B‹LÂL’E DA‹R B‹R NOT
b
ilâl her daim insanlar›n kalplerindedir ve bu yüzden hep sevgiyle hat›rlana gelmifltir. Bilâl ...
154 downloads
1320 Views
295KB Size
Report
This content was uploaded by our users and we assume good faith they have the permission to share this book. If you own the copyright to this book and it is wrongfully on our website, we offer a simple DMCA procedure to remove your content from our site. Start by pressing the button below!
Report copyright / DMCA form
B‹LÂL’E DA‹R B‹R NOT
b
ilâl her daim insanlar›n kalplerindedir ve bu yüzden hep sevgiyle hat›rlana gelmifltir. Bilâl öylesine sevilir ve insanlar›n gönlünde o kadar yer tutmufltur ki, ancak birkaç› onun hayat› hakk›nda çokça bir fley yazma ihtiyac› hissetmifltir. Onun orada oldu¤unu, her zaman Peygamber’in yan›nda bulundu¤unu ve O’nun taraf›ndan sevildi¤ini söylemek onlar›n hakk›d›r. Bu tarihî döneme dair birkaç resimde, genellikle geçmiflteki el yazmas› süslemelere göz at›ld›¤›nda Bilâl’in tan›nmas› çok kolayd›r. Bilâl siyâhîdir. Bilâl hakk›nda bilinen gerçekler çabucak anlat›labilir. Mekke’de do¤mufl olup Rabah adl› Habeflistanl› bir kölenin o¤ludur; puta tap›lan bir flehirde Bir Allah’a inanc› sebebiyle eziyet görmüfltür; Hz. Muhammed’in yak›n arkadafl› Ebû Bekir taraf›ndan sat›n al›n›p âzâd edilmifltir; ilk müezzin tayin edilmifltir; ‹slâm’›n ilk savafllar›nda, ordulara yiyecek tedari¤inden sorumlu olmufltur; Peygamber’e öylesine yak›nd›r ki sabah O’nu uyand›rmakla vazi-
8 • BEN B‹LÂL
felidir. Hz. Muhammed’in vefat›ndan sonra Bilâl’in bacaklar› kederinden onu tafl›yamam›flt›r. Tekrar ezan okumak için basamaklar› ç›kamam›flt›r. Hz. Muhammed’in vefat›ndan yaklafl›k on iki y›l sonra, muhtemelen 644’te Suriye’de vefat etmifltir. Hayat›n›n temellendirilebilece¤i çok veri yoktur. Bilâl’in hidayete erdi¤i günden itibaren Hz. Muhammed’in hayat›ndaki her olay, Bilâl’in hayat›ndaki bir olayd›r. Dahas›, hât›ras›n›n iki sütunu, onu tan›yan herkesten ald›¤› sevgi ve Peygamber’e olan yak›nl›¤›, ilkini paylaflan ve ikincisine merak duyan bir yazar için yeterlidir. Amerika’daki siyâhî Müslümanlar kendilerini Bilâlî olarak adland›rm›fllard›r. Bilâl ayr›ca Müslüman Afrika’da, bir Hristiyan tabiri kullanmak gerekirse, koruyucu bir azizdir. Hz. Muhammed (selam üzerine olsun) Bilâl’i cennetlik biri olarak ifade etmifltir. H.A.L. Craig Roma, 1977
B‹R‹NC‹ BÖLÜM
B‹LÂL KÖLEL‹KTEN BAHSED‹YOR
b
en kölelerin çocu¤u Bilâl! Köle olarak do¤dum ve sahibim Ümeyye, beni ölüme terk etmeye karar verene kadar köle olmaya devam ettim.
Bir kölenin hayat›nda hür bir kifliye nazaran daha az tesadüf cereyan eder; ancak meydana gelmeye bafllad›klar›nda ise ard› arkas› kesilmez. Üzerinde k›rbaç vard›r; bir köle yaln›zca deridir. Lâkin flimdi yafll› bir adam›m ve burada fiam’da, Ümeyye’nin ellerinde oldu¤umdan ya da onun bafl a¤r›lar› veya flarap fliflesinin kaprislerine nazaran kap›mdaki güller sebebiyle daha fazla tehlikedeyim. Çünkü bir köle asla bilmez, yaln›zca önceden sezer. Sahibinizin sesine benzer hiçbir ses yoktur. Sizi ça¤›rd›¤›nda sesinden kaçamazs›n›z. E¤er iki yerde, gözü önünde veya sesinin eriflebildi¤i mesafede de¤ilseniz, kaçm›fls›n›zd›r. O sizi sat›n alm›flt›r ve fiyat›n›z, hayat›n›z›n geri kalan›d›r. Ölüler hakk›nda flakalaflmak âdetim de¤ildir; ne var ki Ümeyye beni Mekke’deki pazarda sat›n ald›¤›nda, ödedi¤inden fazlas›n›
12 • BEN B‹LÂL
alm›flt›r. Anlars›n›z ya! E¤er birisi bir at sat›n al›rsa, o at›n, günün birinde onu f›rlat›p boynunu k›rmayaca¤›ndan emin olmal›d›r. Bu olas›d›r; oldu¤unda kifli, kötü bir pazarl›k yapm›fl demektir. Ancak son gülenin kim olaca¤›na karar veren yaln›zca Allah’t›r. Neyse sadede gelelim. Asl›nda daha bafllamadan konudan ayr›lacak kadar yafll› olmal›y›m. Yaln›zca bir köle idarecisi olan Ümeyye’ye haf›zamda çok yer veremem. Çünkü ben, Ümeyye’nin kölesi Bilâl, size hayret edilecek günlerden bahsedece¤im. Ben oradayd›m -yirmi iki y›l oradayd›m- Allah’›n elçisi Muhammed (a.s.) dünyaya yürüdü¤ünde. Onun dediklerini iflittim ve yap›p ettiklerini de gördüm.
B‹LÂL MEKKE’Y‹ KARIfiTIRAN K‹fi‹DEN BAHSED‹YOR
o
sabah Ümeyye, her zaman oldu¤u üzere Kâ‘be’nin yan›nda di¤er tüccarlarla oturmaktayd›.
Ben her daim sabah›n olmas›n› dört gözle beklerdim; efendilerimizi emirlerine amâde izlerken, çömelip f›s›lt›yla dedikodu yapard›k dostum olan di¤er kölelerle. Ama ço¤unlukla gölgeden hofllan›rd›k ve Mekke’de gölge, akci¤erler için nefes neyse oydu. Çünkü hiçbir fley yetiflmez Mekke’de; ne bir a¤aç, ne ot, ne de bir çiçek. Ve flehri çevreleyen kayal›k tepeler gün ortas›nda güneflin fliddetli s›ca¤›n› geceye tafl›rd›. Tabiat›n›n çetinli¤iyle Mekke dünyadaki feci yerler aras›ndad›r. Yine de o günlerde bile, Mekke’yi bilenler onu zihinlerinden söküp atamazlard›. D›flar›dayken vatan hasreti çekerlerdi. Hiçbir vaha ya da ›l›man ülke onlar› tatmin edemezdi; her zaman toplan›l›p geri dönülürdü. Çöldeki develer bile “Mekke” kelimesini iflittiklerinde bafllar›n› kald›r›p ad›mlar›n› h›zland›r›rlard›; Mekke’de aç›k art›rmada al›-
14 • BEN B‹LÂL
nan bir köle olan, kalabal›klara dayanma gücünü göstermek için dürtülen, çimdiklenen ve koflturulan ben bile, iflkence mekân›m› sevmeye bafllam›flt›m. Size diyebilirim ki bu gümüfl kupadaki su, fiam’›n bu serin akan suyu, Kâ‘be avlusunda f›flk›ran keskin kokulu sülfürlü zemzem suyuyla -onu yaln›zca elimden yapt›¤›m kupayla içmifl olsam da- karfl›laflt›r›lamaz. Niye? Bu kahverengi, güneflin vurdu¤u tabiattan merhametli bir bak›fl olmaks›z›n ›ss›z bir vadide olan flehir, niçin hayallerimizi zorlar ve zihnin peflini b›rakmaz? Çok uza¤a bakman›za gerek yok! Kâ‘be’nin siyah parlakl›¤› çölde yeryüzünün takt›¤› semavî bir mücevher gibi yükselir; bir hurma a¤ac›n›n gölgesi gibi bir gölgeye sahiptir; nihaî vaha odur. Putperestlik günlerimde bile bir bar›fl mekân›yd› Kâ‘be. Hiç kimse Kâ‘be civar›nda k›l›c›n› ç›karamaz, elini düflman›na kald›ramaz; herhangi bir kin, savafl, düzensizlik veya haydutlu¤u oraya tafl›yamazd›. ‹nsan ›rk›n›n ilk ibadet evi Kâ‘be, yaln›zca Bir ‹lâh’a ibadet eden, ‹smâil ve ‹shâk’›n babalar› ‹brahim taraf›ndan infla edilmiflti. Ancak insanl›¤›n çaprafl›kl›¤› fludur ki bu ihtiram gösterilmesi gereken ev, tahtadan yontulma veya tafltan oyulma Arabistan putlar› için bir depo hâline geldi: gece ve gündüzün ilâhlar›, yaral› ve topal ayaklar için ilâhlar, flans ve yolculuk ilâhlar›. Üç yüz atm›fl farkl› ilâh vard› ve hepsi kâr içindi. Cennette al›nan ve ebedî olan gerçek dinin sundu¤u karfl›l›k için de¤il; bir pazar yerinde sat›fla sunulup, k›zg›n bir tafl›n üzerindeki tükürük gibi konup göçen kervanlardan kâr elde etmek içindi. Her sene, belirlenen bir ayda Arap kabileleri Kâ‘be’deki ilâhlar›n› ziyarete gelirlerdi. O gün gelip çat›nca büyük bir pazar kurulur ve oraya Suriye’den tüccarlar, Yemen’den deniz tacirleri, ‹ran’dan çöl nakliyecileri ve her yerden köle tüccarlar› gelirdi. ‹lâhlar ve alt›n birbirine eflit ticarî metayd›lar. Tüm bunlar› size hikâyemi yerinde, Kâ‘be’nin gölgesinde oturdu¤um yerde kurgulayay›m diye anlat›yorum.
B‹LÂL MEKKE’Y‹ KARIfiTIRAN K‹fi‹DEN BAHSED‹YOR • 15
“‹flte Allah’la konuflan adam gidiyor.” Bu, Ebû Cehil’in sesiydi ve arkamda oturan kölesi, söz kahkahada yitip gitmeden aya¤a kalkm›flt›. Bu sebeple tekrar çömeliverdi. “Niye su üstünde yürümüyorsun, Peygamber?” Bu, flimdilerde cehennemde cevap veren efendim Ümeyye’nin sesiydi. Sonra onu, Abdullah o¤lu Muhammed’i geçerken gördüm; her zamanki gibi yaln›z yürümekteyken, yüzü da¤lara, insanlar›n bir mele¤in onunla konufltu¤unu f›s›ldad›klar› yere dönük, ard›nda f›rt›nalar b›rakarak Kâ‘be’nin köflesinde kayboldu; ya da kahkaha atanlara, efendilerimize öyle göründü. Ancak Ebû Süfyân gülmemekteydi ve tüm Mekke’de sahibinizden sonra dikkat etmeniz gereken kifli Ebû Süfyân’d›. Onun hikâyesiyle bizimkiler avc›yla av, köpekle geyi¤inki gibi birbirine ba¤l›yd›. Elbette biri di¤erine ihtiyaç duyard›; elbette bizi biz yapmaya yard›m eden oydu. Aniden aya¤a kalkt› ve konuflma kesildi: “Bir ilâhl› kifli ilâhs›zd›r.” dedi. Ola¤an oldu¤u üzere parma¤›yla nabz›n› tuttu; çünkü putperestler birçok ilâh aras›nda bât›l inançlar›n› paylaflt›r›rlar ve kalplerinde Tek ‹lâh’›n saf hakikatini anlayamazlar. Ama onun endifleli oldu¤unu görebilirdiniz. “‹lâhlar bizi terk edecekler ve e¤er onun küfrünü dizginlemezsek, hediyelerini bir baflka flehre bahfledecekler.” Ebû Leheb’e bakt›. “Sen onun amcas›s›n. O’nu kontrol alt›na almak, kendi ailesinin sorumlulu¤undad›r.” dedi. Ebû Leheb telâfla kap›ld›. Tart›flman›n uza¤›nda, onun d›fl›nda tutulmay› umarak oturmaktayd›. “Onu kontrol alt›na almak m›? Muhammed k›rk yafl›nda! Biliyorum, biliyorum; bu, utanç hâline gelmekte... Bana, kendi ailesine, size, kendi s›n›f›na. Dün kölesini evlât edindi. Delilik! ‹steyen herkese elinde olan› verip saç›yor. Delilik! Ayak tak›m›n›, borçlular› besliyor... Her gün kap›s›nda onlardan onlarcas› dikilmekte. E¤er birer koyun almazlarsa, flanss›zlar demektir. N’apabiliriz? Ye¤enim delirdi.” Ebû Leheb birinden di¤erine sanki aç›klanamayacak fleyi -kendi ülkesinde bir peygamber!- ona aç›klayacaklarm›fl gibi dönüp durdu. Endifleyle Ebû Süfyân’›n kolunu tuttu.
16 • BEN B‹LÂL
“Anlat bana Ebû Süfyân! Gençli¤inin bahar›nda, güçlü, yak›fl›kl›, bafl›nda tek bir ak bulunmayan, zengin bir eflle evli ve Mekke’de en güzel fleyleri almaya muktedir biri… Ve bak n’ap›yor? Da¤da bir ma¤arada titreyerek oturuyor… Delilik de¤il mi bu? Evde s›cak bir döfle¤i var! Ve bunlar›n tümü, onunla konufltu¤una inand›¤› bir melek yüzünden... O melek O’nun kendi kulaklar›ndaki bir u¤ultu…” Burada Ebû Leheb bezgin bir hâlde çöktü. Arkadafllar› flimdi flafl›rm›fllard›. Ailedeki bir delilik her kiflinin korkusudur; çünkü hiçbir fley yap›lamaz ve hiçbir tavsiye do¤ru de¤ildir. Yaln›zca hat›rlama yoluyla ak›l sa¤l›¤›n›n gelmesini ümit edebilirsiniz. “Ancak bir y›l kadar önce hepiniz onu tan›y›p ona hürmet etmekteydiniz. O zaman ona gülmüyordunuz. Anlaflmazl›klar›n›zda hakemlik yapt› ve tart›flmalar›n›z› halletti. Ne zaman akl-› selîm sahibi birine ihtiyaç duysan›z, ona giderdiniz.” Ebû Leheb kölesine el etti. Demesi gerekenleri o an itibar›yla söylemiflti. Kederim odur ki Ebû Leheb baflka zamanlarda daha fazlas›n› söylemifl ve cennetin a¤açlar› ve nehirleri elinin alt›ndayken kireç kuyular›na yönelmifltir. Ancak yaln›zca Allah bilir ruhlar›n mekânlar›n›. Ebû Süfyân kabul etti: “O’nun ilâhlarla ilgili söyledi¤i tek bir fleydir -cidden kabul ediyorum. Lâkin ilâhlar kendilerine göz kulak olacaklard›r. Ama bunu bir baflkas›na söylemesi baflka bir fley ve bu tehlikeli olabilir. Ancak yak›nda görece¤iz. Onu dinleyen korumas›z kiflileri ve köleleri hapsedece¤iz.”
B‹LÂL EFEND‹S‹NE MEYDAN OKUYOR
a
mmâr’› içeri getirdiklerinde bir köle pozisyonunda duvara karfl› durmaktayd›m.
Onu dizleri üzerine itelediler; ancak o, bafl›n› onlara do¤ru kald›rd›. Sonra gördüm ki iflin sonu kötü olacak. Bir köle olmufl olsayd›, e¤ik bafl›n onu koruyaca¤›n› bilirdi. Ama o her ne kadar merdivenin alt basama¤›nda olsa da, hür bir kifli olarak haklar›nda ›srar etti ve onlara yüzünü dönmeye cesaret etti. “Muhammed size ne ö¤retiyor?” “O bize, tüm insanlar›n Allah huzurunda bir tara¤›n diflleri gibi eflit olduklar›n› ö¤retiyor.” Biliyorum ki ben, duvara karfl› duran köle Bilâl, bu sözleri iflitti¤imde ürpererek titredim ve Ümeyye’nin de yüzünün k›zar›p öfkelendi¤ini gördüm. Ancak bir köle sahibiyle ayn› hisleri tafl›maz. S›k s›k Ammâr’›n o gün niçin o denli cüretkâr oldu¤unu merak ettim. Pekâlâ, Muhammed, bize dua etmeyi... hakk› söylemeyi... kendin için arzu etti¤ini komflu için de arzu etmeyi ö¤retiyor...
18 • BEN B‹LÂL
diyebilirdi ve onlar da onu b›rakabilirlerdi. Ancak Ammâr, Allah ona rahmet etsin, kitab› onlara aç›k k›ld›: “Muhammed (a.s.) bize yaln›zca Bir Allah’a ibadet etmemizi ö¤retiyor.” Hat›rl›yorum da Ebû Süfyân’›n boynunun etraf›nda canl› bir fley gibi dolanan bir tülbendi vard›. Ammâr “Bir Allah” deyince, tülbent s›rt›nda köpe¤in tüylerinin ›sl›¤› gibi yükseldi. En kötüsü Ebû Süfyân de¤ildi -bu fecîli¤i Taiflilere b›rak›yorum- ve bunun ötesinde, Ebû Süfyân’›n köleleri onun kötü bir efendi olmad›¤›n› düflünüyorlard›. Bir kafl hareketi ifli görecekse, sesini asla yükseltmezdi. Ama yumuflakl›¤›yla beni korkuturdu ve o gün onunla eflit bir flekilde konuflmada haddi aflarak Ammâr’› korkuttu. “Tek ilâh m›?” diye sordu, oldukça mant›kl› bir flekilde ve yaln›zca merakl› görünen bir sesle: “Ama bizi gözetleyen ve bize bahfleden üç yüz altm›fl ilâh›m›z var.” Sonra ender bir fley hat›rl›yorum; karfl› pencerenin d›fl›nda uzaklaflmayan beyaz bir kelebek. Ebû Süfyân’›n, Ammâr’›n etraf›nda yürüyüflünü hat›rl›yorum. Hat›rl›yorum. Hat›rl›yorum. Ama niye olmas›n? O odada, sonraki dakikalarda tüm hayat›m de¤iflti. “‹lâhlara ev sahipli¤i yaparak yaflad›¤›m›z› Muhammed fark etmiyor mu? Her kabilenin tapt›¤› kendi ilâh› vard›r. Her y›l Arabistan kabileleri Mekke’ye ibadet etmeye ve bizden al›flverifl yapmaya gelirler. ‹lâhlar hem ma‘bûdumuz, hem de gelir kayna¤›m›zd›r. Zay›fa ve yoksula bakm›yor muyuz? Sen hakk›n› alm›yor musun? fiimdi...” Konuflmac›lar›n daha çok etki sa¤lamak için yapt›klar› gibi duraklad› ve sonraki sözü için oday› arfl›nlad›... “Üç yüz altm›fl ilâh›, göremedi¤imiz, ama her yerde oldu¤u varsay›lan, bu bahçede... Taif ’te, Medîne’de, Kudüs’te... ayda oldu¤u varsay›lan Bir ‹lâh’la m› de¤ifltirelim?... Mekke nerede olacak o zaman? ‹lâh evlerindeyken kim gelecek buraya?” Herkes tatmin olmufl görünüyordu. Tüccar emîr, Bir ‹lâh’› yerdi ve k›sa bir cümle, uzun bir konuflma taraf›ndan ma¤lûb edildi. E¤er olup bitenlerde, arkamdaki duvar da dahil her fleyin mül-
B‹LÂL EFEND‹S‹NE MEYDAN OKUYOR • 19
kiyetinde pay› olan efendim ifle beni kar›flt›rmasayd›, mesele hiç kimseye bir zarar vermeden sona erebilirdi; ad›m söylendi. Bir ipek sallan›fl›yla Ümeyye, Ammâr’a ulaflt›. “Diyorsun ki bir köle efendisiyle eflittir...?” S›rt›ndaki ipek örtü titredi. “Bedel olarak para ödedi¤im kara Bilâl, benimle eflit mi?” Sorunun saçmal›¤›n›n hazz›na varmak için duraklad›. Ben, “kara Bilâl”, gerçekten “eflit ya da de¤il”, sorunun d›fl›ndayd›m. Hiçbir fleydim ve bu sebeble ikisi de de¤ildim. Asl›nda Ümeyye soytar›ca soruyu Ammâr’›n burnunun alt›nda avucunun içine al›yor gibi bir hareket yapt›¤›nda kahkahayla kat›labilirdim. Hiçbir cevaba gerek yoktu. Ancak Ammâr -o zaman ne kadar ahmak görünmüfltü- soruyu kald›¤› yerden sürdürmeye cesaret etti ki di¤er herkes, hatta Ümeyye konuflmay› b›rakt›. “Muhammed (a.s.) bize tüm insanlar›n, ›rklar›n, renklerin, statülerin Allah huzurunda eflit oldu¤unu ö¤retiyor.” Bir sessizlik oldu. Sonra yine ismimi duydum. “Bilâl!” Ça¤r›ld›¤›mda, daha sonradan bir baflka hayattan ça¤r›ld›¤›m› nereden bilebilirdim? Ama herhangi birimizin hayat›ndaki bir sonraki dakikay› bilen yaln›zca Allah’t›r. Emredildi¤i gibi geldim. “Bilâl! Mekke’nin efendisiyle senin arandaki fark› bu adama göster. Diline sahip olmas› için kamç›la yüzünü.” Bugüne kadar tabirin muntazaml›¤›n› anlayamad›m. Elbette o zalimlik bazen oldukça muntazamd›r; kesinlikle eziyet sarihtir. Elime bir k›rbaç tutuflturdular ve Ammâr cezaya yüzünü sunarak bafl›n› kald›r›p bana bakt›. Sonra neler oldu¤unu size nas›l anlataca¤›m? fiimdi bile kulaklar›mda bir u¤ultu ve bir sersemleme hissi olmadan o âna dönüp bakam›yorum. San›r›m bir parça hat›rl›yorum. Ümeyye’nin yuvalar›ndan f›rlayan gözleri ve Ebû Süfyân’›n profili; çünkü o, cezalar› onaylayan, ama onlar› izleyerek sayg›nl›¤›n› düflürmeyecek bir adamd›.
20 • BEN B‹LÂL
Ne var ki Ammâr’› net bir flekilde hat›rl›yorum. Bak›fl› saf ve huzur dolu, korkusuz, uysal ama kuvvetliydi. Gözlerinde benim köleli¤imden daha kuvvetli bir güç gördüm. O an benim, Bilâl’in mülkiyeti de¤iflti. K›rbac› düflürdüm. Soluklar›n› hissettim. Ne görmüfl olduklar›n› biliyorlard› ve ben de ne yapm›fl oldu¤umu biliyordum. Bir köle baflkald›rm›flt›. Ammâr yerdeki k›rbaç için ilerledi. Tekrar elime vermek için çabalad›. F›s›lt›s› zihnimde bir 盤l›k gibiydi: “Ne diyorlarsa yap Bilâl!.. ‹flte k›rbaç!.. Hadi yap!.. Seni öldürecekler, Bilâl!” Ancak bu sefer k›rbac› yere f›rlatt›¤›mda, her fley bana sükûnetli geldi. Ebû Süfyân’›n Ümeyye’ye bir el hareketi yapt›¤›n› gördüm. Hind’in hafif gülüflünü iflitip ona do¤ru döndüm. Hayat›m boyunca Hind’i, do¤rudan bakmaya hiç cesaret edemeden izlemifltim. Bu sebeple onu, yaln›zca anl›k görüntülerde görmüfltüm. O âna kadar onu bütünüyle gördü¤ümü hat›rlam›yordum. O yaln›zca anl›k görüntülerinden ibaretti. Ümeyye sakin, hatta sessizdi. “E¤er sen Bilâl, ilâhlara sahip olacak kadar insansan, o hâlde onlar senin sahibinin ilâhlar›d›r. Benimkiler! Benim köle semtime, herhangi bir görünmeyen ilâh getirmeyeceksin.” Batan güne do¤ru bir göz att›. “Seni hizaya getirece¤im; ama güneflin k›zg›nl›¤›n› bekleyece¤im; bugün art›k fliddetini kaybetti.” Bana uygulamaktan haz duyduklar› üzere, boynumun etraf›nda ve bileklerimde ipleri hissettim. Asla daha fazla itaatkâr de¤ildim. Beni d›flar› ç›kar›p sabah› beklemek üzere kölelerin kald›¤› yere f›rlatt›lar.
B‹LÂL ÖLÜMÜNÜ BEKL‹YOR
t
üm gece kendi içimde k›p›rdanay›m diye kendi bafl›ma b›rakt›lar. Söyledi¤im gibi, efendim cezalar›nda çok titizdi. Sabahleyin bir kamç›, -onun ifadesiyle- bir köleyi tüm gece kaynar tutmak için en iyi odundu. Ancak beni endiflelendiren, k›rbaçtan daha çok güneflti. Ümeyye beni güneflin alt›nda b›rakt›; Mekke’de günefl dara¤ac›yd›.
Ölüm beklentisi, bir insanda birçok lâmba yakar ve çok flükür ki Allah, o gece bana görmem için nur verdi. Tekrar babam› ve annemi, boya f›ç›lar›n›n ve tabakhanelerin avlular›nda çal›fl›rlarken gördüm -babam›n o büyük kuvveti öylesine bitip tükenmiflti ki insanl›¤›na dair sahip olup olaca¤› yegâne fley büyük yafl›yd›-; annem öksürüyordu, hep öksürmekteydi; hayat›n kendisi onu öksürüp atana dek. Ancak o gece bana bakt›klar›nda, yine flefkat ve üzüntülerini gördüm. K›z›ldeniz’in karfl›s›ndan, Etyopya’dand›lar . Nas›l köle olduklar›n› asla bilemedim. Bana asla anlatmad›lar. Bir defas›nda an-
22 • BEN B‹LÂL
nem, özgürken gebe kalmas›na ra¤men, kölelikte do¤du¤umu söylese de buna unutma yoluyla katland›lar. Bu yüzden hep, hayat›m›n en gizemli bölümünde bir köle olmad›¤›m› biliyordum. Yine de tüm insanlar hayatlar›n› ve duraklar›n› bilgileri olmaks›z›n al›rlar; kimse kap›s›n› seçemez; hiç kimse “buraya giriyorum” diyemez. ‹nsan›n k›smeti budur. O gece yine, uzunca bir zaman öncesinin kula¤›yla annem ve babam›n, beni öldürmeleri gerekti¤ini mi yoksa bana do¤umumun bahfletti¤i köleli¤e devam m› etmem gerekti¤i hususunda f›s›ldaflt›klar›n› duydum. Yine yüzümde gözyafllar› hissettim; kendim için de¤il de, onlar›n sevgilerinin ac›s› için. ‹shâk gibi babam›n dile¤ine teslim olabilirdim, ‹shak gibi.. Bu olmayacakt›. Sat›laca¤›m, kendi boyu posumda bir köleye dönüfltü¤üm günü gördüm. Sonra bir vâristen di¤erine, bir sahip de¤iflikli¤inden di¤erine, deve ve koyunlar aras›nda sat›ld›m ve tekrar sat›ld›m. Pöh! fiimdi buna gülebiliyorum - de¤neklerden tekmelere ve kamç›lara. Ama o gece Ümeyye’nin kölelerinin kald›klar› yerde ise dizlerden boyna ba¤l› olmak m›? ‹çimde az›c›k gülme hissi kalm›flt›. Sonra yine ac› flimflekleri içinde dünyan›n güzelli¤iyle ferahlamaya bafllad›m. Beni afl›p giden güzelli¤e. Neydi o? Bir köpek uzaktan havlamaktayd›; ay ›fl›¤› zemindeydi; bir adam avlunun karfl›s›nda huzurunun derûnunda horlamaktayd›. Zar zor hat›rl›yorum. Nas›l hat›rlayay›m? Zihin kendine sahip olmada oldukça k›s›tl›d›r. Yine de hat›rl›yorum; o karanl›k gecede, körelen gün ›fl›¤›nda bir u¤ur böce¤inin bir s›r›kta kondu¤unu görüyordum. Bugün bile ne zaman bir u¤ur böce¤i görsem, tüm gün mutlu olurum. U¤ur böcekleri! U¤ur böcekleri acaba insanlar ölüm fikirlerini toplarken neyi düflünürler? Sonra geçen akflamki tesadüfler vard›. Beni bu uçuruma ne getirdi? Ammâr m›? Benim Ammâr’la ne iflim olabilirdi ya da onun benimle? Ona vursayd›m, beni suçlayamazd›. Hatta k›rbac› tekrar elime verdi. Yine de ben, hiçbir fley olan Bilâl, köleli¤imde hiçbir fleyin beni itaat ettiremeyece¤ini keflfettim.
B‹LÂL ÖLÜMÜNÜ BEKL‹YOR • 23
Bir karar vermifl oldu¤umu düflünebilirsiniz. Hata etmifl olursunuz.Çünkü bir köle nas›l karar verebilir? Seçene¤i olmayan kiflinin bir karar› olamaz. O hâlde k›rbaç ya da sopa o her neyse, niçin elimden düfltü? Bir köle kendisi için bile bir korkudur ve ben isyan için ne yeterince cesurdum, ne de aptal. Cevap bunun d›fl›nda bir yerde. Nerede? Muhammed’de mi? Muhammed (a.s.)’i birçok kez görmüfltüm; ama O’nunla asla konuflmam›flt›m. Büyük Panay›r* sona erdi¤inde, kervanlar kendi tozlar›nda kaybolduklar›nda, Mekke ufal›rd›. Sokaklar yerini aflina yüzlere b›rak›rd›; köle olan benim yan›mdan çok dikkat etmeden ve aflina olmadan geçseler de. Ama Muhammed (a.s.) farkl›yd›. Dostane bir bak›fl› olmadan asla bir adam› geçip gitmezdi. fiimdi o Bir ‹lâh’a flâhid olan birisi. ‹pler ellerimi kesip içinde bulundu¤um durum içimi döverken, orada saatlerdir uzan›yordum. San›r›m sabah s›zlan›p, sürünüp ayaklara kapanma sûretiyle hayatla ölüm aras›nda birkaç santimlik çizgi f›rsat›n›n bana verilebilece¤i umudunu tafl›yordum. Umut etmifl olmal›yd›m. Umut insan›n en son arkadafl›d›r ve onu ancak son nefesinde terk eder. Sabah olmak üzereydi. Yeni bir hava dünün eski havas›n› bast›rd›. Onunla ci¤erlerimi doldurdum. Zihnim tekrar Bir Allah hakk›nda gezinmeye bafllad›. Yani hiçbir kuyusu olmayan bir göçebeydim. Lâkin susad›m; susuzlu¤um bütün bütündü ve beni ne oldu¤unu bilmedi¤im fleylere sevk etti. Ey Allah›m! Seni seçen insan de¤il, Sensin insan› seçen. Senin dilemen olmasa, kimse inanamaz. Gün a¤ar›rken, Allah’›n izniyle Allah’a kendimi teslim ettim. ‹flte benim ‹slâm›m! Aniden öylesi bir flirinlik içime akt› ki iplerimle bile hoflnut kald›m. Ruhum flak›d›. Biliyordum ki yegâne rahat›m, Bir Allah’›n yak›n›nda olmak olacakt›. Bunu zihnimden daha derin bir hakikat*
Ukaz Panay›r› (ç.n.)
24 • BEN B‹LÂL
le insan›n derinliklerinde, yani kalpte bildim. Duaya bafllad›m ve ruhum dinlendi. Allah’a hamda bafllad›m ve zihnim huzurla doldu. O’nun rahmetine bakt›m ve korkum benden ayr›l›p gitti. Sonra günefl yükseldi Allah’›n eliyle. Benim için geldiklerinde onlara teflekkür ettim. Nereden bilebilirlerdi? Uygun seyir onlar›n ac›mas› için dua etmek olurdu. Benim deli oldu¤umu düflündüler. Beni yaratan Allah’ta sükûn buldu¤umu nereden bilebilirlerdi - bana yapmad›klar›n›n yap›l›p yap›lmayaca¤› Allah’›n dilemesiyle de¤il miydi? Kald›rd› elleri beni. Nas›l bilebilirlerdi, Allah’›n beni onlar›n ellerinin korkusunun ötesine kald›rd›¤›n›?
B‹LÂL ÖLÜR VE YAfiAR
b
enimle ilgili olarak çok çabuk davran›yorlard›. Sokaklara do¤ru koflturdular beni, flurada burada pencereler kapanmaktayd›. Çünkü insanlar vahflî de¤ildir ve ac›y› izlemekten haz duyanlar da azd›r. Tamam› elbette hizaya getirilmemi anlad› ve onaylad› efendime kendi s›n›f›ndan insanlar›n huzurunda meydan okumufl ve onu utand›rm›flt›m. Hürriyete müsaade edilmemeliydi. Yine de ben hâlâ evlerinin önünden aceleyle geçirilmeliydim.
Büyük nüfûzu olan Ümeyye için benim davam basitti. Ona göre ben h›rs›zd›m. Bir köle olarak de¤erimi mahvetmifl ve dolay›s›yla bana ödemifl oldu¤u ücretten çalm›flt›m. Art›k yaln›zca derim ona fayda getirirdi; onu yüzebilir ve kölelere bir ibret olarak sergileyebilirdi. Elli y›l sonra Ümeyye’ye ac›ma temâyülü tafl›yorum. Di¤erlerine âdil olmayan kendine de âdil de¤ildir. Beni d›flar›da kaz›¤a ba¤lad›lar ve Ümeyye bir k›rbaç ald›. ‹flkenceme tak›l›p kalmayaca¤›m. Ac›n›n hâf›zas› yoktur; o kendi mevcûdiyetinde var olur. Ayr›ca o gün hakk›nda çok fley
26 • BEN B‹LÂL
söylenmifltir ve ben kendimi çokça bir flehîd gibi buldum. Ancak Allah, güneflten daha kuvvetlidir ve insan ruhuna bir k›rbaçla dokunulamaz. Allah’› yüksek sesle, bildi¤im tek flekilde ve bildi¤im tek ismiyle and›¤›m› hat›rl›yorum: “Tek Allah”.* Ben, on binlerce kifliyi namaza ça¤›ran Bilâl, o vakit hiçbir dua bilmiyordum. Yine de O’nun ad›n› and›m, O da kalbimde bana cevap verdi. K›rbaç alt›nda 盤l›k atmad›m, nefesimi Allah›m için tuttum. Onlar›n merhametini rica etmedim, yaln›zca O’nunkini istedim. Her iflkencenin ara verildi¤i anlar, s›n›rlar›n bir tan›nmas› vard›r. fioklar esnas›nda çabucak ölseydim, Ümeyye’ye göre iki kez h›rs›z olurdum. O aralardan birinde Ebû Süfyân’›n kar›s› Hind, bir parfüm esintisi ve flemsiyesinin gölgesiyle tepemde belirdi. Sözlerimi iflitmek için e¤ildi: “Tek Allah”. Sonra dönüp güldü. Hind’in çok flirin bir gülüflü vard›. “Kölenin va’z etti¤ine yemin edebilirsiniz.” dedi. Sonra k›rbaç tekrar be tekrar ünledi üzerimde. Bir anl›¤›na, bir a¤ac›n rüzgârdan sal›n›fl›ndaki gibi ölüme u¤ray›p u¤ramad›¤›m› merak ettim. Ama kim söyleyebilir? Öldüklerini bilen yaln›zca ölülerdir. Yine de çekti¤im ac›lar›n dindi¤ini söyleyebilirim. Bana iflkence edenler ›rak oldular bana; üzerime a¤›rl›klar› eninde sonunda beni ezip öldürecek kayalar› koyduklar›nda bile yaln›zca yeni ve farkl› bir fleyler yapt›klar›n› düflünüyordum. Onlar›n ulaflabileceklerinden ötedeydim. Onlar› büyük Ukaz Panay›r›’nda dans eden keçiler gibi saçmal›klar›yla u¤rafl›rken izledim. Sonra gözlerimi kapay›p semaya bakt›m. Aniden önümde yeflil alanlar ve meyveli a¤açlar belirdi. P›narlar›n ak›fl›n› iflittim. Gölgenin flirinli¤ini tatt›m. Her ›rktan erkek ve k›zlar›n sayg›nl›kla yürüdü¤ü bir bahçeye girdim. Beni selâmlad›lar ve bir çeflmeye götürdüler. ‹çtikçe ruhumun susuzlu¤u azald› ve Allah’a yak›n oldu¤umu anlad›m. *
Ehad (ç.n.)
B‹LÂL ÖLÜR VE YAfiAR • 27
Bu bir düfl, say›klama ya da bir fantezi miydi? Ya da akl›m bafl›mda m›yd›? Veya k›rbaçlar›yla beni ç›ld›rtm›fllar m›yd›? Yoksa tümü bu muydu ve ayr›ca fliir miydi; çünkü insano¤lu kendini fliirle kand›r›r? Daha sonra bitti iflkence; ama ben hâlâ kendime soruyorum: Ben, hizaya getirilmeye çal›fl›lan köle Bilâl, önümde kutlu ölüler diyar›n› m› gördüm?
B‹LÂL TEKRAR SATIN ALINIYOR
t
art›flmakta olan sesler iflittim: Ümeyye’nin ve bilmedi¤im birinin daha ›l›ml› sesi. Gözlerimi açmaya çal›flt›m, ama tepede olan günefl kör etti beni. Para hakk›nda konuflmaktayd›lar ve bu ola¤an d›fl›yd›. Mekke’de para tiryakiliktir, sanki insanlar›n ba¤›rsaklar› parayla çal›fl›r ve zaman dirhemle belirtilir. ‹lgilenmedim. Tekrar uyuma hasretindeydim; asla köle olarak uyanmamak üzere, asla yüzleri alt›nda olmamak üzere, asla seslerinin ulaflaca¤› bir mesafede olmamak üzere. Çünkü flimdi hiç bilmiyor oldu¤um fleyi ö¤rendim. ‹nsan›n, dostu olan biri için tertib edebilece¤i en feci ölümden bile Allah daha merhametlidir. Ruhlar› almada Allah’›n eli en nazik olan›d›r.
Üçüncü bir ses duydum. Kendi bafl›na otorite olan Ebû Süfyân konuflmaktayd›: “Adam edilirken bir köleyi almak ya da satmak sosyal düzene ayk›r›d›r.” Zihnimi toplamaya çal›flt›m. Ümeyye cevap veriyordu: “Köle zaten ölü! Ebû Bekir üç yüz dirheme bir lefl sat›n almak istiyorsa, bu benim için düflefltir.”
30 • BEN B‹LÂL
Yeni bir isim zikredildi: Ebû Bekir? O niye buradayd›? Günefle karfl› bile gözlerimi açt›m. Bir f›s›lt› oldu ve konuflmalar› duraklad›. Sonra tan›mad›¤›m ses yaklaflt› ve aram›zdaki tutuflan mesafeden ismimi ünledi. Ümeyye onun yan›ndayd›. “Kölenin aya¤› k›p›rdad›, k›p›rdad›¤›n› gördüm.” Sonra kafam›n içine do¤ru f›s›ldad›: “Nefes al, kara hayvan!” Bu en hafif deyimiyle bir çark etmeydi. Birkaç saattir nefesimi kesmekte olan adam, flimdi son nefesime kadar onu tutmam uyar›s›nda bulunuyordu. Kuflkusuz hayat›n kahkahas›ndan çok komedisi vard›r. Daha çok ses. Yine Ümeyye, “Fiyat›n› tepti o, Ebû Bekir! De¤eri iki; verin iki yüz dirhemi, al›n gidin.” Üzerimden kayalar› al›p iplerimi çözdüler. Bilâl yine sat›lm›flt›. Evet.. Ve yine al›nm›flt› Bilâl, ama bu sefer bir dakikal›¤›na. Genç bir adam kalkmama yard›m etti. ‹lkin onu görmekte güçlük çektim. Sonra anlad›m kim oldu¤unu. Zeyd.. Muhammed (a.s.)’in evlâtl›¤›yd›. Hiçbir fley söylemedim. ‹htiyaç yoktu; çünkü her fleyi o söyledi! “Kölelikten âzâd edildin Bilâl.” Ümeyye bir yandan paray› say›yor, bir yandan da k›k›rd›yordu. “Ona iki yüz dirhem ödedin; ama söylememe izin ver, onu yüz dirheme de b›rakabilirdim.” Kahkaha atmaya bafllad›lar. Daha sonra kandil gibi bir adam olan Ebû Bekir’i gördüm. “Sen kendini aldatt›n Ümeyye” dedi, “onun için bin dirhem isteseydin, yine de verirdim.” Kuflkusuz fiyat›m tavan yapt›! Bir koluma Ebû Bekir, di¤erine Zeyd girip, beni yar› sürükleyerek yar› yürüterek götürdüler. Onlara çokça yard›mc› olamad›m; çünkü bacaklar›m art›k tartm›yordu beni. ‹lk befl gün Ebû Bekir’in evinde karart›lm›fl bir odada bilincin içinde ve d›fl›nda sürüklenerek uzand›m. Belirsiz f›s›ldaflan sûretler, üzerimde ya¤lar, merhemler ve ›slak bezlerle dolafl›p duruyorlard›. Bir defas›nda uyand›¤›mda, odan›n köflesinde dua eden bir
B‹LÂL TEKRAR SATIN ALINIYOR • 31
adam gördüm; sonra tekrar uyudum. Alt›nc› günün sabah› nihayet kalk›p d›flar› ilk ad›mlar›m› att›m. Ebû Bekir o kadar mutlu oldu ki bir keçi getirip benim için sa¤d›. Sonra bana: “Allah’›n elçisi üç gün boyunca, ateflin düflene kadar flahsen senin için dua etti. Sen güvende olunca seni b›rakacak. Hiç bu denli mutlu bir adam görmedim. “Bilâl ‹slâm’a dahil oldu.” dedi. Yar›n sen ve ben Peygamber’e gidece¤iz.” dedi. Benim ‹slâm’a inanan üçüncü kifli oldu¤umu söylüyorlar. Ancak bu, bana verdikleri çok büyük bir paye. Yaln›zca dokuzuncu kifliyim. Benim gurur duydu¤um fley ise, ilk ashâb›n en düflük s›n›f›ndan olmamd›r; çünkü bir tafl›n alt›nda bulundum.
B‹LÂL MUHAMMED (A.S.)’LE KARfiILAfiIYOR
a
ln› soylu ve ç›k›nt›l›yd›; cömert bir zihnin alâmetiydi. Gülüflü içinize nefle kat›yordu. Kahverenginin bir dokunufluyla siyah gözlerinin aç›kl›¤› yerindeydi. Selâmlafl›rken eli çok kuvvetliydi. Ad›mlar› sanki suyun üstünde yürüyor gibi hafifti. Size bakmak için döndü¤ünde tüm bedeniyle dönerdi. O Allah’›n elçisi Muhammed (a.s.)’di. Onu görmek için yan›na ilk girdi¤imde, ye¤eni Ali’yle birlikte basit bir has›r üzerinde oturuyordu. Bana bakt› ve gözleri doldu. O zaman çocuk olan Ali elini tuttu. “Niçin a¤l›yorsun amca?” diye sordu. “O kötü biri mi?” “Hay›r, hay›r!” dedi Muhammed (a.s.), “bu adam semay› hoflnut etti.” Sonra çabucak do¤rulup beni kucaklad›. “Her daim senin ‹slâm için ilk zulüm ac›s› çeken Müslüman oldu¤undan bahsedilecek, Bilâl.” Anne ve babam›n ölümünden bu yana bir baflkas›n›n sevgi gözyafllar›n› yüzümde hiç hissetmemifltim. Bir kuyunun dibinden sa¤ salim yukar› çekilen birisi gibi hissettim kendimi. Yine de sizin umdu¤unuz gibi bir mutluluk ân›
34 • BEN B‹LÂL
olarak hat›rlayam›yorum o ân›. Nas›l olurdu? Muhammed (a.s.) benim için üzüldü ve O’nun en temiz yüre¤ine keder getirdim. H›ristiyan arkadafllar›m›n, ‹sâ onlar için üzüldü¤ünde ‹sâ’n›n gözyafllar›nda nas›l avuntu bulduklar›n› da anlayam›yorum. Tecrübelerim var ve onlara anlatabilirim. Bir peygamberin gam›n›n sebebi olmak bir gurur vesilesi de¤ildir. Herkes bu gözyafllar› sebebiyle zengin bir adam oldu¤umu söylüyor. Bu do¤ru de¤il. Muhammed (a.s.) kolumu tuttu ve ilk kez beni yan›na oturttu. Duraksam›fl olmal›y›m. Takdir edersiniz ki daha önce bir Kureyfl kabilesi üyesinin huzurunda hiç oturmam›flt›m. Benim konumum ayakta durmakt›. Duraksad›¤›m› biliyorum; çünkü bana yard›m için Muhammed (a.s.) küçük bir flaka yapm›flt›: “Ali” dedi, “biz ayaktayken marifetlerini bize göstermeyecek.” Bu sebeple ilk kez yan›na oturdum ve birlikteli¤imiz orada bafllad›. Vefat etti¤i geceye kadar yirmi iki y›l onunla oturdum, onunla kalkt›m, yürüdüm ve yanlar›nda oldum. Medîne’de ilk ezana giderken onu sabahlar› uyand›ran hep bendim. Kap›ya hafifçe vurup flöyle derdim: “Namaza, ey Allah’›n Resûlü!” Evet Peygamber’in ilk sahâbelerinden biriydim ki bu da krall›ktan da üstün bir unvand›. O gün ben, Bilâl, yükselmek için oturdum. Affedin gülüflümü, çünkü küçük flakam tam yerine denk düfltü. Ali maharetlerini sergiledi¤inde ev mutlulukla doldu. Hoplay›p z›plad›, hokkabazl›k yapt› ve takla at›p Muhammed (a.s.)’in kollar›na düfltü. Bu, asl›nda Peygamber’in uçan bir çocu¤u yakalamas›n› görme f›rsat›yd›. Muhammed (a.s.) her zaman sanki içinde bir müzik var da, yaln›zca onlar iflitirmifl gibi çocuklar› çekerdi. Her yafl›n dilini konuflur ve çocuklarla ayn› seviyede flakalar kullanarak flakalafl›rd›. Bir gün saç›n› hoyratça çekifltiren, sanki herkesin üzerinde olan bir melek gibi konmufl küçük bir k›z çocu¤u omzunda oldu¤u hâlde namaz için mescide geldi. Sadece namaz k›larken onu yere b›rakt› ve sonra tekrar kald›rd›. K›z›n ad› Ümâme idi. Ancak yine ara veriyorum. Hikâyenin s›n›rlar›nda kalmal›y›m. Allah’›n elçisini düflündü¤ümde zihnim tafl›yor. Onun ne söyleyip
B‹LÂL MUHAMMED (A.S.)’LE KARfiILAfiIYOR • 35
neler yapt›¤›n› hat›rlayarak yafll›l›¤›m›n d›fl›nda güzellik içre yafl›yorum. Ve siz de yafll› bir adam›n hikâyesinde biraz düzensizli¤e müsaade edin. Sonra tüm ev halk› içeri girdi. Peygamber’in efli Hatîce, dört k›z›: Zeyneb, Rukayye, Fât›ma ve Ümmü Gülsüm kendi bafllar›na küçük bir grup olarak oturdular. Çok nazik bir flekilde bana bakt›lar ve Fât›ma, benim elbette hiçbir bilgiye sahip olmad›¤›m Habeflistan da¤lar› ve a¤açlar› hakk›nda sorular sordu. Ümmü Gülsüm yuvarlak bir sepette hurma getirdi ve Peygamber sanki en iyisini almazsam, bu bir utanç vesilesi olacakm›fl gibi parmak uçlar›yla yoklayarak en yumuflak ve en tatl›lar›n› seçti. Kendisi içinse eline gelen ilk hurmay› ald›. Daha sonra Hatîce bize, hayvandan sa¤d›¤› gibi hâlâ ›l›k olan sütten doldurdu. Eflinden on befl yafl büyük olmas›na ra¤men Hatîce uzun boylu, güzel ve düzgün bir yürüyüfle sahipti. Yirmi befl y›l evli kald›lar ve Muhammed (a.s.), ellisindeyken Hatîce’nin vefat›na kadar, ne baflka bir efl ald›, ne de gözü baflkas›na iliflti. Yine de her kalbin kolayca at›lamayacak kederleri vard›r. Hatîce ve Muhammed (a.s.) aras›ndaki keder, iki erkek çocuklar›n›n bebek yaflta vefatlar›yd›. Akflam yaklafl›yor ve uzun gölgeler zemine düflüyordu. Hava k›p›rdad› ve ö¤leden bu yana nefesini tutan Mekke tekrar nefes almaya bafllad›. Böylesi günlerde herkes ayn› anda nefes al›yor gibi neredeyse havay› iflitebilirdiniz. Muhammed (a.s.) do¤ruldu ve “Hadi avlunun serinli¤ine ç›kal›m.” dedi. Onu izlemeye çal›flt›m; ancak iflkenceden kalan ani flok ve sakatl›k tekrar nüksetti ve kas›lmayla yere düfltüm. En yak›n›mda olan Ebû Bekir beni kollar›na al›rken, Hatîce de k›zlar›ndan battaniye ve ›l›k ya¤ getirmelerini istedi. Ancak Muhammed (a.s.)’in baflka tedavileri vard›. “Ayakta durmaya çal›fl ki kan dolaflabilsin.” Ve ellerini uzatt›. Bacaklar›ma güç verip az ya da çok a¤›rl›¤›m› onlara yükleyece¤imi sanm›yordum. Ama onun ellerini tuttum, beni kald›rd› ve ben de hafifçe yükseldim. Tüm a¤r›m› geride yere b›rakm›flt›m.
36 • BEN B‹LÂL
Bunun bir mucize oldu¤unu tasavvur etmemelisiniz; çünkü de¤ildi. Muhammed (a.s.) hiç mucize göstermedi. Hastalar› iyilefltirmedi ya da mucizevî olarak eziyet görmüfl kölenin yaralar›n› sa¤alt›p herhangi bir ölüyü diriltmedi; su üstünde yürümedi ya da Elisha’n›n yapt›¤› gibi demiri yüzdürmedi. Putperestler onunla alay ettiklerinde Elijah’›n Bethel’de kendisiyle alay eden k›rk iki çocu¤u parçalamalar› için yerden difli ay›lar› ç›kar›fl› gibi bir fleyi asla yapmad› ve yanlar›ndan geçip gitti. O akflam beni kald›rd›¤›nda ve elinin dokunufluyla tüm ac›n›n beni terk ediflinde de mucize göstermedi. fiahs› tan›d›¤›m için bu ifadeye gülüyorum. Ac›n›n üstesinden gelebilmem için bana güç verdi; fazlas› de¤il. Çünkü Muhammed (a.s.) herkeste gücü bulup onlara gösterebilirdi; herkeste merhameti bulup onlara gösterdi¤i gibi. Muhammed (a.s.) insan kapasitesi s›n›rlar› içinde yaflad› ve insan ölümüyle öldü. Ne var ki Allah hiçbir peygamberine vermemifl oldu¤u bir hediyeyi ona verdi. Ona kelâm› vahyetti. Kur’ân herkes için bir mucizedir. D›flar› ç›karken usulca “Bilâl, hangi yollarla Allah’› bilirsin?” dedi. Ben de “O’nu kalbimle bilirim.” dedim. Ama cevap beni tatmin etmedi. Birkaç ad›m daha att›k ve tekrar denedim: “O’nu biliyorum ama bilmiyorum da.” dedim. “Arayarak Allah’› bulabilir misin?” Muhammed (a.s.) bir an sessizli¤ini sürdürdü. Benim sorumu iflitmifl görünmüyordu. Durdu ve öylesine bir samimiyet ve ilgiyle bedeniyle bana döndü: “Evet Bilâl, arayarak; O’na ibadet ederek, hamd ederek ve dostlar›na iyilikte bulunarak. Ama unutma ki sen de¤ilsin Allah’› bulan; seni bulan O’dur.” Yüzünü bir berrakl›k kaplad› ve sesi güvenle güçlendi. “Ben Allah’›n Resûlüyüm” dedi, “ve Allah’a giden yol ‹slâm’d›r.” O unutulmaz günde anlam›n› bilmeksizin ve her defas›nda bana daha çok fley ifade eden ‹slâm kelimesini ikinci defa duydum. Benim cehâletimi gördü ve ellerini omuzlar›ma koydu. “‹slâm, efli orta¤› olmayan Allah’›n iradesine teslim olmakt›r. ‹slâm her ›rk, s›-
B‹LÂL MUHAMMED (A.S.)’LE KARfiILAfiIYOR • 37
n›f ve renkten insana iyilikte bulunmakt›r. ‹slâm’da herkes eflittir. ‹slâm Allah’›n insan için seçti¤i dindir.” Eli düfltü ve sanki erkenden çok fley söylemifl gibi utanarak döndü “Tümü Allah’tan” diye m›r›ldand› benden çok kendisine. “fiimdi namaz için içeri girmeliyim.” ‹flte Allah’›n elçisi Muhammed (a.s.)’le ilk görüflmem böyle sona erdi ve ‹slâm›ma bafllad›m.
B‹LÂL VE EBÛ BEK‹R
e
traf›mdaki koflullar de¤iflmiflti. Köle bar›naklar›n›n veya korkmufl yüzlerin olmad›¤› bir evde yafl›yordum. Ebû Bekir, çat›s› alt›na girenlere bir efendiden çok hizmetkâr gibiydi. Sabah ilk ifli keçileri sa¤makt›. Hay›r ona haks›zl›k yap›yorum; ilk ifli namaz k›lmak ve sonra da üç keçiyi sa¤makt›. Nezâket üzere e¤itilen Peygamber ashâb› aras›nda Ebû Bekir en kibar ve nazik olan›yd›. Ancak cesaret vakti geldi¤inde hep Ebû Bekir öne ç›kard›.
Evle alâkal› hangi a¤›r ifl olursa olsun, onu yapard›. Tarih bile onu de¤ifltirmedi. Peygamberden sonra halife olup dünyan›n yar›s›n› idare ederken, ordular› imparatorluklar› hallaç pamu¤u gibi atarken onu nerede bulabilirdiniz? Kap›s›n›n önünde ayakkab›lar›n› tamir ederken. En az›ndan 634 bahar›nda Babil Savafl›’ndaki büyük zaferin müjdesini vermek için geldi¤imde onu orada bulmufltum. Ama ‹slâm’a girdi¤im o sabah iki elin parmaklar› say›s›nca bile de¤ildik ve büyük Pers ‹mparatorlu¤u hâlen bin y›ll›k taht›nda güvenle oturmaktayd›. Henüz hikâyemi atlamamal› ve ‹ran’a geçmemeliyim.
40 • BEN B‹LÂL
Ebû Bekir’le keçileri sa¤maktan gelirken karfl›laflt›m ve beni sat›n ald›¤› için ona teflekkür ettim. Ama o bana sanki harcam›fl oldu¤u para bir yana, ona iyilik yapm›fl›m gibi teflekküre bafllad›. “Muhammed (a.s.) bize bir köleyi âzâd etmenin Allah’› hoflnut etti¤ini buyuruyor.” dedi. Bunu utanarak ve hafif bir kekelemeyle söyledi; çünkü onun âzâd etti¤i köle bendim ve o kendi ruhunun ilgili oldu¤u fleyi benden saklayacak kadar dürüsttü. Lâkin bu, her dinde olan hay›rseverli¤in kriziydi. “Bilâl, Bilâl!” dedi, “flimdi yapacak yeni ifllerin var. Yapm›fl oldu¤un kölelikten daha fazlas›n› m› yapacaks›n?” Ne diyebilirdim? “Evet, efendim!” dedim. Cevab›m onu yaralad› ve kendi karanl›¤›ma ve onun görüflünün berisine do¤ru ad›m att›¤›m› anlad›m. Köleli¤e yeniden dönüp ona “Evet, efendim!” fleklindeki köle cevab›n› vermifltim. Daha kötüsü bafl›m› e¤mifltim. Süt kovas›n› yere koyup kulaklar›mdan tuttu; evet, kulaklar›mdan ve aln›n› benimkine vurdu. “Dinle beni Bilâl! Sen efendileri olmayan hür bir insans›n ve hür olmay› ö¤renmelisin.” “Evet... evet... evet!” dedim o aln›ma bindirirken. Aniden güldü ve kulaklar›m› b›rakt›. “Sana ne ö¤retebilirim? Sana konuflulunca ürkmemeni... insanlar›n yüzüne bakman›... gölgenin asl›nda kendi gölgen oldu¤unu mu? Evet bunlar önemli...” Durdu. Hamile bir kedi, sütün etraf›nda dönüyordu ve onun pay› verilinceye dek beklemek durumundayd›m. San›r›m rahats›z olmufltum. Kediyi kovalamal›yd›m. Ancak ö¤renecek çok fleyim vard›. On bin güçlü insan Mekke’ye yürürken, Muhammed (a.s.)’in bütün orduyu, küçük enikleriyle u¤raflan difli bir köpe¤i rahats›z etmemek için yüz metre kadar yoldan uzaklaflt›rd›¤›n› hat›rl›yorum. Peygamberlerin sonuncusu Muhammed (a.s.), insano¤luna hayvanlara nazik davranmay› ö¤retmede ilkti. “Bir kediye kötü davranman›z nedeniyle cehenneme gidebilirsiniz ve yumuflak bir kalple bir canl›ya su veren kimseler için mükâfatlar vard›r.” derdi.
B‹LÂL VE EBU BEK‹R • 41
Ancak ben böylesi mülâhazalar için yeniydim. Kedi doyuruluyordu, bense de¤il. Azâd edilen bir kölenin bir kediden sonra gelmekten hoflnut olmas› nas›l umulabilir? Sonunda kedinin yan›nda çömelen ulu, iyi ve nazik kifli kald›¤› yerden konuflmaya devam etti. “Ama daha önemlisi bir gelecektir, Bilâl. Kölelerin hiçbir gelece¤i yoktur... onlara müsaade edilmez.” Sanki kedilerin ona gelecek hakk›nda anlatacak önemli fleyleri varm›fl gibi, sütü flap›rdatarak içen kediyi izlemek için geriye kayk›ld›. Hâlâ ö¤renmekteydim ki her bir canl›, Allah’›n bir yarat›¤› olmas› sebebiyle Ebû Bekir’e güzel görünüyordu. Allah’› sevenler bir canl›dan veya bir çiçekten birçok ders ç›kar›rlar. “E¤er sana kalem açarsam, yazmay› ö¤renir misin?” Soru çokça iflitmedi¤im ölçüde öylesineydi ve neredeyse sorulur cinsten de¤ildi. Yine de bu, köleli¤i aflt›¤›m and›. Ebû Bekir’in benim için verdi¤i de¤il, bana verdi¤i bu fley beni âzâd etti. Yazmay› ö¤rendim. Gündo¤umundan günbat›m›na ›slat›p ezerek sonra da gölgede kurutarak çivitten mürekkep yapt›m. Deri üzerine, kabuk üzerine, koyunlar›n kurumufl kürek kemiklerine, çamura, kile, tafllara yazd›m; yani flekillerin ifllenebildi¤i her yere. Parma¤›mla havada yazard›m, iflte yazabiliyordum. Her gün Ebû Bekir çay›r›n etraf›nda büyüyen kaktüs dikenlerinden yeni bir kalem yapmaktayd› bana. O yüzden flimdi onun gününde yeni bir bafllang›ç vard›: ibadeti, kalemim, keçiler. Omuzlar›m›n üzerinden izleyip geliflimime yard›m etmekteydi. Bana Antera’n›n fliirlerini getirdi ve ilkin kelime kelime, sonra da sat›r sat›r onlar› sesli olarak okumay› ö¤rendim. Antera çölün kahraman›yd›; yüksek emellerini yerine getirmifl, bölüklere karfl› yaln›z savaflm›fl, savaflç› maharetlerini sergilemifl ve tümü Abla’n›n aflk›na dair flark›lar›n› söylemifltir. Antera zaman›nda hiç kimse ne onun k›l›c›na, ne de kafiyelerine güç yetirebilmifltir. Anl›yorsunuz ya! Antera benim gibi Habeflli bir kad›n kölenin o¤lu oldu¤u için, her bir dizede merak›m art›yordu.
42 • BEN B‹LÂL
Sonra bir gün Ebû Bekir eve büyük bir heyecanla ç›kageldi. Mürekkep yap›yordum ve bu s›radan iflin görünüflü onun mutlulu¤unu artt›rd›; mürekkebe bulaflm›fl ellerimi al›p dudaklar›na bast›rd›. “Biliyor musun Peygamber ne dedi? Bugün ne dedi, biliyor musun...?” Beni bir otura¤a götürdü ve oturmam› söyledi. Haberlerinin bu küçük törene ihtiyac› vard›. Gerçekten öyleydi: “Âlimin mürekkebi flehidin kan›ndan bile daha de¤erlidir.” ‹flte böyle Peygamberin sözleri. Le¤ene yöneldim ve ellerimi mürekkebe ve ›slak çivit yapraklar›na dald›rd›m. Uzun bir süre, siyaha bulanm›fl siyah ellerime bakt›m.
B‹LÂL MUHAMMED (A.S.)’‹N HAYATININ ‹LK DÖNEMLER‹N‹ ANLATIYOR
fl
imdi size Allah’›n Resûlü Muhammed (a.s.)’in, Hatîce’yle evlendi¤i vakte kadarki hayat›n› anlatman›n vakti geldi.
Resûlünün do¤umunda bile, onun fakir do¤up bir yetim olufluyla Allah onu s›nam›flt›r. Muhammed (a.s.)’in babas› Abdullah, büyük o¤lunu asla eline alamad›. Muhammed (a.s.)’e yaln›zca befl c›l›z deve ve birkaç koyun miras b›rakarak o daha ana karn›ndayken vefat etti. Muhammed (a.s.) -gelenek olarak ve bir isim ihtiyac› sebebiyle bir gün tesbit edilmifltir- milâdî takvime göre 20 A¤ustos 570’te do¤du. Kesin olarak kimse bilmiyor. Sanki ‹sâ, kendi takviminden dahi önce, M.Ö. 4’te do¤mam›fl m›yd›? Derler ki Muhammed (a.s.)’in do¤du¤u gece semada bir tören oldu ve insanlar meleklerin gökte flark› söyleyiflini iflittiler ve gökyüzünde meflaleler gördüler. Derler ki ‹ran’da bin y›ld›r yanan Ebedî Atefl söndü. Derler ki mücevher gagal› bir güvercin, semadan afla¤› do¤ru uçtu ve do¤umun sanc›lar› ondan berî olsun diye Pey-
44 • BEN B‹LÂL
gamber’in annesi Âmine’nin karn›na kanatlar›n› vurdu. fiunlar› da söylüyorlar: Diyorlar ki bebek ‹sâ’n›n do¤umu için bir y›ld›z, üç krala önderlik etmifltir. Asl›nda bir bulutta kaybolup geç gelen bir dördüncüsü, Befana isimli bir kraliçe de vard›r. Ama kim bilir? Diyorlar ki ›fl›ldayan beyazlar giyinmifl iki melek, Muhammed (a.s.) dört yafl›ndayken onun yan›na gelip kalbini ç›karm›fl, onu temizleyip ac› olmaks›z›n tekrar yerine koymufllard›r. Yine diyorlar ki, mucize Peygamber’le birlikte oynayan bir baflka çocuk taraf›ndan görülmüfltür. Tüm bunlar ve daha fazlas›, insanlar›n bazen ihtiyaçlar›ndan daha fazlas›n› ö¤renmek istedikleri için söylenmifltir. Ancak biz zaten ihtiyac›m›zdan fazlas›na, kesinlikle bir rehber olan Kur’ân-› Kerim’e sahibiz. Alt› yafl›ndayken Muhammed (a.s.)’in annesi de vefat etti ve hem öksüz, hem de yetim kald›. Amcas› Ebû Tâlib onu al›p kendi çocu¤uymufl gibi sevdi; bu yüzden çocuk asla evde bir eksiklik hissetmedi. Hatta Ebû Tâlib onu al›p Suriye’ye kervan›yla götürdü ve ona Mekke’nin ifl alanlar› olan ticâret ve nakliyât e¤itimi verdi. Mekkeli tüccarlar iyi hesap yapard›, ancak okuyup yazmazlard›. Muhammed (a.s.) hiç e¤itim almad›. Allah sanki yaz›l› fleylerdeki ne hile ne de günaha bulaflm›fl ve küçük bir bilginin tuzaklar›na düflmeyen birini uygun görmüfl gibi, kelâm›n› vahyetmek için okuma yazma bilmeyen birini seçmifltir. Elbette hem mürekkep yalam›fl olan ben Bilâl, bazen mürekkebin gece yar›s› çal›flmayla nas›l meflakkatli bir flekilde birleflti¤ini bilirim. ‹sâ okuyup yazabilir miydi? Hiç ö¤renemedim. Parma¤›yla yere yazd›¤›nda, bu, dikkatin yönünü de¤ifltirmek için bir hile olabilir, yoksa kesinlikle ‹sâ bir kelime yazmam›flt›r. Hâlâ iflaret ve mucize hikâyeleri Muhammed (a.s.)’in çocuklu¤una at›fta bulunmaktad›r. Suriye’ye bir yolculukta bir bulutun gölge vererek kervan› takip etti¤i söylenmifltir. Bir H›ristiyan ra*
Rahip Bahira (ç.n.)
B‹LÂL MUHAMMED (A.S.)’‹N HAYATININ ‹LK DÖNEMLER‹N‹ ANLATIYOR • 45
hip* çocu¤u incelemifl ve kürek kemikleri aras›nda genifl bir madenî para büyüklü¤ünde bir iflaret olan nübüvvet mührünü görmüfltür. Peygamber’le birlikte geçirdi¤im yirmi iki y›ldan çok, onun vefat›ndan sonraki on y›l içinde bu nevi mucizelerden çokça duydu¤umu itiraf etsem de, size yaln›zca iflittiklerimi aktarabilirim. Elbette bu mucizeler gerçekleflmifltir. Ama Kur’ân’›n bize anlatt›¤› gibi, mucizeler için en büyük karn› tafl›yanlar, bilgisi olmayanlard›. E¤er yeterince uzun yaflarsam, mucizelerden bir fleyler anlayabilirim; elbette birine mucize olan di¤erine yaln›zca meseldir. Muhammed (a.s.)’in kendisi bana vaktiyle bir çoban oldu¤unu ve Mekke’nin da¤ eteklerinde arak dikeninin siyah meyvesini arayarak sabahlar› koyun güttü¤ünü anlatm›flt›. “Tüm peygamberler de koyun gütmüfllerdir.” fiüphesiz mesleklerinde yaln›z olanlar, insan kalabal›klar›na flahit olanlard›r; Kudüs’te veya fiam’da. S›k s›k Mûsâ’n›n on alt› mucizesinin niçin binlerce kifli taraf›ndan flâhid olundu¤u hâlde çabucak dünyay› de¤ifltirmedi¤ini merak etmiflimdir. Ama en iyisini Allah bilir. Elbette Kur’ân’› verdi¤inde mucizelere art›k ihtiyaç duymadan onlar› bir kenara koymufltur. On dördüne geldi¤inde Muhammed (a.s.) koyunlar›ndan ayr›l›p asker olmufltur. Esinlenmifl oldu¤u fliirdeki kederle an›lan bir günlük haflin Ficar savafl›nda bulunmufltur. K›l›ç kullanmak için çok gençtir. Vazifesi, koflup f›rlat›l›p yere düflmüfl oklar› toplamak, sonra da onlar› amcas›na tafl›makt›r. Amcas›n›n sada¤›n› tekrar doldurdu¤unda, tekrar koflup develerin, atlar›n ve savaflç›lar›n bacaklar› aras›ndan sürünerek tekrar ok toplamaktad›r. O günün hiç do¤mam›fl olmas›n› dilemifl ve o günü hat›rlamaktan asla hoflnut olmam›flt›r. Kanl› bir kabile dans› olan savafl›n sebebi, sarhofl birisinin uyuyan bir kifliyi katlidir. Bu savafl Haram Savafl olarak an›l›r. E¤er Muhammed (a.s.)’in çocuklu¤unu iflaretlerden, hârikulâde olaylardan, izleyen bulutlar ve kayan y›ld›zlardan ay›r›rsak -bunu yap›lmas› gere¤inden emin de¤ilim- onu olays›z bulabiliriz. Zaman ve mekân aç›s›ndan s›radan olarak bile ifade edilebilir. Ne tür
46 • BEN B‹LÂL
eflyalar satt›¤›n› bilmesem de -meyve ya da av hayvanlar›, tuz ya da biber, esans ya da ipek- daha önceden babas›n›n yapm›fl oldu¤u üzere küçük ölçekte bir ticarete bafllam›flt›r. Yine de her zamanki gibi hatta s›radan ifllerinde bile Muhammed (a.s.) s›radan bir flah›s de¤ildir. Tüccarlar›n, sat›c›lar›n, sarraflar›n, doland›r›c›lar›n ve di¤er hokkabazlar›n bulundu¤u bir flehirde, o hiçbir fleyi ederinin üstünde satmayan biri olarak bilinirdi. Mal›n›n her ayr›nt›s›n› al›c›ya gösterirdi. Eskilerin deyimiyle, ay ›fl›¤›nda keçiyi y›kard›. Adaletli ticaret hususundaki ünü flehirde o kadar konuflulmaktayd› ki yafllar› kendinden üç kat daha büyük tüccarlar, anlaflmazl›klar›n›n çözümünü ona havale ederlerdi. Hükümlerinin baz›s› Süleyman’a dayand›r›l›r. Kâ‘be duvarlar›n› tamir ederlerken evin mücevherini, dinin bafllang›c›nda Cebrail taraf›ndan ‹brahim’e verilen tafl›* tekrar yerlefltirme zaman›n› hat›rlars›n›z. Zafer edas›yla ve pür nefle onu nifline do¤ru kald›rd›klar›n› düflünebilirsiniz. Ama böyle olmad›. Her biri yaln›zca bu gayeyi kendisi için isteyen dört taraf, Kutsal Tafl’›n yan›nda duruyordu. Kan ç›kacakt›. Genç erkekler k›l›çlar› için evlerine koflmaktayd›. Hiçbiri yol vermedi ve di¤er üçünü bir kenara b›rak›p tafla dokunma cesareti gösteremedi. ‹flte o zaman Muhammed (a.s.)’e yöneldiler. Çözümü basitti. Entarisini yere yayd›. Kara Tafl’› entarisinin ortas›na yerlefltirdi ve taraflardan birer kiflinin köflelerden tutmas›n› söyledi. Hep birlikte entariyi kald›rd›lar ve duvar›n köflesine tafl› getirdiler. Muhammed (a.s.) kendi elleriyle tafl› yerine koydu.
*
Hacerü’l-Esved (ç.n.)
B‹LÂL MUHAMMED (A.S.)’‹N EVL‹L‹⁄‹N‹ ANLATIYOR
e
min olarak diyebiliriz ki -Kur’ân-› Kerim’in 93. sûresi bizi desteklemektedir- Muhammed (a.s.)’in Hatîce ile olan nikâh› semada k›y›lm›flt›r. Hatîce’nin ad›n›, köle annem a¤z›ma ball› bir parça ekmek koydu¤unda ilk kez duymufltum. San›r›m befl yafl›ndayd›m. Annem ekme¤in Hatîce’den geldi¤ini söylemiflti; bu sebeple bu isim bana her zaman flirin gelecekti. Çünkü Hatîce naziklikti. ‹htiyaç içinde olan herkese ön kap›dan, arka kap›dan bir fleyler verirdi; bu fleyleri vermek için yolunu uzat›rd›. Ayr›ca çok ender bir kifliydi. Kendini bir baflka kad›n›n yoksullu¤unda tasavvur edebilen zengin bir kad›nd›. Peygamber kad›nlara haklar›n› vermezden evvel Mekke, rezalet bir eflitsizlik flehriydi. Yaln›zca Hind ve Hatîce gibi birkaç kad›n iyi bir yere sahipti; geri kalan› fakirdi ve zulme u¤ramaktayd›. Erkeklerin tafl›n›r mallar› ve sarn›çlar›yd›; s›tlar› gündüz öne e¤ilir,
48 • BEN B‹LÂL
gece de arkaya e¤ilirdi. Dizeleri kad›nlara aynalar bahfleden Antera gibi yaln›zca birkaç aflk flairi vard›. Ama ölmüfllerdi. Asl›nda bu bir gizemdi. Mekke’de kad›nlara ya tap›l›rd› ya da ya¤malan›rd›. Kâ‘be’deki en büyük üç put; Uzza, Menât ve Lât difliydi. Ama kendi k›z kardeflleri olan putlara, benim biraderlerimden daha az›n› yapm›fllard›r. Tüm bunlar› Muhammed (a.s.)’in, efli Hatîce’yle nas›l büyük bir hediye buldu¤unu göstermek için size anlat›yorum. ‹liflkileri s›ra d›fl› bir biçimde bafllasa da, her zaman zenginlik doludur. Gelecekteki kocas›n› Suriye’ye ticarette bulunan kervan›n›n bafl›na geçirmifltir. Hatîce’nin develerini kuzeye sürdü¤ünde Muhammed (a.s.), yirmi dört yafl›ndayd›. Elbette bu seyahat hakk›nda bir dizi mucize anlat›lm›flt›r -ölen iki deveye nas›l yaflam gücü verdi¤i vs. Ama hepsinden önemli olan mucizeyi, flahs› ve onun tabiat›n› gözden kaç›rm›fllard›r. Kervan› ele al›n. Her biri yolculu¤un bir mesafesini ad›mlay›p çöl gecesinde yürüyen develerin a¤›r ve yumuflak tok sesleri; hayvan ve insan seyahatlerinin sonu olan yegâne amaçta birleflmifllerdir; her ikisi de ayn› zemine ba¤l›d›rlar. Ama insan›n bafl› vard›r ve bafl›nda da semalar. ‹nsan›n semaya yükselen yüzü yani mucize sayfalar›. Burada k›v›lc›mlar›n yükse¤e uçuflu gibi sükûn hayat› bafllar. Allah birçok gizemli flekilde faaldir; ancak inan›yorum ki en büyük mucizelerini insan›n içinde fiiliyâta sokar. ‹flte bu sebeple kervan› tasavvur etmelisiniz. fiam’a geldi¤inde Muhammed (a.s.), susam›fl deve sürücülerinin flehir hanlar›ndaki bilindik cümbüfllerine kat›lmay› reddetmifltir. fiehrin d›fl›ndaki vazifesine devam etmifltir -san›r›m ço¤u denizcinin aç›k denizden çok limanda bo¤uldu¤unu bilerek. ‹flverenine ay›k bafl›yla hizmet etmifl ve ona umdu¤unun fazlas›yla geri dönmüfltür. Hatîce her daim onu görmede acele etmifl ve Muhammed (a.s.) Suriye’den döndü¤ünde kocas›n› görmüfltür.
B‹LÂL MUHAMMED (A.S.)’‹N EVL‹L‹⁄‹N‹ ANLATIYOR • 49
Hatîce bir arac› olan Nefîse’yi dolayl› bir biçimde Muhammed (a.s.)’in evlilikle ilgili herhangi bir niyetinin olup olmad›¤›n› sormas› için göndermifltir. Muhammed (a.s.) “Evlenmek için hiçbir mülke sahip de¤ilim” diye cevap vermifltir. Nefîse O’na tak›larak, fakirlik mazeretinin yaln›zca nazl› bir tereddüt oldu¤unu söylemifltir. “Ancak ya iki kifli için yeterli mülke sahip birisi varsa?” Yaklafl›p ve f›s›lt›yla “Farzet ki güzelli¤e, mala, flerefli bir konuma, soylu bir evin efendili¤ine davet ediliyorsun... Kabul eder miydin?” deyince, Muhammed (a.s.) ihtiyatl›yd›: “O kad›n›n kim oldu¤una ba¤l›.” “Do¤al olarak.” “Bu kad›n kim ola ki?” “Hatîce!” Muhammed (a.s.) mutlulukla f›rlam›fl, “Ne yapmam lâz›m?” demifltir. Nefîse onu tekrar oturtup, “Her fleyi bana b›rak.” demifltir. Ancak Muhammed (a.s.) tekrar kalk›p, “Hay›r, hay›r! Hemen ona gidip ilk tan›flt›¤›m›zdan beri onu sevdi¤imi, ancak konuflmaya cesaret edemedi¤imi anlatmal›y›m.” demifltir. K›k›rdayan Nefîse, h›zla yürüyen genç bir kervan idarecisini izlemektedir. Hatîce yaklafl›k olarak k›rk yafl›ndad›r ve iki kez dul kalm›flt›r; Muhammed (a.s.) yirmi beflindedir. Burada fiam’da Hatîce’nin de¤il de, O’nun tutuldu¤una dair söylentiler iflittim. Ama hiçbir fley bilmiyorlard›. Bu evlilik o kadar mükemmeldi ki onu teklif eden bir arac› de¤ildi, âdeta bir melekti. Bu O’nun misyonuna yönelik ilk ad›m›yd›. Hatîce onu fakirlikten uzaklaflt›r›p ruhun meflakkatli ifllerine, bir bafl›na ›st›rap ve tefekküre, onun e¤itimi anlam›na gelen kuflku ve belirsizliklere gö¤üs germesine olanak vermifltir. Kederliyken Muhammed (a.s.)’i teskîn etmifltir ve birinde Peygamber’in flöyle
50 • BEN B‹LÂL
dedi¤ini iflitmiflimdir: “Bana bir yalanc› dediklerinde yaln›zca o sâd›k kalm›flt›r.” Herkesten hatta kendinden bile önce, onun misyonuna ilk inanan Hatîce’dir. Yine de Mekke’deki pervas›z bir görüfle göre, evliliklerinin bir pürüzü vard›r. Muhammed (a.s.)’in hiç erkek vârisi yoktur. Telâfi olarak içlerinden birisi Fât›ma olan, dört k›z çocu¤u verilmifltir. Sanki Allah, Peygamberi için kad›n›n aslen “erke¤in uygun efllikçisi” oldu¤una karar vermifltir.
B‹LÂL MUHAMMED (A.S.)’‹N ÇA⁄RISINI ANLATIYOR
fl
imdi anlataca¤›m fleye yetkim vard›r. Bunu bana Ebû Bekir anlatt›. Ona da Zeyd, ona Ali, Ali’ye de bunu tecrübe eden Muhammed (a.s.)’in bizzat a¤z›ndan ifliten Hatîce anlatm›flt›. Ayr›ca ikinci bölümü Allah taraf›ndan Necm (Y›ld›z) Sûresi’ndeki on sekiz ayet taraf›ndan onaylanm›flt›. Bu sebeple, bu reddedilemezdir ve dinin bir delilidir. Muhammed (a.s.), Cebrâîl ona geldi¤inde Hira da¤›ndaki bir ma¤arada yaln›zd›. Cebrâîl ona “Oku!” dedi. Muhammed (a.s.): “Ben okuma bilmem.” dedi. Cebrâîl yine buyurdu: “Oku Rabbinin ad›yla O insan› bir kan p›ht›s›ndan yaratt›. ‹nsana bilmedi¤ini ö¤reten O’dur, Oku!” Muhammed (a.s.) yine cevap verdi: “Ben okuma bilmem.”
52 • BEN B‹LÂL
Cebrâîl onu kucaklad›; Muhammed (a.s.) kendisinin öldü¤ünü düflünene kadar onu s›k›flt›rd›. Ancak bu son s›n›r›nda Cebrâîl O’nu b›rakt› ve ma¤aray› terk etti. Muhammed (a.s.) Allah’tan insanlara olan bir mesaj›n içine nakfledildi¤ini anlad›. Ama yine de ne oldu¤unu bilmiyordu. Nereye baksa, bafl›n› kuzeye ve güneye, do¤uya ve bat›ya nereye çevirse, Cebrâîl’i görmekteydi. Yine mele¤in sesini iflitti: “Muhammed! Sen Allah’›n elçisisin, ben de Cebrâîl’im...” Eve kofltu ve titredi örtüler alt›nda. Bu, Allah taraf›ndan olan bir rüya m›yd›; yoksa kendisi fleytan›n bir kurban› m›yd›? Zihni mi bulanm›flt›? Ay m› çarpm›flt› onu? Zihnindeki bir f›rt›na m› onu bu hâle getirmiflti? Biliyordu ki, yaln›zca bir insand›. Örtüleri kat be kat istifledi. Hatîce koflup geldi ve Muhammed (a.s.) ona olup biteni anlatt›. Bafl›n› gö¤süne dayad› ve ona her fleyi anlatt›. Derler ki melek, Peygamber’i eve kadar izlemifl ve yaln›zca onun izleyebildi¤i bir yerde durmufltur. O yere iflaret etmifl, ama Hatîce’nin görmesine izin verilmemifltir. Sonra Hatîce, Muhammed (a.s.)’i yan›na oturtmufltur, elbiselerini mele¤in kaçt›¤› yere do¤ru ç›kar›r gibi yapm›flt›r. Bununla onun melek oldu¤unu kan›tlam›flt›r -fleytan bakmak için kalacakken, melek utanarak oray› terk edecektir. Ancak memnun edici hikâyeler her zaman do¤ru olmayabilir. Ben onlar› kamp atefllerinin duman›na b›rak›yorum. Bildi¤im fleye do¤ru ilerliyorum. Allah, Hatîce’yi kendi sezgisiyle ödüllendirdi. O eflini rahatlatt›, korkular›n› kontrol etti ve belirsizliklerine sa¤duyuyla yaklaflt›. Her fleyden önce s›rr› idrâk etti ve Peygamber tevazuyla k›vran›rken o inand›. Hatîce O’nu kuvvetlendirdi. Ona, e¤er Allah Allah’sa, do¤rucu bir adam› aldatmayacakt›r, dedi. Gece boyu mele¤in ona demifl olduklar›n› düflündü. “Muhammed! Sen Allah’›n elçisisin...”
B‹LÂL MUHAMMED (A.S.)’‹N ÇA⁄RISINI ANLATIYOR • 53
Bu geceye Leyletü’l-Kadr, Kudret Gecesi derler. Bu gecede Allah insana kendi nurunu vermifltir. Bu gecede Allah, Cebrâîl’e kutsal mesaj› indirme izni vermifltir. Bu gecede Allah, resûlü Muhammed (a.s.)’e ilk bilgisini bahfletmifltir. Bu gecede ayr›ca Hatîce inanm›fl ve inananlar›n annesi olmufltur. Bu gecede Allah, rahmetini insano¤luna göndermifltir. Hiç kimse bu gecenin ne zaman oldu¤unu kesinkes bilmez. Ramazan ay›ndad›r. Ramazan oruç, vahiy ve gizem ay›d›r. Ne var ki hilâlle bafllay›p biten otuz geceye sahiptir ve gecelerin gecesi, Kadir Gecesi otuz gece içinde gizlidir. Kimileri on yedincisi, kimileri yirmi üç ya da yirmi beflinci gece derken, kimisi de yirmi yedinci gece oldu¤unda ›srar etmifltir. Kur’ân’da bu gecenin bin aydan daha hay›rl› oldu¤u vahyedilmifltir -yine de yaln›zca Allah bu gecenin ne zaman oldu¤unu bilebilir. Sonradan birçok defa Peygamber’in ma¤aras›na t›rmand›m. Girifli o kadar alçakt› ki içeri girmek için e¤ilmeliydiniz ve içeride de ancak çömelebilirdiniz. Ne var ki bu, mesaj›n ilk odas› ve cennet salonuydu. Ne zaman yukar› ç›ksam dizlerimin ba¤› çözülür ve düflme korkusuyla bir fleylere yap›flma durumunda kal›rd›m. Ancak ayn› fley büyük cemâli gördü¤ümde olurdu -sonra yine kendimi tutmak durumunda kal›rd›m. En iyi anlar›m›z genellikle bizi engellerdi. Kifli bir da¤›n zirvesinden, küçük meflgaleleri olan bafllar›n üstünden ötesini görebilir. Hira’dan Mekke’nin ötesinde kabilelerin hareket etti¤i, kervanlar›n yola ç›kt›¤› ve çok eski zamanlardan beri çobanlar›n sürülerin gerisinde durduklar› kahverengi Hicaz bölgesine bakars›n›z. Bu, güzellik ve istilâ, haflinlik ve uyum içine uzat›lm›fl bir dünyad›r. Ancak sessizlikle hareket eder; çünkü bir da¤›n zirvesinde hiçbir uyumsuzluk veya insan sesi size ulaflmaz. Kulaklar›n›z Allah’a aç›kt›r.
B‹LÂL VAHYE fiAH‹T OLUYOR
i
slâm’›n ilk ayd›nl›k mutlulu¤una sahip bizleri k›skanabilirsiniz. Ancak bize ac›man›z› da istiyorum. Zihinlerimiz bilgiyle yetersiz olmas›n diye titrerdik; Nuh bile kaçm›fl ve ilâhî olan›n yaklaflmas›ndan kendini gizlemifltir. Bizler k›s›tl›, e¤itimsiz kiflilerdik ve hiçbirimiz çeflitli dünya görüfllerini kalbimizde kesin olarak bildi¤imiz yüce hakikatlere uygulamak bir yana, bir yol getirmek için dahi donan›ml› de¤ildik. Bugün gençler her fleyi biliyor -o¤lumu bile aç›larla, üçgenlerle u¤rafl›rken yakal›yorum; o küçük haf›zas›nda deve yüküyle olanlar› tutuyor- ama bizim zihnimizde tuttuklar›m›z ilk ayetlerin küçük ama engin kandilleriydi. “De ki Allah tektir O ebedîdir Do¤urmam›fl Ve do¤urulmam›flt›r. Efli ve benzeri de yoktur.”
56 • BEN B‹LÂL
Çok defa Allah’›n elçisi Muhammed (a.s.)’i ona bir vahiy geldi¤i anda gördüm. Aniden titremeye bafllar ve etrafa bir köfle veya saklanacak bir yer bulmak için bakard›. En so¤uk gecelerde yüzünden terin akt›¤›n› görürdüm. Ac›n›n ona sapland›¤›n›, bedeninin ürperdi¤ini ve kas›lmalarla ellerinin iki yan›na tutundu¤unu görürdüm. Ona söyleneni iflitmeden yaklafl›k bir saat kadar uzan›rd›. Meleklerin seslendi¤i kifli insanlar› iflitmezdi. Bir vahyin ne zaman gelece¤ini bilmezdi. Bir konuflman›n ortas›nda veya eve giderken ya da devesini sürerken olabilirdi. Sonra çabucak iner ve entarisine bürünürdü. Bafllang›çta kimileyin zil ya da kanat ç›rp›fllar› veya zincirlerin ç›nlay›fl› gibi bir ses duyard›. Genellikle bir melek görünür ve onunla konuflurdu; ancak yaln›zca bir kulaç ötede olan bizler ne görürdük, ne de iflitirdik. Allah’›n Peygamberine olan vahiyleri bizim birbirimize kulland›¤›m›z gibi kelimelerden oluflmuyordu -kuflkusuz Allah a¤›zlar›m›z› kafalar›m›z›n oyuklar› gibi yaratm›flt›! Mesaj Muhammed (a.s.)’in kalbine nakfledilir ve hemen akabinde Peygamber kalkar ve e¤er Allah bize kelimeler ve vahyi anlatmas›na izin vermiflse, bize gelirdi. Ancak ne tek bir hece, ne de isim veya fiil as›l düzeninin d›fl›nda olurdu. Sonra onlar deriye, kabuk veya koyunun kürek kemi¤ine -elde ne varsa- yaz›l›rd›. Tümü Cebrâîl’in getirdi¤i gibi de¤ifltirilmeksizin yaz›l›rd›. Onun insanî ›st›râb›n› gördü¤ümde kabul etmeliyim ki bazen nübüvvete olan korkum, o flahsa olan sevgim taraf›ndan afl›l›rd›. Onunla gitmek isterdim, ancak ayaklar›m hareketsiz kesilirdi -çünkü kim Allah’a karfl› cesaretli olabilirdi? Birinde bu yüce anlarda nelere gö¤üs gerdi¤ini anlatt›. “Ruhumun benden sökülüp al›nmad›¤›n› düflünmeksizin” dedi, “asla bir vahiy almam.” Ta ki seman›n meflgul görünmesine kadar vahiy vahyi izledi ve biz de sevinçle yaflad›k. Gençtik. ‹flin bafl›nda duruyorduk. Her flafak at›l›rd› bafllar›m›z üzerine. Ama biz dans eden günefli görmezdik. Çünkü Kur’ân yap›p etmeleri olmayan bir mucize, kafileler olmaks›z›n bir zafer hatta yazarlar› olmayan bir kitapt›.
B‹LÂL MEKKE’N‹N HINCINI ANLATIYOR
n
için bizden nefret ediyorlard›? Kötü kifliler de¤illerdi. Eski yeteneklerin hatta eski törelerin d›fl›ndayd›lar. Misafirperverlik göreneklerini izlerler, flerefle ilgili kaidelere ve bir çöl varoluflunun özveri gerektiren yükümlülüklerine uyarlard›. Kalplerinin kat›l›klar› ço¤unlukla hayatlar›n›n kat›l›klar› nedeniyleydi ki eflek s›rtlar›nda yaflayan bu kifliler, onlar› dövmede en korkunç olanlard›. Bizden ve Tek ‹lâh›m›zdan nefret etmiyorlard›; çünkü çok say›daki ilâhlar›n› seviyorlard›. ‹lâhlar› sevmek, putperestlikte asla çokça olan bir fley de¤ildi. ‹lâhlar ayn› anda hem sömürülür, hem de kutsan›rd›. Bu bir mübadele sistemiydi; bir tüccar›n fleytanla olan iliflkisi gibi: “Hubel sana ibadet edece¤im, kendini flereflendirip sana bir hediye getirece¤im ve sana gelerek varl›¤›n› sürdürece¤im -e¤er kaybetti¤im devemi bulmama yard›m edersen.” Ama ben, bir zamanlar putlara tapan Bilâl, onlara karfl› flimdi nazik olmamal›yd›m ve cehâlet riskine girmemeliyim. Size bu ilâhlar›n güç ve zaaflar›n› dosdo¤ru anlatmal›y›m.
58 • BEN B‹LÂL
A¤açtan ve tafltan putlardan bahsediyoruz; ancak hiçbir putperest k›rabilece¤i tafltan putlara ve yakabilece¤i a¤açtan putlara ibadet edecek kadar aptal de¤ildi. O a¤aç ya da tafl›n içinde bir ruhun mukim oldu¤una inan›yor ve o ruha tap›yordu. Ancak burada ayr›ca zay›fl›k da vard›. Bu ilâhlar›n Kâ‘be gibi bir ikamet yeri vard› ve kutsall›klar› bir sonraki putta, ma‘bedde, kabilede, flehirde ve ilâhta bitmekteydi. Mekke’de kap›y› açan ilâh, Medîne’de onu bile kapatamamaktayd›. ‹lâhlar›n gücü iflte bu kadard›. Ancak daha kötüsü de vard›. Tanr›lar kendilerine tapanlar›n hem üstünde, hem de alt›ndayd›. Romal›lar bile putperestlik günlerinde ilâhlar›n insanlara ba¤›ml› olduklar›n› bilmekteydi. ‹lâhlar isimlendirilmeyerek hizmet d›fl› kal›rlard›; tap›n›lmad›klar›nda varl›klar› tükenirdi. Julius Caesar’›n (Sezar) kendi ilâhlar› vard› ve Augustus Caesar’›n da kendi ilâhlar›; toga* mübadeleleriyle ilâhlar gelir ve giderdi. ‹nsanlar ilâhlara az ya da çok vererek, önlerinde e¤ilerek ya da yanlar›ndan geçip giderek onlar› yapar ya da bozarlard› ki bu insana emanet edilen çok kötü bir kuvvetti. Yaln›zca Allah’tan, anlafl›lmas› güç bir hediye ile insan kendini yeniden yapabilir. Bizden nefret etmelerinin bir sebebi, Tek ‹lâh’›n kuvvetini idrâk edemeyiflleriydi. Muhammed (a.s.) bedenin diriltilmesini anlatt›¤›nda, nas›l kayg›land›klar›n› hat›rl›yorum. Bir keresinde fliflmanl›¤› yüzünden ancak yard›mla ayakta duran Ebû Leheb, Peygamber’e bir insan kemi¤i parças› getirmifl ve yumuflak parmaklar› aras›nda onu ufalamaya bafllam›flt›: “Bunun diriltilece¤ini mi söylüyorsun? Bundan tekrar insan m› hâs›l olacak?” diye sordu ve kemi¤in tozunu Peygamber’in yüzüne üfledi. Muhammed (a.s.) tozu silkeledi ve öfkeli tüccar emîre bakt›. “‹nsan› ilkinde yaratan Allah,” dedi, “dilerse onu yeniden yarat›r.” Ebû Leheb’den hep korkard›m; ondan sonra daha da çok korktum. Etraf›ndaki toprak, fenal›¤›n›n a¤›rl›¤›ndan salland›. Belki fleytan bile daha alçakgönül*
Eski Roma’da harmani (ç.n.)
B‹LÂL MEKKE’N‹N HINCINI ANLATIYOR • 59
lüydü. Ebû Leheb en az›ndan nüfûzunun de¤ilse de, bu dünyadaki mevcûdiyetinin bir k›sm›n›n di¤er dünyada devam edebilece¤ini idrâk edemiyordu. Lâkin tan›flt›¤›m her putperest, çok gururlu bir mant›ktan çile çekiyordu. Göremedi¤ine teslim olamayarak insan›n tam oldu¤unu ve her insan›n kendi sonu oldu¤unu aklîlefltiriyordu. Ahiret, kap›s› penceresi olmayan afla¤›daki dünya yani mezard›. Güçlü Julius Caesar bile zafer gününde sunakta dikilip flöyle hayk›rd›: “Ölüm her fleyin sonudur.” Bu, kibir dolu bir kader efendili¤i ve yaln›zca intiharla ilgili her fleyi bilmeye efl bir sayg›s›zl›kt›. Ancak kifli ruhunu tehlikeye sokup onu bozabilir ve karartabilirken onu öldüremez. Yaln›zca bedeni öldürme umudu vard›r, ruhu de¤il. Her insan kendi y›k›lamazl›¤›na cevap verme durumundad›r. Ancak Ebû Leheb, parmaklar› aras›nda bir kemi¤i ufalamayla Allah’› çürütebilece¤ini sanm›flt›. Ama ondan her fley beklenebilece¤i için, Ebû Leheb’in öfkesi hesaba kat›lmal›yd›. Bir s›rr› mezardan delil toplayarak defetmeye teflebbüs etti. Arkadafllar› daha az zekiydi ve bizim küçük toplulu¤umuz, daha fazla flarap içmeleri ve e¤lenip gülmeleri için bir sebepti. Bizimle alay ettiler, dalaflt›lar, d›flk› f›rlatt›lar ve kin güttüler. Tükürüklerini silip atabilirdik, ama Peygamber’e hakaret içimizde kanad›. Nas›l olurdu? Seman›n sevgilisi ve meleklerce korunan O, nas›l bu ölümlü kütüklerin güldü¤ü kifli olurdu? Yaln›zca nurun reddedildi¤ini gördük. Yine de O, her fleye sab›rla ve ›l›ml›l›kla gö¤üs gerdi. Kuflkusuz sab›r bir peygamberin donan›m›, Allah’›n ona verdi¤i bir z›rht›. Ben bu flekilde techîz edilmemifltim. Bir gün ‹krime ve onlardan yar›m düzinesi daha etraf›m› çevirip parmaklar›yla beni iflaret ettiler. Hiçbiri bir fley söylemedi; hiçbir kelime, ses olmadan, yaln›zca küçük bir gülümseme her bir yüzde. San›r›m korkmufltum. Evet, onlara lânet olsun, kekeledim. Sa¤›m› dönsem birisi, ben bir topaç gibi dönene kadar sol taraf›ma parma¤›yla dürtüyordu. Çiflimi tutamad›m. ‹drar›m bacaklar›m-
60 • BEN B‹LÂL
dan süzüldü. Parmaklar›yla ve gülüflleriyle beni a¤lar›na düflürmüfllerdi. Eski bir köleyi nas›l alt edip yere sereceklerini biliyorlard›. Gülerek uzaklaflt›lar. fiimdi geriye dönüp onlara bakt›¤›mda, onlar›n beflerî zaaflardan dolay› bizden nefret ettiklerini biliyorum. Hakikatin bafl›n› gösterdi¤i yerde, insanlar›n sanki hayatlar›na canavarlar girmifl gibi o bafl› kesmek için kofluflturmalar› nahofl bir gerçek. Hakikat her daim ilkin bir düflman olarak görülmüfl, kin ve alayla sald›r›ya u¤ram›flt›r.
B‹LÂL GÜLÜfiLER‹N DURMASINI ANLATIYOR
ç
ok geçmeden gülmeler durdu. Ebû Süfyân bir komedyen de¤ildi; sinek öldürece¤i monoton bir flekilde kalk›p inmekteydi; düflünceli bir hâldeydi. Bafltan beri ‹slâm’›n bir devrim oldu¤unu biliyordu. Muhammed (a.s.) yaln›zca yeni bir ilâh anlay›fl› vazetmekle kalmay›p yeni bir insan anlay›fl›n› da ö¤retiyordu. ‹slâm küçük ya da büyük mülkü, dinî bir vergiyle tehdit ediyordu: Elinde para, ürün ya da mülkü bulunanlar, bunlar› olmayanlarla bölüflmeliydi. Evet, bu devrimdi. ‹slâm kiflisel ya da politik olsun, zay›f olanlara haklar verip kabilenin seçkin s›n›fsal haklar›n› reddederek tüccar soylulu¤unun gücünü tehdit etmekteydi. Müslümanlar kendilerini ailelerine de¤il, Allah’a hasretmifllerdi. Arabistan böyle bir gelece¤i mazur göremezdi. Ebû Süfyân ve di¤erleri, Muhammed (a.s.)’in onlar›n bak›fl aç›s›n› ve düflüncelerinin sebep ve anlam›n› görmesine çabalad›lar. Ona yetki, konum hatta Kâ‘be’den gelir rüflvetleri teklif ettiler. Bu
62 • BEN B‹LÂL
zavall› ahmaklar, nübüvvetin dünya madenleriyle sat›n al›nabilece¤ini sand›lar. Ama o beklentilerini bofla ç›kard›: “Günefli sa¤ elime ve ay› sol elime koysan›z dahi, Allah’tan gelen davamdan vazgeçmem.” Sonra onlara ruhlar› için ac›yarak bakt›; “Çocuklar›n›z› öldürmeyin.” dedi ve uzaklaflt›. Çocuklar›n öldürülmesinden kast›n ne oldu¤unu size izah etmeliyim; çünkü otuz y›l içinde Muhammed (a.s.) dünyay› öylesine h›zl› döndürdü ki bazen hâlâ üzerinde yürüyüp yürümedi¤imizi, y›ld›zlar aras›na savrulup savrulmad›¤›m›z› merak ediyorum. Tam da dedi¤i fleyi kastetti: “Çocuklar›n›z› öldürmeyin.” ‹slâm’dan önce çölde bir çocu¤un kaderi, ayak uçlar› annesinin bedeninden ç›kmadan önce bile bilinirdi. fiayet çocuk erkekse güvendeydi ve do¤umu kutlan›rd›; e¤er difliyse güvende olmay›p yok edilirdi. Ailede yeteri kadar k›z varsa ya da kabile çad›rlar›nda fazlaca bulunmaktaysa, do¤an k›z›n sonu olurdu. Göbek ba¤›n› kestiklerinde k›z çocu¤u çöle götürülür ve üzerine kum at›l›rd›. Do¤ruluk olmaks›z›n cinayet ifllemezlerdi ve k›zlar› öldürmedeki argümanlar› da elbette onlara göre mant›kl›yd›. Bununla hayat kurtar›yorlard›: Meseleye karar veren onlar de¤il, çöl ekonomisiydi; yeni bir bo¤az, bir baflkas›n›n bofl midesi demekti; ayr›ca difli üreyip kendini ço¤alt›rd›. Git gide ilâh›n seçiminde bile kendilerini gelifltirdiler. Erkeklerden çok difliler do¤mufl oldu; yaln›zca dengesizli¤i düzeltiyorlard›. Kesinlikle birkaç k›z ergenlikleri aç›s›ndan de¤erdi ve bu sebeple onlar› sonradan kullanmak üzere saklarlard›. Onlar› iflitmek çok üzücüydü. Yarat›l›fl›n onlar için hiçbir kutsiyeti yoktu. Ancak kim, kim utanmalar› gerekti¤ini hayk›racakt›? Muhammed (a.s.) Arabistan’da kad›nlar›n eflitli¤ini vazederken Fransa’da bir papazlar konsülü, kad›nlar›n ruhlar›n›n olup olmad›¤›n› müzâkere için bir araya geliyordu. Neye karar k›ld›klar›n› bilmiyorum -burada Suriye’de size her fley anlat›ld› ve de hiçbir fley… Yine de s›k s›k dinlerin kad›nlar› ele al›fllar›ndaki çeliflkileri ve ‹sâ’n›n annesi Meryem’e tazimde bulunan kiflilerin insanl›¤›n ana-
B‹LÂL GÜLÜfiLER‹N DURMASINI ANLATIYOR • 63
s› Havvâ’y› hafiften nas›l kutsiyet d›fl› b›rakt›klar›n› merak etmekteyim. Onlar› en çok sinirlendiren, hatta tanr›lar› inkârdan ve çocuklar› öldürmemekten daha çok öfkede b›rakan husus, efl say›s›ndaki k›s›tlamayd›. Muhammed (a.s.)’den önce bir kifli uyluklar›n›n arzu etti¤i ve develerinin gerektirdi¤i s›kl›kta evlenebilirdi. Kimisi, yata¤›nda her biri efendisine daha çok yak›n olmak için yekdi¤erinin üzerinde sürünen on ya da yirmi kad›na sahip olabiliyordu. ‹slâm yaln›zca bir eflin daha rahatça bir durum oldu¤u buyru¤uyla efl say›s›n› dörtle s›n›rland›rm›flt›r. Tümüne eflit davran›lmal› ve evlili¤e dair talepleri s›rayla tatmin edilmelidir. E¤er bu talepler yerine getirilemezse, bir kifli yaln›zca bir efl alabilir. Kad›nlar yeni sayg›nl›klar›na kofluflturdular m›? Hay›r, onlar da Peygamber’i küçümsediler. Asl›nda hâlâ kad›nlar›n sosyal mücâdelesini hissedebiliyorum. E¤er beflinci efl gönderilirse, onu kim alacak, ona kim sahip olacak, kim kocal›k yap›p karn›n› doyuracak? Çölde çok efllilik al›fl›ld›kt›; erkeklerin sadece aç gözlü olufllar› sebebiyle de¤il, ayr›ca çok cömert olufllar› da buna etkendi. Bu sebeple efl say›s›ndaki k›s›tlama öyle bir flaflk›nl›k do¤urdu ki ilkin kad›nlara bir kabal›k, hatta zalimlik olarak göründü. Muhammed (a.s.) orada durmad› -kalbinin üzerinde bir melekle nas›l durabilirdi? Kad›nlar›n farkl› olsalar da erkeklerle eflit oldu¤unda ›srar etti. Farkl›l›¤› tesbit kolayd›; erkekler bir araya getirilmiflti ve kad›nlar bölünmüfltü; ancak cinsiyetteki eflitli¤i görmek için gözünüzü k›sman›z gerekmekteydi. Muhammed (a.s.) (a.s.) kad›nlar›n erkekleri tamamlad›¤›n› ve onlar›n birbirlerinin koruyucular› oldu¤unu onlara anlatt›. Her ikisi de son hükme teslim olmal›d›rlar; onlar ayn› hükme vâristirler. fiimdi Muhammed (a.s.)’i seven dünya, o zaman için bu temel fikirler sebebiyle ondan nefret etmekteydi. Bir nesil, sonrakinin hayran oldu¤uyla alay eder ve meyve tatl› olmazdan önce ac›d›r. Ancak herkese bir f›rsat tan›nmal›d›r. Bazen Allah’›n eflimi mi, beni mi eflit k›ld›¤›n› merak ediyorum. Dün gece Herodot’un bir ki-
64 • BEN B‹LÂL
tab›n›n ortas›ndayken mumu söndürdü. E¤er eflimi Herodot’tan daha fazla sevmeyeydim, bafl›na vururdum -ama belki de beni putperestli¤i okumaktan koruyordu. Lâkin daha önce belirtti¤im gibi, gülmeler art›k durmufltu.
B‹LÂL ZULMÜ VE HABEfi‹STAN’A KAÇIfiI ANLATIYOR
b
u kadar yafllan›p ölüme bu denli yak›nken hâlâ zulmü k›n›yorum. Lânetliyorum zulmü. Zulmü bilen ben, ona karfl› her zamankinden çok beddua ediyorum. Kuflkusuz sema, yakar›fllar›n›n anlam›n› bilen bir adam› dinler.
Duam odur ki eziyet eden zulmetti¤i bedende kendini görmeye mecbur kal›r. Ona bunu görmeyi bahflet; çünkü baflka bir fleyi hak etmiyor. Duam odur ki cellât kendi boynunu ve hâkim de kendi hükmünü inkâr edemeye. Hâkimlerin yan›nda beklemekte olanlar›, onlar›n hâkimleri k›l. Hiçbir hâkimin konumunu kendi lehine kutsallaflt›r›p kendi mal› hâline getirmesine izin verme. Çünkü semâvî kanun gibi dünya kanunu da Allah’›n hükmü alt›ndad›r ve onu zorbal›kla ihlâl eden, Allah’›n rahmetini ihlâl eder. Zâlimlerin istisna olmas›n› sa¤la ve günahlar›na iki kat cevap ver. Duam odur ki günahlar› sebebiyle, hatta onlar› ifllerlerken bile çarp›ls›nlar.
66 • BEN B‹LÂL
Bu, siyah olan, köle do¤up zulmü lânetleyen Bilâl’in duas›d›r. Ancak ahlâk ö¤ütlüyorum. Size tarihi anlatma sözü verdim ve siz de onu, fliflte dönen et gibi alacaks›n›z. Aniden zulüm ve cinayetle üzerimize geldiler. Seman›n kendisi, Peygamber’in gözlerinde a¤layana dek -ya da onun kederini görürken böyle hissettik- insan ruhuna karfl› kimi adaletsizliklerin yap›lmad›¤› tek bir gün bile geçirmemekteydi. Ancak O, yolundan dönmedi, dönemezdi. Nübüvvetin ayak izlerinin sert kayalara nakfl›n›n hemencecik gerçekleflip sonrakilerin daha ferah ve ulu mufltularla birlikte k›vançla gelifli de Allah’›n takdiri görünüyor. ‹slâm ad›na ölen ilk flehid, bir kad›nd›. Ebû Cehil putperestlik hiddetiyle m›zra¤›n› onun karn›na saplad›¤›nda cennetle ödüllendirilmiflti. Ad› Sümeyye idi ve Ammâr’›n annesiydi. Suçu? Hubel’e tapmay› reddetmiflti. Di¤erleri kaz›¤a ba¤lanm›fl ve ölene ya da ölümün efli¤ine kadar k›rbaçlanm›fllard›. Birkaç› boyun e¤ip ‹slâm’› reddetmifllerdi, do¤ru; ama kamç›y› tan›yan ben, bedenleri affettim. Elbette Allah onlar›n bedenlerinin katlanabilece¤inden fazla ac› çekmelerini istemedi ve O’nu inkâr etmelerine ruhsat verdi. Allah en merhametli oland›r. Allah asla bir kifliye tafl›yabilece¤inden fazlas›n› yüklemez. Muhammed (a.s.) eyleme geçmek durumundayd›. Bizi birer birer al›yorlard›. Hiçbir ailevî korumas› olmayan en zay›f kiflilerin ülkeden kaçmalar›na karar verdi; ailelerinin kininden korkulanlar, hatta kabilelerini karfl›lar›na almaya cesaret edemeyecekleri kifliler o an için kalabilirlerdi. Art›k Ebû Bekir taraf›ndan korunan benim kalmam uygun görüldü. Bir gece Ali’nin büyük kardefli Ca‘fer, on erkek ve üç kad›nla çöle süzüldü. Varacaklar› yer, denizin karfl›s›nda asla bilemedi¤im ve sonradan adaletiyle meflhur bir H›ristiyan kral taraf›ndan yönetilen Habeflistan’d›. Ola¤an güzergâhtan gitmeyi göze alamad›lar ve çölün üzerinde herhangi bir kuyu ya da insan bulunmayan en çetin bölümünden gitmek durumunda kald›lar. Bu ilk mültecilerin
B‹LÂL ZULMÜ VE HABEfi‹STAN’A KAÇIfiI ANLATIYOR • 67
yegâne gölgelerinin, bafllar› üzerinde dönüp dolaflan ve onlar›n ölmesini bekleyen akbaba kanatlar› oldu¤u söylenir. Ancak küçük bir flehirde büyü¤üne nazaran daha fazla göz vard›r ve kaç›fl hemencecik fark edildi. Ebû Süfyân onlar› geri getirmek ya da gidiflâta ba¤l› olarak çölde ifllerini bitirmek üzere bir grup atl› gönderdi. Atl›lar onlar›n izlerini buldular; hatta bir kilometre kadar yaklaflt›lar. Ancak Allah, onlar›n görmelerine ve atlar›n›n koku duymalar›na izin vermedi. Ca‘fer, k›l›ç ve toynaklar aras›ndan burnu bile kanamadan geçti ve e¤er bir mucizeye inanmak istiyorsan›z, buyurun. Bana kal›rsa Ca‘fer, çölün kör edici parlakl›¤›n› ve kum tepelerinin uzun siyah gölgelerini nas›l kullanaca¤›n› biliyordu. E¤er mucizeler varsa ona aittiler; çünkü o kendini, kendi gölgesinde saklayabilecek bir adamd›. Lâkin flüphesiz Allah, Ca‘fer’e yol göstermiflti. Ebû Süfyân, gönderdi¤i atl›lar›n›n Mekke’ye k›zarm›fl gözlerinden baflka gösterecek hiçbir fleyleri olmadan geldiklerini görünce, politikam›z› kaç›fl üzerine kurduk. ‹çimizden kad›n ve erkek seksen üç kifli, K›z›ldeniz’den Habeflistan’a geçinceye kadar di¤erlerini de göndermeye devam ettik. Lâkin Habeflistan’da bile insanlar›m›z güvende de¤ildi. Evde Ebû Süfyân’›n sesi daha yumuflak, daha alçak, hatta daha tehlikeli olmaya bafllam›flt›. Bana flimdileyin onu iflitmek için öne e¤ilinmesi gerekti¤i söylenmiflti. E¤er geride oturmuflsan›z, kelimeleri önümüze düflmekte ve hiçbir fley iflitmemekteydiniz. Ancak birkaç santim öne e¤ildi¤inizde her fleyi aç›kça, tam olarak ve düzgün bir flekilde iflitmekteydiniz. Görüyorsunuz ya, sayg›nl›¤› kuflkuluydu. Mekke seksen üç muhâlifin elini kolunu sallaya sallaya komflu bir ülkeye gidifline izin veremezdi; bu ticaret için sak›ncal›yd›. E¤er onlar› çölde ya da denizde yakalayamazlarsa, sakland›klar› yere gitmelilerdi -kendini Judah Aslan› olarak adland›ran kral›n taht›n›n arkas›na. Amr ibn Âs’›n önderli¤indeki bir heyet hediyelerle, özürlerle ve dostluk mektuplar›yla yüklü olarak Judah Aslan›’na gönderildi.
68 • BEN B‹LÂL
M›s›r’› fetheden Amr, o zamanlar her fley parmak uçlar›nda olan düzgün biriydi. Ama bereket versin ki öne geçmek için çok ak›ll›yd›; yoksa seksen üç can› ve kendininkini zincirleyip cehennem atefline atacakt›. Size anlataca¤›m gibi Allah Amr’a baflar›s›zl›k rahmetini bahfletti. Kral, Müslümanlar› huzuruna ça¤›rd› ve Mekke’ye zincirlerle gönderilmemelerine dair bir sebep göstermelerini söyledi. Zavall› Ca‘fer aslan›n inindeki Danyal gibiydi. Kekeledi, lâf›n gerisini getiremedi; hatta bocalay›p iki sözü ya da iki aya¤›n› zar zor bir araya getirdi. Amr ise, kendi pay›na k›zg›nl›¤›yla parlad› ve nübüvvet bindi¤i merkeb gibi görünene de¤in, argümanlar›n› kitab›n ta gerisine götürdü. Ca‘fer’i, k›flk›rtmakla, sosyal düzenin alt›n› oymak için sahte bir peygamber bahanesi kullanmakla, küfürle, firarla suçlad› ve nihayet vurgulu bir flekilde ‹slâm’›n tamamen saçmal›k oldu¤unu isbata çal›flt›. Amr elbette bir put kadar tafltand› ve o andan sonra, bizim karfl›m›zda, din hakk›nda hiçbir fley bilmeyip sadece alay etmesini bilen birisiydi. Birkaç dakika içinde tüm Habeflistan saray›n› güldürdü ve Ca‘fer için zincirler zeminde ç›nlamaktayd›. Ne var ki insana akl› bahfleden Allah, ona aptall›¤› da vermiflti ve bazen ikisini de ayn› kafada kar›flt›rm›flt›. O hâlde kazand›¤›nda kaybeden Amr’d› -ya da burada oturdu¤um gibi kesin olarak kaybetti¤inde kazand›. ‹flte bu flekilde oldu. Ca‘fer biz Müslümanlar›n ‹sâ olarak bildi¤i ‹sâ Mesih’ten, tüm peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed (a.s.)’den önce gelen peygamberler silsilesinden bir peygamber olarak bahsetti. Lâkin ‹sâ, halk› taraf›ndan o kadar çok seviliyordu ki ona tapma hatas›na düfltüler. Habeflistan’da bile ‹sâ o kadar derinden sevilmekteydi ki isminden bahsedilifli H›ristiyan kral›n bile gözlerini yaflartt›. Amr gözyafl›n› gördü; ancak onu bir par›lt› sand› -kuflkusuz ruhun körlü¤ü öylesine kötü bir durumdur ki ‹sâ’n›n kendisi, kendi bedeninin bir parças› için, tükürü¤üne ihtiyaç duydu. O an için Amr, kördü. Üzerindeki entariyi s›y›rd› ve bacaklar›n› iki yana aç›p durdu -
B‹LÂL ZULMÜ VE HABEfi‹STAN’A KAÇIfiI ANLATIYOR • 69
Ca‘fer’in bana anlatt›¤›na göre, baltas›na yaslanan bir cellât gibisonra düflündü¤ü fleyin son oldu¤unu hissetti. “Onlar ‹sâ hakk›nda yalan söylüyorlar.” dedi. “Diyorlar ki ‹sâ’n›z yaln›zca bir baflka peygamberdir ve Tanr›’n›n o¤lu de¤ildir. Üç ilâha tapt›¤›n›z›, baba, o¤ul ve görünmez birine tapt›¤›n›z› söylüyorlar. ‹sâ’n›z›n ulûhiyyetini inkâr edip onun ölü oldu¤unu söylüyorlar.” Bu putperest, sözleri ne kadar etkili biriydi; nas›l da her dini biliyor görünüyordu; nas›l da kurnazl›kla Müslümanlar›n ‹sâ’ya dair düflüncelerini H›ristiyanlar›n Efendilerine dair anlay›fllar›na z›t olarak gösteriyordu. Kral, Ca‘fer’e döndü. “Bana Efendimin dünyaya geliflini anlat.” dedi. Elinin arkas›yla “dünyaya” kelimesini imledi ve gardiyanlara öne ç›kmalar›n› iflaret etti. Ancak Ca‘fer gardiyanlar›n gerisine ad›m att›. “Size tüm bildi¤im flekliyle Kur’ân’›n ‹sâ hakk›nda söylediklerini aktaraca¤›m.” Bu en iyi flekliyle kederli bir hayk›r›flt›; ancak kral›n bafl›n› kald›rtt›. Sonra Ca‘fer kendi sesini buldu. Buna mecburdu. Yegâne umudu hayk›rmakt›; zincirlere, kral›n çat›k kafl›na ve taht›n çevresinde a¤›r tafllar›n içinde kükreyen dört aslana hayk›rmak. Kimileri, ismimin kullan›m›ndan ar duysam da, “Bilâl kadar güzel konufltu” diyorlar -Amr ‹bn Âs, bunu bana on y›l sonra söyledi. Ancak Bilâl yaln›zca bir borazan, namaz vaktini bildiren bir müezzin ve yüksek bir yerden hitâb etme avantaj›na sahip bir kiflidir; Amr hâlâ sinekleri kendi bal›na çekebilir. O gün Ca‘fer, baflka bir seçene¤i olmayan bir adam gibi ikna edici bir flekilde konuflmay› ö¤rendi. Büyülenmifl yüzlerine, bir bâkirenin rahminden ‹sâ Mesih’in dünyaya geliflini anlatan 19. sûreyi yani Meryem Sûresi’nin ayetlerini okudu. Sat›rlar› anlay›fllar›na öylesine adamak›ll› nakfletti ki konuflan›n “Baba Tanr›” de¤il de Allah oldu¤unu bildiler. Kitap’ta Meryem’i de zikret. Hani o, ailesinden kopup do¤u taraf›ndan bir yere çekilmiflti.
70 • BEN B‹LÂL
Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) bir perde çekmiflti. Böylece ona ruhumuz (Cibrîl’i) göndermifltik; o da, düzgün bir befler k›l›¤›nda görünmüfltü. Demiflti ki: “Gerçekten ben, senden Rahmân (olan Allah)’a s›¤›n›r›m. E¤er takvâ sahibiysen (bana yaklaflma).” Demiflti ki: “Ben, yaln›zca Rabbinden (gelen) bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk arma¤an etmek için (buraday›m).” O: “Benim nas›l bir erkek çocu¤um olabilir? Bana hiçbir befler dokunmam›flken ve ben azg›n-utanmaz (bir kad›n) de¤ilken.” dedi. “‹flte böyle” dedi. “Rabbin, dedi ki: Bu benim için kolayd›r. Onu insanlara bir ayet ve bizden bir rahmet k›lmak için (bu çocuk olacakt›r).” Ve ifl de olup bitmiflti. Böylelikle ona gebe kald›; sonra onunla ›ss›z bir yere çekildi. Derken do¤um sanc›s› onu bir hurma dal›na sürükledi. Dedi ki: “Keflke bundan önce ölseydim de, hâf›zalardan silinip unutuluverseydim.” Alt›ndan (bir ses) ona seslendi: “Hüzne kap›lma, Rabbin senin alt (yan)›nda bir ça¤layan k›lm›flt›r.” Hurma dal›n› kendine do¤ru salla, üzerine henüz oluflmufl taze hurma dökülüversin.” Tüm saray erkân›ndan gözyafllar› süzülüp m›r›ldanmalar ço¤ald› ve Judah Aslan› taht›ndan inip Ca‘fer’i kucaklad›. Zincirler yerine kral›n kollar› çevrelemekteydi Ca‘fer’i. “Önüme alt›ndan bir da¤ da koysan›z, onlar› size vermeyece¤im.” dedi ve Kur’ân’la ‹ncil’leri aras›ndaki fark› göstermek için, asas›yla zemine bir çizgi çizdi. Amr ayaklar›n› sürüyerek geziniyordu. Sonra Amr, sanki her fley bir kumard› da att›¤› zar yanl›fl gelmifl gibi kendine has bir tebessümle bafl› öne düfltü. Buras› Habeflistan’d›; aslanlar ve bal diyar› -ve de adalet. Ama bir kervanlar ve para de¤iflimi flehri olan Mekke’de terazilerde tart›lan adalet de¤il ipek, baharat ve parfümlerdi. Kelâm hâlâ görül-
B‹LÂL ZULMÜ VE HABEfi‹STAN’A KAÇIfiI ANLATIYOR • 71
memekteydi; kulaklar› onu iflitmekte, ama kalpleri hâlâ kör kalmaktayd›. fiimdi k›rbaçlardan daha so¤ukkanl› yeni bir iflkence, ‹slâm’›n üzerine çökmüfltü. Bu bir halk›n cezaland›r›lmas›ndan daha az› de¤ildi. Peygamberin kabilesi Benî Hâflim’in tamam› yasakl›yd›. Kimse onlarla ilgilenemiyor, yard›m edemiyor ve misafirperverlik gösteremiyordu. Ne bir çimdik tuz, ne bir tutam fleker, hatta gölge bile verilemiyordu. Toplumdan uzaklaflt›r›ld›klar› ve çöle sürüldükleri ilân edilmiflti; yaln›zca s›rtlar›n›n tafl›yabildi¤ini tafl›yarak. Muhammed (a.s.)’in mesaj›na inansalar da inanmasalar da, onu dinleseler de dinlemeseler de, onu sevseler de sevmeseler de tümü onunla muâdil bir flekilde eziyet gördüler. ‹lletli biri gibi kendini çöle f›rlat›l›p at›lm›fl bulmak için, onun ailesinin bir üyesi hatta kuzeninin kuzeni olmak yeterliydi. Bu mucidine, Ebû Süfyân’a yarafl›r bir çözümdü -‹slâm’›n kendi mecnunlu¤unda, günefl alt›nda kendi kendine ölmesi için göndermek. Üç y›l boyunca çölün açl›¤› ve susuzlu¤undan, dikenden çitlerin ard›nda e¤reti bar›naklarda uzanarak ac› çektik. Çocuklar gündüzün s›cakl›¤›ndan, gecenin de so¤uklu¤undan ölmekteydi. Yürüdü¤ümüz her yerde sefâletin üzerinden geçip gitmek durumundayd›k. Gökyüzüne bakt›k; ancak Mûsâ’ya geldi¤i gibi bize menn (kudret helvas›) gelmedi. Hâlâ gö¤üs germekte ve zulmün bir insan›n belini k›rmazsa omurgas›n› güçlendirdi¤ini fark etmekteydik. Elbette bu menn’den daha büyük bir lütuftu.
B‹LÂL DEVLER‹N ‹HT‹DÂSINI* NAKLED‹YOR
b
iz çölde uzan›rken, fark›nda olmasak da olaylar bulutlar gibi etraf›m›zda kümeleniyordu. Talihsizli¤in dibine ulaflmad›¤›m›z do¤ruydu; di¤er darbeler ve felâketler gelecekti. Ancak ilkin tümümüzün bafl›n› kald›ran bir umut devinimi gerçekleflti. Hamza ve Ömer Müslüman olup hidâyete erdiler.
Her iki ihtidân›n da hiddet ve kanl› bir veçheyle bafllamas› çok ilginç. Hamza bafl› çekti. Muhammed (a.s.)’in amcas› olup bir aslan avc›s› ve savaflç› olarak çölde nam salan devasa bir adamd›. Savaflta hiçbir k›l›ç, bu adam›nkinden daha a¤›r, hiçbir m›zrak daha h›zl› ve hiçbir ok daha ölümcül de¤ildi; avda da bu aslan avc›s›ndan daha cesur, daha hassas, daha hafif ayak sesi olan, daha keskin gözlü ve daha vurucu kolu alan kimse yoktu. Ancak güçlü olandan flirinlik hâs›l oldu ve Hamza; dev Hamza, at›n› bir çöl çiçe¤inin etraf›ndan onu ezmemek için çeviren bir adam oldu. O vakit ona yarafl›r bir flekilde yaban›l epik türünün kükreyen bir flairiydi. *
Din de¤ifltirme, hidayete erme (ç.n.)
74 • BEN B‹LÂL
Ancak Mekke’ye gelip Ebû Cehil’in, Muhammed (a.s.)’in bir yalanc› ve düzenbaz oldu¤unu ilân etti¤ini iflitti¤i gün flirinli¤inden eser yoktu. At›n›n terkisinde ölü ve diflleri sa¤lam olarak ba¤lanm›fl bir aslan vard›; ancak bu bile Ebû Cehil’in diline sahip olmas›na yetmedi. ‹ftiras›na devam etti ki bu hiç de ak›ll›ca de¤ildi. Hamza sol elinde yay› oldu¤u hâlde, sanki ortada hiç kimse yokmufl gibi kalabal›¤› yard›. Hiçbir fley demedi; tek ses yay›n›n tersiyle Ebû Cehil’e indirdi¤i darbeydi ve o da yüzünden kan süzülür bir hâlde yuvarland›. Bir flair olmas›na karfl›n Hamza, tart›flmay› seven biri de¤ildi. Omzunu silkip sadece Kâ‘be’yi gösterdi: “Geceleyin çölde avlan›rken, Allah’›n bir evde tutulamayaca¤›n› anlad›m.” Basitçe söylenmiflti. Sonra Hamza iki baca¤› üzerinde sa¤lamca durdu ve bir an olsun k›p›rdamad›. “Ye¤enimin dini benim dinimdir. ‹lâh› benim ilâh›md›r. Cesareti olan varsa ç›ks›n karfl›ma.” Yolundan çekilmek hariç, o, Muhammed (a.s.)’i ararken kimse k›p›rdamad›. K›sa bir süre sonra elinde k›l›c›, zihninde cinayet olan bir baflka adam Muhammed (a.s.)’i aramaya koyuldu. ‹slâm’› bir vuruflla bitirebilirdi. Bu kifli Ömer ‹bn el-Hattâb’d› ve o kadar uzundu ki gerdirilmifl gibi görünüyordu. Denir ki bir ad›mda devesine binebilirdi ki bunun sebebi, o vakit onun Bizans s›n›r›ndan baharat ve tafl kaçakç›l›¤›ndan geçimini sa¤layan macerac› genç bir adam olufluydu. Ayr›ca devesinin kötü huyuna da sahipti. Peygamber, Ömer sokaklarda yumruk savurarak gelirken, silâhs›z ve savunmas›z bir hâlde kendi bafl›na Erkam’›n evinde ibadet etmekteydi. Onu uyarmak için kofltum, haberlerimle onun da benim kadar korkaca¤›n› sanarak. Ama o usulca k›m›ldad›: “Allah Ömer ‹bn el-Hattâb’›n bana gelece¤i vakti belirleyecektir.” dedi. Ömer’in k›l›c› k›n›ndan ç›km›flt›. Devasa boynunu, evi aflar bir hâlde pencereden görebiliyordum. “Allah belirledi” dedim, “çünkü o burada flimdi.” Etrafta bir silâh arad›m; ancak ateflin üzerinde kaynayan bir tencere sudan baflka bir fley yoktu. Tencereyi ald›m ve kap›ya do¤-
B‹LÂL DEVLER‹N ‹HT‹DASINI NAKLED‹YOR • 75
ru se¤irttim. Sonra Peygamber kalkt›; san›r›m kendini korumaktan çok beni engellemek için “Teflekkürler Bilâl!” dedi s›cak suyu elimden alarak; “ancak flu an Allah’›n benim için belirledi¤i and›r, kaynar ya¤ bile bana yard›m edemez.” dedi. En az›ndan dedi¤inin bu oldu¤unu san›yorum,, ancak zavall› hâf›zam› zorlayam›yorum. Bugünlerde Peygamber’in dedi¤ini söyledi¤imizde bu din oluyor. Ömer kap›dan elli ad›m uzakl›kta de¤ildi -bu onun ad›m›yla k›rk bile gelmezdi- ki yafll› bir adam önüne ç›kt›. Onun bir dilenci oldu¤unu düflündüm; çünkü dilenciler en zamans›z anlarda dilenirlerdi ve öfkesine ra¤men Ömer, cömert birisi olarak bilinirdi. Ama bu sefer Ömer hiddetinden baflka bir fley vermedi. Yafll› adam› kald›rd› ve sallad›; ba¤›rarak mezarl›ktaki her yafll› kad›n› öldürece¤ini söyleyip küfretti -ki bu bana göre onu öldürmekten farkl›yd›. Sonra Ömer döndü ve sanki içindeki fleytan onu sürüklüyor gibi yola koyuldu. Biliyordum ki gün henüz bitmemiflti. Ömer bir peygamberi öldürmek dahil iflini yar›m b›rakacak bir adam de¤ildi; bu yüzden pencereye yak›n bir yerde bekledim. Erkam içeri girdi -en az›ndan üç kifliydik- ama muhakkak ki elimde bir fley olmas› lâz›md› ve ben de kaynar suyu tutmaktayd›m. Hamza’y› getirmek istedim, ama o çöldeydi. San›r›m kuflatma hâlindeydik. Bir saat sonra onu tekrar gelirken gördüm, k›l›c› hâlâ elindeydi ve yolu doldurmaktayd›. Bir fley söylenmeden kap›y› örtüp sürgüledim. Ard›mdan Peygamber geldi, “Kap›y› niçin örttün?” dedi. “Sizi öldürülmekten korumak için, ey Allah’›n Resûlü!” dedim. Ama o sakin bir flekilde bakt›: “Bir peygamber kap›s›n› kapamamal› Bilâl. E¤er Allah’tan korkuyorsan, kap›y› aç.” Muhammed (a.s.) odan›n ortas›nda bekler bir hâlde durdu. Ömer’in, k›l›c›n›n kabzas›n› kap›ya vuruflunu iflittim. Ancak peygamber peygamberin en iyi bildi¤ini yapar; bu sebeple bana söyleneni yap›p kap›y› açt›m. Ömer ‹bn el-Hattâb girmek için e¤ildi. Sonra gördü¤üm fleye inanamad›m. Ömer Peygamber’e bakt›, bana bakt›, Erkam’a bakt› ve sonra afla¤› do¤ru k›l›c›na bakt›. Büyük
76 • BEN B‹LÂL
bir his içinde çabalad›; ac› yüzünü de¤ifltirdi. Sanki kalbini sunar gibi gömle¤ini ç›kard›: “Diyorum ki Allah’tan baflka ilâh yoktur ve sen Muhammed Allah’›n elçisisin.” O an, ‹sâ’n›n Paul’ü oldu¤u gibi kesin bir flekilde Muhammed (a.s.)’in de Ömer’i vard›. Asl›nda Paul ya da Ömer’in “ihtidâs›ndan” bahsederken, “devrimlerden” bahsetmemiz daha yerinde olacakt›r; çünkü bu ihtidâlar›n sonucu onu gerektirir. Her iki flah›s da kararl›l›kla bafllam›flt›r; Ömer, Peygamber’i öldürmeye ve Paul de Hristiyanlar›… Bana söylediklerine göre Paul Stephen’i, ilk flehidlerini, tafllayanlar›n elbiselerini tutmufltur ki aralar›ndaki mesafe atefle dokunabilece¤iniz ölçüde yak›nd›r. Ancak Allah her iki adam›n da yakalar›ndan yakalay›p onlar› dinin büyük hâdimleri olarak korumufltur. Size aktard›¤›m gibi, Ömer’in ihtidâs›n›n yaln›zca uçlar›n›, en kötü bafllang›c›n› ve en iyi bitiflini gördüm. Aralar›nda geçen bir saatlik süredeki olup biten mucizeyi göremedim. Bilgim orada olan demirci Habbâb menfleilidir ve çeli¤i kadar hakikîdir. Ömer’i yolda durduran adam, sand›¤›m gibi bir dilenci de¤il, kimilerine göre flarap ticareti yapan bir tüccard›; çünkü Allah en az bekledi¤iniz dönemde size riyakâr ve günahkârlar gönderir. “K›l›c›n niye çekik?” diye sormufl yafll› adam. “Kendini ilâhlardan üstün tutan düzenbaz› öldürmek için.” diye cevap vermifl Ömer. “O hâlde eve git ve ilkin kendi k›z kardeflini öldür.” demifl yafll› adam. Böylesi yafll› adamlar en iyi zamanlarda kâhinler gibidirler ve Ömer onu yar›m yamalak anlasa da, bu benim pencereden gördü¤üm öfkeyi uyand›rm›flt›. Ömer, k›z kardeflini severdi ve yafll› adam›n onunla yafll› gizemli imas› delili¤ini daha da artt›rm›flt›. Hemen geri dönüp kardeflinin kap›s› civar›na sindi. Sesler duydu ve iflittiklerinin kimi ç›lg›n sözler oldu¤unu hissetti. Bir s›çray›flta kap›y› indirdi; bu yedi ayak uzunlu¤unda gazab hayâletinin
B‹LÂL DEVLER‹N ‹HT‹DASINI NAKLED‹YOR • 77
flimfle¤i, yani k›l›c› bafl› çevresinde çak›yordu. ‹çeride k›z kardefli Fât›ma’y›, kocas› Said’i ve flâhidim Habbâb’› gördü. Fât›ma bir parça k⤛d› ete¤inin alt›na gizlemeye çal›flt›. Ömer yüzüne korkunç bir darbe indirdi ve kad›n düflerken dizlerinin aras›ndan k⤛d› çekip ald›. Ömer, yaln›zca Peygamber bildi¤i için k›z kardeflinin gizli bir mühtedî oldu¤unu ve elinde tuttu¤u fleyin öylesine bir güzellik ve gizem dolu bir fley olup kimsenin henüz bir isim veremedi¤i Kur’ân’›n 20. sûresinden bir sayfa oldu¤unu bilemezdi. Anlam› kendi bafl›na en iyisiydi; çünkü tercüme edilemez ve tüm fliirlerin ötesindeydi. “Allah; O’ndan baflka ilâh yoktur. En güzel isimler O’nundur.”* Ömer elinde bu ayetle kalakald› ve kocas›n›n kollar›nda yüzünden süzülen kanla gizlenen k›z kardefline bakt›. Suçlulukla bafl›n› duvara çald›; “Ne yapt›n bana?” dedi, hem gülünç hem de ac›kl› bir soruyla. Kendi kan›n› yutmakta olan Fât›ma cevap vermekten çok korkmufltu. Ömer k⤛d›, onun aff› için bir özür olarak kald›rd›. “Oku bana!” dedi; “Bizim bozuflmam›za de¤erse, oku onu bana.” Ancak Fât›ma’n›n parmaklar›nda mecal kalmam›flt›; bu sebeple demiri bir kuflun kanad›n›n içinde burkabilecek Habbâb sayfay› al›p okudu. Ömer dinledikçe yavafl ve derinden bir merak onu ihâta etti. Okuyucunun dudaklar›ndan dökülen Allah sözünden büyülenifliyle bakakald›. Bana, kendisi aniden büyük bir flirinli¤in içine yay›ld›¤›n› ve bafltan aya¤a titredi¤ini anlatt›. ‹flte bugün tüm ‹slâm’›n önderi Ömer’in hidayet buluflu böyle oldu.
*
Tâhâ Sûresi, 8. ayet (ç.n.)
B‹LÂL HÜZÜN YILINI ANLATIYOR
o
na Hüzün Y›l› dendi. O y›lda her iflimiz kötü gitti ve felâketler o kadar üst üste geldi ki iman›m›z bile flüpheye düfltü. Semaya bak›p hangi an Allah’› gazabland›rd›¤›m›z› sorduk. Elbette Peygamber’in misyonunun alt› y›l› içinde biraz büyümüfl ve flimdi yüz kifliye ulaflm›flt›k. Yüz kifli dünya nüfusu içinde çok de¤ildir; ancak bir zamanlar yaln›zca on kifliydik. Bu yafll› hâlimle, fiam’da bastonuma dayan›p Müslümanlar›n kalabal›klar hâlinde gidiflini izlemekten daha çok hoflland›¤›m bir fley yoktur. Otuz y›l önce bir mumun etraf›nda toplanabiliyorduk; ancak flimdi Allah, her birimizi bir milyon kat ço¤altt›. Her ne kadar hüzün y›l› içinde topra¤›n alt›nda olmay› dilemiflsem de, hâlâ topra¤›n üstünde olmaktan memnunum. ‹lkin Hatîce vefat etti. Yirmi befl y›l boyunca Peygamberi’n biricik efliydi ve size anlatt›¤›m gibi ilk günlerde ona inanan yegâne kifliydi. ‹lk vahiylerin tedirginli¤inde Peygamber’i kollar›na alm›fl, tüm servetini onunla paylaflm›fl, hatta onlar›n da¤›t›m iflini de paylaflm›flt›r. Kendi gizemi içinde Hatîce inananlar›n annesidir.
80 • BEN B‹LÂL
Aniden bir gün vefat etti ve biz Hatîcemizi gece olmadan mezar›na acilen götürdük. Sonra Ebû Tâlib vefat etti. Bir ömür, aflk ve kay›p aras›nda as›l› bir hayat sürmüfltü. Muhammed (a.s.)’i severdi; ancak ölülerin ölü dinini terk etmekte baflar›s›z olup putperestlik üzere öldü. Atalar› onu adamak›ll› flekillendirmifllerdi. Ancak Peygamber’in destekçisiydi. San›r›m en iyi kurgulay›c› Allah, Ebû Tâlib’in putperestli¤ini onun için belirlemiflti -çünkü karanl›kta durarak ayd›nl›¤› en etkin bir flekilde savunabilirdi. Ebû Tâlib bize kat›lsayd›, bizimle birlikte hareket edecekti. O zaman destek nereden gelecekti? Onlardan biri olarak bizden iki kifli olabilirdi ve -küfre girdi¤imi düflünseniz de- öldü¤ümde, Ebû Tâlib’in Allah’a olan yak›nl›¤›n›n yar›s›na sahip olsam. Son nefesinde Mekke’nin efendilerini yata¤›n›n bir kenar›na, Allah’›n elçisi Muhammed (a.s.)’i di¤er kenar›na ça¤›rd›. Ölen bedeninin karfl›s›nda onlar aras›nda bar›fl yapmaya çabalad›. Ancak putperestlikle herhangi bir bar›fla izin vermek Muhammed (a.s.)’in gücü dahilinde de¤ildi. Yaln›zca Bir Allah’a ibadet etmelerini istedi¤inde, onlar Muhammed (a.s.)’in sözlerinin kulaklar›na girmesini engellemek için alk›fl tutmaya bafllad›lar. Ebû Tâlib gürültü ve elem içinde öldü. Peygamber susturulmufltu. En kötü düflman› amcas› Ebû Leheb, Hâflim âilesinin lideri olarak en iyi arkadafl›n›n yerini alm›flt›. Eti ve kemi¤i olan akrabalar› bile ondan ayr›lm›fllar ve Ebû Leheb’in, ateflin babas›n›n kocaman a¤z›, davran›fllar ve din hususunda yegâne otorite hâline gelmiflti. Ebû Leheb sanki kendi kar›lar›ym›fl gibi Lât, Menât ve Uzza’y› savunmufl ve her sabah onlara ne kadar yarat›c› ve hoflnut edici olduklar›n› söylemiflti. Zavall› aptal! Tap›nmas› onun son tekmesiydi ve Peygamber’e yöneltti¤i kini, kendini içine att›¤› f›r›n olmufltu -öfke anlar›n›n birinde k›pk›rm›z› ve fliflmifl olarak geberdi ve ruhu flimdi di¤erlerine ibret olsun diye flenlik atefli gibi yanmakta. Hayattayken bile Allah onun ruhunu yarg›lad› ve cehennemdeki odas›n›
B‹LÂL HÜZÜN YILINI ANLATIYOR • 81
haz›rlad›. “Atefl” Sûresi denen 111. sûre Leheb’de Allah, ona iflaret eder: “Kurusun iki eli Alevler babas›n›n (Ebû Leheb) Kurudular da Ne mal Ne de kazand›klar› Fayda verdi ona Yanacak alevli bir ateflte o.” Kar›s› Avra da onun kadar kötüydü. Çocukken, onun iflkence gören köleleri beyaz bir flemsiyeyle izlemeye geliflini hat›rl›yorum. Ondan korkard›m. Sonraki e¤lencesi, dikenli demetleri liften iplerle ba¤lay›p onlar› Muhammed (a.s.)’in kap›s›nda atefle vermekti. Allah kocay› kar›s›ndan cehennemde ay›rmad›; ikisini bir koydu. “Kar›s› da (hem) odun hamal› olarak Liflerden bir ip doland›r›lm›fl hâlde boynunda” Onlara ac›yorum. ‹nlerinde faal olan lejyon denen fleytanlara sahip görünüyorlar ve ‹sa’n›n Gadara’daki göle sürüp bo¤du¤u iki bin domuz gibi ac› çekiyorlard›. Tek ümitleri yak›nl›k nimetiydi Peygamber’le ayn› havay› paylaflm›fllard›. Allah onlar› isterse affedebilir; bu ne benim niyetim, ne de Allah’a dair tahmin etti¤im bir fley...
82 • BEN B‹LÂL
Bir araya gelmesi ve vaazda bulunmas› yasaklanm›fl bir hâlde Muhammed (a.s.) Mekke’den daha az vahflî tabiatl› ve daha az kat› yerleri düflünmeye bafllad›. Allah’ta güvende olan kifli art›k sokaklarda güvende de¤ildi. Çölün s›ca¤›nda yükselen bir da¤l›k flehir olup çokça ar› ve kelebe¤i bulunan, meyve a¤açlar› ve bahçelerle çevrili Taif ’i denemeye karar verdi. Bu hofl diyarda insanlar uzun bir tafl suretindeki ilâhe Lât’a tap›yorlard›. Muhammed (a.s.) yüz kilometre güneyde olan Taif ’e yaya olarak yola ç›kt›. Bu bir zamanlar›n, develeri h›zla giden vars›l tüccar› iyi amellerle kendini o kadar fakirlefltirmiflti ki iki ayakkab›s›ndan baflka yolculuk için hiçbir fleyi kalmam›flt›. Uçuflan kuma karfl› bir örtü ve yamal› tek bir gömle¤i zar zor bulabildi. Ancak giysileri içinde böylesi muhteflem bir adam› asla görmedim -y›rt›k p›rt›k bir urba bir peygamberin s›rt›nda alt›ndan bir gömlekti. Sadece evlâtl›¤› Zeyd’le yola ç›kt›. Onu izlemeye çal›flt›k, ancak bizi geri gönderdi. Bir heyet istemedi. Korkmufltuk. Arabistan’da yolculuk yaparken kuru kuyular, rüzgâr, günefl, talihsizlik, düflman›n›z ve siz karfl› karfl›ya kalabilirsiniz. Hakl›yd›k. ‹ki hafta içinde yorgun arg›n, susuz ve yaralar› hâlâ taze olarak geri döndü. Kumun son metrelerinde bedenini sürüklemiflti. Boynunun etraf›nda sessizlik bir tafl gibi as›l›yd›. Tek kelime etmeden dul kald›¤› eflinin yata¤›na gitti. Zeyd bize ne oldu¤unu anlatt›. Taif ’e sa¤ salim varm›fl ve ileri gelenlerle bir toplant› ayarlam›flt›. Yast›klarda oturup tatl› yiyorlar ve flarap yudumluyorlarm›fl. ‹çeri al›nmay› istemifl, onlar da vaazda bulunmas›na müsade etmifllerdi. Onu, e¤lence beklentisi ve tenezzülle kâselerinin k›vr›mlar›ndan izlemifllerdi. Mant›klar›n› onun için zorlam›fllard›; çünkü Taif so¤uk bir flarapla yoldan ç›kar›lan bir flehirdi. “E¤er Allah’›n elçisiysen”, dediler, “o bizim konuflmam›za izin verilmeyen bir meleksin; e¤er Allah’›n elçisi de¤ilsen, o hâlde sahtekârs›n. Her iki durumda da senle konuflmamal›y›z.”
B‹LÂL HÜZÜN YILINI ANLATIYOR • 83
Bu sersemliklerinde kalkm›fllar ve gerçek mizaçlar›n› -kayalar› ve tafllar›- kuflanm›fllard›; mecnunlardan bir ayaktak›m›n›, akledemeyen çocuklar›, ba¤r›fl›p ça¤r›flan, vahfletten haz duyan sabileri Peygamber’i tafllay›p çöle döndürmek için onun üzerine salm›fllard›. O gün, Peygamber’in deyimiyle hayat›n›n en kötü günüydü. Yaln›zca merhametli birinin gücü yetti. Tarlalarda çal›flmas›na f›rsat verilen Addas isimli H›ristiyan bir köle ona ac›d› ve bir salk›m üzüm getirdi. Cenneti bir salk›m üzümle kazanan Addas ne mutlu bir kifli! Hayatta nas›l bir kumar ve kurtuluflla bir tesadüf bulunmakta! Cennete giden yol uzun oldu¤u kadar k›sa da olabilir. Addas’›n yolunu bilmiyorum, ama onu seviyorum.
B‹LÂL B‹R fiEHR‹N PEYGAMBERE NASIL TESL‹M ED‹LD‹⁄‹N‹ AKTARIYOR
d
erler ki; Taif gecesi birçok y›ld›z gökten kayboldu. Derler ki; Ülker yaln›zca üzülmedi -ki bu normal olarak düflünülür- ayr›ca h›çk›ra h›çk›ra a¤lad›¤› da iflitildi ki bu anlams›zd›r. O gece ben de gökyüzünü izliyordum, ama hiçbir fley iflitmedim. Olay baflka bir yerdeydi ve oldu¤unda neredeyse s›ra d›fl›yd›. Bir gece Medîne’den on iki adam, ay ›fl›¤›nda, flehirlerini Muhammed (a.s.)’e teslim için geldiler. Onlardan herhangi birini görmemifltim, görmeyi de beklemiyordum; ama gelifllerinde iyi sebepleri vard›. Muhammed (a.s.)’e bar›fl sa¤lay›c›s› olarak ihtiyaçlar› vard›. Medîne sürekli savafl içinde olan iki kabilenin, Evs ve Hazrec’den oluflan bir flehirdi. Her Evslinin kalbinde bir Hazreclinin verdi¤i bir ac› ve her Hazreclide bir Evslinin verdi¤i yara bulunmaktayd›. Kardeflli¤i va’zeden Peygamber’i iflitmifller ve flimdi onun uzlaflt›r›c›l›¤›n› arzuluyorlard›. Muhammed (a.s.)’in babas› ve annesi, alt› y›l arayla Medîne’de vefat etmifller, bu sebeple topra¤› onlar›nkiyle zaten kar›flm›flt›.
86 • BEN B‹LÂL
Sab›rla dinledi. Onlar, Taif ’te arzu etti¤i fleyi, yaflayaca¤› ve zulmün ulaflabilece¤inden ötede konuflabilece¤i bir yeri sunuyorlard› Muhammed (a.s.)’e. Ancak ya¤malama bir peygamberin sayg›nl›¤›na yak›flmazd›. Israrla onu ve kendilerini anlamalar›n› istedi. Sonuçta bir davetçisini, onlara ‹slâm’› anlatacak Mus‘ab’› kabul etmelerini istedi ve sonra ayn› düflüncede olurlarsa, bir sene içinde dönece¤ini belirtti. O y›l bitmeden befl y›l yaflland›k. Bunal›yorduk. Medîneli adamlar›n bir daha gelip gelmeyeceklerini -gerçekten var olup olmad›klar›n› veya onlar› düflleyip düfllemedi¤imizi- merak ediyorduk. Üzücü bir görüntümüz vard›. Ebû Leheb, hâlâ k›rbac›n›n tanr›lar›n›n varl›¤›n› ispat edebilece¤ini düflünüyordu. Yüksek duvarl› evlerde yafl›yorduk. Kimisinin, Peygamber’in inatla ilâhî yard›m› tepti¤i fleklinde düflüncelerle -sanki ay ›fl›¤›nda gelenler bir düzine Arap de¤il de on iki melekmifl gibi- imanlar› zay›flam›flt›. Ancak kendi halk›n› hem güzellikleriyle hem de çirkinlikleriyle tan›yan Muhammed (a.s.), Medîne’den gelen davetin, insanlar aras›nda t›rmanmak için kullanabilece¤ine karfl›n semadan inen bir halat olmad›¤›n› biliyordu. Mukavemeti test edilmeliydi ve kuvvetliydi. Akabe’deki gizli buluflma yerine -verilen gün ve saatteMus‘ab’›n deyifliyle bir çöl kekli¤inin hafiften süzülüflü gibi geldiler. On iki kifli de¤il, yetmifl yedi kifli geldiler; neredeyse Mekke’de bulunan bizler kadard›lar. Bu kadar kifliyi görünce, bunun bir tuzak oldu¤unu düflündüm. Medîne’den erkekler ve flimdi de kad›nlar ricalar›n› -Muhammed (a.s.)’in gelip onlarla birlikte yaflamas›n› ve aralar›n› bulmas›n›- yinelediler. Bir durgunluk oldu. fiimdi bildi¤imizi -bu k›sa durgunlu¤un büyük bir zaman aral›¤› oldu¤unu; dünyam›z›n gelece¤inin onun içinde oldu¤unu; uluslar›n bir araya geliflinin, insan›n Allah’ta bay›nd›r oluflunun tümünün onda oldu¤unu -o an bilmiyorduk. Ancak olay›n kendisi, Peygamber’in bafl›n›n yaln›zca bir çevrilifliydi.
B‹LÂL PEYGAMBERE B‹R fiEHR‹N NASIL TESL‹M ED‹LD‹⁄‹N‹ AKTARIYOR • 87
Muhammed (a.s.) onlardan bir söz istedi. Tarih bu sözü sanki kanla, mühürle ve yeminle yap›lm›fl gibi Akabe Bey‘at› olarak kabul eder. Duydu¤um fley daha çok nazik bir ricayd›. Onlardan yaln›zca Bir Allah’a ibadet etmelerine, kad›nlara kötü davranmamalar›na, k›z çocuklar›n› öldürememelerine, yalan söylemeyip h›rs›zl›k yapmamalar›na, Allah’›n kanunlar›na itaat edip onu ve onunla birlikte gelenleri korumalar›na dair güvence ald›. Ayr›ca e¤er onlarla yaflamak için gelirse, asla onlar›n sahiplenmemelerine dair uyar›da bulundu; kalbi tüm insanlara aç›k olmal›yd›; bir kabileyi, ›rk› ya da tek bir rengi seçemezdi. Ancak gerçekten rica etti¤i neydi? Bu kadar yumuflakça söylenip anlamlar› böylesine dobra dobra olan sözleri hiç iflitmemifltim. Onlardan ilâhlar›n› odun yapmalar›n›, kendilerini Arabistan’›n geri kalan›ndan tecrid etmelerini, hatta onun için savaflmalar›n› istiyordu. Mus‘ab’›n ö¤retti¤i üzere, Allah’›n kanununun; mallar›n›n, hatta a¤açtan indirilen bir portakal diliminin bile di¤erleriyle paylafl›lmas› oldu¤unu biliyorlard›. Ona yaln›zca bir soru sordular: “Karfl›l›¤›nda ne alaca¤›z?” Ve o da tek bir sözle cevap verdi: “Cennet”. S›rayla her birine, elini birer birer verdi ve kad›nlara da bafl›yla onay verdi; çünkü bir baflka adam›n kar›s›n›n bedenine dokunmak uygunsuz olurdu. ‹flte Akabe Bey‘at› böyle oldu. Kayal›klar aras›nda kuru bir nehir yata¤›nda gerçekleflti; ama ben -iflte sadece gördü¤ünüz gibi Afrika’dan siyahî bir adam›m- o gece herhangi bir yerde de¤il, Allah’›n gönlünde oldu¤umuzu düflündüm. Akabe’nin akabinde ‹slâm bir millet oldu ve Allah’›n Resûlü bir kanun yap›c› hâline geldi.
H‹CRET: B‹LÂL MEDÎNE’YE KAÇIfiI ANLATIYOR
b
en, Bilâl, art›k insanlar›n bir lideriydim. Size anlat›rken gülümsüyorum, ama gurur günah›m› ba¤›fllay›n; çünkü s›radan bir lider de¤ildim. Asl›nda diyebilirim ki yaln›zca birkaç kiflinin olabilece¤i üzere do¤ufltan bir liderdim. Her kölenin zihninin arka taraflar›nda kaç›p kurtulma fikri vard›r ve ben Bilâl kaç›flla yönetildim. Arkada Ateflin Babas›*n›n s›cak nefesi vard› ve ard›nda fleytan oldu¤u vakit kim bir kahraman olamaz?
Birkaç gece zarf›nda, geceleri fâs›lalarla, küçük gruplar hâlinde Mekke’yi terk edip Medîne’ye do¤ru yola ç›kt›k. Muhammed (a.s.) her yerdeydi; bizi teftifl ediyor, fikir veriyor ve ayr›lma vaktimizi planlay›p düzene koyuyordu. En büyük korkusu, çölde olabilecek kitlesel bir katliamd›; toplanamayacakt›k; menzil d›fl›na kadar ayr› yollardan gitmeliydik. Bana alt› erkek, iki kad›n ve üç çocuktan oluflan bir grup verildi. Peygamber ilk kilometrelerde bir çocu¤u tafl›d› ve sonra gitmemizi emretti. Size söylüyorum; e¤er *
Ebû Leheb (ç.n.)
90 • BEN B‹LÂL
çölde bir aslanla karfl›laflsayd›m, onu boyunduru¤a al›rd›m. fiimdi insanlar›n bir lideri olmufltum. Mekke ve Medîne aras›ndaki mesafe üç yüz elli kilometredir. Yazlar› dokuz gün sürer, e¤er çocuk varsa on bir gün al›r. Bu güzergâh binlerce y›ld›r milyonlarca insan taraf›ndan katedilmifl ve rüzgâr, bu yolcular›n her birinin ayak izleri üzerine kum serpmifltir. Bizimkiler hariç. Biz farkl›yd›k. Biz ticarî yük de¤il Allah’›n yükledi¤i sorumlulu¤u tafl›d›k. Dünya durdukça ayak izlerimiz ayan beyan kalacak. Çünkü biz Birinci Y›l›n Birinci Günüydük; seyahatimiz, hicret, takvimimizi tayin etmektedir. Bizim ad›mlar›m›z zaman› bafllatt›. Aylardan haziran ve yolculuk için y›l›n en kötü zaman› olsa da çok güç olmad›¤›n› kabul etmeliyim. Korktu¤umuz rüzgârlar dinmiflti. Takip edilmiyorduk. Y›ld›zlar aç›k bir görüfl vermekteydi yola. Beflinci günde ufukta kofluflturan üç ya da dört göçebe gördük, ama bir dakika içinde gözden kayboldular. Çocuklardan biri bir devekuflu kald›rd› ve ben de yeme umuduyla kovalad›m, ancak beni yere düflürdü. Hepsi bu. Elbette ufak tefek rahats›zl›klar›m›z vard›. Yaz›n çölde s›zlanmadan ac›s›z seyahat edemezsiniz. Tüm çocuklar ara ara rahats›zland›; ancak terkimizde gitmekten hofllan›yorlard›. Adamlardan birinin aya¤› yara olmufltu. Bunu üç gün saklam›fl ve ben ad›mlar›ndan de¤il, yaln›zca gözlerinden fark etmifltim. Benim anlad›¤›m› fark edip ben bir söz söylemeden önce ad›mlar›n› h›zland›rd› zavall› adam, atefl üstünde yürüyor olmal›yd›- ta ki herkesin önüne geçip yaln›zca bir sûret hâline gelene kadar. Ard›ndan koflmak zorunda kald›k ve aya¤›na bakmam›za izin vermeden bile önce ricada bulunduk. Ancak o Medîne’ye eli omzumda sekerek girdi. ‹flte böyleydi hicretimiz, göçümüz Mekke’den.
B‹LÂL PEYGAMBER’‹N AYRILIfiINI ANLATIYOR
a
ncak hicretimizin göremedi¤imiz bir korkusu bulunmaktayd›. Alt›nc› gün Hamza bizi buldu. Çölde geziniyor, aslanlar› korkutuyor, düflenleri kald›r›yor, geridekileri teflvik ediyor, koruyor ve çobanl›k yap›yordu. En son duymak istedi¤imiz haberi verdi. Peygamber herkes ç›kana dek Mekke’de kalmaya karar vermiflti. Muhammed (a.s.) elbette onlar› bizden uzak tutuyordu. Mekke’nin ileri gelenleri kovandaki kraliçe ar›y› ellerinde tutarlarsa, di¤er ar›lardan niye endifle etsinlerdi? Bu sebeple biz kendimizi güvene almada acele ederken, O neredeyse katilleri kendini öldürmeye davet edercesine düflmanlar› aras›nda aç›ktan yürüyordu. O semadan gelen bir kahramanl›k âbidesiydi. Tüm olup biteni iflitmezden evvel birkaç hafta geçmiflti; ancak hikâyenin düzeni bunu size flimdi anlatmam› gerektiriyor. Mekke’nin ileri gelenleri asl›nda Muhammed (a.s.)’i öldürmek için âkil adamlardan müteflekkil bir oluflumun tüm emarelerini tafl›yan bir plan yapm›fllard›. Ayn› kan havuzunda hem öldürecekler,
92 • BEN B‹LÂL
hem de kanl› ellerini y›kayacaklard› -egemenlerin genelde mahir oldu¤u bir suç. Yedi kabileden yedi m›zrakl› kifli, Muhammed (a.s.)’in bedenine birer kere vuracakt›. Çünkü her bir m›zrak farkl› bir kabile adam› taraf›ndan tafl›nmakta olup hiçbir kabile cinayetten suçlu bulunamayacak ve gelene¤e göre hiçbiri ölümüne dek takip edilemeyecekti. Yedi kez dökülen kan›n öcü kolayca al›namazd›. Örtbas etmek için bu daha uygundu. Yedi m›zrak çözümü öylesine incelikliydi ki bunun fleytan›n kendisi taraf›ndan teklif edildi¤ini iflitmifltim. ‹leri gelenlerin toplant›s›na onlardan biri gibi giyinerek gelmiflti. Bunu yapaca¤›na ihtimal vermezdim. fieytan insanlar›n giysilerini giymeyi ve rollerini oynamay› severdi. Onu bir yere koymak zordu. Ya çok ciddî ya da yeterince ciddî de¤ildi; ya çok ak›ll› ya da sakard›; cehennemde hükmetmekte, ancak dünyada farkl› k›l›klarda dolaflmaktayd›. Ancak fleytana zekâs›n› teslim etmek lâz›m, kuflkusuz semadan düflen bir aktördü. fieytan ya da tüccar, her ikisi de baflar›s›z oldular. M›zraklar kalkt›, ama hiçbiri vuramad›. Yedi adam geceleyin onun uykuda oldu¤unu düflündükleri bir anda Peygamber’in odas›na dald›lar. Ama O tehlikenin kokusunu sezdi ve o gece kuzeni Ali’yi yataktaki kendi yerine koydu. Tan›d›¤›m en mütevaz› adam olan Ali, onlara gülümseyip yatakta uzanarak, O’nun yatakta olmad›¤›n› onlara gösterdi. Muhammed (a.s.) Mekke’nin d›fl›nda olup hâlâ tehlikedeydi. Ebû Süfyân onu ya da bafl›n› Mekke’ye getirene yüz develik bir ödül teklif etti. At ve develer çabucak kofluldu ve büyük bir eyerleme ve binme telâfl› bafllad›. Yüz develik bir ödül gitmeye de¤erdi; ayr›ca bir insan av› e¤lencesi vard›. Eski bir köle olarak size, bir insan›n kendi cinsinden birini ne tür bir zevkle ve ç›lg›nl›kla kovalayaca¤›n› anlatacak konumday›m. Hiçbir vahflî ya da ödlek hayvan, ona iki ayak, ten ve kan›n›n verdi¤i kadar tatmin olufl sa¤layamaz; ancak Nemrud gibi kendini atefle kovalar.
B‹LÂL PEYGAMBER‹N AYRILIfiINI ANLATIYOR • 93
Muhammed (a.s.) çölü aç›ktan geçip Medîne’ye koflturmayacak kadar bilgeydi. Ebû Süfyân dört nala koflan adamlar› salar salmaz, çöl onun için ölümdü. Bunun yerine Allah, O’nu z›t yöne, Medîne’den uza¤a sevk etti ve Sevr Da¤›’ndaki bir ma¤araya gizledi -çünkü Kur’ân’›n dedi¤i gibi, “Allah tuzak kuranlar›n en iyisidir.” Ebû Bekir de O’nunla birlikteydi. Ancak yüz deve denemeden vazgeçilemeyecek ifltahlar› kabartacak bir ödüldü. Kör talihim, Mekke’de o dönemde, benim kadar siyah ve çölün kabul edilmifl bir ustas› olan Habeflistanl› bir izsürücü bulunmaktayd›. Anlatt›klar›na göre, havay› koklayarak uçan kufllar›n izini sürebiliyor ve kayalar›n üstünde ayak izlerini takip edebiliyordu. Arkadafllar› bile bir domuz gibi rüzgâr› görebildi¤ini iddia ediyorlard›. Herkes ileri giderken, bu deha geri gitmekte ›srar etti: “‹zleri Muhammed b›rak›yor, ben de¤il.” demiflti. Becerisi onu Sevr ma¤aras›n›n girifline kadar getirdi. Sonra omuzlar›n› silkip oturdu -iflini yapm›flt›, di¤erleri cinayeti iflleyebilirlerdi. Ümeyye, Ebû Cehil ve insan avc›lar› ma¤aran›n d›fl›ndayd›. “‹flimiz bitti.” dedi Ebû Bekir. “Yirmi kifliler, biz ise iki kifliyiz.” “Yan›l›yorsun” diye f›s›ldad› Peygamber, “Allah da burada. Sen, ben ve O... Bu sebeple üç kifliyiz.” ‹flte o dem bir örümcek afla¤› sarkt› ve ma¤aran›n a¤z›na bir a¤ örme¤e koyuldu; iflte o dem iki beyaz güvercin girifle gagalar›yla ince dallarla bir yuva yapmaya giriflti. Muhammed (a.s.) ve Ebû Bekir, ma¤aran›n karanl›¤›nda çömelmekteydiler; ne var ki Allah’›n küçük yarat›klar› öyle de¤ildiler ve nurun da korkmak için bir sebebi yoktu. Daha sonra eski efendim Ümeyye, k›l›c›n› çekip kayalardan t›rmand› ve her zamanki gibi tabiat› korkuttu. Güvercinler uçufltu ve örümcek de bir yar›kta kayboldu. Ancak yapm›fl olduklar› ortadayd›; kufllar davetsiz misafirlerin aras›nda yuvalamazlard›. Ümeyye iz sürücüye lânet okudu, at›na tekrar binip uzaklaflt›. ‹zsürücü de kendi yoluna devam etti ve bana anlat›ld›¤›na göre, bir daha asla bir adam›n izini sürmedi.
94 • BEN B‹LÂL
Elbette bunlar tabiî olaylard›; örümcekler a¤ örer ve güvercinler yuva yapar. Ancak o gün Allah’›n Resûlü’nün hayat› bir örümce¤in a¤›na ba¤l› ve din de iki güvercine dayanmaktayd›. Mekkeliler uzaklafl›rken, onlar ma¤arada Allah’›n huzurunda beklediler. Dördüncü gece tali yollar› ve çöldeki tenha yerleri bilen Arkat isimli putperest bir bedevî, onlara iki deve ve bir torba yiyecek getirdi. Karanl›kta Peygamber, yol arkadafl› ve putperest el yordam›yla da¤dan inip bat›ya, hâlâ Medîne’den uzak bir yöne süzüldüler. ‹ki gün sonra, neredeyse K›z›l Deniz görünürken, bilinen tüm yollardan sak›narak kuzeye genifl bir yar›m daire çizerek ilerlediler. O zaman bile bir takipçi onlar› buldu; ama Allah, Arabistan’daki en iyi ayg›r olan at›n›n tökezlemesini sa¤lad›. Adam hemen Müslüman oldu -ya da hikâyenin kendisi böyle anlat›yor. O esnada biz dört gözle onlar› beklemekteydik. Her sabah çölde do¤ru yoldan gitmekteydik; ancak birkaç saat sonra günefl bizi geri getirmekteydi. Bu günler, hiçbir fleyin uzun süre hareket edemeyece¤i ve yolcular›n günefl kafalar›n›n üzerinden geçip gidene kadar durup bir örtünün alt›nda uzanmas› gerekti¤i en s›cak demlerdi. Bir hafta boyunca, nas›l da iyi hat›rl›yorum, sadece f›s›lt›yla konufltuk. Derken efendim, ö¤leyi biraz geçtikten sonra aniden bir nida duyuldu ve herkes kofluflturmaya bafllad›. Onlar› ilk gören, umar›m ebediyen uzaklar› görmeye devam eder, bir Yahudi’ydi -uzakta develerinin s›rt›nda afla¤› yukar› sal›n›p s›cakta yavaflca hareket eden üç küçük sûret. Onlar› karfl›lamak için hurma dallar›n› sallayarak, tökezleyerek, düflerek, sevinç kahkahalar›yla, zafer naralar›yla çöle kofltuk. Allah’›n Resûlü flehrine gelmiflti. Dinler tarihinde iki büyük yolculuk vard›r; Yahudilerin M›s›r’dan ç›k›fl› yani Exodus ve de bizim Mekke’den göçümüz, Hicret. E¤er bir üçüncüsü varsa, onu düflünemiyorum bile. Hicret, ‹slâm’› kendisine zulmedenlerden kurtard›. Peygamber kendi flehrine, H›ristiyan takvimine göre 28 Haziran 622’de geldi. Yahudi takvimine göre 4382. y›lda. Ancak bize göre hicret, bizim takvimimizi bafllat›r. Hicret birinci y›lda gerçekleflti.
B‹LÂL B‹R DEVEN‹N SEÇ‹M‹N‹ ANLATIYOR
e
n yak›n hurma a¤ac› alt›nda, bine¤inden bile inmeden Peygamber devlet idaresine dair ilk karar›n› aç›klamak durumundayd› -çünkü flehre yeni att›¤› ilk ad›mda onu bölme tehlikesiyle karfl› karfl›yayd›. Dört bir yandan sesler ona kalacak yer sunmaktayd›. Böylesi davetler yaln›zca cömertlikten de¤ildir. Önemli bir misafir ev sahibine önem atfeder ve kifli görmüfl oldu¤u misafirperverlikle genelde minnet alt›nda kal›r.
Münaf›k ‹bn Selûl, en ›srarc› olan›yd›. Devenin dizginlerini tuttu; sanki Allah’›n Resûlü’nü kendi emeline yöneltecekmifl gibi. “Medîne’deki en güzel eve sahibim.” dedi, “bende kal›n. Bahçelerim var ve en güzel sofray› ben kurar›m.” Muhammed (a.s.) bir seçim yapma tehlikesiyle karfl›laflm›flt› bir taraf› memnun ederken, bir di¤erini reddetmifl olacakt›. Ancak genelde gözlemledi¤im gibi, en karmafl›k kifliler bazen en basit çözümleri bulurlar.
96 • BEN B‹LÂL
Peygamber’in gözlerinde, devesi Kusva’n›n boynunu t›p›fllarken bir ›fl›lt› gördüm. “Bu kadar çok davetin aras›nda seçimde bulunamam” dedi, “ancak Kusva yolculu¤umda bana sadâkatini öylesine ispatlad› ki seçimi ona b›rakma e¤ilimindeyim.” Hayvan uysall›¤›nda gevifl getiren Kusva hariç her bir yüzdeki flaflk›nl›¤› görmeliydiniz. Peygamber elindeki yolculuk sopas›n› bir belirsizli¤i bitirip di¤erini bafllatan bir imle kald›rd›. “Devem nerede durmay› seçerse orada kalaca¤›m ve orada mescidimi infla edece¤im.” ‹ndi ve devesinin bald›r›n› t›p›fllad›. Hepimiz a¤›r, çirkin, hafif, gizemli, hantal, irice ve a¤›rca hareket eden hayvan› vahan›n derinliklerine do¤ru takip ediyorduk. Kuyru¤una yap›flt›k diyemeyece¤im, ama onun bafl›yla birlikte dönüyorduk diyebilirim. O zaman bilmiyorduk; ancak o deve, hörgücünün alt›nda hem bizim yerleflim alan›m›z›, hem de Peygamber’in kabrini bar›nd›r›yordu. Peygamber hayat›n›n en önemli siyasî karar›n› bir yük hayvan›na terk ediyordu. Kusva durmazdan evvel uzunca bir mesafe gitti. Ancak durufl yaln›zca bir ayak sürümeydi. Etraf›n› koklad›, bir yaprak yedi, kafl›nd›, geriye bir ad›m att› ve devam etti. Ask›da olan nefesimizi b›rakt›k ve onu takip ettik. Selûl’ün Peygamber’e olan çokça kar›fl›k övgülerinden ilki kula¤›ma çal›nd›: “Düflündü¤ümden daha zeki” dedi, “Devenin yapt›¤› bir seçim kimseyi gücendirmez.” Kusva’y› izledim; dört ad›m›m onun iki ad›m›yd›. Her devenin her köpek gibi zaman›n›n gelip geçti¤i bir dönem vard›r ve kuflkum yok ki bu deve hakk›nda ve bugün hakk›nda dünyan›n sonunda bile konuflacaklar. ‹skender’in savafl at› Bucephalus ve Caligula’n›n Roma senatörü yapt›¤› at Incitatus unutuldu¤unda, hicret biniti Muhammed (a.s.)’in devesi Kusva’y› hâlâ hat›rlayacaklar. Beyaz tüyleri, geniflleyen burun delikleri ve filozof bak›fl›yla mükemmel bir deveydi. Ancak her mükemmelli¤in bir kusuru olmal›d›r ve Kusva’n›n kusuru da sol kula¤›ndayd›; gençken bir deve dövüflünde kula¤› çi¤nenmiflti. Baflka bir yerinde iz yoktu.
B‹LÂL B‹R DEVEN‹N SEÇ‹M‹N‹ ANLATIYOR • 97
Aniden befl a¤açla çevrili küçük bir tarla olan yeri buldu. Ama henüz oyunlar›n› bitirmemifl ve hile torbas›n› boflaltmam›flt›. Ço¤u beklemekteydi. Dizlerini büktü, çömeldi, kalkt›, dönüp bölgeyi koklad›, kuyru¤uyla sinekleri silkti, Kudüs’e do¤ru kuzeye ve Mekke’ye do¤ru güneye bakt›, alçak bir fokurdama sesi ç›kard›, sonra tekrar çöktü -bu sefer vücudunun a¤›rl›¤›n› afla¤› b›rakaraksonra da güm! Kusva tamamen çökmüfltü. Boynunu gerdi ve çenesini yere koydu. Seçmiflti. Muhammed (a.s.) dinlenen devesinin bafl›nda durdu ve yüksek bir sesle ilân etti. “Burada kalaca¤›m. Beni buraya gömeceksiniz. Burada infla edece¤im mescidimi.”
B‹LÂL, CAM‹N‹N ‹Nfi ED‹L‹fi‹N‹ ANLATIYOR
ç
al›flma flafakla bafllad›. Muhammed (a.s.)’in kendisi bir m›zrak ucuyla ilk çizgiyi çekip befl uzun hurma a¤ac› aras›nda çal›flmaya koyuldu. Bu a¤açlar o kadar düzenli aral›klara sahiplerdi ki sanki Allah onlar› bizim için mescidin dört sütunu olsunlar diye koymufltu; asl›nda deveyi bu mekâna getiren de Allah’t›. ‹lk çizginin çekilip ilk kese¤in döndü¤ünü görünce yaban›l bir çal›flma sevincine büründük. Ayaklar›m›zla kaz›p ellerimizle flekil veriyorduk. Kerpiç kestik, tafl tafl›d›k, a¤aç biçtik, harç kard›k, zemini tasfiye ettik, otlar› temizledik, hendekler kazd›k, merdivenlere t›rmand›k, sepetleri kald›rd›k, kalplerimizin malzemesiyle ba¤lay›p rabt ettik. Tümünü öylesine bir narinlikle yap›yorduk ki bizi görenler raksetti¤imizi söylüyordu. Muhammed (a.s.) var gücüyle kerpiç tafl›y›p merdivenlere t›rman›yordu. Baflka birini bir hafta yata¤a düflürecek dehflet bir yolculu¤un hemen akabinde olsa da O, oturmay› bile reddetmiflti. Gitti¤i her yerde peflinden koflan çocuklar buluyordu; tümü yar-
100 • BEN B‹LÂL
d›m etmeye hevesli, ancak ifli berbat etmekteydi. Bir defas›nda onlar›n rahats›z etmelerinden kurtarmak istedim, ama bana döndü: “Yard›m et zavall› Bilâl!” dedi. Ben de o orada gülüp yüzündeki teri silerken, çocuklar›n f›rlatt›klar›ndan kaçmak için bir a¤aca t›rmanma durumunda kald›m. Sonra yeni emekleyen bir çocu¤u kuca¤›na ald› ve yar›m bir kerpici küçücük ellerine koydu. “Art›k mescidimi inflada bana yard›m etti¤ini söyleyebilirsin.” dedi ve bütün yüzüne yay›lacak flekilde geniflçe s›r›tan çocu¤u, arkada annesine emeklesin diye b›rakt›. Kimse, hatta oturmas› için yalvard›¤›nda Peygamber’in örtüsünden bir fiske yiyip yüzü tozlanan Hamza bile O’nu dinlendirmeye ikna edemedi. Bu sebeple biz de kaybedilen bir savafl›m›n en iyi ç›kar›m›n› yapt›k ve O’nunla alâkal› bir flark› söyledik. Oturursak e¤er Peygamber çal›fl›rken Allah der fiirke düfltü¤ümüzü hemen Eminim ki yapt›¤› flekliyle çal›flmak için hofl sebepleri vard›; çünkü bize hep flöyle ö¤retilmekteydi: “Çal›flmak bir ibadettir.” “Allah bir iflçinin elini sever.” dedi. Hayvanlar› afl›r› yüklememizi, bir merkebin s›rt›na iki kifli binmemizi ve devenin güç yetirece¤inden fazlas›na zorlamam›z› yasaklam›flt›. Zulme karfl› gözü pekti ve sebep yokken bir hayvan› inciten herhangi birini k›nard› -inciten kifli, o dem bir peygamberin çat›k kafllar›n› hissederdi. Ve böylece mescid infla edilmiflti.
B‹LÂL ‹LK EZANINI OKUYOR
k
uflkusuz daha gösteriflli binalar vard› -hiçbirimiz mimar de¤ildik- ve ben Bizans’taki ‹lâhî Hikmet Kilise’sinin kubbesi alt›nda durdu¤umu söyleyemem, ama ne yapt›ysak biz yapm›flt›k; ibadetimiz içre bir ev. Zeminde çal›flman›n ard›ndan hurma dallar›ndan yap›lma dam örtüsünden süzülen hafif benekli ›fl›¤a bak›p dinlenirken, Hamza’n›n el eme¤imize dair kendine has ince sözleri belirdi: “Bu Mûsâ’n›n befli¤i gibi.” dedi ve karfl›laflt›rma Peygamber’i hoflnut etti. Asl›nda serin bir yerdi; ruhu serinleten, gözü dinlendiren yeflil bir dulda. Ancak mescid infla edilmiflse de hâlâ tam de¤ildi. San›r›m Ali, bize bir dokunufla daha ihtiyaç oldu¤unu söylemiflti. “Bir fleyimiz eksik... Yüksek bir fley.” dedi çat›y› iflaret ederek, “Bir iflaret... insanlar› içeri ça¤›rmak için bir yöntem.” Ammâr, “Bir bayrak çekebiliriz.” önerisinde bulundu. Bir süre, enine boyuna, mü’minleri namaza en iyi flekilde nas›l ça¤›raca¤›m›z› tart›flt›k. Peygamber, kollar› kenetli, ne tart›flman›n d›fl›nda, ne de içinde olarak oturmaktayd›.
102 • BEN B‹LÂL
“Niye bir çan olmas›n?” “H›ristiyanlar›n çan› olur.” “Bir davul?” “Davulda kan hissi çoktur.” “Yahudilerinki gibi bir boynuza ne dersiniz? Kuvvetli bir sedas› vard›r.” “Boynuzda çokça bir hayvan emaresi mevcuttur.” “Borazan?” Sessizlik oldu. Bir bayrak, çan, koç boynuzu, borazan? Kimse tatmin olmam›flt›. Bir çan kula¤› t›rmalar, borazan bafl› çatlat›r, bir davul kan› zonklat›r ve bir bayrak bir baflka yöne uza¤a gider uyuyan birini asla uyand›rmaz. Sonra ensârdan birini, Abdullah bin Zeyd’in utangaç bir flekilde öne do¤ru geliflini, santim santim geliflini gördüm; öylesine çekingendi ki havay› k›m›ldatmaktan korkuyor görünüyordu -bir sonraki dakika içinde dünyay› k›m›ldatacakt›. Bir an için bir fleyler söyleyece¤ini fark ettim; bu sebeple de Muhammed (a.s.)’in yak›n›ndaki yerimi ona verdim. “Bir rüya gördüm ey Allah’›n Resûlü!” diye bafllad› “ve rüyamda bir insan sesinin bizi namaza ça¤›rd›¤›n› iflittim...” Sanki hiç kimsenin onu dinlemedi¤ini düflünmüfl gibi sindi. “S›radan bir insan sesi.” Çabucak Muhammed (a.s.)’e bakt›m ve gözlerinden yafllar süzüldü¤ünü gördüm. Abdullah’a e¤ildi. “Evet böyle olacak. Rüyan Allah’tand›. Senin dedi¤in gibi olacak... insan sesi.” Öylesine kibarca konufluyordu ki söyledi¤inin nihaî söz oldu¤unu anlad›m. Oturmufltum. Ama hangi ses, kimin sesi ve ne denecekti? Yumuflak bir ses mi, flirin bir ses mi, yoksa ö¤üren bir ses mi? Zihnim olas› sesler içinde gezmedeydi; -bir çocu¤un, kad›n›n, yafll› bir adam›n, bir askerin, flark›c›n›n, bir âlimin sesi mi- Peygamber’in elini omzumda hissettim ve döndüm.
B‹LÂL ‹LK EZANINI OKUYOR • 103
“Senin sesin Bilâl!” ‹lkin dedi¤i fleyi kavrayamad›m. Elini omzumda hissetti¤imde sebebini bilmeden z›plam›flt›m. Bir köle olarak eski kaybolmas› güç dürtülerim, anlamadan bile önce harekete geçmemi ö¤retmiflti bana. Mesciddeki her yüzün bana çevrildi¤ini gördüm; sonra gün a¤ard›. Ancak ‹slâm’›n sesine dönüflecek benim söyleyecek bir fleyim yoktu. Zeyd do¤ruldu ve elini elime koyup beni hâlâ gururla titreten bir fley söyledi. “Keflke benim de ‹slâm’a verecek böylesi bir hediyem olsa.” Kendime iltifatlarda bulunmam› ba¤›fllay›n; bunu söylüyorum; çünkü da¤›tmay› çok seven ve çokça sevdi¤im Zeyd söyledi bunu. Sonra Muhammed (a.s.) do¤ruldu ve bakabilece¤i tek kifli benmiflim gibi yüzüme bakt›. Ne ki bana Zeyd’den daha az›n› söyledi¤ini kabul etmeliyim: “En güzel ses seninki, Bilâl. Kullan bunu.” “Ey Allah’›n Resûlü, ne diyece¤im?” “Allah’› yücelt, Resûlünü ilân et, namaza teflvik et, Allah’› yücelt. Hepsi bu. Ve yeterli de.” Yapaca¤› en son fley birine bask› yapmak olsa da, bunu her zaman istemezdi. Muhammed (a.s.)’in kendisi bile vahyi ald›¤›nda battaniyeler alt›na gizlenmiflti. Kendimi k›yaslam›yorum, yaln›zca ben de battaniyeler istedi¤imi söylemeye çal›fl›yorum. Ama yoktu; gizlenecek ne bir yer ne de kaç›fl vard›. “fiimdi kalk ve oradan, yüksekten onlar› ça¤›r.” dedi Peygamber. Beni gönderdi¤i yere, mescidin yan›ndaki kerpiçten bir çat›ya bakt›m. Hepiniz minarelerinizi görmüflsünüzdür... Ne narin basamaklar, güvenli flerefeler, ne güzeldir yükseliflleri. Bir müezzin t›rman›rken nefesini tutabilir ve ufkun ilk par›lt›s› -ak ve siyah k›l aras›ndaki fark› aramaks›z›n- yeni bir günün zaman›n› ona anlat›r. Ama ilk ezan için t›rmand›¤›mda, elimden geldi¤i kadar yükse¤e kendimi, elimi, karn›m›, dizimi ve aya¤›m› çekerek ç›kmak duru-
104 • BEN B‹LÂL
mundayd›m. O zaman bile çat›ya t›rmand›¤›mda, zihnimde hiçbir fley yoktu. Hat›rlamak ya da unutmak için kaydedecek hiç kimse ve hiçbir kelime bulunmamaktayd›. Ancak afla¤›da yükselen yüzler bulunuyordu. Allah biliyor ki ben, ilk müezzin Bilâl, yüzlerden size bahsedebilir ve size yukar› do¤ru bakarken sizi nas›l kald›rd›klar›n› anlatabilirim. T›rmanmalar genelde bafl döndürücüdür, ancak yüzler asla düflmenize izin vermez. O ilk sefer, diyecek tek bir söz olmadan geriye bakt›m. Peygamber yan›nda Ebû Bekir ve Ömer oldu¤u hâlde -Ömer öylesine uzundu ki a¤ac›n yar›s›na gelir gibi görünüyordu- üçüncü sütunun yan›nda durmaktayd›. Peygamber elini bana do¤ru beni yükseltir bir imle, hem bana cesaret veren, hem de bafllamam› belirtir bir edayla kald›rd›. “Allah’› yücelt, Resûlü’nü ilân et, namaza teflvik et, Allah’› yücelt.” demiflti. S›ralama böyle olacakt›. Döndüm ve düflündüm. Sonra bafl›m› sesimin derinli¤i içre geriye b›rakt›m. Allâhu ekber Allâhu ekber Allâhu ekber Allâhu ekber Eflhedü enlâ ilâhe illallah Eflhedü enlâ ilâhe illallah Eflhedü enne Muhammeden Resûlullah Eflhedü enne Muhammeden Resûlullah Hayye ale’s-salâh Hayye ale’s-salâh Hayye ale’l-felâh Hayye ale’l-felâh Allâhu ekber Allâhu ekber Lâ ilâhe illallah
B‹LÂL ‹LK EZANINI OKUYOR • 105
fiimdi her gün, günde befl kez tüm ‹slâm diyarlar›nda o sözleri iflitiyorsunuz. Ancak onlar› ilk söyleyen ben, onlar› nereden buldu¤umu bilmiyorum. Kesinlikle s›ralamay› Peygamber verdi bana ve flekli bilirseniz, sözlere yolun yar›s›ndan daha yak›ns›n›zd›r. Lâkin hâlâ onlar üzerine düflünülmelidir. Aç›k elleriyle bana iflarette bulundu¤unda kelimeler mi sunmufltu? Çünkü bunlar› kendimin yapt›¤›na asla inanmad›m. Kelimelerin içime nakfledildi¤ine inan›yorum. “Allâhu ekber.” Afla¤› indi¤imde Muhammed (a.s.) beni en yak›n›na oturttu. ‹nsanlar etraf›m›zda kümelendiler; bir grup çocuk k›k›rdamak için gelip kaç›flt›lar. ‹yi bir çift olmufltuk; Allah’›n Resûlü köle çocu¤uyla oturmaktayd›. Uzunca bir süre hiçbir fley söylemedi ve kabul etmeliyim ki ben de kendi gizemimde kaybolmufltum. Sonra namaza imaml›¤a gitmeliydi. Do¤ruldu ve beni kollar›na ald›. “Bilâl mescidimi tamamlad›n.” dedi¤i buydu. Bunun üzerine ça¤r›ma icâbet edip mescide gelmifl olan insanlar›n eflli¤inde Allah’›n huzurunda secde ettim. Ben, Bilâl! Vâs›l olmufltum hayat›ma.
‹K‹NC‹ BÖLÜM
TAR‹HTEN SAYFALAR 1
h
z. Muhammed’in Medîne’deki ilk icraat› çat›flan kabilelerin yaralar›n› sa¤altmaya dair vaadini yerine getirmek oldu. Arap gelene¤inde devrim olacak bir anlaflmay› müzâkere etti: Kabile ve aileye olan sadâkati dinî topluma olan sadâkatle yer de¤ifltirdi: “Her bir Müslüman di¤er bir Müslüman›n kardeflidir. Müslümanlar aras›nda kabileler veya ›rklar yoktur.” Bu kabile ba¤›n›n yürürlükten kald›r›l›fl›, Araplar için bir tabiat de¤iflikli¤iydi. Emirden ziyade ›srar ve ahlâkî kuvvetle çal›flan Hz. Muhammed, Medîne’yi mükemmel bir flehir yapmaya koyuldu. Kur’ân hâlâ vahyediliyordu ve insan yasas›na dokundu¤u yerde elbette mutlakt›; “Allah’›n koydu¤u yasaklar” s›k› s›k›ya uygulan›yordu. De¤ifltirilemezler ve tehlike olmadan hafifletilemezlerdi. Di¤er taraftan daha az olan insan yap›m› yasalar -mükemmel flehrin inflas›nda- yumuflak bir hâlde idare ediliyordu. Gündelik hayat›n her yönünü, pazardaki iliflkilerden ev halk›n›n yönetimine kaps›yordu ve Hz. Muhammed onlar› cezaland›rmaktan çok e¤itmek için, öç almaktan çok ›slâh için kullan›yordu. Kur’ân’›n
110 • BEN B‹LÂL
manevî mesaj›n›n ço¤unu sosyal realiteye tercüme edifli, Hz. Muhammed’in bir yasa yap›c› olarak dehas›n› göstermifltir. O’nun zaman›nda, yedinci yüzy›lda insan sempatisine vurguda bulunuflu büyüleyicidir. Sosyal fikirlerinin birço¤u dokuzuncu ve onuncu yüzy›la kadar Bat› medeniyetinde kurumsal olarak idrâk edilememifltir. Hz. Muhammed’in Allah’tan korkuflunun içinde bar›nd›rd›¤› en büyük korkusu bir adama, kad›na veya herhangi bir yarat›¤a adaletsizlikte bulunmakt›.
B‹LÂL KANUN YAPICI MUHAMMED (A.S.)’‹ ANLATIYOR
m
uhammed (a.s.), Medîne’de peygamberlerin en talihlisi oldu; çünkü anlatt›¤› her fleyi uygulayabildi. Ancak ayr›ca hassas bir konumdayd›; çünkü vaazlar›n› dinleyenler, flimdi icraatlar›n› yarg›layabilirlerdi. Muhammed (a.s.), Mûsâ gibi flimflek çakmas›yla ayd›nlanan, kalp yüzünde bulunan, bir an par›ldayarak görünüp sonras›nda karanl›k olan birisi de¤ildi. Bu peygamberle yüz yüze selâmlafl›p Medîne flehrinin sokaklar›nda tuhaf bir vakitte karfl›laflabilirdiniz. ‹sâ gibi hat›rlanan biri de de¤ildi. E¤er Muhammed (a.s.)’i dört an›yla hatta Mathew, Mark, Luca ve John’un an›lar›yla bile s›n›rland›rmaya çal›fl›rsam, binlerce flâhid ölmemi temenni eder. Muhammed (a.s.) normal gün ›fl›¤›nda, gücü yerinde bir insan olarak yaflad›. Biliyorum; çünkü dedi¤im gibi, sabah ezan› için her gün camiye giderken onu uyand›rmak için kap›s›n› çalard›m. Genellikle gözlerini ovalay›p sabah karanl›¤›nda terliklerini bulmak için ayaklar›yla etraf› yoklayarak d›flar› ç›kard›. Kesinlikle onlar› esinle bulmuyordu, sadece ç›plak aya¤›yla. Ayr›ca ondan önce her-
112 • BEN B‹LÂL
kesin yata¤›ndan f›rlamas›n› uman bir efendi gibi de kalkmazd›. O aflkla idare ediyordu. Emredip yönetmekten çok, dinleyip tavsiyede bulunuyordu. Utangaç birisi olarak nadiren ilk konuflan olurdu; sonra zarâfet ve kibarl›kla konuflurdu. Genelde bir tart›flmada arkada durur, ö¤renmekte olan bir delikanl› gibi hevesle öne e¤ilirdi. Onaylamama durumunda asla kabaca davranmazd›; cevaplar› k›sa görünse de bunun sebebi k›vrak bir flekilde düflünmesiydi. Mant›k kitab› insan kalbiydi ve onu, kimi insanlar›n zihinlerinde tafl›d›klar› kütüphanelere tercih ederdi. Seman›n sözünü al›yor olsa da, kendi fikrini son konuflan›n ne üstünde ne de alt›nda tutarak yan›lmazl›¤› flahsen reddederdi. Ama biz iyi biliyorduk. Dedi¤i her fley öylesine saf ve mant›kl›yd› ki biz onlar› kanunumuz yapt›k. Çok fazla hürmet Muhammed (a.s.)’i rahats›z ederek sessizliklere büründürürdü ve ona en yak›n olan bizler merak›m›z› sorularda, âflinâl›kta ve mizahta gizlemeyi ö¤rendik. S›kl›kla yüceltilmekten s›k›nt›l› oldu¤unu gördüm. “Bir insandan baflkas› de¤ilim... yaln›zca bir insan›m…” fiüphesiz kendinin olan cennette, onu, tebrikle hoflnut edeceklerini düflünen insanlara söylenecektir… “Allah’›n bana ne gösterece¤ini bilmiyorum.” Hepimiz aras›nda en yücesi O olmas›na ra¤men, ayr›ca dünya mülkleri hususunda aram›zda en altta oland›. Ne afl›r›l›klar› vard›, ne de bencildi. Ço¤u geceler yata¤a aç giriyordu. Kendinden daha aç hissetti¤i birilerine yeme¤ini verirdi. Kanunlar›m›z hâline gelen fleyler, genellikle onun yaflayan misaliydi. Eylemlerinde güzel gördü¤ümüz fleyleri kendimize ilke edindik. Her gece neredeyse söyledi¤i her fleyi hat›rlard›k; çok az uzaklafl›r ve dudaklar›ndan düflünleri toplard›k. Hâlihaz›rda insanlar, gece ve gündüzlerini onun deyifllerini tekrarla geçiriyordu. Ancak ekleme ve de¤ifltirmeden korkuyorum. Benim onun deyifllerini isbat için kendi testim var. Ondan flahsen duymad›kça sadelikleriyle ne kadar berrak ve flafl›rt›c› olsalar da onlar› muhâkeme ediyorum. Çünkü Muhammed (a.s.), ‹slâm’›n sa¤duyusundan fazla asla bir fley söylememifltir.
TAR‹HTEN SAYFALAR 2
m
üslümanlar Medîne’ye her ne kadar imanlar› zengin olsa da boynu bükük ulaflt›lar ve çok geçmeden flehirde ekonomik bir yük oldular. Mekke’deki mülklerine el konmufl ve Suriye’ye giden büyük kervan› zenginlefltirmek için kullan›lm›flt›. Develerin s›rt›nda tamamen çal›nt› mallarla yüklü bu kervan, Medîne’nin yaln›zca dokuz kilometre güneyinden geçiyordu. Hat›r› say›l›r bir duraksamadan sonra Hz. Muhammed kervan› yakalamaya karar verdi. Savunma amaçl› savafla dair Kur’ânî vahyin verdi¤i “ruhsat›” kulland›. Ocak 624’te hicretin ikinci y›l›nda Hz. Muhammed, 300 kiflilik küçük bir orduyla yola ç›kt›. Ancak Mekkeliler O’nun yola ç›k›fl›n› haber alm›fllard›; kervan kaçt› ve Bedir kuyular›nda Hz. Muhammed karfl›s›nda bin kiflilik iyi silâhl› ve donan›ml› devasa bir güç buldu. Müslümanlar tüm acayipliklere ra¤men Bedir savafl›n› kazand›lar ve çöldeki bu anlafl›lmas› güç çat›flma, dünyan›n önemli savafllar›ndan biri oldu. Kaybetselerdi; minik ‹slâm ümmeti silinip gidecekti.
B‹LÂL SAVAfiLARINI ANLATIYOR
o
âna dek tafl›d›¤›m en a¤›r yük k›l›c›md›. Öldürmede iyi de¤ildim ve ne kadar çok çal›flt›ysam da k›l›c›m› kurnazl›¤›m hâline getiremedim. Bir adam› deviremiyor, tüm a¤›rl›¤›mla vuram›yor ya da onun boyuna ulaflam›yordum. Hem Hamza hem de Ali, bana ö¤retmek için ellerinden geleni yap›yorlard›; asl›nda Bedir’e ç›kaca¤›m›z günden önceki gün Ali, tüm sabah mescidin arkas›nda bana ad›m ve vurufl teknikleriyle al›flt›rma yapt›rd›. Ayaklar›m yeterince h›zl›yd› -Hamza bile bedenimin k›vrakl›¤›n› övdü ve Ali de iyi bir “tarz›m›n” oldu¤unu söyledi- ama kollar›m bacaklar›ma cevap veremiyordu. Bu sorun de¤ildi; her zaman olmad›¤› flekliyle iman bizi öne sürüklüyor ve öndeki adamlar da¤›l›yordu. Bazen ilk savafllar› gözlerimizle kazand›¤›m›z› düflünüyorum. Asl›nda Bilâl’in Bedir’de oldu¤unu söyleyebilirsiniz. Oraya varmadan ölseydim, hâlâ var olurdum. Peygamber ordunun savafl naras› olarak, iflkencelerimdeki Bir Allah* hayk›r›fl›m› seçmiflti. *
Ehad (ç.n.)
116 • BEN B‹LÂL
Biliyordu ki maharetlerim kanla alâkal› de¤ildi; bu sebeple de di¤er vazife ve sorumluluklar› bana yüklemiflti. Ordunun yiyecek tedari¤iyle görevlendirilmifltim. Say›m›z› göz önüne ald›¤›n›zda, -ki yaln›zca üç yüz kifli kadar olup tarih nezdinde bir avuç say›labilirdik-, iflim size basit görünebilirdi. Ama bu defa o kadar fakirdik ki üç yüz adam›n seferde doyuruluflu, Allah’›n fiilî yard›m›n› gerektiriyordu. Ancak mucizeler olmaks›z›n Medîne’de yiyecek pefline düflerek, dilenerek, ödünç alarak zorla bu iflin üstesinden geldim. Eflelenen bir tavuk gibi, bir m›s›r tanesini görecek kadar gözlerim keskindi; ancak bir kar›nca hatt›n› izleyip onlardan yürüttü¤üme dair hikâyeler de abart›yd›. Ne var ki kar›ncay› taklit ettim de -biraz sonra elinizde bir fley kalmayacaksa, her bir k›r›nt› tafl›maya de¤erdir. Sonunda isbat sonuçtayd›. Bedir’de hiçbir Müslüman karn› aç oldu¤u için düflmemiflti. Ancak onlar› doyuran›n benim zavall› afl›rmalar›m›n olmad›¤›n› biliyorum -o gün onlara çorbalar›n› sema verdi. Çünkü biz yola ç›kmadan Allah, kendisi aç›k ifadelerle vahyetti. Bizi gevfletmedi. Yaln›zca izinle savaflt›k, yaln›zca nefsi müdafaa ve yaln›zca s›n›rl› bir flekilde: Allah yolunda savafl›n Size karfl› savaflanlarla... Sizi yurtlar›n›zdan ç›karanlara karfl› Savafl›n. Ama siz bafllatmay›n Çünkü Allah savafl ç›karanlar› sevmez. E¤er düflman›n›z›n azg›nl›¤› da biterse O hâlde siz de savaflmay›n art›k. Bir kez daha iyi bir general gibi savafltan kaç›nd›¤›n› Peygamber kendi kan›tlam›flt›. Bize nizam vermifl ve durufl düzenimizi tanzim etmiflti. Daha önce hep gevflek düzenlerde ve küçük tecrid
B‹LÂL SAVAfiLARINI ANLATIYOR • 117
edilmifl, kanl› girdaplar hâlinde olan çöl savafl›na yeni bir bak›fl aç›s› getirmifltik. Ancak Muhammed (a.s.) bizi s›k› bir flekilde do¤rulttu. Her bir adam› bir kalenin parças› k›ld› ki biri di¤erine destek olsun; dört adam befl olsun; k›l›ç, kalkan, ok, karg› ve m›zrak yerli yerinde icrada bulunsun. Evet bir generaldi. Tüm savafllar›m›zda O’nun çizgisini kulland›k ve yaln›zca O’nu de¤ifltirdi¤imizde ac› çektik. Erkenden çad›r›na namaz için çekildi ve ç›k›p savafla asla bakmad›; ama gitmeden önce bize bir söz verdi. Hiçbir fley ölüm ödülünden daha de¤erli olamazd›. “Bugün cennet k›l›çlar›n gölgesi alt›ndad›r...” dedi, “... ve her kim bugün ölürse, melekler taraf›ndan semaya tafl›nacakt›r.” Ama sözü koflula ba¤lad›. Ölüme sebep yaralar s›rtta de¤il, bedenin ön yüzünde olacakt› -yaralar›n bir kalabal›¤›n püskürtülmesinde veya çekilme takti¤inde cesaretle al›nd›¤› durumlar hariç; o zaman s›rttaki bir yara da yüzdeki bir yara kadar güzeldi. Tüm bunlar›, bizim hangi ayr›nt›larla yönetildi¤imizi tam olarak anlatabilmek için aktar›yorum. Prensiple savaflt›k, gözü dönmüfllükle de¤il; çünkü savaflta gözü dönmüfllükten kaç›nmak güçtür. Çünkü kan, savaflan bir adam›n kan› yere f›flk›rmadan önce bafl›ndan akar ve her kim öne at›l›rsa, güçlükle geri gelir. Tümü kan›n konumuylad›r. Muhammed (a.s.) kurallar ve yapt›r›mlar koyarak savafl›n ars›z insan d›fl›l›¤› üzerine insanc›l bar›fllar› koyma arzusuyla savafl› azaltmaya çabalad›. Ama savafl› durduramad›; çünkü Nuh o¤lu Joshua gibi O, savaflmak zorunda b›rak›lm›flt›. Yine beni seçti; yine O’nun sözcüsüydüm. Bir ocak akflam›yd› ve so¤uk bir rüzgâr ‹ran’dan esiyordu. Birlikte oldu¤umuz tüm zamanlarda O’nun böylesine içine kapand›¤›n›, böylesine sessiz oldu¤unu hiç görmemifltim. O’nu iflitmek için bafl›m› e¤mek durumunda kald›m. Sonra sesi sessizli¤e do¤ru kayd› ve yaln›zca hat›rlad›¤›m kadar›yla- uzaktan iki köpe¤in birbirine havlamas›n› iflitiyordum.
118 • BEN B‹LÂL
Sonraki gün hayk›rmak için kald›m. S›rt›m Medîne’nin a¤açlar›nda yürüyece¤imiz çöle yönelerek durdum. Gökyüzünde tüylü bir bulut vard› ve sanki o bulutta bir mahlûk vard› da beni iflitti. Çünkü dedi¤imle gurur duyuyordum. “Savafl›n kurallar› flöyledir: Bir kad›n› veya çocu¤u incitmeyin. Tarlada çal›flan adama zarar vermeyin. Yafll› bir adama zarar veremez veya sakatlardan faydalanamazs›n›z. Meyve a¤açlar›n› kesemezsiniz. ‹zin almadan içmek için su veya bedelini ödemeden yiyecek alamazs›n›z. Bir esiri ba¤layamaz veya siz binek üzerindeyken onu yürümeye zorlayamazs›n›z. Size teslim olan düflman sizden nazik muâmele görmelidir. Çocuklara zarar vermemeye dikkat etmelisiniz.” Çocuklar hakk›nda iki kez uyar›da bulunmam› söyledi. Ve böylece yetmifl deve ve yaln›zca iki ata sahip olan üç yüz on dört kifliyle Medîne’den ayr›ld›k. Bize karfl› Mekke d›fl›nda, yedi yüz elli deve ve yüz at› bulunan bin kiflilik bir kuvvet yürüyordu. Onlar demirlere bürünüp üzerimizde at üstündeki kuleler gibi dolan›rken, biz z›rh olarak bedenlerimize a¤aç kabuklar› sarm›flt›k. Ne ki biz kazand›k. So¤ukkanl› biri olarak kendimi bir esiri öldürme suçlamas›na karfl› savunmal›y›m. So¤uk kan vard› kesinlikle; çünkü o adam› gördü¤ümde kan›m k›fl›n oldu¤u gibi yaz›n da so¤uk akard›. Beni öldürene dek k›rbaçlayan önceki sahibim Ümeyye’ydi bu adam.
B‹LÂL SAVAfiLARINI ANLATIYOR • 119
Kazan›p saflar›m›z› takip için açt›¤›m›zda akflam geç bir vakitti. Esirler getiriliyordu, evet. Ancak Bilâl ve Ümeyye aras›nda on iki y›l önce hiç olmad›¤› gibi bir merhamet olamazd›. Bir anl›¤›na yaln›zca körlü¤ün, kör edici güneflin, bir hat›ran›n bilincindeydim ve kan›m so¤uk olmas›na karfl›n kinim s›cakt›. O at üstündeydi, ben de yaya; o z›rhl›yd›, bense ç›plakt›m; ancak onu flafl›rtman›n avantaj›na sahiptim. Ben onu çevreleyen kalabal›¤› yararken, beni beklemiyordu. Kabul ediyorum, teslim olabilirdi ve kafas›n› çal›flt›rsa kolayca hayat›n› kurtar›rd›. Yaln›zca k›l›c›n› atmal›yd› ve en kötüsü, arkadafllar›m beni arkada tutacakt›. Ama belki de yapamayacakt›. Belki de bir zamanlar kölesi olan kifliye teslim olmas› mümkün de¤ildi. E¤er böyle olursa, kendi ölümü için ifl birli¤i yapm›fl olacak ve bir aptal gibi gururu için kan›n› harcam›fl olacakt›. At›n› bana çevirip tekrar “köle!” diye seslendi. Ona gülmeliydim, ama yapmad›m. Son kez onu ciddiye ald›m. Size anlatt›¤›m gibi, bir adam› devirmede mahir de¤ildim; ama flimdi yapt›m ve ayak, uyluk, kol ve göz birlikte sayg›s›zl›k etti. Vurmak için yükseldi¤inde z›rh›ndan bir yar›k gösterdi, bir santimden daha fazla olmay›p iki günlük aydan daha kal›n olmayan bir aç›kl›k vard› karn›nda. ‹lk saplay›fl›mda düfltü. Göçmen bir kufl gibi, sanki uzaktan bir sesmiflçesine bafl›m› s›y›r›p geçen k›l›c›n› iflittim. Düflen bedeninden sak›nmak için geri ad›m atmak zorunda kald›m. Yemin ederim ki bir anl›¤›na hâlâ ona göz kulak olmak benim görevimmifl gibi, onu tutup kald›rmak istedim; ancak onu yuvarlad›klar›nda ve yüzünü gördü¤ümde ne yapm›fl oldu¤umun fark›na vard›m. Büyük bir endifleyle dolu hissettim kendimi. fiimdi o efendinin üstünde dikiliyorum; k›l›c›m onun kan›yla ›slak, tüm bedenim güdü faresince kemirilmekteydi. Birçok gece o korkunç ân› hat›rlayarak, karanl›¤a dair sorular sorup uyan›k olarak uzand›m. Tam bir intikamc› olan beni, Bilâl’i Allah reddetmifl miydi?
120 • BEN B‹LÂL
Bir sebebim var m›yd›? Kin mi beni teflvik etmiflti? Bir esir miydi, yoksa hâlâ silâhl› bir adam m›? Nefsi müdafaa için mi bana vermiflti yoksa kendi hesab›m için mi öldürmüfltüm onu? Hiddetim nedeniyle mi suçluydum, yoksa onunki nedeniyle masum muydum? O gün k›l›c›m› ne kald›rm›flt›; onun gelece¤i mi, benimki mi? Etraf›mdaki ve Ümeyye’nin cesedi etraf›ndaki arkadafllar›m beni tebrik ettiler. Ama biliyorum ki hesaplaflmam›z›n hiçbir flâhidi yoktu. Ben ve Ümeyye yaln›zd›k.
TAR‹HTEN SAYFALAR 3
o
cak 625’te, hicretin 3. y›l›nda Ebû Süfyân komutas›nda yeni bir Mekke ordusu Medîne önlerinde göründü. Yine Hz. Muhammed ordusunun say›s› azd›: Üç kifliye karfl› bir kifli ve elli atl›ya karfl› bir atl›. Ama yine sebebinin gücüne ve meleklerin yard›m›na güvenerek savafl› seçti. fiehrin befl kilometre kadar güneyindeki kayal›k bir da¤ olan Uhud’un eteklerinde düflmanla karfl›laflt›. Uhud Savafl›, Bedir gibi gerçekleflti: zafer ve düflmanlar›n flaflk›nl›¤› -son saate kadar. Ancak bu defa Hz. Muhammed çabuk kazand› ve sonra, tastamam bitmemiflti ifl. Mutlu adamlar› zaferlerinin ganimetleri içre toplan›rken, bir tepenin ard›nda saklanan güçlü bir atl› birli¤i arkalar›ndan süzüldü. Müslümanlar da¤›ld› ve Hz. Muhammed zorlukla hayat›n› kurtard›- mü’minler bile vefat etti¤ini düflündüler. Kahraman Hamza flehid düflmüfltü. Bir savafl› kazanmaktan çok, savafl onuru için savaflan Mekkeliler avantajlar›n› devam ettiremediler. Karfl›lar›na hiçbir güç ç›kmadan Medîne’yi alabilirlerdi; bunun yerine zafer flark›lar› söyleyerek eve döndüler.
B‹LÂL UHUD GÜNÜNÜ ANLATIYOR
u
hud’da ö¤rendik ki savafl bir çeliflki ve sal›ncakt› -bir geri, bir ileri. Bir savafl kimin hakl› oldu¤una karar vermez, yaln›zca kimin hayatta kald›¤›n› haber verir. K›l›c›n okuma yazmas› yoktur ve asla bir din sayfas› kaleme almam›flt›r. Savafl›n önemi, öncesinde ve sonras›nda ne oldu¤udur; önce selâmlama sonra kanama. Uhud’da onlar ayakta kald›lar ve biz -flafl›rm›fl, dehflete düflmüfl ve uysallaflm›fl bir hâlde- hayatlar›m›z için altüst olmufltuk. Kazanm›fllard›. Ama zafer mutluluklar›nda ne yapt›lar? O diken ve tafl alan›nda alana karfl› gelmediler, cehennemde kendileri için ürün ektiler. Çünkü ölüyü soyup parçalad›lar. Ac›lar›n› ç›kard›lar ölülerin kulaklar›, burunlar› ve di¤er organlar›ndan. Zafer y›¤›n›ndaki ilk kurtçuklard›. Ama niye, niye ölüleri parçal›yorlard›? Niçin bedenin flerefiyle oynuyorlard›? Niye böyle? Truva’da düflman›n›n cesedini savafl at›n›n arkas›nda toprakta sürüyerek onurunu inciten Yunanl› Aflil’i iflitmifltim. Hiçbir sebep bulam›yorum. Belki de ölüleri gelece¤in
124 • BEN B‹LÂL
korkuluklar› yapmak istiyorlar. Belki de -benim yapt›¤›m gibi- herhangi bir savafltan sonra günün gerçek hâkimlerinin ölüler oldu¤undan korkuyorlar. E¤er böyleyse, güçlüleri tüketen zay›flard›r. Belki de -benim yapt›¤›m gibi- herhangi bir savafltan sonra ölülerin gülümsemesinin asl›nda son gülüfl oldu¤undan korkuyorlar, anlatam›yorum. Size çeliflki gösterme sözü verdim ve bunu elde edeceksiniz. Zemininde yürüsek de, gökyüzünü Uhud üzerinde tuttuk. Uhud’da savaflan iki flehrin halk› de¤ildi; iman ve imans›zl›kt› vâk›a, Allah ve bizim aram›zdayd›. Aç›k bir tesbitle, 3. sûrenin 166. ayetinde Allah, Resûlü’ne, geçmemiz gereken bir s›nav olarak Uhud’daki yenilgiye bizi O’nun getirdi¤ini vahyetti. Çekti¤iniz musibet ‹ki ordu karfl›laflt›¤› gün Allah’›n emriyleydi O gün s›nad› ‹nanc›n›z›n kuvvetinde sizi ve denedi iman›n›z›. Bedir’de bizi flafl›rtt›. Uhud’da ise akl›m›z› bafl›m›za getirdi. Asl›nda mevzileri çabuk terk ettik; o bizi ça¤›r›rken biz koflup gittik; itaatsizli¤imizde bile seman›n hâlâ yard›m edece¤ini sanarak. Ancak kimileyin delikanl›lara a¤›r ders verilirdi ya, bize olan da oydu. Bedeli a¤›r oldu. Uhud günü Hamza düfltü. Mahir bir m›zrak at›c›s›na, benim gibi bir Habeflliye, bir m›zrak at›fl› için Hind taraf›ndan rüflvet verilmiflti -sadece özgürlü¤ü de¤il, a¤›rl›¤›nca gümüfl ve boyunca ipek verilmiflti. Ad› Vahflî’ydi ve bütün gün savaflç›lar›n aras›nda gezindi, ama onlarla birlikte saf tutmad›. Hamza’y› arzuluyordu. Hamza kendi yard›¤› hatta h›zla ilerliyordu; görünmeden süzülen katili, arkas›ndaki ölüler aras›ndan aniden yükselirken tek at›fl›n› yapt› ve savafl alan›n› terk etti.
B‹LÂL UHUD GÜNÜNÜ ANLATIYOR • 125
Kalben Vahflî’ye ac›yorum. Bir köle için hürriyet reddedilemiyecek bir rüflvettir. Ama asla ipek giyip gümüflü harcayamad›; hürriyetini ald› ve kendi isminden bile gizlenerek çöle gitti. Y›llar sonra onu affedip elini alan Peygamber’e geldi. Ama Muhammed (a.s.), varl›¤› ona ac› verdi¤i için onun ayr›lmas›n› rica etti. Uhud günü, Hind’in güzelli¤i kanl› bir çehreye büründü. Hamza’n›n karn›n› deflip ci¤erini ç›kard›, a¤z›na koyup çi¤nedi; bu sûretle kendi narin bak›fllar›n› ebediyyen sakatlad›. Elbette flair hakl›yd›; kad›nlar savafl alan›na al›nmayacak kadar vahflî idiler. Uhud günü Allah’›n Resûlü, yaln›zca seken bir darbeyle ölümden kurtuldu. Bir taflla yaralan›p yere düfltü. Mekke’nin en keskin k›l›ç ustas› ‹bn Kamia bafl›nda duruyordu. Bu kolay ve çaba gerektirmeyen bir öldürüfl olacakt›; ama aniden, serin kanl› ve duygusuz bir adam olan ‹bn Kamia, kan›n vahflice bir ak›fl›yla h›nçla tutuldu. K›l›c›n› çok yükse¤e kald›rd› ve çabucak indirdi. Azmiyle ününe ra¤men, o an bu iflin üstesinden gelemedi. Sanki bir lâhza bir saatmifl gibi, aç›kça hatta yavaflça olan biteni izliyordum. Var gücümle ‹bn Kamia’n›n üzerine at›ld›m, k›l›c›m ve bedenim zeminde kay›p giderken. San›r›m aya¤›na de¤dim; emin de¤ilim. Sonra on ikimiz, k›l›çlar›m›z bir kirpinin dikenleri gibi Peygamber’in etraf›nda kümelendik. Her fley bitip Ebû Süfyân gitti¤inde Peygamber, bir bir ölülere dua etti. Gece oldu¤unda hâlâ oradayd›; kandili cesetler aras›nda usulca ilerlerken. Uhud gecesi.
TAR‹HTEN SAYFALAR 4
u
hud’daki yenilgiye ra¤men Hz. Muhammed’in gücü büyüdü ve Ebû Süfyân Medîne’yi iflgal etmeyiflindeki hatay› anlad›. ‹ki y›ll›k ak›nlar, pusu ve çat›flmalardan sonra tam ölçekte bir savafl için geri döndü. Bu sefer bir duraklama olmayacakt›; bir tek Müslüman kalmay›ncaya kadar savafl› sürdürecekti. fiubat 627’de tam techizâtl› on bin kifliyle, karfl› durulmas› imkâns›z görünen bir orduyla kuzeye geldi. Allah’a olan güvenlerine ra¤men, Müslümanlar tekrar tehlikeyi göze alamad›lar. Ancak Hz. Muhammed yine orijinalli¤ini, bir stratejist olarak maharetini gösterdi. Azâd edilen ‹ranl› bir köle olan Selmân’›n tavsiyesiyle, flehrin etraf›na atlar›n üzerlerinden atlayamayacaklar› bir hendek kazd›rd›. Böylesine basit bir mukavemet, Arap savafllar›nda öylesine s›rad›fl›yd› ki Mekkeliler, bunun üstesinden nas›l geleceklerini anlayamad›lar. Yirmi gün süren ve tek bir çarp›flman›n d›fl›nda kilitlenen savafl›n ard›ndan aniden bast›ran f›rt›na çad›rlar›n› uçurdu ve atlar›n›
128 • BEN B‹LÂL
ürküttü. Ebû Süfyân kuflatmay› kald›r›p evine döndü; hiçbir fley elde edememiflti. Düflmanlar›n› da¤›tan rüzgârda Müslümanlar›n Allah’›n elini bulmalar› kolayd›. Hz. Muhammed flimdi bar›fl f›rsat›n› gördü ve onu ola¤anüstü bir ahlâk gücü gösterisiyle öne sürdü. ‹zleyenleriyle silâhs›z, tek bir ok ve yay olmaks›z›n Mekke’ye hacca yola koyuldu. Hudeybiye’de Ebû Süfyân’›n savaflç›lar› taraf›ndan karfl›land›lar; ama Hz. Muhammed, bofl ellerini ve hac k›yafetlerini gösterdi. Dikenli bir a¤aç alt›nda bir anlaflma -Hudeybiye Antlaflmas›sonucuna vard›lar. ‹lk dönem Müslümanlar aras›ndaki k›demde Hudeybiye’deki a¤ac›n yan›nda bulunmufl olmak en yüksek onur, iman, cesaret, adanm›fll›k ve gerçek ‹slâm yani Allah’a teslim olufltu. Anlaflman›n bafll›ca maddesi, on y›ll›k bar›flt›.
B‹LÂL B‹R YALANA CEVAP VER‹YOR
b
urada fiam’da baz› ak›ll›lar›n, ‹slâm’›n k›l›çla yay›ld›¤›n› söylediklerini iflittim. Ahmaklar! Dinin kesip biçmek oldu¤unu san›yorlar; öyle de¤il. Din dikmektir. Allah’tan korkun! Hâlâ diyorlar ki: “Sizin ‹slâm›n›z, sizin Allah’a teslim oluflunuz, herhangi birinin atlar›n›za teslim olufludur.” Onlardan zorla ‹slâm’a mecbur edilen bir flehir ya da bir insan göstermelerini istedi¤imde susuyorlar. Öyleyse yüksek sesle söylemeliyim. E¤er bir Müslüman bir ihtidâya zorlarsa, cehenneme girmesi riskiyle karfl› karfl›ya gelmifl olmaz. Hay›r; o kesinlikle cehennemliktir. Çünkü Allah’›n uyar›s› k›sad›r: “Dinde zorlama yoktur.” K›l›çlar›m›z› suçlad›klar›nda onlara sopam› gösteriyorum. Genç bir adam›n dünyas›nda, yafll› bir adam›n sopas› nas›l aynen kals›n? Yine de sopama bir havuç ba¤lay›p onlar›n efleklerini ihtidâya zorlasam -efsânelere göre bir çan toplulu¤u, bir çift ku¤uya din de¤ifltirtmifltir- ben, Bilâl, ateflte çat›r çat›r yak›l›r›m. Dinde herhangi bir zorlama olmad›¤› gibi, herhangi bir rüflvet de yoktur.
130 • BEN B‹LÂL
Hiçbir k›l›ç, tehdit, dayak ve hiçbir rüflvet, bir insan› imana getiremez. Çünkü zorla ihtidâya karfl› yasa¤›n derinliklerinde, güzel ve k›r›lmaz din elmas› bulunur. Onun inanmas›na karar verecek olan insan de¤il, Allah’t›r. Yûnus Sûresi 99. ayette Allah, tüm insanlar› burada, fiam’daki ak›ll›lar› bile bir soruya muhâtab k›l›yor: Rabbin dileseydi ‹man ederdi topyekûn insanlar O hâlde zorlay›p duracak m›s›n Hepsi mü’min olsun diye? O hâlde ‹slâm nas›l k›l›çla yay›ld›? Bir imkâns›zl›¤› ne kadar çok ispatlasan da bunun bir kesinlik oldu¤unu söyleyecek birileri ç›kacakt›r. Ç›r›lç›plak bir çal› olsa da, Hudeybiye a¤ac›ndan muhteflem meyveler ç›kt›; yapraks›z bir a¤aç olsa da, binleri gölgeledi. Ama imgelerimi bir mucizeye dönüfltürmeyin; anlaflman›n sonucu bir gibi görünse de. Çünkü ilk kez vahadan vahaya, kuyudan kuyuya, tafllanma, k›rbaçlanma veya kamp köpekleri korkusu olmadan hür bir flekilde gezebiliyorduk. ‹nsanlar›n kalplerini k›l›çla de¤il sözle, zorlamayla de¤il davetle ikna ediyorduk. Bu ‹slâm’›n yay›l›fl›yd›.
TAR‹HTEN SAYFALAR 5
h
udeybiye Antlaflmas› on seneli¤ine yap›ld›; sadece iki sene sürdü. Dolayl› bir flekilde olup Ebû Süfyân’›n bilgisi dahilinde olmasa da Mekke taraf›ndan bozuldu. Mekkelilerle müttefik kimi kabile insanlar›, Müslümanlarla müttefik baz› kabile mensuplar›n› öldürdüler. Bu küçük bir yerel olayd›, ancak sebepti. Hz. Muhammed, Mekke üzerine yürüdü. Anlaflma döneminde ‹slâm o kadar h›zla yay›lm›flt› ki art›k Peygamber’in devasa bir izleyenler toplulu¤u bulunuyordu. Medîne’den on bin kifli yola ç›kt› ve yol boyu di¤er kabilelerden binler kat›ld›. Arabistan böylesine büyük bir ordu görmemiflti. Umutsuz bir hâlde en iyi çözümü arayan Ebû Süfyân, Müslüman kamp›na yaln›z gitti. Anlaflma maddeleri yapmaya çal›flt›, ama anlaflma günleri geride kalm›flt›; bu sebeple Hz. Muhammed’le bar›fl yap›p ‹slâm’a teslim oldu.
B‹LÂL, EBÛ SÜFYÂN’IN TESL‹M OLUfiUNU ANLATIYOR
e
bû Zer’in gözleri yuvalar›ndan ç›kacakm›fl gibi lokmas› a¤z›nda nefesi t›kan›rken ve Ömer’in devasa elleri kenetlendi¤inde, s›ra d›fl› bir fleyler oldu¤una dair ilk imalar› -takdir edece¤iniz gibi bariz bir flekilde- ald›m. S›rt›m olaya dönüktü, bu sebeple döndüm. Orada yirmi y›ll›k düflman›m›z, bize zulmeden, bizi bir zamanlar yok edebilecek kifli; Ebû Süfyân, kamp atefllerimiz aras›nda yürümekteydi. Kendini iyi tafl›yordu, sayg›nl›kla ve bir zamanlar korkulan sakinlikte. Ateflimizin yan›nda durdu, ama hiçbirimiz kalkmad›k. Sonra semadan düflmüfl gibi ufukta par›ldayan binlerce kamp ateflimize bakt›. “Muhammed’in krall›¤› çok genifllemifl.” dedi, handiyse merakla. Bu yanl›fl ifade benim için çok fazlayd› ve bu sebeple onu düzelttim: “Muhammed (a.s.) bir kral de¤il, bir peygamberdir.” Ebû Süfyân usulca bafl›yla onaylad›, kendinde kaybolmuflças›na ve sonra ad›m› söyledi, “Bilâl!”. Bir baflka kamç›lama için bana sesleniyor olmal›yd›, çokça yumuflak konufltu. Ona bakt›m eski hât›ralarla -onu gözümle vurdu¤umu söyleyebilirdiniz- ve yüzünü çevirdi. Yan›ndan geçip Muhammed (a.s.)’in namaz k›ld›¤› çad›ra girdim.
134 • BEN B‹LÂL
“Allah’›n Resûlü,” dedim, “Ebû Süfyân geldi.” O da “Allah herkesin zaman›n› belirler.” dedi ve Ebû Süfyân’› içeri almam› iflaret etti. Hiçbir zafer edas› göstermedi; eliyle gözlerini kapad›. “Davet eden Allah’t›r.” dedi. K›l›c›n› çeken Ömer ve ben geriden gelirken, ilkin Ali girdi, sonra da Ebû Süfyân. Küçük bir kafileydik, ama Mekke’nin düflüflüydük de. Ebû Süfyân bir anlaflma teklifi sunmaya bafllad›: Anlaflma devam edecek, Mekkeliler silâhl› kalacak, Müslümanlar›n hac hakk› olacak... Ama Peygamber kestirip att›. “O geçmiflte kald›.” dedi. “Bunun için çok geç.” Sonra hiç unutamayaca¤›m bir mübâdele bafllad›. Ali bafllatt›. “Ebû Süfyân! Muhammed (a.s.)’in Allah’›n elçisi oldu¤unu kabul etme vaktin gelmedi mi?” Ebû Süfyân üzerinde oturdu¤umuz has›ra bakt›. Gözleri kapanm›fl görünüyordu: “Muhammed! Hâlâ kalbimde flüphe var.” dedi. Sonra Ömer sözü ald›, ola¤an oldu¤u üzere, kararl›… “E¤er kelleni kesersem, kuflkular›n da¤›l›r.” Daha önce Ömer’le hiç tart›flmam›flt›m, ama flimdi buna mecbur olmufltum. Uzan›p elimi elinin üzerine koydum. “Dinde zorlama olamaz.” dedim. Peygamber gülümsedi ve hoflnut oldu¤unu görebiliyordum. Ama Ebû Süfyân hiç siyahî görmemifl bir çocu¤un yapt›¤› gibi bana bakakald›. “Sen, siyahî köle!” dedi, “Sen en iyi okulsun.” Tekrar Muhammed (a.s.)’le konufltu. “E¤er tanr›lar›m ibadetime lây›k olsalard›, bundan önce beni korurlard›.” Peygamber yaln›zca bekleyerek cevap verdi. Sonra Ebû Süfyân hiç duraklama olmadan aç›kça hayk›rd›: “Kendi irademle ve hiçbir bask› olmaks›z›n Allah’tan baflka ilâh olmad›¤›na ve senin, Muhammed, Allah’›n elçisi oldu¤una flâhidim.” ‹flte Ebû Süfyân’›n ‹slâm, Allah’a teslim oluflu böyle oldu. Ve böylece ertesi sabah Mekke’ye do¤ru, son kilometremize, en mutlu ad›m›m›za koyulduk.
TAR‹HTEN SAYFALAR 6
g
eceleyin Mekke’den hicretinden sekiz sene sonra, Hz. Muhammed bir fatih olarak geri döndü. fiehir bir çarp›flma olmadan teslim oldu. Hz. Muhammed, müsâmahas›n› bir kez daha gösterdi. Hiç kan dökmeyip intikam almad›. Hiçbir kap› k›r›lmad›. Geçmifl unutuldu ve flu an affedildi.
Bir Allah’›n ad›yla Kâ‘be’yi 360 puttan temizledi. Putlar ç›kar›ld›, k›r›ld› ve yak›ld›. Bu, fethin yegâne öfkesiydi. Atefl yan›p bitti¤inde Hz. Muhammed, Kâ‘be’nin basamaklar›nda do¤ruldu ve ‹slâm’›n zaferini ilân etti: “Hak geldi, bât›l zâil oldu.” Sonra Bilâl’e, Kâ‘be’nin siyah örtüsünden t›rman›p dam›ndan ezan okumas›n› emretti.
B‹LÂL K‘BE’YE NASIL TIRMANDI⁄INI ANLATIYOR
b
u t›rman›fl› yapabilece¤imi asla düflünmemifltim. Kâ‘be’nin yan duvar›, düz bir yükseklik, dimdik bir duvard› ve yegâne tutunaca¤›m fley olan, as›l› duran örtü y›pranm›fl ve eskilikten gevflemiflti. Ama o an Peygamber bana uçmam› söyleseydi, ünlü bir mucizeye dönüflürdüm: “Uçan Bilâl.” Ç›kmam› istedi¤inde, elbette niye ç›kmam› istedi¤ini biliyordum. Benim o damdaki varl›¤›m, ezan okumam, ‹brahim’in infla etti¤i bu binan›n art›k Allah’a ibadete aç›ld›¤›na dair insanl›¤a bir iflaret olacakt›. Peygamber’in dedi¤i gibi, Medîne’deki ilk ezan›m mescidini tamamlam›flt›; flimdiyse ezan›m Kâ‘be’yi temizleyiflinin tamamlan›fl› olacakt›. Sorumluluk korku vericiydi. Asl›nda putlara karfl› t›rman›yordum ve düflseydim, putperestler parçalanm›fl bedenimi putlar›n›n bir ifli olarak göreceklerdi. Ancak daha önce ifade etti¤im gibi, müezzin ezan için ç›kt›¤›nda, onu yukar›ya tartan insanlar›n umudu ve yukar› bakan yüzleridir.
138 • BEN B‹LÂL
Bazen kollar›mla as›larak, tutacak bir yer bulmak için kumafl üzerinde ç›rp›narak, dizlerim soyularak, kaburgalar›m neredeyse omurgalar›mdan f›rlayacak bir hâlde -çektim, pençeledim ve ç›kard›m kendimi. Son bölüm en uzun olan›yd›. Ama tepeye vard›m ve vücudumu yuvarlad›m düz dam›nda. Dünya gizlerinden uzakta uzan›yordum ve öylece kalmay› murâd etti¤imi hat›rl›yorum; ama namaza ça¤›ran kifli kendi için Allah’›n zaman›ndan bir lâhza dahi harcayamaz. Afla¤›mda sessizlik vard›. Tek bir kelime etmeyen bir çokluk. Gökyüzüne bakt›m ve bana sanki nefesini tutuyor göründü; bir esinti dahi yoktu. Aniden korktum. Nerede oldu¤umu ve benden ne beklendi¤ini anlam›flt›m. Ezan› okudum. ‹yi de okudum. ‹yi okudu¤umu biliyorum; çünkü Arafat tepesinden yank›lan›p geri geliflini iflittim. Her kutsal mekân cevap verdi. Peygamber’i bafl› geride, bir eli di¤erinin üstünde devesinde otururken gördüm. Yaln›zca o binek üstündeydi. En yak›n›nda Ali, Ebû Bekir, Ömer ve Ebû Zer efllik ediyorlar ve etraflar›nda ve ötelerinde, her bir yanlar›nda, savafllar› dualarla sona eren binlerce, on binlerce kad›n erkek duruyordu. S›k s›k geceleri, o günü hat›rlayarak, an›lar›n sevinci ve korkusuyla uyan›rd›m. Tastamam dedi¤im gibi mi olmufltu? Yoksa köleler aras›nda çömelen bir köle olarak, geçmifle dönüp gölgesine müteflekkir oldu¤um bir duvara t›rmand›¤›m› m› tasavvur etmifltim? Rüyada, geçmiflteki an›lara m› kaym›flt›m? Yafll› bir iskeletten bir t›rman›c› ç›kmaz -ve kuflkusuz o an yeterince yafll›yd›m. Ne ki kaç yafl›mda oldu¤umdan asla emin de¤ildim. Zihnim ve bedenim ebediyen bu soruyla mücâadele etti ve flimdi bile, giriflte oturup do¤an günefle do¤ru sopam›n tepesinden gözümü dikerken kendime soruyorum: Ben genç olan bir yafll› adam m›y›m, yoksa yafll› olan bir genç mi? Tarih beni t›rman›rken gördü. Rüya görmedim. Umudum Allah’›n beni görmüfl olmas›; ben zaten Kâ‘be’nin dam›nda semaya do¤ru yükselmekteydim. E¤er böyleyse, ben asl›nda Uçan Bilâl’im.
TAR‹HTEN SAYFALAR 7
m
ekke’nin fethinden iki y›l, iki ay sonra Hz. Muhammed Medîne’de muhtemelen zatürreden rahats›zland›. On günlük bir rahats›zl›ktan sonra 8 Haziran 632’de, en genç efli, Ebû Bekir’in k›z› Âifle’nin kollar›nda vefat etti. Altm›fl üç yafl›ndayd›.
B‹LÂL, MUHAMMED (A.S.)’‹N VEFÂTINI ANLATIYOR
a
llah son Peygamberinin ruhunu narince ald›. Aflk›n ortas›nda kad›nlar a¤lar ve erkekler susarlarken, 8 Haziran 632’de ö¤leden sonra vefat etti. Hatta derler ki ölüm mele¤i onu ziyaret etti¤inde ciddî bir flekilde O’na haz›r olup olmad›¤›n› sordu. Bütün peygamberlerin kolay bir ölümle ölmedikleri kesin bir husustur. Eli bir sandalyeden düflüp boynunu k›rm›flt›r; Saul kendi eliyle ve o¤ullar› onunla birlikteyken ölmüfltür; Harun ç›plak ve bir da¤›n tepesinde titrerken ölmüfltür; Judahl› Allah’›n Adam›, yolda bir aslan taraf›ndan parçalanm›flt›r. ‹sâ hariç insanlar farkl› ölümler görmüfltür. Ona inananlar kan› dökülerek öldü¤üne, Allah’›n kendi can ve kan›n›n h›rs›zlar aras›nda çarm›ha gerildi¤ine inanm›fllard›r; ama yine de bizler ‹sâ’n›n parçalanmadan, uzak bir memlekette, Allah’›n onu yukar› ald›¤› bir yerde gezinirken vefat etti¤ine dair daha mutedil haberlere sahibiz. ‹nsanlar bir arada, savafllarda, salg›nlarla, gemilerin bat›fl›yla ölebilirlerken, her kiflinin ölümü kendine hast›r. Hiç kimse bir di¤erinin ölümünü anlamay› arzu edemez. Ancak size anlataca¤›m
142 • BEN B‹LÂL
gibi, son Peygamber olan Allah’›n Resûlü Muhammed (a.s.)’in ölümündeki olaylar› anlataca¤›m gibi olaylar› nakledebilir. Bu ne ani ne de ani olmayan, ne fliddetli ne de kolay, ne s›radan ne de s›radan olmayan bir ölümdü -ancak bir peygamber olup ayn› el taraf›ndan seçkin k›l›n›p semâda yak›lan bir lâmba olan bir adam›n vefat›yd›. Bu sebeple beklenmedikti. Her zamanki gibi O’nu uyand›rd›m ve O da her zamanki gibi, ama biraz yavafl bir flekilde d›flar› geldi. Bafl a¤r›s›ndan flikâyet etti ve aln›na elimi koymam› istedi. Dedi¤ini yapt›m ve ateflinin oldu¤unu hissettim. Ona tekrar uzanmas›n› tavsiye ettim, ama benimle mescide gelmekte ›srar etti. Giderken, kolunu benimkinin üzerine koydu; çünkü ayakta duram›yor görünüyordu. Ben de onu s›k›ca tuttum. Aniden durdu: “Bilâl! ‹lk tan›flt›¤›m›z zaman› hat›rl›yor musun?.. Böyle yürüyorduk... Ama o zaman ben seni tutuyordum...” Güldü, ben de güldüm. “Yirmi iki y›l önceydi.” dedim. “Dün, dündü.” diye cevap verdi. Bu, bir aradaki son mutlu ân›m›zd›. O gün ve sonraki günler, ateflin onu kaplad›¤›n› gördüm. Ama hâlâ sesi zay›f olup elleri titrese de kalk›p imaml›k yapt›. Beflinci gün Âifle akl› bafl›ndan gitmifl bir hâlde kap›y› açt›. Onun ard›ndan Muhammed (a.s.)’in iniltisini ve nefes al›fl›n› iflitebiliyordum. Bana bir kova verdi ve so¤uk su getirmemi istedi. Kofltum, kofltum, vahan›n en derin ve en serin kuyusuna do¤ru birkaç kuyu geçtim. Hâlâ kovan›n afla¤›da su s›çrat›fl›n›n sesini iflitiyorum; onun alevleriyle savaflacak suyun. Ancak yaln›zca kovay› kap›ya getirecek vaktim vard›; çünkü gün gelip çat›yordu ve sorumlulu¤um üzerimdeydi. Biliyordum ki Peygamber e¤er sabah ezan›n› iflitmezse, bedenindeki herhangi bir ac›dan daha fazlas›n› ruhuna yüklemifl olacakt›m. Bitirdi¤imde kap›ya döndüm ve tekrar Âifle açt›. fiimdi ifadesi biraz daha iyiceydi ki bu da iyiye iflaretti. “Sana söylememi söyledi” dedi, “bundan önce daha güzelini okumam›fls›n.”
B‹LÂL MUHAMMED (A.S.)’‹N VEFATINI ANLATIYOR • 143
Karfl› ç›kmal›yd›m. Genellikle en do¤ru tonda okurdum ve ayr›ca o sabah hava her zamankinden daha a¤›rd› ve hurma a¤açlar› ince notalar› yutuyordu -E¤er Allah’tan korkmasayd›m, birçok ezandan sonra o Medîne hurmas› a¤açlar›n› sopamla bir bir indirirdim. Ancak her müezzin bilir ki en güzel ezan, yaln›zca bir araç olan kulakla de¤il, insan›n içteki zihni olan kalpte iflitilir. Bu sebeple Peygamber, vefat›nda bunun en iyi ezan›m oldu¤unu söyledi; öyleydi de. ‹ki gün koma ve uyan›fl aras›nda sürüklendi ve iki gün boyunca, ayaklar›m› zihnimden uzaklaflmak için kulland›m. Koflmak hariç kap›s›n› asla terketmedim. Bir suyun di¤erinin yapamad›¤› bir flifaya sahip oldu¤u umuduyla yedi farkl› kuyudan su getirdim. Âifle yedi kâseden yedi suyla ateflini düflürdü. Sekizinci sabah ani bir de¤iflim vard›. Kap›y› kendisi açt› ve bafl› çevresinde beyaz bir ba¤la d›flar› ç›kt›. Bir eli Ali’nin kolunda, di¤er eli de ye¤eni Fadl ‹bn Abbâs’›n kolunda oldu¤u hâlde mescide yürüdü ve Uhud flehidleri için dua etti. Ancak ad›mlar› yavafl ve ac› doluydu ve ben öteye bakma durumunda kald›m; daha önce bir köle olan ben bile ölümün yüzündeki ziyaretini görebiliyordum. Bu sebeple belki de baz›lar›n›n dedi¤i do¤ruydu ve ölüm mele¤i üç gün boyunca ona gelip gitmiflti. O gece gecenin en karanl›k saatinde mezarl›¤a gitti ve mezarlar aras›nda durdu. Düflece¤inden korkarak Ali ve ben de onu izledik; ama yaln›z ve sa¤lam olarak yürüyordu. Etraf›ndaki siyahl›¤a seslendi: “Selâm size, kabir halk›. Sevinin; çünkü yaflayanlardan daha iyisiniz. Sizi uyand›ran flafak daha huzurlu Yaflayanlarla karfl›laflan flafaktan.” Eve geldi¤inde, Âifle’ye evde ne kadar paras› oldu¤unu sordu; onun da saymas› çok uzun sürmedi: yedi dinar. “Bu gece onlar›
144 • BEN B‹LÂL
da¤›t.” dedi. “Bu para hâlâ mülkiyetimdeyken Allah’la nas›l buluflurum?” Bir kez daha mescide geldi ve bu O’nu son görüflüm oldu. Sadece birkaç saati kalm›flt›; ama tuhaf bir flekilde ölüm bak›fl› ondan uzaklaflm›flt› ve O’nu böylesine güzel asla görmemifltim. ‹badet sevinciyle yüzü ›fl›ldam›flt›. Nazikçe konufltu, yapt›¤› herhangi bir hatan›n aff›n› isteyerek, tümünü Allah’›n vahyini, bir ›fl›k ve k›lavuzluk kitab› olan Kur’ân’› sevmeleri hususunda uyard›. Biz kalkmas›na yard›m ederken O etraf›ndakilere bakt›. “fiimdi sizden önce gidiyorum; ama beni izleyece¤inizi unutmay›n.” fiimdi size anlataca¤›m fley delilidir. Ölüm ac›lar› içinde Âifle’nin kollar›nda uzan›yordu. Yeflil a¤açtan yap›lma misvaklar› olan bir adam içeri girdi ve almalar› için rica etti. ‹lkin Âifle misva¤› kendi a¤z›na al›p çi¤nedi ve yumuflatt›. Sonra Peygamber al›p difllerini temizledi. Gücü azal›rken Âifle, O’nun flöyle dedi¤ini iflitti: “Ey Allah›m! K›yamet günü beni fakirlerle haflret.” Sonra di¤er sözler... Ama bunlar iflitilememekte veya kaybolmakta ya da insan›n iflitmesini kabul etmemekteydi; çünkü semayla konufluyordu. Aniden Allah Resûlü bafl›n› kald›rd› ve dama bakt›, yaln›zca görebildi¤ini görerek. Üç kelime söyledi: “En Yüce Dost!..” Bu üç kelimenin flâhidli¤iyle, ölüm ân›nda Cebrâîl’in tekrar O’na geldi¤i farzedilir. Âifle’nin a¤lad›¤›n› iflitince, Muhammed (a.s.)’in vefat etti¤ini anlad›k. Ömer içeri girdi, ama kederi onu kör etti ve yaln›zca uyuyan bir adam gördü. Muhammed (a.s.)’i vefat etmifl olarak görmedi. Öfkeyle yumru¤u havada, ölümden bahseden herkese tehditler savurarak d›flar› ç›kt›. Birkaç›m›z onu tutmaya çal›flt›, ama bizi savurup att›. Sonra delirmiflli¤ini aklîlefltirmeye bafllad›: “Mûsâ’y› hat›rlay›n.” diye hayk›rd›. “Mûsâ, Sînâ da¤›nda Allah’a ç›kt›. Yahudiler O’nun öldü¤ünü söylediler. Ama ne oldu? Ne oldu? K›rk gün sonra geri geldi. Muhammed (a.s.) de Mûsâ gibi k›rk gün sonra ge-
B‹LÂL MUHAMMED (A.S.)’‹N VEFATINI ANLATIYOR • 145
ri gelecek.” Zavall› soylu Ömer, mescidin ortas›nda durdu; saç› havada bir o yana bir bu yana döndü; kederi aya tafl f›rlatan bir deli gibi gerçe¤e karfl› geliyordu. Ebû Bekir de içeri girdi ve Muhammed (a.s.)’in çehresine bakt›. Hiçbir tepki yoktu, kuflku da. Onu öptü ve yüzüne bir örtü çekti. Mescide geldi, bu ufak uysal adam; sessizlik isteyerek, elini s›n›ftaki bir ö¤renci gibi bafl› üstünde tutarak. Ama her zamanki gibi yetkiyle konufltu: “E¤er burada Muhammed’e inanan birisi varsa, bilsin ki Muhammed ölmüfltür.” Bu korkunç gerçe¤in anlafl›lmas› için durdu. “Ama Allah’a ibadet eden bilsin ki Allah diridir ve ölmez.” Ömer yere kapand›, yüzü ellerinde, iri cüssesi a¤lay›fl›nda inleyerek. Tekrar asla ezan okuyamad›m. Bacaklar›m beni tartm›yordu ve Ali ve Ebû Zer bana yard›m ettiklerinde bile, ilk kelimelerden sonra çöktüm kald›m. Kederim beni engelledi. Damda, bir kelimeyi bulup sonra di¤erinin yar›s›n› bularak kelimeleri hat›rlamaya çabalar hâlde duruyordum. Ad›n›, “Muhammed”, tamamlayamad›m ve dört kez kekeleyerek h›çk›rarak bafla döndüm, ama baflar›s›z oldum. Nihayet bana ac›d›lar ve afla¤› inmeme yard›m ettiler. Yine de kafamda günde befl defa ezan okudu¤umu iflitiyorum. Kulaklar›m› kap›yor ve kendimi bir baflka flehirde, bir baflka günde di¤er insanlar aras›nda ezan okurken iflitiyorum. Bazen herhangi bir çocuk gibi kendi kendine oynarken ve m›r›lt›yla uyurken o¤luma f›s›ld›yorum ezan›.
TAR‹HTEN SAYFALAR 8
h
z. Muhammed’in vefat›ndan sonra Ebû Bekir halife seçildi. Elbette halifenin peygamber gibi bir yer almas› söz konusu de¤ildi. Devleti yönetti ve dinin kemâlini sa¤lad›. Ebû Bekir iki y›l süresince ‹slâm diyar›n› nezâketle yönetti ve o da hummaya* tutuldu. Ölürken bir kalem k⤛t isteyip Ömer’in yerini almas›n› yazd›. Derler ki Ömer, ‹slâm diyar›n› asas›yla yönetti. Ama takvâ ve tevazu sahibiydi. ‹skenderiye’nin, üç yüz hofl mekân›n oldu¤u flehrin fethedildi¤i mufltusunu ald›¤›nda bir a¤ac›n alt›nda oturmufl, bir avuç hurmay› eski kölesiyle paylaflmaktayd›. Kudüs’ün teslim anahtar›n› almak için devesinin yan›nda yaya olarak flehre geldi. Çünkü binme s›ras› yafll› köledeydi. Bilâl tekrar k›sa k›sa görünmektedir. Suriye’deki orduya do¤ru, kuzeye gitmifltir -bunun flehidlik arzusuyla oldu¤u söylenmektedir- ve Kudüs’e girerken de haz›rd›r. Ama herhangi bir savaflta çarp›flt›¤› bilinmemektedir. *
Ateflli bir hastal›k (ç.n.)
148 • BEN B‹LÂL
Keder Bilâl’i suskunlaflt›rsa da, birkaç y›l arayla iki olayda daha ezan okumufltur. Birinde “bir defal›¤›na” halk›n iste¤i ve Ömer’in ricas›yla Kudüs’te ezan okumufltur. Sonra yine Hz. Muhammed’in kabrini ziyarete Medîne’ye geldi¤inde son kez ezan okumas› için yalvaran Peygamber torunlar› Hasan ve Hüseyin taraf›ndan karfl›lanm›flt›r. Reddedemeyece¤ini hissetmifltir. Sabah›n erkeninde dahi olsa sokaklar a¤layan insanlarla dolmufltur. Kimi güvenilmez rivayetler, Bilâl’i fiam valisi yapm›flt›r. Ama Bilâl’i her aç›dan bir vali gibi görmek mümkündür -geçmiflinin verdi¤i yetki ve sevgi aç›s›ndan-; ama görevli bir vali olarak görmek imkâns›zd›r. Mütevaz› bir kap› efli¤inde oturmay› tercih etmifl olmal›d›r. Bilâl’in vefat tarihi kesin de¤ildir. Muhtemelen M.S. 644 -hicretin 22. y›l›d›r.
B‹LÂL KAPISININ Efi‹⁄‹NDE
h
ayat ve an›lar› -bu yafll› bir adam›n zaferidir. E¤er herhangi biri beni hat›rlarsa, beni arkadafllar›mla hat›rlas›n. Beni merak eden herhangi birisine söyleyin, “Bilâl O’nun yoldafl›yd›.” Çünkü ben Mükemmel Dönemde*, Allah’›n Resûlü hayattayken yaflayan ashâbdan biriydim. Kimse bizim parlay›fl günlerimizi tekrar bilemiyecek, ama hepsi kendi flâhidliklerini paylaflacak. Beni ilk oldu¤um için yarg›lamay›n. Ezan›m günden güne de¤iflirdi ve bazen elbette Allah’›n dilemesiyle rüzgâr bir elefltirmendi ve sözleri ard›ma gönderir ya da sabah›n nemi bo¤az›ma tak›l›r veya güvercinler beni rahats›z ederdi. Hep hat›rlans›n, gökyüzünde bile; Peygamber’in Bilâl’i “cennetlik bir adam” olarak ifade etti¤i. Ama birkaç kifli kald›k ve hâlâ benimle olanlar yak›nda gidiyor olacaklar. Ölüme koflmak do¤ru de¤il, ama beklemek do¤ru. *
Asr-› Saadet (ç.n.)
150 • BEN B‹LÂL
Hayattakiler kendilerinin ölülerden daha hay›rl› olduklar›n› düflünme al›flkanl›¤›na sahiptirler. Ama asla kendilerine flu soruyu sormazlar: Ölüler onlara kat›l›yorlar m›? Muhammed (a.s.) o gece mezarl›kta ölüleri flansl› olarak ifade etti¤inde neyi kastetmiflti? Gece so¤uktu, hat›rl›yorum da zemin sertti ve kabir halk› ne k›m›ldad›lar, ne de konufltular. Her biri kendi kovu¤unda uzan›yordu. Ama onlar ölü müydü yoksa yaln›zca nemin kuru kal›nt›lar› m›yd›lar? Çünkü beden yaln›zca ruhu tafl›yan bir nehirdir ve ruh ad›m ad›m, havuz havuz, her bir bedeni kendi ak›nt›s›nda, nihaî kurakl›¤›na dönüfltürür. Yine de Peygamber’in neyi kastetti¤ini bildi¤imi san›yorum. Bir defas›nda mescidde beraberce otururken, f›rt›na öncesi karanl›kt›; bulutlar Uhud üzerinden geliyor ve ak›ll› hava tahmincileri tavuklar da gizlenmek için koflufluyorlard› -onun flöyle dedi¤ini iflittim: “‹nsanlar uykudad›rlar, ölünce uyan›rlar!” Hiçbir gün için piflmanl›k duymuyorum; kamç›land›¤›m günden bile. Çocuklar için sevinçliyim. Çocuklar›m›z gelece¤imiz olduklar› kadar geçmiflimizdirler de. Bir kifli kendi çocu¤una bakt›¤›nda, babas›n› kendinde bulur. Gençlere ö¤reten yafll›lar olsa da, yafll›lar› gelifltirenlerin gençler oldu¤u nesillerin bir gizemidir. Kendimden memnunum; derimden, Afrika’mdan, çünkü bu boyutta ben benim. fiimdi bastonumun üstünde yafl›yorum, al›flkanl›klar›m azald›; bu eflikten mescide, sonra tekrar eve. Ne var ki daha önce sahip oldu¤umdan daha fazla bofllu¤a sahibim; çünkü Muhammed (a.s.)’in enfes an›s›nda yafl›yorum. Belki de kutlu ölüler bahçelerinde tekrar Ebû Zer’le yürüyüp ondan; dünyan›n flerrinin mülkiyet oldu¤unu, hiç kimsenin ihtiyac›ndan fazlas›na sahip olmamas› gerekti¤ini, Muhammed
B‹LÂL KAPISININ Efi‹⁄‹NDE • 151
(a.s.)’in biri y›kand›¤›nda di¤erini giydi¤i yaln›zca iki gömle¤i oldu¤unu iflitece¤im. Tekrar Ebû Zer’in, gelece¤in mant›¤› hakk›nda tart›flt›¤›n› -gözleri düflünceyle par›ldarken- iflitece¤im ve Peygamber dinleyecek. Çünkü Allah, Muhammed (a.s.)’i insanl›¤a bir rahmet olarak gönderdi ve o insanlar› dinlemeyi seven bir peygamberdi. Ey Allah›m! Ebû Zer’i cennette kefilim k›l. Ama ayn› zamanda burada, fiam’da, onlarla birkaç gün daha k›k›rdayaca¤›z ve eskiden oldu¤u gibi biraz daha lâflayaca¤›z.