Hatay'ın Kurtuluşu İçin Harcanan Çabalar − Tayfur Sökmen —————————————————————— HATAY'IN KURTULUŞU İÇİN HARCANAN ÇABALAR
Nurer UĞURLU başkanlığında bir kurul tarafından hazırlanmıştır. Dizgi − Baskı − Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Haziran 1999
TAYFUR SÖKMEN
HATAY'IN KURTULUŞU İÇİN HARCANAN ÇABALAR
Kaynak: http://ekitap.kolayweb.com/
Cumhuriyet GAZETESİNİN OKURLARINA ARMAĞANIDIR.
İÇİNDEKİLER
Önsöz 11 1936−1939 Yılları Arasında Hatay Sorununun Gelişmesiyle İlgili Özet 15 I. Hatay Kurtuluş Savaşı Nasıl Oldu 31 1. Geçmişe Ait Bazı Bilgiler 31 2. Kurtuluş Savaşı Sırasında Mücadeleler 35 3. Maho Tarafından Tuzağa Düşürülüşümüz 42 4. Maho'nun İkinci İhaneti 46 5. Maho'nun Akıbeti 49 6. Misak−ı Millî Hudutları İçinde Olup Olmadığımız Hususunda Mustafa Kemal'le İlk Temasımız 51 7. Fransızlarla İlk Çarpışma 59 8. İbrahim Hanano'nun Teması 63 9. Fransızların Kefertarim Baskını 64 1
10. Fransızların Kuseyr Karargâhını Basacakları Haberi 67 11. Selahattin Adil Paşa'ya İkinci Gidiş ve İkizkuyu Çarpışması 68 12. Biraderim İnayet Bey'in Arvat Adasına Sürülmesi 72 13. Bir Ermeni Vatandaşın Yakalanışı ve Deve Hadisesi 75 14. Mürselzade Ahmet Bey'e Yapılan İftira 78 15. Yeniköy'de Fransızlarla Müsademe 79 16. Maraş'a Hareketimiz 80 17. Mebusluk Mazbatası 81 II. Sakarya Zaferi ve Ankara'ya İlk Gidişim 85 1. Ankara İtilafnamesi 90 2. Hususi İdarenin Mahiyeti 90 3. Örtülü Faaliyete Geçiş 93 4. Ölüm Cezasına Çarptırılmam 97 5. Adana'ya Yerleşmem 98 6. İsmet Paşa'nın Lozan'a Gidişi 100 7. Lozan'a Çekilen Telgraf 101 III. Cemiyetimizin Resmen Kuruluşu 109 1. Hamit (Öcal)ın Hapsedilmesi 111 2. Tedavi İçin Viyana'ya Gidişim 120 3. Gaziantep'e Naklihane 124 4. Dörtyol'da Hasan Rıza ile Tanışmak 125 5. Adana'ya Mecburi Yerleşme 127 6. İstanbul'a Taşınmam 129 7. İskenderun ve Havalisindeki Çocuklara Çıkan Tahsil Fırsatı 130 8. Bağımsız Antalya Milletvekili Olmam ve Sökmen Soyadının Verilmesi 132 9. Mebusluktan İstifa Etmek İsteyişim 134 10. Fransızların Suriye'de Genel Seçime Gitmeleri 135 IV. Atatürk'ün İskenderun ve Havalisinin İsmini Değiştirmesi, Adına Hatay Demesi 139 1. Alevi Meselesi 141 2. Eti Türk'ü 142 3. Davamızın Cenevre'ye İntikali 143 4. Bağımsız Milletvekili Seçilişimin Sebebi 144 5. Cenevre'ye Giden İkinci Heyet 144 V. Cenevre'den Gözlemci Heyetinin Gelişi ve Plebisit 147 1. Doktor Abdurrahman Melek'in Vali Olması 148 VI. Hatay Devletinin Kurulması 151 1. Atatürk Tarafından Cumhurbaşkanı Adayı Olarak Gösterilmem 152 2. İnönü'yü Ziyaret 155 2
3. Hatay Millet Meclisi Tarafından Cumhurbaşkanı Seçimi 155 4. Atatürk'ün Telgrafı 156 5. İsmet İnönü'nün Tebriki 159 6. İcraat 160 7. Hatay Hududunun Kapatılması 162 8. Türkiye Hududunun Hatay Devletine Açılışı 165 9. Atatürk'ün Aramızdan Ayrılması 165 VII. İltihak Kararı 167
ÖNSÖZ
Aramızda yarım asrı aşan dostluk bulunan Tayfur Sökmen'e epey zamandan beri anılarını yazmasını ve bunların tarih için kaybını önlemesini direnerek söylemekteydim. O ise işi pek yavaş tuttuğundan yıllar geçip gidiyordu. Türk Tarih Kurumu'ndaki "Atatürk ve Türk Devrimini Araştırma Merkezi"nin sekreteri Bayan Arı İnan işin çözümünü buldu. Bir gün teybini alarak, Tayfur Sökmen'in evine gidip, O'nu sorguya çekmeye koyuldu ve bu işi günlerce sürdürdü. Konuşmaya zorlanan anı sahibi bir yandan sorulara karşılık verirken, öbür yandan kendi notlarını ve elinde kalmış olan belgeleri kullanarak yazmaya önemle başladı. Ve böylelikle bu eser ortaya çıktı. Bu anıların sahibi gerekince tüfekle çarpışan, zulme ve esarete karşı ayaklanmaları yönetmekte yaradılıştan çok usta olan, her durumu kavrayabilen, tuttuğu yolda en üstün basamağa, devlet başkanlığına yükselince de işin ehli olduğunu gösteren bir kimsedir. Anıların bir değeri de onun bu kişiliğinden gelmektedir. Esasen Atatürk'ün o sırada en önem verdiği bir işte O'na başrolü vermesi de mütevazı görünüşlü Tayfur Sökmen'in niteliğini saptamaya yeter. Anılar birçok olay ve durum üzerine ışık serpmektedir. Onlarda XIX'uncu yüzyılın ilk yarısına değin uzanan evre üzerinde bazı pek yararlı bilgiler bulunmaktadır. 1918 bırakışmasından sonraki yersel karşı koymada ve çete hareketlerinde, bölge halkının ulusal bakımdan karışıklığı dolayısıyla kurtuluş hareketinin hemen yerli halkça kendi başlarına geliştirilmesindeki güçlükler, Anadolu'daki hükümetleşme hareketleriyle, yani Kuvayı Milliye ile temasa gelmesinden ve İskenderun Sancağı'nın Misak−ı Milli içinde bulunduğunun öğrenilmesinden sonra istilacılara ve onların peyklerine karşı savaşın nasıl daha büyük bir çap aldığı, anılarda iyice belirmektedir. Bu sonuçta Tayfur Sökmen'in rolü de kendiliğinden sezilmektedir. Eserde çok ilginç ve o devrede var olan maddi ve manevi durumlar üzerine ışık tutan birçok bilgiler bulunmaktadır. Bir Fransız komutanının emperyalistlerin ana ilkelerinden biri olan "Böl ki saltanat süresin" genel kuralını, kedi, köpek ve çakal yavrularının karşılıklı davranışlarını örnek alarak, doğal bir kanun imiş gibi adam kandırmak için nasıl kullandığını gösteren olay keza Albay Şükrü Kanatlı komutasındaki birliğin Reyhaniye'ye gelişinde, ora ileri gelenlerinden birinin "Türk ordusu Hatay'a girerse, tek kızım Necla'yı kurban edeceğime ant ettim" diyerek, çocuğunu Albay Şükrü Kanatlı'nın atı önüne yatırması, herkeste anavatanla yeniden birleşmek için ne büyük bir istek olduğunu göstermesi bakımından çok ilginçtir. Anılarda görülecek olan çok ilginç başka bir olay da Adliye Vekiline (Bakanına) da vekalet etmekte bulunan Şeriye Vekili Musa Kâzım Efendi'nin "Müslümanlıkta hudud−u milli harici diye bir şey olamaz" demiş olmasıdır. Kendisini hâlâ Hülefa−yı Raşidin veya Emeviler devrinde sanan bir kimsenin, o sırada ne kadar yüksek mevkilere çıkabildiğini göstermesi bakımından bu olay çok ibret vericidir. Ve Atatürk'ün ne gibi kimseler, görüşler ve anlayışlar içinde çalışmak zorunda kaldığını açığa vurması ve başarının nasıl bir mucize olduğunu göstermesi bakımından da ayrıca önemlidir. Yine bu anılarda Mandacı devletle savaşmak için kurulmuş olan örgütü yönetenlerin maddi ve manevi bakımdan nasıl titiz olduklarını gösteren örnekler vardır. Kendisiyle bazen işbirliği yapmak ihtiyacında bulunulan Maho adındaki bir eşkıyanın yaptığı yağmanın Kuvayı Milliye'ye atfedilmesini ve onun lekelenmesine yol açmasını önlemek için yapılan cezalandırma ve çalınan malları geri verme işlemi bu yoldaki örneklerden biridir. Bir komutanın örgüt kasasından para isteyince muhasebecinin "idare heyetinin kararı olmadan veremem" demesi de başka bir örnektir. Bu gibi ayrıntıların tümü çabaların genel gelişme ve ruhunu yansıtması bakımından dikkate değer. Hatay'a egemen olduktan sonra Tayfur Sökmen'in azınlıklara ve hele Alevilere karşı tutumu da bir devlet 3
başkanlığı örneğidir. Eserde pek çok kimsenin adları geçmektedir. Her ne kadar bu tutum fuzuli görülebilirse de, gelecekte o bölgenin ileri gelenlerinin ve türlü ailelerinin soyağaçlarını saptamaya çalışmak isteyecek tarihçiler için bu bilgiler çok yararlı birer ipucu olacaktır. Atatürk'ün 1936−1938 yıllarında Hatay'ı kurtarmak için girişmiş olduğu harekette, Tayfur Sökmen'in üzerine aldığı görevler bu anılarda iyice anlatılmaktadır. Ancak bunların, o sıradaki dünya durumunu ve gelişen siyasal ve diplomatik olaylar içindeki yerinin belirlenmesi yararlı olacağından, aşağıda Bayan Arı İnan'la birlikte hazırladığımız bir özeti koymayı yararlı bulduk. Hikmet Bayur Ocak 1976
1936−1939 YILLARI ARASINDA HATAY SORUNUNUN GELİŞMESİYLE İLGİLİ BİR ÖZET
Fransız hükümeti hiçbir zaman ne Hatay'da ne de Suriye'de rahat kalamamıştır. Doğrudan doğruya Hatay'la ilgili olaylar aşağıda Tayfur Sökmen'in anılarında görülmektedir. Bu olayların Suriye, Türkiye ve dünya olaylarıyla ilişkilerini ve birbirleri üzerinde yaptıkları etkileri özetleyerek anılarda görülen olayların genel tarih içindeki mevkilerini saptamaya çalışacağız. Böylelikle Tayfur Sökmen'ce anlatılan Hatay'da olan bitenlerin daha kolay anlaşılmasının olanaklı olacağını sanmaktayız. Önce Suriye olaylarını gözden geçirelim. Suriyeliler kâh silahlı ayaklanma, kâh siyasal mücadelelerle ''Manda''ya razı olmadıklarını ve olmayacaklarını göstere durmuşlardır. Gerçi bu çaba ve direnişler Fransızların durumunu ciddi olarak sarsmıyor idiyse de mali ve idari yönden yorucu ve sıkıcıydı. 4 Şubat 1936'da Hama'da başarılı bir genel grev yapılır ve oranın mebusu Tevfik El Şişekli (Çiçekli), Türk yönetiminin üstünlüğünü öven ve çok alkışlanan bir demeç verir (1). Fransa'yı Suriyelilerle anlaşmaya iten olaylar dizini daha çok Avrupa'da ve dünyada gelişenlerdi. Mart 1936'da Hitler'in Versay Antlaşması'nın en önemli bir hükmünü çiğneyerek, Alman askerlerini Ren Irmağı'nın batısına geçirmesi, öbür yandan da İtalyanların az sonra mayıs ayında Habeşistan'ın başkentini ele geçirerek, bu devletin karşı koyma gücünü kırmaları, dünya durumunu çok ağırlaştırdığından, Fransa uzun görüşmelerden sonra 9 Eylül 1936'da Suriye ile bir dostluk ve bağlaşıklık antlaşması yapar. Bu belge 22 Aralık 1936'da imzalanacaktır. Bu antlaşma 20 Ekim 1921'de Ankara'da imzalanmış olup, İskenderun Sancağı'na ayrıca bir varlık tanıyan Türk−Fransız antlaşmasının uygulanmasını, Türkiye'nin rızası alınmadan Suriyelilere devretmeye varıyordu. Hükümetimiz buna itiraz ederek, Fransız hükümetinin İskenderun Sancağı ahalisi ile de, Suriyelilerle yaptığı antlaşmaya paralel bir antlaşma yapmasını ister ve ihtilaf büyüye büyüye sancağın Türkiye ile birleşmesine değin gider. Bu olaylar dizisinin oluşmasında, Türk hükümetini Hatay'ın durumu üzerinde aydınlatma konusunda ve ora işlerinin gelişmesinde Tayfur Sökmen'in hizmeti çok büyük olmuştur. Fransa−Suriye antlaşmasıyla ilgili olarak Atatürk 1 Kasım 1936'da TBMM'nin 5. Dönem 2. Toplanma yılını açarken şunları der: ''Bu sırada milletimizi gece gündüz meşgul eden başlıca büyük bir mesele, hakiki sahibi öz Türk olan ''İskenderun−Antakya'' ve havalisinin mukadderatıdır. Bunun üzerinde ciddiyet ve katiyetle durmaya mecburuz. ''Daima kendisi ile dostluğa çok ehemmiyet verdiğimiz Fransa ile aramızda tek ve büyük mesele budur. Bu işin hakikatini bilenler ve hakkı sevenler, alakamızın şiddetini ve samimiyetini iyi anlarlar ve tabii görürler.'' Fransa hükümeti ise, bu konudaki itirazlarımızı diplomatik notalarla karşılarken Suriye ile yaptığı antlaşmaya uygun olarak kasım ayında seçim yaptırmaya koyulur. İlerde görülecek olan Tayfur Sökmen'in uyarıları bu sorunla ilgilidir. 1936 yılında dünya karışmaya başlamış ve Fransa'nın Suriye ile görüşmelere koyulmuş olduğu sırada Atatürk Lozan'da kurulmuş olan Boğazlar düzeninin bizden yana değiştirilmesi için uygun bir durum ortaya çıktığını görmüş ve Türkiye hükümeti bu işte girişit ve direnmelere koyulmuştur. Bunların sonucu olarak bu Montreux Konferansı'nda ele alınmış (22 Haziran−20 Temmuz 1936) ve istediğimiz olmuş, yani Boğazları yeniden berkitmek hakkı elde edilmiştir. Atatürk bu iş bitince Sancak işine girişileceğini yakınlarına sezdirmekteydi. Dolayısıyla biz, Fransa'nın aksine olarak uluslararası hiçbir takıntımız olmadan Suriye−Sancak konusunu özgürlük içinde ele alabilecek bir durumda bulunuyorduk. 9 Eylül 1936'da Mandaya son vrecek ve onun yerine iki yan arasında bağlaşma kuracak olan Fransa−Suriye antlaşması, Suriyeli bakanlarca ön imzalanır (parafe edilir). 26 Eylül'de Milletler Meclisi Konseyi'nin toplantısında, Türkiye Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras İskenderun ve Antakya ahalisine de kendi işlerini kendileri görmek yetkisinin sağlanılması düşüncesini 4
ortaya atar. Bunun üzerine konunun Türkiye ile Fransa hükümetleri arasında görüşülmesi konseyce kararlaştırılır. 10 Ekim'de Paris büyükelçimiz Fransız Dışişleri Bakanlığı'na bir nota vererek, bu devletin Suriyelilerle yaptığı antlaşmaya benzeyen bir antlaşmayı Sancak halkı ile de yapmasını ileri sürer. 22 Ekim'de Fransa−Suriye antlaşması yayımlanır. 1 Kasım'da Atatürk TBMM'yi açış söylevinde bu konuda az yukarıda gördüğünüz sözleri söyler. 10 Kasım'da Fransa Dışişleri Bakanlığı, Paris büyükelçimize Türk görüşüne olumsuz bir karşılık verir ve bu nota alışverişi kasım ayı boyunca sürer gider. Mücadele diplomatik alanda Paris ve Cenevre'de sürdürüle dururken, bin bir baskı altında bulunan Sancak Türklerinin maneviyatını yüksek tutmak için Atatürk'ün emriyle Genel Sekreter Hasan Rıza Soyak 28 Kasım 1936'da Dörtyol'da bulunan Tayfur Sökmen'e şu mektubu gönderir (2). ''Aziz Kardeşim... Telgraflarınızı, mektuplarınızı alıyorum; muntazam verdiğiniz malûmattan dolayı çok teşekkür ederim. Az ve dar zamanda yaptığınız işlerin çok büyük, davamıza pek faydalı olduğunu iftiharla söyleyebilirim; cidden şayanı tebriksiniz... Davamız iyi bir yoldadır; iyi kurulmuş ve her gün artan bir ısrarla takip edilmektedir. Meselenin Milletler Cemiyeti'ne intikâl etmesi ve intikâl şekli başarılı neticeye doğru atılmış mühim bir adımdır. Fransızların teklifi, ricat için bir çıkar yol aramak düşüncesine müstenit olmasa bile, bize haklı davamızı, cihan umumi efkârı karşısında, bir kere daha açıklamaya fırsat verdiğinden dolayı çok faydalıdır. Milletler Cemiyeti'nde muarızdan fazla dost ve taraftar bulacağımıza kuvvetle inanıyoruz; neticeyi tam bir kalp rahatlığı ile bekleyebiliriz. Tabiidir ki, icap eden tedbirlerin hiçbiri ihmal veya imhal edilecek değildir (3); hatta ben bugünkü durum içinde, bütün tedbirlerimizi tatbik hususunda daha müsait bir saha ve hava bulacağımıza kaniyim. Netice alıncaya kadar oradaki baskının hafifletilmesi ve muhterem halka daha müsait bir yaşayış temini için teşebbüslerimizi bugünden itibaren şiddetlendireceğiz ve devamlı surette takip edeceğiz; bundan herkes emin olmalıdır. Sizin ve sayın arkadaşların en derin sevgi ve takdir duygularımla gözlerinizden öper, mukaddes mücadelemizde her gün daha büyük muvaffakiyetlere ermenizi candan dilerim kardeşim.'' 30 Kasım 1936'da birtakım Fransız askeri birliklerinin gönderilmiş olduğu İskenderun Sancağı'nda ikinci derece seçimler yapılır. Türklerin boykotu ve Fransız yönetiminin utanç verici hile ve baskısı sonucu Antakya'da iki Arap seçilir (4). Sokak kavgaları yoğunlaşır, ölen ve yaralananlar olur. Birçok Türk de tutuklanır. 8 Aralık'ta Türk hükümeti Fransız hükümetiyle anlaşmış olarak sonucu Milletler Cemiyeti Konseyi'ne götürür. Konseyin 14 Aralık günlü toplantısında ise Türkiye, konunun esasına girilmeden önce, Sancak'ta huzurun sağlanılması için oradan Fransız askerlerinin çekilip, bir Milletler Cemiyeti Komiseri'ne bağlı yansız jandarmanın gönderilmesini ister. Esasta ise Fransa'nın Suriye ve Lübnan'da yapmış olduğu gibi Hatay halkıyla da bir antlaşma yapmasnı ileri sürer. Fransa bunu reddeder. Sonda Konsey Fransa'nın isteğine uyarak, Hatay için yalnız üç gözleyici (müşahit) önerir. Bu karar Türkiye ayral Konseyce onaylanır. Bunun üzerine Türkiye Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras Paris'e gidip, Fransa sorumlularıyla görüşmelere koyulur (21 Aralık 1936). O, Suriye, Lübnan ve Hatay'ın (Sancak) birer bağımsız varlık olmalarını, bir konfederasyon içinde birleşmelerini, konfederasyonun ise ancak 1− Dışişleri, 2− Gümrük Birliği, 3− Para Birliği, konularında yetkili olmasını önerir. Yani içişleri başta olmak üzere bütün öbür konularda her ''varlık'' özgür olacaktır. Tevfik Rüştü Aras Fransızlarla anlaşamamış olarak Ankara'ya döner ve 5 Ocak 1937'de durumu Cumhuriyet Halk Partisi'nin gizli oturumunda anlatarak istenilen sonucun elde edilemediğini ve Paris'ten yeni gelen Fransız büyükelçisinin de beklenilen öneriyi getirmediğini bildirir. Arada 22 Aralık 1936'da Fransa−Suriye Antlaşması imzalanmış bulunur. Bu durum üzerine Atatürk Fransızlara ve bütün dünyaya işin önemini anlatmak gerektiğine inanarak bir gösteride bulunur. İstanbul'dan Eskişehir ve Konya'ya gider. Başbakan İsmet İnönü ile Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak'ı, dış ve içişleri bakanlarını ve daha birkaç kişiyi acele Eskişehir'e çağırır. Oradan da Konya'ya gider. Yol üzerindeki bütün komutanlara da haber verilir. Anadolu Ajansı'yla gazeteler Hatay'ın son durumu ile ilgili ülkemizdeki heyecanı belirten yazılar yazarlar. Atatürk Eskişehir'de çağırdıklarıyla konuştuktan sonra onların eğilimine uyarak Konya−Ulukışla−Niğde yoluyla Ankara'ya döner ve 8 Ocak 1937'de Anadolu Ajansı şu tebliği yayımlar: ''Güney Anadolu'da seyahate çıkmış bulunan Reisicumhur Hazretleri hükümetin daveti üzerine saat 13.30'da Ankara'ya avdet buyurmuş ve Çankaya Köşkü'nde İcra Vekillerine riyaset etmiştir.'' Atatürk'ün o sıradaki ruh durumunu belirtmesi bakımından Genel Sekreter Hasan Rıza Soyak'a 1937'de söylediği şu sözler önemlidir (5): ''Hatay benim şahsi meselemdir. Keyfiyeti Fransız büyükelçisine tâ bidayette açıkça ifade ettim. Dünyanın bu durumunda böyle bir meselenin Türkiye ile Fransa arasında müsellâh (silah) bir ihtilâfa müncer olması katiyen varid değildir. Fakat ben, bunu da hesaba kattım ve kararımı vermiş bulunuyorum. Şayet ufukta bu yolda binde bir ihtimal belirse, Türkiye Cumhuriyeti Reisliği'nden ve hatta Büyük Millet Meclisi azalığından da çekileceğim. Ve bir fert olarak bana iltihak edecek birkaç arkadaşla beraber Hatay'a gireceğim. Oradakilerle el ele verip mücadeleye devam edeceğim.'' O, bu sözlerin benzerini 5
sofra arkadaşlarına da söylemiştir. Hatay'da ise çatışmalar sürüp gitmekteydi. Atatürk'ün bu davranışı Fransızlara işin ciddiyetini anlatmış ve çok geçmeden bu anlayışın belirtileri görülmüştür. Atatürk'ün bu gösterişli gezisinden on gün sonra 18 Ocak 1937'de Fransa Başbakanı Léon Blum, Türk büyükelçisine bir mektup yazarak, özetle şu düşünceleri ileri sürer: ''Sırf hukuk alanında anlaşmamız güçtür. Milletler Cemiyeti ise bizde olmayan tam özgürlüğe sahiptir. Fransız hükümeti şunu açıklayabilir ki, cemiyetin bu sorun için seçeceği sözcünün (rapporteur) görevini en geniş biçimde anlamasına hiçbir engel görmemektedir ve konseyin kararına önceden razıdır... O, şimdiden sancağı ayrı bir varlık gibi ele alabilir... Tek bir kaygım vardır, anlaşmazlığımızın gerçek nedenlerini kavrayıp onlara çare bulmak ve bu dikenli sorunu ülkelerimiz arasında daha da dostçasına bir yakınlaşmayı sağlamak için bir vasıta yapmak...'' Dolayısıyla Atatürk'ün ocak ayının ilk haftasındaki gezi ve tutumu sonucunda artık konu, onu ele alacak olan hukukçuların katılığı ölçüsünde çıkmazda kalacağı yerde siyasal yumuşamalar evresine girmiş olur. Çok geçmeden 27 Ocak'ta Türk ve Fransız hükümetlerinin ilke bakımından anlaşmış oldukları bir metin, sözcü İsveçli Sandler tarafından Milletler Cemiyeti Konseyi'nin onayına sunulur. Bunun en önemli iki hükmü Sancak'ın ayrı bir varlık sayılacağı ve içişlerinde tam bir özgürlüğe sahip olacağı ile Türkiye'ye İskenderun limanında transit kolaylığı için birtakım hak ve üstünlük tanınacağıdır. Sancak'ta Türkçe ve Arapçanın her ikisinin resmi dil olacağı da az sonra kararlaştırılır. Bu ilkelere uygun olarak bir komisyonca saptanan metin 29 Mayıs 1937'de Türkiye ve Fransa'da imzalanır. Konsey bunun 27 Kasım'da uygulanmasına karar verir. Bu haber üzerine 3 Haziran'da Suriye Mebuslar Meclisi oybirliği ile şu bildiriyi yayımlar: ''Suriye Mebuslar Meclisi, gerçekten halkı temsil eden Sancak mebuslarının tümü içinde olarak, Misak−ı Milli'ye ve ''Suriye bağımsız ve egemen bir devlettir'' diyen anayasanın 1. maddesine, onun topraklarından ''Hiçbir parçası ferağ ve terk edilemez'' ve ''Suriye parçalanamaz bir siyasal varlık''tır diyen aynı anayasanın 2. maddesine sımsıkı bağlı olarak, ''Madem ki Fransa−Suriye anlaşması Fransa için Suriye topraklarının bütünlüğünü −ki İskenderun onların bir parçasından ibarettir− savunmayı zorunlu kılıyor. ''Beyan eder ki: Suriye topraklarının bir parçasını Suriye egemenliğinden ayırmak amacını güden veya güdecek olan herhangi bir girişimi doğrudan Milletler Meclisi'nce onaylanmış bir anayasa ile mürekkebi henüz kurumamış olan bir antlaşmanın bozulması olur. ''En asil ümitlerini acun (dünya) vicdanı üzerine kurmuş olan Suriye milleti, hem birliğine, hem de yeniden doğuşuna zarar getiren hiçbir çözümü tanıyamaz. İmanının ve hakkının bütün kuvvetleriyle kendini savunmaya kararlıdır.'' Bu protestonun bir etkisi olmaz. Çünkü o, büyük çoğunluğu Türk olan Hatay'da ulusların egemenliği ilkesine aykırı düşmekteydi. Türkiye ve Fransa'nın yukarıda anılan 29 Mayıs 1937 günlü anlaşması üzerine Milletler Cemiyeti Konseyi Başkanı Hatay'da yapılacak ve bir plebisit niteliğinde olacak olan ilk seçimi düzenlemek ve denetlemekle görevli bir komisyonun üyelerini seçer (4 Ekim). Bunlar Ankara'dan geçerek ve orada bir gün kalıp, gerekli temaslarda bulunarak 20 Ekim'de İskenderun'a varırlar. İşler bu durumda iken Atatürk; 1 Kasım 1937'de TBMM'nin 5. dönem 3. toplanma yılını açarken Hatay konusunda ve Milletler Cemiyeti'nin kararlarına değinerek şöyle demiştir: ''Büyük bir milli davamız olan Hatay işinin geçirdiği safhalar malûmunuzdur. ''Milletler Cemiyeti yüksek idaresi altında cereyan etmiş olan müzakereler, Hatay halkını lâyık olduğu mesut ve müstakil idareye kavuşması yolunda amaçladığımız gayeyi temin edecek vesikaların kabul ve imzasıyla neticelenmiştir. ''Yeni Hatay rejiminin mer'iyete (yürürlüğe) girmesine, kısa bir zaman kaldı. ''Bu rejimi kendileriyle en dostane bir zihniyetle emek birliği yapmış olduğumuz Fransızların, iyi niyetle ve amaçla gayeyi temin edebilecek şekilde tatbike başlayacaklarına şüphe edilmemelidir. ''Yarınki Türk−Fransız münasebetlerinin dilediğimiz yolda inkişâfına, Hatay işinin iyi bir yönde yürümesi esaslı bir ölçü ve âmil olacaktır kanaatindeyim.'' O sırada Atatürk'ün başlıca uğraş konusu Hatay işidir. 29.10.1937'de Romanya Başbakanı Tataresko'nun önünde Fransız Büyükelçisi Ponsa'ya şunları der (6): ''...Ben toprak büyütme dileklisi değilim. Barış bozma alışkanlığım yoktur. Ancak muahedeye dayanan hakkımızın isteyicisiyim; onu almazsam edemem. Büyük Meclisin kürsüsünden milletime söz verdim, Hatay'ı alacağım. Milletim benim dediğime inanır. Sözümü yerine getirmezsem onun huzuruna çıkamam; yerimde kalamam. Ben şimdiye kadar yenilmedim; yenilmem, yenilirsem bir dakika yaşayamam. Bunu bilerek ve sözümü mutlaka yerine getireceğimi düşünerek benim dostluğumu lütfen bildiriniz ve doğrulayınız.'' Yukarıda andığımız Milletler Meclisi Komisyonu göreve başladığında, işlerin içyüzünü bilmediğinden olsa gerek, yanlış bir yola girer. Hazırlanacak olan listelerde her seçmenin doğuşundan mensup olduğu cemaate yazılmasını ister. O zamanki sınıflandırmaya göre cemaatlerin başlıcaları, Türk, Arap, Alevi, Ermeni, Rum−Ortodoks cemaatleri idi. Bunun sonucunda bir cemaatin kaç mebusu olacağı saptanacaktı. Türk görüşü ise herkesin istediği cemaate yazılmakta özgür olmasıydı. Çünkü manda süresinde yapılmış yoklama ve kayıtlarda Türk unsurunun sayısını düşük göstermek için birtakım baskı ve yolsuzluklara başvurulmuştu. İşin sonunda arada ağır gerginlikler ve kargaşalıklar olduktan sonra, Milletler Cemiyeti 19 Mayıs 1938'de 6
Türk görüşünü onaylar. İleride görülecek olan Yenigün gazetesinin 19 Mayıs 1938 günlü ilavesinin fotoğrafı bunu açıklamaktadır. Hatay'ın iç işlerinde tam bağımsız olmasını saptayan Milletler Cemiyeti'nin 29 Mayıs 1937 günlü kararıyla, Fransızların Hatay yönetimini ora Türklerine bıraktıkları 4 Haziran 1938 günü arasındaki bir yılı aşan süre boyunca Hatay'daki manda yöneticileri var güçleriyle Türklük aleyhine çalışmış ve bu uğurda her türlü şiddet tedbirlerine başvurmuş, bunları kışkırtmış ve desteklemiştir. Demin anılan 29 Mayıs günlü karar gereğince Hatay'ın içişlerinde kesin özgürlüğünün belirleneceği 27 Kasım 1937 gününde, Suriye Fransız Fevkalade Komiseri M. de Martel'in tutumu ile ilgili olarak Ulus gazetesi başyazarının sorularına karşılık veren Atatürk'ün söyledikleri o sıradaki durumu aydınlatır (1 Aralık 1937 günlü Ulus): "Bunlara dair henüz teferruatlı malûmat almadım. Eğer Suriye Fevkalâde Komiseri M. de Martel Sancağa gelerek, Hataylıların müstakil rejime kavuştuklarını bizzat ilan etmedi ise ve bu münasebetle Hataylıların bayramlarına şeref vermekten kendini alakoymuşsa buna diyeceğim yoktur. Hatay'da Fransız delegesi, Hataylıların çok şevk ve heyecanlı bayram yapmaları tabii olan bir günde, eğer Hatay Türklerini serbestçe bugünü kutlamaktan menedecek tedbirler almış ise, buna yazık demekle iktifa ederim. Çünkü böyle bir zihniyet devletler arasında yüksek dostluk münasebetlerini hal ve istikbal için müsbet yolda yürümek lüzumunun henüz anlaşılmamış olmasından ileri gelir. Mamafih her şeye rağmen, Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ile Fransa Cumhuriyeti hükümeti arasında Cenevre'de imza olunan vesikaların tayin ettiği rejimin birinci safhası, Hatay Türklüğünün yüksek azim ve enerjisi ile başlamıştır. Başka türlü olamazdı ve bundan sonra da olamaz. Bana Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Türk milletinin olduğu kadar, bu meselede söz vermiş olan Fransa hükümetinin de şeref ve haysiyeti müsait değildir." İki dereceli seçim işlerine 15 Mayıs 1938'de başlanılır. Fransa sömürge yönetimcileri Türkler ve onlarla işbirliği yapanlara karşı baskı ve şiddet eylemlerine koyulurlar. Bu yüzden kargaşalıklar çıkar; ölü ve yaralılar olur ve bu durum bütün Sancağa yayılır (7). Bunun üzerine Türkiye için yeniden bir siyasal baskıda bulunulmak zorunluğu doğar. 29 Mayıs 1938'de Atatürk Mersin'e gelir, coşkun bir karşılama görür ve ordu birliklerinin geçit resmini izler. 24 Mayıs'ta Adana'da da, yaya ve topçu birlikleri için aynı izlemede bulunur. Bu olay bir yandan Fransızların Hatay işlerindeki tutumunu kökünden değiştirir, öbür yandan da doktorlarınca kesin istirahat öğütlenen Atatürk'ün hastalığının ağırlaşmasına yol açar. 30 Mayıs'ta, Hatay'daki Fransız sorumluları, merkezden Türklere karşı siyasanın durdurulması buyruğunu alırlar. 3 Haziran'da seçim işleri 6 gün içinde durdurulur. Beyrut'taki Fransız yüksek komiserinin Hatay temsilcisi Garreau (Garro) işten alınır ve yerine durumu iyice kavramış olan Binbaşı Collet (Kolle) seçimler süresince temsilci atanır. 9 Haziran'da seçim işlerine yeniden başlanır ve bu sefer devletin gücü Türklük aleyhine kullanılmaz. Ancak yerli jandarma ve poliste çoğunluk Türk düşmanlarındaydı. Bu durum düzeltilmeye çalışıldıkça Milletler Meclisi'nin seçim komisyonu üyeleri engellemelere koyulurlar, yine adam öldürülür ve çatışma olur. Yani bu üyeler artık Fransız sorumlularının güdemedikleri baskı siyasasını gütmeye başlarlar. 22 Haziran'da Komisyon seçim işlerini durdurur ve bu ayın 26'sında Türk ve Fransız hükümetlerinin isteği üzerine Hatay'dan ayrılır. Türkiye ile boğuşmadan Hatay işinden sıyrılmak isteyen Fransız hükümeti orada asayişi birlikte korumayı önerir. Daha 12 Haziran'da Gnl. Asım Gündüz ve elçi Cevat Açıkalın heyeti durumu incelemek ve görüşmelerde bulunmak üzere Hatay'a gelmiş ve halkça pek parlak gösterilerle karşılanmış idi. 4 Temmuz'da Türkiye ile Fransa arasında bir dostluk antlaşması imzalanır. İki hükümet bir bildiri yayımlayarak İskenderun Sancağı'nın durumunu saptayacak olan hükümleri ve Milletler Cemiyeti Konseyi'nce 29 Mayıs 1937'de kabul edilmiş olan temel kanunu; Sancak'ta Türk unsurunun üstünlüğünü kabul ederek, Türkiye hükümetini Sancak sorununun kendisi için bir toprak sorunu olmadığını beyana sevk etmiş olan 20 Ekim 1921 günlü Ankara Antlaşması'nın ruhuna uygun olarak birlikte uygulamaya koyacaklarını açıklarlar. Yine bu bildiride her iki hükümet Hatay'a 2500'er kişilik birer kuvvet göndermeye karar verdiklerini açıklarlar. 5 Temmuz'da halkın büyük coşkunlukları içinde Türk birlikleri Hatay'a girmeye başlarlar. Elçi Cevat Açıkalın Hatay Fransız temsilcisi ile eş haklara sahip olmak üzere Türkiye Fevkalâde Murahhası olarak atanır ve bundan böyle her resmi belgenin iki temsilcinin de imzasını taşıması gerekir. Yeni baştan seçim yapılır (22−31 Temmuz 1938). İlk seçmen listelerine göre Hatay'da: 35.847 Türk 11.319 Alevi 5.504 Ermeni 1.845 Sünni Arap 2.098 Rum−Ortodoks 7
seçmen bulunduğu anlaşılır. Buna göre: Türklerden 22 Alevilerden 9 Ermenilerden 5 Sünni Araplardan 2 Rum−Ortodokslardan 2 Toplam 40 milletvekili çıkar. Meclis 2 Eylül'de toplanıp Tayfur Sökmen'i Devlet Başkanı seçer, bir anayasa yapar, İskenderun Sancağı adını Hatay'a çevirir ve bir bayrak tespit eder. Büyük vatandan sonra küçük vatan Hatay'ın kurtarıcısı Atatürk 10 Kasım 1938'de ölür. İkinci genel savaşa doğru gidilmekte olduğu gitgide daha açık olarak belirince İngiltere ile Fransa Birinci Genel Savaş'ta Türk etkisinin ne büyük olduğunu göz önünde tutarak onunla bir anlaşmaya varmak isterler. Bu, Akdeniz bölgesinde savaşla sonuçlanacak bir saldırı olursa fiili işbirliğinde bulunmak ve karşılıklı yardımlaşma üstenmesini kapsayan bir beyanname imzası biçimini alır. Türkiye ile İngiltere arasında belge 12 Mayıs 1939'da imzalanır. Türk hükümeti aynı belgeyi Fransa ile de imzalamak için Hatay işinin kesin olarak çözümlenmesinde direnir. Bu yüzden onunla iş uzar. 23 Haziran 1939'da Paris'te anılan belge imzalanırken Ankara'da da Sancak sorununun kesin çözümünü sağlayan anlaşma imzalanır. Yine bu 23 Haziran günü Hatay Millet Meclisi parlak nutuk ve gösteriler içinde ülkenin anavatana katılmasını kararlaştırır. Yönetim Türkiye Fevkalâde Murahhası Cevat Açıkalın'a devredilir. 7 Temmuz'da TBMM'den çıkan bir kanunla, katılma kararıyla ilgili olarak Hatay Vilayeti kurulur. Esasen hiçbir işe karışmamakta olan Fransız birlikleri de hemen Hatay'dan çekilirler. 13 Temmuz'da Türk−Fransız anlaşmasının tasdikli nüshaları alınıp verilir. 23 Temmuz 1939'da TBMM adına Hatay'a gelen heyetin de önünde anavatana katılma töreni, anlatılması olanaksız sevinç ve coşkunluklar içinde bütünlenmiş olur. Böylelikle Atatürk'ün, uzgörürlüğü, sertlikle yumuşaklığı yerinde kullanmasını bilen ince diplomasisi, isabetli görüşü ve karşısında durulmaz çelik iradesi ile sayısı iki yüz bini aşan Türk, yabancı boyunduruğundan kurtarılmış, hem stratejik hem de ekonomik önemi çok büyük olan bir ülke anavatanla birleşmiştir. Atatürk bu yoldaki mücadelesini bazen kendi hükümetinin karşı koymasını da yenerek yürütmüş, ancak 20 Eylül 1937'de oluşturulan hükümet değişikliğinden sonra hükümetin tümü kendisine yardımcı olmuştur. Atatürk Hatay şehididir; çünkü sorunun en karıştığı sırada, kendisine hastalığı dolayısıyla doktorların kesin dinlenme ve hemen hep hareketsizlik öğütledikleri bir devrede, Mayıs 1938'de Mersin ve Adana'da asker geçit resimlerini ayakta izlemiş ve her türlü dolaşmalarda bulunmuştur. Bu tutum O'nun yaşamını en az bir iki yıl kısaltmıştır. Arı İnan − Hikmet Bayur
I HATAY KURTULUŞ SAVAŞI NASIL OLDU
Geçmişe Ait Bazı Bilgiler: Babam, Reyhanlı aşiretinin reisi Karamürselzade Mustafa Şevki Paşa, 1831'de vefat eden Karamürselzade Ahmet Paşa'nın oğludur. 1825'te devlete vergi vermemek için isyan eden Halep eyaletinin merkezini, vergi vermeye zorlamak ve isyanı bastırmak amacıyla görevlendirilmiş ve bu görevi başarı ile neticelendirmiş olan dedem Karamürselzade Ahmet Paşa, padişah tarafından uçbeyi olarak Reyhanlı'ya aşiret reisi olan ecdadı Karamürsel Ağa ve dedeleri gibi seneler senesi devlet ve millete hizmet etmekle haz ve şeref duyan bir insandı. 1831'de vefat edince, oğlu, babam Karamürselzade Şevki Bey, aşiret reisliğine seçilir. Devlet ve millete hizmeti şeref sayan babam "69 Harbi" diye tarihe geçen Kırım Harbi'ne genç yaşta katılmıştır. 8
1867'de Güney mıntıkasındaki aşiretlerden bir kısmı tahriklere kapılarak devlete vergi vermemeye ve yüklenen diğer görevleri de yerine getirmemeye başlayınca, davranışları devlete isyan niteliğinde görüldüğünden, Derviş Paşa kumandasındaki Hassa ordusu, İskenderun limanına çıkar. Derviş Paşa ve sonradan şöhret kazanan tarihçi Cevdet Paşa da (kadıi asker Cevdet Efendi) görevli olarak gelmiştir. İskenderun'a çıkan Hassa ordusu kumandanı Derviş Paşa'ya ilk katılan aşiret reisi babam Karamürselzade Şevki Bey'dir. Diğer aşiret reisleri ile temasa memur edilen babamın yaptığı görüşme neticesinde bir kısım rüesâ (reisler) Derviş Paşa'nın emrine girmiş, girmeyenler, yakalanıp, Niş'e sürgün gönderilmiştir. Derviş Paşa ordusu, şimdiki Hassa kazasının yerinde karargâh kurmuş olduğundan, kurulan kazanın ismine "Hassa" denmiştir. Hassa'nın doğusundaki mıntıka Hassa ordusu tarafından ıslah edildiği için, oraya "Islahiye" (şimdiki İslahiye kazası) adı verilmiştir. Güvenlik sağlandıktan sonra, o tarihe kadar, yazın Sıvas'a gidip kışın ovaya dönen aşiret, Amik ovasına yerleştirilmiştir. Bu yerleşmenin neticesi olarak, Amik ovasında bir kazanın kurulmasına lüzum gören Derviş Paşa, Reyhaniye aşiretinin ismine izafeten "Reyhaniye" kazasını kurmuştur. Kaza önce Akpınar'da kurulmuşsa da, sonradan (Reyhanlı) Reyhaniye'ye nakledilmiştir. Bu hizmetinden ötürü Derviş Paşa, aşiret reisliği uhdesinde kalmak üzere, Karamürselzade Mustafa Şevki Bey'i, Reyhaniye kaymakamlığına atamıştır. Derviş Paşa İstanbul'a döndükten birkaç sene sonra Karamürselzade Mustafa Şevki Bey Kilis kaymakamlığına nakledilir. Kilis'ten sonra, o zaman kaza olan, Antep (Gaziantep) kaymakamlığına getirilen babam, mirmiran rütbesiyle Cebelibereket mutasarrıflığına atanır. Cebelibereket, şimdiki Osmaniye kazasının güneyinde bir yerde, Gâvur Dağı'nda, Derviş Paşa tarafından kurulmuştur. Burada bir buçuk sene hizmet gören Karamürselzade Mustafa Şevki Paşa, Urfa mutasarrıflığına oradan da Halep eyaletinin Derzor mutasarrıflığına atanır. O zamanki Halep valisi, sonradan sadrazam olan Kâmil Paşa'dır. Derzor'dan Rumeli beylerbeyi rütbesiyle Musul'un Amara mutasarrıflığına, oradan da Musul valiliğine atanan babam Karamürselzade Mustafa Şevki Paşa rahatsızlığı nedeniyle istifa ederek "Antep"e gelir. İyileştikten sonra herhangi bir vazife almayarak Hicaz'a gider. Hicaz'da evliyaların dosyasından Eba Yezid−i Bestamî (halk dilinde Beyazıt Bostanı denir) Hazretlerinin kabrinin Kırıkhan kazasının yakınındaki Romalılardan kalma kalede olduğunu öğrenince dönüşünde türbeyi bulup onarır, orada bir cami ile ikametgâh yaptırarak ibadete çekilip, kabrini de caminin girişinde hazırlatır. Halep Valisi Köse Rauf Paşa'ya başvurarak civar köylerin de yararlanması için bir rüştiye mektebi açtırır. 1892 doğumlu olan ben de tahsilimi bu rüştiye mektebinde yaptım. 1909'da Kırıkhan'da zuhur eden Ermeni vak'ası nedeniyle yüksek tahsilimi yapamadım. Zira ilgisi olmadığı halde idarecilerin bu olayın kışkırtıcısı olarak babamı göstermeleri nedeniyle bir ay Belen'de, otelde, 45 gün Halep'te Bağdat Oteli'nde ve sonra da uzun müddet Antakya'da Halefzadelerin evinde gözaltında bulundurulmuş, neticede Antakya divan−ı harbince de suçsuz görülüp serbest bırakılmışsa da; uzun süre devlet ve millete şerefli hizmetleri görülen bir kimse olarak, bu haksız davranıştan dolayı fena halde üzülmüş, felç olmuştur. 1911'de hastalıktan kurtulamayarak vefat etmiştir. Eba Yezid−i Bestamî camisinde (Beyazıt Bostanı) medfundur. Bütün bu hadiselerde ve hastalığı süresince yanından ayrılmadığımdan tahsilime devam edemedim ve babamın vefatından sonra tahsilimi bırakarak Reyhaniye'deki arazimizde (Telgazi Tayfur) çiftçiliğe başladım. 1912'de başlayan Balkan muharebesine atavik bir duygu ile katılmak için, halazadelerim Mürselzade Abdurrahman, Bahadırlı Nuri beyler ve bir kısım hemşerilerimle İskenderun'a gidip askerlik şubesine başvurduk. Şube reisi, eksiklerimizi tamamlamamızı istedi. İşlerimizi bitirip geldiğimizde şube reisi, harbin bittiğini, dönüp, işlerimizle uğraşmamızı söyledi, Reyhaniye'ye döndük. Bir zaman geçtikten sonra anladık ki; harbin aleyhimize neticelenmesinin nedeni, İttihat ve Terakki ile Hürriyet ve İtilâf cemiyetlerinin birbirlerine düşmeleri neticesinde (bugünkü parti çekişmeleri gibi) politikanın orduya sirayet etmesi mağlubiyet faciasını yaratmıştır. Nitekim Hatay'da vazife görürken merhum Şükrü Kanatlı Paşa ile, bir konuşmamız esnasında "Balkan harbine genç bir subay olarak iştirak ettim. İttihatçı olduğum için, İtilâfçı olan kumandanın emrini siperde bile dinlemezdim. Bu tutum ve davranışlarımızdır ki, 15 günde harbi kaybetmemize sebep oldu" demiştir. Tarihten ibret alınmadığı içindir ki, felâketler birbirini takip eder ve etmektedir. Balkan Harbi'nden sonra ziraatla meşgul olurken, bir gaflet eseri veya hudutsuz ihtirasın neticesi olarak 1914'te başlayan Birinci Dünya Harbi'ne katıldığım zaman, Kırıkhan−Hassa arasında askeri nakliyatı temin amacıyla yapılmakta olan yolda görev aldım. Bir süre sonra da Halep'te Kolordu Kumandanı Nihat Paşa'nın maiyetinde istihbaratla vazifelendirildim. Bu sırada (1958'de Genelkurmay Başkanı olan) Teğmen Fevzi (Mengüç) ve Kuvayı Milliye hükümetinin ilk kalem−i mahsus müdürlüğünü yapan Teğmen Hayati beylerle de tanıştık. 1918 Eylül sonuna doğru, harp aleyhimize neticelendiğinde, ordumuz önce Filistin'den, sonra Şam'dan çekilince, ekim başlarında İskenderun Sancağı ve havalisini içine alan şimdiki Hatay'a döndüm. Halep'ten ayrılmadan önce Vali Abdülhalik Renda Bey'i ziyaret için, Baron Oteli'nden çıkarken, terasta, genç bir yaverle (Yaver Bedri Bey) konuşan, ilk defa gördüğüm genç bir kumandan ilgimi çekti. 9
Merak ederek, konuşmasının bitmesini bekledim. Otelden içeri girdiğinde yavere kim olduğunu sordum, "Yıldırım Orduları Grup Kumandanı Mustafa Kemal Paşa" dedi. İşte kurtarıcımız Atatürk'ü ilk defa o zaman gördüm. Kurtuluş Savaşı Sırasındaki Mücadeleler:
Türk ordusu Suriye'den çekilince daha evvel İtilaf Devletleri arasında kararlaştırılan, Hicaz emîri Faysal'ın başkanlığında bir Arap hükümeti Suriye'de kuruldu. Halep hükümeti kurulunca, Antakya'daki bazı şahıslar Faysal hükümeti namına harekete geçtiler. Bu hareketin başında Türk asıllı ve Türk zabiti olan Asım Bey vardı. Hatay'ın diğer kazalarında olduğu gibi Antakya'dan, başta Türkmenzade Ahmet Ağa, Miskizadeler, Sami, Azmi, Rasim Yurtman, Dr. Vedii Münir, Abdülgani Türkmen, Fevzi, Türkmenelli, Çelenkler ve diğer bazı ağaların bu davranışa katılmaması Arapçıları kızdırıyordu. Nitekim, Faysal hükümetinin Antakya'daki temsilcileri, Arap hükümetinin Reyhaniye'de de ilanını istemişlerse de Reyhaniyeliler buna şiddetle karşı çıktılar. Bunun üzerine, Suriye'den binlerce çapulcu Arap'ı Amik ovasına hücum ettirdiler. İlk baskın, Davutpaşa'da halazadelerim Bahadırlı Mehmet ve Gümüllü Mahmut beylerin köylerine oldu. İkinci baskın, Hasan Uşağı'nda Altunlu Mustafa Ağa'ya oldu. Birinci baskın herkesi uyarmıştı. Saldıranlar Mustafa Ağa'nın direnmesi karşısında hayli kayıp vererek kaçmışlardır. Bu baskınlar gözümüzü açtığı için artık köyler gafil avlanmıyordu. Neticede hepimizin birbirlerine yardımları sayesinde çapulcular fazla kayıp verdiklerinden bir şeyler elde edemeyeceklerini anlayınca baskınlardan vazgeçtiler. Mondros Antlaşması bu devrede akdedilmişti. Anlaşma şartlarına göre "Umumî sulh akdedilinceye kadar Türk ordularının bulunduğu yerler Türk idaresinde kalacaktır." Hal böyle iken; İskenderun havalisinde (Hatay'da) bulunan 41'inci fırkanın İngiliz baskısı üzerine harbiye nezaretinden aldığı emirle, İskenderun Sancağı ve havalisinden (Hatay'dan) çekilmesi üzerine 25.11.1918'de bir miktar İngiliz askeri işgal mahiyetinde İskenderun Sancağı'na geldilerse de çok kalmayıp, çekildiler. Sonradan, 11.12.1918'de Fransızlar İskenderun Sancağı'nı (Hatay'ı) işgal ettiler. Filistin'den Halep'e, Halep'ten Antep yolu ile Adana'ya gelen Mustafa Kemal Paşa, anlaşmanın tersine İskenderun Sancağı'nın (Hatay'ın) işgalini öğrenince Suriye'de bulunan müttefik orduları kumandanı Mareşal Allenby'e protesto telgrafı çektiği gibi, harbiye nezaretine de yazmıştır. Bu suretle, (Hatay) davasına aziz Atatürk, daha o tarihte el koymuştur. 41'inci fırkanın İskenderun Sancağı ve havalisinden çekilmesi üzerine Sancaklı (Hataylı) olmayan memurlardan birçoğu Sancak'tan (Hatay'dan) ayrılmıştır. Şimdiki Kırıkhan kaymakamlığı o zaman Belen'de idi. Kazanın kaymakamsız kalması işleri aksattığı için, Kırıkhan ve Belen halkının toplanarak biraderim Mürselzade İhsan Bey'in kaymakam olmasını ısrarla istemeleri üzerine, İskenderun'da işgal kuvvetleri kumandanı Binbaşı Capti Celli kabule mecbur oldu. Bir müddet sonra 13 Temmuz 1919'da bir Amerikan heyeti (1) İskenderun Sancağı'na gelerek halktan Fransız idaresinden memnun olunup olunmadığını sorduğunda, başta Belen kaymakamı Mürselzade İhsan Bey'le kadı Ali Rıza Efendi, Şıh (Şeyh) Hasan Ağa ve bütün kaza halkının Türk idaresini istemeleri Fransızları çok sinirlendirmiş ise de o anda bir şey yapamadılar. Bu arada Amerikan heyetine Fransız idaresinden memnun olduklarını söyleyenler de olmuştu. Mürselzade ailesi içerisinde bazı amcazadeler arasındaki dargınlık ve küskünlük, kışkırtmacıların tahrikleriyle, husumet haline gelmişti. O kadar ki ağır bir dizanteriye yakalanarak Halep'te yattığım iki ay zarfında, diğer akraba ve hemşerilerim sık sık ziyarete geldiği halde, husumet halinde olduğumuz amcazadelerim Mürselzade Arif, Ahmet İzzet beyler bir gün dahi beni yoklamaya gelerek hatırımı sormadılar. İyileşip Telgazi'ye evime döndüm. Fransızların memleketimizi işgal etmesi akraba ve hemşerilerim gibi beni de ziyadesiyle müteessir ediyordu. Bir gün arabayla köyden ziyarete (Eba Yezid−i Bestamî'de) biraderim Mürselzade İnayet Beyi görmeye gidiyordum. Murat Paşa − Karasu arasında karşıdan gelen bir arabada amcazadelerim Mürselzade İzzet Bey'le, Çirkinzade Ökkeş Ağa'yı gördüm. Arabalar yan yana gelince durdurup inerek; ''Merhaba beyler, iki senedir aramızdaki sürgelen husumete son verme zamanı geldi, geçti bile. İzzet Bey, biliyorsunuz Fransızlar memleketimizi işgal etti. Ağabeylerine selam söyle, ister dahalet deyin, ister korktu deyin, aramızda husumete son vererek bir araya gelip birleşmemiz ve Fransızlarla mücadeleye karar vermemiz lazım'' dedim. Ayrıldık. Ağabeyimi ziyarete gittiğim zaman yolda İzzet Beyle karşılaştığımı ve konuşmamı anlattım. İki gün sora Telgazi Tayfur'daki evimde verdiğim davete gelen amcazadelerim Mürselzade Arif, Ahmet, İzzet beyler ve halazadelerim Mürselzade Abdurrahman, Abdullah ve Sururi beylerle genel durum hakında görüşerek, Fransız idaresini kabul etmeyip, ilk fırsatta mücadeleye başlamaya, diğer akraba ve aşiret ileri gelenleri ile de ikinci bir toplantıya karar verdik. Mürselzadeler arasındaki anlaşma ve birleşme diğer aile ve aşiret fertlerinin bir araya gelmesine, davamıza dört elle 10
sarılmamıza vesile oldu. Bu durum İskenderun Sancağı ve havalisinde (Hatay'da) mücadele ruhunu doğurdu. Diğer kazalardaki hemşerilerimizle, Antakya'daki Arap hükümetini tasvip etmeyen, başta Türkmenzade Ahmet Ağa olmak üzere, diğer birçok Antakyalı Ağa ve hemşerilerimizin de bu mücadele kararımızı onaylamaları üzerine, Arapçıların dışında bütün İskenderun Sancağı ve havalisi birleştik. Böylece Reyhaniye'deki birlik ve beraberlikle ''Hatay'' davası doğdu. Fransız işgal kumandanı Reyhaniye kazasını Reyhaniye'den 7−8 km güneyde bulunan ve fakat Arapların yerleşmiş olduğu Harim'e nakletti. Kaza, Harim'e naklolunca haberleşme tabiatıyla Arapça yapılmaya başlandı. Reyhaniye Türk halkını, kazanın Harim'e nakli, iki bakımdan müşkül vaziyete sokuyor ve üzüyordu. Biri haberleşmenin Arapça olması idi. Diğeri, Arap politikacılarının ve onların tahriklerine kapılan Arapların, Filistin ve Suriye'de Türk ordularına ve Türk idaresine karşı giriştikleri hainane davranışları idi. Bu iki nedenle hemşerilerimizin vaki müracaatları üzerine biraderlerim, Mürselzade İhsan ve İnayet beyler birleşerek İskenderun'da bulunan işgal kumandanı Binbaşı Capti Celli'ye gitik. Vaziyeti anlatıp kazanın tekrar Reyhaniye'ye naklini rica ettiğimizde: ''Haklısınız'' ancak bizdeki usule göre, oranın işgal kumandanının onayını almamız gerekir, kendisiyle temas ediniz, kabul ederse naklettiririm'' dedi. Ayrıldık. 2 Nisan 1919 günü ikamet ettiğim Telgazi Tayfur köyünde biraderlerim İhsan ve İnayet beylerle birleşip, Harim'e gitmeye karar verdik. İhsan Bey geldi; İnayet Bey'in işi çıktığı için bizlere Harim'de katılacakmış. Harim işgal kumandanı Teğmen Colonel (albay) Sezar'a ikimiz gittik. Kumandan bizleri Ahmet Ağa Bermede'nin karargâh yaptığı konağında kabul etti. Cezayir'den gelen misafiri Şeyh'i ağırlıyordu. Tercüman Antakyalı Filip Efendi'ye ziyaret sebebimizi sorduğunda, yukarıda belirttiğim hususlar nedeniyle kazanın tekrar Reyhaniye'ye naklini rica ettiğimizi söyledik. Kumandan yanındaki nefere Fransızca bir şeyler söyledi. Nefer gitti ve biraz sonra kucağında bir kedi ve bir köpek yavrusu getirerek kumandana verdi. Kumandanın kucağına aldığı iki yavru, birbirlerine alışmış oldukları için, koklaşıp oynaşmaya başladılar. Tercüman aracılığıyla ''Bunu anladınız mı?'' sualine ''Hayır'' dedik. Nefere yine bir şeyler söyledi. Bu sefer zincirle bağlı bir çakal yavrusu geldi. Birbirleriyle koklaşıp oynaşan kedi ile köpek yavruları, çakal yavrusunu görünce oynaşmayı bırakıp çakal yavrusuna karşı irkilmeye başladılar. Kumandanın işareti üzerine, nefer çakal yavrusunu götürünce kucağındaki yavrular sakinleşip, yine oynamaya başladılar. Bize, anlayıp anlamadığımızı sordurunca, bir mana veremediğimiz için anlamadığımızı söyledik. Bunun üzerine kucağındakini gösterip ''Biri Türk, biri Arap, çakal yavrusu da Osmanlı devletidir. Osmanlı devleti varken bunlar anlaşıp yaşayamıyorlardı. Osmanlı devleti gidince bakınız ne güzel anlaşıyorlar. Artık Osmanlı devleti yoktur. Türk−Arap bir arada yaşarsınız'' diyerek bizleri kovdu. Bu tarihi çirkin hadiseyi 1938'de sağ olan tercüman Filip Efendi'den naklen 1939'da Hatay mebusu olan Bekir Kunt Bey çıkardığı mecmuada yayımlamıştı. Biz işgal karargâhından ayrılırken gelen, biraderim İnayet Beye durumu anlatıp, hep beraber Kodaği'ye köyünde ikamet eden yeğenimiz Mürselzade Haydar Bey'in evinde bizleri bekleyen, halazadelerimiz Mürselzade Abdurrahman, Abdullah, Sururi Beylerle amcabeyzadelerimiz Mürselzade Arif, Ahmet, İzzet beylerle buluştuk. Hep beraber Reyhaniye'de bizleri bekleyen halazadelerim Bahadırlı Mehmet, Hacı Hasan, Nuri ve Gümülü Mahmut beylerle, Bahadır Osman, Halil, Süleyman, Hacı Veliş ağalarla, Altunlu Süleyman, Mustafa ağalar ve Tecirli, Ömeroğlu, Atasever ağalarla birleşerek amcazadem Mürselzade Kadir ve Kemal beylerin Çathüyük köyündeki konağına giderek oraya gelen amcazademiz Çirkinzade Ökkeş Ağa, Süleyman Ağanın torunu Küçük Ağa, Arif Ağa'nın torunları Ahmet, Mustafa ağalar, Şıh Ömer Ağa, Duman Ağa ve Karabeyzade Tevfik Bey, Durmuşoğlu, Veli ağalar, Behzat ağalar, Küçükzade Mamo Ağa, Akpınar Ali Ağa, Sarı Ağa, Paşa Ağa, Garbizadeler, Kızılkayalar, Şıh Hasan Ağa, Ali Ağa Genç, Ahmet Ağa Genç, Alhas Salman Efendi ve isimlerini hatırlayamadığım birçok kişi ile Harim'de başımıza gelen hadise ve genel durumu uzun uzun görüştük. Fransız idaresini kabul etmemize imkân olmayacağını ve mücadeleye karar vermemize rağmen sığınacak ve yardım görecek bir imkân buluncaya kadar faaliyete geçmemeye ve beklemeye karar vererek ayrıldık. Bir süre sonra biraderim Mürselzade İnayet Bey'le 1917'de mutasarrıflık olan ve İngiliz işgalinde bulunan Antep'e, mutasarrıf Ahmet Bey, Dai Ahmet Ağa ve diğer eşrafla aldığımız karar hakkında görüşme ve yardım talebinde bulunmaya gitik. Bizlere maalesef bir yardımda bulunamayacaklarını öğrenerek veda edip Kilis'e geldik. Dağlı Ahmet Bey'e misafir olduk. Burada olduğumuzu haber alan amcazadem Mürselzade Ahmet Bey yanımıza geldi. Biz, Antep'e gitmek üzere ayrıldıktan sonra Maho ve çete arkadaşları Hassa'nın güneyinde bir hadise yapmışlar. Bundan ötürü, Fransızlar tarafından takibe uğrayınca, Mürselzade Ahmet Bey'e sığınmışlar, bunu haber alan Fransızlar Ahmet Bey'in köyünü basınca Maho ve arkadaşları Kürtdağı'na kaçmışlar. Ahmet Bey de kaçarak Kilis'e yanımıza geldi. Misafir olduğumuz Kilisli Ahmet Bey'den de bir yardım görülemeyeceğini anlayınca, Kilis'ten hep beraber tekrar Reyhaniye'ye geldik. Hamam köyünde Mürselzade Ahmet Bey bizden ayrılarak Ahmet Ağa Genç'le Ali Ağa Genç'in yanına gitti. Biz de köylerimize döndük. 11
Harim Baskını:
Çok geçmeden Mürselzade Ahmet Bey, Kürtdağı ve Gâvur Dağı çeteleri Maho ve arkadaşları, Amik'ten Faruk Cengiz, Mehmet Şahin ve arkadaşları ile birleşerek Harim Kalesi'ni bastık. Sarp, kayalık ve sağlam olan kalenin eteklerinde mevzilendik. Bizi fark eden Fransızlar ateş yağmuruna tuttu. Biz de ateşe başladık, uzun bir çarpışmadan sonra anladık ki bu iş böyle yürümeyecek. Fransızları susuz bırakıp, teslim etmeye mecbur etmek için, kalenin su kuyusunu tahrip etmeye karar verdik. Faruk Cengiz bu işi üzerine aldı. Kuyuya sokulmak için mevziden fırladı. Bunu gören Fransızlar tekrar yaylım ateşine başladılar. Üzerimize gelen kurşun ve şarapnel parçalarından kurtulmak için kayaların arkasına saklanarak, zikzaklar yapıp kuyuya yanaşmaya çalışan cesur arkadaşım Faruk Cengiz'i korumaya çalışıyor, Fransızlara devamlı ateş ediyorduk. Fransızların yaylım ateşi karşısında kuyuya daha fazla yanaşamayacağını anlayan Faruk Cengiz el bombasını fırlattı. Mesafe biraz fazla olduğundan tam isabet almadığı için kuyu istediğimiz gibi tahrip olmadı. Durumu anlayan Fransızlar ateşi daha da sıklaştırdılar. Fransızların üstün ateşi karşısında daha fazla sokulamayacağını ve kuyuyu tahrip edemeyeceğini anlayan Faruk Cengiz geri döndü. Geri dönerken yakınına düşen şarapnel parçasıyla az daha vuruluyordu. Boşuna mücadeleden vazgeçerek ateş altından geri çekilirken mücahit arkadaşlarımızdan biri ağır, birkaçı da hafif yaralandı. Harim Kalesi baskınında Fransızlara yaptığımız bu ilk hareket başarılı olmayınca ileride birleşmek üzere dağıldık ve köylerimize gittik. Maho adamlarıyla Kürtdağı'na gitti. Mürselzade Ahmet Bey Fransızların takibine maruz kalmışsa da; Fransızlar hadisenin büyümemesi düşüncesiyle Mürselzade Ahmet Bey'in üzerine fazla gitmediler. Maho Tarafından Tuzağa Düşürülüşümüz:
Bu karışık hal devam ederken, Mustafa Kemal'in Samsun'a çıkması, arkasından Erzurum, Sıvas kongrelerinin yapılması ve nihayet Ankara'da Kuvayı Milliye hükümeti, bizim gibi işgale uğrayıp da ümitsiz ve karanlıklar içerisinde çırpınanlara büyük ümit ve cesaret vermişti. Bu arada biraderim Mürselzade İnayet Bey, amcazadem Mürselzade Ahmet, halazadelerim Mürselzade Abdurrahman ve Abdullah beylerle buluştuk, Kürtdığı'na giden Maho ve arkadaşlarını takviye ve techize karar verdik. Bu karar gereğince Tekbıyık Hacı ve bazı çeteler de Maho'ya katıldılar ve karargâhlarını Kürt dağının Kazıklı köyünde kurdular. Birkaç gün sonra, biraderim İnayet, amcazadem Ahmet, halazadelerim Abdurrahman Sururi beyler ve Sarıcalı Şıh Hasan Ağalar, halazadem Mürselzade Abdullah Bey'in çiftliği olan Başköy'de toplandık. Zira Fransızlar Şıh Hasan Ağa'yı takip ettikleri Mürselzade Ahmet Bey için, ''Gelip özür dilesin takibi durduralım'' diye aracı göndermişler. Durumu görüştük. Ahmet Bey, gidersem hapsederler endişesiyle gitmek istemediği halde, bizler tam hazırlanıncaya kadar Fransızları kuşkulandırmamak için gitmesini istedik ve Ahmet Bey'i ikna ettik. Bunun üzerine aynı gün Ahmet Bey, Şıh Hasan Ağa'yı da alıp İskenderun'a işgal kumandanına gitti. Bizler de köylerimize dağıldık. Başköy'den ayrıldıktan iki gün sonra Telgazi'deki ikametgâhımda yatarken, yanımda çalışan Antakyalı İsmail Ağa, ''Misafir geldi'' diyerek gece yarısı beni uyandırdı. Aşağıya indiğimde, Ahmet Bey'in ağabeyi amcazadem ve eniştem Mürselzade Arif Bey, Eşref, halazadelerim Mürselzade Abdullah ve Bahadırlı Nuri beylere ''Bu saatte gelişiniz, hayır mı?'' deyince ''Merak etme, mühim bir toplantı varmış, Kazıklı'ya gidiyoruz, sen de geleceksin, hadi acele hazırlan'' dediler. Acele hazırlanıp, atlarımıza binerek, Maho ve adamlarıyla hep birlikte hareket ettik. Çatalhüyük'ten geçerken Müşrüfiye'de amcazadem Mürselzade Kadir Bey'i alarak yolumuza devam ettik. Biraz gittikten sonra ortalık ağarınca etrafımıza baktığımızda, Fransızlarla mücadele için, teçhiz ve takviye ettiğimiz Maho ve arkadaşları tarafından çevrilip, namlular üzerimize tutulduğunda tuzağa düşürüldüğümüzü anladım. Anladım ama, iş işten geçmişti. Kürtdağı'ndan Kazıklı'ya vasıl olunca bizleri bir çardak altına oturtup silahlarımızı aldılar. Bu çapulculara inanıp davamızda bize hizmet edecekleri düşüncesiyle yaptığımız o ahmakça hareketin cezasını hak etmiş olduk. Üzüntümüzden, getirilen yemeği yemediğimiz gibi, gece de uyuyamadık. Ertesi sabah, Maho'nun bizleri buraya 500'er altın fidye istemek için, desise ile davet ettiği anlaşıldı. Bizlerin Kazıklı'da rehine olduğumuzu haber alan Gençağazade Ahmet ve Ali ağalar yanımıza geldiler. O zaman, o muhitte, Kürtdağı'nda Ahmet ve Ali ağaların nüfuz sahibi ve kuvvetli olmaları aynı zamanda Maho'nun yanındaki çetelerin çoğunluğunun o havali halkından olması itibarıyla, ağalara karşı gelemeyeceğini anlayan Maho, ağaların serbest bırakılmamız teklifini istemeyerek de olsa kabul etti. Gece Ahmet ve Ali ağalarla beraber Kazıklı'dan ayrıldık ve ertesi gün ikametgâhımda kendi aramızda yaptığımız toplantıda, ya bizzat işin başına 12
geçelim veya Fransızlarla mücadeleyi bırakalım görüşlerinin tartışması sonunda işin başına geçip mücadeleyi bizzat yürütelim kararına vardık. Kilis ve Katma'ya Hareket:
Bir süre sonra durumu incelemek üzere halazadelerim Mürselzade Abdullah, Bahadırlı Mehmet beylerle, arkadaşım Faruk Cengiz, Mehmet Şahin, Hamit Öcal ve daha birkaç kişi ile Kilis'e hareket ettik. Afrin Köprüsü'nden ve Kürtdağı'nın Aşikibar köyünden geçerek Katma'nın güneyine yetiştiğimiz zaman tepenin üzerinden 5−6 Fransız süvarisi göründü. Bizi fark edip süratle üzerimize gelirken arkadaşımız Hamit Öcal Efendi silahına davranıp ateş etmek isteyince, silah sesi etraftan duyulup başkalarını da üzerimize getirir düşüncesiyle mani oldum. Süvariler gelip önümüzü çevirdiklerinde, Cezayir ve Tunuslu Müslüman asker olduklarını görünce, önde olduğum için bunlara Şerif'in (Faysal Hükümeti) jandarması olduğumuzu ifade etmek istedim. Arapça bilmediğim için anlatamayacağımı anlayınca, arkamdaki Arapça bilen halazadem Bahadırlı Mehmet Bey'e ''Çete olmayıp, Şerif'in jandarması olduğumuzu ve tahsilata çıktığımızı'' anlatmasını söyledim. Anlattı. Kaybettikleri hayvanlarını arıyorlarmış, sözümüze inanarak bizden ayrıldılar. Biz de yolumuza devam ederek Azez kazasından geçip, akşam Kilis'e yetiştik. Geceyi Dağlı Ahmet Bey'in evinde geçirdik. Ertesi günü Kilisli Avukat Reşit Bey'i bulduk. O gün, sonradan lağvedilen mevlevi tekkesinde toplanan Maarif−i İslamiye Cemiyeti'yle Eşraf−ı Beldenin toplantısına katıldık. Bu toplantıda Kürtdağı'na gelmiş olan Kuvay−ı Milliye kumandanı Yüzbaşı Kâmil Bey, (namı müstearı Polat Paşa) ile temas etmek için bir heyetin seçimi görüşülüyordu. Neticede Kilis'i temsilen Akif, Müslüman, İslam ve Hacı Ahmet efendiler temasa memur edildiler; toplantı dağıldı. Ertesi günü bu heyetle hep beraber Kilis'ten hareket ederek Kürtdağı'nın Meydanki köyünde Şıh Abdi'nin evinde misafir olan Polat Paşa'nın yanına geldik. Tanıştık. Görüştüğümüzde, Kilis Kuvayı Milli'ye karargâhının, Kilis'in kuzeyindeki Cercik köyünde yerleşmesini kabul ettiler. Bizim yardım isteklerimize ''Beraberimde kuvvetim olmadığı için size yardımda bulunamayacağım'' dedi. Fakat bu durum karşısında Fransızlarla fiilen muhasama ve müsademe icap ettiğine göre, Maraş'tan talimat almak ve noksanlarımızı tamamlamak üzere anlaşmaya varılarak, Polat Paşa'dan ayrıldık. Ve ertesi gün Katma'da Mennenzade Niyazi Bey'de gene misafir olduk. İkinci günü erken saatte oradan ayrılıp Katma'nın güneyindeki Hannan ve Mennan türbesinin yanında iken, karşımızdan Fransız süvari kolunun geçmekte olduğunu görünce dağıldık. Çeşitli yerlerden geçerek Afrin nehri civarında Umuzade Hasan Ağa'nın köyünde arkadaşlarla tekrar birleşerek Reyhaniye'ye gelip ertesi günü buluşmak üzere ayrılarak köylerimize gittik. İkinci günü diğer akraba ve hemşerilerimizle buluşup, toplanarak temasımızı anlattım. Maho'nun İkinci İhaneti:
Bir taraftan teşkilatlanmaya başlanırken diğer taraftan da Polat Paşa ile ilgiyi kesmedim, hatta haberleşme ve temasımızı sıklaştırdık. Bu arada aldığım bir haberle Polat Paşa'yı Kilis Kuvayı Milliye Kumandanlığı'ndan alıp, yerine Kilis Askerlik Şubesi Reisi Binbaşı Mahmut Bey'i atadıklarını öğrendim. Haziran sonuna doğru Binbaşı Mahmut Bey ile görüşmek üzere amcazadem Mürselzade Halil Bey, arkadaşım Faruk Cengiz, Mehmet Şahin ve 5−6 arkadaşı ile Kürtdağı'na geçtim. Kilis Kuvayi Milliye karargâhı Cercik köyünden Cengin köyüne nakledilmiş. Cengin köyüne geldiğimizde Binbaşı Mahmut Bey efrat toplamak üzere civar köylere gitmiş, görüşemedik. Kilis Kaymakamlığı vazifesini görmekte olan Cemal Bey'le görüştüğümüzde Antep mutasarrıfını görmeye gideceğini öğrenince, Antep mıntıka kumandanı Recep Bey'le görüşmek üzere Cemal Bey'le beraber gitmeye karar verdik. Geceyi orada geçirip, ertesi gün Cengin'den hareket ederek Mülk köyüne geldik. Orada babamın dostu olan Mülklü Ali Ağa'nın torunları Ali ve Hacı ağalara misafir olduk. Hacı Ağa yokmuş. Amcaları Ali Ağa bizi bırakmadı. Yemeğimizi yeyip orada yattık ve ertesi günü öğle sonu Cemal Bey'le Mülk'ten ayrılıp, Antep'e hareket ettik. Bir iki saat sonra Mülk'ün doğusundaki Karasakal köyüne yetiştiğimiz zaman arkamızdan gelen atlılar bize seslenince durduk. Yanımıza gelip bana ''Binbaşı Mahmut Bey Mülk'te sizi istiyor'' dediler. Cemal Bey'le vedalaşarak Mülk'e döndük. Yarım saatlik bir yol almıştık ki, yanımda giden atlı birdenbire kucağımdaki mavzere sarılıp almak isteyince ''Ne yapıyorsun?'' derken öbür yanımda giden Mülk'lü Hacı Ağa (Gâvur Hacı) ''Şahin, sen karışma'' deyip bana ''Beyim ben yabancı değilim ağırlık olmasın mavzeri bana ver'' demesi üzerine boş bulunup mavzerimi Hacı'ya verdim ve arkama dönüp arkadaşlara baktığımda onların da kucaklarından silahlarının alınmış olduğunu gördüm. 13
Aldandığımızı, yine bir pislik olduğunu geç te olsa anladım. Dört saat önce izzet−i ikbâl ile ayrıldığımız Mülk köyüne bu defa esir olarak döndük. Beni, Halil Bey'i ve Faruk'u Ali Ağa'nın daha önce misafir ettiği odaya hapsettiler. Diğer 7 kişiyi de başka yerlere dağıtmış kapımızın önüne iki nöbetçi dikmişlerdi. Akşama doğru nöbetçinin gözcülüğünde (tuvalete gitmek için) dışarı çıktım. Odanın kuzey tarafında yanıma bir genç sokuldu, yavaşça Mustafa Paşa'nın oğlu, Bahadırlı Nuri Bey'in dayısı olduğunu öğrendim, ''Canını sıkma, ağalarla görüştük, bu edepsizlerin elinden sizi kurtaracağım'' dedi ve uzaklaştı. Odaya döndüm. Biraz sonra yemek getirdiler, aç olduğumuz halde üzüntü ve sinirden hiçbirimiz yiyemedik. Gece Mülk'lü Ali ve Nahsen ağalarla Kürümlü Ökkeş Ağa geldi. Hadiseye çok üzülüp utandıklarını söylediler. Ve nasıl yakalandığımızı anlattılar: Yeğenleri Hacı ve 15 adam, Maho, Tekbıyık, Karayusuf ve avanesiyle birlik olup bizi gafil yakalayarak esir etmişler. Maho ve diğerleri tanınmamak için arkada kalıp yanımıza Hacı ve adamları sokulmuş ve silahlarımızı yukarıda anlattığım şekilde aynı anda almışlar. Maho ve arkadaşlarından izin alarak Ali ve Nahsen ağalar bizi kendi yanlarına (evlerine) götürdüler, geceyi orada geçirdik. Sabah erken Ali ve Ökkeş ağalar yanımıza geldiler. Hal ve hatır sorduktan sonra bana ''Çete reisleri, Nahsen Ağa'nın odasında toplanmışlar. Seni oraya yanlarına isteyecekler ve beraber olarak Amik ovasına götürüp akrabalarını soyacaklar. Sakın beraber gitme, biz adam topladık. Odanın hatta köyün etrafını sardırdık; size bir şey yapamazlar, ne kadar ısrar ederlerse etsinler inanma ve katiyyen gitme'' dediler ve ayrıldılar. Nitekim biraz sonra biri geldi ''seni çete reisleri istiyor'' dedi, beraber Nahsen Ağa'nın odasına gittik, Maho, Tekbıyık, Karayusuf içeri girdiğimde kımıldamadılar. Bir tarafa oturdum, ''merhaba'' dediler ve Maho ''Şimdi biz hareket edeceğiz, sen de bizimle beraber gelmez misin?'' deyince ''Hayır sizlerle gelemem'' dedim. Bunun üzerine Tekbıyık ''Sen bizim beyimiz, büyüğümüzsün, beraber gidersek daha güçlü ve kuvvetli oluruz'' dedi, ''Hayır gidemem'' dediğim sırada kapı açılarak Kürümlü Ökkeş Ağa, dün dışarı çıktığımızda yanıma sokulan genç (Veysel Ağa) ve Işlak Mustafa ellerinde mavzer içeri girdiler. ''Bey'e yaptığınızdan utanın, köy sarıldı, onu rahat bırakın'' dediler. Çete reisleri bu hali görünce durumu kavrayıp fazla ısrar etmeyerek ''Madem ki beraber gitmek istemiyorsun, biz gidelim'' diyerek kalkıp gittiler. Onlar gittikten bir iki saat sonra 70 kadar Lohanlı, Mülklü, Kürümlü çeteler bizi yalnız bırakmadılar, birlikte hareket ettik. Faruk Cengiz bir arkadaşını alarak daha önce Amik'e durumumuzu haber vermek için gitmişti. Akşama doğru Abar köyüne geldik. Gece Mecit Ağa'nın evinde kaldık. Ferdası günü Kürtdağı'nda Meydanki köyünde Şıh Abdi Ağa'nın evine geldik. Daha evvel Maraş'tan gelen seyyar Kuvayı Milliye Akıncı Kumandanı Sakallı Bedri Bey misafir olarak bulunuyordu. O sırada Maho, Tekbıyık, Karayusuf, maiyetleri ile oraya geldiler. Mülklü Gâvur Hacı da beraberdi. Bedri Bey'le Halep'i basmak üzere konuşup ikna ettiler. Giderken beni de beraber almak istediler. Yine ''Hayır sizlerle bir yere gitmem'' deyince ısrar etmeyip, gece Halep istikametine hareket ettiler. Biz de geceyi orada geçirdik. Ferdası günü bizimle gelen 70 kişiden iki kişi hariç diğerleri geri köylerine döndüler. İki kişiden biri, Mülk'te dışarıya çıktığımda yanıma sokulan Veysel, diğeri de Lohanlı türkücü Ökkeş olup, her ikisi de benimle birlikte Amik'e gelmek için yanımda kaldılar. Hep beraber Şıh Abdi ve Bedri Bey'e veda ederek Amik'e hareket ettik. Şarbaoğlu (Çorbaoğlu) Aslan Ağa'nın evine yetiştiğimizde Faruk Cengiz'le Amik'ten birçok akraba ve dostlar da oraya geldiler. Geceyi orada geçirip sabah hep beraber Reyhaniye'ye hareket ettik. Maho'nun Akıbeti:
Bizim Meydanki'den ayrıldığımız günün gecesi, Halep'teki Fransız karakoluna baskın yapacağını söyleyerek Bedri Bey'i ikna edip, Halep istikametine giden Maho ve arkadaşları Halep'in Sebil mıntıkasına gelerek, Fransız karakoluna laf olsun diye birkaç el silah sıkmışlar. Sonra da dönerek Halep'in kuzeydoğusundaki Meryem'in köyüne gelmişler. Köylüler gerek korktuklarından, gerekse Türk Kuvayı Milliye çeteleri sandıkları için, karşı koymamış sofra hazırlayıp, ikramda bulunmuşlar. Yemekten sonra, köylülerin bu davranışlarına rağmen, köyü yağma etmişler. Hatta, kadınların boyunlarından gerdanlıkları ile kulaklarındaki küpelerine varıncaya kadar zorla almışlar. Oradan Meydanki köyüne gelerek Akıncı Sakallı Bedri Bey'e Halep Karakolu'nu bastıklarını anlatmışlar. Fakat bir müddet sonra Meryem'in köyünden birkaç kişi gelerek, Şıh Abdi'ye maruz kaldıkları yağmayı anlatmışlar. Şıh Abdi de durumu Bedri Bey'e bildirince, fena halde üzülen Bedri Bey, Maho ve arkadaşlarına köylülerden aldıklarını iade etmelerini söylemişse de Bedri bey'i dinlemeyip, ayrılmış Mülk köyüne gitmişler. Bedri Bey, bu soygunculuğu Türk Kuvayı Milliyesi adına yapılmış zanneden toplum üzerinde, fena tesir edeceğini düşünerek kuvvet almak ve durumu bildirmek üzere hemen o gece Maraş'a hareket eder. Gece gündüz demeden Maraş'a iki günde yetişip, vaziyeti Kolordu 14
Kumandanlığı'na anlatır. Kumandan da Bedri Bey'e bir müfreze asker, bir makineli tüfek ve bir de mantelli top verir. Bedri Bey, bu kuvveti alarak süratle eşkıyaların bulunduğu Mülk köyüne gider, müfreze ile köyü kuşatır. Kendisi de köyün batısında, bir kilometre kadar uzağındaki bir derede, birkaç kişi ile köye gönderdiği zabiti bekler. Köye giden zabit ''Maraş'tan gelen kumandan paşa, çeteleri istiyor, güneye yapacakları hareketi görüşecekler'' demesi üzerine, çeteler köyün sarıldığından habersiz oldukları için, gelen zabitin tebligatını aralarında tartışarak, paşa ile görüşmek üzere Tekbıyık Hacı'yı zabitle gönderirler. Dereye gelen Tekbıyık, Hacı Bedri Bey tarafından hemen öldürtülür. Zabit yine gönderilir ''Tekbıyık Hacı meseleye yalnız karar veremiyor. Paşa diğer ağaları da istiyor'' deyince bu defa da Karayusuf yanına iki adamını alarak gider, onlar da hemen öldürülür. Arkadaşlarının gelmediğini gören Maho ve Gâvur Hacı 20 kadar adamını alıp zabitin gittiği istikamete gitmek isterlerse de, köyün sarıldığını görerek şüphelenip, atlarına atlayan Maho ile Gâvur Hacı firar eder. Kaçamayan 20 adamı yakalanarak Maraş'a gönderilir. Meryem'in köylülerinden yağma edilen ganimetleri Bedri Bey köylülere iade eder. Bu hareket gerek dahilde gerekse hariçte Türk Kuvayı Milliye'sine büyük güven ve itimat duyulmasına etkili olmuştur. Bu hadiselerden sonra Türk mücahitleri nereye girmişlerse yardım ve yakınlık görmüşlerdir. Reyhaniye'ye döndükten birkaç gün sonra yukarıda anlattıklarını memnuniyetle öğrendik. Allah kötülerin cezasını muhakkak veriyor. Nitekim bir ay sonra Maho, Kazıklı'da kayınbiraderi tarafından öldürülüp, başı Fransızlara gönderiliyor. Misak−ı Milli Hudutları İçinde Olup Olmadığımız Hususunda Mustafa Kemal'le İlk Temasımız: Reyhanlı'ya Meydanki'den avdetimizden sonra teşkilatlanmayı hızlandırdık. Sık sık buluşup toplanıyorduk. Biraderim Mürselzade İnayet, halazadelerim Mürselzade Abdurrahman, Abdullah, Sururi, yeğenim Mürselzade Haydar, amcazadelerim Mürselzade Ahmet, Kadir, Kemal beylerle arkadaşım Faruk Cengiz, babası Ahmet Selâmet Efendi, Bahadırlı Osman, Halil ağalar, Altunlu Süleyman Ağa, Durmuş ve Veli ağalar, amcazadelerim Çirkin Ağalar, halazadelerim Bahadırlı Mehmet, Nuri, Hacı Hasan, Gümüllü Mahmut ile Genç ağalar ve diğer akraba ve aşiret ağaları ile sık sık tolanıyor, durumumuz ve davamızla ilgili görüşmeler yapıyorduk. Bu toplantılardan birinde fiilen harekete geçmek için, karar verme müzakereleri yapılırken İskenderun Sancağı ve havalisinin hududu milli (Misak−ı Milli hudutları) haricinde olduğunu bazı münafıkların ortaya atmaları hususu görüşülmüş; doğruluğunu öğrenmek üzere Antep'teki Fransızlarla yapılan muharebeyi sevk ve idare eden kumandanla görüşmek için, akrabalar beni vazifelendirmişlerdi. Faruk Cengiz, Mehmet Şahin, Karaahmetli Ali Keleş ve bazı arkadaşlarla mayıs sonu Antep'e hareket ettik. Antep'te Müdafaa−i Hukuk Cemiyeti'ni idare eden İncezade Hüseyin, Patpat Nuri, Kahraman Hacı, Pazarbaşı Nuri ve diğer arkadaşlarıyla yaptığımız temasta bu hususu bilmediklerini birkaç gün önce Ankara'ya çağrılan Kılıç Ali Bey'in malumatı olabileceğini, fakat mıntıka kumandanı İrfan ve Miralay Recep beylerle temas ederek öğrenebileceğimizi söylediler. Ayrıldık. Mıntıka kumandanlığına giderek kumandanlarla temas ettik. Onlar da ''İskenderun Sancağı ve havalisinin Misak−ı Milli hudutları içinde olup olmadığını bilmediklerini, iki gün önce Ankara'dan Antep'e gelen kumandan Yüzbaşı Ali Bey'le görüşmemizi, ondan öğrenebileceğimizi, ancak kumandanın şimdi Antep'in kuzeyinde Pınarbaşı veya Sam köyünde bulunduğunu'' söylediler. Bunun üzerine gece yarısı Şehreküstü semtindeki geçitten geçerek şafakla Sam köyüne geldik. Yüzbaşı Ali Bey'i bulduk. Ali Bey'e Misak−ı Milli hudutları içinde olup olmadığımızı sorduğumuzda ''Bir malumatım yok, arzu ederseniz seyyar telgrafımla Ankara'ya telgrafınızı çekerim'' dedi. Ben de 29 Mayıs 1336'da (1920) Ankara'ya Rumeli ve Anadolu Müdafaa−i Hukuk Cemiyetleri'nin Reisi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine bir telgraf çekerek durumumuzu sordum. Bu arada Antep ve havalisi Kuvayı Milliye Kumandanlığı huzuru âlisine aşağıdaki yazıyı yazdım: Antep ve Havalisi Kuvayı Milliye Kumandanlığı Huzuru Âlisine: ''Harim kazası, Halep vilayetinin bir kazası olup, cebel (*) kısmı Arap, ova kısmı ki: Reyhaniye nahiyesi, kâmilen Türk ve Çerkez'le meskundur. Halep'in sukutunu müteakip (düşmesinden sonra) memurini mahalliyenin firar etmeleri üzerine boş kalan hükümeti Araplar işgal ettiler. O sırada Katma'da bulunan 24'üncü fırkanın Hamam'a geldiğini haber alan Arap memurları firar edip, fırka kumandanı Mahmut Bey bir miktar asker gönderip bir mah (2) kadar hükümet−i Osmaniye namına idare etmiştir. Fırka aldığı emir üzerine Hamam'dan çekilip, kazasının boş kalması fırsatından istifade ederek hükümeti Arabiye tekrar memur göndererek icra−i hükümete başlamış idi, bizce meçhul olan esbap (sebepler) üzerine hükümet−i mezkûre tekrar çekilerek bir hafta sonra Fransızlar tarafından kaza−i mezkûreye vaziyet edilmiştir (3). Belan, Antakya, Harim, İskenderun kazalarının Halep'ten fekk (**) ile İskenderun'u Liva yaparak diğer üç kazayı da Beyrut'a rapt etmişlerdir (bağlamışlardır). Kilis'in Çom nahiyesini Hükümet−i Arabiye alıp Agrar kazasına ilhak (katılmak) suretiyle Kilis'i Harim'den ayırmıştır. İskenderun Livasını ihtiva edip saha Kuvayı Milliye'nin gösterdiği hudut ve program dahilinde olup, hükümeti Osmaniye'nin layünfet (4) bir cüz−ü (parçası) olduğundan şimdiye kadar saye−i ra'fet ve adaletinde yaşadığı Rayet−i (5) Osmaniye altında yaşamak için ölünceye kadar çalışmaya imanıyla ahd 15
etmiştir. 16 aydır her türlü hidemat, (6) alâm (7) ve felaket içerisinde mevcudiyet−i milliye ve diniyemizin muhafazası uğrunda çalışmakta iken Konya ve İstanbul'a kadar gidilerek Kuvayı Milliye mümessilleriyle görüşülmüş ve avdetimizde Kuvayı Milliye tarafından beray−i teşkilat Kilis ve Kürtdağı'na teşrif eden Polat Bey ile teşerrüf edilmiş, mumaileyhten alınan talimat kısmen icra edilmiş, kısmen de Fransızların tegallüp (üstünlüğü) ve tahakkümü (baskısı) itibarıyla icra edilememiş olduğundan bu kerre Ankara'da Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa hazretlerine ve gerek mıntıka kumandanı Ali Bey'e arz edildiği gibi zatıalinize de arzı keyfiyet ediyorum. Vaziyetimizin fenalığını, mevkiimizin ehemmiyetini mumaileyh Polat Bey oraya kadar teşrif buyurarak görmüş hareket ve teşkilatımızı tadil buyurmuştur (değiştirmiştir). Bâlâda (başlangıçta) arzedildiği veçhile vatan−ı mukaddes ve muazzezimizin düşmanının mülevvesc (pis) ayakları altından kurtarılması için çalıştık ve çalışıyoruz ve ilelebed çalışacağız. Binaenaleyh, bu kerre Fransızlarla akdedilen mütarekede İskenderun livası zikredilmemiş olduğundan (8) mukadderat−ı mustakbelimiz ve Kuvayı Milliye'mizin harekâtı müphem kalmıştır. Hal−i tahammül nasuzuma nigâh−ı (9) merhamet atfedilerek bir an evvel müzaharet ve muavenette bulunmak için taraf−ı âlinizden de müşarünileyh Mustafa Kemal Paşa hazretlerine arzedilmesini istirham ederim efendim hazretleri.'' 30 Mayıs 336 Belan (Belen) ve Reyhaniye Kazaları Eşrafından Karamürselzade Mustafa Paşa oğlu Tayfur Ata
Üç gün geçtiği halde Mustafa Kemal Paşa'dan cevap alamayınca bu defa 31 Mayıs 1920 tarihinde Mustafa Kemal Paşa hazretlerine aşağıdaki telgrafı çektim: Ankara'da Büyük Millet Meclisi Reisi Muhteremi Devletlu Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine; ''İskenderun Livasını ihtiva eden sahanın hal−i esef iştimali 29.5.1336 (1920) Sam telgrafhanesinden arzedilip üç gündür cevap alamadığımdan bu kerre dahi tasdi−i ser−i devletlerine içtisar ediyorum. (10) Mukaddem ariza−i telgrafımızda arz edildiği veçhile muhitimiz Kuvayı Milliye'nin, zir−i cenah−ı satvet ve himayesinden hariç görülüp tesahüp edilmeyecekse (11) şimdiye kadar içinde yüzdüğümüz bela ve mesaib−i günagüne (12) tehammülümüz kalmadığından bu ana değin mütenaim ve mütefeyyiz (13) olduğumuz Rayat−ı Osmaniye'nin mütemevviç (14) bulunduğu mahalle hicrete amadeyiz. Binaenaleyh ne hal ve ne suretle hareket etmekliğimiz emir ve iradesine telgrafhanede intizar ediyorum. Ol babta ferman...'' 31 Mayıs 1336 Belan ve Reyhaniye kazaları eşrafından Karamürsel Mustafa Paşa oğlu Tayfur Ata Mustafa Kemal Paşa hazretleri Miralay Recep Bey vasıtasıyla verdikleri cevapta, İskenderun Sancağı ve havalisinin Misak−ı Milli hudutları içerisinde olduğunu; Maraş'ta teşekkül eden İkinci Kolordu Kumandanlığı ile temas edilmesini emrediyorlardı. Alınan cevap ve diğer bazı kıymetli vesikalar maalesef kaybolmuştur. Bir toplantıda mücadele yılları konuşulurken Kılıç Ali Bey ''Atatürk'ün, Sam telgrafhanesinden çektiğiniz telgrafa verdiği cevabın sureti bende var. İlk fırsatta size vereyim'' demişti. Bilahare hastalanıp vefat etti. Çocuklarına sorduğumda''Bulduğumuzda veririz'' dediler. Mustafa Kemal Paşa hazretlerinden durumumuzu aydınlatan cevabı aldıktan sonra, Yüzbaşı Ali Bey'e teşekkür ederek, Sam köyünden ayrılıp Reyhaniye'ye döndüm. Durumu akraba ve arkadaşlarıma anlattığımda benim gibi onların da maneviyatları düzeldi. Bunun üzerine, birkaç gün sonra Maraş'ta İkinci Kolordu kumandanları ile temasa geçip, mücadeleye karar verdiğimiz ve nasıl hareket etmemiz lazım geldiği hakkında direktif almak için gidilmesini teklif ettim. Verilen karar üzerine Faruk Cengiz ve kayınbabası Sofu Efendi'yi alarak hareket ettim. Karamankaşı'nda Haydar Kılıçoğlu'na uğradım. O akşam yanında misafir olduk. Ferdası (ertesi) günü oradan ayrılıp Kargılık'ta Paşa Beyzade Halil Bey'e uğradık. Onu da alarak Hassa'ya geldik. Akşam Hassa'dan Tiyek yaylasına çıktık. Sabık Konya Valisi Arifi Paşa'nın oğlu Emin Arifi Bey de oradaydı. Dördümüz Karabeyzade Yusuf Bey'e misafir olduk. Mürselzade Neşet Bey Karabeyzade Ali Bey'e misafirmiş. Geldiğimizi işitince akşam yanımıza geldi. Konuşma esnasında Maraş'a gideceğimizi öğrenince ''Ben de sizlerle gelirim'' sözüne ''Buyurun'' dedim. Neşet Bey bilahare misafir olduğu Ali beylere yatmaya gittikten sonra, bizler gitme şeklini görüşüp, sabah erken yola çıkmaya karar vererek yattık. Ve ertesi günü Emin Arifi Paşa Beyzade Halil ve Neşet beylerle altı kişi olarak Tiyek'ten Maraş'a hareket ettik. Öğle zamanı Islahiye'nin Hasanlı köyünde ikamet eden Hacı Çavuş, namı diğer Hacı Ağa'ya misafir olduk (Bir ara İskenderun'da hekimlik ve avukatlık yapan Mehmet Sönmez'in babası). Yemekten sonra oradan ayrılıp, akşam Sakçagöz'de Hurşit Ağa'nın evine 16
geldik. Geceyi orada geçirdik ve ertesi gün ikindiye doğru oradan ayrıldık, yola koyulduk. Maraş'la Pazarcık arasındaki Kılıçlı aşiretinin ağası Murat Ağa'ya uğramayarak sabaha karşı Maraş'a yetiştik. Seneler önce Kılıçlı aşiretiyle Reyhaniye aşireti arasındaki katliam hadisesinden ötürü Murat Ağa'ya uğramaya lüzum görmemiştim. Birkaç gün sonra kendisine uğrayıp kahvesini içmeden Maraş'a geçtiğimiz Kılıçlı Murat Ağa yanıma geldi. Kendisine misafir olmadığımıza üzüldüğünü, çok seneler önce iki aşiret arasında geçen hadisenin kapandığını, bize saygısı olduğunu anlattı. Kusura bakmamasını söyleyerek gönlünü aldım; sonra ahbap olduk. Maraş'a geldiğimizde akrabamız Beyazıtoğlu Kadir Paşa'ya misafir olduk. Muhafazakâr olan ihtiyar Kadir Paşa kaldığımız 8−10 gün zarfında bize çok yakınlık gösterdi. Gelişimizin sebebini kendisinden saklamamıza rağmen bütün çocukları ve diğer akrabaları ile milli mücadeleye hizmet yönünde karşılıklı fikir teatisinde bulunup, birbirimize faydalı olmaya çalışıyorduk. Oğulları Kemal Bey bizi hiç yalnız bırakmıyordu. Bir gün İskenderun'da Fransızların zulmünden firar edip Maraş'a gelen Yunus Nadi Bey'in kardeşi Sadık Bey vasıtasıyla Maraş'taki Kuvayı Milliye teşkilatı ve ikinci kolordu erkânı ile tanıştık. İkincisi Kolordu Kumandanı Selahattin Adil Paşa'ya, Mustafa Kemal Paşa hazretlerine müracaatımızı ve cevaben gönderdiği telgrafı anlattım ve durumumuz hakkında görüştüm. ''Merak etmeyin, yakında sizleri takviye için birkaç arkadaş göndereceğim'' dedi ve ''Fransızlarla mücadeleye başlandığında kuvvet ve mühimmat göndermeyi de vaat ediyorum'' diye ilave etti. Teşekkür ederek ayrıldım. Ertesi gün Posta Baş Müdürü Adanalı Nuri Bey'le görüşmek üzere, Emin Arifi ve Halil beylerle misafir olduğumuz Kadir Paşa konağından çıkarken, diğer odada yazı yazmakta olan Neşet Bey'e de uğrayıp, ''Sadık Bey'le görüşmek üzere gidiyoruz, buyurun beraber gidelim'' dediğimde ''Siz gidin, ben yazımı bitirip gelirim'' dedi. Biz de kendisini beklemeden çıkıp Sadık ve Nuri beylere gittik, görüştükten sonra ayrıldık. Bu arada Mürselzade Neşet Bey'in yapmış olduğu bir hareketini işitince çok üzüldük. Misafir olduğumuz Kadir Paşalara döndük, paşanın oğlu Kemal Bey de Emin Arifi beylerden hadiseyi öğrenince çok üzülmüş Neşet Bey'in kaldığı odaya giderek ''Teessüf ederim'' dediğimde ''Bir hata ettim, affedersiniz'' diyerek mahcup durumda evi terk etti. İkinci Kolordu Kumandanı Selahattin Adil Paşa ile temasımız bitip yardım vaadi aldıktan sonra, Beyazıtoğlu Kadir Paşa'ya, çocukları ve akrabalarına misafirperverlik ve alakalarından dolayı teşekkür ettim. Emin Arifi, Halil Bey, Faruk Cengiz ve kayınbabası Sofu ile 5 kişi olarak Maraş'tan ayrıldık. Emin Arifi Bey Hassa'da kaldı, Halil Bey de Kargılık köyüne gitti. Biz de üç kişi Reyhaniye'ye döndük. Arkadaşlardan ayrılıp Telgazi'ye eve gittim. Ferdası günü Mürzelzade Abdullah Bey'in Baş köyündeki evinde, Mürzelzade İnayet, Abdurrahman, Sururi, Bahadırlı Mehmet, Hacı Hasan, Nuri, Gümülü Mahmut beyler bazı arkadaşlarla toplandık. Maraş seyahatimi Kolordu Kumandanı'nın yapacağı yardımı ve Neşet Bey'in manasızlığını ayrıntıları ile anlattım. Yardım haberine memnun oldular. Fakat diğer hadiseye de çok üzüldüler. Toplantı bittikten sonra köylerimize döndük. Ferdası (ertesi) günü Reyhaniye'de bulunan Alhasoğlu Salman (Öcal) Efendi'ye öğle yemeğine gittim. Yemek yerken Mürzelzade Arif Bey geldi. Oturduk hep beraber yemeğimizi yedik. Yemekte amcazadem ve eniştem Arif Bey ''Tayfur nerelerdeydin? Kaç zamandır gözükmüyordun'' diye sorunca ''Buralardaydım, malum mücadele ediyor ve uğraşıyoruz'' dedim. ''Hayır gözükmüyordun, herhalde buralarda yoktun. Dikkat et, çok gezen ayağında pis getirir, sonra başımıza iş açarsın'' sözüne Salman Efendi de ''Arif Bey endişelenme Tayfur Bey yel (hava) biçiyor'' diyerek benim maceraperest olduğumu boş yere macera peşinde koştuğumu söyledi ve yemekten sonra ayrıldık. Ne bahtiyarlıktır ki 18 sene sonra Hatay devletinde vazife görürken Salman Efendi ziyaretime gelmiş, boynuma sarılıp sevincinden ağlayarak, ''Sen yel biçmemiş, memlekete büyük hizmetler görmüşsün, aslında biz uyumuşuz'' diye beni taltif etmiştir. Fransızlarla İlk Çarpışma: Maraş'tan döndükten bir süre sonra Selahattin Adil Paşa sözünü yerine getirdi. Binbaşı Kadir, Yüzbaşı Şahin ve Teğmen Talat beylerle az bir kuvvet göndermiş. Saylaklı Kara Mehmet Ağa'nın yanına gelen bu zevat Telgazi'ye haber yolladı. Ben de biraderim Mürselzade İnayet Bey'e haber verdim. İnayet Bey, Saylaklı'da Binbaşı Kadir Bey'le buluşarak beraberce Arap hükümeti adına hareket eden Yüzbaşı Asım Bey'in Kuseyr'in Narlıca köyündeki karargâhına giderler ve Asım Bey'e Kuvayı Milliye'ye katılmasını teklif ederler. Asım Bey'in bu teklifi kabul etmemesi üzerine yanındaki mücahitler (Nuri Aydın, kardeşi İzzettin Çavuş, Zübeyir Göçmen, Numanizade Nuri ve arkadaşları) Asım Bey'i terk ederek, Binbaşı Kadir Bey'e katılırlar. Bize haber yolladılar, Alabey'in kuzeyindeki Gümüşoluk mevkiinde buluştuk. Durumu müzakere ettik. Fransızlarla mücadeleye girmek için, bir hayli kuvvet lazım geldiği, hiç olmazsa daha 100 kadar mücahit temin etmem kararlaştırıldı. Onlardan ayrılarak, kuvvet getirmek için Reyhaniye'ye gittim. Kırıkhan'da Paşabeyzade Halil Kılıçoğlu Haydar ve arkadaşları Saylaklı Kara Mehmet ve arkadaşları ile birleşerek Kuvayı Milliye Kumandanı Binbaşı Kadir, Yüzbaşı Şahin ve Teğmen Talat'la hep beraber iki yüz kişi kadar bir kuvvet olup, Atik'te Apışkaya mevkiinde Fransızlarla müsademeye tutuşurlar. Antakyalı Nevres ve bir çavuşun şehit olduğu müsademede, Fransızların üstün kuvveti karşısında yenilgiye uğrayınca; hadiselerle yakinen alakalı 17
olan Belan Kaymakamı biraderim İhsan Bey de dahil, hep beraber Hassa istikametine çekilmeye mecbur olurlar. Çekilirken biraderim İnayet Bey'le bazı arkadaşları Reyhaniye'ye dönerler. Geri çekilen kuvvvet Hassa ile Kırıkhan arasında Boklu Kaya ismi ile bilinen yerden, Hassa'dan iltihak eden Tiyekli Mehmet Bey ve diğer mücahitlerle birleşerek kendilerini takip eden Fransızlarla yeniden müsademeye tutuşurlar. Bu defa mevkiin sarp ve kayalık, kuvvetlerinin eşit olması nedeniyle yenilgiye uğrayan Fransızlar, kumandanları dahil birçok kayıp vererek çekilmişlerdir. Çekilirken civardaki birçok köyü yıkıp yakmış ve yağma etmişlerdir. Bu hadiseden sonra, hadise ile ilgili olduğu için Mürselzade İnayet Bey'i yakalamışlar, amcazadelerim Mürselzade Kadir ve Kemal beyler kaçtığı için anneleri Gülizar Hatun ile küçük kız kardeşleri Medine (sonradan zevcem olan Medine Sökmen) hanımı eniştem ve amcazadem Mürselzade Arif Bey'in zevcesi zannı ile, yanında çalışan kadını ve halazadelerim Mürselzade Abdurrahman, Abdullah ve Sururi beyleri de tevkif ederek İskenderun'a götürüp hapsetmişlerdir. İnayet Bey'le diğer akrabalarımın yakalanmalarını öğrenince beni de yakalayıp hapsedeceklerini düşünerek Faruk Cengiz, Mehmet Şahin ve diğer mücahit arkadaşlarla gece Reyhaniye'den Maraş istikametine hareket ettik. İkinci gün, Kilis'in Kuvayı Milliye karargâhı olan Cengin köyüne geldik. İslam ve Müslüman (15) beylerle görüşüp durumu anlattım. Bize kendi kuvvetlerinden bir yardımda bulunamayacaklarını Maraş'a gitmemizin lazım geldiğini söyleyince, ayrılarak Maraş'a hareket ettik. İkinci günü Antep'in Küçüksu köyüne geldiğimizde, Atik ve Hassa harekâtından Fransızların çekilmesi üzerine Maraş'a gitmekte olan Nuri Aydın, İzzettin Çavuş, Cemil Cenani ve diğer mücahitlerle karşılaştık. Birleşerek köyde biraz mola verdikten sonra Maraş'a hareket etmek üzere iken, Maraş'tan gelen Yüzbaşı Yaver Bedri Bey'in muhtarın evinde olduğunu öğrenince yanına gittik. (Mustafa Kemal Paşa'yı ilk defa Halep'te Baron Oteli terasında gördüğümde paşanın yaveri olarak tanıştığım Bedri Bey'di) geceyi orada geçirip ertesi sabah yaver Bedri Bey kumandasında bütün mücahit arkatdaşlarla birlikte köyden ayrıldık. Üçüncü gün Reyhaniye'ye geldik. Kuseyr'e gitmeden Telgazi'deki evime uğradık. Maraş'a hareketimizden bir gün sonra Mürselzade Kadir ve Kemal beylerin teslim olmaları üzerine İnayet Bey hariç diğerlerini isbatı vücut etmek şartıyle serbest bırakmışlar. Biraderim İnayet Bey'i daha sonra Arvat adasına göndermişler. Çiftliğimi basıp beni bulup yakalayamayan Fransızlar, çitfliğimi yağma etmişler. Bu anlatılanları duyunca çok üzüldüm. Biraz dinlendikten sonra Kuseyr'e hareket ettik ve gece Büyükburç köyüne geldik. Ömer Ağa evini ve odasını boşaltarak yaver Bedri Bey'in emrine tahsis etti. Karargâh yaptık. Yorulmuştuk. Hem kendimizin hem de Fransızların durumunu görüşmeyi ertesi güne bırakarak yattık. Sabahleyin bir araya gelerek müzakereye başladık. Gruplar teşkil edilecek, fakat Bedri Bey'in direktifi ile hareket edilecekti. Bir heyet−i idari teşkil edildi. İdare heyeti Sandık eminliğine, Baslıkalı Hacı Arif Ağa getirildi. Ömer Ağa'nın durumu müsait değildi. Ona yük olmamak için, para teminine karar verildi. Hemen faaliyete geçildi. Akraba ve hemşerilerimle; hiçbir maddi ve manevi yardımdan kaçınmayarak Ömer Ağa'nın, karargâh yaptığımız evi elverişli bir yer oldu. Ertesi gün Fransızlarla mücadeleye başladık. Bir gece Dörtyol ve havalisinden, Fransızlarla mücadele eden Papa'nın (16) Mustafa, Kara Hasan Paşa, Fakıhin oğulları ve kardeşleri, Kafadar Mehmet ve otuz kadar mücahit arkadaş Fransızların çeşitli cephelerinden yaptıkları taarruz üzerine, oralarda barınamayarak Kuseyr'e gelip bize katıldılar. Dörtyol'lu arkadaşların gelmesiyle kuvvetimiz çoğaldı, mücadeleyi arttırdık. Bu durum karşısında Fransızlara aman vermemeye çalışarak, hemen her gün çeşitli yönlerden saldırıyor, bizleri yıldırmaya çalışıyor, fakat şiddetli mukavemet karşısında bir şey yapamıyorlardı. Bir gün Derküş civarında karşı hücuma geçtik. Derküş köprüsünde şiddetli müsademeler yapıldı. Nuri Aydın, İzzettin Çavuş, Cemil Cemali, Süphali Süleyman Ağa ve birçok Kuseyr ağaları büyük yararlık göstermiş, Fransızları hayli müşkül duruma sokmuşlardı. Hatta bir Fransız çavuşu ile dört Cezayirli asker esir edilerek, çavuşun hafif makineli tüfeği ile silahlarını alarak karargâha getirdiler. Getirilen esirler önceleri korkmuşlarsa da, kendilerine insani muamele yapıldığını, hatta arada uğrayıp hatır ve ihtiyaçlarını sorarak gönüllerini aldığımdan rahatladılar. Müslüman Cezayirli askerlere yapılan iyi muamele aynen Fransız çavuşuna da yapılmakta idi. Esirlerden alınan silahlar, özellikle hafif makineli, çok işimize yaramıştı. Fransız çavuşunun hafif makineli tüfeği, yapılan müsademede arızalanınca, çavuşa tamir etmesi söylenmiş, o da tamir etmek istemeyince dövmeye kalkılmış. Bunu arkadaşım Faruk Cengiz'den öğrenince kendi milletine karşı kullanılmasını arzu etmeyeceğini, çavuşu kendi yönünden haklı gördüğüm için, gidip arkadaşlara eziyet etmemelerini rica ettim. Hak verdiler ısrardan vaz geçtiler. İbrahim Hanano'nun Teması:
Bu arada ilk mütareke devrinde Antakya'da Faysal hükümetinin kurulmasına büyük çaba sarfeden fakat 18
sonradan Fransızların Suriye'yi işgali karşısında, bundan nedamet duyup Fransızlarla mücadeleye başlayan İbrahim Hanano, Kuseyr'de karargâhımıza geldi. Kefertarimli hemşerimiz ve dostumuz olduğu için Fransızlara karşı, karşılıklı yardımlaşmamızı ve beraber çalışmamızı teklif etti. Maksadının müşterek düşmanımız olan Fransızlara karşı elbirliğiyle hareket etmek; lüzumunda Maraş'a gidip, İkinci Kolordu Kumandanı Selahattin Adil Paşa ile görüşmek istediğini söyledi. Nitekim daha sonra Maraş'a gitmiş, paşa ile görüşerek yardım görmüştür. Teklifi aramızda görüşerek her hususta mutabık kaldık. Yanımızda iki gün misafir kaldıktan sonra Kefertarim'e döndü. Fransızların Kefertarim Baskını:
Aradan 8−10 gün geçmişti, bir gün Fransızların Kefertarim'e baskın yapacaklarını haber alınca bir mektup yollayarak bizden yardım istedi. Bedri Bey'le görüştük, bir miktar mücahitle yardımda bulunmam kararlaştırıldı. Gâvurdağı, Kuseyr ve Amik mücahitlerinden teşkil edilen 100 kadar kuvvetle sabah, İbrahim Bey'e yardım etmek üzere karargâhtan hareket ettik. Asi Nehri kenarında Hacı Paşa mezrasında öğle üzeri Hacı Rezzuk Ağa'ya misafir olduk, yemekten sonra taşkın olan Asi Nehri'nin üzerinden at ile geçilemeyeceği için, bizleri sahile, hayvanları da yüzdürerek karşı tarafa geçirdiler. Atlılar ve yayalar olarak Kefertarim istikametine hareket ettik. Biraz sonra top sesleri, ilerledikçe makineli tüfek sesleri duyulmaya başladı. Biz Kuseyr'den hareket ettiğimiz sırada Fransızlar da Halep istikametinden sevkettikleri kuvvetle, erken saatlerde Kefertarim'i abluka etmişler. İbrahim Hanano Bey Fransızların Harim tarafından geleceği düşüncesiyle daha çok o tarafa ehemmiyet vermiş, bu yanlış tahmin yüzünden öğle sonuna doğru müdafilerin mukavemeti kırılmış ve Fransızlar Kefertarim'e girmişler. Kaçabilen kaçmış, kaçamayanlardan birkaç kişiyi öldürüp, şehri yağma ettikten sonra şehrin kuzeybatısındaki Salkin'e doğru çekilmişler. Biz yetiştiğimizde Keyali Reşit Ağa'ya rast geldik. Kucağındaki ekmekleri etrafına dağıtıyordu. İbrahim Bey'i sorduğumda ''Şehrin kuzeyindeki kışlada'' dedi. Oraya gittik. Kışlanın yanında at üstünde efradının maneviyatını takviye için Arapça nutuk irat ediyordu. Yorgun ve perişandı. Beni görünce ''Nerde kaldınız?''. ''Bize geç haber yolladınız, haberi alır almaz yola çıktık, ancak şimdi yetişebildik'' dedim. Akşam olmuştu. Mehmet Şahin'le bir kişiyi yanıma alarak kendisiyle beraber karargâhına gittik. Diğer mücahitleri de çeşitli evlere dağıttı. Karargâhında oturup konuşurken, yukarıda yazdıklarımı anlattı. Yorgun ve uykusuzduk, hazırlanan yerde yattık. Sabah erken uyandığımda İbrahim Bey yanıma geldi. Kahve hazırlatmış. Fransızların dünkü yağma ve tahrip etmeleri yüzünden fincan bulamadılar. Kahvaltı için getirdikleri yumurtaları yiyip, kabuğu ile de kahvelerimizi içtik ve dışarı çıktık. Dün akşam üzeri mülaki olduğumuz kışlanın bulunduğu sahaya geldik. Onun ve bizim mücahitlerimiz kısım kısım gelerek toplandık. Fransızlar fazla ileri gidememişler. Bizimle Salkın arasındaki kayalıklara yerleşmişler. Bırakılan gözcüler bu haberi getirince iki kısma ayrıldık. Bizim mücahitler Harim yolu istikametinde ilerleyecek, kendi kuvvetleri de sol taraftan Salkın üzerine yürüyecek; İbrahim Bey'le ben de birkaç arkadaşla iki cephenin ortasındaki kayalıklardan yapılacak muharebeyi sevk ve idare edecektik. Kararımızı iki tarafa da bildirdik. Süratle hareket ettiler, biz de yerlerimizi aldık. 15−20 dakika sonra bizimkilerin ''Allah, Allah'' ve silah sesleri Arap mücahitlerinin de ''Hel helo'' ve zılgıtları ile bir nevi silah sesleri gelmeye başladı. Yapılan hücumlar Fransızların geceden kayalıklara yerleşmiş olmalarından tesirsiz kalıyordu. Bunun üzerine bizimkiler de kayaları siper alarak müsademeye devam edince taraflar arasında silah düellosu hızlandı. Orta yerde kayalar arasındaki gözleme noktası olarak İbrahim Bey'in seçtiği yerden hem düşmanı hem de bizimkileri görüp çarpışmayı takip edebiliyorduk. Düşman kurşunları vızır vızır üzerimizden geçtiği halde isabet etmediği için, iyi nişan alamıyorlar diye düşündük. Halbuki Müslüman Cezayirli, Faslı, Tunuslu olan askerler bizleri öldürmemek için mahsus karavana atıyorlarmış. Bu yüzden bize göre hâkim yerde olduklarını görecek kadar yakın olduğumuz halde kayıp vermedik. Akşama kadar silah düellosu kayıpsız devam etti. Akşam karanlık bastığında Fransızlar Harim'e çekilince, biz de İbrahim Hanano Bey'le vedalaşarak Kefertarim'den ayrıldık. Mücahit arkadaşları Kuseyr'e karargâha gönderdim. Ben de iki arkadaşla Amik'e inerek gece yarısı Çatalhüyük'te Gülizar Hatun'a misafir oldum. Ben konakta yattım. Çiftçileri Mıheys, iki arkadaşı evine götürdü. Ertesi günü de orada geçirdim. Ferdası (ertesi) gece Mıheys'i bize yol göstermesi için yanımıza alarak Çatalhüyük'ten ayrıldım. Cisirhadit (Demirköprü) köprüsüyle Asi Nehri'nin çeşitli geçit yerleri Fransızlar tarafından tutulduğu için Miheys kimsenin olmadığını bildiği Asi Nehri'nin bir geçidini seçmişti. Civar köyden aldığı bir kılavuz, atını nehre sürerek, bize de takip etmemizi söyledi. Atlarımızla suya girdik. Benim ve Mehmet Şahin'in atı güçlü olduğu için rahatça geçerken Loanlı Türkücü Ökkeş'in atı akıntıya kapıldı. Bunu tahmin eden Mehmet Şahin, Ökkeş'in atının dizginini hemen 19
yakaladı. Neyse ki bir aksilik olmadan belimize kadar su içinde karşıya geçtik. Karşı sahilde geçişimizi bekleyen Mıheys veda ederek Çatalhüyük'e döndü. Kılavuzla biraz ilerdeki köye gittik. Çete mıntıkamız dahilinde olan köyde bizimle çok ilgilendiler. Çamaşırları kurutarak yattık. Ertesi gün öğle yemeğinden sonra karargâha hareket ettik. Kefertarim'deki mücadeleyi, durumu, Bedri Bey'le diğer arkadaşlara anlattım. Fransızların Kuseyr Karargâhını Basacakları Haberi:
Aradan bir hafta geçmişti. Fransızların, sinsice hazırlık yaparak Kuseyr karargâhını basacaklarını haber aldık. Bu haber üzerine köyleri dolaşarak hem haberin doğruluk derecesini öğrenmek, hem de köylülerin maneviyatlarını kuvvetlendirmek için vazifelendirilerek köye çıktım. Ertesi gün Kumandan Bedri Bey'e bir miktar para lazım olmuş. Heyet−i idare sandık emini Baslıkalı Hacı Arif Ağa'yı yanına davet ederek bir miktar para istemiş. Arif Ağa da ''Peki vereyim, ancak heyet−i idareyi toplayarak karar çıkarmam lazım'' deyince kumandanın ''Bana acele lazım. Parayı ver, kararı sonra alırsın'' demesi üzerine, ''Hayır kararı almadan veremem'' diyerek yanından ayrılmasına, kumandan çok üzülmüş. Köyleri dolaşıp döndüğümde Hacı Arif Ağa durumu bana anlattı. Akşam yemekten sonra kumandanla oturup köylerdeki intibaım hakkında görüştükten sonra, gündüz Arif Ağa ile aralarında geçen hadiseyi ve üzülüdğünü anlattı. Ben de ''Heyet−i idare toplanıp karar almadan parayı vermemekte Arif Ağa haklı, mesele size güvenmeme değildir; mücadele içerisindeyiz, ne olur ne olmaz, ölüm insanlar için, bilahare heyeti idarece karar alınamaz ise, vereceği para zimmetinde gözükeceği için müşkül durumda kalır. Buna üzülmemelisiniz'' dedim. Kumandan söylediklerimi doğru bularak kabul etti ve yatıştı. İki gün sonra tekrar kontrol etmek üzere köyleri dolaşmaya giderken, arkadaşlar, birisi Türk, diğeri Hıristiyan olup, aleyhimize çalışan iki casusu yakalayıp getirdiler. Hapsedilerek Hıristiyanın idam edilmesini söyleyen kumandana ''Kendi dindaşlarına faydalı olmak için çalışan Hıristiyan, kendi görüşüne göre mazur görülebilir; lakin Türk olduğu halde kendi milletine ve dindaşlarına ihanet eden Türk casusunun mazur görülemeyeceğini, asıl onun idam edilmesini söyledim.'' Makul karşılayınca, ayrılıp köyleri dolaşmaya gittim. Ertesi gün döndüğümde hislerine mağlup olarak Türk casusunun affedilip, Hıristiyanın asıldığını görünce çok üzüldüğümü, doğru yapmadıklarını söyledim. Köylerden öğrendiğim bilgi, daha önce Fransızların sinsice hazırlık yaparak, Kuseyr karargâhını basacakları haberini doğruladığı için, bir miktar kuvvet, silah ve cephane ve topa ihtiyacımız olduğunu ve temini için Maraş'a gitmem, toplanan heyet−i idare meclisinde karara bağlandı. Bunun üzerine istenilen silah ve cephane ile topun Maraş'tan getirilmesinde semerli hayvana ihtiyaç olduğunu, 80 hayvanla 80 kadar silahlı mücahidin benimle gönderilmesi teklifim de olumlu karşılanıp kabul edilerek karara bağlandı. Selahattin Adil Paşa'ya İkinci Gidiş ve İkizkuyu Çarpışması:
İki gün sonra alınan karar üzerine 1921 senesinin başında Büyükburç karargâhından hareket edildi. Bundan evvel olduğu gibi, yine Hacı Paşa mezrasından Hacı Rezzuk Ağa'nın yardımı ile Asi Nehri'nden geçilerek Kefertarim'le Harim arasından Kurkanya'da Arif Ağa'ya misafir olup, gece orada yatarak, ferdası günü Dartizze dağlarının keçiyollarından geçerek, gece Davut Paşa'da halazadem Gümüllü Mahmut Bey'de mola verip dinlendikten sonra Kürtdağı'nın çeşitli yerlerinden geçtik. Gümüt ve Bahadinli'ye yetiştik. Buradan geçerken müthiş bir kar başladı. Tipi altında öğle sonu Ömeranlı köyüne geldik. Bizden sonra Fransızların baskınına maruz kalıp, güç hal ile kurtularak buraya gelip yerleşmiş olan, Sanaralı Bekir Ağa'ya misafir olduk. Geceyi orada geçirdik. Ertesi gün kar yağışı durmuş güneş açmıştı. Sabah yola çıktık, Aslan Ağa ve Roto Ağa'ya uğrayarak Kilis'in Kuvayı Milliye karargâhı olan Cengin köyüne geldik. Mevki Kumandan Vekili Yüzbaşı Latif Bey'le Kuvayı Milliyeci arkadaşlara seyahat nedenimizi anlatırken yüzbaşı ''Maraş'a gitmenize lüzum yok, İkinci Kolordu Kumandanı Selahattin Adil Paşa ve diğer kumandanlar şimdi Antep cephesindeler. Siz oraya gidin'' dedi. Orada yatıp sabah erken Antep'e hareket ettik. Antep'in Küçük köyüne geldiğimizde Binbaşı Faik Bey'in kumandasında atlı piyade (hem süvari, hem piyade) taburunun Antep'in güneybatısında Kazıklı köyü istikametine gitmek üzere oldukarını muhtardan öğrendik. Biraz sonra da taburun önümüzden geçmekte olduğunu gördük. Köyde biraz dinlendikten sonra Küçük Araplar köyüne gittik. Geceyi orada geçirerek ferdası günü yola çıktık. Antep'in Arıl köyüne geldik. Burada Selahattin Adil Paşa ile sonradan çok yakın dost olduğumuz ve Beşinci Fırka Kumandanı Miralay Kenan (Dalbaşar) ve 8'inci Fırka Kumandanı Miralay Hayri beylerle görüştüm. Gelişimizin nedenini ve durumumuzu anlattım. Bunun üzerine 20
İkinci Kolordu Kumandanı Selahattin Adil Paşa cevaben ''Biz bir harekete teşebbüs etmek üzereyiz, hareketimiz inşallah muvaffakiyetle sona ererse yolda rastladığımız Binbaşı Faik Bey komutasındaki Atlı Piyade Taburu'nu sizlere terfik ederiz (veririz), makineli tüfekleri olduğu gibi, bir de mantelli topu vardır. Beraber alırsınız. Şimdi siz de bizimle harekete iştirak edin'' dedi. O akşam orada kaldık. Gaziantep Mebusu Hafız Şahin, Dai Ahmet Ağa orada idiler. Onlarla görüştük. Çeşitli yerlerde istirahat etmekte olan 5 ve 9. fırkaların alay ve taburlarının ferdası günü hareket hazırlığında bulunacaklarını ve gece bilinmeyen bir semte hareket edeceklerini öğrendik. Sabahleyin bizim de kolordu ile hareket etmemizi kararlaştırdık. Şahin beylerden ayrılıp yattık. Sabah erkenden hareket edildi. İkizkuyu köyüne geldik, burası Çobanbey ve Akçakoyun'dan Antep'e gelen şosenin üzerindedir. Fransız nakliye kolu, Çobanbey tren istasyonundan aldığı harp malzemesi, yiyecek vesaireyi Antep'teki mahsur kuvvetlerine götüreceklermiş. Kolordu bunu haber almış; iki fırkası ile bu gelecek yardımı Antep'e göndermemek, bunda başarılı olunursa müsadere etmek kararı ile bu hareketi yapıyordu. Arıl köyünden gece hareket eden Türk kuvvetlerinden, Maraş gönüllülerinden meydana gelen 9. fırka, Hayri Bey'in kumandasında İkizkuyu'nun çeşitli tepe ve derelerinde mevzilendirilmişti. Miralay Kenan (Dalbaşar) Bey'in ekserisini Elbeyli ve Beyli Dili aşiretlerinin gönüllülerinden meydana gelen 5. fırkası da, İkizkuyu'nun 3−4 km. güneyindeki şose üzerinde yerleştirilmişti. (17) Fransızlar, Türklerin bu durumundan habersiz olduklarından yollarına rahatça devam ediyorlardı. İkinci Kolordu Kumandanı Selahattin Adil Paşa ve kurmayı, Dai, Şahin Bey ve ben İkizkuyu'nun kuzeydoğusundaki tepede bu durumu seyrediyorduk. Fransızlar 5'inci Fırka'nın bulunduğu yere gelince, bizim kuvvetler iki taraftan hücuma geçti. Bu ani hareket karşısında şaşıran Fransızların bir kısmı İkizkuyu'ya doğru ilerlerken, diğer kısmı oldukları yerden müdafaa durumuna geçtiler. Nakliyeden bir kısmı müdafaa ve taarruz sahası içinde kalmış olduğu için epeyce hasara uğradı. İkizkuyu'ya doğru ilerleyen Fransız birlikleri önlerindeki 9'uncu Fırka'nın taarruzuna uğrayınca derhal oldukları yere müdafaaya geçtiler. Ellerindeki top ve silahın bizimkinden çok üstün olması ve 9. Fırka'nın gönüllü acemilerden meydana gelmiş olmasından, Fransızların top ve silah üstünlüğü ile açtıkları ateş karşısında dayanamayıp dağıldı. Bu hal 5. Fırka'nın taarruz kudretini de sekteye uğratıyordu; çünkü İkizkuyu'da 9. Fırka'−nın dağılmasıyla Fransızlar bu defa 5. Fırka üzerine taarruza geçtiler. 5. Fırka, beklenmedik bu hücum karşısında taarruzu bırakıp müdafaaya geçti. Bundan faydalanan Fransızlar nakliyenin mühim ve büyük bir kısmını İkizkuyu'ya götürebildilerse de az bir kısmını götüremediler. Akşam hava kararıncaya kadar iki taraf ateş düellosuna devam ettiler, ama bir netice alınamadı, zira fırsat kaçmıştı. Biz de bu başarısızlığı bulunduğumuz tepeden üzüntüyle seyrediyorduk. 5. Fırka Kumandanı Kenan (Dalbaşar) Bey'in fedakârane kahramanlığı neticeyi değiştiremedi. Hava kararınca fırkalar geri çekildi. Bizler de ayrıldık. Bu muharebede iki taraf da bir miktar kayıp vermişti. Yolda seyyar hastaneye götürülen yaralı bir çavuşun üzüntüsünden ağladığını gördük. Alınan bir miktar ganimet Maraş'a gönderildi. Arıl köyünden hep beraber ayrıldık. Bu hareket başarılı olabilseydi, Antep'in dahilindeki Özdemir Bey'in kumandasındaki kuvvetlerle, Selahattin Adil Paşa'nın kuvvetleri birleşerek daha o zaman Antep'in Fransızlardan kurtulması sağlanacaktı. Kolordunun yaptığı bu girişimin başarılı olmayışı, içerdeki mücahitlerin de dayanıklılığını kırmış olduğu için içerde esir olmaktansa bir taarruzla dışarı çıkmayı uygun gören kolordu kumandanının emri ile Özdemir Bey gece bir huruç (çıkış) taarruzu yapmış, cepheyi yararak eldeki kuvvetle beraber Antep'ten çıkmıştır (18). Sabık Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın da Gaziantep savaşına topçu teğmeni olarak katıldığını hatırlıyorum. Kendilerine sorduğumda doğruladılar. Araplar köyünde kumandanı bekliyorken, o sırada Kuseyr'den, Büyükburç karargâhından gelen bir haberci ''Siz ayrıldıktan sonra Fransızlar üç koldan karargâhı bastı, orada bulunan esirleri kurtarıp, karargâhı yağma ederek birçok arkadaşı esir aldılar. Kumandan kaçıp kurtuldu ve Kuvayı Milliye kuvvetleri dağıldı'' dedi. Durumu Selahattin Adil Paşa'ya anlattım. O da bu haberi diğer fırka kumandanları ile görüştükten sonra bana ''Bu vaziyet karşısında atlı piyade taburunun gönderilmesi bir fayda temin etmeyecek hemen oraya giderek vaziyeti yerinde tetkik edip bir rapor gönderin'' dedi. Vedalaşarak ayrıldık. Onlar Maraş'a, ben de beraberimdeki arkadaşlarla Reyhaniye'ye hareket ettim. Hiçbir şey temin edemeden 3−4 gün sonra gece Çatalhüyük'e geldik. Arkadaşlar köylerine döndüler. Ben de Gülizar Hatun'a misafir oldum. Yemekten sonra oğlu Mürselzade Kadir Bey'e Büyükburç karargâh baskınını sordum. Biraderim İnayet Bey'in Arvat Adası'na Sürülmesi:
Karargâh basıldıktan sonra Bedri Bey güç hal ile kaçıp kurtulmuş ve Kuvayı Milliye kuvvetleri tamamen dağılmış. Fransızların bütün çabasına rağmen bir senedir çıkamadıkları, Kuseyr'e bu defa hâkim olmuşlar. 21
Bizim Kuseyr'de karargâh kurup Fransızlarla mücadelemiz hızlanınca, biraderim Mürselzade İnayet Bey'i İskenderun'dan alarak, Adana'dan daha önec gönderilen Adanalı Kemal (Kusun) ve Fahri (Uğurlu) beylerin yanına Lazkiye civarındaki Arvat adasına göndermişler. Şimdi bu üç kişi gözaltında bulunduruluyormuş. Bunları anlatan Mürselzade Kadir Bey ile hem dağılan teşkilatı toplayıp tekrar ihya etmek, hem de İnayet Bey'in serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla Fransızlarla temasa geçmeyi düşündük ve görüş birliğine vardık. Ferdası (ertesi) gün Kadir Bey İskenderun'dan General Gobo (?) ile görüşüp, dönerek geldi. Saklı olduğum yerde beni buldu ve Fransız Generali Gobo ile yaptığı anlaşmayı anlattı. General'e ''İnayet Bey Arvat adasından getirilip tahliye edildiği takdirde Mürselzade Tayfur Bey'i size getiririm'' demiş. Buna karşılık ben, ''Gidersem beni hapsederler, İnayet Bey'i de bırakmazlar. Ne yapabiliriz?'' deyince Kadir Bey ''General ile temas edeceksiniz, şayet aranızda bir anlaşma olmaz ise müdahale etmeyeceğini şeref−i askeriyesi üzerine söz vermiştir. İnanabilir misiniz?'' dedi. Bu söze inanarak, ertesi günü Kadir Bey'le İskenderun'a gittik. Kadir Bey generalin yanına giderek, geldiğimizi haber verip döndü. Saat 11'de bizi beklediğini söyledi. Saat 11'de karargâha gittik. İskenderunlu tercüman Filip Efendi bizi bekliyordu. Kumandanın odasına giderken, Kuseyr hareketinde Derküş köprüsünde hafif makineli tüfeğiyle yakalanarak esir edilen ve bilahare kurtarılan Fransız çavuşu ile karşılaştık. Beni görünce tanıdı. Selam verdi. Gelişimizin nedenini tercümana sordurarak yakınlık gösterdi. Biz de general ile bir işimizin olduğunu söyledik. Generalin yanına alındık, hal hatır sorduktan sonra ''Siz maiyetinizle beraber mücadeleyi bırakıp, işlerinizle meşgul olmaya başlayın: Biz de biraderiniz Mürselzade İnayet Bey'i bırakalım'' diyen General'e ''Önce biraderim İnayet Bey'i serbest bırakın, ondan sonra mücadeleyi bırakırım'' dedim. ''Hayır olmaz'' deyince ''Başka şekilde yapamam'' diye cevap verdim. ''İskenderun'da ve yanımda olduğunuzu unutmayın'' dedi. Ben de ''İskenderun'da ve General Gobo'nun yanında olduğumu biliyorum. Ancak benim kefilim generalin şeref−i askeriyesi üzerine verdiği sözdür'' diye cevap verdim. Ayağa kalkıp kapıyı göstererek ''Buyurun gidebilirsiniz'' dedi. Kalkıp Generalin elini sıkarak yanından ayrıldık ve otele döndük. Atlarımıza binerek İskenderun'dan ayrıldık. Belan'a gelinceye kadar yakalayacakları endişesi içindeydim. Herhangi bir aksilik olmadan nihayet Çatalhüyük'e yetiştik. Geceyi orada geçirdim. Ertesi gece Faruk Cengiz, Mehmet Şahin, Karaahmetli Ali Deleş, Antepli Veysel, Lohanlı türkücü Ökkeş ve İbrahim'le beraber Kuseyr karargâhının dağıldığını ve durumu İkinci Kolordu Kumandanlığı'na anlatmak için Maraş'a hareket ettik. Kilis'in Kuvayı Milliye karargâhı olan Cengin'e gelince Payaslı Dedebeyzade Hakkı Bey ve arkadaşları, diğer Gâvurdağı mücahitlerinden bir kısmı ve Antakya mücahitlerinden Nuri Aydın, kardeşi İzzettin Çavuş, Zübeyir Göçmen diğer ismini hatırlayamadığım arkadaşlarla karşılaştık. Burada Lohanlı ve Kürümlü eski mücahit arkadaşlardan da bize katılanlar oldu. Kilis Kuvayı Milliyesi ile beraber olup, Fransızlarla mücadeleye katıldık. Bir müddet sonra Cengin'den ayrılarak Maraş'a gittim. Çuhadarzade Mehmet Efendi'de misafir oldum. İkinci Kolordu Kumandanı Selahattin Adil Paşa'yı ziyaret ederek Kuseyr karargâhının dağılması ve Bedri Bey'in yakalanmadan kaçmasının doğruluğunu etraflıca anlattım. Kumandan, Bedri Bey'in yerine Kuseyr ve havalisini Antep müdafii Özdemir Bey'e, Kürtdağı ve havalisi Kuvayı Milliye kumandanlığına da beni memur etti. Selahattin Adil Paşa ve diğer kumandanlara veda edip ikinci gün Cengin'e döndüm. Bir Ermeni Vatandaşın Yakalanışı ve Deve Hadisesi:
Dedebeyzade Hakkı Bey'le ve yukarıda adı geçen diğer bütün mücahit arkadaşlarla birlikte Cengin'den ayrıldık. Islahiye'ye gelince buradan da bir miktar mücahit bize katıldı. Beraber Hassa'ya geldik. Hassa'dan da bize katılan mücahitlerle Kürtdağı'na geçtik. Kürtdağı'nda karargâh kurmadan, seyyar bir halde mücadeleye başladık ve her geçen gün mücadeleyi hızlandırdık. Değişik yönlerdeki mücadelemizde geçtiğimiz ve gezdiğimiz yerlerde soygunculuğa ve çapulculuğa meydan verilmediği gibi iaşemiz, parası tarafımızdan ödenerek temin ediliyordu. Kürtdağı ve havalisi hemşerilerim, başta genç Ağazade Ahmet, Ali ağalarla, Mennen ağalar mücadelemizde bizlere yardımlarını ve dostluklarını esirgemiyorlardı. Maraş'tan Kürtdağı'na geldiğimizde, güney harekâtına vazifelendirilen Özdemir Bey, Nuri Aydın ve diğer Antakyalı mücahitleri alarak Kuseyr ve havalisine gitmişlerdi. Bir akşam Amik ovasına indik, dönüşümüzü teminat altına almak için Yeniköy'de, bir de Akpınar'da olmak üzere, iki karakol kurup, gözcü bırakarak sabaha karşı Tof köyüne döndük. Misafir kaldığımız yerde öğle yemeğine oturmak üzere iken Yeniköy'deki (şimdiki jandarma karakolu mıntıkası) üç gözcümüzden biri olan Dörtyollu Hocaoğlu Mehmet, Kırıkhan'dan Hamam'a arabası ile zahire götüren aslen Sasonlu olup, Kırıkhan'da oturan Haçıkoğlu Avadis isimli bir Ermeniyi yakalamış. Yakalanan herhangi bir kimsenin öldürülmeden getirilmesini tembih ettiğim için, beygiri alarak kılına dokunmadan bana getirdi. Avadis Efendi çok fena korkmuş ''Aman beni öldürmeyin'' diye yalvararak içeriye 22
girdi. ''Gel korkma müsterih ol, kılına dokunulmayacak ve ailene sağ salim kavuşacaksın. Bize zarar vermeyen herhangi bir kimseyi öldürmek âdetimiz değildir. Otur beraber yemek yiyelim'' dediğim halde bir türlü inanamıyordu. Çünkü çetelerin eline bir Hıristiyanın düşüp de sağ kurtulduğu vaki değildi. Halbuki biz bu imkânı sağlamıştık. Korka korka sofraya oturdu. Yemekten sonra değerli mücahit arkadaşım Faruk Cengiz'e aşağıdaki vesikayı yazdırdım: ''Gayemiz ulvi, maksadımız istihlası vatandır (vatan kurtarmaktır) künyesi bâlâda yazılı Sasonlu Haçıkoğlu Avadis'e müdahale edilmemesi için, işbu vesika verilmiştir.'' Altını da Kürtdağı havalisi Kuvayı Milliye mühürü ile mühürleyip namı müstearım (Tarık) adı ile imzalayarak Avadis Efendi'ye verdim. Avadis Efendi buna rağmen inanamıyor, hâlâ öldürüleceğini zannederek sızlanıyordu. Faruk Cengiz'le Kırıkhan şosesine kadar gönderdim. Bilahare öğrendiğimize göre salimen Kırıkhan'a gittiği zaman, kendisinin nasıl geri döndüğünü merak eden arkadaşlarına, çetelerin kendisini yakaladığını, fakat kılına dokunmadan geriye yolladıklarını söylemiş. Kimse inanmayınca, yanındaki mühürlü belgeyi göstermiş de öyle inanmışlar. Bu harekete Ermeniler çok memnun olmuşlar. Bu durum Hinçak Cemiyeti mensbu Ermenilerin bize yakınlık ve itimat duymalarına sebep olmuştur. Haçıkoğlu Avadis Efendi meselesini duyan Kırıkhan'daki Fransız kumandanı Avadis Efendi'yi yanına çağırarak vesikayı görmek istemiş. Daha sonra Ermeniler arasında bize karşı duyulan bu yakınlık faydalı olmuş, hatta Fransızlar hakkında öğrendiklerini Kırıkhan'da kahvecilik yapan Antakyalı Abdullah Efendi vasıtasıyla bize bildirmeye başlamışlardı. Nitekim 5−6 gün sonra Akpınar'ın güneydoğusundaki Şeyhanlı köyünde iken Abdullah Efendi'den bir tezkere aldım. Bunda: ''Hamam'daki Fransız karargâhına, İskenderun'dan milislerin nezaretinde büyük bir deve kafilesi ile eczay−ı tıbbıye, erzak, muhtelif malzeme ve eşya gönderilmiştir'' diye yazılmıştı. Bulunduğumuz Şeyhanlı köyü, Hamam−Katma şosesine hâkim dört−beş kilometre mesafede bir yerdi. Şoseyi kontrol altında tutmakla görevli Payaslı değerli mücahit Dedebeyoğlu Hakkı Bey ve on arkadaşı, yüklü deve kafilesini Hamam−Cindires arasında görünce çarpışma başlıyor. Muhafız milisler, yüklü develeri bırakıp kaçınca, birkaç gözcü bırakıp develeri ve yüklerini bana getirdiler. Buradan develerle yüklerini alarak hep beraber Kırmıtlı köyüne gittik. Büyük kısmını, Kılıçoğullarından Yusuf Ağa ve birkaç arkadaşı ile ertesi gün Osmaniye Mıntıka Kumandanı Miralay Recep Bey'e gönderdim. İşimize yarayacak bir kısmını da mücahitlere dağıttım, Recep Bey'den aşağıdaki vesikayı aldım:
''337 (1921) senesi haziranında Kürtdağı ve havalisi akıncı kumandanı olan İskenderunlu Mürselzade Tayfur Bey müfrezesi, Katma ile İskenderun arasında Fransız nakliyatında kullanılan bir deve kafilesini zaptederek, hamulesi ile beraber Hasan Beyli'deki alayımıza mumaileyh tarafından teslim edilmiş olduğunu mübeyyin vesikadır. 30 Haziran 1337 (19) Osmaniye Mıntıka Kumandanı Recep
Keferkale Civarında Bir Zabitin Vurulması Olayı:
Ferdası günü Akpınar'a geldik. Aşiret ağalarından Mamo Ağa'nın oğlu Ali Ağa bizleri misafir etti. Burada, bizim Maraş'a gidişimizden sonra halazadelerim Mürselzade Abdurrahman, Abdullah, Sururi ve Gümüllü Mahmut beylerle amcazadem Mürselzade Kadir Bey'in Fransızlar tarafından arandığını öğrenince Çatalhüyük'e gittik. Halazadelerime haber yollayıp çağırttım. Geldiklerinde durumu müzakere ettik. Bu arada Keferkale civarında Fransız zabitinin vurulması üzerine bizlerle işbirliği yapmış ve mücadelede büyük hizmetler görmüş olan Sarı Ağa, Muharremzade Hasan Ağa ile Arif Hoca'nın (Arif Sural) babası Mehmet Ağa suçlu görüldüklerinden, Sarı Ağa'yı ve Hasan Ağa'yı hapsettiklerini, Mehmet Ağa'nın ise kaçtığını öğrendim. Mehmet Ağa daha sonra Kilis'te ikamet etmişti. Sarı ve Hasan ağaları susuz bir kuyuya hapsetmiş hayli eziyet etmişler. Daha sonra Sarı Ağa'nın oğlu Hüseyin (Garbioğlu) Ağa da Kilis'e gitmiş. Reyhaniye'den de Altunlu Süleyman Ağa'nın oğlu Ali Ağa'yı bizlerle olduğu ve davamızda birçok hizmetlerde bulunduğu için yakalamak istemişler. O da Kilis'e kaçmış. 23
Mürselzade Ahmet Bey'e yapılan İftira:
Burada şunu belirtmek zorunluluğunu duyuyorum: Bazı yazarların Mürselzade Ahmet Bey için Fransızlarla iş birliği yaptığını ve milis kumandanı olduğunu yazdıklarını üzüntü ve acı ile okudum. Tamamen yalan ve hilafı hakikattir. Zira Mürselzade Ahmet Bey bunu yapacak insan değildi. Kaldı ki böyle hainane bir şey yapmış olsaydı Antakya'nın Kuseyr mıntıkasından Maraş'a kadar olan sahadan kuş uçmaz ve gidip gelinemezdi. Mürselzade Ahmet Bey'in davamıza büyük hizmetleri olmuştur. Yeniköy'de Fransızlarla Müsademe:
Mürselzade Kadir, Abdurrahman, Abdullah, Sururi beyler de bizlerle beraber gelmek isteyince, onları da aileleri ile alarak sabaha karşı Akpınar'da Ali Ağa'ya geldik. Çok yorgun ve uykusuz olduğumuz için, biraz uyuyup dinlenmek istedik. Ertesi gün Kırıkhan'daki kahveci Abdullah Efendi'den bir haber daha geldi. Deve hadisesine fena halde kızan Hamam'daki Fransız kuvvetleri Akpınar'ın güneydoğusunda Yeniköy'ün kuzeyinden sabaha karşı kalabalık bir kuvvetle bize baskın yapacaklarmış. Güzelce mevzilendik ve beklemeye başladık. Piyade olanları önümüzdeki kayaların arasına yerleştirip, atlarımızı da arkada mahfuz bir yer bulup oraya çektirdik. Kuseyr harekâtında Fransızlardan alınan hafif makineli ile bir otomatik tüfek cephenin gözleme noktasına yerleştirildi. Hafif makineli tüfeği güçlü, kuvvetli bir kimse olan Şarklı Cesso'ya teslim ettim. O sırada nöbetçiler Hamam'dan bir müfreze askerin bizim istikametimize doğru gelmekte olduğunu haber verdiler. Nitekim; bir müddet sonra gelen Fransızlar mevzilendiler, yerleştirdikleri top ile ateş etmeye başladılar ve sonra da piyadelerini top atışının desteğinde hücuma geçirdiler. Kayalara yerleştirmiş olduğumuz kuvvetlerimizin karşı ateşi ile amansız bir çarpışma başladı. Bir ara sol tarafımızı korumakla görevlendirilen haif makinelinin sesi kesildi. Şarklı vuruldu diye merak ederken Cesso'nun kaçtığını haber verdiler. Onun kaçışı diğerlerine de sirayet eder düşüncesiyle Şarklı Cesso'yu yakalamak zorunlu olmuştu. Siperden fırlayıp şarapnel parçası ve kurşun yağmuru altında ilerdeki atıma atlayarak süratle Cesso'ya yetiştim ve yakalayarak geri getirdim. Bu defa sol tarafımızı müdafaa eden Kürtdağlı çetelerin kaçmakta olduklarını haber verdiler. Üzüntü ile atımı o tarafa sürerken halazadem Mürselzade Abdullah Bey'in ''Paşa dayı delilik etme, vurulursun'' sözüne aldırmadan süratle yetişerek geri çevirdim. Bu hareketle maneviyatı yükselen kuvvetlerimizin amansız ateşi Fransızları bir an şaşırttı ise de çabuk toparlandılar. 6−7 saat süren çarpışmada mücahitlerimizin, başta Faruk Cengiz, Mürselzade Abdullah Bey'in cesareti ve yerimizin hâkim ve kayalık oluşu sebebiyle Fransızlar hayli kayıp vererek geri çekilmek zorunda kaldı. Maraş'a Hareketimiz:
Fransızların geri çekilmesiyle bulunduğumuz yeri terk edip Çakallı köyüne gittik. Geceyi İbiş Ağa'da geçirdik. Ferdası günü İbiş Ağa'ya veda ederek Çakallı köyünden ayrılıp Şıh Ömer Ağa'nın İncirli köyünden geçerek, gece Islahiye civarında Hora Ağa'ya misafir olduk. Halazadelerim Abdurrahman, Abdullah, Sururi beylerle hemşireleri Hatice ve Fatma Hanım, amcazadem Kadir Bey'le refikası Hürrü Hanım da bizimle beraber idiler. Bizim Leçe'den geçmekte olduğumuz yeri saptamak için, Fransızlar üzerimizde uçak gezdirdilerse de, arazi sarp, kayalık ve fundalık olduğu için yerimizi saptayamayıp çekilip gittiler. İki gün Leçe'de çadırda misafir olup dinlendik. Üçüncü günü Meydan'ı Ekbez'in kuzeyinden geçerek Islahiye'ye geldik. O gün de Hacı Ağa'da misafir olduk. Ertesi gün yolumuza devam ederek gece Islahiye ile Maraş arasında bir köyde kalıp, nihayet uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Maraş'a vasıl olduk. Abdurrahman Bey'le kardeşleri ve Kadir Bey Kozanlı mahallesinde birer ev tuttular. Ben de Faruk Cengiz ve Mehmet Şahin'le Bayındır mahallesinde bir ev tutarak ve diğer arkadaşlarımızı da çeşitli yerlere yerleştirerek Maraş'ta ikamete başladık. Birkaç gün sonra Reyhaniye'de barınamayan halazadem Gümüllü Mahmut Bey, çocukları ile refikası (eşi) Hava Hanımı alarak yanımıza Maraş'a geldi. Onlara da Arabaşı Kilisesi civarında bir ev bulduk. Mebusluk Mazbatası:
24
15−20 gün Maraş'ta istirahat edip, bu arada cephane, silah vesair noksanlarımızı tamamladıktan sonra hanımlar ve çocukları Maraş'ta bırakıp, efrad ile beraber tekrar görevime, mücadelemize devam etmek üzere Maraş'tan hareket ettik. Islahiye'den birkaç mücahit daha alarak Hassa'ınn Tiyek köyüne geldik. Amcazadem Kadir Bey, Annesi Gülizar Hatun'dan hemşiresi Medine Hanım'ın hasta olduğunu öğrenip, bizlerden ayrılarak Çatalhüyük'e gitti. Gece Tiyek'te kalıp ferdası gün Kürtdağı'na doğru hareket edeceğimiz zaman Maraş'tan bir postanın geldiğini haber verdiler. Gelen postacıyı çağırttım. Hatay mücadelesinde değerli hizmeti olan Türkmenzade Ahmet Ağa'dan bir mektup getirmiş. Gönderilen mektubun içerisinde Ankara'da Niyazi Ramazanoğlu'nun kendisine yolladığı telgrafla, bir de mebusluk mazbatası vardı. Mazbata Türkmenzade Ahmet Ağa, Arifi Paşazade Emin Arifi, Mürselzade İhsan ve Abdurrahman beylerle, Hoca Sadık Efendi'nin mebus seçilmelerine aitti. Niyazi Ramazanoğlu'nun telgrafında Ankara'ya İskenderun sancağı ve havalisinden de mebus gönderilmesi hususu yazılı idi. Ahmet Ağa gönderdiği mazbatanın İskenderun sancağı ve havalisi belediye hususi muhasebeleri ve mümkünse heyet−i ihtiyarileri tarafından da imza edilerek acele kendisine gönderilmesini rica ediyordu. Mektupla mazbatayı okuduktan sonra Tiyek'ten hareket ettik. Hassa'da geceyi geçirdik. Ertesi gün Saylaklı köyüne, oradan da Saylaklı'nın iki kilometre kuzeyindeki Dedemanlı köyüne geldik. Gece orada kaldık. Aktepe üzerinden Kırıkhan'ı basmak üzere hazırlık yaptıksa da, Kırıkhan'ı basmanın güç olduğu, birçok kayba sebebiyet vereceğimiz, alınan haberden anlaşılınca vazgeçtik. Yolumuzu değiştirip, Kargılık'tan geçerek Kürtdağı'na çıktık, Mirgan köyünde Hacı Hamdatozade Süleyman Ağa'ya misafir olduk. Akşam mazbatayı arkadaşım Faruk Cengiz'e vererek bir mücahitle Reyhaniye Belediye Reisi Bahadırlı Osman Ağa'ya gönderdim. Ertesi gün öğle yemeğinde Akıncı Sakallı Bedri Bey'in Suriye baskınından dönerek, İkiahır köyüne gelip dinlendiğini haber verdiler. Bu sırada ikinci bir haber aldık. Deve yüklü kafile ile bir yüzbaşı köye gelmiş yüzbaşıyı da yemeğe davet ettik. Yüzbaşı Süleyman Bey: ''Kolordu tarafından kuzey Suriye ve Kuseyr harekâtına memur edilip orada Fransızlar aleyhine mücadeleye başlayan Özdemir Bey'e Maraş'tan develerle gönderilen silah ve cephaneyi götürmeye memur edildim'' diyerek, o deve yükünü bana teslim etti. Mühimmatın nasıl ve nereden Suriye'ye geçirileceği üzerinde arkadaşlarla görüşüp müzakere ederken, yüzbaşı Sakallı Bedri Bey yanımıza geldi. Vaziyeti kendisine de anlattım. ''Fransızlar bu silah ve cephanelerin develerle Kuzey Suriye'deki Özdemir Bey'e gönderileceğini haber aldıkları için, Antep'ten sancağa kadar bütün güzergâhı kontrol altına almışlar. Buna rağmen ben geçiririm. Ancak, devenin yerine bu silah ve cephaneyi katırlara yüklemek lazım. Bana katır temin edebilir misiniz?'' dedi. Ben de Süleyman Ağa'ya katır temin ederek hazırlatmasını söyledim. Bir iki saat sonra katırlar temin edilip, getirildi. Bedri Bey silahlarla cephaneyi katırlara yükleterek Mirgan köyünden hareket etti. İki gün sonra Reyhaniye'ye giden Faruk Cengiz'le arkadaşı döndüler. Faruk yanımızdan ayrıldıktan sonra Fransız karargâhı civarından geçerken Keli köyü civarında, (daha önce haber almış olacaklar ki) pusuya yatan birkaç düşman üzerlerine ateş açmış. Faruk'un atı vurulmuş, kendisi de hemen arkadaşının terkisine atlayarak güçlükle kaçıp, kurtulmuş, Reyhaniye'ye yetişmişler. Osman Ağa mazbatayı imzalayarak civar kaza ve köylerden de imzalarını temin ederek tamamlatıp, Faruk'la geri yollamış. Bu pusu sebebiyle, bir daha hareket ve konuşmalarımızı gizli yaptığımız gibi, çıkışlarımızı da ters istikamete giderek, düşmanı şaşırtmaya çalışıyorduk. Faruk geldikten sonra Mirgan köyünden ayrılarak, Şıh Elhadid köyüne geldik. Burada birkaç gün kaldık. Mirgan'lı Süleyman Ağa'dan gelen haberle Bedri Bey bizden ayrıldıktan sonra, akşam olunca ses çıkarmasın diye katırların ayaklarına keçe bağlamış ve gece Fransızların bir türlü ihtimal veremeyeceğini hesap ederek, Katma'daki karargâhın yakınından geçerek, ertesi günü Dartize dağlarında gecelemiş ve ikinci günü Kefertarim'in aşağısında silahlarla cephaneyi Özdemir Bey'e teslim ettiğini ve aldığı katırları da Mirgân köyüne Süleyman Ağa'ya yolladığını öğrendik. Dördüncü günü Amik Ovası'na inmek için hazırlanırken, Maraş'ta 2. Kolordu kumandanlığından aldığım emirde: ''Kolordu Sakarya Muharebesi'ne iştirak etmek üzere hareket edecektir. Fransızlarla geçici bir ateşkes yapılmış (20) olduğundan Fransızlara karşı yapmakta olduğumuz harekâtı durdurduk. Siz de Maraş'a avdet ediniz'' deniliyordu. Bu emir üzerine Kürtdağı Hassa, Islahiye ve havalisi Kuvayı Milliye kuvvetimiz duruma hâkim olmakla beraber, toplanıp derhal Maraş'a hareket ettik. Biz yetişinceye kadar kolordu, Sakarya Muharebesi'ne katılmak için Maraş'tan hareket etmiş. Birkaç gün sonra aldığı emir üzerine, Kuzey Suriye'den Cisir Şuur ve havalisinden Özdemir Bey de geldi. İkinci emre kadar Maraş'ta hadiselerin gelişmesini bekledik.
II
25
SAKARYA ZAFERİ VE ANKARA'YA İLK GİDİŞİM
Bu arada bir müddet önce hazırlanan mebusluk mazbatasıyla, seçilen mebusların Ankara'ya hareketi üzerinde görüşürken, Türkmenzade Ahmet Ağa, Sadık Efendi ve Emin Arifi Bey Ankara'ya gitmek istemediklerini söylediler. Mürselzade İhsan ve Abdurrahman beyler mazbatayı alarak Çorumlu Uzun Ömer ve daha birkaç kişi ile eylül ortalarında Ankara'ya hareket ettiler. Aradan 15 gün geçtiği halde kendilerinden bir haber alamadık. Bu sırada Ankara'dan Ramazanoğlu Niyazi Bey'in (Hariciye vekâleti müşavirlerinden) Türkmenzade Ahmet Ağa vasıtasıyla gönderdiği mektupla bir haber aldık. Sakarya Savaşı başarıyla neticelenmiş, Fransızlar eski bakanlarından Franklin Bouillon'u, ateşkesi anlaşma ile sona erdirmek için Ankara'ya göndermişler. Bu sıralarda Sakarya'da Yunanlılarla şiddetli savaşlar cereyan etmekte idi. Sakarya Savaşı bir ara aleyhimizde iken Mustafa Kemal Paşa'nın yerinde yaptığı müdahale ve direktifleriyle, Kazım Paşa'nın (Özalp) fedakârane çarpışması sonunda lehimize dönmüş ve kazanılmıştır. 26 Ağustos 1921'de Fransızlar, Halep dahil, Suriye'yi işgal edip, Faysal hükümetini sona erdirince (21), İngilizler Faysal'ı Irak'a götürüp orada teşekkül eden hükümetin başına geçirdiler. Halep düşünce, İbrahim Hanano Bey Filistin'e kaçarken yakalanıp harp divanına verilir ve idama mahkûm olur. Daha önce Kuvayı Milliye hükümeti ile Fransızlar aleyhine anlaşmış olduğundan, Mareşal Fevzi (Çakmak) nezdindeki vaki müracaatı üzerine, o sırada Fransızlarla Kuvayı Milliye hükümeti arasındaki anlaşmaya dayanarak Mareşal, İbrahim Hanano'yu idamdan kurtarıp, serbest bırakmıştır. Fransızlarla yapılacak olan anlaşmada İskenderun Sancağı ve havalisinin durumu için Ankara'ya gitmek üzere Faruk Cengiz, Mehmet Şahin, Avcı Mehmet Ağa'nın oğlu Mustafa ve Kürt Kerim'le, eylül sonu atla Maraş'tan hareket ettik. Maraş'ın kuzeyindeki Ahırdağı'ndan geçerek geceyi Ceyhan Nehri kıyısında geçirdik. Ertesi günü Zeytun nahiyesinden geçerek Nemrutdağı'nı aştık. Gece dağın kuzeyinde kuytu bir yerde uyuduk. Sabah erken yola çıkarak Süleymanlı'da öğle yemeği molasını verdik. Akşam Göksun kazasına geldik. Beyazıtoğullarından Haydar Bey'de misafir kalıp, ferdası geceyi 93. Kars mücahitlerinin ikamet ettiği, Mucahir köyünde geçirdik. Gece hastalandım. Ertesi sabah ateşim fazla olmadığı için, yola çıktık. Azizeye kazasına geldik. Ateşim yükseldiği için, iki gün orada kalarak yattım. Ateşim düşüp rahatlayınca, üçüncü günü yola devam ederek, Kayseri'ye geldik. Sakarya Savaşı'nın ilk telaşlı günlerinde hükümetin Ankara'dan nakli düşünülmüş, hatta bazı daireler, bu meyanda Gümrük Umum Müdürlüğü de Kayseri'ye nakledilmiş, o zaman Gümrük Müdürü olan İhsan (Çardaklı) Bey Kayseri'nin Tavas mevkiinde bir evde oturuyormuş. Orada olduğunu işitince kendisiyle daha önce İskenderun Gümrük Başmüdürü iken tanışmış olduğumuzdan, görmeye gittim. Beni bırakmadı. Birkaç gece misafir etti. Ertesi gün otele arkadaşların yanına döndüm. Yola hayvanla devam etmekten vazgeçerek yaylı bir araba satın aldım. Atların ikisini arabaya koşturup üçünü ve cephane hayvanını Mehmet Şahin'le geri Maraş'a gönderdim. Beş altı gün Kayseri'de kaldıktan sonra, ekim ayının haftasında İhsan Bey'e veda ederek arabayla Kayseri'den hareket ettik. Cephane sandıklarıyla eşyalarımızı arabanın bagajına koyduk, makineli tüfek ve mavzerlerimizi ve el bombalarımızı yanımıza alarak yola çıktık. Akşam yol çatında büyük bir hanı olan Himmet Dede köyünde kaldık. Ferdası günü Bünyan kasabasına geldik. Eşraftan Nail Bey'e gece misafir olduk. Ertesi günü sabah erken hareket ederek gece geç vakit nihayet Ankara'ya yetiştik. Taşhan Oteli'ne indik. Çok yorgun olmamıza rağmen, tahtakurusu yüzünden sabaha kadar doğru dürüst uyuyamadık. Ertesi sabah koridorda Mürselzade İhsan ve Abdurrahman beyler ile karşılaştım. Onlar da aynı otelde kalıyorlarmış. Odalarına gidip hal hatır sorduktan sonra, Meclis'e gidip gitmediklerini sordum. Biraderim İhsan Bey üzüntü ile ''Ne gitmesi, yolda gelirken gece çantamı düşürmüştüm, ertesi gün öğleye doğru fark ettim. Dönüp bütün civarı aramamıza rağmen bulamadık. Çantayla beraber mazbatalarımızı da kaybettik. Bu yüzden Meclis'e iştirak edemedik'' dedi. Ben de çok üzüldüm, ama artık elden bir şey gelmezdi. Onun için ''Canınız sağ olsun'' diyerek onları teselli ettim. Akşama doğru gıyaben tanıştığımız Ramazanoğlu Niyazi Bey geldi, tanıştırıldığımızda ''Gönderdiğim mektup üzerine geldiğinize memnun oldum'' dedi. İskenderun ve havalisindeki mücadelemiz üzerine uzun uzun konuştuk. Geç vakit yanımızdan ayrıldı. İki gün burada kalıp dinlendikten sonra, üçüncü gün şimdiki belediyenin karşısındaki sokağın içinde Hacı Sıdıka Hanım'ın üç odası ile ahırını kiraladık. Odanın birinde benimle Faruk Cengiz kalıyor, ikincisinde İhsan ve Abdurrahman beyler, üçüncüsünde de Uzun Ömer'le Avcı Mustafa Efendi kalıyorlardı. Sakarya Savaşı'nın başarıyla neticelenmesi üzerine gelen Franklin Bouillon ile aramızda yapılacak antlaşma için, görüşmeler İhsan ve Abdurrahman beylerin Ankara'ya geldikleri sırada başlamış. Niyazi Ramazanoğlu'nun aracılığıyla tanıştıkları mebuslara İskenderun Sancağı ve 26
havalisi (Hatay) meselesinin de yapılmakta olan görüşmelere alınmasını rica ettiklerini anlattılar. İhsan ve Abdurrahman beylerle birlikte Meclis'e giderek, eskiden tanıdığım Gaziantep mebusu Kılıç Ali, Ali Cenani, Hafız Şahin ve Yasin, Urfa mebusu Ali Saip, Siverek mebusu Kadir, Maraş mebusu Tahsin, Habip ve Aslan beylerle görüşüp sohbet ettikten sonra davamızla ilgilenmelerini ve görüşmeye dahil edilmesine çalışmalarını rica ettim. Onlar da ilgileneceklerine söz verdiler. İki gün sonra Ramazanoğlu Niyazi Bey vasıtasıyla Hariciye Vekâleti'nde Umur−u Siyasiye Müdürü olan Hikmet (Bayur) Bey'le tanıştık. Daha sonra da Kilis mebusu Hacı Ahmet Bey vasıtasıyla Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey'le tanıştım. Oradan çıktığımda Halep'te Nihat Paşa kolordusunda zabit iken tanıştığım Hayati Bey'le karşılaştım. İcra Vekilleri Heyeti Kalem−i Mahsus müdürü olmuş. Odasına davet etti. 1918 yıllarından , anılardan söz ederek uzun uzun konuştuk. Ve ilgisine teşekkür ederek ayrıldım. Antep'in kuzeyindeki Sam köyünde görevli olan Binbaşı Ali Bey'in seyyar telgrafı ile 29 Mayıs 1920'de çektiğim telgrafla gıyaben tanışmakla mübahi olduğum ve hayranlık duyduğum, Rumeli ve Anadolu Müdafaa−i Hukuk Cemiyetleri Umumi Reisi Gazi Mustafa Kemal Paşa hazretleri, yukarıda adı geen mebus arkadaşlar vasıtasıyla 1 Kasım 1921'de beni kabul buyurdular. Tanışıp, iltifatlarına mazhar olduk. Davamız hakkında bilgi emrettiler. Filistin cephesinden Yıldırım Orduları Grup Kumandanı olarak ayrılıp, istanbul'a giderken Adana'da İtilaf devletlerinin mütareke hilafına İskenderun Sancağı ve havalisini (Hatay'ı) işgalleri üzerine Mareşal Allenbi (Allanby) nezdinde yaptıkları protesto ile daha o zaman davamıza el koyduklarını hatırlayarak, istedikleri malumatı arzettikten sonra, Fransızlarla yapılan müzakerede davamızın da ele alınmasına emirlerini istirham ettikten sonra, davamızın bu safhasında yüksek alakalarını esirgemeyeceklerini tebşir (müjde) buyurdular. Huzurlarından, huzur ve gurur duyarak ayrıldık. Nitekim o vakte kadar İskenderun Sancağı meselesi Fransızlarla müzakereye alınmamış iken, Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın emirleriyle Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey, Franklin−Bouillon'a ''Müzakereye İskenderun Sancağı ve havalisinin dahil edilmesini'' söyleyince ''Hükümetimden buna dair emir almadım. Müsaade edin, yazıp, talimat alayım'' demiş ve ''talimat gelinceye kadar müzakereyi tatil ediyorum'' diyerek müzakere salonundan ayrılmış. Müzakereler de bir müddet tatil edilmiştir. Bu sırada Bakanlar Kurulu'na başkanlık eden Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi (Çakmak) ile de tanışmak imkânı oldu. Keçiören civarında, eski Ziraat Mektebi'nde bulunuyorlardı. Ziyaretine gittim. Beni kabul ettiler. Konuşma esnasında İskenderun Sancağı ve havalisinin genel durumunu sordular. Geniş bilgi verdim. Cevaben ''Mustafa Kemal Paşa meselenin üzerinde durmasını Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey'e emrettiler. Ben de ayrıca alakadar olurum'' dediler. Yanlarından, görüşmemizden memnun olarak ayrıldım. Eve gittim. Beni bekleyen beylere durumu anlattım. Muntazaman hemen her gün Meclis'e gidiyor, davamızın alacağı netice üzerinde mebus arkadaşlarla görüşüyor, durumumuzu merakla takip ediyorduk. Ankara İtilafnamesi:
Kısa bir aradan sonra tekrar başlayan müzakere neticede 1921 Ekim ortasında Franklin − Bouillon ile Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey arasında cereyan edip sona erdi. Fransızlar, Adana, Mersin − Osmaniye − Kilis ve Gaziantep'i boşaltmayı ve Türk ordusunun noksan harp malzemesinin de teminini kabul ettiler. (22) İskenderun Sancağı'nın boşaltılmasını kabul etmeyip ancak hususi bir idare kabul ettiler. Hususi idarenin mahiyeti:
''Türk dilinin orada resmi mahiyeti haiz olması, Türk Bayrağı'na benzer bir bayrağı olması, mekteplerde Türkçenin de okutulması, Türk harsının (kültürünün) inkişafının temini, aynı zamanda Suriye'nin Türk hududuna yakın olup, ekserisi Türk olan yerlerinde de bu maddelerin tatbik edilmesi.'' Maalesef Fransızlar bu anlaşmanın birçoğunu hiçbir zaman uygulamamışlardır. Fransızlarla İskenderun Sancağı meselesi müzakere edilirken bu maddelerden başka, orada bir genel affın da ilanının anlaşmaya bir madde olarak konmasını Dışişleri Bakanı'ndan rica etmiştim. Zira yapılacak olan genel af anlaşmaya konmaz ise; Fransızlar avdet edecek, mücadele eden arkadaşlarımızı bir kayıt ve şarta tabi tutacaklar. Halbuki bu madde konsa, oraya dönmek isteyen mücahitler vatanlarına tehlikesizce ve gönül rahatlığıyla gidebileceklerdi. Fransız delegesi bunun önemini kavradığı için genel affın anlaşmaya konmamasında ısrar etmiş. Son akşam Antep mebusu Yasin ve mücahit arkadaşım Faruk Cengiz'le Ankara'nın şimdiki vilayet konağının yanındaki Posta Telgraf Genel Müdürlüğü binasında, Genel Müdür Sabri Bey'i (sonradan bir müddet Dahiliye Vekilliği de yapmıştı. 27
Gümrük Müdürü İhsan (Çardaklı) Bey vasıtasıyla tanışmış olduğum için) ziyarete gitmiştik. İhsan (Çardaklı) Bey de orada idi. Biraz sonra dostluk kurduğumuz Hariciye Vekaleti Umur−u Siyasiye Müdürü Hikmet (Bayur) Bey de geldi. Yarım kalan konuşmamız bittikten sonra, Sabri Bey ''Muahede ne oldu?'', diye sordu. Hikmet Bey de ''Her şey bitti, bir iki saat sonra muahede imza edilecek'' deyince, ben de yapılacak affı umuminin muahedeye konup konmadığını sordum; cevaben ''Maalesef muahedeye konulmadı. Yalnız şifahen umumi affı taahhüt etti'' dedi. Pek müteessir oldum, zira mücahit arkadaşlara, memleket kurtarılamaz ise nasıl olsa bir genel af ilan edilir. İsteyen gider demiştim. Bu vaziyet karşısında Yasin Bey'e ''Gel, istasyonda muahedeyi imza etmek üzere olan Hariciye Vekili'ni görelim'' dedim. Kalktık arkadaşlara veda ederek dışarı çıktık. Yollarda elektrik yoktu, geç vakit olduğu için araba da bulamadık. Karanlıkta yürüyerek istasyona geldik. Riyaseti Cumhur Umumi Kâtipliği binasında müzakere cereyan ediyordu. Kapıdaki nöbetçi bizi yukarı bırakmayınca, beraberimde Antep mebusu Yasin Bey olduğunu, Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey'i görmek istediğimizi söyledim. Bir hademe çağırdı. Gelen hademeye Yasin Bey: ''Yusuf Kemal Bey'e söyle kendisini görmek istiyorum, biraz buraya buyursun'' dedi. Hademe gitti. Birkaç dakika sonra Yusuf Kemal Bey yanımıza indi. Merhabalaştık, ilan edilecek genel affın anlaşmaya konup konmadığını sordum. O da ''Maalesef konmadı'' dedi. Bunun üzerine ''Davaya başlarken her şeyi hesap etmiştik, ama hükümetimizin davamızla ehemmiyetle alakadar olmayacağını düşünmemiştik. Bu affı umuminin muahedeye konması bizim için hayati bir davadır. Hem yarın bu hususta sizin de başınız ağrır'' dedim. Yasin Bey'le dönüp eve gittik. Yasin Bey, İhsan ve Abdurrahman beylere mülakatı anlattı. Onlar da haklı olarak benim gibi üzüldüler. Bir müddet oturulup konuşuldu. Sonra Yasin Bey veda ederek gitti. Böylece 20 Ekim 1921'de Ankara Antlaşması imzalandı. Ertesi gün öğleye doğru Yasin Bey gelerek ''Yusuf Kemal Bey sizi istiyor'' dedi. Beraberce Meclis'e giderek Yusuf Kemal Bey'i gördük. ''Siz gittikten sonra yukarı çıkıp Franklin − Bouillon'a ısrar ettim. Affı umumi işi muahedeye değil, amma Umumi Protokol'e kondu, gözünüz aydın'' dedi. Protokol anlaşmanın gayri resmi bir kısmı imiş. Teşekkür ederek yanından ayrıldım. Yasin Bey'den ayrılarak beylerin yanına gittim. Son durumu anlattım, neticeyi bekleyip anlaşmanın metnini benim almam kararlaştırıldı. Mürselzade İhsan ve Abdurrahman beyler Antep mebusu Şahin ve Maraş mebusu Aslan beylerle Maraş'a hareket ettiler. Biz de Faruk Cengiz ve diğer arkadaşlarla metni almak için Ankara'da kaldık. Örtülü Faaliyete Geçiş:
Birkaç gün sonra Mustafa Kemal Paşa hazretlerini ziyaret ederek minnet ve şükranlarımızı arz etmek istediğimi mebus arkadaşlara söyledim. Arz etmişler. 1 Kasım 1921 günü mebus Tunalı Hilmi Bey Mustafa Kemal Paşa'nın bizi kabul edeceğini söyledi. Ertesi gün 2 Kasım 1921'de Faruk Cengiz'le beraber Meclis'e gittik. Mustafa Kemal Paşa merdivenin başındaki odada, Adana ve Mersin mebuslarından Damar (Arıkoğlu), Muhtar ve İsmail Safa beylerle oturuyorlarmış. Tunalı Hilmi ve Faruk Cengiz'le beraber bizi kabul buyurdular. O büyük insan, kendine mahsus nezaket ve inceliğiyle yerinden kalkmak suretiyle bizi iltifatlarına garkettiler. Hürmet ve tazimlerimizi sunduk; gösterdikleri yere oturduktan sonra ''Memleketimizin içinde didiştiği davaları biliyorsunuz, dünya bizimle muhasama halinde bulunduğu bir durumdayız. Böyle bir zamanda Avrupa'nın büyük devletlerinden birisi olan Fransızlarla bir anlaşma yaptık. İşgal ettikleri Adana, Mersin, Osmaniye, Kilis, Antep'i tahliye edecek ve bize harp malzemesi de verecekler. En mühimi Mersin limanını bize iade edeceklerdir. Bu arada İskenderun Sancağı ve havalisinin de (Hatay'ın da) tahliyesi üzerinde büyük gayret sarfettikse de şimdilik bir şey yapamadık. Ancak orası için hususi bir idare tatbik edeceklerini taahhüt altına alabildik. İnşallah ileride sizleri de kurtaracağız. Şimdi memleketinize giderek çalışırsınız. Bir işiniz olur veya müşkülatla karşılaşırsanız arkadaşlara müracaat edersiniz'' buyurdular. Ayağa kalkarak ''Bütün hemşerilerim namına şükran ve minnettarlığımızı arz ederim. Herhangi bir müşkülata maruz kalınırsa, efendimizi rahatsız etmemize müsaade buyurmanızı istirham ederim. Fransızlar, İskenderun Sancağı ve havalisi için, kabul ettikleri sözlü antlaşmayı göreceksiniz tatbik etmeyeceklerdir'' dediğimde ''Hay hay! Bana müracaat edersiniz, sizlere iyi yolculuk dilerim. Bütün hemşerilerinize selam ve muhabbetlerimi iletiniz'' buyurdular ve ayağa kalktılar. Elini öperek Faruk Cengiz'le huzurlarından ayrıldık. Üzgün fakat umutluyduk. Ferdası günü o zaman Ankara Lisesi Taş mektepteki, Milli Müdafaa Vekâleti'ne giderek vekil Refet (Bele) Paşa'yı ziyaret ederek fazla silahları teslim ettim. Teslimime dair vesika aşağıdadır: Türkiye Büyük Millet Meclisi Müdafaa−i Milliye Vekâleti ''İkinci Kolorduca Maraş'ta, Reyhaniye'li Kara Mürsel Mustafa Paşaoğlu Tayfur Bey'e teslim olunan esliha 28
(silah) ve cephane mumaileyh tarafından heyet−i askeriye'ye iade edilmiştir. Ve kendisinin bu esliha hesabatını tamamen vermiş olduğuna dair vesikadır. Üç Teşrinisani 1337 (3 Kasım 1921) Milli Müdafaa Vekili (Refet)
Pozantı'ya (Adana vilayet merkezi o zaman Pozantı'daydı) hareket etmeden Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi (Çakmak) Paşa'ya, veda etmek için ziyaretine gittim. Antlaşma şartlarını yerine getirmek üzere, Adana'ya gitmiş olan Fransız delegesi Franklin−Bouillon için, bana bir mektup verdi. Tasdikli sureti aşağıdadır: ''Fransa Cumhuriyeti fevkalâde murahhası Franklin−Bouillon cenaplarına. ''Bu mektubumla Şark ve Garbın iki necip milleti arasında mazide câygir olan muhâdenet−i kadîmeyi tekrar tesis ve tahkimi hususuna muvaffak olmuş bulunan zat−ı asilânelerine karşı beslediğim samimî ve ihtiramkâr hissiyatı bir defa daha ifade ediyor, size namuslu, halis, vatanperver bir genci, Karamürselzade Tayfur Bey'i takdim ediyorum. Mumaileyh evvelce bizimle Suriye'de çalışmış bulunup, bu kerre son itilafnameye tevfikan serbestçe memleketine avdet edebilecektir. Kendisine muhtaç bulunudğu teshilat ve muaveneti diriğ buyurmayacağınızı ümit eder hissiyat−ı samime−i ihtiramkâranemin kabulünü zat−ı âlilerinden rica ederim''. 6.11.337 (1921) Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti Erkânı Harbiye Reisi I. Ferik Fevzi
Teşekkür ederek oradan ayrılıp Millî Müdafaa Vekili Refet (Bele) Paşa'ya giderek veda ettik. Ve aşağıdaki vesikayı aldım: Türkiye Büyük Millet Meclisi Müdafaa−i Milliye Vekâleti İskenderun livasında Reyhaniyeli Karamürseloğlu Mustafa Paşa mahdumu (oğlu) Tayfur Bey ve arkadaşları bu kerre Fransızlarla akdedilen itilafname üzerine, memleketlerine avdet edeceklerdir. Gerek kendilerine, gerek nezdlerinde bulunan silahlara müdahale edilmemesi ve teshilat iraesi (silah verilmiş) için vesikadır. 12 Teşrinisani 337 Millî Müdafaa Vekili Refet Ve Büyük Millet Meclisi Umumî Dahiliye Vekâleti'nden aldığımız vesika: İskenderun Livasının Reyhaniye kazası ahalisinden Karamürsel Mustafa Paşazade Tayfur ve refiki Faruk Bey'lerin Liva−yi mezkûre azimetlerine ve avdetlerinde dahi mümanaat olunmamasını natık vesikadır. 10.12.37 (1921) Dahiliye Müsteşarı İmza
Ankara'da bulunduğumuz zaman zarfında alakalarını gördüğümüz diğer erkân ile mebus arkadaşlara ayrı ayrı veda ve teşekkür ederek ayrılıp, Pozantı'ya hareket ettik. Konya'ya gelidğimizde Fransızların, Adana'dan tutuklayıp, Arvat adasına gönderdikleri Kemal (Kusun) ve Fahri (Uğurlu) beylerin serbest bırakıldıklarını haber aldım. Biraderim Mürselzade İnayet Bey'in de serbest bırakılıp bırakılmadığını sorduğum telgrafa, Pozantı Posta Telgraf Müdürü'nden aldığım cevap aşağıdadır: Konya'da Kanaat Oteli'nde Tayfur Bey'e: İnayet Bey'in tahliyesi hakkında henüz malumat alınamamıştır efendim. Pozantı PTT Müdürü Hasan
29
Konya'da karşılaştığım Adana heyeti trenle gidiyormuş. Bana da trenle gitmemi söylediklerinde, araba ve atlarımızı, Avcı Mustafa ve Kürt Kerim'le Adana'ya gönderip Faruk'la istasyona geldik. Maalesef yer kalmamış, bilet almadan ve gidişimizi garanti etmeden arabımızı gönderdiğime üzülüp, pişman olarak mecburen kömür vagonuna binip Konya'dan ayrıldık Bin bir güçlük ve rahatsızlık çekerek Pozantı'ya, oradan da Adana'ya geldik. Bir otele yerleşerek, temizlenip Avcı Mustafa ile Kürt Kerim'i aramaya çıktık. Onları bularak otele dönüp, o gün istirahat ettik. Ertesi günü Franklin−Bouillon ile temasa geçerek, Mareşal'in mektubunu verdik. İskenderun Sancağı için kabul edilen hususların uygulanacağını, memleketimize rahatlıkla gidebileceğimizi söyledi. Pek aklım kesmemekle beraber mebus arkadraşlara veda ederek dördümüz arabayla Adana'dan Reyhaniye'ye hareket ettik. Avcı Mustafa ile Kerim Kırıkhan'da ayrılarak köylerine gittiler. Ben de Reyhanie'de Faruk'tan ayrılıp köyüme geldim. Ölüm Cezasına Çarptırılmam:
Döndüğümü duyan akraba ve dostlarım ertesi gün beni görmeye geldiler. Onlara Amik'ten ayrılmamdan bu yana cereyan eden hadise ve durumu anlattım. Ankara antlaşmasındaki bizim için kabul edilen hususları uygulayacağına söz veren Franklin−Bouillon'la görüşmemi ve konuşmamızı açıkladım. Güvenemediğimi, hadiselerin gelişmesini takip etmemizi ve beklememizi söyledim. Uzun görüşmelerden sonra ayrıldık. Bugüne kadar ihmal ettiğim işlerimle meşgul olmaya başladım. Bu arada amcazadem Mürselzade Kemal ve Kadri beylerin hemşireleri, Medine Hanım'la evlendim. Bu sıralarda Ankara Antlaşması gereğince Adana, Mersin, Tarsus, Kilis ve Gaziantep tahliye edilerek Türkiye'ye iade edildiği halde İskenderun Sancağı için vaatlerini yerine getirmediler. Birkaç kez ilgili makamlara başvurdumsa da antlaşmanın bizimle ilgili maddelerinden kesin olarak söz ettirmedikleri gibi özel idareyi bile uygulamadılar. Üstelik muamelelerini değiştirip daha da şiddetlendirdiler. Haliyle yeniden mücadeleye başladık ve mücahit arkadaşlarla birleşerek Amik ovasından ayrıldık. Yeniden mücadeleye başlamamdan dolayı, Fransızlar köyümü ve evimi basarak yağma ettiler. Ve beni ölüm cezasına çarptırdılar. Hatta o kadar ileri gittiler ki; bizimle ilişki kuran ve haberleşenlerin bir kısmı yakalanarak hapsedilmişlerdir. Adana'ya Yerleşmem:
Bunun üzerine zevcemi getirterek Reyhaniye'ye gidişimden 7−8 ay sonra tekrar Adana'ya döndüm. Seyhan nehri civarında Kayalıbağ mahallesinde bir ev tutarak Adana'ya yerleştim. Benden sonra yakalanacaklarını anlayan cesur ve kıymetli mücahit arkadaşım Faruk Cengiz ve arkadaşları da Kilis'e gitmişler. İskenderun Sancağı ve havalisiyle, Fransız idaresini hoş görmeyenler ve tedirgin olanlar peyderpey Adana ve Mersin'e gelmeye başladılar; günbegün kalabalıklaşıyorduk. Bir gün sonra kalabalıklaşan hemşerilerimize hizmet etmek amacıyla bir cemiyet kurmaya karar verdik. Adana'nın kapalı çarşısında manifaturacılık yapan Antakya'lı Affan Efendi'nin mağazasında ben, Sami Azmi Ezer, Rasim Yurtman, Nuri Aydın, İdris Antaki ve kayınbiraderi Nusret beylerle ilk toplantıyı yaptık. Böylece İskenderun ve havalisi Müdafaa−i Hukuk Cemiyeti'ni gayri resmi olarak kurduk. Ne acıdır ki; daha ilk günden ne olacağı ve neticesi belli olmayan cemiyet başkanlığı için arkadaşlar arasında anlaşmazlık çıktı. Neyse ki uzun sürmedi, ikna edildiler ve başkanlığa Sami Azmi Bey'i seçtik. Bina bulup resmiyete intikali için çalışırken arkadaşlarla, Affan Efendi'nin manifatura mağazasında sık sık buluşuyorduk. Bir gün Hilâl−i Ahmer cemiyetine yardım yapmak için, aramızda müzakere ederek para topladık ve Osmanlı Hilâl−i Ahmer Cemiyeti Anadolu murahhaslığına yolladık. Ve bir mektupla bildirdik. 15 gün sonra da aşağıdaki mektubu aldım: Osmanlı Hilal−i Ahmer Cemiyeti Anadolu Heyet−i Murahhası 3968/141
Kara Mürsel Mustafa Paşazade Tayfur Beyefendiye; Muhterem beyefendi, irsaline lütuf ve inayet buyurulan 4.5.38 (1922) tarihli mektubu âlilerine dest−i tekrime aldık. Zat−ı âlileriyle rüfekâ−i mesailerinin ve müteberrilerin (23) izhar buyurdukları âsar−ı şefkatten dolayı 30
en samimî teşekkür ve şükranlarımızın kabulü ve ahaliyi muhteremeye iblağını rica ederez. Antakya Hilal−i Ahmer heyeti âliyesi tarafından gönderilen paranın makbuzu Mersin memurumuz Tahsin Bey ve İskenderun, Belen, Kırıkhan ve Reyhaniye'nin muhterem heyetleri tarfaından gönderilen paranın makbuzları teşekkürnamelerimizle beraber Adana ve havalisi kumandanı Muhittin Paşa hazretleri delaletiyle irsal edildiğini (24) arz ve bu vesile ile mesai−i mübarekelerinde muvaffakıyat−ı âlilerini Cenab−ı Hak'tan temenni eder, takdim−i ihtiramat ederiz efendim. 18 Mayıs 1338 (1922) Hilal−i Ahmer Murahhası Asım İsmet Paşa'nın Lozan'a Gidişi:
Böylece günler geçiyor, gelen arkadaşlar gün geçtikçe çoğalıyordu. Bu arada Kurtuluş Savaşı bitmiş, harbin sona ermesi için imzalanan Mudanya antlaşmasından sonra müttefiklerin 28 Ekim 1922'de yaptığı barış antlaşması teklifini kabul eden Ankara hükümeti Lozan'a bir heyet gönderecekmiş. Mersin mebusu Niyazi Ramazanoğlu'nun, bizim de Ankara'ya acele bir heyet göndermemizi bildirmesi üzerine, durum Antakya'daki şubemize duyuruldu. Antakya'dan Rasim Yurtman, Sami Azmi (Ezer) ve Gaziantep'te bulunan mümtaz ve muhterem bir devlet adamı olan Türkmenzade Ahmet beylerin, İskenderun'dan da beni, hükümet katında bulunmak üzere delege seçtiler. Mazbatalarımız geldiğinde, rahatsızlığı nedeniyle heyetimize katılamayan Türkmenzade Ahmet Bey hariç, üçümüz Ankara'ya gittik. 1921'de Ankara'da tanıştığımız, Mersin mebusu Ramazanoğlu Niyazi, Bolu mebusu Tunalı Hilmi, Gaziantep mebusu Kılıç Ali ve Yasin, Siverek mebusu Kadir beylerle temasa geçtik. Bizi Büyük Millet Meclisi'ne götürdüler, bu mebuslar, güney Türkmenistan ve Hatay'dan gelen delegelerin kabulü ile, kendilerine ''Hoş geldiniz'' denmesi diye imza ettikleri önergeyi Meclis Başkanı'na sunduktan sonra, bizleri karşı locaya oturttular. Okunan önerge Heyet−i Umumiyece alkışlarla kabul edildi (Meclis zabıtlarında mevcuttur). Meclis görüşmelerine tekrar devam edildi. Bir ara görüşmelere yarım saat ara verildiğinde, önergeyi veren mebus arkadaşlar gelişimizi Mustafa Kemal Paşa hazretlerine arz ettiler. Mustafa Kemal Paşa bizi kabul buyurdular. 1920'de gıyaben 1921'de şahsen tanışıp, şerefyab olduğum Büyük Kumandan Mustafa Kemal (Atatürk) ziyaretimizden mütehassis olduklarını belirtip, dertlerimizi dinledikten sonra, Hariciye Vekili ve Lozan Başmurahhası İsmet Paşa'yla bizleri tanıştırdılar. ''Paşa Lozan'a gidiyor, dava ve dertlerinizi kendisine de anlatın'' diyerek ayrıldılar. Dava ve dertlerimizi uzun uzun İsmet Paşa'ya da anlattığımızda ''Müsterih olun, davanız, davamızdır'' dediler ve bizleri ikinci Başkan Doktor Rıza Nur Bey'le de tanıştırdılar. İki gün sonra İsmet Paşa başkanlığındaki heyet Lozan'a gitti. Biz de arkadaşlara veda ederek Adana'ya döndük. Lozan'a Çekilen Telgraf:
22 Aralık 1922'de Lozan'da toplanan konferans başladı. Ne talihsizliktir ki; davamız Lozan'da esaslı bir şekilde ele alınamamış. Bu cihet Cemiyetimizi ve bütün hemşerilerimizi üzmüştür. Bu üzücü durum karşısında Lozan Heyeti Murahhasa Başkanlığına aşağıdaki telgrafı çekmiştim. İskenderun ve Havalisi Müdafaa−i Hukuk Cemiyeti Murahhaslığı
Sulh Konferansı'nın, Türkiye Muahedesiyle meşgul olduğu bir anda, İskenderun Sancağı ve havali−i mütecaviresi (İzahatlı haritaya müracaat) Türk sekenesinin (halkının) hukuk ve menafiini müdafaa maksadıyla teşekkül etmiş bulunan Cemiyetimiz, ırkî, harsî, tarihî, iktisadî, nikat−ı nazardan halis Türk olan bu menatıkın bir cüz−ü layenfeki (25) bulunup gayri kabili inhilâl (dağılması olanaksız) revabıtla merbut (bağlarla bağlı) bulunduğu anavatandan asla tefrik edilmeyeceğini nazar−ı âlilerine vaz−ı hususunu vazife bilmektedir. Türk biladının Suriye aksamından addi bir Türk irredantizmini (26) intaç eder ki, bu da memleketin ümranının pek muhtaç olduğu sulh ve sükûnu ihlal eder. Sulh Konferansı'nın ekseriyeti kahiresi (büyük çoğunluğu) Türk olan bu havali hakkında ahalinin ve âmaline muvafık (uygun) mukarrerat ittihaz edeceği (gelecek alacağı) kanaati temennisini beslemekteyiz. 31
22 Kanunisani 1338 (22 Ocak 1922) Adana'dan Tayfur Ata
Mustafa Kemal Atatürk'ün Adana'ya İlk Gelişi:
Cemiyetimiz çalışmalarını sürdürürken 12 Mart 1923'te Adana mebusu Zamir (Damar Arıkoğlu) Bey'den aldığım bir telgrafla Mustafa Kemal Paşa'nın Adana'ya geleceklerini öğrendik. TELGRAF
Adana'da, Antakya'lı Tayfur Bey'e; Bir gün sonra İzmir'den Gazi Paşa Hazretleri Adana'ya hareket ediyor. Afyon'da birleşeceğiz. İhzarınızı (27) ikmal ediniz. Adana Mebusu Zamir Arkadaşlarla toplanarak, törene katılacaklar için hazırlık yaptık. 15 Mart 1923 günü karşılama töreninde, biz, İskenderun ve havalisi halkına da bir yer verildi. 200 kişi kadar vardık. Siyah bayraklarla karşıladık. Gazi Mustafa Kemal Paşa hizamıza gelince, ilk toplantı yaptığımız manifaturacı Antakya'lı Affan Efendi'nin siyahlar giymiş kızı, bir ucundan tuttuğu ''Gazi Baba bizi de kurtar'' ibaresi yazılı pankartla yolunu kesince, eşsiz Ata bizlere dönerek yüksek ve vakur bir sesle ''Kırk asırlık Türk yurdu, düşman elinde esir kalamaz'' diye tarihi sözünü söyledi. Bu tablo, törende bulunan 7'den 70'e herkesi duygulandırdı ve ağlattı. Mustafa Kemal Paşa'nın Adana'ya gelişinde bir oğlum olmuş, adını Kemal Bahir koymuştum. Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın Adana'ya ilk gelişi ve o tarihî meşhur sözü üzerine çalışmalarımızı daha çok hızlandırdık. Lozan Heyet−i Murahhasa başkanlığından bir haber alamayınca Ankara'da tanıştığımız ikinci başkan Doktor Rıza Nur Bey'e aşağıdaki mektubu yazdım: İskenderun ve havalisi Müdafaa−i Hukuk Cemiyeti Murahhaslığı Huzuru âlilerine,
Muhterem efendim hazretleri;
''Zat−ı âlilerinin Türk mefkûresini (ülküsünü) ne derece kuvvetli bir surette temsil buyurduğunuzu yakinen biliyoruz. İman−ı millînizin kuvveti bütün maniaları yıkar. Birinci Lozan konferansında ekalliyetler (azınlıklar) hukuku bilhassa Ermeni yurdu mevzubahs olurken davay−ı milliyenin istihsalinde ne kadar mühim bir amil (etken) olmuş bulunduğunu müdrikiz (biliyoruz). Bundan dolayı hakkı âlilerinde derin bir hissi hürmet ve itimat beslemekteyiz. ''Şahsiyetinize olan merbutiyet (bağlılık) ve itimadımız şu satırları yazmaya ve anavatanın âguşundan (kucağından) nasılsa uzak kalmış ve bırakılmış olan kardeşlerimizin endişelerinden, acılarından sizi haberdar etmeye mecbur ediyor. Vaziyet−i siyasiye ve askeriyemizin en buhranlı anlarında akdolunan itilafnamelerle Türk mıntıkamızda, Türkler için asgarî bazı teminat istihsali (güven sağlanması) ile iktifa olunmuştu. Ümit ediyor idik ki vaziyet kesb−i salâh (durum düzelir) eder etmez, Fransızların da iddia ettikleri veçhile mahallî mahiyeti haiz olan itilafnamenin bu maddeleri tadile (değişikliğe) uğrar, yurdumuz kurtulur, mani zail olunca memnu da avdet eder. Maalesef böyle olmadı. Hatta idare−i mahsusanın tatbikatına dair bile, bir şey göremedik. Bu bapta Adana Müdafaa−i Hukuk heyetinin, Teşrin 38 tarihinde (28) heyet−i murahhassamız riyasetine gönderilen haritasında tafsilat mevcuttur. ''Heyet−i Murahhassamız ilk defa Lozan'a giderken vaki olan kıymetli vaatlerinden Meclis−i Millî'de cereyan eden ateşli müzakerattan coğrafî, tarihî, ırkî, iktisadî sevkülceyşi (29) esasat tevfikan vatanın emniyet−i haliye 32
ve müstakbelesi mülâhazasına binaen (gelecek düşüncesine dayanarak), tahlis edileceğine (kurtarılacağına) iman etmiştik. Birinci Lozan Konferansı'nda davamız meskût kaldı. Fakat meskût kalmakla bu mesele hal olunmayacaktı, çünkü; günler geçtikçe vaziyet daha ziyade anlaşıldıkça milletimiz mukadderatımızla daha fazla alâkadar oluyordu. Fransızlar ise, orada mezalimi arttırdıkça arttırıyorlardı, matbuatımız her gün bunun küçük bir numunesini arzetmektedir. ''Artık buna tahammül kalmadı, oradaki kardeşlerimiz, milletine ve istikbali uğruna sürülmekte, hapsedilmekte, işkence edilmekte, öldürülmekte, boğulmaktadır. Eğer Ankara itilafnamesinin 7. maddesi ile merbutat−ı ahkâmı ruh−u itilafnameye mutabık ve vaziyeti hazıramıza muvafık müsbet bir suret−i halliye'ye raptedilmez (çözüme bağlanmaz), eğer mıntıkamızın idare−i siyasiyesi hakkında heyet−i murahhasamıza, metin esasat, kat'î ve metîn teminat almazsa bizimle birlikte kalbi çarpan, yurdunun müdafaası için çırpınan yüz binlerce kardeşleriniz elîm bir vaziyete düşecek, bundan vatan−ı umumî de mutazarrır olacaktır. İhtiramat−ı faikâmın kabulünü rica ederim efendim hazretleri. Evvelce takdim olunan arizanın zarfı Türkçe yazıldığından gitmesi ve zat−ı âlinize yetişmesi şüpheli olduğundan tekrar takdim ediyorum. Paşa hazretlerine ve heyet−i murahhasamız erkânına ihtiramat (saygılar)''. 16 Mayıs 1939 (30) Antakya İskenderun ve Havalisi Müdafaa−i Hukuk Cemiyeti Murahhaslığı
Dr. Rıza Nur Bey'in davamızla layıkıyla meşgul olunamadığına dair mektubuma verdiği cevabı maalesef bulamadım. Ankara antlaşmasının görüşülmesi sırasında, tanıştığımız Adana mebusu İsmail Sefa Bey daha sonra Milli Eğitim Bakanı olmuştu. Rıza Nur Bey'e yazdıktan sonra Ankara'da da davamızla ilgilenmesi için, Milli Eğitim Bakanı İsmail Sefa Bey'e de aşağıdaki mektubu yazdım: İskenderun ve havalisi Müdafaa−i Hukuk Cemiyeti Murahhaslığı Huzuru Âlilerine Muhterem efendim,
''Her nasılsa anavatanın âgûşundan (kucağından) uzak kalmış ve bırakılmış olan Akdeniz ve Türkmenistan halkının son ve elemnâk (üzüntülü) selam ve ihtiramatını takdim eder (saygılarımı sunar) ve devam−ı teveccühü âlinizi dilerim. Muhterem efendim tamami−î istihlasımızın (tam kurtuluşumuzun) tatlı hülyaları, güzel ümitleri maalesef bir emrimuhal (31) halini aldığı cihetle bu hususu dair tasdi etmeyeceğim, bizim merbutiyet−i maddiye ve maneviyemizi sizin hakkı müdahale ve müdafaanızı temin edecek olan idare−i mahsusa hususunu arz ediyorum. Malumu samileri buyrulduğu üzere vaziyet ve mukadderatın tayin ve tespit edilmemiş olduğu şöyle bir zamanda Hıristiyan ekseriyeti teşkil ve tesis için, Fransızlar o muhitte yapmadık mezalim bırakmadılar. Matbuatımız her gün bir numunesini arzetmektedir. Oradaki kardeşlerimiz, milliyeti, istiklâli uğrunda birer bahane ile sürülmekte, hapsedilmekte, öldürülmektedir. Eğer ki; Ankara itilafnamesinin birinci maddesi ile merbutatı, ahkâmı ruhu itilafnameye mutabık ve vaziyeti hazıramıza muvafık, müsbet bir sureti halle raptedilmez ve eğer mıntıkamızın idare−i siyasiyesi hakkında heyet−i murahhasamız metin esasat, kat'i teminat almaz ise sizinle birlikte kalbi çarpan, yurdunun müdafaası için çırpınan yüz binlerce kardeşimizin elim bir vaziyete düşeceğini tabii takdir buyurursunuz. Etmeyenleri de lütfen ikaz buyurun, yaldızlı vaatlere, şifai teminatlara hiç olmaz ise bu kerre feda edilmeyelim. Her ne kadar Hudud−u Milli haricinde kalmış isek de ırkdaşlık itibarıyla bizlerin de vekilimiz olduğunuzdan yüz binlerce masum ve bîkes halkın vebali boynunuzdadır. ''İhtiramat−ı faikâmı takdim ile kesb−i şeref ve mübahat ederim efendim hazretleri.'' 16.5.39 Tayfur Ata
33
III
CEMİYETİMİZİN RESMEN KURULUŞU
Bu arada bir gün Adana Valisi Refet Bey ve diğer efrattan bazıları ile sohbet ederken cemiyetimizin çalışmaları konu olunca Refet Bey ''Gayri resmi cemiyet olmaz. Cemiyetler kanunu gereğince müracaat ederek cemiyetinizi resmiyete intikâl ettirmelisiniz'' dedi. Daha sonra bu durumu arkadaşlara anlatarak bir cemiyet binası temin edip, vilayete müracaat ettik. Arkadaşlar, cemiyet resmen kurulduktan sonra toplanarak cemiyet başkanlığına beni seçtiler. Adana Vilayeti Polis Müdürlüğü ilmühaberi: ''Antakya, İskenderun yurdu unvanı ile Adana'da Türkocağı binasında teşekkül edecek cemiyetin 30 Mayıs 339 (1923) tarihli bir kıt'a arzuhaline merbut iki nüsha nizamname−i dahiliyenin ahz ve hıfz olunduğunu mübeyyin ilmühaberdir.'' 30 Mayıs 1339 (1923) Vali Refet
Cemiyetimizin Nizamnamesi;
Cemiyetin Açılışı:
Daha sonra Cemiyeti tasdik ettirerek açılışına, Vali Refet Bey'i davet etim. Mazeretine binaen bulunamayacağını bildirdi. Adana Vilayeti Hususi
Tayfur Ata Beyefendi'ye; Efendim ''Biraz rahatsız bulunduğum için bugün küşad−ı mukarrer olan kulübünüzde merasiminize iştirak edemeyeceğimden dolayı pek müteessirim. Sizinle beraber cümlemizin gayesi olan İskenderun, Antakya ve Belen'in tahlisini İnayet−i Hak'tan temenni eder, seri muvaffakiyetler temenni ederim. Elemli gözlerinizden öper ve hürmetlerimi arzeylerim. 1 Haziran 1339 (1923) Vali Refet
Antep muharebesinde 2. Kolordu Kumandanı Selahattin Adil Paşa'nın yanında tanıştığım ve dost olduğumuz 5. Fırka Kumandanı Miralay Kenan (Dalbaşar) Bey, Adana Mıntıka Kumandanlığı'na atanmıştı. Ziyaretine gittiğimde mücadele yıllarını yad ederek uzun uzun konuştuktan sonra bana aşağıdaki vesikayı verdi: 3.6.1339 (1923) Adana Mıntıka Kumandanlığı Erkân−ı Harbiyesi 34
Vesikadır
Yedindeki Eslahiye'ye müdahale edilmemesi hakkında; Müdafaa−i Milliye Vekili Refet Paşa Hazretlerinin 12 Teşrinisani 1337 (19 Kasım 1921) tarihli vesikalarını hamil olan Reyhaniyeli Karamürseloğlu Mustafa Paşazade Tayfur Bey'in yedinde bir kıt'a Fransız otomatik tüfeği ile bir adet Fransız tüfeği bulunduğundan ahzedilmemesine dair işbu vesika ita kılınmıştır. Adana Mıntıka Kumandanı Kenan
Hamit (Öcal)'ın Hapsedilmesi:
Burada, İskenderun Sancağı'ndan gelen haberlere göre Fransızlar vaatlerini yerine getirmedikten başka, baskılarını arttırmış, bin bir bahane ile mücadelede bulunanlardan yakalayabildiklerine işkence ederek hapsediyor, yakalayamadıklarının emlâkine el koyuyorlarmış. Amik'ten Alhasoğlu Salman (Öcal) Efendi Fransızlar tarafından işkence edilerek İskenderun'a götürülüp hapsediliyor. Oğlu Hamit (Öcal) Efendi yakalanacağını anlayarak bazı arkadaşlarıyla Kilis'e giderek, Faruk Cengiz grubuna katılıyor. Hassa'dan Paşa Beyzadelerden bazıları Halep'e gönderilerek hapsediliyor. Adana'ya dönüşümden sonra, mücahitlerden bir kısmı, maalesef ilgisizlikten mali sıkıntı içerisinde kalmış, perişanlıktan çırpınırken, Hamit (Öcal) Efendi ve birkaç kişi Suriye'ye geçerek, bir köyden birkaç hayvan gasp ederek Kilis'e dönmüşler. Gasp edilen malların sahipleri kendi hükümetleri aracılığıyla gasıpların cezalandırılmaları için, müracaat etmeleri lazım gelirken, doğruca Kilis Müddeiumumiliği'ne müracaat ediyorlar, Müddeiumumi de bu şikâyeti muameleye koyarak, köyün basılmasında ilgili görülen Hamit (Öcal) Efendi'yi yakalattırıp, Kilis'te hapsettiriyor. Faruk Cengiz'le Dedeoğlu Hakkı Bey, zan nedeniyle yakalanacaklarını anlayınca Adana'ya, yanıma geldiler. Bu durumlara çok üzüldüm ve Sancak'tan ayrıntılı bilgi alarak durumu takip etmek için Ankara'ya gitmeye karar verdim. 24 Temmuz 1923'te Lozan Antlaşması'nın imzalanıp, İsmet Paşa'nın Ankara'ya döndüğünü haber alınca, cemiyet beni, Sancak için bir karar alınıp alınmadığını ve bundan sonraki hareketlerimizin nasıl olması gerektiğini görüşmek üzere Ankara'ya göndermeye karar verdi. Tamamlayıcı bilgi gelince hem arkadaşların durumunu takip, hem İsmet Paşa ile görüşmek üzere 9 Ağustos 1923'te Ankara'ya hareket ettim. Ankara'ya gelince bir otele yerleşip ertesi günü İcra Vekilleri Heyeti'ne vekâleten reislik eden ve başından beri davamızla da yakinen ilgili olan Mareşal Fevzi (Çakmak) Paşa'yı ziyaret ederek durumu anlattım. Bir dilekçe vermemi emretti, benim milli hudutların dışında cereyan eden bir olaya, re'sen bizim mahkemelerimizin bakmaması gerektiği halde, Kilis Mahkemesi Suriye'lilerin şikâyetlerini nazarı dikkate alarak Hamit (Öcal) Efendi'yi hapsetmiş; Faruk Cengiz ve Dedebeyoğlu Hakkı Bey'i de takip ettiriyor; tutuklu olarak kalmayıp serbest bırakılması, soruşturmanın durdurulması hakkındaki dilekçemi, Mareşal, Adliye Bakanlığı'na havale etti. Mersin mebusu Niyazi Ramazanoğlu ve Adana mebusu Musa Kâzım Efendi'ye (32) gittik. Dilekçemi verdim. Okuyup, yüzüme atarcasına ve haşin bir çehre ile ''Müslümanlıkta hudud−u milli harici diye bir şey olmaz'' diyerek dilekçemi geri verdi. Bu davranış ve anlayışa üçümüz de hem şaştık, hem üzüldük. Dilekçemi alarak Mareşal'a gidip durumu anlattım. ''Üzülme iki gün sonra Seyit Bey Adliye Vekili olacak, davayı o halleder'' dedi. İki gün osnra Seyit Bey Adliye Vekili olunca, yine Niyazi ve Kemal beylerle yanına gittik. Seyit Bey müracaatımızı ve dilekçemi anlayışla karşılayarak arzumuzu yerine getirdi. Dilekçe ve cevabı aşağıdadır;
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti İcra Vekilleri Heyeti Riyaset−i celilesine. Maruzdur. ''Vazife−i vataniyesini ifa ve rabıta−i milliyesini kavlen, fiilen ızhar ettiğinden dolayı Fransızlar tarafından zalimane işkencelerle Reyhaniye'den İskenderun'a götürülüp, ihtilattan menetmek suretiyle iki aydır hapsedilen Reyhaniyeli Salman Efendi'nin aynı hissi vatan−perveri ve fedakâri ile mütehassis olan oğlu Hamit Efendi ve rüfekası Kilis'ten Hükümet−i Milliyemiz cenah−ı şefkat ve himayesine sığındığı halde, hudud−u 35
milli haricinde hadis olan bir vakanın faili denerek hiçbir sebebi kanuni ve siyasi olmaksızın Kilis'te hapsedilmiş oldukları ve bir kısmı hakkında da takibatta bulunulduğu birkaç defa makamı aidine arzedilmiş idi. ''Memleket ve milletleri için fedakârane çalıştıklarından dolayı, pederi Fransızlar tarafından, oğlu da Hükümet−i Milliyemizin bir şubesi olan Kilis'te, mağdur edilmeleri şan−ı adaletle kabili tevfik midir? Müracaat ve istirhamatı mükerreremize rağmen el'an mevkuf bulunan mumaileyh Hamit Efendi ve rüfekasının tahliyesi ile diğerleri hakkında takibat yaptırılmaması için icabedenlere emir buyurulmasını Hükümet−i Milliyemizin adalet−i mutlakasından istirham eyleriz.'' 2 Ağustos 39 (1923) İskenderun ve Havalisi Müdafaa−i Hukuk Cemiyeti Murahhası
12 Ağustos 39 (1923) tarih 1/680 numara ile Adliye Vekâleti'nin Umur−ı Cezaiye Müdüriyeti'ne muhavvel aynı tarih 7/94 numara ile müdürriyet−i mezkûreden kaleme, Adliye Vekâleti Celilesine havale edilmiştir. ''Vekâlet−i müşarünileyh Hudud−u Milli haricinde hadis vukuattan dolayı mevkuf bulunanların tahliyesi ile diğerlerinin adem−i tevkifini ve fimabat (33) bu gibi davanın bizim mahkemelerde rüyet edilmemesi lazım olduğu mütalaasıyla istida−i mezkûru İcra Vekilleri Riyasetine 5468/112 numaralı 26.8.39 (1923) tarihli iadeten takdim edilip, mütalaa−i mezkûr heyet−i vekilece ..... tarih ...... numarada kararı verilmiş, ....... numaralı ...... tarihli Adliye Vekâletine tebliğ edilmiştir. ...... Vekâlet−i müşarünileyh ...... tarih ........ numara ile de icabedenlere tebligat yapılmıştır. Bu neticeyi almayı beklerken hemen her gün Meclis'e giderek temas ettiğim mebus arkadaşlara 16 Ağustos'ta, sureti Dışişleri Bakanlığı'na olmak üzere aşağıdaki dilekçeyi verdim: Sureti Hariciye Vekâlet−i Celilesine: Kılıç Ali, Hafız Şahin, Ahmet Remzi, Ali Cenani (Antep), Tunalı Hilmi (Zonguldak), İsmail Safa, Kemal Zamir (Adana), Niyazi Besim (Mersin), Ali Şadi (Kozan), Zekâi (Aydın), Çankırı mebusu Abdülhalik Bey, Münir Bey (Erzurum), Hamdullah Suphi Bey (İstanbul), Cevdet (Kütahya), Tahsin, Kadri, Hacı Mehmet (Maraş), Kadir (Siverek), İhsan, Avni (Cebelbereket). Beyefendiler ''Vatanımız olan İskenderun, Antakya ve havalisi Misak−ı Milli dahilinde olup, temamî−i sulh−u umumide olacağı mükerreren vaat buyrulmuş iken, maateessüf son Lozan Konferansı'nda Ankara itilafnamesi teyit olunmuştur. ''Bundan dolayı teessürlerimizi, protestolarımızı bütün mevcudiyetimizle sizlere iblağ ederiz. ''Ankara itilafnamesinin tatbiki şimdiye kadar olduğu gibi bu kerre de Fransızların keyif ve arzularına bırakılacak olursa, yaptık, yapıyoruz diyerek hayat−ı milliye−yi tedrici surette uyuşturarak bu öz Türk kıt'asının ve onun sahipleri olan ırktaşlarımızın mukadderatı halihazır gibi âtisi (geleceği) de maruz tehlike olacağı müstağni−i (gereksiz) beyandır. ''Ankara itilafnamesi akdedildiği zaman gerek Gazi Paşa Hazretleri ve gerek erkân−ı hükümet itilafnamenin tatbik ettirilmesi için, gidip çalışmamızı, aksi takdirde müracaat etmekliğimizi emir buyurmuş olması itibarıyla İskenderun'a gittik, sekiz ay kaldık. Bir nokta bile tatbik ettirilemediği gibi böyle bir idareden de katiyen bahsettirmemişlerdir. ''İtilafname ile taahhüt edilen idare−i mahsusayı (özel yönetimi) bile tatbik etmedikleri hakkında malumat ita etmek (bilgi vermek) ve sulh−u umumide istihlas edileceği vaadini hatırlatmak üzere 5 Teşrinievvel 1338'de (5 Ekim 1922) buraya gelmiş olmamız, Fransızlar tarafından haklarımızda bir cürüm telakki olunup, emval (mallarımız), eşyalarımız haczedilerek nefyi (sürgün) müebbet cezasına mahkûm edildiğimiz gibi bizimle de beraber temas ve muhabere edenlerin her biri bir suretle hapis ve tecziye edilmiştir (cezalandırılmıştır). ''Gerek affı umumiden ve gerek affı hususiden istifade ederek oraya geçebilenlere idare−i mahsusadan bahsettirmeyecekleri gibi edenleri de berminvali sabık (34) birer bahane ile hapis, nefyedecekler veyahut firar edebilenlerin emval ve emlâki haciz edilerek aralıkta süründürüleceklerdir. ''Gerek rabıtai maddiye ve maneviye icabatı ve gerek müsalehanamenin bahşettiği salahiyet iktizası hükümetin, mıntıkamızla bihakkın alâkadar olmak isteyecekse (olduğundan) şimdiye kadar kerraren vaat ve ilan buyurulan idarei mahsusanın bir an evvel tatbik ettirilmesi ve her hususta Halep'ten fekkettirilerek (35) yurdumuzun ve oradaki ırktaşlarımızın selameti için, ahali−i mahalliyenin serbest idaresinde teşekkül edecek bir Meclis−i Umimi'nin memleket mukadderatında sahib−i rey olması. ''Ve mıntıkanın nizamname−i esasiyesinin hükümet−i mahalliyemizin de iştirakiyle tanzimi. 36
''Ve bu nizamnamenin tatbikine hükümet−i mahalliyemizin nezaret−i mahsusası. ''Ve bütün hukuk−u hürriyetimizi, Hukuk−u Âliye−i Milliyemizi ezmekte bulunan idare−i hazıranın ref'i. ''Ve Türk bayrağını muhtevi hususi bayrağı intihabındaki hakkımızın fiilen tatbik ettirilmesi suretiyle mümkün olacağı. ''Ve sırf milli iradelerini izhardan başka bir şey yapmamış olan ora Türklerinin Hukuk−u Umumiye ve Siyasiyelerinin temini ile ve biyagri hak verilmiş olan hükümlerin ref'ine delaletlerni ve hudud−u milli dahilinde bulunanların vatanlarına haklarından emin olarak gitmeleri yahut sefalet ve perişanlıklarına nihayet verilmesi.'' 16.8.1339 İskenderun ve Havalisi Müdafaa−i Hukuk Cemiyeti'nin Murahhası
Mebus arkadaşlardan, İsmet Paşa ile görüşmemi temin etmelerini rica ettim. Cevaplarını beklerken bu arada Mareşal'i ziyarete giderek ikinci bir ricada bulunup aşağıdaki istidayı verdim: Numara: 16 Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümet−i Erkân'ı Harbiye Riyaset−i Celilesine, Maruzdur.
''Suriye'nin cebeli zaviye mıntıkası mücahidin rüesası Mustafa Hacı Hüseyin ve rüfekası hareket−i milliyede sebk eden hıdemat−ı kesireleri malumu devletleri olduğu gibi icabında da lazım gelen fedakârlıklarda bulunacakları bedihidir (açıktır). Kilis'te ikamet ettikleri zaman hudud−u milli haricinde Suriye topraklarında şakavette bulundukları beyanı ile Dahiliye Vekâleti Celilesinden emir istihsal edilip aileleri Kilis'te bîkes (kimsesiz) bırakılarak kendileri iki ay evvel Adana'ya teb'it (sürülmüş) edilmiş idiler. Geçende bu zevatın fedakârlıklarından bahisle vekâlet'i müşarünileyha müsteşarlığına istirhamda bulunmuş idim. Emniyet−i Umumiye Müdürü vasıtasıyla tebellüğ ettiğim (aldığım) emri cevabî de aidiyetleri hasabiyle cihet−i Askeriye'ye müracaat etmekliğim bildirilmiş olduğundan bu kerre de zati samilerini tasdi (rahatsız) ediyorum. Vaktiyle orduyu millimize vukubulan muavenet (yardım) ve fedakârlıklar nazarı dikkate alınarak takyidat lazımıye rapten (gerekli kısıtlamalara bağlı) ve Kilis'e iadelerini, bu mümkün olmayacaksa Adana'da perişaniyelerine nihayet verilmek için muntazam iaşelerinin temini hak ve kadirşinas olan Hükümet−i Milliyemizi Adalet−i mutlakasında istirham eylerim. Ol bapta ferman.'' 28.8.1339 (1923) Antakya İskenderun ve Havalisi Müdafaa−i Hukuk Cemiyeti (Tayfur Ata)
Akşam yemekte mebus arkadaşlar İsmet Paşa'nın beni yarın kabul edeceklerini haber verdiler. Ferdası gün Kılıç Ali, Tunalı Hilmi, Ali Cenani ve Yasin beylerle Meclis'te buluşarak, Dışişleri Bakanı İsmet Paşa'yı görmeye gittik. Yanında Umur−u Siyasiye Müdürü Hikmet (Bayur) Bey vardı. Konferansta bir şey yapılmadığına göre bundan sonraki durum ve hareketlerimizin nasıl olması gerektiği hususunu sorarak aşağıdaki dilekçeyi verdim: Hariciye Vekili Muhteremi İsmet Paşa Hazretlerine; Muhterem Paşa Hazretleri ''Fazla tasdi (rahatsız) etmemek için, maruzatı şifahiyemi müsaade−i devletinizle tahriren (yazılı) takdim ediyorum. ''1− Vaziyet−i hazıra dolayısıyla memleketimizin halâsını temine (kurtuluşunu sağlamaya) doğru ve hükümetimizin siyaseti ile hem ahenk olarak ve ne suretle hareket etmekliğimiz lüzumunun tayin ve tespit buyurulması. 2− Birkaç ay evvel Adana'da bulunan arkadaşlarla beraber İskenderun−Antakya yurdu küşat edüp (açıp) memleketimizin mukadderatı (geleceği) hakkında çalışıyor idik. Şimdi hasıl olan hal karşısında mezkûr yurdun idamesinde (sürmesinde) bir mahzur−u siyasî var mıdır. İdame ettirelim mi? 3− Aff'ı umumiden hariç kalanlarımızın da affa dahil edilmesi hususundaki teşebbüsü devletlerine teşekkürler ederek yalnız birkaç arkadaş vardır ki, Fransız zabit ve memurini katliyle müttehemdirler (kesinlikle suçludurlar). Bunlar hakkında da teşebbüste bulunulabilinecek midir? Halep heyeti merkeziyesinden birkaç şahsiyet, Fransız tarafından yakalanarak âmal−ı milliyemize hâdim (yararlı) oldukları cihetle 21 Temmuz 39'da (1913) Halep'te hapsedilmişlerdir. Hassa kazasının cenubunda (güneyinde) kalan kısmında sakin Paşabeyzadeler, Hassa'da ikamet eden biraderleriyle muhabere ettikleri bahane edilerek Haziran 923'te Halep'e gönderilerek hapsedilmişlerdir. Ankara itilafnamesinin aktinden (imzalanmasından) evvel Harekât−ı Milliye'ye iştirak ettikleri dolayısıyla hapsedilen İskenderun, Antakya mıntıkaları ahalilerinden bir kısmı elan Halep'te 37
mevkufturlar (tutukludurlar). Beylan kazasının Şaylak ve Tirme kariyeleri Fransızlar tarafından gene Haziran 923 tarihinde basılıp emval ve eşyaları gasp edildiği gibi, firar edemeyen bir kısmı yakalanıp İskenderun'a götürülerek hapsedilmiştir. Esbab−ı gasb ve hapis aynı köyden Hassa kadısı Reşit Efendi ile temaslarıdır. Oğulları bizim ile beraber bulundukları bahane edilerek 15 Haziran 923'te Reyhaniyeli Selman ve Ahmet Efendiler de ihtilattan men edilerek hapsedilmişlerdir. 4− Bâlâda (başlangıçta) arz ettiğim mazlumînin düştükler girdab−ı mezalimden bir an evvel tahlisleri (kurtarılmaları) hususunda teşebbüsat ve merhamet−i devletlerini istirham ederim. 5− Hususat−ı maruza hakkında irade−i devletlerine muntazırım efendim. 6− Mesaili umumiye ve şahsiyemizi takip etmek üzere her vakit zat−ı devletlerini meşgul etmemek için, bir merci tayin ve emir buyurulması.'' 29 Ağustos 39 (1923) İskenderun ve Havalisi Müdafaai Hukuk Murahhası
Bunun üzerine Lozan Konferansı'nda İskenderun ve havalisi için bir şey yapılamadığı için, şimdi bir şey yapılmayacağını, dilekçenin kapsamı ile meşgul olunacağı; Adana ve Sancak'ta bulunan cemiyetimizin eskisi gibi göreve devam etmelerini tavsiye etti. Teşekkür ederek İsmet Paşa'nın yanından ayrıldık. Ferdası (ertesi) günü yakın ilgilerini esirgemeyen, başta Meraşal olmak üzere bütün arkadaşlara teşekkür ederek veda edip, Adana'ya hareket ettim. Tedavi İçin Viyana'ya Gidişim:
Adana'ya gelince durumu ve girişimlerimi arkadaşlara anlattım. Kıymetli mücahit arkadaşım Faruk Cengiz'le, Dedebeyoğlu Hakkı Bey Kilis'e döndüler. Hamit (Öcal) Efendi serbest bırakıldı. Diğerlerinin durumunu öğrenmeden faaliyetlerimizin sürüp gittiği bir sırada ağır bir hastalığa yakalandım. Tedavim bir netice vermeyince, Avrupa'nın gözde tedavi merkezi olan Viyana'ya gitmeye karar verdim. Fransızların arazilerimi gasp ettiğinden beri her zaman benimle yakından ilgilenen hemşerim Aziz (Seber) Efendi tedavim için, lazım olan parayı Reyhaniye'den getirdi. Viyana'ya gitmeye tereddüt ediyordum. Zira refikam (eşim) Medine ile (Mustafa Kemal Atatürk'ün Adana'ya teşriflerinde doğan oğlum Kemal Bahir'i, kimsemiz olmadığı için, Adanalı dostlarımın ve ailelerinin çok yakınlığını görmemize rağmen) tek başına Adana'da bırakmak istemediğimden Reyhaniye'ye göndermeyi düşünüyordum. Ancak Fransızlar beni idama mahkûm ettikleri için teslim olmamı temin maksadıyla refikamla oğlumu esir ederek, eziyet ederler endişesiyle üzülüyordum. Üzüntümü ve nasıl hareket etmem lazım geldiğini Adana Valisi Hilmi (Uran) Bey'e giderek sorduğumda ''Üzülmene mahal yok. Tayfur Bey'den boşanmıştır diye refikanızın eline bir pasaport verir, salimen gönderirim. Kimse müdahale etmez, biraderini çağırt, alsın götürsün'' dedi. Kayınbiraderim Mürselzade Kemal Bey'i çağırttım. Oğlumla annesini Reyhaniye'ye gönderdim. Orada Fransızlar bir müddet refikamla oğlumu kontrol altında tutmuşlarsa da, boşanmış olduğumuza inanarak rahat bırakmışlar. Refikamı Reyhaniye'ye ailesinin yanına gönderip, huzura kavuşunca 1924 Kasım ayında Adana'dan ayrıldım. Ankara'ya uğrayıp arkadaşlarla görüştüm. Hikmet (Bayur) Bey Viyana sefirimize bir mektup verdi. Oradan İstanbul'a ve tedavi olmak üzere Viyana'ya gittim. Viyana sefiri Hamdi Bey'e benimle ilgilenmesi için Hikmet (Bayur) Bey'in yazdığı mektubu verdim. Hamdi Bey ve tahsilde olan Niyazi Ramazanoğlu (Müze Müdürü iken İstanbul'da vefat etti) benimle çok ilgilendiler. Hastaneye yatırdılar. Ameliyat ve uzun süre tedaviden sonra 1926'da Viyana'dan ayrılıp İstanbul'a geldim. Viyana'da bir ara benden tamamen ümit kesmişlermiş. Bir süre İstanbul'da kalarak tedavime devam edildi. Hastalığım ağır ve uzun sürmüştü. İstanbul'a geldiğimde, Adana'dan ayrıldıktan sonra Adana'daki İskenderun ve havalisi Müdafaa−i Hukuk Cemiyeti'nin arkadaşlar arasında çıkan anlaşmazlık yüzünden geçici olarak kapandığını işittim. Yine burada beni son derece üzen, teessüre gark eden müessif bir haber aldım. Viyana'da hastanede ameliyat olup ölümle pençeleştiğim sırada, ilgisizlikten sıkıntı içerisinde çırpınan kıymetli arkadaşım Faruk Cengiz ile Hamit (Öcal) Efendi ve arkadaşları Kilis'ten her şeyi göze alarak Amik'e dönmüşler. Burada da yazık ki pek ilgi görmemişler. Bir gün sık sık gittikleri dostları Termarin Nahiye Müdürü'ne giderken, derede mola vermişler. Dinlenip de atlarına binecekleri sırada Hamit (Öcal) Efendi uzakta sırtta bir Kilis atlısı görmüş. Mavzerini doğrultarak ''şunu vurayım'' dediğinde, Faruk Cengiz'in ''sakın ha tek bir atlı, bize bir zararı dokunmaz'' demesine rağmen tetiğine basmış bulunup, atlıyı vurmuş ve atlarına binerek Termarin'e gelmişler. Nahiye müdürünün kardeşi ile çocukları her zamanki gibi onları güleryüzle karşılayarak odaya almışlar. Faruk, dostu müdürün 38
gözükmediğini görünce, ''Dostumuz nerde'' diye sorduğunda, kardeşi ''Sabah atla çıktı, öğleye dönecek, yemek hazır oluncaya kadar gelir, buyurun oturun'' demiş. Hasbihal sırasında Hamit Efendi yoldaki hadiseyi anlatarak ''bir milis daha eksildi'' demiş. Sofra hazırlanınca müdürün kardeşi ''Ağam belki geç kalır, buyurun biz yemeğimizi yiyelim'' deyince sofraya oturmuşlar. Bir ara aniden odanın kapısı açılmış, müdürün 16−17 yaşındaki büyük oğlu elindeki tüfeği mücahitlere doğru tutarak, mücahitlerin köşeye dayadıkları silahlarını toplattırmış ve ''Babamı öldürdünüz. Ben de sizi öldüreceğim'' demiş. Meğer o civarda hayvanlarını otlatan çoban, müdürün cesedini bulmuş, gelip haber vermiş. Hamit Efendi'nin daha önce hadiseden bahsetmesinden, müdürün oğlu babasını öldürenlerin kendileri olduğunu anlamış. Faruk Cengiz ''Bilerek dostumuzun öldürülmesi imkânsızdır. Yanlış bir eseri kazadır'' demişse de gözü dönen genci, amcasının ricası da ikna edememiş. Bunun üzerine müdürün kardeşi, Faruk Cengiz'e ''Hepinizi kurtarmama imkân yok. Bilerek dostunuzu öldüremez, kazaen öldürmüş olsanız da ölenin Nahiye Müdürü olduğunu bilseydiniz buraya gelmezdiniz, gel hiç olmasa seni kaçırıp kurtarayım'' deyince Faruk Cengiz, ''Hayır, ya hep beraber kurtuluruz, yahut arkadaşlarımı bırakmam, kısmet böyle pisi pisine ölmekmiş'' diyerek teklifi reddetmiş. Genç, adamlarına mücahitlerin ellerini arkaya bağlatarak teker teker kurşuna dizmiş. Mücadelenin başından beri yanımdan ayrılmayan, davamızda büyük hizmetler görmüş, gözünü budaktan esirgemeyen cesur, fedakâr ve vefakâr mücahit, arkadaşım Faruk Cengiz ile Hamit (Öcal) Efendi ve arkadaşları bir yanlışlık eseri kendisinin de dediği gibi pisi pisine şehit edilmişler. Üzüntü ve kederden bir müddet kendime gelemedim. Nihayet İstanbul'dan ayrılarak Ankara'ya döndüm. İlk işim Hikmet (Bayur) Bey'i ziyarete giderek yakın ilgilerinden dolayı teşekkür etmek oldu. 1926 baharında Hikmet (Bayur) Bey'in yakın ilgisi ile Dışişleri Bakanlığı'nın ciddi talebi neticesinde Fransızların İskenderun Sancağı'na dönmemi kabul ettiklerini öğrendik. Tekrar yakın ilgilerine teşekkür ederek ayrılıp Hariciye Vekili Tevfik Rüştü (Aras) Bey'le görüşmeye gittim. Halep'te yeni kurulan konsolosluğumuza atanan Konsolos Ali Saip Bey'e bir mektup verdi. Halep Şehbenderi Ali Saip Beyefendi'ye
Hususidir
Kardeşim Efendim Zatıalinize Reyhaniyeli Tayfur Bey'i takdim ediyorum. Kendisi memleketimizde birçok yararlıklar gösteren bir gençtir. Halep'teki işlerinde kendisine muavenet (yardım) ve teshilatta (kolaylıkta) bulunmanızı rica ederim efendim. 11.5.1926 Hariciye Vekili Tevfik Rüştü
Tevfik Rüştü Bey'e teşekkür ederek, Ankara'dan ayrıldım. Payas'a geldim (Payas, İskenderun Sancağı dolayısıyla Suriye ile hudut idi). İdam Hükmünün Tecili:
Fransızlar beni alıp, mahfuzen (gözetim altında) İskenderun'a götürdüler. Bir gün otelde alıkoyup ertesi gün yine mahfuzen Halep'e götürüldüm. Gene bir otelde alıkondum. Şehbender Ali Saip Bey'e haber yollayıp teşrifini rica ettim. Geldi, durumu izah edip mektubu verdim. Beni ertesi gün karargâha götüren Fransızlar, Şehbender Ali Saip Bey'in yakın ilgisi ve çabası ile usulen kurulan harp divanında, daha evvel hakkımda verilen idam hükmünü tecil ederek (geriye bırakarak) beni serbest bıraktılar. Serbest kalınca Reyhaniye'ye ailem ve hemşerilerimin yanına döndüm. Mücadele yıllarında arazim Fransızlar tarafından gasbedildiği için, bir sene akrabalarımın yanında mütevazı bir hayat geçirerek, 1927 ilkbaharında Gaziantep'e naklihane ettim (yerleştim).
39
Gaziantep'e Naklihane:
Mücadele yıllarında tanıdığım birçok zevat Antep'e geldiğimi ve yerleştiğimi haber alınca, beni aradılar, kadirşinaslık gösterdiler. Yakın ilişki kurduk. Sık sık bir araya geliyor, eski günleri yad ederek sohbet ediyorduk. 1927 yılı Temmuz başında Antep'e gezmeye gelen eski Maraş İkinci Kolordu Kumandanı Selahattin Adil Paşa'ya yakın dostum İncezade Hüseyin Bey bir yemek vermiş, beni de davet etmişti. Yemekten sonra sohbet sırasında Selahattin Adil Paşa ''Milli Mücadele de ikinci kolordu emrine hizmet ettiğime dair bir vesika alıp almadığımı'' sorduğunda ''Hayır Paşam, askeri kayıtlarda olduğunu zannederim. Şahsen bir vesika almadım'' deyince aşağıdaki yazıyı verdi: ''337 (1921) tarihinde Maraş'ta bulunan 2. Kolordu Kumandanlığı emrinde bulunan Kürtdağı, Belan ve havalisinde maiyeti efradı ile beraber Harekât−ı Milliye'ye fiilen hizmet vermiş olan Mürselzade Tayfur Bey'e işbu vesika verilmiştir.'' 5 Temmuz 927 Selahattin Adil
Dörtyol'da Hasan Rıza ile Tanışmak:
1929'a kadar yazları Antep, kışları Dörtyol'da oturdum. İskenderun Sancağı ve havalisi meseleleri ile meşgul oldum. 1927 sonbaharında Dörtyol'a alayı teftişe gelen Konya Kolordu Kumandanı Naci Eldeniz Paşa ile tanıştık. Konuşma esnasında, babamın dostu Halep Valisi ve sonradan sadrazam olan Kamil Paşa'nın damadı olduğunu söyledi. Kaldığı sürede kurduğumuz dostluk, sonradan Meclis'te bulunduğumuzda da devam etti. Dörtyol'da bir taraftan davamızla ilgilenirken, bir taraftan da yeni dostlar ediniyordum. Dörtyol ve Payas'ta, başta Belediye Reisi Hüseyin İkizoğlu, Dedebey, Hasan Dudu, Karahasan Paşa, Tahsin (sonradan belediye reisi olmuştu) Bey, akraba ve arkadaşları olmak üzere Dörtyollu ve Payaslı hemşerilerimin çok yakın ilgilerini gördüm. Bize muhacir hayatını unutturmaya çalıştılar. Bu arada Şube Reisi ve aynı zamanda Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın köşk ve bahçesi ile ilgilenen Yüzbaşı Şefik Soyer'le de görüşüyorduk. Dost olmuştuk (daha sonra Hatay'a vali olmuştur). İskenderun Sancağı ve havalisi meseleleri ile meşgul oluyor, oradaki cemiyetimizle teması koruyorduk. Bunun dışında Dörtyol'a gelen bazı rical ile tanışıyor ve konuşmalarımızda Ankara'nın meselemizle ilgisini temin amacıyla, sözü İskenderun Sancağı ve havalisinin vaziyetine getirip, bahsettikçe ''vah vah'' demekle yetiniyorlardı. Bu arada 1928'de bir gün Riyaseticumhur Kalemi Mahsus Müdürü Hasan Rıza (Soyak) Bey, Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın Dörtyol'daki mallarını kontrol için geldiğinde tanıştık. Konuşma sırasında beni gıyaben tanıdığını, eski Kalem−i Mahsus Müdürü Hayati Bey'den hakkımda bilgi edindiğini söyledi. Sözü her zamanki gibi İskenderun Sancağı ve havalisi meselesine getirdiğimde, diğerlerinden değişik olarak dinlediğini görünce, uzun uzun açıkladım. Olumlu veya olumsuz bir cevap vermedi. İki gün kaldıktan sonra Ankara'ya döndü. 5−10 gün sonra bir gün belediyenin önünde oturmuş, Belediye Reisi Hüseyin İkizoğlu, Şube Reisi Şefik Soyer, Hasan Dudu, Tahsin Bey ve bazı arkadaşlarla sohbet ederken, arkadaşlara ''Ankara'dan gelen zevata davamızı anlattığımda 'vah! vah!' deyip geçerlerdi. Hasan Rıza Bey vah vah! bile demedi'' diye dertlenirken, postacı bana, mühürlü bir mektup getirdi. Mektubu açtığımda, Cumhurbaşkanlığı Kalem−i Mahsus Müdürü Hasan Rıza Bey'den olduğunu görerek merakla okudum. Konuştuğumuzda ''vah vah!'' bile demeyerek dinlemiş olmasına rağmen davamıza ait vesika ve bilgi istemiş olması beni son derece duygulandırdı ve ümitlendirdi. Merakla bekleyen ve ''Hayırlı bir haber mi?'' diye soran arkadaşlara, kısaca anlatınca ''Gözün aydın, nihayet aradıklarına ilgi duyan bir kimse çıktı'' dediler. Hasan Rıza Bey'in istediği bilgi ve vesaiki ertesi gün hemen gönderdim. Adana'ya Mecburi Yerleşme
İskenderun Sancağı ve havalisindeki mücadelelerimde Sancak dönüşü Gaziantep ve Dörtyol hatta Adana'da Fransızlar aleyhine yeniden yoğun çalışmalarım sebebiyle Halep'te idam hükmümün ertelenmesi kaldırılıp; beni bir bahane ile ele geçirmeyi tasarlayıp da başarılı olamayan Fransızlar, Suriye−Türkiye hudut meselelerini görüşmek üzere Beyrut'a giden, Osmaniye Valisi Ali Galip Bey'in görüşmeler sırasında Türkiye aleyhinde bulunan 150'liklerin İskenderun'dan en aşağı 70 km. içeriye uzaklaştırılmaları teklifine karşılık, benim de Dörtyol'dan uzaklaştırılmamı mukabil teklif olarak ileri sürmüşler. Yakın dostum Ali Galip Bey 40
resmen kabul etmiş olmasına rağmen, bana hususi mahiyette Beyrut'tan bir mektupla 150'liklerin içeriye nakline karşı bir hizmet yapmış olacaksınız, resmen tebliğ edilmeden kendiliğinizden Adana'ya naklihane ederseniz isabet olur'' dediği için 1929 senesi sonunda Adana'ya nakle karar verdim. (İçişleri ve Dışişleri Bakanlıkları dosyasında mevcuttur.) Adana'ya hareket etmeden birkaç gün önce, Dörtyol Kaymakamı beni yanına davet etti. Gittiğimde ''Osmaniye Valisi Ali Galip Bey sizi postanede telgraf başında bekliyor'' dedi. Beraber gittik. Ali Galip Bey'den, İçişleri Bakanlığı'ndan aldığı bir telgrafla İskenderun Sancağı ve havalisinde 70 bin sancaklının milis yazılmasının doğruluk derecesini araştırması soruluyormuş. Telgrafla bana doğru olup olmadığını sordu. Cevaben ''Duymadım ve zannetmiyorum, araştırır size telle bildiririm'' dedim. Bunun üzerine Dörtyol'da beraber çalıştığım İskenderunlu hemşerim Hafız Celal'i (Selçuk) uyandırtıp konunun araştırılması için, bir kılavuzla dağdan İskenderun'a gönderdim. Fransızlar, Celal Hoca'nın geldiğini haber alınca yakalatıp hapsetmişler. İskenderun'daki Müdafaa−i Hukuk Cemiyeti'nin yardımı ile birkaç gün sonra hapisten kaçırılarak kurtarılan Celal Hoca, Dörtyol'a döndü. Verdiği bilgiye göre 70 kadar Fransız idaresini benimseyen Sancaklı'nın milis yazıldığını öğrendim. Kaymakam aracılığıyla telgrafla vali Ali Galip Bey'e hakikatı bildirdim. Birkaç gün sonra da bana büyük yakınlık gösteren Dörtyollu dostlarıma hiçbir şeyden bahsetmeyerek veda edip, Adana'ya taşındım. 1929 senesinin sonunda ikinci defa Adana'ya gelerek yerleşmiş oldum. Adana'da oturduğum süre içerisinde, Adana'da kurulup da daha sonra geçici olarak kapanan Antakya−İskenderun ve havalisi Müdafaa−i Hukuk Cemiyeti 1929'da İstanbul'da yeniden kurulunca temas ve çalışmalarımız devam etti. Bu arada 1929−1932 senelerinde davamız ve hemşerilerimizin gereken işleri için Ankara'ya gidip geliyor, ilgimi sürdürüyordum. Bu sırada, bazı hemşerilerimiz Sancak'ta mandater devlete yakınlık duyarak, Suriye Devleti Millet Meclisi'nde bulunmak istemişler. Vesika aşağıdadır: Gizlidir
''Sancağımızın terakkisiyle inkişafının ve siyasi menfaatimizin mandater devletle sıkı bir işbirliğine mütevakkıf bulunduğu ve herhangi menfi bir siyasetin memleket ve halk menafiine muzir (yararına zararlı) olduğu kanaati bizi, gerek Suriye Devleti Milletvekilleri Meclisi'ne ve gerekse Sancağın İdare Meclisi'ne namzetliğimizi müçtemian (topluca) vaz etmeye sevk etmiştir. ''Suriye Devleti'nin bir kısmını teşkil eden livamızın hususiyeti itibarıyla yüksek komiserlik tarafından evvelce neşr edilen statüye, esasen tespit edilen livamızın siyasi haklarını korumak için organik bir nizamname eklemek suretiyle livamıza karşı sempati gösteren mandater devlete burada minnettarlığımızı arz etmeyi vazife biliriz. Binaenaleyh halkı tarafından bize mümessillik hakkı verilecek olan kazamızın refahını temine azami derecede çalışacağız, bunda Mandater devletin yardımını esirgemeyeceğine eminiz. İşbu programı Fransa mümessiline arz ederiz (36).''
İmzalar 1931−1932
İstanbul'a Taşınmam
1932 sonunda, 1929−1932 seneleri arasında kaldığım Adana'dan da yukarıda bahsettiğim Dörtyol'dan ayrılma sebebinden dolayı ayrılırken, çok yakınlık ve dostluklarını gördüğüm Adanalı dost ve ahbaplarıma, gördüğüm lüzum üzerine İstanbul'a taşınacağımı söyleyip, veda ederek refikam ve beş çocuğumla İstanbul'a hareket ettim. İstanbul'a geldiğim zaman Bahariye'de Çanakkale sokağında bir ev tutarak yerleştim. Birkaç gün sonra, önceleri Nur−u Osmaniye caddesinde, daha sonra Cağaloğlu'nda faaliyette bulunan İskenderun ve Havalisi Müdafaa−i Hukuk Cemiyeti'ne giderek, arkadaşlarım ve hemşerilerimi ziyaret ettim. Uzun uzun konuştuktan sonra arkadaşlar Cemiyet Başkanı olmamı istediler. İlgilerine teşekkür ederek, ''Kongre'yi bekleyelim, Kongre'de seçilirsem olur'' dedim. Bir süre sonra 1933'te Kongre yapıldı. Kongre'de beni çoğunlukla başkan seçtiler. Bundan böyle Cemiyet Başkanı olarak İstanbul'da faaliyet ve çalışmaları sürdürdüm. İskenderun ve Havalisindeki Çocuklara Çıkan Tahsil Fırsatı 41
1928'de Dörtyol'da Riyaset−i Cumhur Kalem−i Mahsus Müdürü olarak tanıştığım, 1933'te Riyaset−i Cumhur Umumi Kâtibi olan Hasan Rıza (Soyak) Bey'le ilişki kurdum. Hasan Rıza Bey'le davamız hususunda görüşürken bazen eşsiz Atatürk'ün de iltifatlarına mazhar oluyordum. Bir sabah gazetede, Adana'da bulunduğum sıralarda, Mersin'de sıhhiye müdürü olarak vazife görmüş Doktor Reşit Galip Bey'in Maarif Vekili olduğunu okudum. Telgraf çekip tebrik ederek başarılar diledim. Bir müddet sonra Kadıköy'den İstanbul'a geçerken, vapurda Doktor Reşit Bey'i gördüm. Konuşma sırasında ''Tayfur Bey, bu sene vekâlet bütçesine hariçten çocuk alıp okutmak için bir miktar para koyduk. Kıbrıs ve Rodos'tan onar çocuk alacağız. İsterseniz İskenderun ve havalisinden de on çocuk alabilirim, ancak bazı şartlar var. Türk olacak, ebeveyni ve kendi Türk aleyhtarlığı yapmamış bulunacak ve sınıfının birincisi olacak'' dedi, benim ''Mücadele zamanı köyleri gezerken, zeki ve enerji ile dolu çocuklara rastladığımı, imkânları olmadığı için okuyup memlekete faydalı olamadıkları; müsaade buyurursanız bizden isteyeceğiniz çocukları maddi imkânı olmayanlardan seçelim'' sözüme ''Yerinde olur, öylelerini isteyiniz'' dedi. Vapur Karaköy'e yanaştığında vedalaşarak ayrıldık. Cemiyet'e gittim. Arkadaşlarla ilişki kurarak Maarif Vekili Doktor Reşit Galip Bey'le karşılaştığımı ve konuşmamızı naklettim. Memnun oldular. Görüşümü onaylayarak Antakya'daki cemiyete yazdık. Beş on gün sonra Antakya'dan 6, Reyhaniye, Kırıkhan, Belen ve İskenderun'dan da birer çocuk alınarak toplam olarak 10 çocuk gönderdiler. Altısını Antakyalı hemşeriler, dördünü de mali sıkıntı içinde olmama rağmen, ben misafir ettim. Bu arada, çok geçmedi, bir talihsizlik eseri olarak Doktor Reşit Galip Bey istifa etti. Bir gün Sıhhiye Vekili ve Maarif Vekil Vekili Refik (Saydam) Bey'in üniversiteyi tetkik için İstanbul'a geleceğini gazetede okudum. Geldiğinde gittim. Tetkikini bitirip, üniversitenin kapısından çıkarken Refik Bey'le karşılaştık. Beni görünce ''Tayfur Bey hayrola, ziyaretinin sebebi nedir?'' diye sorunca, ''Selefiniz Doktor Reşit Galip Bey'le mutabık kaldığımız talebeler geldi, bekliyorlar. Emir buyurun da mekteplere alınsın'' sözüme ters bir çehre ile ''Antakyalı ve Kıbrıslılar yalancıdırlar, vaktiyle beni aldattılar'' deyince ''Aman beyefendi, iki üç çocuk ahlaksızlık yapmış, sizi aldatmışsa bunların ne kabahatı var, burada kaç gündür perişanlar'' dediysem de ''Alamam'' dedi ve uzaklaştı. Derin bir üzüntü duyarak doğru Dolmabahçe'de bulunan aziz Atatürk'e vaziyeti arz etmek üzere gittim. Başyaver Celal Bey aracılığıyla görüşmek üzere geldiğimi arz ettim. Görüşme isteğimi kabul buyurdular. Ziyaret nedenimi anlattığımda ''Üzülme Tayfur Bey, birkaç gün bekle. Kâtib−i Umumi olan Hikmet (Bayur) Bey, Maarif Vekili olacak, çocukları o zaman alır'' buyurdular. Teşekkürlerimi arz ederek ayrıldım (37). Aradan birkaç gün geçti, Ankara'ya gittim. Maarif Vekili olan Hikmet (Bayur) Bey'i ziyaret ederek, başarılar diledim. İskenderun ve havalisinden gelen çocukların durumunu Atatürk'le görüşmemi anlattım. Doktor Reşit Galip Bey'le anlaşmaya varmış olduğumuz şekilde çocukların alınmasını sağladılar. Bu çocukların bir ay çektikleri üzüntü ve sıkıntıları böylece bitti. Kayıt işleri tamamlanarak okumaya başladılar. Bu suretle ilk parti gelen çocukların mektebe alınmasından sonra Atatürk'ün emri ile Cumhuriyet Halk Partisi de İskenderun ve havalisindeki çocukları kısım kısım, parti adına aldırmaya başladı. Bu minval üzere İskenderun ve havalisinden birkaç sene zarfında Maarif Vekâleti ve Halk Partisi adına 175 çocuk okutuldu. Bu çocukların yüzde 90'ı başarılı olmuştur. Senatör, mebus, hâkim, avukat, savcı, doktor, öğretmen, mühendis, subay, tüccar, işadamı olarak memlekete hizmet etmişlerdir ve etmektedirler. Bağımsız Antalya Milletvekili Olmam ve Sökmen Soyadının Verilmesi
1933 sonuna doğru Bahariye'den Yeldeğirmeni'ne taşındık. 1934 senesinin sonuna doğru Cemiyet'te hemşerilerimle ahenkli bir halde çalıştığımız günlerden birinde eve döndüğümde, kapıda refikam ve çouklarımın beni heyecanla karşılamaları karşısında; ''Nedir bu telaşınız?'' diye sorunca, refikam ''Polis geldi sizi sordu ve Kadıköy Emniyet Amirliği'ne gitmenizi söyledi'' dedi. Polis beni niye arar ve sorar diye ben de merak ettim ve yemekten sonra Emniyet Amirliği'ne gittim. ''Beni aramışsınız'' sözüme ''Kimsiniz'' diye sorunca ''Tayfur'' deyince Emniyet Amiri, ''Sizi Dolmabahçe'den aradılar, oraya gidecekmişsiniz'' dedi. Vapura binerek karşıya geçip Dolmabahçe'ye gittim. Kâtibi Umumi Hasan Rıza Soyak Bey'le koridorda karşılaştık. ''Atatürk sizi bekledi, geç kalınca yattılar, hemen partiye gidin, Genel Sekreter Recep Peker Bey'le görüşün'' dedi. Ayrılarak partiye gittim. Eski parti binasında Recep Peker Bey'i buldum. Kütahya mebusu Naşit Hakkı Uluğ ile beni bekliyorlardı. 1921'de Ankara'ya geldiğimde Meclis 42
Başkâtibi olarak tanıştığım Recep Peker Bey'le görüşürken, Naşit Hakkı Bey'e ''Daktiloyu al, Tayfur Bey'e sualini sor ve yaz'' dedi. Naşit Hakkı Bey'in Antalya seçim kurulu başkanlığına hitaben ''Antalya'daki müstakil mebusluğa talibim'' diye yazdığı telgrafı bana verince, Recep Bey'e dönerek ''Beni Antalya'da kimse tanımaz, Adana, Osmaniye, Gaziantep olsa tanırlar'' dediğimde ''Siz telgrafı, imza edip çekin'' dedi. Ayrılıp telgrafı çektim. Eve döndüm. Refikamla çocuklarıma ''Mühim bir şey yok, bir şey sormak için çağırmışlar'' diyerek meraklarını giderdim. Birkaç gün sonra pazar günü validen (o zaman Seçim Kurulu Başkanı valilerdi) aldığım telgraftan ''Antalya'dan müstakil mebus seçildiniz, tebrik ederim mazbatanız gönderilecek'' diyordu. Pazartesi günü Dolmabahçe'ye giderek Atatürk'e ''Müstakil Antalya mebusu seeçildim'' diyerek şükran ve tazimlerimi arz ettim. Bunun üzerine ''Mübarek olsun, muvaffakiyet temenni ederim'' dediler. Ve ilave ettiler ''Soyadı kanunu dolayısıyla sökücü bir kimse olduğun için, Mürselzade yerine siz Sökmen soyadını muvafık görerek veriyorum, yadigârım olsun'' buyurdular. Ben de ''Teşekkür ederim, minnet ve şükranla kabul ediyorum'' diyerek huzurlarından ayrıldım. Mebusluktan İstifa Etmek İsteyişim:
Dört gün sonra Antalya'ya hareket ettim. Meclis'e gittiğimde eski tanıdığım zevatla görüştük. Bazı zevatla da tanıştık. ''Sizi aramızda görmekle memnun olduk. Tebrik ederiz'' dediler. O sırada toplantı zili çaldı. Mebuslar toplantı salonuna girmeye başlayınca beraber olduğumuz mebus arkadaşlarla toplantıya girerken, halen hayatta olan baş hademe Abbas Efendi, ''Bu parti içtimaıdır, siz müstakilisiniz, giremezsiniz'' deyince, bozuldum ve çok üzüldüm. Toplantıya giren arkadaşlardan ayrılarak hemen Meclis Reisi'ni görmeye gittim. Halep valisi iken tanıştığım Abdülhalik Renda Bey Meclis reisi idi. Durumu anlatarak ''Kuvayı Milliye devrinden beri içinde bulunduğum, saflarında hizmet görmekle müftehir olduğum (övünç duyduğum) Cumhuriyet Halk Partisi içtimaına (toplantısına) ''Müstakilsiniz'' diyerek içeri bırakmadılar. Çok üzüldüm. Mebusluktan istifa edeceğim'' dedim. ''Teessüre kapılmayın, niçin müstakil olduğunuzu bilmiyoruz, bunu yalnız Atatürk bilir'' dediler. Yanlarından ayrıldım. Akşam Abdulhalik Bey üzüntümü ve mebusluktan ayrılmak istediğimi İstanbul'dan dönen Atatürk'e arz etmiş. Sabahleyin Başyaver Celâl Bey'in Atatürk'ün beni emrettiklerini bildirmesi üzerine Çankaya'ya gittim. Atatürk ''Üzülmeyin Sökmen, Sancak davasında daha yakından çalışabilmeniz için, müstakil saylav seçildiniz. Vakti gelince sebebini anlarsınız, sabırlı olun, mesainize devam ediniz'' buyurdular. Yanlarından ayrılıp Meclis'e geldim, durumu Abdulhalik Bey'e anlattım. ''Üzüntünüzün geçtiğine memnun oldum. Madem böyle, sabırlı olun'' dedi. Mebus olduktan sonra Cemiyet Başkanlığı'ndan ayrıldım. Bir süre sonra Cemiyetten aşağıdaki mektubu alarak, bundan böyle Cemiyetin fahri Umumî Başkanı olarak davamızla meşgul olmaya devam ettim. Antakya−İskenderun ve Havalisi 14.3.1935 Türkleri Yardım Birliği Sayı/180
Antakya saylavı saygılı Bay Tayfur Sökmen'e; Evvelden beri birliğe karşı gösterdiğiniz bağlılık ve değerli yardımlarınızın minnettarı olduğumuzu arz ederken bugün toplanan idare heyetimiz ızhar buyurduğunuz bu alâka dolayısıyla birliğimizin fahrî reisliğinin size tevcihine karar vermiştir. Binaenaleyh bu dileğimizin kabulünü rica eder, sonsuz saygılarımızı sunarız. R. Müdür − İmza
Fransızların Suriye'de Genel Seçime Gitmeleri:
1936 senesinin Haziran sonu tekrar Bahariye'ye taşınmış, Selamet apartmanında oturuyorduk. Eylül ayının güzel bir günü idi. Urfa mebusu dostum Behçet Bey'le buluşup gezmek için, Kadıköy iskelesine yürüdük. İskeleye gelince Haydarpaşa tren istasyonunun bayraklarla süslenmiş olduğunu gördüm. İskeledeki polis memuruna sebebini sorduk. ''Başvekil İsmet İnönü Ankara'ya dönecek. Atatürk de teşyi edecekmiş (uğurlayacakmış). İstasyon bu münasebetle bayraklarla süslenmiş'' dedi. Behçet Bey'le bir kayığa binerek 43
karşıya, Haydarpaşa'ya geçtik. İstasyonun giriş kapısının önünde, gelmekte olan vapuru bekledik. Biraz sonra gelen vapur, yolcu iskelesinin güneyindeki ikinci yere yanaştı. Başvekilin Kalem−i Mahsus Müdürü Zeki Polat Bey elinde çanta vapurdan atlayarak, merdiven başında gara girerken, bizimle karşılaşınca ''Sökmen nerelerdesiniz, Atatürk'le İnönü sabahtan beri sizi aratıyorlar. Mühim bir mesele görüşeceklermiş'' dedi ve trene gitti. Atatürk iskeleye inen İnönü'yü uğurlayıp, vapurla geri dönünce, İnönü, yanında Maarif Vekili Saffet Arıkan'la merdivenlere yürüdü. Gara girerken yanımıza gelince ''Sökmen sizi arıyordum, isabet oldu, hadi beraber Ankara'ya gidelim. Mühim bir mesele var. Yolda konuşuruz'' dediler. Ben de ''Peki'' dedim ve Behçet Bey'e dönerek ''Lütfen refikama söyle merak etmesinler, Ankara'ya gidiyoruz'' dedim ve gara girdim. Trene binerek mebus kompartımanına geçtim. Tren hareket ettikten biraz sonra kompartımanın önünden geçen Saffet Arıkan Bey'i durdurdum, ''Hayır mı beyefendi? İnönü beni niye götürüyor? diye sorduğumda ''Bir gün önce Paris'ten Suriye heyeti geldi. Atatürk'le görüştüler, Sancak'ta seçim yapılacakmış; sizinle bunun hakkında görüşecekler'' dedi. Bunun üzerine ''Öyle ise müsaade buyursunlar, Antakya'dan bir iki gün önce gelen arkadaşlar var, onlarla görüşüp, mütemmim malumat (tamamlayıcı bilgi) alayım, ondan sonra kendilerine arz edeyim'' dedim. O da İsmet Paşa'ya gidip söyledi. ''Peki dönsün, Ankara'da bekliyorum'' demiş, tren Pendik'e gelince inip, İstanbul'a döndüm. Ferdası günü cemiyet merkezine giderek Ankara'dan yeni gelmiş olan Antakyalı ''Yeni Gün'' gazetesi sahibi ve Adana'da mâh teşkilâtından Maşuk Bey'in istihbaratçısı Selim Çelenk Bey'i buldurdum. Vaziyeti anlattım. Seçimden haberi yokmuş, Selim Çelenk Bey'i de alarak akşam treni ile Ankara'ya hareket ettik. Lozan Palas oteline inerek saat 10'da Başvekil'in Kalem−i Mahsus Müdürü Zeki Polat Bey'i telefonla buldum. Geldiğimizi Paşa'ya arz etmesini rica ettim. Biraz sonra telefon ederek ''Paşa hazretlerine arz ettim. Saat 10.30'da sizi Hariciye Vekâleti'nde (Şimdiki Gümrük ve Tekel Bakanlığı) bekliyorlar'' dedi. Selim Çelenk Bey'i alarak Vekâlet'e gittim. Hariciye Vekâleti Umumî Kâtibi Numan Menemencioğlu Bey'in odasında bizi kabul etti. Numan Bey'le Maarif Vekili Saffet Arıkan Bey de orada idi. İsmet Paşa ''Paris'ten gelen heyetle konuştuklarını anlattı ve ilave etti. ''Fransızlarla anlaşarak Suriye'de umumî seçim yapacaklarmış, sizinkilere haber ver, onlar da bu seçime katılsınlar'' deyince ''Paşam seçime katılmamamız lazım, çünkü; bir defa Fransızlar bizim seçimi kazanmamıza imkân vermezler, şayet bu şartlar altında kazansak bile 160 kişide 3−5 kişiye dahi söz hakkı vermezler. Bu itibarla seçime girmemiz bence lüzumsuz olur'' dediğimde bu defa Selim Çelenk Bey'e sordu. O da fikrime iştirak ettiğini söyledi. Bunun üzerine Numan Bey ''Yanılıyorsunuz Sökmen Bey, bence seçime girmeliyiz'' dedi. Ben yine ''Hayır bir fayda temin edemeyiz, sesimizi dahi çıkaramayız'' diye ısrar edince bu defa İnönü, Saffet Bey'e "Siz ne zannediyorsunuz" diye sorunca Saffet Bey ''Ben de Sökmen'in fikrine iştirak ediyorum. Doğrudur. Seçime iştirakle bir fayda temin edilemez'' dedi. O zaman Başvekil İsmet İnönü seçime girmeme fikrimi kabul etti. Veda ederek ayrıldık. Ve akşam treni ile İstanbul'a döndük. Nitekim; bir süre sonra Suriye ve Sancakta genel seçim yapıldı, bizler katılmadık.
IV ATATÜRK'ÜN İSKENDERUN VE HAVALİSİNİN İSMİNİ DEĞİŞTİRMESİ, ADINA HATAY DEMESİ
Ankara itilafnamesinin İskenderun ve havalisinde tatbiki için, hükümetimizin Fransızlar nezdinde yaptığı her türlü teşebbüs semeresiz kalmış olduğu cihetle ve Suriyelileri, Fransızlarla anlaşarak genel seçim yapmaları dolayısıyla, 1936 senesinin Meclis açılış nutkunda aziz Atatürk ''Bundan böyle Fransızlarla aramızda senelerdir sürüp giden davanın neticelenmesinin zamanı gelmiştir'' buyurdular. Ferdası günü aziz Atatürk, Başyaver Celâl Bey aracılığıyla beni emretmişlerdi. Gittim. ''Bizleri ihya ettiniz ulu önder'' dediğimde ''Sökmen bugünden itibaren davaya resmen el kondu. Antakya−İskenderun ve havalisinin ismi bundan böyle Hatay'dır, cemiyetinizin adını ''Hatay Egemenlik Cemiyeti'' olarak değiştirin ve faaliyetinizi bu isim altında yürütün, Cemiyet merkezi yine İstanbul'da kalmak üzere, Mersin, Dörtyol, Hassa, Kilis'te şube açın; fakat denizden, karadan hatta dağdan Hatay'a gidip gelinmesi daha kolay olacağı için faaliyet merkeziniz Dörtyol şubeniz olsun. Bu şube açıldığı zaman Antakya'daki Cemiyetin adı da değişerek Hatay Egemenlik Cemiyeti adını alsın'' buyurdular ve ''Gazamız mübarek olsun, Allah utandırmasın ve muvaffak etsin'' diye ilave ettiler. Teşekkür ederek huzurlarından şevkle ayrıldım. Yine Atatürk'ün emirleriyle Dahiliye Vekili Şükrü Kaya Bey Hatay Egemenlik Cemiyeti Umumî Reisi, Emniyet Umum Müdürü Şükrü Sökmensüer bey de cemiyetin 44
kâtibi umumisi oldular. Cemiyetin fahrî umumi başkanı olarak, cemiyetin adını değiştirdim. Mersin, Dörtyol, Hassa ve Kilis'teki Hatay Egemenlik cemiyetlerini açtım. Bu arada Antakya'daki cemiyetin adı da ''Hatay Egemenlik Cemiyeti'' oldu. Cemiyetler açıldıktan sonra İstanbul'a döndüm. Dörtyol faaliyet merkezi olduğuna göre, buradan Antakya'daki teşkilatla çalışmakta, haberleşmelerde ilerde zor durumda kalabileceğimi düşünerek, İstanbul'a teşrif eden Atatürk'e durumu arz etmek, istihbaratı yapacak sorumlu bir kişiyi seçmelerini istirham etmek için görüşmek istediğimi arz etmesini, Hasan Rıza Soyak Bey'den rica ettim. Ertesi gün Şükrü Kaya Bey Başkanlığı'nda Dolmabahçe Sarayı'nda yapılacak toplantıda bulunmamı emretmeleri üzerine, Dolmabahçe'ye gittim. Toplantı salonuna girdiğimde Dahiliye Vekili ve Hatay Egemenlik Cemiyeti Umumi Reisi Şükrü Kaya, Millî Müdafaa Vekili Kâzım Özalp, Hariciye Vekâleti Kâtibi Umumisi Numan Menemencioğlu, Mah Teşkilât (Millî Emniyet) Başkanı Şükrü Âlî, Riyaset−i Cumhur Umumi Kâtibi Hasan Rıza Soyak beyler beni bekliyorlardı. ''Hoş geldin. Hatay Egemenlik şubelerini açmışsın, tebrik eder, muvaffakıyetler temenni ederiz'' dediler. Teşekkür ederek ''Hatay'la yapılacak temas ve çalışmalarda, haberleşme Dörtyol faaliyet merkezinden yapılacağı için, haberleşmeyi yapacak bir sorumlu şahsın seçilmesini Atatürk'ten istirham etmek için, Hasan Rıza Bey'in aracılığını rica ettim. ''Kimi emredecekler bilmiyorum'' dedim. Bunun üzerine Şükrü Kaya Bey ''Biz de bunun için Atatürk'ün emri ile toplanmış bulunuyoruz, siz ne düşünüyorsunuz?'' diye sorunca ''Adana Valisi Tevfik Hâdi Bey (38) bence münasiptir (uygundur), faaliyet merkezi Dörtyol'a yakındır'' teklifine Şükür Kaya bey ''Olmaz, vali politikaya karışmasın'' dedi. ''Peki Şükrü Âlî Bey'in Adana'daki Mah teşkilatı sorumlusu Mahcup Bey vasıtasıyla yapsın'' dedim. ''O da olmaz'' dedi, ''Antakya'da ilk defa açılan yeni konsolosluk var. Konsolos Firuz Kesim Bey olsun'' dediğimde bu defa Numan Bey ''Politik mesele olabilir. O da olmaz'' dedi. ''Peki o olmaz bu olmaz, ne olacak, kim yapacak? O halde siz birini bulun'' dedim. Şükrü Bey ''Siz varsınız, siz yaparsınız'' deyince bu sefer itiraz ederek ''Hayır bu mesuliyetli bir iştir, mesuliyeti üzerime almam, başka birini bulun dediğimde bu defa Hasan Rıza Bey, ''Atatürk bu vazifeyi sizin yapmanızı emrettiler, mesuliyeti siz alacaksınız, bu vazifeyi size bırakıyorlar'' dedi. Bunun üzerine Atatürk'ün yüksek emirlerine uyarak, şükranla kabul ettim. Toplantı dağıldı. Veda ederek ayrıldık. Gelmişken Dörtyol'a gitmeden birkaç gün ailemin yanında kaldım. Alevi Meselesi:
Cemiyetimizin İstanbul merkezinde çalışmalar sıkı bir vaziyette devam ediyordu. Kaldığım birkaç gün içinde hemen her gün cemiyete uğruyordum. Dörtyol'a hareketimden bir gün önce arkadaşlara veda etmek için Cemiyet'e uğradığımda, Antakya şubemizden namıma gelen bir mektup aldım. Mektupta, Fransızlar, Lazkiye'de bulunan Alevilere ''Siz ne Türk, ne Arap ve ne de Müslümansınız, sizler Ehlisalip bakayası olduğunuzdan Türkler ve Araplar sizlere fena muamele yapmaktadır'' propagandası ile tahrik etmektedirler. Bunu haber alan Suriyeliler, ''Siz Arap ve Müslümansınız, Fransızlara inanmayın'' diyerek Alevileri kazanmaya çalışıyorlar. Bizden de Alevilerin Türk ve Müslüman olduklarını ispat ederek Fransız ve Arapların tahriklerini çürütmek için, bir vesika bulabilir misiniz? diye soruyorlardı. Öteden beri Alevilik−Sünnilik sözünü hoş görmeyen Atatürk'ü durumdan haberdar etmek üzere Dolmabahçe'ye, ziyarete gittim. Kabul buyurduklarında durumu arz ettim. ''Kilisli tarihçi Necip Asım Bey'le temas ederek hakikat ortaya çıkarılmalıdır'' buyurdular. Eti Türk'ü:
Moda caddesinde Ağa Bey sokak 9 numarada ikamet eden Necip Asım Bey'le, Kilisli hemşerisi dostum Avukat Reşit Bey aracılığı ile yaptığım temasta durumu anlatınca; bana ilk sözü şu oldu, ''Anan, bacın, kızın var mı?'' Bu soru karşısında hayretle Reşit Bey'in yüzüne baktım. Bunu gören tarihçi Necip Asım Bey ''Hayretle bakmakta haklısın, çünkü; benden istediğin tarihi bilgi ve vesika ile sana sorduğum sual başka görülüyorsa da istediğin bilgi benim sualimin muhtevasındadır. Zira kız alıp vermezsiniz, camilerine gitmez, caminize sokmazsınız; kestiği eti yemez, Alevi, Fellah diye tahkir edersiniz, sonra da kalkıp tarihi vesika istersiniz. İptida (önce) siz şimdiye kadar tatbik etmediğiniz insanı muameleyi tatbik edin, sonra ben size tarihi vesika vereyim'' dedi. Cevaben; ''Beyanatınız tamamen bir hakikattır. Atatürk vatandaşlar arasında devam edegelen ve cereyan eden bu fena duruma son verecektir. Lütfen tarihi vesikayı verin'' dedim. Bunun üzere kütüphanenin üst kat rafından indirdiği kitabın yanılmıyorsam 149'uncu sahifesinde şunları okudu; 45
''Aleviler Hasan Sabbah'ın müritleridir, tamamen Türk ırkından olup, Doğu'dakiler Kürtleşmiş, ortada, Anadolu'da kalanlar Türklüklerini muhafaza etmiş, güneye gidenler ise Araplaşmışlardır. Lazkiye'den ötede bir tek Alevi bulamazsınız. Atatürk'e tazimlerimle (saygılarımla) arz ederim'' dedi. Teşekkür ederek yanından ayrıldık. Gidip bu tarihi malumatı Atatürk'e arz ettikten sonra Atatürk; ''Aleviler Arap değildir. Eti Türkleridir'' buyurdular. Veda ederek huzurlarından ayrıldım. Atatürk bu inancını, Adana mebusu İbrahim Dıblan riyasetinde bir cemiyet kurdurup faaliyete geçirerek ispat ettiler. Dolmabahçe'den ayrılarak cemiyete gidip, Atatürk'ün Alevi vatandaşlar için Eti Türk'ü dediğini Antakya'daki Hatay Egemenlik Cemiyeti'ne bildirerek Fransız ve Arapların propagandalarına karşı oradaki Alevi vatandaşlarımızın aldanmamalarını, Eti Türk'ü olduklarını bilmelerini yazdım. Ertesi gün Dörtyol'a hareket ettim. Dörtyol'da Antakya'daki cemiyetimizle temasa başlayarak, faaliyete geçip çalışmaları sıklaştırdım. Davamızın Cenevre'ye İntikali: Atatürk'ün 1936 Meclis açış nutkundan sonra da Fransızlar nezdinde hükümetimizin Hatay için yaptığı temaslar semere vermeyince; dava Cenevre'de faaliyette bulunan Milletler Cemiyeti'ne intikal ettirildi. Şubat 1937'de Hariciye Vekâleti Kâtibi Umumisi Numan Menemencioğlu'nun riyasetinde Cenevre'ye giden heyete Atatürk'ün emri ile Numan Bey, beni de müşavir olarak almıştı. Cenevre'de bütün çabalara rağmen dava bir neticeye bağlanmadığı için, görüşme tatil edildi. Ve heyet Ankara'ya döndü. Ankara'ya döndükten bir gün sonra Dörtyol'a giderek, Cemiyet'teki, vazifeme devama başladım. Bağımsız Milletvekili Seçilişimin Sebebi:
Hatay Egemenlik Cemiyeti'nin faaliyet merkezi olan Dörtyol'da cemiyetin fahri başkanı olarak vazife görürken, Antakya şubesi ile yaptığımız temas ve faaliyet yüzünden rahatsız olan Fransızlar, mebus olarak Dörtyol'da çalışmamı ''Bir mebusunuz hudutta faaliyette bulunarak, Sancak'ta kargaşalık çıkarmaktadır. Geri çekilmesi'' diyerek hükümet nezdinde protesto edince, eşsiz Atatürk ''Mebus bizim değil, müstakildir'' diye cevaplandırmıştır. Bunun üzerine üç sene önce bağımsız milletvekili seçilip de CHP toplantısına alınmadığımda Atatürk'ün ''Üzülmeyin Sökmen, Sancak davasında daha yakından çalışabilmeniz için müstakil saylav seçildiniz. Vakti gelince sebebini anlarsınız, sabırlı olup, mesainize devam ediniz'' buyruklarının manasını nihayet herkes gibi ben de anladım. Cenevre'ye Giden İkinci Heyet: Bir müddet sonra ikinci defa Cenevre'ye giden heyete benim yerime Abdurrahman Melek Bey'in müşavir olarak gitmesini, Şükrü Kaya Bey'den rica ettim. Kabul ettiler. Cenevre'ye giden bu heyette Hasan Rıza Soyak ile Şükrü Sökmensüer beyler de vardı. Cenevre'de ikinci defa başlayan görüşme sonunda Hatay'a bir müşahit heyetin gitmesi kararlaştırılmıştır. Ve Türk tezi Cenevre'de tamamen kabul edilmiştir. Bu durumu Antakya'daki cemiyetimize bildirerek, o zamanki Yeni Gün gazetesinde neşrettirmiştik. Aynen şöyleydi: YENİ GÜN 1867 N.ya ilave
Hataylılara Müjde Türk tezi Cenevre'de tamamen kabul edildi. Her Hataylı dilediği cemaat listesine yazılmak ve rey vermek hakkına maliktir. Bu sabah Cenevre'den parti genel başkanlığına şu telgraf gelmiştir. Bay Abdülgani Türkmen Halk Mümessiller Heyeti Umumi Başkanı Antakya
''Cenevre 19 − Hariciye Genel Sekreterimiz Sayın Bay Numan Rıfat Menemencioğlu'nun yüksek kiyaset ve kuvvetli müdafaası neticesi olarak Türk tezinin bütün esasları kabul edildiği gibi, her Hataylı dilediği cemaat listesine yazılmak ve rey vermek serbestisine malik olacaktır. Bütün hemşerilere saygılar arz ederken Doktor Vedi Bilgin'e, Abdullah Marif Cilli'ye ve Kırıkhan'da mevkuf bulunan İbrahim Şahin'e de geçmiş olsun dileriz.'' SÖKMEN
HEPİMİZİN GÖZÜ AYDIN OLSUN.
46
V
CENEVRE'DEN GÖZLEMCİ HEYETİNİN GELİŞİ VE PLEBİSİT
Cenevre'den gözlemci heyetinin Hatay'a gideceği öğrenilince, Türkiye'de bulunan Hataylılar oylarını kullanmak için Hatay'a gitmişlerdir. Bunların arasında Doktor Abdurrahman Melek, Mersin'deki Hatay Egemenlik Cemiyeti'nin umumi kâtibi Ömer Türkmenelli, Hamdi Selçuk beyler gibi birçok arkadaş da vardı. Müşahit (gözlemci) heyet Cenevre'den gelince, Türk cemaatini temsil için, müşahit heyette temsilci yazılan arkadaşlar ve reylerini kullanan bütün Hataylılar her türlü tehdide rağmen görevlerini yapmış, oylarını Türk tezi lehinde kullanmışlardır (Plebisit). Savcılık ve hâkimlik yapan İskenderunlu Hamdi Selçuk Bey, rey kullandıktan sonra Türkiye'ye dönmeyerek davamızda çalışmak için kalmıştır. Hatay Egemenlik Cemiyeti İskenderun başkanlığına seçildikten sonra uzun süre değerli hizmetler görmüş, daha sonra Hatay devleti kurulduğunda mebus olmuştur. Bu arada, beş Meclis encümen başkanlığına seçilerek, bu devrede büyük hizmetler görmüştür. Doktor Abdurrahman Melek'in Vali Olması:
Hatay'a Cenevre'den müşahit heyet gelince oy kullanmak için gelen doktor Abdurrahman Melek Bey'in, Hatay valisi olacağını haber alan Hatay Egemenlik Cemiyeti Antakya Başkanı Abdulgani Türkmen Bey, doktor Abdurrahman Melek'i yanına davet ederek Fransızların idaresinde bir vazife görmesinin münasip olmayacağı için, valiliği kabul etmemesini söylerse de doktor Abdurrahman Melek, vali olmak için ısrar eder. Bunun üzerine Abdülgani Türkmen cemiyetteki diğer arkadaşlarıyla görüştükten sonra bana, ''Doktor Abdurrahman Melek'i Fransızlar vali yapmak istiyor. Bizler kabul etmemesini rica ettiğimiz halde dinlemeyip kabulde ısrar ediyor. Bu hususa ne diyorsunuz'' diye bir mektup yolladı. Aldığım mektubu bir kelime ilave etmeden aynen Hatay Egemenlik Cemiyeti Umumî Reisi, Dahiliye Vekili Şükrü Kaya Bey'e gönderdim. İki gün sonra Şükrü Kaya Bey'den aldığım şifrede: ''Değil Doktor Abdurrahman Melek'in, herhangi bir Türk'ün Fransız idaresinde vazife kabul etmemesi lazımdır'' diyordu. Yine bir kelime ilave etmeden Hatay Egemenlik Cemiyeti'nin Antakya Merkezi'ne hususi kurye ile gönderdim. Gönderdiğim Şükrü Kaya Bey'in direktifini, arkadaşlar Doktor Abdurrahman Melek'e tebliğ edince, Başkonsolosumuz Celâl Karasapan'la görüşerek, direktifi dinlemeyip, Hatay Valiliği'ni kabul eder. Ayrıca da Hariciye Vekâleti Umumi Kâtibi Numan Menemencioğlu'na Şükrü Kaya Bey'in direktifinden bahsetmeksizin ''Vali olmama Sökmen mani olmak istiyor'' diye bildirir. Numan Bey de Başvekil Celâl Bayar'a ''Abdurrahman Melek'in vali olması lehimize olduğu halde Tayfur Sökmen mani oluyor'' diye şikâyette bulunur. Başvekil, Şükrü Kaya Bey İstanbul'da olduğundan, Hatay Egemenlik Cemiyeti'nin Umumî Kâtibi ve Emniyet Umum Müdürü Şükrü Sökmensüer Bey'e, benim acele Ankara'ya gelmemi emreder. Şükrü Sökmensüer Bey'den aldığım bir telgraf üzerine trenle Ankara'ya hareket ettim. Ankara'ya geldiğimde Şükrü Sökmensüer Bey'i istasyonda beni bekler buldum. Görüştük. ''Başvekil şimdi trenle İstanbul'a gidiyor, dönüşüne kadar beklemenizi emretti'' deyince, ''Mademki Başvekil şimdi İstanbul'a gidiyor, öyle ise hemen kendisiyle görüşeyim'' sözüne ''pekiyi'' dedi. Gara gitmekte olan Başvekil'le karşılaşınca; ''Dönüşünüze kadar beklememi emretmişsiniz, müsaade ederseniz İstanbul'a ben de geleyim. Yolda emrinizi telakki ederim'' dedim, ''olur'' deyince, Şükrü Bey'in yanına dönerek, durumu anlattım ve trene bindim. Yolda Başvekâlet Kalemi Mahsus Müdürü Baki Sedes Bey'e ''Sayın Başvekil'in emirlerini telakki edeyim'' deyince, gidip arzettiğinde ''Yorgundur dinlensin, yarın görüşürüz'' demiş. Ertesi gün tren Pendik'e geldiği sırada Baki Sedes Bey gelip ''Başvekil sizi bekliyor, buyurun'' dedi. Gittim, bana ''Sökmen nasıl olur da hissine mağlup olarak Doktor Abdurrahman Melek'in, vali olmasına mani olursun. Bu tayin bize fayda sağlayacakmış'' deyince, nihayet neden davet edildiğimi anladım. Cevap olarak ''Antakya'daki Hatay Egemenlik Cemiyeti Başkanı Abdülgani Türkmen Bey'den, Doktor Abdurrahman Bey'in vali olmaması hakkındaki tahriratı, olduğu gibi Şükrü Kaya Bey'e gönderdiğimi, ondan aldığım şifrede: ''Değil Doktor Abdurrahman Bey, herhangi bir Türk'ün Fransız idaresinde vazife almaması lazımdır'' dediğini, onu da aynen Antakya'daki Cemiyete gönderdiğimi anlattım ve yukarıda sözünü ettiğim vali oluş şeklini açıkladım. Gerçeği öğrenen Başvekil, ''Biliyorum Sökmen, siz milli davada da hissinize mağlup olamazsınız, ikaz ve izaha teşekkür ederim'' dediler. Haydarpaşa'ya geldiğimizde, Başvekili 47
karşılamaya gelenler arasında Şükrü Kaya Bey de vardı. Karşıya geçmek için bekleyen Acar motoruna bindiğimizde Şükrü Kaya Bey, Başvekil'le görüşürken beni doğrulayarak durumu izah etti. Yukardaki izahata rağmen Dışişleri Kâtib−i Umumisi N. Menemencioğlu'nun tasvipleriyle Abdurrahman Melek Bey, İskenderun Sancağı Valisi (Fransız tabiriyle İçişleri Müdürü) olmuştur.
VI HATAY DEVLETİNİN KURULMASI
Müşahit heyetin Hatay'da yapılan plebisitten olumlu bir kanı ile dönüşü neticesinde Cemiyet−i Akvam'da (Milletler Cemiyeti) Hatay'da Millet Meclisi seçiminin yapılmasına karar verilmiştir. Milletvekili seçiminde Fransızların müdahale edecekleri düşüncesiyle hükümetimiz dürüst bir seçim yapılabilmesi için, bir Türk tugayının müşahit olarak Hatay'da bulunması hususunda Fransızlarla temasa geçmek üzere Genelkurmay İkinci Başkanı General Asım Gündüz Başkanlığı'ndaki müşahit heyette, daha sonra da Genelkurmay Başkan Vekili olan Albay Fevzi Mengüç, Binbaşı Nuri, Büyükelçi Cevat Açıkalın bulunmuşlardır. Uzun görüşme ve tartışmalardan sonra bir tugayın Hatay'a girmesi kararlaştırılmıştır. Daha sonra Kara Kuvvetleri Kumandanı olan Kurmay Albay Şükrü Kanatlı'nın kumandasındaki tugay, 5 Temmuz 1938'de Hatay'a girmişti. Senelerdir hasret kaldığı Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Hatay'a girmesi, bütün Hataylıları, görülmemiş heyecan ve sevince garkettiği gibi, senelerdir bozuk olan moralleri düzelmiştir. Bu arada Reyhaniyeli hemşerilerimin arzuları üzerine Albay Şükrü Kanatlı kumandasında bir süvari birliği Reyhaniye'ye gelmekte iken Amik atlıları tarafından Ayrancı köyünde karşılanıp hep birlikte Rehaniye'ye gidildi. Çatalhöyük köyünde köprüden geçerken Mürseloğlu Kemal Bey, süvari birliğinin önünü kesip, daha önce, ''Türk ordusu Hatay'a girerse tek kızım Necla'yı kurban edeceğime ant etmiştim'' diyerek Albay Şükrü Kanatlı'nın atının ayakları altına kızını kurban etmek için yatırınca, Albay Şükür Kanatlı atından atlayarak küçük kız çocuğunu kucağına almış ve onun yerine getirilen koç kesilmiş. Kemal Bey'in andı bu şekilde yerine getirilmiş. Bunun üzerine Çatalhöyük'te Gülizar Hatun'un konağında birliğe mola verilerek, ayran ikram edilmiş ve daha sonra birlik arkasındaki Amik süvarileriyle 8 Temmuz 1938'de Reyhaniye'ye girmiş ve uzun zamandır hasreti çekilen Türk ordusu görülmemiş bir heyecan içinde büyük gösteri ile karşılanmıştır. Atatürk Tarafından Cumhurbaşkanı Adayı Olarak Gösterilmem: 9 Ağustos 1938 günü Hatay Egemenlik Cemiyeti Umumî Kâtibi ve Emniyet Umum Müdürü Şükrü Sökmensüer Bey'den bir telgraf aldım. 24 Ağustos 1938 günü Hatay'da yapılacak milletvekili seçimini görüşmek üzere, Başmurahhas Cevat Açıkalın'la Celâl Karasapan'ın yerine atanan Başkonsolos Fethi Denli'nin Dörtyol'da bulunmaları isteniyordu. 10 Ağustos 1938'de Şükrü Sökmensüer Bey Ankara'da, Cevat ve Fethi beylerle Hatay'dan Dörtyol'a geldiler. Çalışma odasında dördümüz toplandık. Konuşma ve müzakere arasında kimlerin mebus, kimlerin Meclis Başkanı, kimlerin Başvekil ve hükümet üyesi olması üzerinde uzun uzun görüştükten sonra; 40 mebustan aday gösterilmesine; bunların 2'sinin Rum, 2'sinin Ermeni, 2'sinin Arap ve 34'ünün de Türklerden olmasına karar verildi. Başvekil ve diğer vekiller, umum müdürler, müsteşarlar Hatay Egemenlik Cemiyeti'nin saptadığı adayların görüşülüp karara bağlanmasından sonra, Konsolos Fethi Denli Bey ''Cumhurbaşkanı kim olacak?'' diye sorunca, Şükrü Sökmensüer Bey ''Cumhurbaşkanı adayı Atatürk tarafından tespit edilmiştir. Bunun üzerinde görüşmeyelim ve durmayalım'' dedi. Şükrü Bey'in bu sözü üzerine Cevat Açıkalın ''Atatürk'ün adayının ismini bizler de anlayalım'' deyince, Şükrü Bey ''Atatürk'ün adayı Sökmen Bey'dir'' dedi. Şükrü Bey'in sözüne, ''Atatürk'ün iltifat, teveccüh ve itimadına teşekkür ederim. Bu mühim vazifeyi kabul edemeyeceğim. Çünkü; başaramazsam Atatürk'ün, mazhar olduğum itimat ve teveccühünü kaybederim. Beni bu vazifeden af buyurmalarını istirham ediyorum'' deyince, Şükrü Bey ''Ben tebliğe memurum. Başka bir şey yapamam'' dedi. Toplantı bitti. Beyleri misafir ettim. Ferdası günü Şükrü Bey Ankara'ya, diğerleri de Hatay'a döndüler. Ben de 11 Ağustos 1938'de Atatürk'e arz edilmek üzere Riyaseti Cumhur Umumî Kâtibi Hasan Rıza Soyak Bey'e, yukarıda belirttiğim sebeple Atatürk'ün beni bu vazifeden affetmelerini yazdım. 14 Ağustos 1938 günü Dolmabahçe'den Hasan Rıza Soyak Bey'in gönderdiği aşağıdaki telgrafı aldım. Bay Tayfur Sökmen 48
Antalya Saylavı−Dörtyol. ''Mektubunuzu aldım. Verilen her memleket vazifesini kayıtsız ve şartsız kabul edip, başarmaya çalışmak bizim şiarımız olmuştur. Rey ve mütalaam budur, gözlerinden öperim.'' Hasan Rıza Soyak Bilahare telgrafın mahiyetini şifahen anlatmış olan Hasan Rıza Bey, bir hatırası olsun diye 15 Kasım 1951 tarihli aşağıdaki mektubu yollamıştır: Sayın Bay Tayfur Sökmen Hatay Milletvekili İstanbul
''14 Ağustos 1938 tarihinde Dolmabahçe'den size çekmiş olduğum telgrafı nasıl ve ne şartlar altında yazdığımı şifahen hikâye etmiştim. Bu defa bunu bir hatıra olmak üzere yazıyla da teyid etmeyi münasip gördüm. ''Sizin o zaman teşekkül etmekte olan Hatay Cumhuriyeti Başkanlığı'na intihabınız daha evvel takarrür etmişti. Bu kararın size tebliği üzerine bana yazdığınız itiraz mektubunu alır almaz, Atatürk'ün huzuruna çıkmış ve mektubu kendisine okumuştum. O sıralarda odaya Başvekil Celâl Bayar'la Hariciye Vekili Dr. Tevfik Rüştü Aras girdiler. Atatürk onlara hitaben; ''− Şimdi Soyak, Tayfur Sökmen'den aldığı bir mektubu okuyordu, size de okusun da dinleyin, buyurdu. ''Mektubu tekrar okudum. Atatürk yine onlara hitap ederek: ''− Ne dersiniz? diye sordu. ''Başvekil Bayar; ''Zatıâliniz ne düşünüyorsunuz?'' dedi. Bunun üzerine Atatürk ''Mesele mühim ve müstaceldir. Vaziyet yeni tecrübelere mütehammil değildir. Bu arkadaş tecrübe edilmiş, her bakımdan itimada layık, namuslu ve becerikli bir adamdır. Öteden beri bu yolda çalışmış ve başarılı hizmetlerde bulunmuştur. Binaenaleyh Devlet Başkanlığı için en münasibi odur, bunu bir vazife olarak kabul etmelidir'' buyurdular. Başvekil ve Hariciye Vekili de aynı nokta−i nazara iştirak ettiler. Yanlarından çıktım ve size yukarıda bahsettiğim telgrafı çektim. ''Saygı ile arz eder gözlerinizden öperim, kardeşim.''
İstanbul; 15.11.1951 Hasan Rıza Soyak
İnönü'yü Ziyaret:
Atatürk'ün bu kati emirleri üzerine görevi kabule mecbur kaldım. 18 Ağustos 1938'de İstanbul'a geldim ve Atatürk tarafından kabul edildim. Ferdası günü Dörtyol'a giderken Ankara'ya uğradım. İstifa etmiş olmasına rağmen her zaman temas ettiğim İsmet İnönü'yü ziyaret ettikten sonra, Dörtyol'a döndüm. Hatay Millet Meclisi Tarafından Cumhurbaşkanı Seçimi: 24 Ağustos 1938'de Türk ve Fransız ordularının garantisi altında Hatay'da Millet Meclisi seçimi yapıldı. 2 Eylül 1938 günü Hatay Millet Meclisi toplanıp, eşsiz Atatürk'ün adayı olan beni, Hatay Cumhurbaşkanlığı'na seçtiler. Yemin merasimini bitirdikten sonra, Dr. Abdurrahman Bey'i başvekilliğe atadım. Başvekil Abdurrahman Melek Bey de, Dörtyol'da tespit ettiğimiz vekil, müsteşar ve umum müdürleri seçti. Meclisin 34'ü Türk, 2'si Arap, 2'si Ermeni, 2'si de Rum vatandaştan olmak üzere 40 mebusu vardı. Vazifeye başladığım, yani Hatay Cumhurbaşkanı seçildiğim gün, Atatürk'e şu telgrafı çektim.
Atatürk'e Bağlılık Telgrafı:
Ekselans Kemal Atatürk Türkiye Cumhurbaşkanı İstanbul 49
''Hatay Millet Meclisi tarafından bugün Hatay Reisliği'ne seçildiğimi ve bu vazifeyi ifaya başladığımı yüksek huzurunuza arz etmekle şereflenirim. Türkiye'nin Ulu Önderi tarafından gösterilen yüksek alaka ve yardım sayesinde istiklaline kavuşmuş olan Hatay'ın, Ulu Şef Atatürk'e ve BMM'ye karşı beslediği minnet, şükran ve bağlılık hislerini ve bu vesileyle de arz etmekle son derece bahtiyarım. Vazifemin ifası sırasında yüksek alaka ve irşatlarınızın esirgenmemesi dileğiyle candan bağlılığımı ve sonsuz saygılarımı arz ederem.'' Tayfur Sökmen Atatürk'ün Telgrafı:
4 Eylül 1938'de telgrafıma Ulu Önder Atatürk şu cevabı lütfettiler. 4.IX.1938 Bay Tayfur Sökmen Hatay Reisi Antakya
''Hatay Millet Meclisi tarafından Hatay Reisliği'ne seçildiğinizi bildiren telgrafınızı memnuniyetle aldım. Bu kıymetli diyarın en yüksek makam ve vazifesini ihraz ve deruhte etmiş olmanızdan dolayı sizi tebrik ederken, inkişafını daima alaka ve muhabbetle takip edeceğim. Hatay'daki faaliyetinizde muvaffakıyetinizi temenni eyler ve Hatay'ın yeni idare altında pek çok saadet ve refahlar görmesini yürekten temenni ederim.'' K. Atatürk Beşinci Dönem dördüncü toplantı yılının açılışında Atatürk adına Başvekil Celâl Bayar tarafından okunan söylev aynen şöyledir: 1 Kasım 1938
''Hatay meselesinin son sene zarfında geçirmiş olduğu safhalar malûmunuzdur. Bu millî davayı bir Türk−Fransız dostane anlaşmasıyla halletmek yolundaki mesai muvaffakıyete erdi. ''Türk ve Fransız askerlerinin muvakkat ve müşterek işgali bu anlaşmanın bariz tezahürü oldu. Bu sayede sükûn yerleşti ve intihabat ikmal olundu. Nihayet Hatay, Millet Meclisi'ne ve istiklaline kavuştu. Müstakil Hatay devleti bugün inzibat kuvvetlerini tanzim eylemek ve memleketin dahili emniyetini de kendi vasıtalarıyla temin etmekle meşguldür. Bunun da yakında başarılacağını ümit ediyoruz. ''Geçen sene yarınki Türk−Fransız münasebetlerinin dilediğimiz yolda inkişafına Hatay işinin iyi bir yönde yürümesi esaslı bir ölçü ve âmil olacaktır'' demiştim. Filhakika Hatay işindeki Türk−Fransız anlaşması iki devlet arasındaki münasebetleri çok dostane bir duruma getirmiştir. ''Hatay işinde istihsal edilen neticelerin istikrarı Türk−Fransız dostluğunun da inkişaf ve tebellürüne bir esas teşkil edeceği kanaatindeyim.'' Cumhurbaşkanlığı Kalemi Mahsus Müdürlüğü'ne Alhasoğlu Selman Efendi'nin hukuk tahsili yapan oğlu Hulki Öcal'ı getirdim. Hatay hükümeti kurulduktan sonra çalışmalara başladık. Anavatanın bir parçası saydığımız Hatay hükümetinin, anavatanda tatbik edilen kanunları, Hatay Millet Meclisi'nden kısım kısım geçirerek uygulamaya başlamasıyla, Hatay halkı senelerdir hasret kaldığı benliğine kavuşmanın hazzıyla ferahlayarak huzura kavuşmuştur. Hatay tebası olarak Hatay Cumhurbaşkanlığı vazifesini yaparken, Türk tabiyetini ve Antakya bağımsız milletvekilliği sorumluluğunu muhafaza etmemi, devletler hukukuna aykırı gören Anavatan Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Aras, benim Türk tabiyetinden ve Antalya bağımsız milletvekilliğinden istifa etmemi, Başmurahhas Cevat Açıkalın'a telgrafla bildirmiş. Açıkalın randevu alarak bana geldi. Hariciye Vekili'nin nokta−i nazarını söyleyince cevap olarak Açıkalın'a dedim ki: ''Burada ecanibe (yabancılara) karşı devlet reisiyim. Haddizatında aziz Atatürk'ün emrini infaz etmek için gelmiş veya gönderilmiş bir memur olarak vazifemi görmekteyim. Asli vazifem Antalya mebusluğu ve Türk tabiiyetini muhafaza etmektir. Hariciye Vekili ısrar ederse devlet reisliğinden istifa eder, anavatana dönerim.'' Cevat Açıkalın yanımdan ayrıldıktan sonra Hariciye Vekâleti'ne bildirmiş. Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Aras vaziyeti Atatürk'e arz ettiğinde, Atatürk heyeti vekileyi toplattırarak benim Türk tabiiyetimi, Antalya bağımsız milletvekilliğimi muhafaza etmemi karara bağlattırıp, bana bildirmelerini emretmişlerdir. Karar ve tebligat aşağıdadır. KARARNAME ÖRNEĞİDİR Sayı: 9597 ''Hatay Devlet Reisliği makamına seçilmiş olan Antalya saylavı Tayfur Sökmen'in icabında Türk vatandaşlığı hakkı mahfuz kalmak şartıyla, Türkiye'ye avdet edebilmesi; Dahiliye Vekilliği'nin 2.9.1938 tarih ve 44187 sayılı tezkeresi ile yapılan teklifi üzerine icra vekilleri heyetince 24.9.1938 tarihinde onanmıştır.'' 50
14.9.1938 Reisicumhur K. Atatürk (12 Vekilin imzası) (Aslı gibidir)
İmzalı suretin aynıdır. (imza) Antakya 15 Teşrinisani (kasım) 1938
Türkiye Cumhuriyeti Hatay Fevkalade Murahhaslığı Sayın Bay Tayfur Sökmen Hatay Devlet Reisi
''Zât−ı devletlerinin Türk vatandaşlığı hakkı mahfuz kalmak şartıyla Türkiye'ye dönebilecekleri hakkındaki icra vekilleri heyetinin kararnamesi örneğinin ilişik olarak gönderildiğini saygılarımla arz ederim.'' Fevkalade Murahhas Elçi Cevat Açıkalın
İsmet İnönü'nün Tebriki:
Hatay Cumhurbaşkanlığı'na seçildikten sonra, birçok arkadaş ve dostlarımdan tebrik telgrafı ve mektuplar aldım. Bu arada Sayın İsmet İnönü'den de 23.9.1938 tarihli aşağıdaki tebrik mektubunu aldım. ''Pek muhterem Reis ''Türk vatanı için candan aziz olan Hatay devletinin reisliğini kudret ve kifayetle ifaya başladınız. Takdir ve muhabbet nazarlarımız üzerinizdedir. Gönüllerimiz uğurlu elinize verilen vatanın saadet ve selameti dilekleriyle dolmuştur. Sizin itibarınız ve muvaffakıyetiniz hepimizin şerefi ve varlığı olduğuna itimad buyurmanızı dileyerek derin saygılarımı takdim ve lütufkâr teveccühünüzün bekasını rica ederim. ''Pek muhterem reis, büyük vatanperver çok aziz Tayfurumuz Sökmen.'' İSMET İNÖNÜ
Eşsiz Atatürk'ün imzasını taşıyan kararın tebliği hayatımın mesut anlarından biridir. Her fırsatta bu eşi bulunmayan insanın güven ve teveccühüne mazhar olmanın bahtiyarlığı içinde, çalışmalar gün geçtikçe verimli olmakla, cins ve mezhep hatta dost ve akraba ayırt etmeden muamele yürütülmekte idi. İcraat: Bu cümleden olarak, Hınçak Cemiyeti'ne mensup ve davamıza hizmet etmiş olan Papaz Nuri Kiyan Efendi, çarşıdan dönerken bir muzip delikanlı başına su döker. Papaz efendi haklı olarak üzülür. Bu olayı Hatay Mebusu Avadis Efendi yanıma gelip, naklettiği zaman çok üzüldüm. Adliye vekilini davet ederek suçlunun kim olduğunu tespit ettirmelerini, kim olduğunu bilip bilmediklerini sorduğumda ''Kayınbiraderiniz Kadir Bey'in oğlu Hakkı Mürseloğlu'dur'' dedi. Büsbütün üzülerek derhal yakalanıp gereken cezanın verilmesi ve papaz efendiden de özür diletilmesi hususunu rica ettim. Papaz efendi bu ilgiye memnun olmuş ve af dileyen gencin cezalandırılmamasını vekilden rica etmiş. Papaz efendinin ricası üzerine vekil, yakalanarak hapsedilen genci serbest bırakmıştı. İcraat, bize hasım olan komşu millet ve devletlerin takdirini celp ediyordu. Senelerdir aynı vatanın evlatları oldukları halde, Sünni−Alevi diyerek birbirlerini hasım gören 51
insanlar arasındaki husumet ve ayrılığı gidermek için daha önce Atatürk'ün emirleri ile Ankara mebusu Dıblan'ın başkanlığında kurulan cemiyet faaliyetlerini yürütürken bir taraftan da Hatay'daki iki cemaat arasındaki bu ayrılık ve husumeti gidermek için teşebbüse geçtim. Nitekim göreve başladığım gün, yemeklerimiz Alevi hemşerilerimizin kestikleri etle yaptırılmıştı ve öyle devam etti. Senelerce birbirinin camilerine gidilmezken Meclis Başkanı Abdülgani Türkmen, Başkan Vekili Vedii Karabay, Hamdi Selçuk, İbrahim İnal ve diğer rical ile, Affan Camii'nde cuma namazını kıldık. Ertesi cuma namazı da başka bir Alevi camiinde yine devlet ricali ile kılınmıştır. Böylece iki cemaat birbirlerinin camilerine gidip gelmeye başlamıştı. Cemaatler arasındaki ayrılık ve husumetler gün geçtikçe azalmakta idi. Hatta kız alıp vermeler başlamıştı. Irk ve mezhep ayırmadan eşit muamele yapıldığı halde Fransızlar lehine hizmet edenler de oluyordu. Bu arada aleyhimize çalışanlardan Kırıkhan Belediye Reisi İstafan Efendi ile Gaziantep Milli Mücadelesi'nde aleyhimize çalıştığı için kendi aralarında Ador Paşa diye adlandırdıkları şahsiyeti, Antep Türkiye'ye iade edildikten sonra Kırıkhan'a gelip yerleşmiş olan bu kimsenin de aleyhimize çalıştığını öğrenince yanıma çağırtıp, ''Hatay'da ve hatta Adana'da bir Ermeni hükümetinin teşekkül edeceğine inanıyor ve güveniyorsanız Fransızlar lehine çalışmanızı, milli duygunuz hesabına mazur görebilirim. Fakat buralarda bir Ermeni devletinin teşekkülüne lüzum görüyorsanız, bir Hatay vatandaşı olarak memleketinizin aleyhine nasıl çalışabiliyorsunuz, yakışır mı'' sözüme birkaç dakika düşündükten sonra, ''Haklısınız, bir daha aleyhte çalışmayacağımıza söz veriyoruz, bizi affediniz'' dediler. Yanımdan ayrılmalarından sonra sıkı bir kontrol altına aldırttım. Sözlerini tuttular. Hakikaten bir daha aleyhimize çalıştıkları duyulup görülmemiştir. Hatay Meclisi'nin anavatana katılma kararı verdiği gün, benimle görüşmek istemişler. Vaatlerini tuttuklarını bildiğim için kabul ettim. Bana, "Biz vedaya geldik. İltihaktan sonra musavi muamele göremeyeceğimizi şimdiden bildiğimiz için yarın Beyrut'a gidiyoruz. Allahaısmarladık'' diyerek bu iki Ermeni vatandaş veda edip gittiler. Maalesef varlık vergisinde yapılanlar onları haklı çıkardı. Hatay Hududunun Kapatılması:
Bu çalışmalarımız esnasında hepimizi üzen bir nokta, Fransızların bazen taşkınlık göstererek haberleşmeyi kontrol etmesi idi. Aynı zamanda anavatanın hududunun kapalı bulunmasına karşın, Fransız idaresinde bulunan Suriye hududunun açık olması idi. Muhal olmakla beraber Suriye hududunun Fransızlarca kapatılması düşüncesiyle, Gümrük Müdürü İhsan Çardaklı Bey'in emrinde bir otobüsle beş karakolu idare edecek çadır ve memur bulunduruluyordu. Yukarıda sözünü ettiğim sebeple, biz de Fransızlar ve Suriyelilere karşı her noktada ve her işte güçlük çıkarıyorduk. Fransızlar kendilerine karşı çıkartılan güçlüklerden, bizleri alıkoyacaklarını zan ve ümit ederek 20 Ekim 1938 gece yarısı Hatay − Suriye hududunu kapamışlardı. Türkiye hududumuz zaten kapalı olduğundan, Suriye hududu da kapatılınca tabiatıyla Hatay devleti her bakımdan güçlüğe uğrayacak, ulaştırma, ticaret, alışveriş duracaktı. Nitekim öyle olmuştur. Bu hal ilk bakışta Fransızların kendi gayelerine çok uygundu. Hududun kapatıldığını haber alarak telaşa düşen Gümrük Umum Müdürü İhsan Çardaklı Bey sabaha karşı üç sularında Harbiye'deki ikametgâhıma gelip, Başyaver Binbaşı Zihni Bey'i haberdar eder. Zihni Bey telefonla beni uyandırarak ''Gümrük Umum Müdürü İhsan Çardaklı Bey geldi, mühim bir mesele arz edecekmiş. Ne emrediyorsunuz'' deyince, Fransızların aleyhine çıkacak böyle bir gaflette bulunacaklarını tahmin etmediğim için ''Bir köy mü basılmıştır'' sualime ''Bilmiyorum, fakat çok telaşlılar'' dedi. ''Salona al geliyorum'' diyerek, İhsan Bey'le görüşmek için acele giyinip, aşağı kabul salonuna indim. İhsan Bey'e bu saatte ziyaretinin ve telaşının sebebini sorduğumda; ''Fransızlar Suriye hududunu kapattılar. Başvekil Abdurrahman Melek Bey'e (İskenderun'da ikamet ediyordu) gittim. Vaziyeti anlatıp memur ve gümrük çadırlarımız hazır, biz de hudut karakollarının karşısına çadırları kurarak mukabil karakollarımızı teşkil edelim'' dediğimde, Başvekil Abdurrahman Melek Bey, ''Sakın yapmayın, Fransızlarla aramızda büyük hadiseler çıkabilir, mamafih meselenin ehemmiyetine binaen gidip devlet reisini görün, vaziyeti anlatın'' dediği için bu saatte sizi rahatsız ederek durumu arz etmeye geldim. Ne emredersiniz'' deyince, ''Tereddüte mahal yok, derhal karakolları kurup, mukabil tedbirleri alarak, kimsenin gidip gelmesine müsaade etmeyin'' dedim. Hemen giderek sabaha kadar karakolları teşkil etmiş ve böylece resmen hudutlar kapatılmıştır. İhsan Bey yanımdan ayrıldıktan sonra ''Fransızlar Suriye hududunu kapattılar. Mukabelei bilmisil yaparak biz de hudutları kapattık'' diye Atatürk'e arz edilmek üzere Hatay Egemenlik Cemiyeti Umumi Reisi Şükrü Kaya Bey'e bir şifre çektim. Hududun kapatıldığını öğrenen Başvekil Abdurrahman Melek Bey sabah erkenden gelerek ''Hududu kapattırmışsınız. Bence kapatılması iyi olmamıştır'' dedi. ''Ne yapsak böyle bir imkânı yaratamaz ve bulamazdık. Fransızlar bu tarzdaki hareketleri ile 52
bizim yaptığımız mukabelei bilmisille istiklalimizi ve Hatay devletini kabul etmiş oluyorlar. Bu itibarla bu gafletlerinden istifade ederek hududu kapattırıp, Ankara'ya bildirdim. Ankara razı olmaz ise devlet reisliğinden istifa ederim. Siz yeniden açtırırsınız'' dedim. Başvekil Abdurrahman Melek Bey gittikten sonra başyaver Zihni Bey gelerek ''Baş murahhas elçi Cevat Açıkalın'a vekâlet eden Beyrut Başkonsolosu Faik Zihni Akdur Bey görüşmek için randevu istiyor'' deyince, ''Başkasına bir randevu vermemiş iseniz öğleden sonra üçte buyursunlar'' dedim. Saat üçte Faik Zihni Bey geldi ve ''Fransızlara karşı Suriye hududunu kapamak çok yerinde ve isabetli bir hareket olduğu için sizi tebrike geldim'' dedi. İki gün sonra Şükrü Kaya Bey'den aldığım şifrede; ''Hududu kapatmanız yerinde olmuştur. Tebrik ederim'' diyordu. Bunun üzerine Başvekil Abdurrahman Melek Bey'i davet ederek gelen şifreyi okuttum. O da rahatladı. Yanımda biraz daha kalıp, konuştuktan sonra veda ederek ayrıldı. Yazılan ve alınan cevap Hatay'ın dosyasında mevcuttur. Hududun kapatılmasından haklı olarak telaşa düşen tüccar ve nakliyecilerle diğer esnaftan meydana gelen bir heyetin ''Türkiye hududu kapalı iken, Suriye hududunun da tarafımızdan kapatılmasının, kendilerini, dolayısıyla bütün Hatay'ı müşkül duruma düşüreceğini'' söylemeleri üzerine ''Fransızların bizi bu kararı vermeye mecbur bırakmalarını milyonlar sarfetsek elde edemezdik. Bununla istiklalimizi ve devletimizi garanti altına aldık. Telaş ve merak etmeyiniz. Dört beş gün sabrediniz ve müsterih olunuz, Türkiye bu vaziyet karşısında hududunu Hatay'a açacaktır'' dedim, sözüme ikna olup dağıldılar. Türkiye Hududunun Hatay Devletine Açılışı:
O akşam Hatay mebuslarından Abdurrahman Mürseloğlu, Elçi Cevat Açıkalın ve Başyaver Zihni beyleri, Şükrü Kaya Bey'e vaziyeti anlatan bir mektupla Ankara'ya gönderdim. Şükrü Kaya Bey durumu Başvekil Celal Bayar Bey'e arz etmiş. İki gün içinde alınan bir karar ile Türkiye hududu Hatay devletine açıldı. Bu suretle ticari işler Türkiye ile başlayınca, Fransızlar yanıldıklarını anlayıp, telaşa düştüler. Fransız murahhasının görüşme talebini bir gün gecikme ile kabul ettim. Ve ''Özür dileyip, Suriye hududunu açacakları''nı söylemesi üzerine, ''Siz açsanız da biz bir daha açmayacağız. Bundan böyle uçaklarınızın Hatay semalarında uçmasına da izin vermeyeceğiz'' dedim. Daha önceki ziyaretlerinden tamamen değişik, yumuşak, fakat bozuk bir tavırla yanımdan ayrıldı. Suriye−Hatay hududunun karşı bir davranış olarak Hatay devleti tarafından kapatılmasının, Anavatan Türkiye Cumhuriyeti'nce tasvip edilip, Türkiye hududunun açılması, Fransızlara karşı tutum ve davranışlarımızı kuvvetlendirdiği gibi Hataylıları da son derece sevindirip memnun etmiştir. Atatürk'ün Aramızdan Ayrılması:
Fakat, ne talihsizliktir ki Atatürk, 15 sene önce Adana'da ''Kırk asırlık Türk yurdu düşman elinde esir kalamaz'' dediği ve hakikaten esaretten kurtardığı Akdeniz'in incisi güzel Hatay'ı göremeden, amansız hastalıktan kurtulamayarak 10 Kasım 1938'de hayata gözlerini kapadı. Eşsiz Atatürk'ün ebediyen aramızdan ayrılması, bütün Hataylılarla beraber beni de sonsuz üzüntü ve eleme boğmuştur. Fakat, ebediyete kadar Türkiye ile beraber bütün Hataylıların kalbinde yaşayacaktır.
VII İLTİHAK KARARI
Eşsiz kumandan, büyük devlet adamı Kemal Atatürk'ün bir eseri olan Hatay devletinde, O'nun himmeti ile memur ve vatandaş kaynaşarak, gece gündüz Hatay'ın refah ve saadeti için çalışmaktaydık. Şanlı ve kahraman Türk ordusunun varlığı, şevkimizi arttırıyor ve bize her hususta kuvvet veriyordu. Bu minval üzere çalışırken, senelerce hasret kaldığımız anavatana kavuşmanın heyecanı içinde Hatay Millet Meclisi oybirliği ile 23 Haziran 1939'da anavatana katılma kararı vererek, Hatay devleti Atatürk'ün yüce himmeti ile tarihe 17'nci Türk devleti olarak geçmiştir. Bu suretle Devlet Reisliği vazifem son bulduğu için 1939 Haziran sonunda güzel Hatay'dan ayrılarak, Ankara'ya döndüm ve aziz Atatürk'ün armağanı olan Hatay Devleti Bayrağı'nı İsmet İnönü'ye teslim ederek, esas vazifem Antalya bağımsız milletvekiliğine devam ettim. Başta büyük kumandan ve eşsiz devlet adamı Atatürk olmak üzere şanlı Türk ordusu ve mensuplarına, milli davada 53
hizmet gören, o devirde hizmeti geçen bilumum zevattan ölenlere rahmet, kalanlara minnet ve şükranlarımı arz ederim.
Cumhuriyet'in Kültür Hizmeti
Atatürk c Atatürk'ün Yazdığı Yurttaşlık Bilgileri Bülent Tanör c Kurtuluş (Türkiye 1918−1923) c Kuruluş (Türkiye 1920 Sonraları) Prof. Dr. Sina Akşin c Ana Çizgileriyle Türkiye'nin Yakın Tarihi I−II Prof. Dr. Macit Gökberk c Aydınlanma Felsefesi, Devrimler ve Atatürk Yunus Nadi c Türkiye'yi Sokakta Bulmadık Falih Rıfkı Atay c Baş Veren İnkılapçı (Ali Suavi) Bâki Öz c Kurtuluş Savaşı'nda Alevi−Bektaşiler Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya c Devrim Hareketleri İçinde Atatürkçülük Sabahattin Selek c Milli Mücadele (Büyük Taarruz'dan İzmir'e) İsmail Arar c Atatürk'ün İzmit Basın Toplantısı Prof. Dr. Niyazi Berkes c 200 Yıldır Neden Bocalıyoruz I−II Ceyhun Atuf Kansu c Devrimcinin Takvimi Paul Dumont−François Georgeon c Bir İmparatorluğun Ölümü (1908−1923) Ali Fuat Cebesoy c Sınıf Arkadaşım Atatürk I−II Abdi İpekçi c İnönü Atatürk'ü Anlatıyor Paul Dumont c Atatürk'ün Yazdığı Tarih: Söylev Kılıç Ali c İstiklâl Mahkemesi Hatıraları Prof. Dr. Niyazi Berkes c Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler I−II S. İ. Aralov c Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Hatıraları I−II Sabahattin Selek c İsmet İnönü'nün Hatıraları 54
Nurer Uğurlu c Atatürk'ün Yazdığı Geometri Kılavuzu George Duhamel c Yeni Türkiye Bir Batı Devleti Bülent Tanör c Türkiye'de Yerel Kongre İktidarları Prof. Dr. Suna Kili c Atatürk Devrimi−Bir Çağdaşlaşma Modeli Falih Rıfkı Atay c Atatürk'ün Bana Anlattıkları Reşit Ülker c Atatürk'ün Bursa Nutku Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya c İslamcılık Cereyanı I−II−III M. Şakir Ülkütaşır c Atatürk ve Harf Devrimi Kılıç Ali c Atatürk'ün Hususiyetleri Mustafa Kemal c Anafartalar Hatıraları Ecvet Güresin c 31 Mart İsyanı Doğan Avcıoğlu c 31 Mart'ta Yabancı Parmağı Metin Toker c Şeyh Sait ve İsyanı Süleyman Edip Balkır c Eski Bir Öğretmenin Anıları Yunus Nadi c Birinci Büyük Millet Meclisi Kemal Sülker c Dünyada ve Türkiye'de İşçi Sınıfının Doğuşu Prof. Dr. Neda Armaner c İslam Dininden Ayrılan Cereyanlar: Nurculuk Fazıl Hüsnü Dağlarca c Destanlarda Atatürk / 19 Mayıs Destanı Yunus Nadi c Mustafa Kemal Paşa Samsun'da İsmet Zeki Eyuboğlu c İrticanın Ayak Sesleri Nuri Conker c Zâbit ve Kumandan Mustafa Kemal c Zâbit ve Kumandan ile Hasbihal İsmet Zeki Eyuboğlu c İslam Dininden Ayrılan Cereyanlar: Nakşibendilik Ord. Prof. Dr. Yusuf Hikmet Bayur c Ermeni Meselesi I−II Talât Paşa c Hatıralar Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya c Hürriyet'in İlanı İsmet İnönü c Lozan Antlaşması I−II 55
Sami N. Özerdim c Yazı Devriminin Öyküsü Nurer Uğurlu c Atatürk'ün Askerlikle İlgili Kitapları c Atatürk'ün Askerlikle İlgili Çeviri Kitapları Halide Edip Adıvar c Türkün Ateşle İmtihanı I−II−III Prof. Dr. Muammer Aksoy c Atatürk ve Tam Bağımsızlık Prof. Dr. Şerafettin Turan c Atatürk ve Ulusal Dil Johannes Glasneck c Kemal Atatürk ve Çağdaş Türkiye I−II−III İsmet İnönü c Cumhuriyet'in İlk Yılları I−II Gâzi Mustafa Kemal c Yarın Cumhuriyet'i İlan Edeceğiz (Nutuk'tan) c Yarın Cumhuriyet'i İlan Edeceğiz (Söylev'den) Fazıl Hüsnü Dağlarca c Gâzi Mustafa Kemal Atatürk Eylemde/10 Kasımlarda Ruşen Eşref Ünaydın c Atatürk'ü Özleyiş I−II Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil c Atatürk'ü Anlamak ve Tamamlamak Prof. Dr. A. Afetinan c M. Kemal Atatürk'ten Yazdıklarım Falih Rıfkı Atay c Zeytindağı Prof. Dr. Suat Sinanoğlu c Türk Hümanizmi I−II−III Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya c Batılılaşma Hareketleri I−II Charles N. Sherrill c Bir ABD Büyükelçisinin Türkiye Hatıraları/Mustafa Kemal I−II İsmet Zeki Eyuboğlu c Karanlığın Ayak Sesleri / Kadirilik Dr. Bernard Caporal c Kemalizmde ve Kemalizm Sonrasında Türk Kadını I−II Dr. Bernard Caporal − Neşe Doster c Kemalizmde ve Kemalizm Sonrasında Türk Kadını III − Kronoloji Ruşen Eşref Ünaydın c Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülâkat Kurt Steinhaus c Atatürk Devrimi Sosyolojisi I−II Bahir Mazhar Erüreten c Türkiye Cumhuriyeti Devrim Yasaları Sabahattin Eyuboğlu c Köy Enstitüleri Üzerine Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu c İlk Meclis 56
Prof. Dr. A. Afetinan c M. Kemal Atatürk'ün Karlsbad Hatıraları Yunus Nadi c Cumhuriyet Yolunda Falih Rıfkı Atay c Mustafa Kemal'in Mütareke Defteri ve 19 Mayıs Gâzi Mustafa Kemal c 1919 Yılının Mayısı'nın 19'uncu Günü Samsun'a Çıktım Nadir Nadi c 27 Mayıs'tan 12 Mart'a Yusuf Hikmet Bayur c Balkan Savaşları / Birinci Balkan Savaşı−I−II−III
Kaynak: http://ekitap.kolayweb.com/
[email protected]
57