4 - 4 5 ( M ü z a k e r e l e r k ı s m ı ) .
ikinci bölümde, sübût açısından incelediğimiz hadîsi ele aldığımız da, farklı yaklaşımların olduğunu görmekteyiz. "Evli erkek ve evli kadın zina ederlerse, her ikisini de recmedi niz" hadîsi, daha sahabe döneminde bağlayıcdık açısından tartışma konusu yapılmıştır. Çeşidi nedenlerle (unutma, bilmeme, duymama vs) recmi kabul etmeyen görüşler olmuş olacak ki, H z . Ömer, adı geçen recm cezasımn bağlayıcı olduğunu, Rasûlullah'ın recmettiğini, Ebû Bekr'in recmettiğini, kendisinin de recmettiğini söylemiştir. Bununla da yetinmemiş, bu cezayı, gelecek nesillerin şüpheye düş mesini engellemek için, Kur'ân'ın bir kenarına yazmayı içinden ge çirdiğini ama insanîann "Ömer Allah'ın Kitabına ilâvede bulundu" şeklindeki görüşlerinden çekindiğini ifade etmiştir. Hatta daha son ra bu hadîsi ondan rivayet edenler, ilgili metnin âyet olduğunu, Kur'ân'dan olduğunu dahi söylemişlerdir. Bu rivâyederdeki lafız farklılıklan, yanlış anlamadan kaynaklanabileceği gibi, ilgili cezanın bağlayıcılığını garanti altına alma temayülünden de kaynaklanmış olabilir. Bu tartışmalardan olsa gerek, H z . Ali bir kaç defa recmin Rasûlullah'ın koyduğu sünnet olduğunu belirtmiş ama bağlayıcı bu larak Şurâhâ adındaki zaniye kadım recmettirmiştir. Hâricîler/Ezârika daha da ileri giderek Kur'ân'da zina cezasının yüz değnek olarak belirlendiğini, hüküm koyma yetkisinin Allah'a ait olduğunu, aynca söz konusu cezanın bölünebilir cinsten olmaması nedeniyle Kur'ân'a aykın olduğunu söyleyerek neticede adı geçen cezanın bağlayıcı ol madığım iddia etmişlerdir. Onlann yaşayan kolu olarak kabul edilen İbâdiye ise, söz konusu cezanın bağlayıcı olduğunu "vâcib sünnet" ibaresiyle ifade etmişlerdir. İlk dönemlerde, vahiyle bağlantılı kdınarak bağlayıcdığı vurgu lanmak istenen bu ceza -ki buna göre ed-Dihlevî'nin taksiminde bi rinci tür sünnet olmaktadır-, daha sonralan "had" ve "ta'zîr" gibi farklı formlarla değerlendirilerek tartışılmıştır. Bu açıdan bakılınca, adı geçen cezanın "had" mi, "ta'zîr" mi olduğuna karar verilmelidir. Çünkü, yukandaki her iki taksimde de; birinci tür sünnet olan teb liğle ilgiü hükümler, değişme kabul etmemekte, kıyamete kadar ge çerli olmaktadır ki, fakîhlere göre böyle sünnede sabit olan cezalar, had olmaktadır. Ama ikinci tür sünneder bunun dışındakilerdir, uyulması zorunlu değildir, zamanla değişebilir. Bunlarla sabit olan cezalar, ta'zîr olarak algdanmaktadır. Fakîhlerin, had ve ta'zîr diye tammladıklan cezalar, sünnet esas alınınca, en azından cezalarla ilgi-
li bağlayıcılığı konu edinmektedirler. Bunun için meseleyi biraz da ha açmakta yarar vardır. Hadd; lügatte, "men etmek; iki şey arasındaki sınır, engel, son, Allah'ın emri ve nehyi, günah" gibi manalara gelmektedir . Istı lahta ise; "Allah'ın hakkı olarak veya toplumun menfaati için konul muş olan ceza" diye tarif e d i l i r . İslâm hukukçuları; "Had cezala rı; Allah'ın hakkı olarak konulmuş olan cezalardır" derken, fert ve toplum tarafından ihdası mümkün olmayan ve toplumun menfa ati doğrultusunda, insanların arasında bozgunculuğun ortadan kal dırılması, emniyet ve selametin gerçekleştirilmesi için Allah tarafın dan had olarak konulmuş cezalan kasdetmektedirler . Buna göre hadler; Allah hakkı olarak toplumun yaranna olmak üzere konulmuş olup daha sonra değiştirilmesi mümkün olmayan cezalardır. 1170
1171
1172
1173
1174
Lügatte; "men e t m e k " anlamına gelen ta'zîr, ıstılahta; "Hak kında had cezası teşri olunmamış bulunan suçlar için tedip olarak ve rilen bir c e z a " diye tarif edilmiştir. Başka bir ifadeyle ta'zîr; şeri atın önceden had cinsinden bir ceza takdir etmediği cezalar olmak tadır. Ta'zîr cezası, nasihat ve ihtar gibi en hafif cezalarla başlayıp ha pis ve dövme gibi en ağır cezalarla son bulan ve zaman zaman önem li suçlarda ölüme kadar uzanan bir dizi cezalardan ibaret olup, ön ceden takdir edilmemiştir. Ta'zîr cezası, had, diyet ve kısası gerekti ren suçiann dışında bütün suçlar için tatbik o l u n u r . 1 1 7 5
1176
Öyleyse, mezkûr hadîsin bahsettiği recm cezasının bağlayıcılığını tayin etmek için, önemli olan, bu suçun had mi, ta'zîr mi gerektir diğini öğrenmektir. Eğer recm cezası İslâm hukukçulan tarafından had olarak tesbit edilmişse, bunun zamana göre veya kadıya göre de ğişmesi mümkün görünmemektedir. Eğer had cezası olarak kabul edilmiyorsa, bu takdirde ta'zîr olabilir, bu durumda da zamana ve şartlara göre değişebilir. 1170
B k z . S a ' d î E b û C e y b , el-Kâmûsu'l-Fıkhî m e ş k , T s z . , s. 8 2 - 8 3 .
1171
U d e h , İslam Ceza Hukuku
1172
S a ' d î E b û C e y b , a . g . e , s. 8 2 .
Luğaten
ve Beşeri Hukuk,
ve Isolâhen,
Dâru'l-Fikr, Dı-
II, 236.
1173
U d e h , a.g.e., I I , 2 3 6 .
1174
e l - K o n e v î , K a s ı m , Enîsü'l-Fukahâ, Thk. A h m e d b. Abdirrezzak, Müessesetü'l-Kütübi's-Sekâfiyye, B e y r u t 1 9 8 7 , 2 . b . , s. 174.
1175
U d e h , a.g.e., I I , 3 1 0 .
1176
U d e h , a.g.e., I I , 3 1 0 .
Bu konudan bahseden eserlerde; görebildiğimiz kadanyla recm cezası, hadler içerisinde yer almaktadır. Hadler; zina, iftira, içki iç me, hırsızlık, hirâbe, irtidad, i s y a n olarak sayılmaktadır. Bu meyanda recm de zinanın cezası sayılmakta ve hadd olduğu belirtilmek tedir . 1177
1178
Klâsik fikıh kitaplannda recm, had kabul edilmekte ve dolayısıy la değişmez ve bağlayıcı bir ceza olarak görülmekle beraber, bu ce zayı kabul etmeyen gruplar da olmuştur. Son zamanlarda da bunun had değil ta'zîr olduğu yönünde bazı değerlendirmeler yapılmıştır. el-Mursafî, kendisi ile ez-Zerkâ arasındaki bir yazışmadan söz et mekte ve ez-Zerkâ'nın, recmle ilgili hadîsleri kabul etmekte beraber, bunlann had değil de ta'zîr ifade ettiğini kendisine yazdığım belirt mektedir. Müellif el-Mursafî, devamla bu görüşü ez-Zerkâ'dan ön ce belirten birini bilmediğini ve bunun herhangi bir delile dayanma dığını, buna ilâveten bunun had olduğu hususunda Müslümanlann icmasımn olduğunu belirtmektedir. Bununla birlikte el-Mursafî ba zı noktalara da dikkat çekmektedir. Buna göre, eğer recm, ta'zîr di ye algılanır ve bu konudaki hadd, sadece celde olarak değerlendiri lirse, sahabe, tabiîn ve daha sonraki nesillerin zina ile ilgili olarak ver dikleri cezalarda farklılıkların bulunması gerekir. Çünkü ta'zîr ceza sı olarak değerlendirilen recm, imâmın takdirine dayanır . el-Bûtî'nin "ahkârnu'l-imâmc" türü sünnet olarak değerlendirdiği bu grup, devlet reisinin tasarrufu olmakta ve zamanla devlet reislerinin bu tür cezalan değiştirme yetkisi olmaktadır . Bu durumda, elMursafî'ye göre, bazı devlet başkanlannın recmetmesi, bazdarmın da celdeletmesi gerekirdi, halbuki onlann hepsi recmetmişlerdir. O hal de bu tatbikadar da göstermektedir ki, recmi ta'zîr olarak anlamak, en azından geçmiş uygulamalara göre mümkün görünmemekte dir . 1179
1180
1181
İslam tarihinde, evli Müslümanlann zina etmeleri durumunda devamlı olarak recm cezasının uygulandığı kanaatine varmak ve bu na dayanarak söz konusu cezanın had olduğunu savunmak, ancak her dönemin bu açıdan ayn ayn araştırılması sonucunda mümkün1177
U d e h , a.g.e., I I , 2 3 6 .
1178
Bkz. U d e h , a.g.e., I I , 2 4 4 vd.
1179
B k z . el-Mursaiî, a.g.e., ss. 7 5 - 8 0 .
1180
e l - B û t î , Sünnetin
1181
B k z . el-Mursafî, a . g . e . , s s . 7 5 - 8 0 .
Dindeki
Yeri , s. 4 4 - 4 5 ( M ü z a k e r e l e r kısmı)
dür. Esasen on dört asrı aşkın süredir İslam tarihinde recmedilenlerin sayısının bir elin parmaklarını g e ç m e m e s i ; iki şekilde yorum lanabilir: Ya gerçekten ancak bu kadarcık muhsan Müslüman, zina fiilini işlemiştir, ya da sayı daha çoktur ancak hepsi kadı huzuruna çıkmamış veya çıkmış olsa bile cezası recm olarak uygulanmamıştır. H z . Peygamber ve ileri gelen sahâbîlerden bazılarının tavırlarını esas alarak, ikinci şıkkın daha uygun olduğu kanaatindeyiz. 1182
Mâ'iz b. Mâlik zina edince, bir hal çaresi aramış, ve sahabîlere ha lini arzetmişti. H z . Ebû Bekr'e gelmiş ve; "Bu alçak/rezil zina etti" demişti. O; "Bunu benden başkasına anlattın mı?" diye sormuş, bu nun üzerine Mâ'iz; "Hayır" demiş, Hz. Ebû Bekr de ona; "Allah'a tevbe et! Allah'ın gizlediğini sen de gizle! Allah, Kullarının tevbesi1182
H z . P e y g a m b e r d ö n e m i n d e ; İki Y a h u d i , T e v r a t e s a s alınarak r e c m e d i l m i ş t i r ( B u k o n u d a k i hadisler için b k . M ü s l i m , H u d û d , 2 6 ( 1 1 1 , 1 3 2 6 ) , 2 8 ( 1 1 1 , 1 3 2 7 ) ; B u h â ri, H u d û d , 2 4 ( V I I I , 2 2 ) ; T i r m i z î , H u d û d , 1 0 ( I V , 3 4 ) ; İ b n M â c e , H u d û d , 1 0 (11,855)). O ' n u n döneminde aynca Müslümanlardan Mâ'iz b. Mâlik, Gamidiyye/Cüheyne'li kadın ve kocasının işçisi ile zina e d e n kadın kendi itiraflan ile recmedilmişlerdir. ( M â ' i z için b k z . M â l i k , H u d û d , 2 ( 1 1 , 8 2 0 ) ; A b d u r r e z z â k , a.g.e., V H . 3 1 9 - 3 2 4 ; İ b n Ebî Şeybe, H u d û d , 120 ( V I , 5 5 0 - 5 5 4 ) ; Buhâri, H u d û d , 2 1 ( V I I I , 2 1 ) , 2 8 (VI11,24); M ü s l i m , H u d û d , 16 (111,1318), 2 0 ( I I I , 1 3 2 0 - 1 3 2 1 ) , 2 2 ( I I I , 1 3 2 1 1 3 2 2 ) , 23 (III, 1 3 2 3 ) ; E b û D â v u d , H u d û d , 2 4 (11,550-554); Dârimî, H u d û d , 12 ( 1 1 , 1 7 6 - 1 7 7 ) , 14 ( I I , 1 7 8 ) ; Ğamidiyye'li kadın için b k z . İ b n E b î Ş e y b e , H u d û d , 123 (VI,557); Müslim, H u d û d , 22 (III, 1322); 2 3 (III, 1 3 2 3 - 1 3 2 4 ) ; Dârimî, H u d û d , 1 7 ( 1 1 , 1 7 9 ) ; İşçi hadisi için b k z . B u h â r i , H u d û d , 4 6 ( V I I I , 3 4 ) , M ü s l i m , H u d û d , 2 5 ( I I I , 1 3 2 4 - 1 3 2 5 ) , Tirmizî, H u d û d , 8 (IV, 3 1 ) H z . E b û B e k r d ö n e m i n d e u y g u l a n m ı ş bir c e z a d a n h a b e r d a r d e ğ i l i z . H z . Ö m e r d ö n e m i n d e , iki kadının r e c m e d i l d i ğ i n d e n bahsedilir ( B k z . A b d u r r e z z â k , M u s a n nef, V I I , 3 4 9 ( H n : 1 3 4 4 1 ) ; İ b n E b î Ş e y b e , Musannef, X , 8 9 ( H n : 8 8 6 3 ) . H z . O z m a n d ö n e m i n d e d e böyle bir u y g u l a m a d a n b a h s e d i l m e m e k t e d i r . H z . Ali ise; Ş u rana a d ı n d a k i bir k a d ı m recmettirmiştir ( e s - S a ' â t î , Fethu'r-Rabbânî, XVI, 85, 9495). D a h a s o n r a k i d ö n e m l e r d e , h a b e r d a r o l d u ğ u m u z r e c m u y g u l a m a l a n ş u n l a r d a n iba rettir: A n a d o l u Selçuklu D ö n e m i ' n d e S u l t a n ikinci G ı y a s e d d i n ' i n veziri S a d e t t i n K ö p e k , k e n d i n e rakip g ö r d ü ğ ü devlet a d a m l a r ı n d a n T a c e t t i n Pervânî'yi şarkıcı bir kadınla nikâhsız y a ş a d ı ğ ı bahanesiyle K o n y a u l e m a s ı n d a n a l d ı ğ ı bir fetva ile A n k a r a ' d a recmettirmiştir ( M e n e k ş e , Ö m e r , " O s m a n l ı ' d a Z i n a C e z a s ı O l a r a k R e c m " , Marife, Yıl:3, Sayı: 2 , G ü z 2 0 0 3 , s. 1 3 ) . O s m a n l ı D e v l e t i D ö n e m i n d e ise; 9 2 9 / 1 5 2 2 t a r i h i n d e K a n u n î d e v r i n d e B u r s a ' d a z i n a e d e n v e s u ç u n u itiraf e d e n ş a hıs recmedilmiştir. Yine O s m a n l ı d ö n e m i n d e 1 0 9 1 / 1 6 8 0 t a r i h i n d e Y a h u d i bir er kekle zina e d m i ş evli M ü s l ü m a n bir kadın recmedilmiştir ( B k z . M e n e k ş e , a . g . m . , s. 1 3 - 1 7 ; K e s k i o ğ l u , O s m a n , Fıkıh Tarihi ve İslam Hukuku, D İ B Yayınlan, Anka ra 1 9 8 0 , s. 2 6 1 ( N â i m a T a r i h i ' n d e n n a k l e n ) ) . A n c a k b u recm olayı, itirafa d e ğ i l , ş a h i d e r e dayanır. B a z ı tarihçiler, fiilin T ü r k k a d ı m ile bir Y a h u d i e r k e ğ i a r a s ı n d a iş l e n m e s i n i n b u c a z a n ı n u y g u l a n m a s ı n d a ö n e m l i o l d u ğ u n a d i k k a t çekmişlerdir ( B k z . M e n e k ş e , a . g . m . , s. 1 3 - İ 7 ) . D i k k a t edilirse b u u y g u l a m a l a r d a n ikisinin, dinî d e ğ i l siyasî a m a ç l ı o l d u ğ u g ö z e ç a r p m a k t a d ı r .
ni kabul eder" şeklinde öğüt vermişti. Ancak adamın kalbi mutmain olmamış ve Ömer b. Hattâb'a durumu anlatmıştı. H z . Ömer de ona, Ebu Bekr'in dediğini demiş, ancak adamm kalbi yine mutmain olmamış ve Resûlullah'a gelerek şöyle demişti: "Bu alçak/rezil zina etti". Sa'îd dedi ki; Resûlullah üç defa ondan yüzünü çevirdi. Adam yine üsteleyince, Resûlullah o adamın yakınlarına haber gönderdi ve adamda; "Aklını gideren bir rahatsızlık mı yoksa delilik mi var?" di ye sordu. Yakınları; "Yâ Resûllah! Allah'a yemin olsunki o sağlam dır" dediler. Resûlullah; "Bekâr mı? Seyyib mi?" diye sordu. Onlar; "Bilakis seyyibtir Yâ Resûlallah" dediler. Bunun üzerine Resûlullah emretti ve adam recmedildi" . 1183
Başka rivayetlerle bütünleştirildiğinde, Mâiz'i Rasûlullah'a Hezzâl adlı sahâbî'nin gönderdiği anlaşılmaktadır. Bu zat, Mâ'iz'e; he men gidip durumu Rasûlullah'a haber vermesi gerektiğini öğütlemişti. Bu durumdan Rasûlullah da haberdar olmuş ve Hezzâl'a; "Onu elbisenle örtseydin senin için daha hayırlı o l u r d u " demiş tir. Bu gibi durumlar H z . Peygamber'in ashabına şu öğüdü verme sine sebep olmuştur: "Aranızdaki haddi gerektiren suçlan karşılıklı olarak bağışlayın, haddi gerektiren bir suç bana ulaşırsa, (onu uygu lamak) şart o l u r " . 1184
1185
H z . Peygamber ve iki büyük sahabînin mezkur yaklaşımlan, da ha sonraki dönemlerde, sadece birkaç recm uygulaması, hatta Os manlı döneminde zaman zaman para cezasının tatbik edildiğinden bahsedilmesi , söz konusu cezamn tartışmasız bir şekilde "had" cezası olmadığını göstermektedir. 1186
Bununla beraber onun, "had" olduğunu kabul edenler, ileri sü rülen ş a r t l a r göz önüne alındığında uygulanmasının son derece zor olduğunu, bunu uygulamanın adeta imkânsız olduğunu ifade etmişlerdir . Konuyu değerlendiren Keskin, bu hükmün, hem laf1187
1188
U83
Mâlik, H u d û d , 2 (11,820).
1184
Ebû Dâvud, Hudûd, 7 (II, 538).
1185
Ebû Dâvud, Hudûd, 6 (II, 538).
1186
B k z . M e n e k ş e , a.g.m.,
1187
B u şartlar ş ö y l e ö z e t l e n m e k t e d i r : 1 . Ş a h i d e r , e n a z d ö r t mükellef, h ü r , b a s î r ( g ö r e n ) k i m s e o l m a l ı d ı r , 2 . Şahitlerin d ö r d ü d e erkek olmalıdır, 3 . Şahitlerin hepsi d e âdil olmalıdır, 4. Ş a h i d e r i n hepsi d e bir mecliste t o p l a n a r a k ş e h a d e t etmelidirler, 5 . Şahitler g ö r d ü k l e r i fiili açıkça anlatmalıdırlar ( B k z . B i l m e n , Hukuki îslamiyye ve Isalahaa Fıkhıyye Kamusu, I I I , 2 1 0 - 2 1 3 ) .
ss. 1 2 - 1 3 , 1 7 .
1188
B k z . B i l m e n , Hukuki
Îslamiyye
ve Isalahaa
Fıkhıyye
Kamusu,
III, 203-213.
zen hem de hükmen mensûh âyet olduğunu, daha sonra Rasûlullah tarafından içtihat yoluyla konulmuş olmasımn muhtemel olduğunu belirtmektedir . Hatta o, H z . Peygamber'in Kur'ân'da geçmeyen recm cezasını tatbik etmesini, bu cezanın siyaseten uygulanmış ola bileceğini akla getirdiğini belirtir. Devamla o şöyle demektedir: "Çünkü bütün mezhepler bazı hallerde ta'zîr cezasımn öldürme şek linde olmasım caiz görmüşler ve buna siyaseten kati demişlerdir. Ka naatimizce H z . Peygamber de Kur'ân'da sopa olarak belirlenen zina cezasını, evli zaniler için artırarak recm cezasına dönüştürmüş ve bu nu siyaseten uygulamıştır. Bazı rivayetlerde bunun aleme ibret ola rak uygulanmasımn belirtilmesi, yine Mâ'iz'le ilgili rivayetlerde onun kaçtığı haber verilince, H z . Peygamber'in "Keşke onu bıraksaydınız! Belki tövbe eder de Allah tövbesini kabul ederdi" demesi, aynca Yahudilerin kendilerinden zina eden erkek ve kadım cezalan dırması için o gün Medine'de siyasi otorite olan H z . Peygamber'e müracaat etmeleri, bu cezanın siyaseten uygulanmış bir ceza olma ihtimalini kuvvetlendirmektedir" . 1189
1190
H z . Peygamber tarafından uygulanan cezalann hiçbirinin dört şahide dayanmayıp itirafa dayanması, dört şahid getiremeyenlere if tira cezasının uygulanacağı yönündeki âyetler, ashnda recmin zina için değil, "alâ melei'n-nâs (açıkça ve sakınmadan yapılan)" zina için siyaseten uygulanan ta'zîr cinsinden bir ceza olduğunu düşündür mektedir. Son dönemlerde bazı ülkelerde uygulandığı haber verilen bir-iki recm cezasının bu vasıflarla yapılmadığı, hatta zoraki uygula malar olduğu kuvvetle muhtemeldir. H z . Peygamber, Gamidiyye'li kadımn ısrarcı itirafına rağmen, elinden geldiğince infazı geciktirir ken; günümüzde bazı ülkelerde, sanığın inkânna rağmen infaz için ısrar edilmesini anlamak mümkün değildir. Bu durum, söz konusu cezamn infazında, Rasûlullah'ın, amacı, içinde bulunduğu şartlar vs. gibi hususlarla belirlenebilecek bağlayıcılık meselesine dikkat edil mediğini ve sonucun onun muradının tersine işletildiğini göster mektedir. Bu örnek üzerindeki bağlayıcılık tartışmalanndan şu durum orta ya çıkmaktadır: Sünnetin bağlayıcıhğıyla ilgili taksimler teoride problemi halletmiş gibi görünse de, pratikte bu husus farklı bağlam-
1189
K e s k i n , a . g . e . , s. 1 1 7 .
1190
K e s k i n , a . g . e . , s. 3 2 1 .
larda tartışılmakta, ve meselâ, insanîann recmedilmesini belirten ve sübût açısından sahîh olduğunu tesbit ettiğimiz bir hadîs, sadece iki li taksim esas alındığında bile, farklı kişiler tarafından farklı kategori lere yerleştirilebilmektedir. Buna göre bu hadîs bağlayıcılık açısın dan, bazılarınca vahiy kaynaklı, had, dolayısıyla değişmez ve sabit bir ceza; bazdanna göre, Rasûlullah'ın devlet reisi olarak siyaseten koy duğu bir cezadır, devlet reisinin takdirine kalmıştır, sabit değil, de ğişebilir yani o dönemde recm iken, başka dönemlerde başka bir ce za olabilir. Binaenaleyh bağlayıcılık açısmdan yapılan taksim, tek başına problemi çözmede yeterli sonuçlara götürmemektedir. Önemli olan insanîann hadîsi anlama ve yorumlamalandır. Bunda da içtihat ve görecelik kaçınılmazdır. Hadîslerin bağlayıcılık dereceleri önemli ve teoride problemi çözmüş gibi görünmesine rağmen, bunlann mate matiksel kesinlik arz etmedikleri, bununla beraber bu hususun, her hangi bir hadîsin insanlık hayatına sokulmasında ihmal edilmemesi gereken temel anlama unsurlanndan birini oluşturduğu da akıldan çıkanlmamalıdır.
B. A N L A T I M D A B Ü T Ü N L Ü K 1. Anlatan-Anlayan Bütünlüğü Bu bölümde, bütünlüğün bir başka ayağı olan anlatan-anlayan bütünlüğünden bahsedilecektir. Bu konu, ashnda, yukarıdaki faaliyederin niçin ve kimin için yapıldığı sorusuna da cevap olacaktır. Her şeyde olduğu gibi, bilgi üretiminde de bir amaç olmalıdır. Bu manada özellikle, toplum tarafından hassasiyet arz eden ve dinin temel kaynaklarından biri olarak kabul edilen Hadîs gibi bilimlerde, elde edilen sonuçlann toplumun hizmetine sunulması son derece önem arzetmektedir. Çünkü hadîs, kendisini Müslüman olarak ta nımlayan kimselerin bir şekilde ilgilendiği bir alandır. Bu anlamda, doğru bir şekilde tespit edilen ve doğru olarak anlaşılan hadîs değer lendirmelerinin, anlatılan kimseler tarafından da doğru anlaşılmasını sağlayacak gayretler sarf edilmelidir. Bu herkesten önce hadîsçilerin titizlik göstermesi gereken hususlardan biri olarak görülmelidir. Akademisyenlerin bu konudaki çabalan, konferans, seminer, sempozyum gibi sınırlı sayıdaki insanlara hitap eden biümsel etkin liklerin yanında, hadîs öğretimi ve hadîs eserlerinin insanlara sunul ması şeklinde kendini göstermektedir. 1191
Hadîs öğretimi akademik anlamda, 1950'li yıllarda Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ile başlamış, daha sonra Erzurum İslâmî İlimler Fakültesi ve Yüksek İslâm Enstitüleri vasıtasıyla yürütül müştür. 1980'li yıllarda adı geçen Enstitüler, İlahiyat Fakültelerine dönüştürülmüş ve öğretim devam etmiştir . Bu ilk kurumlarda, meselâ Ankara Üniveristesi İlahiyat Fakültesinde, hadîs dersi, üçün cü sınıfta 2 , dördüncü sınıfta 4 kredi saat, İslâm Enstitülerinde ise, hadîs-i şerif adlı bu ders, ikinci sınıfta 1, üçüncü sınıfta 2 , ve dördün cü sınıfta 2 olmak üzere toplam beş kredi s a a t olarak belirlenmiş ti. 1192
1 1 9 3
1191
1 9 5 0 ' d e n ö n c e k i a k a d e m i k H a d î s ö ğ r e t i m i için b k z . Z e n g i n , Z e k i S a l i h , " T e v h î d i T e d r i s â t K a n u n u n u n H a z ı r l a n m a s ı n d a n S o n r a k i İlk D ö n e m l e r d e U y g u l a n ı ş ı ve D i n E ğ i t i m i " , Dini Araştırmalar, Cilt: 5 , Sayı: 1 3 , 2 0 0 2 , s s . 9 7 - 1 0 4 .
1192
B k z . Ü n a l , Cumhuriyet Türkiyesi Hadis Çahşmalan (1920-1997), lükbaşı, Ş a b a n , Türkiye'de İslam'ın Yeniden İnkişafı (1950-1960), A n k a r a 1 9 9 5 , ss. 6 1 , 9 0 - 9 8 .
1193
B k z . S i t e m b ö i ü k b a ş ı , a.g.e.,
s.92, 97.
s.98; S i t e m b ö İ s a m Yayınlan,
Elli yılı aşkın bir süredir hadîs dersleri şeklinde devam eden öğ retim faaliyetlerinin topluma yaptığı katkı inkâr edilemez olmakla beraber, bu konuda beklenilen düzeyin yakalanamadığı yönündeki görüşler ağırlık basmaktadır. Bunda Fakülte programlarında hadîse tahsis edilen kredi saaderinin azlığı bir etken olabilir. Bununla bera ber mevcut ders saaderinin, ileride halkla iç içe yaşayacak ve onların hadîs ve sünnet bilgilerini sağlam zemine oturtacağı umulan öğren ciler için verimli bir şekilde kullanılıp kullanılmadığı da tartışılabilir. Günümüzde hemen hemen her bilim dalının (Tarih, Matematik, Coğrafya vs.) kendi öğretim tekniklerini geliştirme gayreti içerisinde olduğunu gözlemlenmektedir. Bu manada, hadîs öğretiminin prob lemlerinden bahseden birkaç çalışmanın dışında, herhangi bir gayretin varlığından haberdar değiliz. 1194
Hadîs Öğretim teknikleri konusundaki çabaların yetersizliği bir yana, mevcut derslerde bile, müfredat birliğinden bahsetmek son de rece güçtür. Ders adlan aym olsa da, içerikleri, farklı Fakültelerde değişik konularla doldurulabilmekte ve bir organizasyon eksikliği kendini göstermektedir . Bu konu bir problem olarak algılansa ve hatta, hadîs öğretiminin öncelikleri konusunda bazı teklifler yapılsa da , henüz uygulamaya geçmiş görünmemektedir. Durum bu olunca, mezun olan öğrencilerin hadîs bilgi birikimleri farklılaşmak ta ve neticede onlann muhataplan olan halk, aym konuda farklı gö rüşlerle karşılaşabilmektedir. Yanlış olmasına rağmen, tek tek hadîs lere din gözüyle bakan halkın beklentisi, kendi düşüncelerindeki din imajına paralel olarak tek sesliliktir. Aynı konuda ortaya çıkan çok seslilik, hadîse farklı bakış açılannın olabileceği şeklinde algılanma1195
1 1 9 6
1194
Meselâ bkz. U ğ u r , M ü c t e b a , "Türkiye'de Hadîs Öğretimi Üzerine Bazı Düşünce ler", Din Öğretimi ve Din Hizmetleri Semineri (8-10 Nisan 1998), D İ B Yayınla rı, A n k a r a 1 9 9 1 , s. 2 4 2 - 2 5 1 ; K o ç k u z u , Ali O s m a n , " H a d î s Ö ğ r e t i m V e E ğ i t i m i n d e N e Yaptık? N e l e r Yapabilirdik", Hadîsin Dünü-Bugünü ve Geleceği Sempoz yumu (14-15 Ekim 1993), S a m s u n 1 9 9 3 , s s . 1 8 9 - 2 1 0 ; Ç a k a n , "İlahiyat F a k ü l t e lerinde H a d î s Ö ğ r e t i m i " , Yükseköğretimde Din Bilimleri Öğretimi Sempozyumu, S a m s u n 1 9 8 8 , s. 3 5 3 - 3 6 1 ; Polat, "İlahiyat F a k ü l t e l e r i n d e H a d î s Dersleri ( A m a ç , M u h t e v a , M e t o t ) , Yükseköğretimde Din Bilimleri Öğretimi Sempozyumu, Sam s u n 1 9 8 8 , s s . 3 6 2 - 3 7 0 ; K o ç k u z u , " Y ü k s e k ö ğ r e t i m d e D i n Bilimlerinin Başarılı Ö ğ retilebilmesinde İki Ö n e m l i F a k t ö r : İ n s a n K a y n a ğ ı ve D e r s M ü f r e d a t t a n " , Yükse köğretimde Din Bilimleri Öğretimi Sempozyumu, S a m s u n 1 9 8 8 , ss. 6 3 - 7 4 .
1195
B k z . K o ç k u z u , Ali O s m a n , " H a d î s Ö ğ r e t i m V e E ğ i t i m i n d e N e Yaptık? N e l e r Ya pabilirdik", s. 1 9 6 - 1 9 7 ; U ğ u r , " T ü r k i y e ' d e H a d î s Ö ğ r e t i m i Ü z e r i n e B a z ı D ü ş ü n celer", s. 2 4 4 .
1196
C i h a n , S a d ı k , Din Öğretimi liğinin tartışma k ı s m ı ) .
ve Din Hizmetleri
Semineri,
s . 2 5 0 ( M . U ğ u r ' u n teb
makta, tam tersine, "alanında yeterince uzmanlaşamamış ilahiyatçı" imajım oluşturmaktadır. Buna bir de, H z . Peygamber'in yaşadığı toplumun kültürel durumunu, hadîslerin vurud şartlarını yakınen bilmeyen bir mezunun, hadîs kitaplarında var diye, bazı hadîslere yorumsuz sahip çıkması eklenirse, içinde yaşadığı toplumun gözün de kendisini nasıl bir hiç mesabesine düşüreceğini tahminde zorla n ı l m a z . Bu aym zamanda, ilahiyatçı imajının zedelenmesi ve bu nun tabii sonucu olarak ilahiyatçının bilgisine "güven" problemini de beraberinde getirmektedir. Buna bağh olarak, halk, ilahiyatçının söylemlerinin ciddiye alınıp alınmaması konusunda tereddüder ge çirmektedir. İleride değinileceği gibi, halkımızın çoğu, hadîse kutsal metinler olarak bakmaktadır. Bu tür düşünen muhataplar için, hadî sin doğru anlatılması amacıyla uygun teknikler oluşturulup kullanıl madığı takdirde, onlann aslmda bazı konulardaki yanlış olan "doğ rulan" aynen kalabilmekte, ilahiyatçının doğrulan "yanlış" mesabe sine düşebilmektedir. Bu durumda, hadîsin doğru olarak tespiti ve doğru bir şekilde anlaşılması sadece akademik çalışmalarda kalabil mekte ve halka inememektedir. Başka bir ifadeyle, yoğun çalışmalar neticesinde elde edilen bilgilerin halka ulaşması ve kabullenilmesi, problemli bir durum arz edebilmektedir. Buna bir de, geniş halk kit lelerine hitap edebilen medya aracılığıyla, farklı bilim dallannda uz man olmalanna rağmen genel ilahiyatçı kimliğini kullanarak beyanat verenlerin bazı tavırlan da eklenince, halkla ilahiyatçı arasındaki gü ven problemi iyice derinleşmektedir. 1197
Nihayet İslâm alimlerinin birbirleriyle güzel ilişkilerde ve ilim alış-verişinde bulunmada gösteremedikleri olgunluk ve müsamaha, hadîs çalışmalannın istenilen verimi sonuçlandıramamasının sebeple rinden bir diğeri olarak düşünülebilir . 1198
Bütün bunlara bağh olarak; Kur'ân'ın, hadîslerin ve dinî prensip lerin, süratle gelişen sosyal bilim metotlanyla ele alınıp günümüz Müslümanlannın hayatına tatbik edilebileceği yollann ve çarelerin bulunmasının, her geçen gün biraz daha kompleks bir hal a l d ı ğ ı gözlemlenen bir husustur. 1199
1197
B k z . H a t i b o ğ l u , M e h m e t S . , " İ m a m H a t i p Liselerinde S ü n n e t K ü l t ü r ü Nasıl V e rilmeli?", Din Öğretimi ve Din Hizmetleri Semineri (8-10 Nisan 1988), D İ B Y a yınlan, Ankara 1 9 9 1 , s.239.
1198
B k z . , K o ç k u z u , a.g.m.,
1199
F ı r a t , "İlahiyat Fakültesi Ö ğ r e n c i l e r i n i n P r o b l e m O l a r a k D e ğ e r l e n d i r d i k l e r i E ğ i timleriyle İlgili K o n u l a r " , s . 3 9 - 4 0 .
s.196.
Sebep ne olursa olsun, halkımızın bir yandan inancı, öte yandan her türlü iletişim aracı vasıtasıyla alabildiğine reklam edilen çağdaş insan yaşayışı arasında adeta bocalamakta olduğu bir gerçektir. Hal buki, İslam inanç, ibâdet ve ahlâkının önemli bir kaynağı olan hadîs lerin taşıdıkları değer ölçüleri, müslümanca yaşamak isteyenlere ışık tutacak bir hazine olarak karşımızda durmaktadır. Bunlann her sevi yede halk eğitiminde bizatihi kendi değer ölçüleri içerisinde yorum lanarak eğitici bir üslûpla verilmesi gerekmektedir . 1200
Bunun için yapılması gereken öncelikli şeylerden birincisinin, öğ reten/anlatan ve öğrenen/anlayan (halk) arasındaki güven ortamı nın tesisi; ikincisinin ise, bilgi seviyesine göre hareket edebilmek için halkın hadîs bilgi seviyesinin tespiti olduğu söylenebilir. Bu köprü nün kurulmasına, "anlatan-anlayan bütünlüğü" demenin uygun ola cağını düşünüyoruz. Bilgi ne kadar halis ve doğru olursa olsun, aktanlacağı insanîann onu rahatça kabullenebileceği ve hazmedebileceği tarzda öğretilme si gerekir. En kutsal bilgi olan Kur'ân vahyi bile, insanı en iyi tanı yan yaratıcı tarafından, onlann hazmedebileceği bir tarzda indiril miştir. Zira esas olan bilginin topluma arzı ve buna bağlı olarak top lumdaki değişim ve gelişimi sağlamak olsa gerektir. Konunun öne mine işaret eden eş-Şâtıbî, ilmin ilim için değil, amel etmek için var olduğunu savunmaktadır . 1201
Hadîs ve Sünnetin doğru anlaşılması için, her anlama faaliyetin de olduğu gibi, anlayan faktörü ve bu faktörün taşıdığı olumlu ve olumsuz yönlerini g ö z önünde bulundurmak gerekir. Hadîsin ilk ve dolaylı olmak üzere iki muhatabı vardır. İlk muhataplan, onu Rasûlullah'tan bizzat dinleyen, onun davranışlarını bizzat müşahede eden sahabedir. Dolaylı muhataplan ise, H z . Peygamber'den sonra, tari hin herhangi bir safhasında hadîs ve sünneti anlamaya çalışan herkes tir . Bu durumda hadîsçiler, ilk aşamada anlayan durumunda iken, ikinci aşamada anlatan, halk ise anlayan durumunda olmakta dır. 1202
Hadîsçilerin, anlayan ve anlatan konumunda olduğu her iki aşa mada da, anlayan olarak kabul edebüeceğimiz halkın, anlama süre1200
U ğ u r , a . g . m . , s. 2 4 5 .
1201
B k z . e ş - Ş â t ı b î , el-Muvâfakit,
1202
G ö r m e z , a.g.e.,
s. 3 0 9 .
I, 3 4 vd.
cinde anlama faaliyetine etki edebilecek şu faktörleri g ö z önünde bu lundurması gerekir: 1. Anlayanın anlama faaliyetine girişmeden önce zihninde ve bi lincinde var olan şeyler, 2. Anlayanın kültür birikimi ve bilgi dağarcığı, 3. Anlayanın dünya görüşü, düşünce yapısı ve değer yargdan, 4. Anlayanın ilgi alam ve öncelikli gündemi, 5. Anlayanın içinde yaşadığı çağ ve bu çağın dayatmaları, 6. Anlayanın deneyimleri, bireysel ve toplumsal yaşantısı, tarih sel ve toplumsal ş a r t l a n . 1203
Teorik olarak sıralanan bu faktörlerin, anlayanın anlamasına etki si tartışılamaz olmakla beraber, bunlann tespiti ciddi ve uzmanlannca yapılacak alan araştırmalan gerektirir. Bu hususlann tespiti için, açık ya da kapalı uçlu anketler, müla kat veya gözlemlerden yararlanılabilir. İyi belirlenmiş sorular ve yön temlerle, halkımızın anlamasına etki edebilecek faktörler tespit edi lebilir. Uzmanlarca hazırlanan anket sorulan, uzman anketörler ta rafından uygulanabilir. Bunun için, her ilahiyat Fakültesi, kendi böl gesi için katkıda bulunabilir. Elde edilen sonuçlardan harekede, böl gelere göre halkın hadîs kültür haritası oluşturulabilir. Bu değerli ça lışma, hangi yörede, hadîsin hangi konulanmn hangi metodarla an latılması gerektiği konusunda yol gösterici olacaktır. Anlayanın bü yük ölçüde tanınması sayesinde, hadîs açısmdan doğru bilinenler, noksan bilinenler ve yanlış bilinenler tespit edilebilir. Bunu takiben, geliştirilen hadîs öğretim teknikleri kullanılarak halkın bilgi birikimi istenilen düzeye çıkanlmaya çalışılabilir. Aksi halde, halkı tanımadan, hangi konunun nerede, ne zaman, nasıl anlatılacağını kestirmek güç leşecektir. Bu durum, bilginin hayata geçirilmesi konusunda mevcut olan problemleri artıracaktır. Bu problemlerden bizce en büyüğü, çeşidi sebeplerden dolayı toplumun ilahiyatçıya karşı kapanması ve onlardan gelecek her türlü bilgiyi reddetmesi ihtimalidir. Yukanda saydan hususlardan herbirinüı tesbiti, uzun ve ciddi araştırmaların yapdmasını gerektirmektedir. Bununla beraber, bun1203
B k z . G ö r m e z , a . g . e . , s. 3 1 0 ; P o l a t , " H a d î s l e r i n K u r ' â n ' a A r z ı n ı n P r o b l e m l e r i " , s. 179-180.
lar içerisinde yer alan, "anlayanın kültür birikimi ve bilgi dağarcı ğ ı n ı tersbide ilgili olarak son yıllarda lisans ve yüksek lisans seviye sinde bazı çalışmalar yapılmıştır. Konunun önemine dikkat çekmek ve örneklendirmek amacıyla sunacağımız ve bazı yörelerde amatör ce diyebileceğimiz bu çalışmalar, halkımızın hadîs bilgi seviyesini tespitte tamamen güvenilir ve geçerli olmamasına rağmen, bir ipucu vermesi açısından önemlidir. Zira hiçbir denek bilmediği, inanmadı ğı bir dünyadan bahsedemez. Verdiği bilgiler yalın ve kaşıdı olsa da içinde doğru ve işe yarar veriler bulunacaktır . Bu endişelerden dolayı, elde edilen sonuçların yüzdelerini vermek yerine yaklaşık de ğerlerine atıfta bulunarak tahmini bir değerlendirme yapılacaktır. 1204
1205
Adı geçen alan araştırmaları; Kütahya (285 k i ş i ) , Çorum (300 k i ş i ) , Amasya (Gümüşhacıköy ilçesi) (136 k i ş i ) , Bayburt (150 k i ş i ) » , Bingöl (Karlıova) (60 k i ş i ) , Kahramanmaraş (El bistan) (409 k i ş i ) ve İçel (Erdemli) (300 k i ş i ) gibi yörelerde halka; Ankara (Çankaya, Yenimahalle, Etimesgut)- Şırnak (Merkez, Cizre, Silopi) (213 Din Görevlisi) ve Ankara ve havalisinde (24 Vaaz ve H u t b e ) din görevlilerine yönelik olarak uygulanmıştır. 1206
1207
120
1209
1210
1211
1212
1 2 1 3
1204
Kıray, M . B . , Ereğli Ağır Sanayiden s.13.
Önce
1205
B k z . T e k i n , N i m e t i , K ü t a h y a ve Çevresinde sans t e z i ) , E r z u r u m 1 9 9 9 .
1206
B k z . V a r , Beşir, Çorum Tezi), Erzurum 1998.
1207
Çelik, Ali R ı z a , Gümüşhacıköy Lisans T e z i ) , E r z u r u m 1 9 9 9 .
1208
C o ş k u n , S e l ç u k , Bayburt Erzurum 1989,
1209
B i n g ö l , Yusuf, Karhova Erzurum 1989.
1210
G a z i o ğ u l l a n , M e v l ü t , Elbistan Tezi), Erzurum 1999,
1211
E r g ü n , M u s a , Erdemli zi), Erzurum 1 9 9 8 .
1212
Bilen, M e h m e t , T.C. Diyanet İşleri Başkanlığına Bağh Camilerde Görev Yapan İmamların Hadîs Bilgilerinin Mahiyeti Üzerine Tecriibi Bir Araştırma (Ankara-Şırnak Örneklemi) ( B a s ı l m a m ı ş Yüksek L i s a n s T e z i ) , A n k a r a 1 9 9 6 .
1213
Y ı l m a z , R e c e p , Din Görevlilerinin Hadîs Birikim Seviyeleri Araştırma ( B a s ı l m a m ı ş Yüksek Lisans T e z i ) , A n k a r a 1 9 9 4 .
ve Çevresinde
Bir Sahil Kasabası, Halkın
Halkın
ve Çevresinde
ve Çevresinde ve Çevresinde
Hadîs Hadîs
ve Çevresinde
ve Çevresinde
Hadîs
Hadis
D P T , Ankara 1 9 6 4 , Bilgisi, ( B a s ı l m a m ı ş li
Kültürü,
Halkın
Hadîs
(Basılmamış Lisans Bilgisi,
(Basılmamış
Kültürü,
(Basılmamış Lisans Tezi),
Kültürü,
(Basılmamış Lisans Tezi),
Hadîs
Kültürü,
( B a s ı l m a m ı ş Lisans
Halkın Hadîs Bilgisi, ( B a s ı l m a m ı ş L i s a n s T e
Üzerine
Tecriibi
Bir
2 Anlayanın Hadîs Vc Sünnet Bilgisi a. Anlayanın Hadîs ve Sünnet Bügjsinin Kaynağı Yukandaki çalışmalarda, halkın hadîs ve sünnet bilgisini öğren meye yönelik sorulan sorulara alınan cevaplardan harekede, bilgi için gösterilen kaynaklan üç kategoride değerlendirebiliriz: a. Duyum veya sözlü kaynak. Bunlar, genelde aile, yakın çevre, Allah dostian, hocalar (imamlar), öğretmenler, radyo ve tele vizyon gibi yayın organlandır. b. Dini kitaplar, takvimler, gazeteler, dergiler ve kartpostallar gi bi tali yazdı kaynaklar. c. Hadîs kitaplan ve diğer kitaplar Hadîs kitapları olarak şu eserler zikredilmektedir: Buhâri ( Ç o ğunlukla Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarih tercümesi kasdedilir), Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî, Tirmizî, İbn Mâce -ki genelde bunların tercümeleri kasdedilir-, Riyâzu 's-Salihîn, 40 Hadîs, 250 Hadîs, 500 Hadîs, 1001 Hadîs, 1500 Hadîs, Seçme Hadîsler, Kütüb-i Sittc (Genellikle İ.Canan Tercümesi kasdedilir), Râmuzu'TEhâdîs, Tac Tercümesi, el-Lü'lüü ve'TMercan, Hadîslerle Müslümanlık, İhyâu Ulûmiddin, İslâm İlmihali, Namaz Hocası ve ders kitaplan. Yaklaşık bin altıyüz kişiye yöneltilen somlarda, hadîs bilgisinin kaynağı olarak bu eserleri zikredenlerin sayısı 200'dür. Sadece hadîs kitaplannı cevap olarak verenlerin sayısı ise, kırk küsurdur. İkinci şıkkı hadîs bilgisinin kaynağı olarak zikredenlerin sayısı yaklaşık elli iken, birinci şıktakileri hadîs bilgisinin kaynağı olarak zikredenlerin sayısı, yaklaşık sekiz yüzdür. Soruya hiç cevap verme yenlerin sayısı ise, yaklaşık üç yüz seksendir. Hadîsleri Kur'ân'dan ve hatta Peygamber'den öğrendiğini ve buna benzer cevaplar verenleri yukandaki değerlendirmeye katmadığımızı da belirtmek isteriz. Bu tablo esas alındığında şöyle bir genelleme yapılabilir: Halkın bilgi kaynaklanılın 1/6'ini hadîs ve diğer kitaplar, 3 / 6 ' ü n ü sözlü kaynaklar, 1/6'ini diğer muhtelif kaynaklar oluşturmaktadır, 1/6'i de cevap vermemiştir. Cevapsız kalan oran dışanda bırakıldığında, hadîs ve sünnet bilgisinin oluşumunda, yandan fazla bir oranda söz lü kaynaklann etkili olduğu söylenebüir.
Duyuma kaynaklık eden şahıslar içerisinde de en etkin olanlar yaklaşık 4 1 0 cevapla hocalardır. Onlardan sonra öğretmenler, aile çevresi, yakın çevre vs. gelmektedir. Bu aym zamanda ilahiyat Fakül tesi mezunu öğretmen ve din görevlileri vasıtasıyla, halkın hadîs bil gi seviyesinin geliştirilebileceği anlamına da gelmektedir. Bununla beraber, din görevlilerinin kaynak bilgisi konusunda ya pılan araştırmalar pek ümit verici görünmemektedir. Bilen'in, "Elde ettiğimiz bulgular, genel olarak imamların temel hadîs kaynaklarını okumadıklarını, dolayısıyla da hadîs literatürüne vakıf olmadıklarını göstermektedir" şeklindeki ifadesi, bu durumu teyit eder görün mektedir. 1214
Buna göre şöyle bir değerlendirme yapılabilir: Halkımız, hadîs bilgisinin büyük bölümünü kulaktan dolma bilgilerle elde etmekte dir. Bunun büyük bir kısmım da hocalar ve öğretmenlerden almak tadır. Bununla beraber, din görevlilerinin kaynak bilgisi de istenilen düzeyde değildir. Aslında hadîs kaynağı sayılmayan ve bizim ikinci şıkta belirttiğimiz kaynaklar da buna eklenince, halkın büyük bir bö lümünün hadîs bilgisinin sağlam kaynaklara dayanmadığı söylenebi lir. b Anlayanın Hadîs ve Sünnet Bilgisinin Mahiyeti ba. Anlayanın Hadîs Anlayışı Hadîs ve sünnetin ne olduğunu tespit için sorulan sorulara çeşit li cevaplar alınmıştır. Bunlardan yoğun olarak zikredilenleri sıralaya rak bir değerlendirme yapmak uygun olacaktır. Hadîs kavramını tanımlamaya yönelik cevaplar şu şekildedir: 1. Hadîs, H z . Peygamber'in sözleridir
1215
.
2. Hadîs, H z . Peygamber'in söz, fiil ve takrirleridir 3. Hadîs, Kur'ân'ın açıklamalarıdır
1217
1216
.
.
4. Hadîs, H z . Peygamber'in tavsiyeleridir
1218
.
1214
B i l e n , a.g.t., s. 6 6 .
1215
B k z . C o ş k u n , a.g.t., s. 1 3 ; T e k i n , a.g.t., s. 1 7 ; Ç e l i k , a . g . r . , s. 2 9 ; E r g ü n , a.g.t., s. 1 4 ; G a z i o ğ u l l a n , a.g.t., s. 2 4 .
1216
B k z . C o k u n , a.g.t., s. 1 3 ; Çelik, a.g.t., s. 2 9 ; T e k i n , a . g . t . , s. 1 7 ; V a r , a . g . t . , s. 1 3 ; E r g ü n , a.g.t., s. 1 4 , G a z i o ğ u l l a n , a.g.t., s. 2 4 .
1217
B k z . T e k i n , a.g.r., s. 1 7 ; G a z i o ğ u l l a n , a . g . t . , s. 2 4 .
1218
B k z . C o ş k u n , a . g . t . , s. 1 3 ; T e k i n , a.g.t., a.g.t., s. 2 4 .
s. 1 7 ; V a r , a . g . r . , s. 1 3 ; G a z i o ğ u l l a n ,
5. Hadîs, Resûlullah'ın emirleridir
1219
.
6. Hadîs, sünnetin sözlü ifadesidir
1220
.
7. Hadîs, d u a d ı r
1221
8. Çeşitli cevaplar
.
1222
.
9. Cevap vermeyenler
1223
.
Bu soruya yaklaşık iki yüz elli kişi cevap vermemiştir. Yaklaşık ye di yüz elli kişi ise hadîsi, H z . Peygamber'in sözleri olarak tanımla mıştır. Diğerleri ise, farklı oranlarda olmak üzere yukarıdaki diğer ta nımları vermiştir. Buna göre, halkımızın büyük çoğunluğunun hadîs deyince H z . Peygamber'in sözlerini anladıklan söylenebilir. bb. Anlayanın Sünnet Anlayışı Sünnet kavramım tanımlamaya yönelik verilen cevaplar ise şöytedir: 1. Sünnet, H z . Peygamber'in davranışlarıdır 2. Sünnet, H z . Peygamber'in emirleridir 3. Sünnet, namazların belli bir kısmıdır
1225
1226
1224
.
.
.
4. Sünnet, Rasûlullah'ın farz ibâdetier dışında yaptlklânchr 5. Sünnet, Rasûlullah'ın sözleridir 6. Sünnet, Müslümanlıktır
1229
1228
1227
.
.
.
7. Sünnet, Yapıldığı takdirde sevap alınan, yapılmadığı takdirde günahı olmayan i b â d e t . 1230
1219
B k z . V a r , a.g.t., s. 1 3 .
1220
B k z . E r g ü n , a.g.t., s. 14: G a z i o ğ u l l a n , s. 2 4 .
1221
B k z . Çelik, a.g.t., s. 2 9 .
1222
B k z . C o ş k u n , a.g.t,
1223
B k z . C o ş k u n , a.g.r., s. 1 3 ; Ç e l i k , a . g . t . , s. 2 9 ; E r g ü n , a.g.t., s. 1 4 , G a z i o ğ u l l a n , a.g.t., s. 2 4 .
1224
B k z . C o ş k u n , a . g . t . , s. 1 1 ; Ç e l i k , a . g . t . , s. 3 2 ; G a z i o ğ u l l a n , a.g.t., kin, a . g . t . , s. 1 9 ; E r g ü n , a . g . t . , s. 1 5 ; V a r , a . g . t . , s. 1 4 .
1225
Ç e l i k , a . g . t . , s. 3 2 ; T e k i n , a . g . t . , s. 1 9 .
s. 1 3 ; Ç e l i k , a.g.t., s. 2 9 ; G a z i o ğ u l l a n , a.g.t., s. 2 4 .
1226
B k z . Çelik, a . g . t . , s. 3 2 .
1227
B k z . C o ş k u n , a . g . t . , s. 1 1
1228
B k z . Ç e l i k , a . g . t . , s. 3 2 ; V a r , a.g.t., s. 1 4 .
1229
Ç e l i k , a . g . t . , s. 3 2 .
1230
B k z . B i n g ö l , a . g . t . , s. 6; G a z i o ğ u l l a n , a.g.r., t a b l o : 1 3 .
tablo: 1 3 ; T e
8. Çeşitli c e v a p l a r
1231
.
9. Cevap vermeyenler
1232
.
Bu soruya yaklaşık iki yüz altmış kişi cevap vermemiştir. Sünneti H z . Peygamber'in davranışları olarak tanımlayanların sayısı ise, altı yüz küsurdur. Buna göre, halkımızın çoğunun sünnet denilince Hz. Peygamber'in davranışlarını anladıkları söylenebilir. bc. Anlatan-Anlayan Bütünlüğünde Bu Bilgilerin Tahlili Hadîs, genelde hadîsçiler tarafindan H z . Peygamber'in söz, fiil takrir ve ş i f a d a n olarak tanımlanır. Bazdan buna sahabe ve tabiînin fiil ve takrirlerini de eklerler . Hatta bazdan, sünnet ve hadîsi eş anlamlı iki kavram olarak kullanırlar . Bunun yanında ha dîsçilerin, sünnet deyince, H z . Peygamber'in söz, fiil, takrir ve vasıf lanma kastettiklerini ; Fıkıh usûlcülerinin, kendisinden şer'î bir hüküm çıkarmaya elverişli olan ve Kur'ân dışında Resûlullah'tan sa dır o l a n söz fiil ve takrirleri anladıklarını , fakîhlerin ise, farz ve vacib olmayarak Resûlullah'tan nakledilen her şeyi kastettiklerini ifade edenler de v a r d ı r . 1233
1234
1235
1236
1237
1238
1239
S o n devir alimlerinden el-Leknevî ise, bu konudaki farklı tanım lara dikkat çekmektedir. O, "hadîs" teriminin tanımlanması konu sunda aı'imlerin ihtilaf ettiklerini, bazılanna göre hadîsin; "Resûlul lah'a, sahabeye ve tabiîne izafe edilen söz, fiil ve takrirler" olarak ta nımlandığını, bu anlamda sünnede müteradif olduğunu; bazılannın bu tanıma Resûlullah'ın sıfatiarını da kattıklannı, hatta bazılannın buna onun rüyalarını, uykuda ve uyanıkken sergilediği hareket ve sü kûnu de eklediklerini, bu anlamda da sünnetten daha geniş bir ma1231
B k z . C o ş k u n , a . g . t . , s. 1 1 ; Ç e l i k , a . g . t . , s. 3 2 ; T e k i n , a . g . t . , s. 1 9 ; V a r , a . g . t . , s. 1 4 ; E r g ü n , a . g . t . , s. 1 5 ; G a z i o ğ u l l a n , a . g . t . , t a b l o : 1 3 .
1232
B k z . C o ş k u n , a . g . t . , s. 1 1 ; Ç e l i k , a.g.t., s. 3 2 ; V a r , a . g . t . , s. 1 4 ; T e k i n , a . g . t . , s. 1 9 ; E r g ü n , a . g . t . , s. 1 5 ; G a z i o ğ u l l a n , a.g.t-, t a b l o : 1 3 .
1233
B k z . e t - T î b î , el-Hulâsa h â n , Teysîr, s. 1 5 .
1234
B k z . İ b n H a c e r el-Askalânî, Nuhbetü'l-FikerB U h u v v e t , İ s t a n b u l 1 3 2 7 h., s . 1 6 - 1 7 .
1235
B k z . e s - S u y û t î , Tcdribu'r-Râvi,
1236
B k z . H â ş i r a , a . g . e . , s. 2 3 - 2 4 .
1237
B k z . A c c â c e l - H a t î b , el-Muhtasaru'l-Veciz,
s. 1 5 - 1 9 .
1238
B k z . A c c â c e l - H a t î b , el-Muhtasaru'l-Vecîz,
s. 1 6
1239
a . g . e . , s. 1 9 .
G Usûli'I-Hadîs,
s . l l ; e l - K â s ı m î , Kavâid, s. 6 1 - 6 2 ; e t - T a h Muştalanan'
1,23.
Ehli'I-Eser,
Matbaanı
na içerdiğini belirtir. İbn Melek'in ise, "Şerhu Meâni'l-Usûl"dc, Sünnetin Resûlullah'ın söz, fiil ve sükûnu, ve sahabenin yaşayış tar zı için kullanıldığına; hadîsin ise, sadece sözlerine tahsîs edildiğine işaret eder. el-Leknevî buna göre de hadîsin sünnetten daha özel bir anlamda kullanıldığım söyler. Cürcânî'nin ise, hadîsle sünneti müte radif kabul ettiğini, çünkü alimlerin çoğunun bu şekilde açıkladığını ifade e d e r . 1240
Burada tarihi seyri içerisinde değişik eserlerde çeşitli vesilelerle üzerinde en çok durulan hadîs ve sünnet terimlerinin kimler tarafın dan hangi anlamlarda kullanıldığım tahlil edilmeye çalışamayacaktır. Zira bu konuda müstakil eserler y a z ı l m ı ş ve yazılmaktadır. Ayn ca konu değişik eserler içerisinde de ele alınmıştır . Bununla be raber, klâsik hadîs kaynaklarında, bu iki kavramın genellikle eş an lamlı olarak kullanıldığına işaret etmek gerekir. 1241
1242
Ancak burada anlatan-anlayan bütünlüğü içerisinde baktığımız da, bizi ilgilendiren nokta şudur: Yukarıda belirtildiği üzere, anlatan-anlayan bütünlüğünde dikkat edilmesi gereken hususlardan biri, anlayanın hadîs bilgi seviyesini göz önünde bulundurmaktır. Buna göre, yukanda değinilen kısmî alan araştırmalannda, anlayan/halkın geneli, hadîs deyince H z . Pey gamber'in sözlerini; sünnet deyince de fiillerini anlamaktadır. Öyley se anlatımda bu durumun göz önünde bulundurulması gerekmekte dir. Bu anlayışta, halkın günlük dini yaşayışını öğrenmek için sık sık başvurduğu ilmihal kitaplannın belirleyici olduğu kuvvetle muhte meldir. Zira bu kitaplar, onlann dini yaşantılannda referans aldıklan en temel eser konumundadırlar. Bu eserlerde sünnet terimi, daha çok fakîhlerin anladığı anlamda kullanılmaktadır. Buna göre sünnet,
1240
e l - L c k n e v î , Zafcru'l-Emini
1241
M e s e l â b k z . E r u l , B ü n y a m i n , Sahabenin 1999, 494s.
S Muhtasari'l-Cürcâni,
s. 3 2 - 3 3 .
1242
M e s e l â b u ıstılahtan değişik açılardan tanımlayan s o n d ö n e m eserlerinden b a z ı l a n şunlardır: e l - A ' z â m î , Dırâsât ti'I-Hadîsi'n-Nebevi, 1 , 1 - 1 1 ; A c c â c e l - H a t î b , es-Sünnetü Kable't-Tedvîn, M e k t e b e t ü V e h b e , Kahire 1 9 8 8 , 2 . b . , s. 1 4 - 2 2 ; e l - B â n î , Ha dis Üzerine (SeleS Bir Yaklaşım), s s . 2 9 - 3 1 ; H e k i m , M u h a m m e d T a h i r , Sünnetin Etrafındaki Şüpheler, Pınar Yayınlan, İ s t a n b u l t s z . , s . 1 3 - 1 6 ; Bigiyef, Kitabu's-Sünne, s . 5 - 7 ; S u b h i es-Salih, UIûmu'l-Hadis ve Mustalahuhu, D â r u ' l - İ l m li'l-Melâyîn, B e y r u t 1 9 6 9 , 5 . b . , s . 3 - 1 1 ; Oryantalist Yaklaşıma İtirazlar, D e r . M e h m e t E m i n Ö z a f ş a r , A r a ş t ı r m a Yayınlan, A n k a r a 1 9 9 9 , 1 4 3 s.
Sünnet Anlayışı, T D V Yayınlan, A n k a r a
H z . Peygamber'in yapıldığı zaman sevap, terk edildiği zaman günah kazanılmayan fiilleri olarak algılanmaktadır. Bu anlayıştan dolayı ba zen insanlarımız, sünneti hadîsle eş anlamlı olarak kullanan birisinin söylediklerini çözümlemekte, kavram kargaşası yaşayabilmektedir. Burada halkın sık sık müracaat ettiği bazı ilmihallerin sünnet ta nımlarından pasajlan maddeler halinde nakletmek yerinde olacaktır: 1 . "Sünnet: Lügat itibariyle yol demektir. İyi veya kötü olsun. Dinde, tutulan yol demek olan sünnet, müekked ve gayr-i müekked olmak üzere iki bölüme ayrılır. Müekked sünnetler: Rasûlullah'ın devamlı olarak işleyip ara sıra terk ettikleri sünnederdir. Abdestte mazmaza etmek gibi. Müekked sünnetieri işleyen sevaba nail olur, terk eden levm ve itaba müstahak olur. Gayr-i müekked sünneüer: Rasûlullah'ın zaman zaman işleyip de devam etmedikleri sünnederdir. Abdestte boyunu meshetmek gibi. Bunlara mendup veya müstehap da denir. İşleyen sevaba nail olur. Terk edene levm ve itab o l m a z " . 1 2 4 3
2 . "Sünnet: H z . Peygamber'in farz ve vacip olmayarak bazen terk etmekle beraber devamlı işledikleridir ki, buna müekked sünnet denir. Müekked olmayana müstehap ve mendup adları verilir. Usulcülere göre sünnet, iki kısım olup, sünnet-i hüda ve sünneti zevaid denilir. Sünnet-i hüda: Dinin mükemmelidir. Onu terk eden kınanmaya müstehak olunur. Ezan, ikamet, cemaat gibi. Sünnet-i zevaid: Efendimizin adet-i seniyyelerine denir ki, terk eden kimse kı nanmaz, fakat işleyen mükâfat görür. Namazın rükünlerini uzatmak, yemek, içmek, giymek, oturmak, kalkmak...gibi. Sünnetin hükmü: İşlenmesine karşılık farz ve vacipten az sevap ve kasten terkine de ikab değil itab (azarlama) v a r d ı r " . 1244
3. "Sünnet, H z . Peygamber'in konuştuğu sözler, yaptığı işler ve yapılmasına müsaade ettiği işlerdir ki, müsaade ettiğim sükût ederek belli etmişlerdir(...)
1243
Ş ü r ü n b ü l â l î , H a s a n b . A m m â r , Nuru'l-lzah Fahir, Ensar Neşriyat, İstanbul tsz., s.7-8.
1244
M e h m e d Z i h n i E f e n d i , Nimet-i
Şerhi Meraki'I-Felah,
Çev. Süleyman
İslam, S ö n m e z Yayınlan, İ s t a n b u l t s z . , s. 3 - 4 .
Sünnet: Peygamber'in farzlar ve vacipler dışında işlemiş olduğu amellerdir. Özürsüz olarak bunları terk etmek azabı gerektirmezse de, kötülenmeyi ve ayıplanmayı icabettirir. Sünnet iki kısımdır: Sünnet-i Müekkede (Kuvvetii sünnet): Peygamber efendimizin devamlı olarak yerine getirdikleri ibâdetlerdir. Sabah ve öğle vakitle rinin sünnetleri gibi... Bunlara sünnet-i revâbıt ve sünnet-i hüda da denir. Sünnet-i Gayr-i Müekkede (Kuvvetli olmayan sünnet): Rasûlul lah'ın devamlı değil de bazen işledikleri ibâdetlerdir. Yatsı namazı ve ikindi namazının önce kılınan sünnetleri gibi. Bu sünnete, "sünncti zevaid" de denir. Bu tür sünnetleri işlemekte de sevap vardır. Pey gamber'in şefaatine nailiyete de sebep olurlar. Terk edilmeleri halin de ayıplama yoktur. Sünnetlerin hepsine "nafile" ve çoğul kelimesiy le "nevâfil" adı verilir" 1245
4. "Sünnet: Sünnet Fıkıh usûlünde, H z . Peygamber'in söz, fiil ve onaylan (takrir) demek olup, İslâm Dininin Kur'ân'dan sonraki ikin ci ana kaynağını teşkil eder. Fıkıh dilinde, özellikle de, ilmihal litera türünde sünnet ise; H z . Peygamber'in yolunu izleyerek yapılan fakat farz ve vacib kapsamında olmayan fiiller anlamındadır(...)" . 1246
5. "Sünnet: Rasûlü Ekrem efendimizin farz olmayarak yaptığı iş lerdir. Müekked sünnet ve gayr-i müekked sünnet kısımlarına ayrı lır..." 1247
Örnekleme açısından, sünnetin tanımıyla ilgili pasajlar sunduğu muz bu eserlerin oluşturduğu sünnet imajını göz ardı ettiğimiz tak dirde, çok büyük yanlış anlaşılmalara sebebiyet verebiliriz. Meselâ, "hasır üzerinde yatmak sünnettir" ifadesinden, bir hadîsçi, H z . Pey gamber'in zaman zaman böyle yaptığım anlarken, sünnet anlayışını ilmihal kitaplannın şekillendirdiği birisi, bu uygulamanın sevap ka zanma yollanndan biri olduğunu anlayacaktır. Bu gibi durumlarda, insanlanmıza sağlıklı bir sünnet bilgisi veril meden, onlan, kendi zihinlerinde oluşturduktan "sünnet" anlayışı üzere bırakmanın, şüphesiz ki hadîs ve sünnetin sağlıklı bir şekilde 1245
Y a v u z , A . Fikri, Açıklamalı-Muamcladı 1979, s.32,45.
1246
H e y e t , İlmihal I imân ve İbadetler,
1247
B i l m e n , Ö m e r N a s u h i , Büyük s.50.
İslam
İlmihali,
Çile Yayınlan, İ s t a n b u l
T D V İ S A M Yayınlan, İ s t a n b u l t s z . , 1 , 1 4 5 .
İslam
İlmihali,
B i l m e n Yayınevi, İ s t a n b u l 1 9 9 0 , '
anlaşılması önündeki en büyük engellerden biri olacağı g ö z ardı edil memelidir. Aksi takdirde, kimi elle yemek yemenin sünnet olduğu nu söyleyip bu davranışından sevap umacak, kimi baston/asa taşıma nın sünnet olduğunu söyleyip bu şekilde davranarak sevap işlemeye çalışacak, kimi de kabağı sevmeye gayret ederek sevabını artırmaya çalışacaktır. 1248
Hadîs ve sünnet eş anlamda kullanıldığı takdirde Resûlul lah'tan sadır olan her şey anlamına gelirler. Bu takdirde, ondan sadır olan her şeyin, bağlayıcılık derecesi de göz önünde bulundurulmalı dır. Klâsik fıkıh kitaplan, hadîsçilerin tanımladıklan sünneti bağlayıcdık açısından farklı hükümlerle adlandırmıştır. Bunlar, farz, vacib, sünnet, müstehab, mubah, müfsid, mekruh ve haramdır. İşte halkı mızın çoğunun "sünnet" deyince anladığı şey, hadîsçilerin, hadîsle eş anlamlı olarak kullandığı sünnet değil, fakîhlerin kullanımındaki farz ve vacibden sonra gelen "sünnet"tir. Başka bir ifadeyle sünnet, hadîsçilere göre manası genel olup vacib ve mendubu da içine alır ken, fakîhlere göre vacibin dışındaki mendublara has kdınmıştır . 1249
Bu anlayışlar esas alındığında şöyle bir tablo karşımıza çıkmakta dır: Hadîsçilerin çoğuna göre, H z . Pcygamber'den sadır olan her şey anlamında kullanılan S Ü N N E T , Fakîhlere göre şu tasımlara ayrılır:
Halkın anladığı
Sünnet (Yapıjdıgı zaman sevap, terk edildiği zaman günahı olmayan Fiiller)
Haram
1248
e l - B â n î , Hadîs
1249
e l - B â ı ü , a.g.e., s 2 9 .
Üzerine
(ScleS Bir Yaklaşım)
y
s.29-30.
Buna göre, yazılışları ve telaffuzu aynı olsa da bu iki "sünnet" an layışı arasında hem kapsam, hem bağlayıcılık açısından çok büyük farklılıklar vardır. Binaenaleyh, "falan şey sünnettir" "falan şey sün net değildir" "sünnette bu vardır" "sünnette bu yoktur" şeklindeki konuşmalarda, halkın anladığı anlamda sünneti göz önüne alarak, muhtemel yanlış anlamaları önlemek maksadıyla gerekli açıklamalar yapılmalıdır. Halkımızın sünnet olarak algıladığı; hasta ziyareti, sakal bırak mak, güzel davramşta bulunmak, yemekten önce ve sonra besmele çekmek, suyu oturarak içmek, devamlı abdestli olmak, misvak kul lanmak, tırnaklan kesmek, yemekten önce ve sonra elleri yıkamak, selam vermek, sağ tarafa yatarak uyumak, sürme çekmek, yemek ta bağının dibini ekmekle almak, gece namazı kılmak, sünnet olmak, sank sarmak, güzel isim koymak, güzel koku sürünmek, teravih na mazı kılmak, namazların sünnetlerini kılmak, yüzük takmak, cübbe giymek, ve cuma günü gusl abdesti almak gibi fiiller , aslında on lann bunlan fakîhlerin kullandığı anlamda sünnet olarak kabul ettik lerini ve bunlardan sevap umduklarını teyit eder misallerdir. 1250
cAnlayanın Hadîs Olarak Bildiği Rivayetler ve Sıhhati Burada, gerek din görevlileri ve gerekse halkımızın hadîs olarak naklettiği sözlerden yaygın olanlanna, başka bir ifadeyle "müştehir hadîs" olma özelliğini taşıyanlanna (mükerrer olanlarına) harf sırası na göre yer verilecektir. Bunların tesbit edildiği yerler ve hadîs hak kındaki değerlendirmelere dipnotlarda işaret edilecektir. ca. Anlayanın Hadîs Olarak Bildiği Bazı Rivayetler Allah, Adem'i kendi suretinde yarattı
1251
Allah, her derdin dermanını vermiştir Allah güzeldir, güzeli s e v e r 1250
1253
.
1252
.
.
B k z . C o ş k u n , a.g.t., s . 5 - 8 ; B i n g ö l , a.g.t., s. 9 - 1 1 ; G a z i o ğ u l l a n , a.g.t., V a r , a.g.t., s. 2 1 - 2 2 ; T e k i n , a.g.r., s. 2 9 - 3 2 ; E r g ü n , a.g.r., s. 1 9 - 2 1 .
tab!o:15;
1251
B i l e n , a . g . r . , s . 1 1 5 ( B u h â r î , İ s t i ' z â n , 1 ( V I I I , 1 2 5 ) ; M ü s l i m , Birr, 3 2 ( I V , 2 0 1 7 ) )
1252
C o ş k u n , a.g.t., s.l 1 ( E b û D â v u d , T ı b b , l ( I I , 3 9 6 ) ; Muvatta, Ayn,12 (11,944). Aclûnî, H a d î s i n sahih o l d u ğ u n u nakletmiştir ( e l - ' A c l û n î , Keştu'l-Hata, I, 359)).
1253
C o ş k u n , a . g . t . , s . 2 6 ; E r g ü n , a . g . t . , s. 2 6 . Yanlış t e r c ü m e d e n dolayı b u hale g e l m i ş o l a n hadîsin aslı; "Allah g ü z e l d i r , g ü z e l l i ğ i s e v e r " şeklindedir ( M ü s l i m , î m â n , l , 4 7 (I, 93)).
Allah için sevip, Allah için b u ğ z e d i n i z
1254
.
Allah, sizin suretinize değil, sîretinize b a k a r Allah'ın en sevmediği helal, talaktır Acele şeytandandır
1257
1256
1255
.
.
.
Ademoğlu öldüğü zaman üç şey hariç ameli kesilir; sadaka-i cari ye, kendisinden faydalanılan ilim, kendine duâ edecek salih evlat 1258
Alimin uykusu ibâdettir
1259
.
Alimlerin mürekkebi, şehiderin kanından daha efdaldir Alimler, nebilerin varisleridir Ameller, niyedere g ö r e d i r
1262
1261
1260
.
.
.
Ashabım, gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız, hidâyete erersiniz . 1263
Ateşin odunu yediği gibi, haset de hasenatı y e r 1254
1264
.
C o ş k u n , a.g.t., s . 2 7 ; B i n g ö l , a.g.t., s. 1 6 . ( A y n e n b u şekildeki bir rivayete rastlan m a m ı ş t ı r . A n c a k , "Allah için sevip, A l l a h için b u ğ z e t m e k î m â n d a n d ı r " diye bir ri vayet vardır ( B u h a r i , î m â n , l ( I , 8 ) ) .
1255
C o ş k u n , a.g.t., s. 2 8 ( İ b n M â c e , Z ü h d , 9 ( I I , 1 3 8 8 ) ) .
1256
B i n g ö l , a.g.t., s . 1 8 ; E r g ü n , a.g.t., s. 2 6 . ( E b û D â v u d , T a l â k , 3 ( I , 6 6 1 ) )
1257
B i n g ö l , a.g.t., s. 2 5 ; C o ş k u n , a.g.t., s. 2 8 ; E r g ü n , a.g.t., s. 2 5 . ( T i r m i z î , Birr, 6 6 ( r v * , 3 2 2 ) ) . H a d î s â l i m l e r d e n bir k ı s m ı n a g ö r e s a h i h , d i ğ e r bir k ı s m ı n a g ö r e d e za'iftir ( e z - Z e r k e ş î , B e d r u ' d - D i n E b u A b d i l l a h M u h a m m e d b . A b d i l l a h , et-Tezkire fi'l-Ehâdîsi'l-Müştehirc, Thk. Mustafa Abdulkadir Atâ, Dâru'l-Kütübı'l-İslâmiyy e , B e y r u t 1 9 8 6 , s. 7 4 ; Aclûnî, a . g . e . , I , 3 5 0 ) ) .
1258
C o ş k u n , a . g . t . , s . 2 8 ( M ü s l i m , Vasiyyet, 1 4 ( I I I , 1 2 5 5 ) ; E b û D â v u d , V a s â y a , 1 4 ( I I , 131))
1259
C o ş k u n , a . g . t . , s . 2 9 ( H a d î s i n za'if o l d u ğ u nakledilmiştir (Aliyyu'l-Kârî, N u r u ' d D î n Ali b . M u h a m m e d b. S u l t a n , el-Esrâru'l-Merfüa G'I-Ahbâri'l-Mevzû'a (Mevzu'atu'l-Kübrâ), Thk. Muhammed es-Sabbağ, Daru'l-Emanet, Lübnan 1 9 7 1 , 11,431; Aclûnî, a.g.e., II, 4 3 1 ) ) .
1260
B i l e n , a . g . t . , s. 8 8 ; C o ş k u n , a.g.t., s. 3 0 ; V a r , a . g . t . , s. 2 8 ; G a z i o ğ u l l a n , a . g . t . , s. 5 5 . Rivayetin m e v z u ' o l d u ğ u zikredilmiştir (Aliyyu'l-Kâri, a . g . e . , s. 3 1 2 ; e l - F e t t e nî, M u h a m m e d T â h i r b . Ali e l - H i n d î ; Tezkiretu'l-Mevzû'it, B e y r u t , 1 3 9 9 , s. 2 3 ; ; Aclûnî, a.g.e., I I , 2 6 2 ) .
1261
C o ş k u n , a . g . t . , s. 3 0 ; V a r , 2 8 ; G a z i o ğ u l l a n , a . g . t . , s. 5 4 ; E r g ü n , a . g . t . , s. 2 7 . ( İ b n M â c e , M u k a d d i m e , 1 7 ( I , 8 1 ) ; el-Hindî, Alauddin el-Müttaki b. H ü s a m u d d i n , K e n z u ' l - U m m a l , M ü e s s e s c t ü ' r - R i s â l e , B e y r u t , 1 9 8 9 , X , 2 8 6 7 7 ; Aclûnî , b u H a d î sin z a ' i f o l d u ğ u n u n a k l e t m e k t e d i r (Aclûnî, a . g . e . , I , 1 9 6 ) ) .
1262
C o ş k u n , a.g.t., s. 3 2 ; T e k i n , a . g . t . , s. 3 8 ( B u h â r i , B e d ' u ' l - V a h y , l ( I , 2 ) ) .
1263
B i n g ö l , a.g.t., s. 2 1 ; C o ş k u n , a . g . t . , s. 3 5 ( R e s u l u l l a h ' d a n rivayeti sahih d e ğ i l d i r ( İ b n K a y y ı m e l - C e v z i y y e , I'larnu'l-Muvakhln an Rabbi'l-Alemin, Thk. Muham med Muhyiddin Abdulhamid, Dâru'l-Fikr,Beyrut, 1 9 7 7 , II, 2 3 3 ) ) .
1264
C o ş k u n , a . g . t . , s. 3 5 ( E b û D â v u d , E d e b , 4 4 ( I I , 6 9 3 ) ) .
Az sadaka çok belâyı d e f e d e r
1265
.
Ben gizli bir hazineydim, bilinmek istedim ve halkı y a r a t t ı m Ben ancak, mekârim-i ahlâkı tamamlamak için g ö n d e r i l d i m Ben ilmin şehriyim, Ali de onun kapısıdır Beşikten mezara kadar ilim tahsil e d i n i z
1268
1269
1271
1270
.
.
1273
.
Faizin en küçüğü, erkeğin annesiyle nikâhlanması g i b i d i r Günahından tövbe eden kimse günah işlememiş g i b i d i r 1276
.
.
Dünya mu'minin zindam , kafirin cennetidir
Haya imandandır
.
.
Bir saat tefekkür altmış yıl ibâdetten daha hayırlıdır Cennet anaların ayaklan altındadır
1267
.
Bir saat düşünmek bir/altmış yıl ibâdetten daha hayırlıdır 1272
1266
1274
1275
.
.
.
1265
Y ı l m a z , a.g.t., s. 2 1 , 2 5 ; C o ş k u n , a.g.t., s. 3 5 ( B u şekliyle H a d î s d e ğ i l d i r ( A c l û n î , a.g.e., I I , 30)).
1266
B i l e n , a . g . t . , s. 1 1 5 ; C o ş k u n , a . g . t . , s. 3 7 ( B u rivayetin m e v z u ' o l d u ğ u nakledil miştir (Aliyyu'l-Kari, a . g . e . , s . 2 7 3 ; İ b n 'Arrâk e l - K i n â n î , E b u ' l - H a s a n Ali b . M u h a m m e d ; Tcnzîhu'ş-Şen'ati'l-Merfu'a ani'l-Ahbâri'ş-Şcnî'ati'l-Mevzû'a, Thk. v e T l k . A b d u l v e h h â b Abdullatif, M e k t e b e t u ' l - K a h i r e , Mısır t s z . , s. 1 4 8 ; c z - Z e r k e şî, e t - T e z k i r e , s. 1 3 6 ) ) .
1267
C o ş k u n , a . g . t . , s. 3 7 ; G a z i o ğ u l l a n , a.g.t., s. 5 8 ( S a h i h bir H a d î s o l d u ğ u belirtil mektedir (Aclûnî,a.g.e., I, 2 4 4 ; ez-Zerkeşî, a.g.e., 9 8 ) ) .
1268
B i l e n , a . g . t . , s. 8 8 ; Çelik, a.g.t., s. 4 8 ; C o ş k u n , a.g.t., s. 3 9 ; B i n g ö l , a.g.t., s . 2 2 ; G a z i o ğ u l l a n , a . g . t . , s. 5 8 ( H a s e n H a d î s t i r ( e l - F e t t e n î , T e z k i r e n i 7 - M e v z û ' â r , 9 5 ; Aliyyu'l-Kâri, a.g.e., 1 1 8 ; A c l û n î , a . g . e . , I , 2 3 8 ; e z - Z e r k e ş î , a.g.e., 1 6 5 ) ) .
1269
B i l e n , a . g . t . , s. 3 8 ; Y ı l m a z , a . g . t . , s. 2 7 ; V a r , a . g . t . , s. 2 9 ( K a y n a k l a r d a böyle bir Hadîse rastlanmamıştır).
1270
Bilen, a.g.t., s . 8 8 ; C o ş k u n , a.g.t., s . 4 2 ( İ b n u ' l - C e v z î ve Irakî b u n u n zayıf o l d u ğ u nu zikretmişlerdir ( e s - S u y û t î , C e l â l u d d i n A b d u r r a h m a n , el-Leâli'l-Masnû'a S'lEhâdisi'I-Mcvzû'a, Mısır t s z . , 1 1 , 3 2 7 )
1271
B i l e n , a . g . t . , s. 8 8 ; C o ş k u n , a . g . t . , s. 4 2 ( Z a ' i f bir H a d î s o l d u ğ u nakledilmektedir ( e l - F e t t e n î , a . g . e . , 1 8 9 ; İ b n u ' l - A r r â k e l - K i n â n î , a.g.e., 3 0 5 ; e s - S u y û t î , a . g . e . , I I , 327)).
1272
C o ş k u n , a.g.t., s. 4 3 ; Ç e l i k , a . g . t . , s. 4 5 ; T e k i n , a . g . t . , s. 4 1 ( N e s â î , C i h â d , 6 ( V I , 11); İbn Mâce, Cihâd,12 (II, 9 3 0 ) ) .
1273
B i n g ö l , a.g.t., s. 2 9 ; C o ş k u n , a . g . t . , s . 4 5 ; G a z i o ğ u l l a n , a.g.t., s. 6 1 ( M ü s l i m , Z ü h d , 1 (IV, 2 2 7 2 ) ; Tirmizî, Z ü h d , 16 (IV, 4 8 6 ) ; A h m e d b. H a n b e l , M ü s n e d , II, 197,323).
1274
C o ş k u n , a.g.t., s . 4 9 ; T e k i n , a . g . r . , s. 4 2 ( İ b n M â c e , T i c â r â t , 5 8 ( I I , 7 6 3 ) . e l - F e t tenî zaif o l d u ğ u n u n a k l e d e r ( e l - F e t t e n î , a.g.e., s . 1 3 9 ) ) .
1275
C o ş k u n , a . g . t . , s. 5 1 ( İ b n M â c e , Z ü h d , 3 0 ( I I , 1 4 2 0 ) . A c l û n î , H a d î s i n z a i f o l d u ğ u n u nakletmiştir ( A c l û n î , a . g . e . , I , 3 5 1 ) ) .
1276
B i n g ö l , a.g.t., s. 3 1 ; C o ş k u n , a . g . t . , s. 5 4 ( B u h a r i , î m â n , 1 6 ( 1 , 1 1 ) ; M ü s l i m , î m â n ,
Hikmetin başı Allah korkusudur
1277
.
Hikmet, müminin yitiğidir, onu nerede bulursa a l s ı n
1278
.
Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, yarın ölecekmiş gibi ahirete ça lışınız . 1279
İçki bütün kötülüklerin anasıdır
1280
.
İki günü birbirine eşit olan aldanmıştır İlim Çin'de de olsa, a l ı n ı z
1282
1281
.
.
İlim talebi her Müslümana farzdır
1283
.
İnsanîann en hayırlısı insanlara en faydalı olanıdır nız
1284
.
Kadın kaburga kemiği gibidir. Doğrultmak isterseniz kırarsı . 1 2 8 5
Kadınlarla istişare edin ama fikirlerine u y m a y ı n Kalp Allah'ın e v i d i r .
1286
.
1287
Kim Allah'a ve Ahiret Gününe inamyorsa hayır söylesin ya da sussun . 1288
Kim bir kavme benzerse, onlardandır
1289
.
1277
C o ş k u n , a.g.t., s . 5 5 ; G a z i o ğ u l l a n , a.g.t., s. 6 5 ( Z a i f o l d u ğ u nakledilmiştir ( e l - M ü nâvî, A b d u r r a û f ; Feyzu'I-Kadir Şerhu Câmi'i's-Sağir, Mısır 1 9 3 8 , I I I , 3 7 4 ) .
1278
Y ı l m a z , a.g.t., s . 2 6 , 6 5 ( T i r m i z î , İ l i m , 1 9 ( V , 5 1 ) )
1279
C o ş k u n , a.g.t., s . 5 6 ; T e k i n , a.g.t., s . 4 3 ( Z a ' i f bir H a d î s t i r ( e l - M ü n â v î , a . g . e . , I I , 12)).
1280
C o ş k u n , a . g . t . , s . 5 6 ; E r g ü n , a.g.t., s. 3 1 ( A h m e d b . H a n b e l ; ez-Zühd, D a r u ' l - K ü t ü b i ' l - İ l m i y y e , B e y r u t - 1 9 8 3 , s. 1 1 7 . H a s e n H a d î s o l d u ğ u nakledilir ( A c l û n î , a.g.e., I, 4 5 9 ) ) .
1281
C o ş k u n , a . g . t . , s . 5 8 ; G a z i o ğ u l l a n , a.g.t., s . 6 6 ( A c l û n î , z a i f H a d î s o l d u ğ u n u nak letmektedir (Aclûnî, a.g.e., I I , 3 0 5 ) ) .
1282
B i l e n , a . g . t . , s. 8 8 ; Y ı l m a z , a . g . t . , s. 2 6 , T e k i n , a . g . t . , s. 4 5 ( Z a i f bir H a d î s t i r ( e s S u y û t î , a . g . e . , I , 1 9 3 ; İ b n u ' l - A r r â k el-Kinânî, a . g . e . , s. 2 5 8 ) ) .
1283
Y ı l m a z , a . g . t . , s . 2 6 ; B i n g ö l , a . g . t . , s.33 ( İ b n M â c e , M u k a d d i m e , 1 7 ( I , 8 1 ) . Z a i f bir H a d î s t i r ( e z - Z e r k e ş î , a . g . e . , 4 2 ) ) .
1284
G a z i o ğ u l l a n , a . g . t . , s . 6 6 ; T e k i n , a.g.t., s. 5 3 ; V a r , a . g . t . , s. 3 5 (Aclûnî, b u ifadeyi H a d î s olarak z i k r e d e n birini g ö r m e d i ğ i n i belirtir ( A c l û n î , a . g . e . , I , 4 7 2 ) )
1285
C o ş k u n , a.g.t., s.62 8).
1286
B i l e n , a . g . t . , s. 1 0 5 ; C o ş k u n , a.g.t., s . 6 3 ( Z a i f o l d u ğ u nakledilmiştir a.g.e., 1 2 8 ) ) .
1287
Y ı l m a z , a . g . t . , s. 1 9 ; C o ş k u n , a . g . t . , s.63 ( S e h a v î ve e z - Z e r k e ş i , b u h a b e r için "aslı y o k t u r " , İ b n T e y m i y e ise " m e v z u d u r " ifadelerini kullanmışlardır (Aliyyu'l-Kâri, a.g.e., s.260)).
1288
Yılmaz, a.g.t., s.35 (Buhâri, E d e b , 3 1 ( V I I . 7 9 ) ; Dârimî, Et'ime, 1 1 (11,422)).
1289
Y ı l m a z , a . g . r . , s . 3 4 ; C o ş k u n , a . g . t . , 4 1 ; B i n g ö l , a . g . t . , s. 2 4 ( E b û D â v u d , L i b a s , 5 ( I I , 4 4 1 ) ; T i r m i z î , İ s t i ' z a n , 7 ( V , 5 4 ) . H a d î s için b a z ı âlimler s a h i h , b a z ı l a n d a z a ' i f demektedirler (el-Fettenî, a.g.e., 1 9 3 ; Aclûnî, a.g.e., I I , 3 1 4 ) ) .
(Buhâri, Nikâh, 79 ( V I , 1 4 5 ) ; A h m e d b. Hanbel, M ü s n e d , V, (el-Fettenî,
Kim mü'min kardeşini sevindirirse, Allah'ı sevindirmiş o l u r Kişiye, yalan olarak, her duyduğunu söylemesi y e t e r .
1290
.
1291
Kişi sevdiğiyle beraberdir
1292
.
Kolaylaştırın, zorlaşürmayın; Sevdirin nefret ettirmeyin Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir
1294
1293
.
.
Misafir, on rızkla geür; birini yer dokuzunu bırakır
1295
.
Münafığın alameti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, sözün de durmaz ve emanete ihanet e d e r . Mümin, müminin aynasıdır . Mümin evlenince dininin yarısını t a m a m l a r . 1296
1297
1298
Müminin ferasetinden korkun, çünkü o, Allah'ın nuruyla ba kar . 1299
Namaz, dinin direğidir
1300
.
Namaz, müminin miracıdır
1301
.
Nefsini bilen, Rabb'ini b i l i r
1302
.
1290
C o ş k u n , a.g.t, s . 6 4 ( M e v z u ' d u r (Aliyyu'l-Kâri, a.g.e., Aclûnî, a.g.e., II, 3 3 1 ) ) .
3 9 3 ; e l - F e t t e n î , a.g.e.,
14;
1291
C o ş k u n , a.g.t., s . 6 5 ( M ü s l i m , M u k a d d i m e , 3 ( I , 1 0 ) ) .
1292
B i n g ö l , a.g.t., s . 3 9 ; C o ş k u n , a . g . t . , s . 6 5 ; G a z i o ğ u l l a n , a . g . t . , s. 6 8 ( B u h â r î , E d e b , 9 6 ( V I I , 1 1 2 ) ; Tirmizî, Z ü h d , 50 (IV, 5 1 3 ) ) .
1293
C o ş k u n , a.g.t., s . 8 7 ; G a z i o ğ u l l a n , a.g.t., s . 6 9 ( B u h â r î , C i h â d , 1 6 4 ( I V , 2 6 ) ; M ü s lim, C i h â d , 6 ( I I I , 1 3 5 8 ) ) .
1294
Ç e l i k , a.g.t., s . 4 7 ; T e k i n , a . g . t . , s. 48; V a r , a.g.t., s. 3 4 ( e t - T a b e r â n î , e 7 - M u ' c e mu'lKcbir, I, 2 5 9 , XII, 154).
1295
C o ş k u n , a.g.t., s . 7 0 ( B u lafizla rivayet edilen bir hadîse r a s d a n m a m ı ş t ı r . A n c a k z a if bir senedle "Bir k a v m e misafir g e l d i ğ i z a m a n nzkıyla gelir. Ç ı k t ı ğ ı z a m a n ise o n l a n n g ü n a h l a r ı n a mağfiretle çıkar" şeklindeki bir H a d î s nakledilmiştir ( A c l û n î , a.g.e., 1 , 9 1 ) ) .
1296
B i n g ö l , a . g . r . , s. 4 1 ; V a r , a.g.t., s. 3 8 ( B u h â r î , î m â n , 2 4 ( I , 1 4 ) ; A h m e d b . H a n bel, I I , 3 9 7 ) .
1297
C o ş k u n , a.g.t., s.70; Tekin, a.g.t., s.49 ( E b û D â v u d , E d e b , 4 9 ( I I , 6 9 7 ) . H a s e n H a d î s o l d u ğ u zikredilmiştir ( e z - Z e r k e ş î , a . g . e . , 8 8 ) ) .
1298
C o ş k u n , a . g . t . , s . 7 0 ( A c l û n î , sahih o l d u ğ u n u zikretmiştir ( A c l û n î , a . g . e . , s . 3 1 3 ) ) .
1299
C o ş k u n , a . g . r . , s . 7 1 ; E r g ü n , a . g . t . , s . 3 3 ( T i r m i z î , Tefeir, 1 6 ( V , 2 7 8 ) . e l - F e t t e n î , H a d î s i n h a s e n o l d u ğ u n u söylemiştir ( e l - F e t t e n î , a . g . e . , 1 9 5 ) ) .
1300
B i n g ö l , a . g . t . , s . 4 2 ; C o ş k u n , a . g . t . , s . 7 3 ; G a z i o ğ u l l a n , a . g . r . , s . 6 9 ( e l - M ü n â v î , za if o l d u ğ u n u nakletmiştir ( e l - M ü n â v î , a . g . e . , I V , 2 4 8 ) ) .
1301
Y ı l m a z , a.g.t-, s. 2 1 ; B u lafızda bir hadîse r a s d a n m a m ı ş t ı r . A n c a k bazı hadîslerin şerhleri yapılırken, n a m a z ı n ö n e m i n e işaret e t m e k maksadıyla bir y o n ı m c ü m l e s i o l a r a k zikredilmektedir ( B k z . e z - Z ü r k â n î , M u h a m m e d b . A b d i l b â k î , Ş e r h u ' z - Z ü r kânî, D â r u ' l - K ü t ü b i ' l - İ l m i y y e , B e y r u t 1 4 1 1 , 1 , 1 1 1 ; e l - M ü n â v î , a.g.e., I , 4 9 7 ) .
1302
B i n g ö l , a.g.t., s. 4 3 ; C o ş k u n , a.g.t., 7 4 ( M e v z u ' o l d u ğ u s ö y l e n m e k t e d i r Kâri, a . g . e . , s . 3 5 1 ; Aclûnî, a.g.e., I I , 3 4 3 ) ) .
(Aliyyu'l-
Sen olmasaydın ben bu alemleri yaratmazdım
1303
Sizden birisi, kendisi için istediğini kardeşi için istemedikçe kâmil mümin o l a m a z . 1304
Sizin en hayırlınız, Kur'ân'ı öğrenen ve öğretendir
1305
.
Siz, benim bildiğimi bilseydiniz; az güler çok ağlardınız Şeytan, insanın vücudunda, kanın dolaştığı gibi d o l a ş ı r Temizlik, îmanın yansıdır
1308
1306
1307
.
.
.
Ticaret yapımz; çünkü nzkın onda dokuzu, Utanmadığın zaman dilediğini y a p Ümmetimin ihtilafı, rahmettir
1311
1310
1309
ticarettedir .
.
.
Ümmetimin âlimleri, israiloğullarının peygamberleri g i b i d i r Yerim, göğüm beni almadı, mümin kulumun kalbi beni a l d ı dir
1312
.
1313
.
Zenginlik mal çokluğuyla değildir. Zenginlik gönül zenginliği .
1314
1303
Bilen, a . g . e . , s . 1 1 5 ; Y ı l m a z , a . g . t . , s . 3 6 ; C o ş k u n , a . g . t . , 7 7 ; G a z i o ğ u l l a n , a.g.t., s . 7 0 ( M e v z u ' d u r (Aliyyu'l-Kâri, a . g . e . , s. 2 9 5 ; el-Fettenî, a . g . e . , s. 8 6 ; Aclûnî, a.g.e., I I , 214)).
1304
G a z i o ğ u l l a n , a . g . t . , s. 7 3 ; T e k i n , a . g . t . , s. 4 7 ( B u h â r i , î m â n , 7 ( I , 9 ) ; M ü s l i m , îmân, 71 ( I, 6 7 ) ) .
1305
C o ş k u n , a.g.t., 7 7 ; Gazioğullan, a.g.t., s.73 (Buhâri, Fedâilu'l-Kur'ân, 2 1 ( V I , 1 0 8 ) ; E b û D â v u d , Salât ( I , 4 6 0 ) .
1306
T e k i n , a . g . t . , s. 5 2 ; C o ş k u n , a . g . t . , s . 7 7 ; G a z i o ğ u l l a n , a . g . t . , s. 7 2 ( M ü s l i m , K u sûf, 1 (II, 6 1 8 ) ; B u h â r i , K u s û f , 2 ( I I , 2 5 ) ) .
1307
C o ş k u n , a.g.t., s.80 ( M ü s l i m , Selâm, 2 3 (IV, 1 7 1 2 ) ) .
1308
Y ı l m a z , a . g . t . , s. 2 0 ; C o ş k u n , a.g.t., s . 8 1 ( M ü s l i m , T a h a r e t , 1 ( I , 2 0 3 ) ) .
1309
C o ş k u n , a . g . r . , s . 8 1 ; V a r , a . g . t , s. 2 6 ( Z a ' i f H a d î s d i r ( e l - I r a k î , Z e y n u ' d - D î n ; elMuğnî an Hamli'l-Esfâr fi'l-Esfâr 6 Tahrici mâ 6'1-İhyii minc'l-Ahbâr, Mısır t s z . , I I , 6 4 ) (İhya H a m i ş i n d e ) .
1310
C o ş k u n , a.g.t., s.81 (Buhâri, E d e b , 7 8 ( V I I , 1 0 ) ; E b û D â v u d , E d e b , 6 ( I I , 6 6 8 ) ; İbn M â c e , Z ü h d , 1 7 (II, 1 4 0 0 ) ) .
1311
B i n g ö l , a . g . t . , s . 4 6 ; C o ş k u n , a . g . t . , s . 8 3 ( Z a ' i f bir H a d î s o l d u ğ u nakledilmiştir (Aliyyu'l-Kâri, a . g . e . , s. 8 4 ; el-Fettenî, a . g . e . , s. 9 0 ; e z - Z c r k e ş î , a . g . e . , s . 6 4 ; A c l û nî,a.g.e., I, 6 5 ) ) .
1312
Bilen, a . g . t . , s. 8 8 ; C o ş k u n , a.g.t., s . 8 6 ; G a z i o ğ u l l a n , a . g . t . , s . 7 3 ( M e v z u ' o l d u ğ u nakledilmiştir (Aliyyu'l-Kâri, a . g . e . , s. 2 4 7 ; e l - F e t t e n î , a . g . e . , s . 2 0 ; A c l û n î , a . g . e . , 11,83)).
1313
Bilen, a . g . t . , s . 1 1 5 ; C o ş k u n , a.g.t., 8 6 ( M e v z u ' o l d u ğ u nakledilmiştir ( A ü y y u ' l - K â ri, a . g . e . , 3 1 0 ; e l - F e t t e n î , a . g . e . , s . 3 0 ; İ b n u ' l - A r r â k e l - K i n â n î , a . g . e . , s . 1 4 8 ) ) .
1314
C o ş k u n , a.g.t., s.87 (Buhâri, Rikâk,15 ( V I I , 1 7 8 ) ; M ü s l i m , Zekât, 1 2 0 ( I I , 7 2 6 ) ) .
cb. Anlayanın Hadîs Olarak Bildiği Bjrâycucrin Sıhhati Burada zikredilen 64 hadîsin sıhhat durumlarına bakıldığında şöyle bir tabloyla karşılaşılmaktadır: Bu hadîslerden yedi tanesi Sahîheynde geçmektedir. Altı tanesi, Buhârî'yle birlikte (Müslim dışındaki) diğer mutemed kaynaklarda zikredilmiştir. Altı tanesi Müslim'le birlikte (Buhârî hariç) diğer mu temed kaynaklarda zikredilmiştir. Sekiz tanesi, Sahîheyn dışındaki mutemed kaynaklarda zikredilmiştir. Buna göre, söz konusu hadîs lerden yirmi yedi tanesi mutemed kaynaklarda zikredilmiş ve onlann müelliflerine göre sahîh kabul edilmiştir. Bunun dışında aynca iki hadîsin sahîh, üçünün de hasen olduğu yönünde değerlendirmeler yapılmıştır. Bunlarla beraber, sahîh ve hasen hadîslerin sayısı; otuziki olmaktadır. Bunun dışındakilerin onyedi tanesi zayıf, onbeş tane si de uydurma/mevzû diye vasıflandınlmıştır. İkisinin toplamı otuzbir eder ki, buradan hareketle, halk arasında hadîs diye şöhret bul muş haberlerin yaklaşık yansımn, zayıf ve uydurma olduğu sonucu na ulaşılabilir. Bu rakamlara, mevzu da olsa herhangi bir kaynakta rastlanamayan, bununla beraber hadîs diye söylenen ve mahalli mevzulardan olduğunu söylemenin daha uygun olacağı "uydurma"lar da katılır sa, durum biraz daha kötüleşecektir. Bu uydurmalardan bazılan şun lardır: Kadın, müslüman değildir ama, müslümana lazımdır. Ahir zamanda en büyük fitne Türklerden çıkacaktır. Bükemediğin bileği öp. İyilik et de at denize balık bilmezse Hâlık bilir. Yılan yakan, cennete girer. Ölüler der ki, dünyada olsaydım da, atın nah ile tırnağı arasında olsaydım. Torununun torununu gören cennete girer. İki bayram arasında düğün yapılmaz. Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır
1315
.
Bundan başka, bazen âyetle hadîs kanştınlmaktadır ki hadîs ola rak zikredilen âyetlerden bazılan şunlardır: 1315
B k z . Bilen a . g . t . , s . 1 3 2 ; C o ş k u n , a . g . t . , s . 8 8 ; G a z i o ğ u l l a n , a.g.t., s. 8 0 ; E r g ü n , a . g . t . , s. 3 7 ; B i n g ö l , a . g . t . , s. 5 0 .
"Allah'ın dir™ .
hükmüyle
hükmctmeyenler,
kafirlerin
ta
kendileri
6
Hiç bilenlerle bilmeyenler
uı?
bir olur
mu? .
Kim zerre miktannea hayır işlerse onu görür, kim de zerre kötülük işlerse karşılığını g ö r ü r .
kadar
1 3 1 8
Mü 'minler ancak
1319
kardeştir '.
Yiyiniz içiniz, fakat israf
1320
etmeyiniz .
Bazen de atasözleriyle hadîsler kanşünlmaktadır. Karıştırılan atasözlerinden bazıları şunlardır: Hocanın vurduğu yerde gül biter. Öğrenmeye ar olmaz. Kalem kılıçtan keskindir. Sofrada elini mescitte dilini kısa tut. Üç şeye güvenilmez: Dünya, sultan ve k a d ı n
1321
.
Bununla beraber, zaman zaman hikmedi veciz söz haline dönü şen hadîsler, güzel örf ve adet haline dönüşen sünneder de bulun maktadır . 1322
Bütün bunları göz önünde bulundurulduğunda; halkımızın mü kemmel bir hadîs bilgisine sahip olduğunu söylemek mümkün olma makla beraber, bundan tamamen habersiz olduğu da söylenemez. Buna göre, halkımızın vasata yakın bir hadîs bilgisine sahip olduğu söylenebilir. Hadîs ve sünnet hakkında şifahî bilgiye sahip olanların yamnda, son yıllarda, naklî ve aklî delillerle inançlarım te'yid etmek isteyenler de ise kitabî bilgiler hakimdir. Halkın çoğu, hadîslerin, sa hîh, hasen, zayıf ve mevzû'luk vasıflarına sahip olduklarından haber sizdir. Sevdikleri ve ilmî otoritesine itimat ettikleri kimselerin ağzın1316
5. Maide,44
1317
39. Zümer,9
1318
9 9 . Zilzal,7-8
1319
4 9 . Hucurât, 10.
1320
7. A'râf, 3 1
1321
B k z . Bilen, a.g.t,
1322
B u konuyla ilgili olarak B k z . A ş ı k , N e v z a t , "Yesevî H i z m e t l e r i n e Kaynaklık E d e n H a d î s l e r i n D e ğ e r l e n d i r i l m e s i ve S ü n n e t K ü l t ü r ü n ü n H i k m e t l e r e T e s i r i " , DEÜİF Dergisi, Sayı: I X , İ z m i r 1 9 9 5 , s. 7 - 2 2 ; S o f i ı o ğ l u , M . C e m a l , " K u r ' â n ve H a d î s K ü l t ü r ü n ü n K u t a d g u Bilig'deki İzleri", DEÜİF Dergisi, Sayı: V , s s . 1 2 7 - 1 8 0 .
s.132-133.
dan hadîs olarak duydukları şey, artık onlar için hadîs olabilmekte dir. Bu itibarla özellikle mev'iza kitaplannda yer alan zayıf hadîsler ve bir takım aslı olmayan haberler, halk arasında dilden dile dolaş maktadır. Bütün bunlar, anlatan-anlayan bütünlüğünde değerlendirilmesi gereken hususlardan sadece bazdandır. Bu kadarcık bir araştırma bi le, hitab ettiğimiz kişilerin, şimdiye kadar yazdıklarımızdan, söyle diklerimizden ne anladıklannı göstermesi bakımından önemlidir. Yi ne bu, anlatanın bazı hadîs meselelerini bilmesinin kâfi olmadığım, vanlan sonuçlann doğru anlaşılabilmesi için de çaba sarfedilmesi ge rektiğini göstermektedir. Buna dayanarak, hadîsi doğru tesbit etme nin ve doğru anlamamn bütünlük için yeterli olmadığını söylemek mümkün görünmektedir. Islamın ikinci temel kaynağı olan hadîsle, sadece akademisyenlerin uğraşmadı klan, kendisini dindar kabul eden herkesin de bir şekilde hadîsle meşgul oldukları düşünülürse, konu nun önemi daha iyi anlaşılacaktır. Buna göre, hadîs değerlendirme lerinin tam bir bütünlük içerisinde yapılabilmesi için, muhatapların bilgi birikimi, inaçları ve hassasiyederi gibi hususlarının da bütünlük kavramı içerisinde değerlendirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılabilir. Yusuf Ziya Yörükan, daha 1946 ydında kaleme aldığı 43 teftiş ra porunda, dini öğrenme ve öğretme yönünden ne derece geri kalın dığını ifade etmiş ve; "İlmin gayesi, ondan ameli bir fayda temin et mek ise, din namına yapılmış olan telkinlerin ne olduğunu bilmek, halka doğrulan öğretecek tedbirleri almak gerekir. Halbuki bu cihet şimdiye kadar düşünülmemiştir ve halk Sünniliğinin kitap S ü n n i l i ğ i n den ölçüsüz derecede uzak olduğunun kimse farkında d e ğ i l d i r " demiştir. Bu tesbit ve düşünceler, söz konusu sıkıntıların tarihî arka planının varlığını göstermesi bakımından önem arzetmektedir. 1323
132.3
Y o r ü k â n , Y u s u f Z i y a , İslam Akaid Sisteminde Gelişmeler, Yayıma Hazırlayan: T u r han Y ö r ü k â n , T C K ü l t ü r Bakanlığı Yayınlan, A n k a r a 2 0 0 1 , s. X I V , X V .
SONUÇ İslâm dininin şahıs plânında en büyük otoritesi olan H z . Pey gamber'in hadîsleri, Kur'ân'dan sonra dinin ikinci temel kaynağıdır. Bu açıdan İslâm adına ifade edilen her söz veya düşüncenin Kur'ân veya hadîsle temellendirilmesi gelenek haline gelmiştir. Hadîsin di nin ikinci temel kaynağı olmasını göstermesi bakımından önemli olan bu uygulama, zaman zaman onlann parçacı bir bakışla değer lendirilmelerine ve bu açıdan hadisin çeşidi şekillerde istismanna da neden olabilmiştir. Ayetler ve hadîsler; herhangi bir özelliği, bağlamı vs. olmayan, etraftan tamamen bağımsız, muallakta, hiçbir olayı etkilememiş ya da hiçbir olaydan etkilenmemiş değildirler. Bazı âyetlerin nüzulünü, bazı hadîslerin de vürûdunu tetikleyen haricî olaylann varlığı bilinen bir durumdur. Bununla beraber, söz konusu âyet ve hadîsler, bir çok düşünce ve uygulamanın değişmesinde veya yönlendirilmesinde dc etkili olmuşlardır. Buna göre, dinin bu iki temel kaynağı, kendileri ni kuşatan bir bütünlüğün içerisinde yer alır, onlarla etkileşim halin de bulunur ve ancak bu ilişkiler bütünlüğünde düşünüldüğünde doğru bir şekilde anlaşılabilirler. Bu durum; Kur'ân'ın bütünlüğü, Kur'ân-sünnet bütünlüğü ve sünnetin bütünlüğü şeklinde ifade edil mektedir. Bir âyetin, ancak kendinden önceki ve somaki âyetlerle, içinde geçtiği sûreyle, bahsettiği konuyla ilgili diğer âyeüerle ve nihayet Kur'ân'ın tamanının oluşturduğu bütünlükle anlaşılabileceği ifade edilmekte ve buna Kur'ân'ın bütünlüğü denilmektedir. Herhangi bir Kur'ân âyetinin, yukandaki bütünlüğe ilâveten, H z . Peygamber'in söz ve uygulamalanyla birlikte değerlendirilmesi gerektiği ve ancak bu şekilde doğru anlaşılabileceği görüşü ise, Kur'ân-sünnet bütünlüğü diye tanımlanmaktadır.
Bununla beraber, H z . Peygamber'in söz ve uygulamaları diye ta nımlanan sünnetin/hadîsin de kendi içerisinde bir bütünlüğü vardır ve doğru anlaşılabilmesi ancak bu bütünlük içerisinde mümkün ola bilir. Buna da sünnetin bütünlüğü denilmektedir. Son zamanlarda; bir konudaki hadislerin bir araya getirilmesi, bütünleştirilmesi ve böylece anlaşılması şeklinde anlamlandırılan "bütünlük" kavramı, aslında bu kadar sade, basit ve net değildir ve söz konusu kavramın sınırlan başka alanlara da yayılmaktadır. Esa sen, "bütünîük"le; ilk etapta bir konudaki hadislerin, onu kuşatan si yak ve sibaklarla birlikte değerlendirilmesi anlaşılmakla beraber, me sele bu aşamadan önceki ve sonraki boyutiarla da bağlantılıdır. Zira bir araya getirilerek bütünlük oluşturulacak olan aynı konudaki ha dîslerin, öncelikle sıhhatinden emin olunması gerekmektedir. Bu durum, söz konusu malzemenin, H z . Peygamber'e nisbetini günde me getirmektedir. Zira sihhat, hadîslerin H z . Peygamber'e aidiyetiy le ilgili bir durumdur. Bir hadisin H z . Peygamber'e ait olup olmadığına karar vermek için kullanılan bir takım kriterler vardır. Bunlar; sened tenkidi ve me tin tenkidi kriterleridir. Söz konusu kriterlerde asgari müşterekler ol masına rağmen, kişiden kişiye değişebilen ölçütler de bulunmakta dır. Buna ilâveten, aynı kriterin bir hadiste veya râvîde bulunup bu lunmadığına ait yargılarda içtihat belirleyici olmaktadır. Dolayısıyla, hadîs hakkıdaki sıhhat değerlendirmeleri, değişebilmektedir. Bu açı dan, sahîh hadîslerin tesbiti, öncelikle hadîsin senedi, daha sonra da metni hakkındaki sıhhat araştırmalarının bütün halinde değerlendi rilmesiyle mümkün olabilmektedir. Buraya kadar ki süreç, hangi ha dislerin bütün halide değerlendirilebileceğini tesbitte belirleyici ola caktır. Bu şekilde tesbit edilen hadisler, bütünlük içerisinde değerlendi rilmelidir. Bununla ilgili olarak, ilk önce anlama çalışmalan yapılma lıdır. Anlama çalışmalarında, hadisin dil özellikleri, bağlamı ve niha yet bağlayıcılığı tesbit edilmelidir. Dil özellikleri ve bağlam; hadisin bütünlük içerisinde anlaşılmasını, bağlayıcılık ise, söz konusu hadi sin bugün bizim için ne ifade ettiğini göstermesi bakımından önem lidir. Buraya kadarki anlamalar, anlama gayretinde bulunanın anla masını tamamlamaktadır. Ancak elde edilen sonuçlar, eğer bir baş kasına veya başkalanna aktanlacaksa, anlamanın sıhhati açısından gö zetilmesi gereken bir başka husus daha gündeme gelecektir: Anlatan-anlayan bütünlüğü. Bununla, doğru tesbit edilen ve doğru anla-
sılan hadîsin, doğru anlatılması için uygun metotları kullanmak kas dedilmektedir. Bunun için muhatap, çeşidi açılardan tanınmalıdır. Bu tanıma işlemi, anket, mülakat vs. gibi değişik alan araştırmaları vasıtasıyla mümkün olabilir ki, bu konu üzerinde şimdiye kadar faz laca durulmamıştır. Takip edilmesi gereken bu süreç, aslında doğru anlamanın sağ lanması için kullanılan "bütünlük" kavramım, anlama aşamasından önceki "tesbît" ve anlama aşamasından sonraki "anlatım"la da bağ lantılı kılmakta ve böylece söz konusu kavramın, her üç alana şâmil olacak şekilde kullanılması gerektiğini ortaya koymaktadır. Gerek sübût aşamasında, gerek delâlet aşamasında ve gerekse an latım aşamasında oluşturulan bütünlük sayesinde, hadislerin H z . Peygamber'in muradına uygun biçimde anlaşılması sağlanacak ve çe şitli şekillerdeki parçacı bakışlarla istismar edilmelerinin önüne geçi lecektir. Bilindiği üzere, Hz. Peygamber, istikrarlı bir hayat yaşamış, sü rekli Kur'ân'ın teblîğ ve tebyîniyle meşgul olmuş, çelişkiden uzak, fikri insicamı mükemmel olarak risâlet görevini yerine getirmiştir. Buradan hareketle, ona nisbet edilen hadîslerde de aym durumun bulunması gerekmektedir. Ancak, çeşidi sebeplerle, hadîslerin parça lanarak rivayet edilmesi veya bütün halinde rivayet edilen hadîslerin bağlammdan kopardarak değerlendirilmesi şeklindeki yaklaşımlar, bugün neredeyse hadîslerin, bütün problemlerin kaynağı olarak gö rülmelerine neden olmuştur. Halbuki aynı hadîs malzemesi, İslâm medeniyetinin zirvede olduğu dönemlerde de vardı ve problemlerin kaynağı olarak değil, çözümü için kullanılan zengin bir bilgi hazine si olarak görülüyordu. Bu durumda, malzeme aynı olmasına rağ men onu bütün problemlerin kaynağı olarak algılayan zihniyetin, bizzat kendisinin sorunlu olup olmadığını da sorgulaması gerekmek tedir. Zira gerek sübût, gerek anlama ve gerekse anlatım aşamasın daki parçacı veya önyargılı bakışlar sonucunda ulaşılan yorumların, islâmın evrensel mesajıyla uyuşmaması ve Müslümanların önünü tı kayarak problem oluşturması mukadderdir. Hadîse kavrayıcı ve kuşatıcı bakış diye de ifade edebileceğimiz "bütünlük" sayesinde, bu tür yanılgıların asgariye ineceği kuvvede muhtemeldir. Nitekim bu çalışmamızda, parçacı bakışlar sonucunda sorunlu olarak algılanan bir çok hadîsin, bütünlük içerisinde değer lendirildiğinde böyle olmadıkları görülmüştür.
BİBLİYOGRAFYA el-A'zamî, Muhammed Mustafa, Dırâsât fi'1-Hadîsi'n-Nebevi, Mektebü'l-İslâmî, Beyrut 1992. Hadîs Metodolojisi ve Edebiyatı, Usûl Yayınlan, İstanbul 1998. Menhecu'n-Nakd
'İnde'l-Muhaddisîn,
Abdu'l-Mühdî, Ebû Muhammed, Turuku İ'tisâm, Kahire tsz.
Çev. Recep Çetintaş, Riyad 1982. Tahriri
Hadîs,
Abduh, Muhammed-Reşid Rıza, TefsîrııTKur'âni'THakîm, Menâr, Mısır 1373 h. Abdulcelil İsa, Îctihâdu'r-Rasûl,
el-
Dâru'lDam''l-
Dâru'l-Beyân, Kuveyt 1969.
Abdurrahmân b. Ali b. Muhammed Ebu'l-Ferec, Saivctü's-Sarve, Thk. Mahmud Fahûrî- Muhammed Rcvvâs Kal'âcî, Dâru'l-Ma'rife, Beyrut 1979, 2.b. Abdurrezâk İbn Hemmâm es-San'ânî, el-Musannef, Nşr. Habîbu'rRahmân el-A'zamî, cl-Mektebctü'1-İslâmî, Beyrut 1972. Acar, İsmail, İslam Hukukunda Zina Suçu ve Cezası Üzerine Karşı laştırmalı Bir İnceleme (Basılmamış Doktora Tezi), İzmir 1999 Accâc el-Hatîb, Muhammed, cl-MuhtasaruTVecîz fî dîs, Müessesetü'r-Risâle, Beynıt 1 9 9 1 , 5.b. es-Sünnctü Kable't-Tedvîn, 1988, 2.b.
Mektebetü
Ulûmi'l-Ha-
Vehbe, Kahire
el-Aclûnî, İsmail b. Muhammed, Keşûı '1-Hafa ve Müzilu '1-İlbâs am ma İştehere Minc'TEhâdîsi alâ Elsineti'n-Nâs, Tsh. ve dk. Ahmed Kalâş, Müessesetü'r-Risâle, Beyrut 1983. Ağırman, Cemal, Kadının 2001.
Yaratılışı,
Rağbet Yayınları,
İstanbul
Ahmed b. Hanbel, ez-Zühd, Müsned,
Dâru'l-Kütübi'l-İlmîyye, Beyrut 1983.
İstanbul, Çağrı Yayınlan 1992.
Ahmed Emin, Fccrü'l-İslâm, lO.b.
Dâru'l-Kitâbi'l-Arabî, Beyrut 1969,
Ahmed Naim, Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecridi Sarih Başbakanlık Basımevi, Ankara 1976. Akarsu, Bedia, Felsefe 1979.
Terimleri
Sözlüğü,
Tercümesi,
T D K Yayınlan, Ankara
Akyüz, Ali, Kaynak Tetkiki Açısından Abdurrezzâk-Buhârî İlişkisi Üzerine Bir Mukayese, M Ü İ F Vakfi Yayınlan, İstanbul 1997. Said b. Mansûr'un "MusanneP'inin Vakfi Yayınlan, İstanbul 1997.
Yeniden İnşası, M Ü İ F
"Abdurrezzâk es-San'ânî", DİA, I, 2 9 8 - 2 9 9 . Albayrak, Halis, Kur'ân 'm Bütünlüğü bul 1993, 2.b.
Üzerine, Şule yayınları, İstan
Aliyyu'l-Kârî, Nuru'd-Dîn Ali b. Muhammed b. Sultan, el-EsrâruT Merfûa fı '1-Ah bâri '1-Mevzû 'a (el-Mcvzu 'a tu '1-Kü brâ), Thk. Muhammed es-Sabbağ, Dâru'l-Emânet, Lübnan 1971. el-Alûsî, el-Bağdâdî, Rûhu'l-Meânî, Beyrut tsz.
Dâru
İhyâi't-Turâsi'l-Arabî,
Arsel, İlhan, Şeriat ve Kadın, (Yayınevi yok), İstanbul 1994, 12.b. Arvasî, es-Seyyid Mehmed Şefik, Peygamber Efendimizden ler ve Sohbetler, Erkam Yayınlan, Tsz. 2.b.
Hutbe
Aşık, Nevzat, "Yesevî Hizmederine Kaynaklık Eden Hadîslerin De ğerlendirilmesi ve Sünnet Kültürünün Hikmetiere Tesi ri", DEÜİF Dergisi, Sayı: IX, İzmir 1 9 9 5 , s. 7-22. "Ebû Hureyre'nin Hadisçiliği", DEÜİF İzmir 1987, ss. 85-104.
Dergisi,
"Sahte Sahabî Ca'fer İbn Nastûr ve Sahifesi", Dergisi, İzmir 1989, Sayı: 6, ss. 4 0 5 - 4 1 4 . Aşıkkudu, Emin, Hadîste tanbul 1997.
Sayı: 4, DEÜİF
Rical Tenkidi, M Ü İ F Vakfi Yayınlan, İs
Ataizm ve Din, Taşkent 1966. Ataman, Sebati, Dil Çıkmazı, 1981.
Kültür Bakanlığı Yayınlan, Ankara
Atar, Fahrettin, .Fıkıh Usûlü, M Ü İ F Vakfi Yayınlan, İstanbul tsz. Ateş, Ali Osman, Ehl-i Sünnet ve Şianm Delil Olarak Aldığı Hadîsler, Beyan Yayınlan, İstanbul 1996.
Bazı
"Günümüzde Hadîslerin Değerlendirilmesinde G ö z Önüne Alınması Gereken Bazı Hususlar ve Hadîsin Gele ceği İle İlgili Bazı Düşünceler", Hadîsin Diinü-Bııgünü ve Geleceği Sempozyumu, Samsun 1993, ss.115-136. Hadîs Temelli Kalıp Yargılarda Kadın, Beyan Yayınlan, İs tanbul 2 0 0 0 . Oryantalistlerin Hz. Peygamber İle İlgili İddialarına vaplar, Beyan Yayınları, İstanbul 1996. Ateş, Süleyman, Kur'ân-ı kara tsz.
Ce
Kerim ve Yüce Meali, Kılıç Kitabevi, An
Gerçek Din Bu 1, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul tsz. Kur'ân 'da Nesh Meselesi, 1996.
Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul
Avvâme, Muhammed, İmamların Fıkhî İhtilaflarında Hadîslerin Ro lü, Çev. Mehmed H . Kırbaşoğlu, Kayman Yayınları, İs tanbul 1980. Aydınlı, Abdullah, "Ceninin Gelişimi 4 0 Günde Tamamlanır", Sağ lığınız, Haziran 1997, Sayı: 7, s. 2 5 . Hadîs Istılahları Sözlüğü,
Timaş, İstanbul 1987.
"Dârimi, Abdullah b. Abdurrahman", DİA, VIII, s. 494495. el-Aynî, Bedruddin, Umdetu'l-Kâri Fikr, T s z .
Şerhu Sahîhi'I-Buhârî,
Ayvallı, Ramazan, Esbabu Vurudi'l-Hadîs vc Bunun İslâm deki Yeri ve Önemi, Ankara 1979. Babuna, Cevat, "Kürtaj Cinayettir", Sağlığınız, s.34-37.
Dâru'lTeşriin-
Aralık 1996, Sayı: 1,
el-Bâcî, Ebu'l-Velîd, ct-Ta'dîl ve't-Tecrîh, seyn, Dâru'l-Livâ, Riyad 1986.
Thk. Ebû Lübâbe Hu-
Îhkâmu'l-Fusûl fi Ahkâmi'l-Usûl, Thk. Abdullah Muham med el-Cebûrî, Müessesetü'r-Risâle, Beyrut 1989. el-Bağdâdî, Hatîb, el-Kilaye fi Îlmi'r-Rivâye, Thk. Ahmed Ömer Hâşim, Dâru'l-Kitâbi'l-Arabî, Beyrut 1986. Muhtasaru Nasihati Ehli'l-Hadîs, Tik. Yusuf Muhammed Sıddık, Dâru'l-Esâle, Sudan 1998. el-Bağdâdî, Ebû Bekr Muhammed b. Abdilğanî, et-Takyîd li-Ma'rifcti Ruvâti'l-Esânîd, Thk. Kemal Yusuf el-Hût, Dâru'lKütübi'l-İimiyye, Beyrut 1408 h. Bakan, Tevhit, Ashâbm Adaleti (Basılmamış 1983
doktora
tezi), Erzurum
el-Bânî, Muhammed Nasıruddin, Hadîs Üzerine (Selefi Bir Yakla şım), Çev. Mehmet Kubat, Esra Yayınları, Konya 1992. Bardakoğîu, Ali, "İlahiyatçıların Din Söylemi", îslamiyat, ( 2 0 0 1 ) , Sayı: 4, ss. 63-76. Başkan, Özcan, Fenomik Tahlilde Kıstaslar Meselesi, baası, İstanbul 1955. Lengüistik
Metodu,
IV
İstanbul Mat
Çağlayan Kitabevi, İstanbul 1967.
Bayıldıran, Sabit Kemal (www. adanasanat. com/sabit_ kemal de_ butunluk.htm (Erişim tarihi 2 0 . 1 1 . 2 0 0 3 ) ) Bekr Kadı, Şu 'be İbnu'THaccâc Emîru TMü 'minin ru'z-Zehrâ, Kahire 1981
fi'l-Hadîs,
/siirDâ-
Beşer, Faruk, "İslâm Açısından Ceninin Yaratılış Safhaları ve Kür taj", Sağlığınız, Haziran 1997, Sayı: 7. el-Beyhakî, Ebu Bekr Ahmed b. Huseyn b. Ali, es-Sünenu Dâru'l-Fikr, Tsz.
'1-Kübrâ,
Bigiyef, Mûsa Carullah, Kur'ân-Sünnet ilişkisine Farklı Bir Yaklaşım Kitâbu's-Sünne, Çev. Mehmet Görmez, Ankara Okulu Yayınlan, Ankara 1998. Bilen, Mehmet, T.C. Diyanet İşleri Başkanlığına Bağlı Camilerde Görev Yapan İmamların Hadîs Bilgilerinin Mahiyeti Üze rine Tccrübi Bir Araştırma (Ankara-Şırnak Örneklemi) (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 1996.
Bilmen, Ömer Nasuhi, Büyük İslaın İlmihali, tanbul 1990.
Bilmen Yayınevi, İs
Dini ve Felefi Ahlâk Lugatçcsi, 1967.
Bilmen Yayınevi, İstanbul
Hukuki îslamiyye ve Istılahatı Yayınevi, İstanbul 1985.
Fıkhıyye Kamusu,
Bingöl, Yusuf, Karlıova vc Çevresinde Hadîs Kültürü, Lisans Tezi), Erzurum 1989.
Bilmen
(Basılmamış
Bozkurt, Nebi, "Hadîslerin Tercüme ve Yorumlarında Uyulması Gereken Kurallar", MÜİF Dergisi, Sayı: 11-12, Yıl: 1997, ss. 2 1 1 - 2 8 1 . Budak, Selçuk, Psikoloji 2000.
Sözlüğü,
Bilim ve Sanat Yayınlan, Ankara
cl-Buhârî, Muhammed b. İsmail, et-Târihu'1-Kebir, Hâşim en-Nedvî, Dâm'l-Fikr, Tsz.
Thk. Es Seyyid
et-Târîhu's-Sağîr, Thk. Muhammed İbrahim Zâid, Dâru'lVa'y, Halep 1977. es-Sahîh,
el-Mektebetü'l-İsîâmiyye, İstanbul tsz.
el-Buhâri, Abdulaziz, Keşfu'i-Esrar ali Usûli'l-İmâm, keti's-Sekâfiyye el-Osmâniyye, 1308 h.
Matbaanı Şir-
Burhânuddin İbrahim b. Muhammed, el-Maksadu'l-Erşed û Zikri Ashabi'l-lmâmi'l-Alımcd, Thk. Abdurrahman b. Süley man , Mektebetü'l-Rüşd, Riyad 1990. Bukeyr İbn Sa'îd A'veşt, Dırâsât îslamiyye û Usûli'l-'Ibâdiyye, tebetü Vehbe, Kahire 1988, 3.b.,
Mek-
Câhız, Ebû Osman Amru'bnu Bahr, Kitâbu 1-Haycvân, Thk ve şrh. Abdusselâm Harun, Dâru İhyâi't-Turâsi'l-Arabiyye, Bey rut tsz.. Canan, İbrahim, Kütüb-i Sitte Muhtasarı Yayınlan, Ankara 1988.
Tercüme
ve Şerhi, Akçağ
Candan, Abdulcelil, "Meal ve Tefsirlerde Görülen Bazı Sözcük ve Deyim Hatalan İle Bunların önemli Nedenleri", Marife, Yıl: 1, Sayı: 3, Kış 2 0 0 2 , ss. 8 5 - 1 0 5 . Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, T D V Yayınlan, Ankara 1985.
el-Cessâs, Ebû Bekr Ahmed b. Ali er-Râzî, Ahkâmu'TKur'ân, Ihyâi't-Turâsi'l-Arabî, Beyrut tsz. Cevizci, Ahmet, Paradigma İstanbul 2 0 0 0 .
Felsefe Sözlüğü,
Paradigma Yayınlan,
el-Cezâirî, Tâhir b. Salih b. Ahmed, Tevdhu'n-Nazar Escr, Dâru'l-Ma'rife, Beyrut T s z . Cihan, Sadık, Uydurma Hadislerin Doğuşu larla İlgisi, Etüt, Samsun 1997.
Dâru
İlâ
Usûli'l-
ve Sosyo Politik
Olay
Cilacı, Osman, Dinler ve İnsanlar, Damla Matbaacılık, Konya 1990. Clifford T. Morgan, Psikolojiye Giriş Ders Kitabı, Çev. Hüsnü Ancı ve diğerleri, Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü Yayınlan, Ankara 1980. Coşkun, Selçuk, Bayburt ve Çevresinde Hadîs Kültürü, Lisans Tezi), Erzurum 1989. Bir Eğitimci Olarak Hz. Peygamber'in Ekev Yayınlan, Erzurum tsz.
(Basılmamış
İnsan
Anlayışı,
Cüceloğlu, Doğan, Savaşçı, Sistem Yayıncılık, İstanbul 1999 (www.gata.edu.tr/kutuphane/Kitap_Ozetlcri/savasci.htm(Erişim tarihi 2 0 . 1 1 . 2 0 0 3 ) ) Cündioğlu, Dücâne, Anlamın Buharlaşması yınları, İstanbul 1995. Kur'ân'ı Anlamanın 1995.
Anlamı,
ve Kur'ân, Tıbyan Ya
Tibyan Yavınlan, İstanbul
el-Cüveynî, Ebu'l-Meâlî, Kitâbu'l-İctihâd min Kitabi't-Telhîs, Thk. Abdulhamîd Ebû Züneyr, Dâru'l-Ulûmi's-Sekâfe, Beyrut 1987. Çakan, İsmail Lütfi, "İlahiyat Fakültelerinde Hadîs Öğretimi", Yük seköğretimde Din Bilimleri Öğretimi Sempozyumu, Samsun 1988, ss. 3 5 3 - 3 6 1 . Hadîs 4.b.
Edebiyatı,
M Ü İ F Vakfi Yayınlan, İstanbul 1997,
Hadîs
Usûlü, M Ü İ F Vakfi Yayınlan, İstanbul 1991
Hadîslerde Görülen İhtilaflar vc Çözüm Yollan Muhtelifu'l-Hadîs İlmi, İslâmi İlimler Araştırma Vakfi Neşriyatı, İstanbul 1982.
"Sünnetin Bütünlüğü", Hz. Peygamber ve Aile Hayatı, mi Neşriyat, İstanbul tsz., ss. 113-125. Hadîs Nasıl Okunur
Okutulur,
İl
İst 2 0 0 2
Çakın, Kamil, Hadîs İnkarcıları, Seba Yayınlan, Ankara 1998. "Hadîs'in Kur'ân'a Arzı Meselesi", AÜİF XXXIV, ss. 2 3 7 - 2 6 1 . İslâmda 1997.
Hadîs
ve Sünnetin
Dergisi,
cilt:
Yeri, Seba Yayınlan, Ankara
Çelik, Ali Rıza, Gümüşhacıköy ve Çevresinde Halkın Hadîs (Basılmamış Lisans Tezi), Erzurum 1999.
Bilgisi,
Çetin, Nihad M., "Arap" mad. DİA, III, 276-308. Çiftçi, Adil, Fazlur Rahman İle İslam 'ı Yeniden Düşünmek, yât, Ankara 2 0 0 1 , 2.b.
Kitabi -
ed-Dârekutnî, Ebuİ-Hasan Ali b. Ömer, Zikru Esmâi't-Tâbiîn ve Men Ba'dehum, Thk. Bevrân ed-Denâvî-Kemal Yûsuf elHût, Müessesetıı'l-Kütübi's-Sekâfîyye, Beyrut 1985. ed-Dârimî, Abdullah b. Abdirrahmân, Sünemi 'd-Dârimî, Nşr. Fevvâz Ahmed ve Hâlid es-Seb', Dâru'l-Kitâbi'l-Arabî, Bey rut 1987. Daudî, Khalid Zaferullah, Pakistan ve Hindistanda Şah Veliyyullah ed-Dihlevî'dcn Günümüze Kadar Hadîs Çalışmaları, An kara 1983. Dâvudoğlu, Ahmed, Sahîh-i Müslim yınlan, İstanbul 1973. Denkel, Arda, Anlam 1996.
Tercüme
vc Nedensellik,
Derveze, İzzet, Kur'ânu'l-Mecîd, lan, İstanbul 1997.
vc Şerhi, Sönmez Ya
Kabala Yayınevi, İstanbul
Çev. Vahdettin İnce, Ekin Yayın
Devellioğlu, Ferit, Osmanhca-Türkçe Ansiklopedik Ltd. Matbaası, Ankara 1970.
Lügat,
Doğuş
ed-Dihlevî, Abdulaziz b. Şah Veliyyullah, Bustânu'î-Muhaddisîn, Çev. Ali Osman Koçkuzu, DİB Yayınlan, Ankara 1986. ed-Dihlevî, Abdulhak, Mukaddime E Usûli'l-Hadîs, Tik. Sel m an Hüseyni en-Nedvî, Dâru'l-Beşâiri'l-İslâmiyye, Beyrut 1986, 2.b.
ed-Dihlevî, Şah Veliyyullah, Huccetullahi'l-Bâliğa, Kahire Tsz. Doğan, Mehmet, Büyük 1987.
Türkçe Sözlük,
Dâru't-Turâs,
Beyan Yayınlan, İstanbul
Dönmezer, Sulhi - Erman, Sahir, Nazarî ve Tatbikî Ceza Beta Yayınlan, İstanbul 1994. Dursun,Turan, Tabu Can Çekişiyor lO.b.
Hukuku,
Din Bu 1, Kaynak Yayınlan, tsz,
ed-Dümeynî, Müsrir b. Gurmullah, Hadîste Metin Tenkidi Mctodlan, Çev. İlyas Çelebi-Adil Bebek-Ahmet Yücel, Kitabevi, İstanbul 1997. Ebû Bekr Ahmed b. Ali b. Mencûye el-İsbehânî, Ricâlu Müslim, Thk. Abdullah cl-Lcysî, Dâru'l-Ma'rife, Beyrut 1407 h. Ebû Dâvud, Süleyman b. el-Eş'as es-Sicistânî, Sünen, Thk. Kemal Yusuf el-Hût, Müessesetü'l-Kütübi's-Sekâfiyye, Beyrut 1988. Ebû Hafız el-Vâ'iz, Ömer b. Ahmed, Târihti Esmâi's-Sikât, Thk. Subhî es-Sâmerrâî, ed-Dâru's-Selefiyye, el-Kuveyt 1984. Ebû Lübâbe Huseyn, Usûlü İlmi'l-Hadîs Bcyne'l-Minhâc talah, Dâru'l-Garbi'l-İslâmi, Beyrut 1997 Ebû Reyye, Mahmud, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması, Muharrem Tan, Yöneliş, İstanbul 1988.
ve'TMusÇev.
Ebû Sa'îd b. Halîl b. Ebî Sa'îd el-Alâî, Câmi'u't-Tahsîl, Thk. Hamdi Abdulmecid es-Selefî, Âlemu'l-Kütüb, Beynıt 1986, 2,b. Ebû Ubeyde Ma'mer b. Râşid el-Müsennâ et-Teymî, Mecâzu'lKur'ân, Tik. Muhammed Fuat Sezgin, Müessesetü'r-Ri sâle, tsz. Ebû Yusuf, Ya'kûb b. İbrahim, Kitâbu'l-Âsir, baatu'l-İstikâme, Dekken 13551ı. Ebû Zehv, Muhammed, cl-Hadîs Arabî , Mısır tsz.
Tik. Ebu'l-Vefa, Mat-
ve'l-Muhaddisûn,
Dâru'1-Fikri'1-
ei-Emîru's-San'ânî, İbrahim Muhammed b. İsmail, Tavzîhu'l-Elkâr li-Meânî Tenkîhi'l-Enzâr, Tik. Ebû Abdirrahman Salah, Dâru '1 - Kütübi'I - İlmiyye, Beyrut 1997.
Erdoğan, Mehmet, Fıkıh ve Hukuk yınları, İstanbul 1998.
Terimleri Sözlüğü,
Rağbet Ya
Ergün, Musa, Erdemli vc Çevresinde Halkın Hadîs Bilgisi, (Basıl mamış Lisans Tezi), Erzurum 1998. Erşahin, Seyfettin, "Buhara'da Cedidcilik-Eğitim Islahatı Tartışma ları ve Abdurrauf Fıtrat", Dini Araştırmalar, C ü l : l , Sayı: 3, Ocak 1999. Erul, Bünyamin, Sahabenin 1999
Sünnet Anlayışı, T D V Yayınlan, Ankara
"Sahabenin Sünnete Bağlayıcılık Açısından Biiaşlan", İslâmı Araştırmalar, Cilt: 10, Sayı: 1-2-3, 1997, s. 59-68. "Rivayet ve Dirayet Metinlerinde Râvîlerin Tasarruftan", AÜİF Dergisi, Sayı: XLII, Ankara 2 0 0 1 , s. 173-212 Esin, Arif, Rekabet Hukuku, \v\vw.escrc.com/vwvw/24.asp.(Erişim tarihi 2 0 . 1 1 . 2 0 0 3 ) el-Fârisî el-Hanefi, Ebu'l-Feyz Muhammed b . Muhammed b. Ali, Cevâhiru'l-Usûl, Thk. Ebu'l-Meâli el-Kâdî el-Mübarekfurî, Mektebe tu'l-İlmiyye, Medine tsz. el-Fârisî, Ebu Ali Hasan b. Abdiiğafrar, el-Huccetu li'l-Kurrâi'sSeb'a, thk., Bedruddin Kahveci ve diğerleri, Dâru'lMe'mûn li't-Turâs, Beyrut 1987. el-Fânıkî, İsmail Raci ve Luis Lamia el-Farukî, İslâm Kültür Atlası, Çev. Mustafa Okan Kibaroğlu ve Zerrin Kibaroğlu, İnkılâb Yayınlan, İstanbul 1999, 2.b. al Fârûqî, ismail Raci and Lois Lamya al Fânikî, The Cultural of İslâm, New York 1986.
Atlas
Fazlur Rahman, islam ve Çağdaşlık, Çev. Alpaslan Açıkgenç ve M. Hayri Kırbaşoğlu, Fecr Yayınevi, Ankara 1990. el-Fettenî, Muhammed Tâhir b. Ali el-Hindî; Beyrut, 1399.
Tezkirctu'l-Mcvzû'ât,
Fırat, Erdoğan, "İlahiyat Fakültesi Öğrencilerinin Problem Olarak Değerlendirdikleri Eğilimleriyle İlgili Konular", DEÜİF Dergisi, Sayı: VI, İzmir 1989, ss.17-42. Gazioğullan, Mevlüt, Elbistan ve Çevresinde Hadîs Kültürü, mamış lisans Tezi), Erzurum 1999.
(Basıl
Gordon Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, Çev. Osman Akınhay-Derya Kömürcü, Bilim ve Sanat Yayınlan, Ankara 1999. Gölcük, Şerafeddin, Kelâm
Tarihi, Esra Yayınevi, Konya 1992.
Görmez, Mehmet, "Sünnet ve Hadîsin Anlaşılması ve Yorumlanma sında Metodoloji Sorunu ve Yeni Bir Metodoloji İçin Atılması Gereken Adımlar" İslimi Araştırmalar, Cilt: 10, Sayı: 1-2-3, 1997. Sünnet ve Hadîsin Anlaşılması ve Yorumlanmasında doloji Sorunu, T D V Yayınları, Ankara 1997.
Meto
Güçlü, A.Baki ve diğerleri, Sarp Erk Ulaş Felsefe Sözlüğü, Sanat Yayınlan, Ankara 2 0 0 2 .
Bilim ve
Güler, Zekeriya, Zahiri Muhaddislerle Haneli Fakîhleri Münakaşalar ve İhtilaf Sebepleri, Konya 1992.
Arasındaki
"Hadîslerin Anlaşılmasında Rivayet-Dirayet Bütünlüğü", İlam Araştırma
Dergisi,
Günay, Ünver, Din Sosyolojisi,
Cilt: 1, Sayı:2, 1996.
İnsan Yayınları, İstanbul 1998.
Hacıkadiroğlu, Vehbi, Bilgi Felsefesi, Metis Yayınlan, Ankara 1985. el-Hafnâvî, Muhammed İbrahim, Dırâsâtım Ncbeviyye, Dâru'l-Vefâ, 1 9 9 1 .
Usûliyyc
h's-Sünneti'n-
Hâkim, en-Neysâbûrî, Ma'rifetü Ulûmi'l-Hadîs, Thk. Seyyid Muaz zam Huseyn, Dâru İhyâi'l-Ulûm, Beyrut 1997. el-Müstcdrek alc's-Sahîhayn, Beyrut 1 9 9 0 .
Dâru'l-Kütübi'l-îlmiyye,
Hallaf, Abdulvahhâp, İslâm Hukuk Felsefesi (İlmu UsûliTFıkh), Çev. Hüseyin Atay, A Ü İ F Yayınları, Ankara 1985. Hamidullah, Muhammed, Kur'ân-ı Kerim Tarilıi, Çev. Salih Tuğ, M Ü İ F Vakfi Yayınlan, İstanbul 1993. "Sahîh-i Buhârî'nin Fransızca Çevirisi Dolayısıyla", Çev. Abdullah Aydınlı, EKEV Akademi Dergisi, Sayı: 10, Yıl: 2 0 0 2 , s. 2 2 5 - 2 5 4 . Kur'ân-ı Kerim Tarihi Ders Notlan, Çev. Suat Yıldırım, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Erzurum 1978.
Hançerlioğlu, Orhan, Toplumbilim bul 1996, 2.b. Hâşim, Ahmed Ömer, Kavâidu Beyrut 1984.
Sözlüğü,
Remzi Kitabevi, İstan
Usûli'l-Hadîs,
Dâru'l-Kitâbi'l-Arabî,
Hatiboğlu, Haydar, Sünen-i İbn Mâce Tercemesi man Yayınlan, İstanbul 1982.
ve Şerhi, Kahra
Hatiboğlu, İbrahim, İslamda Yenilenme Düşüncesi Açısından Modernistlerin Sünnet Anlayışı (Basdmamış Doktora Tezi), İstanbul 1996 Hatiboğlu, Mehmet Sait, "İmâm Hatip Liselerinde Sünnet Kültürü Nasıl Verilmeli?", Din Öğretimi ve Din Hizmetleri Semi neri (8-10 Nisan 1988), D İ B Yayınlan, Ankara 1 9 9 1 . "Batı'daki Hadîs Çalışmalan Üzerine", İslâmı lar, Cilt: 6, Sayı: 12, 1 9 9 2 .
Araştırma
el-Hattâbî, Ebû Süleyman Hamd b. Muhammed, Islâhu'TAhtâi'T Hadîsiyye ellctî Yervîhâ Ekserü'n-Nâsi Muharrefetcn ev Mclhûnetcn, Müessesetü'l-Kütübi's-Sekâfiyye, Beyrut 1988, 128s. Haydar Efendi, Usûl-i 1996.
Fıkıh
Dersleri,
Üçdal Neşriyat, İstanbul
Hayıt, Halil, " H z . Peygamber'in İlme Verdiği Önem ve İmâm Ha tip Liseleri", Din Öğretimi Dergisi, Sayı: 3 7 , Aralık 1 9 9 2 . el-Hâzimî, Ebû Bekr Muhammed b. Mûsa (Ö.583), ŞurûtuTEimmeti'THamsc, Tik. Muhammed Zahid el-Kevseri, Mektebetü'l-Kudsî, Kahire 1357h. Hekîm, Muhammed Tahir, Sünnetin Etrafindaki Şüpheler, Hüseyin Aslan, Pınar Yayınlan, İstanbul 1 9 8 5 . Heyet, İlmihal I İman ve İbâdetler, tsz., I I I .
Çev.
T D V İSAM Yayınlan, İstanbul
el-Heysemî, Nuruddin. Mccmau'z-Zevâid vc Menbe'u'l-Fevâid, Dâru'l-Kitâbi'l-Arabî, Beyrut 1967, 2.b. el-Hindî, Alauddin el-Müttaki b. Hüsamuddin, Müessesetü'r-Risâle, Beyrut, 1989. el-Hudarî, Muhammed, Usûlu'l-Fıkh, Beyrut 1 9 9 1 , s. 2 5 0 ;
Kenzu'l-Ummal,
Dâru İhyâi't-Turâsi'l-Arabî,
el-Irakî, Zeynuddin, ElHyctü 'l-Hadîs, Thk. Ahmed Muhammed Şâkir, Alemü'l-Kütüb, Beyrut tsz. el-Muğnî an Hamli'l-Esfâr fi'l-Esfâr fî Tahrici mâ minc'l-Ahbâr, Mısır tsz.(İhyâ Hamişinde).
fi'l-İhyâi
İbn Abdilberr, Ebû Ömer Yûsuf b. Abdillah, cl-lstî'âb, Thk. Ali Mu hammed el-Becâvî, Dâru'l-Ceyl, Beyrut 1412 h. Câmi'u Bcyâni'1-îlmi Fadlihi ve Hamlihi, man Hasan Mahmud, Kahire T s z .
Tsh. Abdurrah
et-Temhîd, Thk. Mustafa b. Ahmed-Muhammed Abdulkebîr el-Bekrî, Vezâretü'l-Umûmi'l-Evkâf ve'ş-Şuûni'l-İslâmiyye, el-Mağrib 1387. İbn Adiyy , Abdullah el-Cürcânî, el-Kâmil ü Du'afai'r-Ricâl, Süheyl Zekkâr, Dâru'l-Fikr, Beyrut 1988, 3.b.
Thk.
Men Reva anhum el-Buhârî fi's-Sahîh, Thk. 'Amir Hasan es-Sabrî, Dâru'l-Beşâiri'l-İslâmiyye, Beyrut 1414 h. İbn 'Arrâk el-Kinânî, Ebu'l-Hasan Ali b. Muhammed, Tcnzîhu'şŞeri'ati'l-Merfu'a ani'l-Ahbâri'ş-Şerıî'ati'l-Mevzû'a, Thk. ve tik., Abdulvehhâb Abdullatif, Mektebetu'l-Kâhire, Mı sır tsz. İbn Aşûr, Muhammed Tâhir, Mekâsidu'ş-Şcri'ati'l-İslâmiyye, betü'l-Tunusiyye, Tunus tsz. Tefsîru't-Tahrîr
ve't-Tenvîr,
eş-Şu-
Dâru't-Tunusiyye, tsz.
İbn Ebî H â ü m , Abdurrahman er-Razî et-Temîmî, el-Cerh Ta'dîl, Dâru İhyâi't-Turâsi'l-Arabî, Beyrut 1952.
ve't-
İbn Ebî Şeybe, Abdullah b. Muhammed, el-Kitâbu'l-Musannef Ehâdîs ve'l-Asâr, Dâru's-Selefiyye, Hindistan 1 9 8 1 .
fi'l-
İbn Furek, Ebu Bekr, Müşkilü'l-Hadîs ve Beyânuhu, Thk. Mûsa Muhammed Ali, 'Âlemu'l-Kütüb, Beyrut 1 9 8 5 , 2.b. İbn Hacer, el-Askalânî, Mukaddimetü Fethi'l-Bârî (Hedyü's-Sâri), Dâru İhyâi't-Turâsi'l-Arabî, Beyrut 1988, 4.b. Nuhbetü'l-Fiker R Mustalahâti Uhuvvet, İstanbul 1327 h.
Ehli'l-Escr,
Matbaatu
Nüzhctü'l-Elbâb û'1-Elkâb, Thk. Abdulaziz b. Muham med b. Salih, Mektebetü'r-Reşîd, Riyad 1989.
—
Tehzîbu't-Tehzîb,
Dâru Sâdır, Beyrut tsz.
el-lsâbe, Thk. Ali Muhammed el-Becâvî, Dâru Ceyl, Bey rut 1992. Fethu'I-Bâri, 4.b.
Dâru İhyâi't-Turâsi'l-Arabî, Beyrut 1988,
Tabakâtu'l-Müdellisîn, Thk. Asım b. Abdillah, Mektebe tü'l-Menâr, Amman 1983. Lisânu'l-Mîzân, 1986, 2.b.
Müessesetü'l A'lemî li'l-Matbû'ât, Beyrut
İbn Hazm, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed, cl-Muhallâ, Thk. Hasan Zâyidân, Mektebetü Cumhuriyyeti'l-Arabiyye, Kahire 1970, İbn Hibbân, Muhammed b. Ahmed Ebû Hatim, Meşâhiru Ulemâi'l-Emsâr, thk. M . Fleishhammer, Dâru'l-Kütübi'l-İi miyye, Beyrut 1959. es-Sikât, 1975.
Thk. es-Seyyid Şerefuddin Ahmed, Dâru'l-Fikr,
Sahîhu İbn Hibbân, Thk. Şuayb el-Arnaût, Müessesetü'rRisâle, Beyrut 1993, 2.b. İbnu'l-Kayserânî, Muhammed b. Tâhir, Tezkiretu'1-Huffâz, Thk. Hamdi Abdulmecid İsmail es-Selefî, Dâru'n-Neşr Dâru'sSâmi'î, Riyad 1415h. İbn Kayyım el-Cevziyye, İ'lâmu'l-Muvakkı'în an Rabbi'I-Alemin, Thk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid, Dâru'lFikr,Beyrut, 1977.. İbn Kesîr, Ebu'l-Fida İsma'îl, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, Ma'rife, Beyrut 1 9 9 2 , III, 390.
Dâru'l-
İbn Kuteybe ed-Dîneverî, Kitâbu Tc'vîh' MuhtcM'I-Hadis, betü'l-Mütenebbi, Kahire tsz.
Mekte-
İbn Mâce, Ebû Abdillah Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî. Sünen, elMektebetü'l-İslâmiyye, İstanbul T s z . İbn Sa'd, et-Tabakâtu'l-Kübrâ,
Dâru's-Sâdır, Beyrut tsz.
İbn Salâh, Mukaddime 6 Ulûmi'l-Hadîs, Beyrut 1978.
Dâru'l-Kütübi'l-İimiyye,
İbnu'l-Cevzî, Ebu'l-Ferec, ed-Du'afâ vc'1-Metrûkîn, Thk. Abdullah el-Kâdî, Dâru'l-Kütübi'l-İimiyye, Beyrut 1406 h. İbnu'l-Cezeri, en-Neşr 6'1-Kıraati'l-Aşr, Thk. Ali Muhammed esSabbâğ, Matbaatu Mustafa Muhammed, Mısır tsz. İbnu'l-Esîr, Mecdüddîn Ebu's-Seâdât el-Mübarek b. Muhammed el-Cezeri, en-Nihâyc fi Garîbi'l-Hadîs, Müessesetü İsmâiüyyân, 1327h. İbrahim Mustafa ve diğerleri, cl-Mu'cemu'l-Vasît, İstanbul 1989.
Çağn Yayınlan,
İbrahim b. Muhammed Ebu'l-Vefâ el-Halebî, et-Tcbyîn li-Esmâi'lMüdcllisîn, Thk. Muhammed İbrâhîm Dâvud, Müessesetü'r-Reyyân, Beyrut 1994. el-Tclî el-Kûfi, Ahmed b. Abdillah, Ma'rifetu's-5ücat, Mektebetü'dDâr, Thk. Abdulalîm Abdulaziz, Medine 1985. İltaş, Davut, "Yadsınan Gelenek "İslam'a Yamanan Sanal Şiddet: Recm ve İrtidat Meselesi" Yazısı Üzerine Bazı Eleştirel Mülahazalar", Marife, Yıl: 3, Sayı: 1, Bahar 2 0 0 3 , ss. 2 1 7 227. İngilizce-Türkçe Redhouse 1989, 15.b.
Sözlüğü,
Redhouse Yayınevi, İstanbul
Itr, Nuruddin, el-lmâm et-Tirmizî ve'l-Müvâzenetü Beyne Câmi'ihi ve Beyne's-Sahîheyn, Matbaatu'I-Cenne, Kahire 1970. Menhecü'n-Nakd fi Beyrut 1997, 3.b.
Ulûmi'l-Hadîs,
Dâru'l-Fikri'l-Muâsır,
İzutsu, Toshihiko, Kur'ân 'da Allah ve İnsan, Çev. Süleyman Ateş, A Ü İ F Yayınlan, Ankara 1975 Kahraman, Abdullah, "Fıkhı Hadîslerin Doğru Anlaşılıp Yorumlan ması Hususunda Bazı Esaslar", CÜÎF Dergisi, Cilt: V, Sa yı: 2 , Yıl: 2 0 0 1 . Kahraman, Hüseyin, Maturidilikte 2001.
Hadîs
Kültürü,
Arasta, Bursa
Kandemir, Yaşar, "'Amr b. Meymûn", DİA, III, s. 8 9 . Kara, Necati, Kur'ân'da Bir İletişim Aracı Olarak Beden Kitap) İstanbul 2 0 0 2 .
(Basılmamış
Kur'ân-Sünnet 1995.
Bütünlüğü,
İhtar Yayıncılık,
Erzurum
"Bir Bildirişim Dizgesi Olarak Beden Dili (Bir Metin Ola rak Beden Dili) -Kur'ân Örneği", Yüzüncü Yıl Üniversi tesi İlahiyat Fakültesi Kur'ân ve Dil -Dilbihm ve Hcrmenötik- Sempozyumu, Bakanlar Matbaası, Erzurum 2 0 0 1 . Kara, Osman, "Sünnete Göre Ziyaret" Din Öğretimi 2 5 , Aralık 1990.
Dergisi,
Sayı:
Karacabey, Salih, Hadîs Tenkidi, Sır Yayıncılık, İstanbul 2 0 0 1 . Hattâbî'nin 2002.
Hadîs İlmindeki
Yeri, Sır Yayıncılık, İstanbul
Karâfi, Şihâbuddin Ebu'l-Abbâs, cl-Furûk, tsz.
Âlemu'l-Kütüb, Beyrut
Karaman, Hayrettin, "Bağlayıcılık Açısından Rasûlullah'ın Davranış ları", Hz. Peygamber ve Aile Hayatı, İlmi Neşriyat, İstan bul Tsz. Karataş, Şaban, Şia ve Sünni Kaynaklarda lan, İstanbul 1996. el-Kardâvî, Yusuf, er-Resûl 1985.
ve'l-İlm,
Kur'ân Tarihi, Ekin Yayın Müessesetü'r-Risâle, Beyrut
Sünneti Anlamada Yöntem, Çev. Bünyamin Erul, Rey Ya yınlan, İstanbul 1 9 9 1 . Karlık, Halil, "İslâmda İyilik Kötülük ve İnsan" Din Öğretimi gisi, Sayı: 2 0 , Eylül 1989. el-Kâsımî, Muhammed Cemaluddin, Kavâidu't-Tahdîs, tübi'l-İlmiyye, Beyrut tsz. Katiboğlu, Bedri, "İnsan, İlim ve Din" Din Öğretimi 2 5 , Aralık 1990. Keleş, Ahmed, Hadîslerin 1998.
Kur'ân'a
Der
Dâru'l-KüDergisi,
Sayı:
Arzı, İnsan Yayınlan, İstanbul
"İslamcı Feminist Söylemin Hadîsleri Yorum Problemi", İslamiyat, Cilt: 5, Sayı: 3, Temmuz-Eylül, 2 0 0 2 . Kemal İzzuddin, cl-Hadîsu'n-Nebeviyyu'ş-Şerîf Belâğiyyc, Dâru İkrâ, Beyrut 1984.
min el- Vicheti'l-
Keskin, Yusuf Ziya, Recm Cezası, Beyan Yayınlan, İstanbul 2 0 0 1 .
Kcskioğlu, Osman, Fıkıh Tarihi ve İslam Hukuku, Ankara 1980
D İ B Yayınları,
el-Kevserî, Muhammed Zahid, cn-Nüketü't-Tarife, vâr, Kahire 1365 h.
Matbaatu'l-En-
Te'nîbu'l-Hatîb Mine'l-Ekâzîbi,
ala mâ Sâkahu S Tercemeti 1990.
EbîHanîfete
Kılıç, Sadık, "Hangi Evrede Olursa Olsun İnsanı Hayatta Tutmak Esastır", Sağhğınız, Haziran 1997, Sayı: 7. Kıray, M . B . , Ereğli Ağır Sanayiden Ankara 1964.
Önce Bir Sahil Kasabası,
DPT,
Kırbaşoğlu, Hayri, "İslama Yamanan Sanal Şiddet: Recm ve İıtidat Meselesi", Islâmiyat, V ( 2 0 0 2 ) , Sayı: 1, ss. 125-132. Alternatif
Hadîs Metodolojisi,
İslâm Düşüncesinde Ankara 1999. Ashâbu'l-Hadîse 1983.
Hadîs
Kitabiyat, Metodolojisi,
Göre Allah'm
Kırzıoğlu, Banıçiçek, Anlambilmi,
Ankara 2 0 0 2 .
Şifadan
Ankara Okulu, Problemi,
Ankara
Erzurum 1986.
el-Kindî, Ahmed b. Abdirrahîm, Tuhfetü't-Tahsîl S Zikri Ruvâti'lMerâsîl, Thk. Abdullah Nevvâre, Mektebetü'r-Reşîd, Ri yad 1999. Kitab-ı
Mukaddes Eski vc Yeni Ahit (Tevrat ve İncil), Kitab-ı Mu kaddes Şirketi, Zafer Matbaası, İstanbul, 1 9 9 1 .
Koçak, Faruk, İstanbul 1995.
Kütüphanelcrindeki
Koçkuzu, Ali Osman, Rivayet İlimlerinde ve Teşri Yönlerinden Değeri, 1988. Hadîste Nâsih Mensûh İstanbul 1985.
Meselesi,
Hadîs Cüzleri,
İstanbul
Haber-i Vahiüerin İtikat D İ B Yayınlan, Ankara M Ü İ F Vakfi Yayınlan,
"Yükseköğretimde Din Bilimlerinin Başanlı Öğretilebilmesinde İki Önemli Faktör: İnsan Kaynağı ve Ders Müfredatlan", Yükseköğretimde Din Bilimleri Öğretimi Sem pozyumu, Samsun 1988, ss. 63-74.
—
"Hadîs Öğretim Ve Eğitiminde N e Yaptık? Neler Yapabi lirdik", Hadîsin Dünü-Bugünü ve Geleceği Sempozyumu (14-15 Ekim 1993), Samsun 1993, ss. 63-74.
Koçyiğit, Talat, Kelâmcılarla Hadîsçiler T D V Yayınlan, Ankara 1984.
Arasındaki
Münakaşalar,
Hadîs Istılahları, A Ü İ F Yayınlan, Ankara 1 9 8 5 , 2.b. Hadîs Tarihi, A Ü İ F Yayınlan, Ankara 1988. "Âhâd Haberlerin Değeri" AÜİF kara 1966, s. 125-142
Dergisi,
Sayı: XTV, An
"İbn Şihâb ez-Zührî" AÜİF Dergisi, XXI, s. 51-84. Konevî, Kasım, Enîsü'l-Fukahâ, Thk. Ahmed b. Abdirrezzak, Müessesetü'l-Kütübi's-Sekâfiyye, Beyrut 1987, 2.b. Köktaş, Yavuz, "Hadîslerin Anlaşılmasında Mecaz Bilgisi, eş-Şerîf er-Râdi ve el-Mecâzâtu'n-Nebeviyye", Ekev Akademi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 2 , Yd: 2 0 0 1 . "Hadîs Temelli Kalıp Yargılarda Kadın" Adlı Kitabın Eleş tirisi", Dinbilimlcri Akademik Araştırma Dergisi, www.dinbilimleri.com, Yıl:l, Sayı:4, 2 0 0 1 . Köse, Saffet, "İbn Vehb", DÎA, XX, Kurt, Ali Vasfi, Endülüste bul 1998.
Hadîs ve İbn Arabî, İnsan Yayınlan, İstan
Kudu, Sönmez, Türklerin İslamlaşma Sürecinde ri, T D V Yayınlan, Ankara 2 0 0 0 .
Mürcie
ve Tesirle
el-Leknevî, Muhammed Abdulhayy, el-Cerh ve't-Ta'dîl, Thk. Abdulfettâh Ebû Gudde, Dâru'l-Aksâ, Beyrut 1987, 3.b. Zaferu'l-Emânî B Muhtasari'l-Cürcânî, Thk. Takıyyuddin en-Nedvî, Câmi'atu'l-İslâmiyye, Hindistan 1995. el-Makdisî, Muhammed b. Tâbir, Şurûtu'l-Eimmeü's-Sittc, Tik. Muhammed Zahid el-Kevserî, Mektebetü'l-Kudsî, Kahire 1357h. Mâlik b. Enes, el-Muvatta, Thk. Muhammed Fuad Abdulbâkî, Dâ ru İhyâi'l-Kütübi'l-Arabiyye, Kahire tsz. el-Mâverdî, Ebu'l-Hasan, cn-Nüket ve'l-'Uyûn, Tik. es-Seyyid b. Abdilmaksûd, Dâru'l-Kütübi'l-İimiyye, Beyrut 1992.
Mehmed Esad Efendi, Kenzü'l-İrfân Matbaası, İstanbul tsz.
Binbir Hadîs-i
Şerif, Sümer
Mehmed Zihni Efendi, Nimet-i İslam, Sönmez Yayınlan, İstanbul tsz. Menekşe, Ömer, "Osmanlı'da Zina Cezası Olarak Recm", Yıl:3, Sayı: 2 , Güz 2 0 0 3 , ss.7-18
Marife,
Merttürkmen, Hilmi, Buhârî'nin Ebû Hanîfc'ye mış doktora tezi), Erzurum 1976.
İtirazları (Basılma
el-Merzûkî, Ebû Ali el-İsfehânî, Kitâbu'l-Ezmine darâbâd 1332 h.
ve'l-Emkine,
Hay-
el-Mizzî, Yûsuf b. ez-Zekî, Tehzîbu'l-Kemâl, Thk. Beşşâr 'Avvâd Ma'rûf, Müessesetü'r-Risâle, Beyrut 1980. Molla Hüsrev, Mirkâtu'l-Usûl,
Salah Bilici Kitabevi, İstanbul tsz.
Mollamehmetoğlu, Osman Zeki, Sünen-i Tirmizî Emre Yayınlan, İstanbul tsz. Muallim Naci, Lugat-i
Tercümesi,
Yunus
Naci, Çağn Yayınlan, İstanbul 1978.
el-Mübârekfurî, Ebû'l-'Alâ Muhammed b. Abdirrahmân, Ahvezî, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut Tsz. Muhammed Ebû Zehv, el-Hadîs Arabî, Tsz.
ve'l-Muhaddisûn,
Tuhfctü'l-
Dâru'l-Fikri'l-
Muhammed b. Abdillah b. Ahmed, Mevlidu'l-Ulcmâ ve Vefcyâtuhum, Thk. Abdullah Ahmed Süleyman el-Hamd, Dâru'l'Âsıme, Riyad, 1410. el-Mursafî, Sa'd, Şübühâtun Beyrut 1994. Mustafa Zeyd, cn-Nesh
Havle
â'l-Kur'âni'l-Kerîm,
el-Münâvî, Abdurraûf, Feyzu'l-Kadîr 1938. el-Müncid
h'I-Lüğa,
Ehâdîsi'r-Recmi
Şerhu
vc
Reddühâ,
Dâru'l-Vefa, 1987. Câmi'i's-Sağir,
Mısır
Dâru'l-Meşrik, Beyrut 1983.
Nagel, Tilman, "Hadîs Ya da Tarihin İmhası", Çev. Ali Dere, İslâmi Araştırmalar, Cilt: 10, Sayı: 1-2-3, 1997. Nasr, es-Sıddık Beşîr, Zavâbıtu'r-Rivâye İndc'I-Muhaddisîn, yetü't-Da'veti'l-İslâmiyye, Tırablus 1992.
Külliy-
cn-Nesâî, Ebû Abdirrahmân, cd-Du'afâ ve'l-Metrûkîn, Thk. Mu hammed İbrahim Zâid, Dâru'l-Ve'â, Halep 1369h. Süncn(Suyûtî Şerhi ve Sindi Hâşiyesiyle birlikte), Thk. Abdulfettâh Ebû Gudde, Dâru'l-Beşâiri'l-İslâmiyye, Beyrut 1988. en-Nesefî, Ebu'l-Berekât, Tefsir, Dâru Kitâbi'l-Arabî, Beyrut 1988. en-Nevevî, Muhyiddin Ebû Zekeriyya, et-Takrib ve't-Teysîr liMa'rifetiSüneni'l-Beşîri'n-Nezîr, Tik. Abdullah Ömer elBârûdî, Müessesetü'l-Kütübi's-Sekâfiyye, Lübnan 1986. Şcrhu Sahihi Müslim, Okçu, Abdulmecid, Kur'ân 2001.
Dâru'l-Kütübi'l-İimiyye, Beyrut tsz. ve Kıraat,
Ekev Yayınlan, Erzurum
Okiç, M . Tayyib, Bazı Hadîs Meseleleri Üzerinde Yalçın Matbaası, İstanbul 1959. "Hadîste Tercüman", AÜİF Dergisi, ss.27-47. Tefsir ve Hadîs usûlünün İstanbul 1995. Özafşar, Mehmet Emin, Oryantalist Yayınlan, Ankara 1999.
Tetkikler,
Osman
Cilt:XIV, Yd: 1966,
Bazı Meseleleri,Nûn Yaklaşıma İtirazlar,
Yayıncdık, Araştırma
"Hadîsin Neliği Sorunu ve Akademik Hadîsçilik", İslâmiyat, III ( 2 0 0 0 ) , Sayı: 1, ss. 33-53. Hadîsi Yeniden Düşünmek Fıkhî Hadîsler Bağlamında İnceleme, Ankara Okulu Yayınlan, Ankara 1998.
Bir
"Kültür Talimizde Rey-Eser Çatışması Dinî, Psikolojik, Sosyo Kültürel Temelleri", AÜİF Dergisi, Sayı: X L I , An kara 2 0 0 0 , ss. 2 2 5 - 2 7 3 . Özcan, Zeki, Teolojik Hermenöok,
Alfa Yayınlan, İstanbul 1998.
Özdemir, Kemaleddin, Abd b. Humeyd (Basılmamış) Erzurum 1980.
ve Müntehab
Müsncdi,
Özden, Erdal, "İslâmın İlme Okumaya Verdiği Önem", Din timi Dergisi, Sayı: 2 1 , Kasım, 1989. Özek, Ali, Hadîs Ricali Hadîs İlimleri ve Kaynaklan, İstanbul 1967.
Öğre
Fatih Matbaası,
Özmansur, M. Avni (Avnullah), Kur'ân'daki Asıl İslâm Bu, Saray Matbaası, İkinci Kitap, Dördüncü Kitap, Ankara 2 0 0 2 . Özön, Mustafa Nihat. Osmanlıca-Türkçe tabevleri, İstanbul, 1965. Öztürk, Yaşar Nuri, Kur'ân'daki 16.b.
Sözlük, İnkılap vc Aka Ki-
İslâm, Yeni Boyut, İstanbul 1997,
Kur'ân-ı Kerim Meali (Türkçe bul 1999, 117.b. Kur'ân'ın 3.b.
Temel Kavramları,
Palmer, F.R., Semantik, 2001.
Çeviri), Yeni Boyut, İstan Yeni Boyut, İstanbul 1994,
Çev. Ramazan Ertürk, Kitabiyat, Ankara
Polat, Selahattin, "İlahiyat Fakültelerinde Hadîs Dersleri (Amaç, Muhteva, Metot)", Yükseköğretimde Din Bilimleri Öğre timi Sempozyumu, Samsun 1988. "Cerh ve Ta'dilin Tenkidi", EÜİF Dergisi, Sayı: 2 , Kayse ri 1985, ss. 2 2 1 - 2 4 8 . "Hadîslerin Kur'ân'a Arzının Problemleri", Sünnetin Din deki Yeri, Ensâr Neşriyat, İstanbul 1998, ss. 177-185. "Hadîste Anlama (Yorum)-Metin Tenkidi İlişkisi", Hadi sin Dünü Bugünü ve Geleceği Sempozyumu, Samsun 1993, ss. 6 7 - 7 5 . Hadîs Araştırmaları,
İnsan Yayınlan, İstanbul Tsz.
Mürscl Hadîsler ve Delil Olma Yayınlan, Ankara 1985.
Yönünden
Değeri,
TDV
Porzig, VValter, Dil Denen Mucize, Çev. Vural Ülkü, Kültür Bakan lığı Yayınlan, Ankara 1990. Râğıb el-isfehânî, el-Müfredât İstanbul 1986.
fî GarîbiTKur'ân,
Dâru Kahraman,
er-Râmehurmuzî, el-Huseyn b. Abdirrahman, el-Muhaddisu'l-Fasıl Beyne'r-Râvî ve'l-Vâ'î, Thk. Muhammed Accâc el-Hatîb, Dâru'l-Fikr, 1984, 3.b. er-Râzî, Fahreddin, et-Tcfsîru'i-Kcbîr, Tahran tsz., 2.b.
Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye,
er-Râzî, Muhammed b. Ebî Bekr b. Abdi'l-Kâdir, Mektebetü Lübnan, Lübnan 1992.
Muhtâru's-Sıhâh,
er-Rebî' b.Habîb b. Ömer el-Ezdî, Müsncd, Thk. Muhammed İdrîs-Aşûr b. Yûsuf, Dâru'l-Hikme, Beyrut 1415. Rickman, H.P., Anlama, vc İnsan Bilimleri, A.Ü. Basımevi, Ankara 1992. Robson, James, "Sünen-i Ebî Dâvud Nüshalarının Rivayeti" AÜİF Dergisi, Çev. Talat Koçyiğit, Sayı: IV, Ankara 1956, ss. 173-182. es-Sa'âtî, Ahmed Abdurrahmân, el-Fethu'r-Rabbânî, Turâsi'l-Arabî, Beyrut T s z . Sa'dî Ebû Ceyb, el-Kâmûsu '1-Fıkhiyyc Luğaten Fikr, Dımeşk, T s z .
ve Isülâhen,
es-Sâbûnî, Muhammed Ali, Safvetu't-Tctasîr, Cidde tsz. Sadak, Bekir, Tac Tercümesi,
Dâru İhyâi't-
Mektebetü Cidde,
Eser Matbaacılık, İstanbul 1975.
Sakallı, Talat, "Sünnetin Bağlayıcılık Açısından Taksimi", Dergisi, Yıl: 1 9 9 5 , Sayı: 2 , ss. 39-102. Hadîs Tarüşmalan İbn Hacer-Bcdrüddîn yınları, Ankara 1996, 146s. Sancaklı, Saffet, Sünneti 2001.
Dâru'l-
Doğru
Anlamak,
SDÜİF
Ayni, T D V Ya
Sır Yayıncdık, İstanbul
Sandıkçı, Kemal, "İnsanın Yaratılışı", Salığınız, 7. İlk Üç Asırda İslâm Coğrafyasında Ankara 1 9 9 1 .
Haziran 1997, Sayı: Hadîs,
D İ B Yayınlan,
Sancık, Murat, "Seyyidlerle İlgisi Açısından Ahzâb Sûresi Otuzüçüncü Ayeti ve Tarihi Tesirleri", Atatürk Üniv. İF. Dergi si, Sayı: 1 1 , Erzurum 1993, ss.183-210. Sausure, Ferdinand, Genel Dilbilim Dersleri, T D K Yayınlan, Ankara 1976.
Çev. Berke Vardar,
es-Saydâvî, Ebu'l-Huseyn Muhammed b. Ahmed, Mu'cemu'ş-Şuyûh, Thk. Ömer Abdusselâm Tedmirî, Müessesetü'r-Ri sâle, Beyrut 1405 h.
es-Sehâvî, Muhammed b. Abdirrahmân, Fcthu'l-Muğîs Şcrhu E16ycd'l-Hadîs, Thk. Salah Muhammed Muhammed, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1996. es-Serahsî, Ebû Bekr, Usûlu's-Serahsî, Thk. Ebu'l-Vefâ el-Efğânî, Mektebetü Meârif, Riyad tsz. Sezgin, Fuat, Buhârî'nin
Kaynaklan,
Kitabiyat, Ankara 2 0 0 0 .
Sıddıkî, Muhammed Zübeyr, Hadîs Edebiyaü Tarihi, Çev. Yusuf Zi ya Kavakçı, İrfan Yayınevi, İstanbul 1966. Sifil, Ebubekir, Modern İslâm Düşüncesinin yınları, 1997.
Tenkidi I, Kayıhan Ya
Sitembölükbaşı, Şaban, Türkiye'de İslâmı'm Yeniden (1950-1960), İsam Yayınlan, Ankara 1995. Sofuoğlu, Mehmed, Sahîh-i Buhârî Terccmesi, tanbul 1987.
İnkişaf]
Ötüken Yayınlan, İs
Sofuoğlu, Cemal, "Muhammed Sâdık Necmî'nin Buhârî'ye Yönelt tiği Bazı Tenkidleri", DEÜİF Dergisi, Sayı: VI, İzmir 1989, ss. 89-94. "Kur'ân ve Hadîs Kültürünün Kutadgu Bilig'deki İzleri", DEÜİF Dergisi, Sayı: V, ss. 127-180. "Zayıf ve Mevzu Hadisler Açısından Tirmizî'nin Sünen'i Üzerine Bir İnceleme", DEÜİF Dergisi, Sayı: 6, İzmir 1989, ss. 4 3 - 8 7 . Soysaldı, Mehmet, Kur'ân ve Sünnet Işığında İbâdet Elazığ Şubesi yayınlan, Ankara 1997. Subhi es-Salih, Ulûmu THadîs ve Mustalahuhu, lâyîn, Beyrut 1969, 5.b.
Tarihi, T D V
Dâru'l-İlm li'l-Me-
Hadîs İlimleri ve Hadîs İstılahları, Çev. M. Yaşar Kandemir, D İ B Yayınlan, Ankara 1986. es-Suyûtî, Celâluddin Abdmrahman b. Ebî Bekr, Tedribu'r-Râvî, Thk., Ahmed Ömer Hâşim, Dâru'l-Kütübi'l-Arabî, Bey rut 1989. el-Leâli'l-Masnû'a
H'l-Ehâdîsi'l-Mevzû'a,
Mısır tsz.
Esbâbu Vurûdi'l-Hadîs, Thk. Yahya İsmail Ahmed, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1984.
Tabakâtu'l-Huttaz, h.
Dâru'l-Kütübi'l-İimiyye, Beyrut 1403
eş-Şâfi'î, Muhammed b. İdris, cr-Risâle, Thk. Muhammed Seyyid Kilânî, Kültür Yayınlan, İstanbul 1985. Şâkir, Ahmed Muhammed, el-Bâisu'l-Hasîs Şerhu İhtisâri Hadis, Dâru'l-Kütübi'l-İimiyye, Beyrut tsz.
Ulûmi'l-
eş-Şâtıbî, Ebû İshâk İbrahim b. Mûsâ, el-Muvâfakât û Usûli'l-Ahkâm, Mektebetü ve Matbaatu Muhammed Ali, Kahire Tsz. el-İ'tisâm,
Dâru'l-Burak, Kahire 1988.
Şehîd es-Sânî, er-Riâye ü İlmi'd-Dirâye, Thk. Abdulhuseyn Muham med Ali Bakkal, Mektebetü âyetullah el-Uzmâ, Kum 1308. Şemseddin Sami, Kâmûsî Kamusu
Türkî, Çağn Yayınlan, İstanbul 1317.
A'lâm, Mihran Matbaası, İstanbul 1311 h.
eş-Şeybânî, Muhammed b. Hasan, KitâbuTAsâr, Süne ve'l-Cemâ'a, Karaçi 1985. Şimşek, Sait, Günümüz
Tefsir Problemleri,
Kur'ân 'm Anlaşılmasında tanbul 1 9 9 1 .
Mektebetü Ehli
Kitap Dünyası, Tsz.
İki Mesele,
Yöneliş Yayınlan, İs
Şürünbülâlî, Hasan b. Ammâr, Nuru'l-lzah Şerhi MerakiTFclah, Çev. Süleyman Fahir, Ensâr Neşriyat, İstanbul tsz. et-Tabatabâî, Muhammed Huseyn, el-Mîzân û Tefsîri'TKur'ân, Müessesetü Matbaatu İsmâiliyyân, Tahran tsz. et-Taberânî, Süleyman b. Ahmed, el-Mu'cemu'TKcbîr, Thk. Abdulmecîd es-Selefi, Mektebetü'l-Ulûm ve'l-Hikem, el-MevsıI 1983, 2.b., et-Taberî, Muhammed b. Cerir, Câmi'uTBeyân, İimiyye, Beyrut 1992. et-Tahâvî, Ebû Ca'fer, Müşkilü'TÂsâr,
Dâru Sâdır, Beyrut tsz.
et-Tahhân, Mahmud, Teysîru Mustalahi'l-Hadîs, ârif, Riyad 1 9 8 5 , 7.b. et-Tayâlisî, Ebu Dâvud, Müsncd,
Dâru'l-Kütübi'l-
Mektebetü'l-Me-
Dâru'l-Ma'rife, Beyrut ts.
et-Tehânevî, Zafer Ahmed, Kavâidfi Ulûmi'l-Hadîs, Thk. Abdulfettah Ebu Gudde, Îdâretü'l-Kur'ân ve'l-Ulûmi'l-İslâmiyye, Pakistan Tsz. Yeni Usûl-i Hadîs, Çev. İbrahim Canan, Thk. Abdulfettah Ebu Gudde, T Ö V Yayınlan, İzmir 1982. Tekin, Nimeti, Kütahya ve Çevresinde Halkın Hadîs Bilgisi (Basıl mamış lisans tezi), Erzurum-1999. Tekineş, Ayhan, Hadîsi Anlama 2002.
Problemi,
Işık Yayınlan, İstanbul
et-Tîbî, el-Huseyn b. Abdillah, cl-Hulâsa û Usûli'l-Hadîs, Subhî es-Sâmerrâî, Âlemu'1-Kütüb, Beyrut 1985.
Thk.
et-Tirmizî, Ebû isâ Muhammed b. isâ, Sünen (el-Câmi'u's-Sahîh), Thk. Ahmed Muhammed Şâkir, Dâru'l-Fikr. Toksan, Ali, Delil Olma Yönünden 1994. Ebû Hureyre
Sünnet,
ve Hadîs İlmindeki
Topaloğlu, Nuri, Selçuklu Ankara 1988.
Dönemi
Rey Yayıncılık, Kayseri Yeri, Kayseri 1982.
Muhaddisleri,
Tuğ, Salih, Züheyr'übnu Harb ve Kitâbu'l-İlm yınlan, İstanbul 1984.
D İ B Yayınlan,
Adlı Eseri, İ Ü E F Ya
Tuksal, Hidayet Şefkatli, "İlhan Arsel, Şeriat ve Kadın", Islâmiyat, Cilt: 1, Sayı: 4, Ekim-Aralık 1998, ss.227-238. Kadın Karşıtı Söylemin İslâm Geleneğindcki Kitabiyat, Ankara 2 0 0 0 .
İzdüşümleri,
Turan, Mustafa, "İstanbul'un Fethinin 536. Yıldönümünde Fetih Olayı ve Fatih", Din Öğretimi Dergisi, Sayı: 2 8 , MayısHaziran 1 9 9 1 . Türkçe Sözlük, T D K , Ankara 1982. Türk Dili vc Edcbiyaü 1981.
Ansiklopedisi,
Dergâh Yayınlan, İstanbul
Türkdoğan, Orhan, Bilimsel Değerlendirme ve Araştırma lojisi, M E B Yayınlan, İstanbul 1995. et-Tûsî, Ebu Ca'fer Muhammed, Tchzîbu'l-Ahkâm, bi'I-îslamiyye, Tahran 1390 h.
Metodo
Dâru'l-Kütü-
Udeh, Abdulkadir, İslam Ceza Hukuku ve Beşeri Hukuk, Nuri, İhya Yayınlan, İstanbul 1977.
Çev. Akif
Uğur, Mücteba, "Türkiye'de Hadîs Öğretimi Üzerine Bazı Düşün celer", Din Öğretimi ve Din Hizmetleri Semineri (8-10 Nisan 1998), D İ B Yayınlan, Ankara 1 9 9 1 , ss.242-245. Ansiklopedik Hadis Ankara 1992.
Terimleri
Hadîs İlimleri Edcbiyaü,
Sözlüğü,
T D V Yayınlan,
T D V Yayınlan, Ankara 1996.
Usta, Niyazi, "Aklın Kullanımı Hoşgörü ve Toplumsal Banş", Ata türk ÜİF Dergisi, Sayı: 16, Erzurum 2 0 0 1 , ss.97-105. Ülgen, Gülten, Kavram Geliştirme,
Pegem Yayıncdık, Ankara 2 0 0 1 .
Ünal, İsmail Hakkı, İmâm Ebû Hanîfe'nin li Mezhebinin Hadîs Metodu, 2001.
Hadîs Anlayışı ve Hane D İ B Yayınlan, Ankara
Ünal, Yavuz, "Rivâyederin H z . Peygamber'e Aidiyetini Tesbitte Ak lın Rolü", Hadîsin Dünü Bugünü vc Geleceği Sempozyu mu, Samsun 1993, ss.163-170. Cumhuriyet Türkiycsi Etüt, Samsun 1997.
Hadîs
Ünver, Mustafa, Kur'ân 'ı Anlamada Ankara 1996.
Çalışmaları
(1920-1997),
Siyakın Rolü, Sidre Yayınlan, \.
Var, Beşir, Çorum ve Çevresinde Halkın Hadîs Kültürü, (Basılma mış Lisans Tezi), Erzurum 1998. YVatt, Montgomery, "İslamın Geleneksel Olarak Kendini Görüşü", Çev. Turan Koç, Bilgi vc Hikmet, Kış 1995, Sayı: 9, ss.76-91. Yardım, Ali, Hadîs II, D E Ü Yayınlan, İzmir 1984. "Şemail Nev'inin Doğuşu ve Tirmizî'nin Kitâbu'ş-Şemâil'i", DEÜİF Dergisi, Sayı: 1, İzmir 1 9 8 3 , ss. 349-409. "Kuzâî ve Müsnedü'ş-Şihâb'i", DEÜİF İzmir 1987, ss. 2 8 5 - 3 4 8 .
Dergisi,
Yatkın, Nihat, Ebû Bekr İbn Ebî Şeybe ve Kitâbu'TMusannefi sılmamış doktora tezi), Erzurum 1998.
Sayı: 4, (Ba
Hadîslerin Mana İle Rivayetleri vc Neticeleri Yükseklisans Tezi), Erzurum 1992. Yavuz, A. Fikri, Açıklamalı-Muâmelâdı rı, İstanbul 1979. Yavuz, İrfan, "Kavramlar", İstikamet,
(Basılmamış
İslâm İlmihali, Çile Yayınla Eylül-Ekim 1994.
Yazır, Elmalık Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur'ân Dili, Feza Ga zetecilik, İstanbul tsz. Yeğin, Abdullah ve diğerleri, Osmanlıca-Türkçc gat, Türdav, İstanbul 1 9 8 1 . Yıldırım, Enbiya, Geleneksel İstanbul 2 0 0 2 .
Hadîs Yorumculuğu,
Ansiklopedik
Lü
Rağbet Yayınlan,
Yıldınm, Zeki, Razî'nin ct-Tefsîru'l-Kebir'inde Fıkıh Usûlü Uygula ması (Basılmamış Doktora Tezi), Erzurum 1997. Yıldız, Muharrem, "Din Öğretimi Açısından Ahirete İman ve Öne mi", Din Öğrcümi Dergisi, sayı: 2 4 , Eylül 1990, ss.108113. Yılmaz, Recep, Din Görevlilerinin Hadîs Birikim Seviyeleri Üzerine Tecrübi Bir Araştırma (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 1994. Yörükân, Yusuf Ziya, Ebu'l-Feth Şchristânî "Milel vc Nihal" Üzeri ne Karşılaştırmalı Bir İnceleme vc Mezheplerin Tedkikinde Usûl, Yayına Hazırlayan: Murat Memiş, Kültür Bakan lığı Yayınlan, Ankara 2002. İslam Akaid Sisteminde Gelişmeler, Yayma Hazırlayan: Turhan Yörükân, T C Kültür Bakanlığı Yayınlan, Ankara 2001. Yücel, Ahmet, Hadîs Istılahlarının Doğuşu fi Yayınlan, İstanbul 1996.
vc Gelişimi, M Ü İ F Vak
Hadîs İlminde Tenkit Terimleri vc İlgili Çalışmalar, İF Vakfi Yayınlan, İstanbul 1998.
MÜ
ez-Zehebî, Ebu Abdillah Şemsuddin, Tezkiretu'l-Huffâz, Tsh. Vezâretu'l-Meârifi'l-Hindiyye, Dâru İhyâi't-Turâsi'l-Arabî, Tsz. el-Kâşif, Thk. Muhammed 'Avvâme, Dâru'l-Kıble, Cidde 1992.
—
et-Tdhîs,
Mektebetü'l-Matbû'âti'l-İslâmiyye, Beyrut tsz.
Men Tüküllimc Fîhi, Thk. Muhammed Şekûr, Mektebetü Menâr, 1406 h. Siyeru A'lâmi'n-Nübdâ, Thk. Şu'ayb el-Arnavutî-Muhammed Na'îm, Müessesetü'r-Risâle, Beyrut 1413. d-Mûkıza fi İlmi Mustalahil-Hadis, Thk. Abdulfettah Ebû Gudde, Mektebetü'l-Matbû'âti'l-İslâmiyye, Beyrut 1405. d-Muktenâ fi Serdi'l-Kiinâ, Thk. Muhammed Salih, Câmi'atu'l-İslâmiyye, Medine 1408 h. Mîzânu'J-Ptidâl fi Nakdi'r-Ricâl, Thk. Ali Muhammed elBecâvî, Dâru'l-Ma'rife, Beyrut. ez-Zemahşerî, Ebu'l-Kâsım Carullah, d-Kcşşâf an ve 'Uyûni'l-Akâvil fi Vucûhi't-Te'vîl, Beyrut tsz.
Hakâiki't-Tcnzîl Dâru'l-Ma'rife,
Zengin, Zeki Salih, "Tevhîd-i Tedrisât Kanununun Hazırlanmasın dan Sonraki İlk Dönemlerde Uygulanışı ve Din Eğitimi", Dini Araşürmalar, Cilt: 5, Sayı: 13, 2 0 0 2 , s. 9 7 - 1 0 4 . ez-Zerkeşî, Bedru'd-Din Ebu Abdillah Muhammed b. Abdillah, etTezkire fi'l-Ehâdîsi'l-Müştehire, Thk. Mustafa Abdulkadir Atâ, Dâru'l-Kütübi'l-İslâmiyye, Beyrut-1986. Zeydan, Abdulkerim, Fıkıh Usûlü, Çev. Ruhi Özcan, Emek Mat baası, Sivas 1982, 2.b. ez-Zeyle'î, Cemaluddin Ehâdîsi'l-Hidâyc,
Ebû Muhammed, Nasbu'r-Râye d-Mektcbetü'l-İslâmiyye, 1973.
fi
ŞAHIS İSİMLERİ İNDEXİ A-B A b d u l l a h b . A b b â s 106, 1 1 1 , 119, 167, 168, 169, 170, 171 A b d u l l a h b . E b î Evfâ 2 1 3 A b d u l l a h b . Rafı' 2 5 5 A b d u l l a h b . Sercis 124, 130 Abdulhamit H a n 60 A b d u r r a h m a n b . A v f 170, 174, 2 0 2 A b d u r r a u f Fıtrat 54 A b d u r r e z z â k 5 9 , 1 3 3 , 137, 138, 139, 1 4 0 , 1 5 7 , 1 7 0 , 1 7 1 , 179 A h m e d E m i n 55 Ali b . E b î T â l i b 2 0 6 A m r b . Sabit 9 5 ' A m r b. M e y m û n 162, 2 1 2 A ' m e ş 134, 2 2 9 'Asım b. B e h d e l e 133, 134, 135, 139, 1 4 0 , 1 5 7 , 1 8 0 , 181 Aşere-i M ü b e ş ş e r e 108 el-Bâcî 6 1 , 134, 143, 144, 2 8 6 B a ğ d a t 127 e l - B a ğ d â d î 6 8 , 73, 74, 7 5 , 76, 104, 145 B a s r a 126, 137 Bergson 215 Beyhakî 59, 144, 146, 1 5 5 , 156, 166, 167, 1 7 1 , 177, 178, 179, 1 8 1 , 188 e l - B e z d e v î 157 B r a h m a n 36 B u h a r a cedidcileri 54
C-D C â b i r b. Abdillah 1 2 5 , 2 5 7 Caetanî 9 4 Câhız 249, 261 Cessâs 198 ed-Dârekutnî 50, 6 1 , 144,
146
ed-Dârimî 50, 127, 128, 130, 131, 155, 156, 157, 178 ed-Dihlevî 6 1 , 108, 2 2 9 , 2 7 5 , 2 7 6 , 2 8 5 , 2 8 7 , 2 8 8 Derveze
223
E-F E b û Bekr 106, 113, 117, 1 2 2 , 123, 129, 138, 166, 1 6 7 , 1 6 9 , 1 7 4 ,
177,
188, 209, 214, 257, 2 7 0 , 288, 291 E b û Bekr İbn Ebî Şeybe 1 0 6 E b û Ca'fer et-Tahâvî 2 2 9 Ebû Cehm 262, 263 E b û D â v u d et-Tayâlisî 1 3 3 , 1 3 6 , 1 4 0 , 1 7 9 , 2 2 2 E b û Hanîfe 4 0 , 54, 73, 7 9 , 86, 8 7 , 116, 117, 1 2 5 , 137, 1 8 5 , 188, 2 2 9 E b û Hureyre 39, 4 0 , 8 2 , 83, 9 1 , 9 6 , 108, 113, 122, 133, 142, 2 1 4 , 2 5 3 , 261,262 E b û Huzeyfe
221
E b û M ü s l i m el-İsfehânî
189
E b û Reyye 8 1 Ebû Ubeyde 61 Ebû Ü m â m e 142, 143, 150, 157, 182, 183 Ebû Umeyr 277, 278, 279, 280, 281 E b û Yusuf 73, 222 Enceşe 2 5 1 E n e s b. M â l i k 4 3 , 4 4 , 1 0 9 , 1 1 3 , 2 5 1 , 2 5 7 , 2 7 6 , 2 7 7 , 2 7 8 , 2 7 9 , 2 8 0 , 2 8 3 E s ' a d b . Sehl b. H a n î f 1 4 2 el-Evzâî 59 Ezârika 1 9 2 , 193, 2 8 8 Fahruddin er-Râzî 192 Fazlur R a h m a n 2 4 el-Firebrî 5 9 , 6 0 Françis B a c o n 8 4
G-H Goldziher 4 0 , 8 3 , 9 5 , 9 6 Ğamidiyye 2 0 9 , 2 9 3 Gerard L e C o m t e 3 9 Gazâlî 6 8 Hâkim en-Neysabûrî 53 H â l i d b. V e l î d 2 1 0 , 2 1 4 Hamidullah 3 8 , 39, 102, 2 0 4 , 2 0 5 , 2 0 6 Haricîler 1 9 2 , 2 1 7 , 2 8 8 H a s a n el-Basri 1 9 6 Hatîb el-Bağdâdî 6 8 , 7 3 , 74, 7 6 , 104 el-Hattâbî 6 0 el-Hâzimî 81 Hindistan 3 6 , 6 1 , 1 0 8 , 1 3 8 , 1 6 6 Houdas 38 el-Humeydî
60
Hurgronje 96, 9 7 e l - H u r r b . Kays 9 6
ı-I-j İ b n A b b â s 4 2 , 56, 8 2 , 9 4 , 9 5 , 1 1 1 , 1 1 2 , 133, 137, 142, 166, 167,
168,
169, 170, 1 7 1 , 172, 174, 1 7 5 , 2 0 0 , 2 1 4 , 2 7 4 İbn Abdilberr 59, 133, 144 İbn Cüreyc 4 9 İbn Düreyd 95 İbn Ebî Evlâ 213 İbn Ebî Hatim 134, 136, 137, 143, 145, 147 ;
İbn l .bi Rabah 195 İbn Kbi Şeybe 49, 106, 1 1 1, 1 17, 1 19, 120, 156, 166, 172, 173 İbn l-'cıük 136, 137, 139. 140, 157, 179 7
İbn Hacer 53, 111, 126, 1 2 , 133, 134, 135, 136, 138, 139, 142, 144, 145, 146, 148, 214, 272 İbn Hu/cymc 143, 145 İbn Kesir 73, 200
143,
İ b n K u t e y b e 39, 40, 56, İbn Sa'd
163,
251,
272,
273
114,
119,
120,
164
134, 142, 144
İ b n Ş i h â b e z - Z ü h r î 113, İ b n V e h b 144, İbnu'l-Esîr
149,
151,
152,
157,
168,
171
249
İ b n u ' l - M ü b â r e k 129, İbn Ömer
137
262
James Robson
53
K-L K a ' b u ' l - A h b â r 66
Katâde 107, 109, 124, 125, 126, 127,130, 176, 177, 178, 181,195, 273 el-Katî'î
64
Kesîr b. e s - S a l t 122, el-Kevserî
123,
124,
129,
130,
176,
el-Leknevî 88,
159,
Leys b. S a ' d 142,
304,
178
143,
305
144,
147,
148,
150,
M-N e l - M a k d i s î 81,
286
M a ' m e r b. R â ş i d 59,
137,
138
M a r ç a i s 38 el-Mâverdî
200
el-Mehâmilî
60
M e r s e d b. E b î M e r s e d
196
M e r v â n b . O s m a n 142,
149,
M e y m û n e 94,
95
M u â v i y e 262,
263
M u h a m m e d F u a d Abdulbâkî M u h a m m e d b . Şîrîn
133
el-Mursafî 219,
290
M ü c â h i d 31,96, 195 e n - N e s e f î 59, 60,
200
150,
61
265
M u h a m m e d b. Y a ' k û b 145, M û s a 102,
177,
81
182
182,
183
151,
182,
183
en-Nesevî 59 en-Nevevî 52, 188, 277, 278 Nazzâm 272
O-Ö-P-R Osman 1 0 8 , 1 2 2 , 1 2 3 , 1 2 9 , 1 3 3 , 1 3 9 , 1 4 2 , 1 4 3 , 1 5 0 , 1 5 7 , 1 5 8 , 1 4 6 , 1 8 2 , 188 Ömer 40, 77, 96, 97, 102, 105, 106,107,108, 109,111,112,113, 118, 119, 123, 129, 133, 134, 142, 155, 156, 157, 165, 166, 167, 169, 170, 171, 172, 173, 174, 175, 176, 177, 178, 179, 181, 183, 188, 202, 203, 205, 206, 207, 209, 214, 221, 256, 262, 270, 271, 292
117, 168, 184, 288,
Ömer İbnu'l-Hattâb 106, 165, 166, 167,168, 169 el-Pezdevî 75 Rabindranat Tagore 36 Râğıb el-İsfehânî 200 er-Râmehurmuzî 49, 73 er-Rebî' b. Süleyman 145 Rickman 226 Rivâyetü'l-Hadîs 228 S-Ş-T Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb 1 0 6 , 1 0 7 , 1 0 8 , 1 0 9 , 1 1 8 , 1 1 9 , 1 6 4 , 1 7 2 , 202 Sa'îd b. Ebî Hilâl 143,147, 150,151, 182,183 es-Serahsî 74, 75, 7 6 , 1 5 9 , 1 9 4 Süfyân İbn Uyeyne 110 eş-Şâfi'î 79, 87, 110, 114, 115, 126, 167,187, 228, 229, 261, 262, 263, 266, 282 eş-Şâübî 198, 204, 206, 298 Şemseddin Sami 100 eş-Şeybânî 61, 213 Şu'be İbnu'l-Haccâc 126 Şurahâ 206 Tabatabâî 193,196, 201, 221 et-Tahâvî 56,188, 229, 265
Tâhir b. Aşûr 1 9 3 , 196, 2 8 5 Talha b. Ubeydullah 1 7 4 et-Tûsi 2 2 1
U-Ü U b â d e b. es-Sâmit 1 3 3 , 1 8 8 , 2 0 8 Ubeydullah b. Abdillah
112,113,114,119,120,167,168,169,170,171,
U b e y y b. K a ' b 1 3 2 , 1 3 3 , 1 3 4 , 1 3 9 , 1 5 5 , 1 5 6 , 1 5 7 , 1 6 5 , 1 7 9 , 1 8 0 , 1 8 1 , 183, 202, 207, 2 1 4 Udeh 2 1 9 Uyeyne İbn Hısn 9 6 Ü s â m e b. Z e y d 2 6 2 Ü m m ü Süleym 4 3 , 2 7 8 , 2 7 9 , 2 8 0
v-y-z VâJodî 1 1 2 , 1 3 3 , 1 3 9 VâsU 1 2 4
Yahya b . B u k e y r 1 4 9 , 1 5 1 , 1 8 2
Yahya b. Ma'în 1 0 4 , 1 2 9 , 1 3 4 , 1 3 6 , 1 4 4 Yahya b . Sa'îd 7 7 , 1 0 7 , 1 0 9 , 1 1 0 , 1 1 9 , 1 2 5 , 1 3 7 , 1 6 5 , 1 6 7 Yahya el-Leysî 6 1 Yazır 1 6 2 , 1 9 6 , 1 9 7 , 1 9 8 , 2 0 0 el-Yunînî 6 0 Y û n u s b. C ü b e y r 1 2 4 , 1 3 0 , 1 7 6 , 1 7 7 , 1 7 8 ez-Zerkâ 2 9 0
Z e y d b. Sabit 1 2 1 , 1 2 2 , 1 2 3 , 1 2 9 , 1 4 2 , 1 5 5 , 1 5 6 , 1 5 7 , 1 6 5 , 1 7 6 , 1 7 7 , 178, 179, 181, 183, 203, 207, 214, 2 2 1 , 2 4 7 ez-Zeyle'î 8 6 Zeyneb bintu C a h ş 2 5 7 Zirr b. H u b e y ş 1 3 3 , 1 3 4 , 1 3 9 , 1 7 9 , 1 8 1 Züheyrb. Harb 42, 168 ez-Zührî 1 1 3 , 1 1 4 , 1 1 9 , 1 2 0 , 1 6 4 , 1 6 8 , 1 6 9