BATIDA SÛFÎ GELENEĞİ
birey yayıncılık No: 145
Dizgi-Mizanpaj birey
Kapak Ümit Karadağ
Baskı-Cilt Lord Matbaa
ISBN...
35 downloads
8148 Views
9MB Size
Report
This content was uploaded by our users and we assume good faith they have the permission to share this book. If you own the copyright to this book and it is wrongfully on our website, we offer a simple DMCA procedure to remove your content from our site. Start by pressing the button below!
Report copyright / DMCA form
BATIDA SÛFÎ GELENEĞİ
birey yayıncılık No: 145
Dizgi-Mizanpaj birey
Kapak Ümit Karadağ
Baskı-Cilt Lord Matbaa
ISBN 975-8618-67-9 Birinci
Baskı
Ekim 2003
birey yayıncılık Yerebatan Cad. Çatalçeşme Sok. Üretmen Işhanı No. 29/17 Cagaloglu Tel: (O 212) 511 33 69 Fax: (O 212) 511 77 16 web:www.bireyki tap.com
BATIDA SÛFI GELENEĞİ
Ömer Ali Şah
İngilizce'den Çeviren: Zeynep Bilen
birey
Bu kitabı, saygı ve minnetle Babama ithaf ediyorum.
İÇİNDEKİLER Önsöz / 7 Batıda Gelenek / 11 Katolik Kilisesi, İslam ve İnanç / 19 Niyet Amaç Taktik Hareket / 27 Bütünsel Hareket ve Kilitlenme / 36 Enerjiyi İletmek / 49 Mürşidin Dokunuşu / 59 Zaman İşlevi / 67 Tekkeler ve Teknikler / 77 tşlev ve Hareket / 84 Bütünsel Hareket Bagı / 93 Üzerinde Çalışılabilen ve Çalışılamayan Kavramlar / 109 Enerji / 121 Zaman, İdealler ve Kesinlik / 130 Bir Zincir Oluşturmak / 1 3 9 Geleneğe Göre Nesnelerin İşlevleri] 51 Toplanma / 160 Gelenek ve Dini Kurumlar / 170 Batı'da Bilgi Anlayışı / 180 Avrupa ile İlk Temas / 190
Ayrıntılar / 199 "Vazife" veya Görev Kavramı / 211 Gezilerin Bazı İşlevleri / 223 Gurdjieff, Ouspensky ve İcazet / 230 Batı'da Geleneği Öğretmek / 237
önsöz Ömer Ali Şah'ın eserini henüz tanımayan, tereddüt etmek sizin inancım değiştirmiş bir kimse, sufi geleneğinin Batı dün yasındaki faaliyetlerinin titizce tartışıldığı tarihi bir anlatı bul mak umuduyla bu kitabı eUne alırsa, hayal kırıklığına uğrama ya mahkûmdur. Elbette bu tür anlatılar da mevcuttur; şu anda bu tür kitapların en iyisi, tdris Şah'ın The Sufis [Süfîler] kitabı dır (yay. haz. Octagon Press, Londra), ancak resmî olmayan ko nuşmalardan oluşan bu kitabın amaçladığı şeyin niteliği farklı dır. Buradaki konuşmaların hepsi, son birkaç yılda dünyanın çeşitli yerlerinde Ömer Ah Şah'ın arkadaşları ve talebelerine hitaben yapılmıştır. Bu nedenle, okuyucunun buradaki fikirler le temelde belh bir ilişkisi olduğu ya da bu fikirlere sempati duyduğu varsayılmıştır Bu nedenle sıradan okuyucu buradaki fikirleri algılamakta güçlük çekebihr. Ömer Ali Şah bu kitapta, temelde kendisinin genel felsefî tercihini paylaşan, bu tercih temehnde kişisel dönüşümün amaçlarını destekleyen ve kendi sinden rehberlik uman kişilerle konuşmaktadır. Bu kitaptaki cümlelerde, sözde "zihinsel tutarhlıgın" bu lunmayışına şaşırmamaları için, sûfî dûşünüşüyle bugüne ka dar ilgilenmemiş kişilerin başlangıçta bunun farkına varmaları önemlidir. Aslırrda bir tutarlılık vardır ama belki de bu tutarlı lık Batıda uygulandığı biçimiyle "profesyonel filozofluğun" sentezci ruhunda değildir Bu, sezgiyle anlaşılabilir bir tutarlı lık içindeki düşünce bütünüdür. Ama sezgiye dayanan bütün düşünceler gibi, "kişisel eşleştirme" olarak adlandırılabilecek olgu, konuşmacı ya da yazardan çok dinleyici ya da okurun bi linciyle sağlanır.
Çeşitli çevrelerce, bu bir sakınca olarak düşünülebilir; çünkü bu türden bir düşünüşü özetlemek veya sınıflandırmak neredeyse imkânsız, üstelik "satmak" için ambalajlamak da zordur. Sûfî geleneğinin, çağdaş sınıflandırmalardan birine giremeyişinin, inanılmaz derecede derin bir üzüntü uyandırışı da ilginçtir. Ama sûfî geleneği hiç durmamış olan ve bazıları ken disini hâlâ sahiplenen birçok düşünce ve k u r u m u n arkasına saklanmayı başarmış eski bir düşünce tarzıdır. Bir ebeveyn ço cuğunu sahiplenir mi? Bir süre çocuklarımıza bakarız, ancak sonra kendi yollarını çizmeleri için onları serbest bırakmak zorundayızdır. Eğer bunu yapmazsak ebeveyn olmaktan çıkar, bir mal sahibine dönüşürüz. Sûfî geleneği, insanoğlunun kendi içinde niteliksel bir de ğişimi gerçekleştirmesini sağlayan birçok araçtan yalnızca biri dir. Burada bir hata olmadığı sûrece, değişim gerçekleşir; ancak bu değişim, insanların çoğunlugunca en azından şu anda kabul edilemez bir yolla gerçekleşir. Çünkü bu değişimle kişilikleri kendileri için daha az önemli olur. Mesajı anlatmak için ortak yöntemler kullanılsa da, değişim ortak değil bireysel olarak gerçekleşir ve her ne kadar böylesi bir değişimin sonuçları göz lenebilir olsa da bu, insanları daha önce olduklarından daha görünür değil, daha görünmez yapmaya meyillidir. İçsel an lamda değişen insanlar, öncelikli olarak kendilerini gösterme çabasıyla vakit kaybetmezler; vakitlerini, bir şey olmak için ça balamaktan çok, o şey olarak geçirirler. Aslında sûfî, belirgin denklikler ve bunlara uygun benzer likler dünyasında yaşar. Bu dünyanın amacı, 'Ulvî bir Varlık' olarak düşünülebilecek yerden gönderilen sürekli mesajlar di zisine karşı;"kişinin bilincini daha hassas olacak biçimde değiş tirmektir. Bizim işimiz, bir şeyin ansiklopedik bilgisini edin mekten çok, bilgi alanımızda yüzen şeylerin, gerçek ve saklı boyutunu fark edebilmeyi doğru biçimde öğrenmektir. Bu, uzun süren bir iştir ve bunu herhangi bir şekilde taklit etmek sizin başarmak, önemli ölçüde alçakgönüllülük, çaba ve sağdu yu gerektirir.
Aksi taktirde, kişi elbette birçok insan gibi "yapar gibi" gö rünebilir ve bu durumda birçok dünyevî ödül elde eder; çünkü bu her zaman iyi görünür. Sahnede iyi görünür, televizyonda iyi görünür, akşam yemeği partilerinde ve kitapların arka ka paklarında iyi g ö r ü n ü r Sorun şu ki, bu aslında bir taklittir ve kim olursa olsun, kişinin her zaman ateşli bir biçimde kesin gerçeği arzulayan tarafı vardır. Kişi kim olursa ve ne yapmış olursa olsun, böyle bir gerçe ğe erişmenin mümkün olduğunu, yirminci yüzyılda ve batı dünyasında, kişinin bu yönde ilerlemesine yardım edebilecek tekniklerin var olduğunu söylüyoruz. Kimse bundan fazlasını söyleyemez, çünkü etrafta her çeşit ilginç şey yaşansa da, bu şeyler gerçekte onları yaşayan insanları ilgilendirir ve bu tür ikincil konularla gereğinden fazla meşgul olmak, kişiyi bilinci nin daha üst biçimi asıl hedefinden saptırır. Biz, bu daha üst bilincin var olduğuna ve yaşamımızın ne deninin o n u n için çalışmak olduğuna inanıyoruz. Aksi taktir de, neden canımızı sıkalım ki? Bu kitaptaki ilk dokuz konuşma, Ömer Ali Şah'ın yakınla rına, resmî olmayan, özet biçiminde sunduğu bir tür temel ça lışma programıdır. Sonraki on beş konuşma ise daha çok, kişi bu düşünce ve hareket biçimiyle uğraşmak için gereken tesli miyete ulaştıktan sonra bu çalışmanın uygulanması ve sonuç larıyla ilgilidir. Bu eserin olası diğer bir okunma yöntemi ise, "yirminci yüzyıl tavırları" denebilecek olgular ile insanoğlunun daha es ki bir görüşü arasındaki bazı uyumsuzlukların sayılmasıdır Arkeolojik bir kazı ya da toprak profiline baktığımızda, şimdiki zaman yüzeyinin hemen altındaki çok kahn olan taba kanın, zamanın nispeten kısa bir süresine karşılık geldiğini görürüz. Örneğin, geçen yılın yapraklarından vs. oluşmuştur. Toprak profilinin temsil ettiği zamanda daha geçmişe giderse niz, katmanlar daha uzun tarihsel veya fiziksel zaman süreçle-
rine karşılık gelse de, daha da incelirler, yani daha az görünür hale gelirler. Bu, tarihsel anlamda kendimize bakış yöntemimi ze benzer; geçmişin aleyhine olacak şekilde, şimdiki zaman ve yakın geçmiş yüzeyleriyle daha çok meşgul oluruz. Bununla kastettiğimiz şey, bir kişinin, çok uzaktan kendi sinin şimdiki yaşamı ve d u r u m u n u izleyebilmek için, bu kita bı bir zaman merceği olarak kullanabileceğidir. Bu nedenle, sûfî geleneğiyle özel olarak ilgilenmeyen bir kimse de bu ki taptan yararlanabilir Çünkü bu kitap tanıdık ve basit yirminci yüzyıl kelime dağarcığını kullanarak, çok geniş ve eski bir dü şünce tarzını açıklamaktadır. Kutsal ineklerimiz ve "geçmiş ten" gelen kurumlarımızla ilgih bakış açısı, temelde sevgiyle ögretildiyse bile, şimdi sert ve duygusuzdur. Augy Hayter
10
Batıda Gelenek Batıda geleneğin anlamı hakkında birkaç noktayı kısaca belirtmek isterim. Geleneğin ne olduğu ve ne yaptığına dair birçok teori ve fikir vardır ama bunların yüzde doksan beşi doğru değildir. Bu hatanın sebebi yalnızca batı kafası veya batı yazarları değildir. Bu suçun belli bir kısmı bize, geleneğin için dekilere aittir. Çünkü geleneği öğreten kişinin düşük bir profi li koruması gerekir. Bunun anlamı şudur: Biz gelenekle ilgili ayrıntıları ve bilgiyi herkese vermeyiz; çünkü bu, bazı insanla rın bizim ne yaptığımızı ve amacımızın ne olduğunu hayal et mesine yol açar ve bu kişiler genellikle yanıhriar. Bu nedenle, size geleneğin ne olmadığım açıklamak iste rim. Size genellikle, geleneğin ne olduğunu, ne yapmamız ve nasıl davranmamız gerektiğini anlatıyorum, bu kez geleneğin ne olmadığını anlatacağım. Sûfî geleneği bir kült, dini bir ku rum, tedavi edici bir sistem ya da gizemli bir organizasyon de ğildir. Gelenek, Batı dünyasında etkili olabilen ve olan işlevsel bir felsefedir ve her çağda takip edilebilir. Evet, gizemlerimiz ve sırlarımız olduğu doğru. Ancak, ge leneği öğretenlerimizin ve bu sözde sırları bilenlerimizin gö revlerinden biri de, insanları bu sırları anlayacakları biçimde hazırlamaktır. Binlerce yıldır, gizemler ve sırlar varsa, bunun mantıklı nedenleri de vardır. Eğer bir gizem ya da sırrı, onu an layacak temel bilgiye sahip olmayan bir insana anlatırsanız, bu onlarda korkuya, en azından endişeye yol açacaktır. Onlar bu durumda değilken böylesi şeyleri kendilerine açıklarsanız, bu onlar için, yalnız acımasızca değil, gerçekten tehlikeli de olur. Eğer bir sırrı, henüz hazır olmayan bir kişiye verirseniz ve bu
11
kişi henüz o sırrı incelemesine yardımcı olacak bilgi ve şartla ra sahip değilse, bu şok endişe ve hatta dehlige yol açabilir. Geleneğin bazı sırları geleneğin dışından olan insanlarca ögrenihrse, kötüye de kullanılabilir. Bazılarınız, bizim gelenek te kullandığımız deyişi okumuş ve hatırlıyor olabilir: "5ır ken disini koı-ur." Kendisini korur, çünkü yanlış bir yolda kullanıl mak istemez. Bu nedenle, gelenekte bir mürşidin başlıca so rumluluğu, bu sır ve gizemleri açıklamaktır. Bunlara, insanoğ lunun tanınması, insanın Allah'la ilişkisi ve insanın evrenle ilişkisi de dahildir; ancak her bilgi gibi bu bilgilerin de içselleştirilebilmesi, yani sindirilebihr olması gerekir. Bundan sonra, sıra .en önemli aşamadadır: Bu bilgi, gizem veya sırrın ne za man uygulamaya döküleceğidir. Son bin yılı aşkın süredir, batıda birçok farklı felsefe oluş muştur. Ben, şimdi neden bizim felsefemizin batıda gelişen di ğer herhangi bir felsefeden "daha iyi" olduğunu iddia edeyim ki? Benim iddiam işlev meselesi temelindedir. Biz mürşitler, çok büyüleyici bir alan olduğundan emin olsak da, karşılaştır malı felsefeyle ilgilenmeyiz. "Şu belirli batı felsefesiyle sûfî felsefesini kıyaslayabilir mi yiz?" sorusu her zaman sorulabilir ve bu ikisi arasında bitmez tükenmez bir tür entelektüel pinpon oynamaya devam edilebi lir. Ancak böyle bir hareket, kendisi içinde bir son olabilir. Eğer bir kişi bütün ömrünü, hangisini takip edeceğine karar vermek amacıyla felsefeleri karşılaştırarak geçirirse, belki de karar verdiğinde o felsefeyi anlamak ya da kullanmak için çok yaşlı olacaktır. Bu nedenle ben, geleneğin herhangi başka bir felsefeden şu veya bu anlamda "daha iyi" olduğunu iddia etmi yorum. Eğitimimin bir parçası olarak, doğu ve batının bütün felsefelerini inceledim; her biri kendine göre değerli ve yararlı bilgiler içeriyor. Bizim iddiamız uygulamada daha üstün ol maktır. Geleneğin en eski yıllarından beri, Büyük Ustalar teknikle ri belirlemiş ve yazmışlar. Mürşitlerin, insan gibi zor bir mater12
yal üzerinde çalıştığı gerçeğini göz önünde bulundurmuşlar. Bu da demektir ki, ister belli bir fayda sağlamak, ister öğreti min değerini yükseltmek için olsun, onların açıkladıkları her teknik, hemen her durumda kullanmaya elverişlidir. Temel düşünce, insanoğlunun, neredeyse içsel gelişim için sonsuz derecede yetenekli olduğuydu. Büyük Ustalar, kişinin bu tür bir gehşimi başarmak için atması gereken adımlan ay rıntılarıyla anlatmışlar, hemen ardından da bizim bugüne ka dar uyguladığımız kuralı uygulamışlar: "Dünyadasınız ama dünyaya ait değil." Bu, bizim kabul ettiğimiz çok önemli bir il kedir. Güzel şeyler düşünmek, sorunlardan kurtulmak, kuşlarla, hayvanlarla konuşmak ve içsel olarak kendini geliştirmek için, her şeyi terk edip bir dağa giderek mağarada yaşamak ilginç ya da çekici bir fikir olabilir. Ama bu, kişinin diğer insanlara, ai lesine ve topluma karşı sorumluluklarından kaçması demektir. Bu, sizin topluma ayak uydurmanızı engeller ve geri döndüğü nüz anda bir khniğe yatırılacağınız kesindir. Kişi, b u n u n çok ödüllendirilecek bir davranış olduğunu düşünse de bu, gelişim için doğru değildir; fazlasıyla kendine yönelik, dolayısıyla ben cil bir davranıştır. Bu nedenle, büyük ustaların bizim için oluşturduğu bir ilkeyi, biz sizin için geliştirdik. Bu, günlük hayatta uygulayabileceğiniz, eğitsel, ırkçı, ekonomik ya da si yasî herhangi bir kısıtlama koymayan bir tekniktir. Günlük hayatla zıtlık içinde değildir, olmamalıdır. Birkaç yıldır gele neğin içinde olanlar, benim size vaat ettiğim tek şeyin zorlu bir çalışma olduğunu bilir. Zorlu olmasının ana nedeni, bizim fel sefemizin. Batıdaki insanlarm şartlanmalarını altüst etmesidir. Yıllardır beni dinleyenleriniz, "işte yine şartlanma konusu na geldik," diye düşünecektir. Evet, çünkü aslında en temel so run bu. Zekâ ya da zekâ eksikliği, ırksal ya da genetik etki ve ya bunun eksikliği ile ilgili sorun yoktur; en büyük sorun, en büyük engel şartlanmadır. 13
Batıdaki en popüler davranışlardan biri, insanların, "Ben, içimdeki diğer benle büyük bir savaş içindeyim," demesidir. Bu, başlangıç için kötü bir tavırdır, Çünkü, kişi şartlandığı için, bu sözde "savaş"ı kendisine nasıl açıklayacağını bilmez ve bazı sözde otoritelerin de yardımıyla, negatif ben ile pozitif ben ara sındaki "savaş" şeklinde hikâyeler üretmesi kolaylaşır. "Savaş" veya "mücadele" kelimelerini kullanmakla kişi, olayı gerilim ölçeğine yerleştirmiş olur. "Diğer ben", aralarında uyuşmazlık olan pozitif ben ile negatif ben arasında bir tür eşitlik olduğunu beürtir ve ikisinden birini, kişinin davranışla rının sorumluluğunu almaya teşvik eder. Gerçek şudur ki, nedeni ne olursa olsun herkesin içinde belli bir derecede negatiflik vardır. Ancak bu hiçbir şekilde yüzde ellilik bir oranda değildir; bu, ancak yüzde üç, beş ya da yedi olabilir. Ama bu negatif yüzde payı sürekli aktiftir; çünkü tek işlevi, kafa karıştırmak ve rahatsız etmektir. Bu nedenle, eğer ona sahip olduğundan daha fazla önem verirseniz, yardım etmiş olursunuz. "Bu çok saçma, neden negatife yardım etmek isteyeyim ki?" diyebihrsiniz. Ama insanlar bunu yapıyor. Bunu, ona hak etti ğinden daha fazla önem göstererek yapıyorlar: "Benim soru num...". Onlara dersiniz ki: "Tamam, sorunlarının oluşturduğu şu ka ra bulutu aşağı indir ve parçala artık. Sorunlarının bir listesini yap, hepsini tek tek yaz." Bunu yapmak sorunlarınızın çözümü değildir ama yaptığınız şey onları belirlemek ve odaklanarak her birini oranlamaktır. Eğer gerçekten dürüstseniz ve sorun larınızı halletmek istiyorsanız, bu uzun sorunlar listesine bak tığınızda, listenin "Gömleğimi kum temizlemeye vermem lazım"dan tutun da, "X milyar borcum vai "a kadar her şeyi içerdi ğini görürsünüz. Sonra, listedeki bu sorunların her birini pu anlayabilirsiniz; yani, onlara birer rakam değeri biçebilirsiniz, eksi 1, eksi 3, eksi 500 gibi. Bunu yaptığınızda, ki böyle bir lis te yapmak gerçekten yararlıdır, gülerek listeyi bana getirdiği14
nizde ve ben listeyi yırtıp attığımda, bunun sorunlarınızın so nu olacağını ya da benim sorunlarınızı halledecek bir büyü ya pacağımı (ben bunu hoş bir iltifat sayıyorum) umut etmezsi niz. Eğer bu kişi, dengeli bir kafa yapısına sahipse, sorunların sayısını belirledikten sonra onlarla ilgilenmeye başlayabilir mesela kendisine sorar: "Hangilerini şimdi, bugün, bu hafta, bu ay çözebilirim?" "Sorunların öncelikli olanları hangileri?" Bunun orijinal, gizemh ve gizli bir teknik olduğunu iddia etmiyorum. Yalnızca etkili bir teknik, çünkü sorunlar belirle niyor Geleneğin potansiyeli ve işlevinin ortaya çıktığı yer ise, size bir çözüm bulabilmeniz için enerji vermesi, yol gösterme si ve düşünce biçiminde size rehberlik yapmasıdır. Kişi bir so runu kendi başına çözmek için gelenekten yardım ve enerji al dığını fark ederse kendisine ve geleneğe olan güveni artar; za ten böyle de olmalıdır, çünkü gelenek insanlar arasında işleyen bir yapıdır. Gelenek bir aspirin ya da Alka-Selzer değildir. İn san önce farklı bir düşünüş tarzı ve farklı terimler geliştirir, da ha sonra da bunları kullanır. Geleneğin teknikleri ve evradı yo luyla bu enerjiyle bağlantı kurar ve bu bağlantıdan dolayı da desteklenecekleri kesindir. Gelenek bir boşlukta işlemez, işleyemez; kullanılması ve uygulanması gerekir. İnsanlar, geleneğin teknikleri ve enerjisi ne güvenmeyi, belli bir ölçüde gelişime veya tatmine ulaştıkla rında bunu hissetmeyi öğrenmelidir. Bu tatmini hissedin. İnsanların tatmini onurla karıştırmalarına neden olan, ba tıya ait bir karmaşa vardır: "Başardım! A, hayır, böyle dcmaneliyim, çünkü . . . " Eğer niyetinizi geleneğin enerjisiyle birleştirdiyseniz, bir şey başarmışsınız demektir. Bu nedenle, bu başa rıyı hissedersiniz, hissetmekte de sonuna kadar haklısınızdır. Tıpkı bir sanatçı, mimar ya da ressamın da bir şey ürettiğinde bu tatmini hissetmeye hakkı olduğu gibi. Gelenekten aldığı enerjiyi kendisinin çabasıyla birleştirmiş bir insan, o şeyi başarırken yardım aldığını itiraf edebilir. As lında bu geleneğin bir parçasıdır, çabaya yardım etmek ve onu 15
desteklemek. Gelenek, 'yararlı çaba' dediğimiz, yani kişinin kendisi için yararlı gördüğü bir şeyi başarmak amacıyla, kendi niyeti ile geleneğin enerjisini birleştirmesi amacına her zaman destek olur. Bir "kukla oynatıcısı" olmak, istediğim son şeydir. Bu, ba zılarına çekici veya ilginç gelebilir ama şahsen benim ne bunu yapmak için yeterli vaktim var ne de isteğim. Benim yapabile ceğim ve yapmaya devam edeceğim şey, enerjiyi erişilebilir kıl maktır. Uyarmaya, yol göstermeye ya da teşvik etmeye çalışa cağım; ama daha önce de söylediğim gibi, size bir bisiklet ve rip sürmeyi öğreteceğim, hatta düştüğünüzde sizi kaldıraca ğım,ama bisikleti sizin yerinize ben sürmeyeceğim. Çünkü eğer bunu yaparsam, siz hiçbir şey başarmış olmaz sadece beni izlemiş olursunuz; kendiniz yapmış değil. Gelenekte, bir mürşit ile mürit arasındaki ilişki, kitapları mızın hepsinde çok açık-bir biçimde tarif edilmiş birçok insan tarafından farklı yollarla anlatılmıştır. Ben de, yoruma mahal bırakmayacak çok basit bir yolla anlatmaya çalışayım. İnsanlar, benim herhangi bir sözüm ya da tehdidim olmak sızın, geleneğe özgürce girip ayrılabilirler. Gelenekte kalırlarsa, evradını takip ederler, ben onlara ne söylersem onu yaparlar ve hiç sorunumuz olmaz. Bu kesinlikle demokratik bir sistemdir. Çünkü endişelenmek bana düşer, siz ise yalnızca evradı yapar sınız. Biz mürşitler, herhangi bir şekilde imkânsızı başarmaya ça lışıyor değiliz. Var olan sorunları, gerilimleri ve zorlukları an larız. Hepimiz, irşadın küçük farklılıklar taşıyan yönlerini vur gularız. Aslında irşada başlamadan önce, vurgulayacağımız noktayı tercih eder, bundan sonra da, irşad yöntemimizin bü tün sorumluluğunu üstleniriz. Örneğin, ben irşadı bir açıdan uyguladıktan sonra, bunun sorumluluğundan kaçamam. "Böy le höyle bir insana bir görev verdim ve delirdi, aptal şey," diyem&nı, çünkü ben de hesap vermek durumundayımdır. Eğer bi risine bir görev vermişsem ve bunun; sonucunda o kişide bir 16
hasar veya delüik meydana gelmişse, bana "Neden? O kişiyi, böyle olacağım tahmin edecek kadar iyi tanımıyor muydun?" so rusu sorulur. Ve ben, "Bunun, onun için iyi olacağını düşünmüş tüm," diye bir mazeret sunamam, çünkü karşılığında "Hayır, sen bunu düşünmedin," cevabını alırım. Benim, irşada zıt gibi görünebilecek iki karakteristik özel liğim var. Biri kibir, diğeri ise gurur. Kibirliyim, çünkü iyi ol duğumu biliyorum. Bu nedenle de bu kibir beni ele geçirmiyor ve endişelendirmiyor. Bunu, kibrin yararh olabileceği bir du rumda kullanabilirim. Gururluyum, çünkü gelenek içinde çok iyi bir geçmişim var ve bunu sürdürmek için çok çalışıyorum. Bazılarının zayıflık olarak nitelendirebilecegi bu özelliklerimin ikisi de çok iyi ve sağlam temellere oturtulmuştur; işlevsel ola rak da yararhlar: Gelenek bağlamında çok işlevseller, ayrıca sosyal ilişkilerde de işe yararlar. Kostümümü giyip bir yılbaşı ağacı gibi görünerek ortalıkta dolaşabilir, buna rağmen kibrimi koruyarak düklük makamından daha aşağıda olan herkesi hor görebilirim. Yani, eğer istersem bu kibir ve gururumu toplum sal bağlamda da kullanabilirim. Size hayat hikâyemi anlatmı yorum. Yalnızca uyarı ve teşvik mahiyetinde belli noktalara de ğiniyorum. Üçüncü özelliğim de, ailemden geçen keskin asabi yetim. Ama iyi olan şey bunun farkında olmam. Bunu kontrol edebilir ve kullanabilirim; ama o beni kontrol etmez. Alçak gönüllülük yararlı bir özelliktir. Birisinin kişiliğinin ön plana çıktığı bir durumda, bu, hemen ve otomatik olarak kötü bir özellik olarak görülmez, Ben önce bunun birey, ailesi ya da grup için potansiyelinin ne olduğuna bakarım. Olumsuz olarak görülen şu veya bu özelliğin etkisini azaltmak için kişi ye, belh bazı vird veya dersler verilmesi gerekebilir. Açıkladığım gibi, belli bazı özelliklerimin bazı durumlarda yararlı olmasına benzer biçimde, kişinin belirgin bir özelliği, bazı durumlarda yararlı bile olabilir. "Neyse, ben hatalarımla yaşamayı öğrendim," demek doğru değildir; çünkü bu her tür lü hata için, hazır bir mazeret olabilir. "Ah, sana vurduğum için 17
çok üzgünüm ama ne yapayım, ben böyleyim" demek gibi... Ha ta böylelikle b ü y ü d ü k ç e büyür ve kişi sonuçta, 'böyle' olmanın tipik örneği olur. Benim, insanlarla bireysel olarak, bir yandan belli negatif özelliklerin etkisini azaltmak, diğer yandan pozitif bir özelliği güçlendirmelerine yardım etmek için düzenlenmiş paralel bir faaliyet y ü r ü t t ü ğ ü m söylenebilir. Eğer bunu düzgünce yaparlar ve sonuç da tatmin edici olursa, bırakın güven kazansınlar. Bu nunla kastettiğim, "Bunuyaptım. Evet, birazyardım aldım ama bunu yaptım ve tekrar yapabilirim," diyebilmeleridir. Birisi, kendisini tatmin eden bir iş yaparsa, sonrasında durup durumu gözden geçirmeli ve incelemelidir. "Ne oldu? Ne yaptım? Ne de dim? Bu durumu tatmin edici hale getiren etkenler neler?" diye sormalıdır. Negatif ya da başarısız bir durum olduğunda da, ay nı yöntemi uygularsınız, ister yararlı, uyumlu ve pozitif bir du rum, ister negatif bir durum olsun, her iki incelemenin ardın dan da sizde belirli öğelerin kalmış olması gerekir. Bazıları ne gatifi, bazıları pozitifi oluşturan bu öğelerin tanımlanması, po zitiflerin tekrar kullanılması, negatiflerinse terk edilmesi gere kir.
18
Katolik Kilisesi, İslam ve İnanç Katolik inancı ile gelenekteki bir inanç arasında zıtlık ya da bir sorun var mı? Cevabın, "hayır," olması gerekir. Ancak bizim, gelenekte güçlü biçimde inandığımız temel bir inancımız var.O Hz. İsa'nın çarmıhta ölmediği. Çarmıha ge rilme olayından sonra ne olduğu ve neden olduğu uzun bir me sele ama sûfî geleneğine bağlı bizlerin emin olduğu şey, Hz. İsa'nın kendi zamanındaki insanlara bir peygamber olarak gön derildiği, kendisinden önce Hz. Musa'nın ve kendisinden son ra Hz. Muhammed'in öğrettiği gibi, insanlara doğruyu öğretti ğidir. Katolik kilisesinde teslis vardır. Peki, teslis neden tek Tan rı inancından farklı olsun ki? Tanrı; Baba, Oğul ve Kutsal Ruh olabilir. Allah her şey olabilir; çünkü O, Allah'tır. Tann'yı bö lüp herhangi bir bağlama koyamazsınız, çünkü Tanrı olarak O, birleşik tek Allah'tır. Farklı yollarla tezahür eder ve bu Allah'ın gücünü göstermek içindir. İnsanlar, teslis ile Allah'ın birliği arasındaki farkı anlamak için yüzyıllar harcamıştır; harcayabilir de. Ama bütün dinlerde, temelde her zaman birleşik tek Tanrı vardır. Örneğin, hakkın da daha önce de yazdığım, çok eski ve gelişmiş Hindu dinini ele alalım. Hindu dininde farklı tanrılar vardır ama onların farklı saydığı bütün bu farklı Tanrılar bize göre tek Allah'a ya pılan atıllardır. Yani her dinin temelinde tek, esas yaratıcı inan cı vardır. Bizim gelenekte inandığımız gibi, Hz. İsa'nın bir elçi oldu ğuna inanmamak için hiçbir neden yoktur O, yeni bir inanç getiren bir elçi olduğu için reddedildi, işkenceye maruz kaldı, acımasızca yerildi. Hz. Muhammed'e de aynı şekilde davranıl19
dı; Hz. Muhammed konuşmaya başladıgmda O'nu taşladılar, şehirden sürdüler ve arkadaşlarını öldürdüler. Gelenekte, Hz. İsa'nın peygamber olmasının yanı sıra, insanlara doğruyu geti ren bir elçi olduğuna inanırız. Onun ölümüyle ilgih birçok gi zem vardır. Biz O'nun yerildigine, taşlandığına, reddedildiğine ve O'na işkence edildiğine inanıyoruz; ancak çarmıhta öldüğü ne değil. Ashnda, eğer söyledikleri gerçekse, ölmesi uygun ol maz. Aynı şekilde, Hz. Muhammed de gerçeği getirdi, O da öl dü ve öğrettikleri bize miras kaldı. Ayrıca, bizim gelenekte inandığımız bir şey söyledi; insanlar için inancı tamamladığını ya da "mühürlediğini". Bu konuda çok net olmalıyız. Eğer Hz. İsa hakkında konu şan ve onu kendi sözleriyle tanıtan Hz. Muhammed'e inanıyor sak, O'nun gerçekten bizim için inancımızı tamamladığına da inanmak zorundayız. O'nun öğrettikleriyle Hz. İsa'nın söyledikleri arasındaki fark nedir? Kişinin bu noktada dikkath olması gerekir. Çünkü Hz, İsa'nın sözleri birçok elden geçip birçok biçimde yorum lanmışken, Hz. Muhammed'in söz ve hareketleri bize doğru dan ulaşmıştır. Gerçekte, Hz. İsa'nın söyledikleriyle Hz. Mu hammed'in yaptıkları arasında fark yoktur; oysa insanların Hz. İsa'ya atfettiği sözlerin çoğu uydurmadır. Eğer bu hayah şeyle ri çıkarıp geri kalanları Hz. Muhammed'in söyledikleriyle karşılaştırırsanız, aralarında fark yoktur. Örneğin, Katolik Kilisesi ile İslam arasında neden bir fark vardır? Bu, en basit şekilde, bir iktidar meselesi olarak özetlenebilir: "Gerçek bizimki, diğerlerininki ise saçmalıktan ibaret." Hz. İsa'nın aslında çarmıhta ölmediği ile ilgili inancımız dan bahsederken, bunun bazı insanlar için ve Katolik seremo nilerinde söylendiğinde.sorun olabileceğini biliyorum. Ama, dediğim gibi, bizim inancımızla Katolik inancı arasında gerçek bir fark yok. Biz, bölünmez tek bir Allah'ın olduğuna ve farklı şekillerde tezahür edebileceğine inanıyoruz. Eğer kendisini bir mürşid kılığında göstermek isterse öyle olur. Ya da isterse Kut sal Ruh olarak tezahür eder... 20
Peki, sorun nedir? Sorun, Katolik ya da belli Islâmî ku rumların katı bir tavır takınmasıdır. Bu kurumlar, kendilerinin söylediği ya da düşündüğünden farklı herhangi bir olasılığa izin vermezler. Ben şahsen, onların söyledikleri ya da düşün düklerinin aleyhinde bir şey söylemiyorum. Yaptığım şey, gele neğin bakış açısıyla bizim ne düşündüğümüzü anlatmak. İn sanlar, "Biz de höyle, sizin bize söylediğiniz biçimde mi düşünme liyiz?" diye sorabilirler. Cevabım, "Evet, lütfen," olur. Lütfen diyorsam bu, insanların iç varlığını kontrol edemeyeceğim ve etmek istemediğim içindir. Oysa ısrar edebihr, şu veya bu şe kilde inanmanız gerektiğini söyleyebilirim. Ama aslında, dü şünce biçiminizden emin olamam, düşüncenizi kontrol etmeyi de gerçekten istemiyorum. Sadece nasıl düşünmeniz gerektiği ni düşündüğümü söylüyorum. Size anlattığım şey belirsiz bir teori değil, bildiğim ve bu nedenle size anlatabildiğim, uygula nabilir bir formüldür. Bütün formüllerin bir temeli olmalıdır. Gelenekte, biz Hz. İsa'nın bir öğretmen olduğuna inanıyoruz; bununla ilgili bir sorun yok. Onun, öğrettikleri kabul edilmediği için çarmıha gerildiğine de inanıyoruz. Çarmıhta ölmediğine, mezarının da yaşamının son bulduğu yer olan Keşmir'de olduğuna inanıyo ruz. KatoUk Kilisesi de dahil, birçok yerden, buna 'hayır' ceva bı gelecektir. Onların görüşleri beni ilgilendirmiyor, beni ger çekler ilgilendiriyor. Bize göre, Hz. İsa bir peygamber, bir öğ retmen, bir liderdi. Yaşadığı dönemdeki insanların endişe ve eleştirisini üzerine çekti, çünkü fikirleri kurulu düzene aykı rıydı. Bunun sonucunda da, insanlarm saldırganlığının ve olumsuz fikirlerinin odağı oldu. Biz aslında, O'nun nerede ya da ne zaman öldüğüyle değil, yaşarken mesajının ne olduğuy la ilgileniyoruz, Islami ibadet biçimiyle orijinal Hıristiyan inancı karşılaştırıldığında fark nerede? Fark, maalesef, sonrala rı 'Hıristiyanlık dini' olarak adlandırılan şeyi meydana getiren insanlar tarafından oluşturuldu. Bununla eşdeğer olarak, İslam inancında da benzeri bir değişim olmuştur. Ancak, Hıristiyan lıkta değişim daha çarpıcıdır; çünkü tek Tanrı inancı noktasın21
dan bakıldığında, insanlar zamanla birçok tarkh teslis icat et miştir, islam geleneğinde ise, kesin ve emin olduğumuz hadis ve rivayetler vardır. Bu rivayetlerde, "Peygamberi şunu yaparken gördüm" ya da "Peygambenn şunu söylediğini duydum" denir. Bunları söylerken Katolik inancını eleştirmediğimi tekrar ediyorum. Söylediğim şey, İslâm inancında bulunan ve zaman içinde tarihî gerçeği sabitleştirmek için kullanılan pozitif for mülün Katolik inancında olmadığıdır. Meseleyi daha açık biçimde ortaya koymak gerekirse, her ne kadar bunu söyleyen insanlar varsa da, ben hepinizin Müs lüman olması gerektiğini.söylemiyorum. Benim söylediğim şey şu: Gerçeğe inanmanız gerekir ve gerçek size farklı şekillerde sunulabiUr. İddiamız, sûfîligin gerçeği sunuş biçiminin daha kesin ol duğudur. Daha kesindir çünkü insanlar uğraşmış ve takip et meniz için bir formül oluşturmuştur. Rûmî, Hafız, Câmî ve Sâdî gibi büyük mürşidler, çalışmalarından yararlanabilmeniz için teknik açıdan tam, bir dizi kaynak kitap biçiminde kesin başvuru kaynakları bırakmıştır. Onların öğrettiklerini reddedersek ya da kabul etmezsek, nereden başlayacağız? Rûmî, Hafız, Câmî ve Sâdî gibi insanlar ömürlerini yazmakla geçirmişler... -Sizin için değilse kimin için? Bu durumda onların öğretilerini nasıl reddedebihriz ve neden reddedelim ki? "Aptal" olduğumuzu, "anlamadığımızı" ya da bunların bi zim "anlayışımızı aştığını" söyleyebiliriz. Şimdi etrafınıza bir bakın ve bana dürüstçe bunun doğru olup olmadığını söyleyin. Kendinize bir bakın, yanınızda oturan insanın sizden daha ap tal ya da daha üstün olduğunu söyleyebilir misiniz? Buradaki herkes aptal mı? Size yardım etmek ve davranışlarınızı yararh kılmak için burada bulunan insanların hepsi aptal mı? Yapma nız gereken, yapmaya ihtiyaç duyduğunuz ve yapmak istediği niz bir şeyi yapabileceğinizi söylediğim için ben aptal mıyım? Sanmıyorum. 22
Bence, eğer buradaysanız kendiniz, içsel anlamda kendiniz ve içsel gelişiminiz üzerinde çalışmak içindir. Elbette dikkati nizi dağıtan sorunlar var. Elbette para ya da şu veya bu sorun için endişeleniyorsunuz ama eninde sonunda kişisel olarak kendinizi düşünmeniz gerekiyor. Kendinizi düşünmeniz gerekiyor ve ben bunu yapmanıza yardım etmek istiyorum. Eğer yüzleşemediğiniz veya anlaya madığınız sorun ya da sorunlarınız olduğunu düşünüyorsanız, yardım etmeme izin verin. "Onu sıkmak, endişelendirmek iste miyorum," dediğinizi biliyorum.ama beni sonradan üzmenizdense, şimdi üzmenizi tercih ederim. Kendinize yardım etme niz için size yardım etmeme izin verin. Belki de, "Sorunun ne olduğunu bilmiyorum," diyeceksiniz; bana bunu da söyleyin. Söylediğim şey, erişilebilir olduğum. Eğer bir sorununuz varsa, bunu bana söylemeyi deneyin.. Bir soru ya da sorun var sa bana sorun; ama sorunu tam olarak ortaya koyun, soruyu sormadan önce bana bütün hayat hikayenizi anlatmayın. Soru yu kesinleştirin ve sorun. Belki de sizi hemen yanıtlarım veya iki yılda, üç yılda yâ da bir ayda cevap vereceğimi söyleyebili rim. Çünkü, doğrusu bu değişir. Ama size söyleyebileceğim bir şey var ve bu, bilmenizi gerçekten çok istediğim bir şey. Anla manızı, saklamanızı ve inanmanızı istediğim bu gerçek çok ba sit: Bana güvenebilirsiniz. Bana ne isterseniz söyleyebilirsiniz. Beğendiğiniz herhangi bir şeyi bana gösterebilirsiniz. Ve hatta hemen hemen her istediğinizi yapabilirsiniz. Ama temelde ba na güvenmelisiniz. Sizinle aramızda güven olmazsa elimizde ne kalır? Bizim görünmeyen bir bağımız var. Pozitif ve açık bir bağ istiyorum; bu nedenle bana güvenin ya da güvenmeyin. Çok basit, ortada bir soru ve iki olası cevap var; soru: Agha'ya güveniyor muyuz? Cevap: Evet ya da hayır. Cevabın evet olmasını isterim çünkü ben size güveniyo rum. Eğer bana güven duymuyorsanız, o zaman karşılıklı bir bağımız olmaz. Daha önce de söylediğim gibi, size hiçbir şey 23
için söz vermiyorum ve sizi hiçbir şeyle tehdit etmiyorum. Ge lecek sizin ve çocuklarınızın ehnizde. Bana güvenmiyorsanız ne yapıyorsunuz? Güvenecek başka bir şey ya da başka insanlar bulabilirsiniz. Gelenekte biz, bir Allah olduğuna ve sonuçta O'na hesap vereceğimize inanırız; sadece O'na... Bu nedenle, eğer bana hesap vermeniz gerektiği ni düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Eğer sonuçta Allah'a hesap vereceğinizi düşünüyorsanız, bu doğru. Bu fikre, bu inanca, bu görüşe sıkıca sarılın. Ben, tüm zamanımı sûfî.geleneğini batıya getirmeye ada dım. Elbette bazı insanlar "Gel, daha uzun süre kal" derken ba zıları da "Daha çabuk git" diyebilir. Bu Allah'ın takdirinde; be nim elimde değil. Bana, kendinize yardım edebilmeniz için size yardım etme şansı verin. Sizden soyut veya imkansız bir şey İstemiyorum. Sizden istediğim şey, gördüğünüz gibi, uygulanabilir bir şey Gelenekte biz, gerçeğin bizimki olduğunu iddia etmiyo ruz. Gerçeğe olabildiğince yakın olduğumuza inandığımızı ve bunu ümit ettiğimizi söylüyoruz. Kesin gerçeğe sahip olduğu nu söyleyen kişi, ya peygamberdir ya da manyak. Bir aydınlan ma yolumuz olduğunu iddia ediyoruz; gerçeğin tekeline sahip olduğumuzu değil. İnsanlara, kendilerine kolay olmayan ama düzgün bir yol önerdiğimizi söylüyoruz. Eğer kendileri için bir sorumluluk hissediyorlarsa, bu yolu takip etmeliler. Elbette bazı sorunlar da var. Çünkü rehberliğe, tavsiyeye ve teşviğe ih tiyaçları var. Ben teşvik edeceğim, rehber olacağım ve öğretece ğim. Ama bu yolu takip eden insanlar aynı zamanda çaba da göstermeli çünkü ödül benim değil onların ödülü. Benim niye tim ve işlevim, bir yaşam biçimi, insanların kendilerini içsel anlamda geliştirebilecekleri ve sonrasında ailelerindeki ve gruplarındaki insanları etkileyecekleri bir yol sunmak. Sûfî.yolunun kolay ve çabuk olduğunu düşünen kişi yanı lır. Bu yol disiplin gerektirir, zorlu ve uzundur ama önemli 24
olanda burasıdır. Hayalî ya da uydurma, kulaktan dolma, biri sinin birisine söylediği, "Diyorlar ki..." türü bir şey değildir. Hayır. Bu bir biçim, bir yol, bir yaşam. Eğer bu yolu takip et meye hazırsanız, kendinizle ilgili sorun olabilecek, hatta sizi utandırabilecek bazı şeylerle karşılaşacaksınız. Ama siz kendi niz için çalışıyorsunuz, kendinizin aleyhinde değil. Siz, kendi nizin en iyi dostu, en iyi yardımcısısınız. Kendinizi korkusuz ca inceleyebilirsiniz. Ben de sizi inceleyebilir ve sizinle konu şabilirim bunu zaten hep yapıyorum. Uzaklık hiçbir şeyi değiştirmez. Daha önce de, bana müsa ade ettigirriz kadar size yakın olduğumu söylemiştim. Yaptıkla rınızı değerli kılan şey, öğretiyi ne yaptıgınızdır. Size söylüyorum, ben doğduğumdan beri, hayatımı gele nekte geçirdim ve gerçekten farklı doğu ve batı felsefelerini in celedim. Çünkü bana, bunlara bakmam ve onları incelemem öğretilmişti. Ama yine de, gelenek kadar pozitif bir felsefe bu lamadım. Bunu, gelenekte 50 yıl geçirdiğim için söylemiyo rum, yanıldığımı da sanmıyorum. En iyi hocalar tarafından eğitildim, hocalığı öğrendim ve bunların herhangi bir aşama sında "hayır" diyebilirdim. Bir zaman, -ki ne zaman olacağını yalnızca Allah takdir eder,- öleceğim. O zaman, "İşte-geldik sona, bitti" mi diyeceksi niz? Tabii ki hayır. Gelenek binlerce yıldır gelişiyor ve gelişme ye devam edecek. Geleneği devam ettirecek olan sizler ve çocuklarınızdır. İnsan gayreti, insan hayatı her türlü farklı durum ve so runla karşı karşıya kalabilir. Geleneğin bir insanla öleceğini söylemek doğru değildir Gelenek insanlar için, insanlarla var dır İnsanlar var olduğu sürece, gelenek de var olacaktır. Nerede olursanız olun, ben burada da olsam, uzakta da, hatta ölmüş de olsam, geleneğin geleceğinin siz ve çocukları nız olduğunu unutmayın. Siz ve çocuklarınız olmadan, gelenek de varolmaz, Bu^ hepiniz için ağır ama harika bir so25
rumluluk. Buna sarılın, onu koruyun ve kollayın. Çünkü ben onu size emanet ediyor, size sunuyorum. Onu alın ve ona sıkı ca sarılın.
26
N.A.T.H.(Niyet, Amaç, Taktik, Hareket) Her iyi askeri operasyonun bir adı vardır. Bu aşama kısaca N.A.T.H yani Niyet.Amaç, Taktik, Hareket olarak adlandırıla cak. Kavramların toplamına bütünsel hareket diyebiliriz. Bazıla rınız enerji, hareket veya momentumu sürdürmek terimleriyle tanışıktır. Ben sizi her zaman hareket konusunda teşvik ediyo rum; sadece sözler değil, aynı zamanda hareket. Sizi, bu N.A.T.H. ya da bütünsel harekete bakmaya davet ediyorum. Bunun ne demek olduğunu genişçe anlatacağım, daha fazla ay rıntıya ise sonra gireceğim. Pozitif ve yararh niteliğe sahip her hareket bir niyet ile başlar. Neden taktiklere veya harekete karar vermeden önce amaç vardır? Mantıklı olarak, yapmaya çalıştığınız şeyle ilgili niyetiniz olduğunu düşünürsünüz. Sonra bunu nasıl yapacağı nıza karar verirsiniz, sonra da amacınız veya hedefiniz gelir. Buna mantıklı düşünüş denir. Ama bütünsel hareket bundan daha derin, çok daha etkili ve yararlıdır. Bu anlamıyla bütün sel hareket, kişinin içinde çeşitli eylemlerin bir araya gelmesi demektir. Hepimiz, belli sayıda insanın katıldığı toplu bir eyle min gerekli bir şey olduğunu biliriz. Bu aynı zamanda, grup olarak çalışmamızın da nedenidir. Kişi bir grubun üyesi olduğunda grubun oluşturduğu enerjiye katılır ve buna ek olarak, gelenekten gruba gelen baş ka bir t ü r enerjiden de faydalanır. Böylece, bir grupta çalışan her birey, en az iki çeşit enerjiye erişim imkânına sahiptir. Grup çalışması, ayrıca, gruptaki bireylerin diğer üyelere yardım etmesini gerektirir. Böylece bir birey diğerini destekle yebilir ya da ona yardım edebilir. Örneğin, bir grupta bir ya da iki kişi eksikse, diğerleri onların yokluğunu doldurabilir.
27
Şimdi bütünsel hareket noktasma geliyoruz. Sizi bütünsel harekete, yani kendi içinizde, bir grubun çalıştığı gibi çalışma ya davet ediyorum. In^an sistemi, insan vücudu, birlikte uyum içinde çalışan organlardan oluşur. Ayrıca, bütün sisteme bağlı başka bir sistem, yani beyinle bağlantısı olan sinir sistemimiz vardır. Bütün bu sistemler birbirleriyle yakından bağlantılıdır. İnsan vücudu, olabildiğince az enerji kullanır. Bazılarınız vereceğim örneğe aşina olabilir. Mesela, su içmek istersem, vü cudumun bütün hareketlerinin başlangıç noktası, su içme iste ğimin niyetidir. Susuzluğun dürttüğü bu düşünce, sinir siste mini harekete geçirir ve bir sonraki harekette gerekli diğer et kenler kullanılır Bu bir Taş Çağı örneğidir. Amacı gözünüze kestirir, bardağın ağırlığıyla ilgili bir fikir oluşturur, yani de ğerlendirme ağırlığı da kapsamalıdır, -sonra bu tahmine ve tec rübeye dayanarak, bir elinizi harekete geçirir, hedefe uzatır, bardağı alır ve suyu içersiniz. Bu durumda, tamamen normal, minimum düzeyde zihinsel ve fiziksel enerji harcanır. Koldaki kan dolaşımı, kaslar ve sinirler vücudun diğer bölümlerine bağlıdır. Ancak diğer bölümler bu işte kullanılmadığı için, vü cut diğer yerlerdeki enerjiyi saklı tutar. İki elinizi kullanmazsı nız, çünkü hafızanız size sadece bir elinize ihtiyaç duyduğunu zu söyler. Bu fikrin uzantısına bir bakahm. Gelenek içerisinde bir iş yapıyorsanız, başlamadan önce niyetinizi kendinize mümkün olduğunca açıklar, tekrarlar ve netleştirirsiniz. Sonra amaca yaklaşmak için, öğrendiğiniz ders veya virdi uygularsınız. Bu, m ü m k ü n olan en basit hareket türüdür. Sizi, işleri halletmenin yeni bir yolunu görmeye çağırıyo rum. Kendinize diyorsunuz ki: "Bu belirli olayda benim ama cım, gelenek içinde yararlı bir ders veya virdi yerine getirmek. Performansımı nasıl geliştirebilirim? Niyetim açık, yapacağım ders, zikir ya da her ne yapacaksam, kafamda net. Kendime ra hat, sakin ve sessiz bir fiziksel ortam oluşturdum." Ama sonra kendinize şunu sorarsınız: "Bu eylemi güçlendirmek ya da geliştiımek için kendimden neler ekleyebilirim?" 28
Cevabın 'daha fazla konsantrasyon' gibi bir şey olması ge rekli değil çünkü bu gerilime veya "dikkatimi arttırabilir mi yim?" türü bir uğraşa neden olabihr. Bütün insan sistemini gözden geçirirseniz kafanızın ya da vücudunuzun, ek olarak işe katabileceğiniz bir bölümü olup olmadığını görürsünüz. Gelenekte eğitim veren biri, önemli ölçüde taktik esnekli ğine sahiptir. Örneğin ben, "Bu kişi belli bir dersi belirli bir za manda yapmalıdır" diyebilirim ve bu yararlı olacaktır. Zaman içinde, bu kişiyi gözlemleyerek, girdiler eklemek yoluyla, o işi biraz değiştirebilirim. Diyehm ki, belirli bir durumda bir kişi nin çalışmasını gözlemler ve "Bu iyi ve yararlı.ama başka bir şeyle yaptığı dersi güçlendirebilir" diye düşünürüm. Başka bir şey eklemek, her zaman, kişinin yaptığı ders ya da şeyi daha karmaşık hale getirmek anlamına gelmez. Benim yaptığım şey o kişiye bakmak ve "Bu belirli dersi yaparken, gerçekte duyula rının kaçınıyararh bir şekilde kullanıyor?" diye sormaktır. Gelenekte saydığımız sekiz duyu vardır. Bunların hepsi belli, gözardı edilmiştir. Bunun nedeni, insanların bazen "Bu belli duyu ya da duyumun gelenek ile bağlantısı nasıldır?" diye sormalarıdır. Bunu yaptıklarında, bir tür seçmeH bağlantı temeUnde çalışırlar. Elbette, eğer bir şey eklersem bunun sorum luluğunu taşırım, taşımalıyım. Sonuç tehlikeh olabileceği, kişi yi yok edebileceği için değil, eğer ders dikkath ve düzgün bi çimde yapılmazsa, kişinin aklını karıştırabileceği için. Bence, ben eklemesem de insanların günlük hayatında yeterince karışıkhk var zaten. İnsan, genel bir düzlemde kalarak bundan daha kesin ko nuşamaz.ama ben bu konuda önemli ölçüde detaya değinece ğim. Hepiniz, bir dersi yaparken doğru nefes alıp vermeyi ne kadar vurguladığımı biliyorsunuz. Doğru ve ritmik nefesin, açık bir fiziksel, rahatlatıcı ve sakinleştirici etkisi vardır. Birisi bir ders yaparken sakinleşmeye, nefesini derin ve ritmik alıp vermeye teşvik edilir. Yavaş ve derin nefes almak için birçok fi29
ziksel neden vardır. Nefesin burundan alınıp ağızdan verilme si için başka nedenler de vardır. Alınan nefesin takip ettiği yo lu izlerseniz, nefes verilinceye kadar sistemin üç hassas nokta sı dediğimiz yerlerden geçtiğini görürsünüz. Bu nefes ya da ha va geçişi, merkezlerin birinden diğerine enerji taşıması ya da enerji alışverişini sağlaması anlamıyla, merkezler arasında bir iletişim kurar. Burada, hemen ikili işlev, yani bütünsel hareket ve birlikte hareket devreye girer. Bu durumda, başka bir boyu tu dersinize eklemiş oldunuz bile. Bazı duyular, gelenek bağlamında bilinir, kabul edilir; in sanlar, tereddüt etmeden "Evet, bu duyu geleneğe bağlanabilir" diyebilir. Ancak, diğer duyuların bazılarını da işe kattığınızda, bu, bazen şartlanmada bir şoka neden olabilir: "Gelenek bağla mında böylesi bir şeyin olabileceğini hiç düşünmemiştim." Bunun ardından otomatik olarak gelen soru şudur: "Bunun olamayaca ğım kim söyledi?" Gelenekteki bir virdde kullanılan yerleşik duyular olduğu söylenebilir. Eğer insanları, şok ve karışıklığa neden olmaksızın daha fazla duyu kullanmaya teşvik ediyorsa nız bu çok zarif bir tekniktir. Bu kötü haberdi. İyi haberse şu: Kişinin kendisinin oluş turduğu bu bariyer bir kez aşıldığında, kişi bunu kabul edecek tir. Kabul etmesi söylendiği için değil, duyunun çalıştığını his settiği için. Birey söz konusu olduğunda, taktikler ve eylemde büyük farklılıklar vardır. Çünkü böylesi şeylerde var olan etkenler de göz önünde bulundurulmalı, doğru taktik ve eylem seçimi yapılmahdır; çünkü kişi belirli farklı teknikleri kullanmalıdır. Bu taktikler bağlam içinde biraz yabancı olduğu için, kişi aslında bunları anlaması gerekirken, çok iğreti biçimde yapmaya çalı şıyor olabilir. Bu, belirgin şekilde, bireye hangi taktik ya da ey lemi kullanması gerektiğini söyleyen mürşidin sorumluluğu dur ve doğru tercih yapmış olması gerekir. Yani söz konusu in sanın kapasitesinin, o işi yapmak için yeterli olup olmadığını bilmelidir. Sorumluluk mürşittedir çünkü eğer kararı doğru 30
değilse birey başarısız olur. Kişi başarısızlığı daha derinden hisseder. Ayrıca, insan kırılganlığı denen şeyle ilgilendiğimiz de unutulmamalıdır. Bütün bunlar size çok karmaşık gelebilir ama aslında o kadar da karmaşık değildir. Eğer ben öğrenebiliyorsam, sizler de öğrenebilirsiniz. Size bütün sırlarımı vermiyorum, yalnızca analiz yapıyorum. Bir kişiye bakarım ve size dürüstçe söylüyo rum ki, baktığımda o kişiyi tanır, "ona ne kadar yükleyebili rim?" derim. "Yüklemek" tabirinin genellikle eşekler için kulla nıldığını biliyorum ama bu kelimenin kasıth kullanılıp kulla nılmadığına siz karar verebilirsiniz. Oyunu bir kenara bırakırsak, "yüklemek" kişinin ne kadar taşıyabileceğini anlamak değil, ne kadarını yararlı biçimde ta şıyabileceğini anlamaktır. Bu kelimeyi bıkacak kadar çok ama "yararlı" anlamda duyacağınıza emin olun, bu her geçen gün daha fazla karşılaşacağınız bir kelime. Bu, birçok kelimeyi an lamış olmanızdan kaynaklanıyor. "Hareket", "doğru" ve "den geli" kelimelerini anladık; çok yol katettik. İşte hepinize genel bir iltifat: "Şu anda hepinizin belirli kü çük kapasiteleriniz var ve bunlar, üzerine inşa edilebilecek şey ler." Stratejimiz "gönnek" ve bu da bireyden bireye farklı biçim de uygulanır. Buradaki soru, hangi virdin kişi için daha yarar lı olduğu ve bu virdin kişinin fiziksel, psikolojik ya da diğer bir yapısıyla güçlendirilip güçlendirilemeyeceğidir. Benim için gruptaki her bir insan bir bireydir. Genelde ço ğunun ismini hatırlamıyorum. Ama her biriniz iyi ve kötü özelliklerinizle kayillısınız. Bir gruba grup olarak bakarsam, böyle (eliyle bir eğri çizerek) bir profil elde ederim. Bu profil belirli bir hata sınırı içindeyse, çok fazla önemsemem. Ama bende her bir bireyin de profilleri vardır. Bu nedenle, insanla ra birey olarak muamele etmeli ve onlara kendilerinin belirli özelliklerinden yararlanabilecekleri evradı göstermeliyim, öyle de yapıyorum. 31
Bu, korkunç derecede zeki olmak, gösteriş yapmak ya da kendini tanrı saymak değildir. Bunun nedeni, benim görevimin bunu bilmek olmasıdır ve her zamanki alçakgönüllülüğümle söylüyorum ki, ben çok iyi bir profesyonehm. Bir mürşit, müridiyle arasındaki bağla doğrudan orantıh olarak o müritten sonuçlar elde edebilir. Geleneğin kitapları ve büyük ustaların tarihi, belli bir bağlam içinde belki de mantık sızca olarak değerlendirilebilecek şeyler yapan mürşitlerle ilgi li örneklerle doludur. İrşad yetkisine sahip bizler, bu kitapları bilmeli, incelemeh ve nedenini anlamalıyız. Bunu anlayınca, kişi, benzer şeylerin batı ortamı içinde nasıl uygulanacağını öğrenir. Ne tuhaf ki, insanların, birkaç düzeyde eşzamanlı olarak nasıl hareket edeceklerini anlamalarını sağlamak çok zor. Bu n u n nedeni, bazen insanların birkaç düzeyde eşzamanlı olarak hareket etmeyi bilmeyi ya da şartlanmadan dolayı düzeylerin birbirlerinden izole edilmiş olmalarıdır. İnsanlara, eğer "bıı'nu yapıyorsa 'ju'nu yapamayacağı, ya da 'bu' ile 'şu'nun birbirlerini dışladıkları, zıt oldukları öğretilmiş tir. Bazı şeylerin bölünmesinin belli nedenleri vardır; ama, her bireyin neden, olabildiğince çok şeyi birleştirmeye çabalaması gerektiğinin de birçok iyi nedeni vardır. Size oldukça açık ve dürüstçe söyleyebilirim ki, şu anda burada bulunan insanların çoğu gayet düşük bir seviyede hare ket ediyor. Bu sözümün, kulağa, 'daha iyi olabilir' diyen bir okul karnesi gibi geldiğini biliyor, çok fazla şikâyet etmiyo rum. Çünkü, ben bu eşzamanlı işlevlerin nasıl harekete geçiri leceğini size anlattıktan ve bunu açıkladıktan sonra, eğer hâlâ bunun için çabalamazsanız, işte o zaman gerçekten şikayet edecek, bu şikayetimi yüksek sesle dile getireceğim; siz de bu nu fark edeceksiniz. Bunun üzerinde objektif olarak çalıştım. Yaptığınız işe kendinizi daha fazla vermemeniz için herhangi bir doğal istek32
sizlik olduğunu düşünmüyorum. Benim deneyimlerime göre bunun nedeni, insanların düşüncesi ya da hareketlerinin ço ğunlukla bölmelere ayrılmış olması; "Bu düşünce ya da hareket dizisi şu şu alana ait" veya "Bu fiziksel, hu siyasi, hu da sosyal" gibi. Hiç kafanız karışmadan, olabildiğince fazla sayıda şeyi bir araya getirerek onlara nasıl odaklanabilir ve aynı anda her bi rinin farkında olabihrsiniz? Bunu başarmanın yolu, "Bu müm kün" diyerek başlamak. İkinci adım, bunun öğrenilebilir olduğunu kabul etmek. Üçüncü adım da, elbette güvendiğiniz birinden size bunu öğretmesini istemek. Kişi birçok normal ya da ortalama durumda, en az iki, üç veya dört duyusunu kullanır. Bütünsel hareket yeteneği, kişinin kendisini, bu duyulara bir tane daha eklemeye teşvik etmesidir. Sisteminiz ya da vücudunuzun sizinle şevk içinde iş birliği yaptığını göreceksiniz çünkü temelde iç varlığınız fay daya ulaşmaya çalışır. Elbette bu noktada şartlanma devreye gi rer. Kişinin iç varlığı belirli bir şey ister ve belirli bir hedefi vardır, ihtiyaç duyusu bu şartlanma süzgeçlerinden geçer ve belki de, belh bir zaman sonra, bilinçli ya da şartlanmış akıl bu ihtiyacı "saçma", "masal", "imkânsız" veya "gülünç" olduğu için dışlar. Bildiğiniz gibi, sorun geleneği, öğretiyi ya da benim söyle diğimi bu şartlanmış süzgeçlerden geçirmekten kaçınabilmek. Bu yapılabilir; bu süzgeç ya da şartlanma ne kadar derin ve güçlü olursa olsun aşılabilir... Ben bunu aşabilirim. Ama benim öğretmem ve sizin yapmanız gerekir. Aksi takdirde bisikleti si zin yerinize ben sürüyor olurum. Aramızda mesafe olsa bile, temas.veya farklı yollarla sizden bir mesaj, enerji ya da potan siyeli alabilirim. Ama kendisiyle iletişim kurduğum, enerji yol ladığım ya da etkilediğim insanın bir alıcısı olması ve iletirken ve alırken aynı dalga boyunu kullanmamız önemli. Bunun ne kadar hassas olduğunu anlayabilirsiniz. Telekomünikasyonda ya da radyoda, tam olarak binde birlik dalga boyunu yani 33
0 , 0 0 r i kullanırsınız. Ama gelenek içindeki iletişim ya da ener ji iletimi söz konusu olduğunda, benim kastettiğim on milyon da bir, yani 0,000000l'dir. Bu çok etkileyici ya da sıra dışı gö rünebilir ama insan sistemi bu dereceye kadar alma ve iletme kapasitesindedir. Aksi takdirde 25 yıldır ben ne yapıyorum? ra
Yayılımdan, ayardan ve hassas ayardan bahsettik. Şimdi sı "kilitknme"de.
Bu abartılı değil; ters bir piramit gibi kilitlendiğinizde, ge leneğin bütün enerjisi sizin kullanımınızda olur. Böylece kişi, enerjiyi alabilir, kullanabilir, içindeki sürekli bilincini geliştire bilir ve evren planının neresinde olduğunu anlamaya başlaya bilir. Bütün bunlar kulağa çok basit geliyor ve birkaç kelimey le anlatılabiliyor; ama ben öyle yapmayacağım. Çünkü, bunun sonucunda bazı insanlar çok mutlu, bazı insanlar da çok üzgün olur. Oysa, aslında bu her iki tarafa da bir anlam ifade etmez, anlamaktan çok yalnızca tepki veriyor olurlar. Bu, nasıl çalışıp içinizde bütünsel hareketi kuracağınızın ve b u n u n oluştuğunu, çalıştığını nasıl anlayacağınızın progra mıdır. Yıllar boyu, insanlar bana gelerek, "Kendimi 15 yıl önce hissettiğimden daha iyi hissetmiyorum" şikâyetinde bulundular ve ben de şimdiye kadar birçok nazik ve kaçamak cevap ver dim. Ama bu benim işim olduğu için, nasıl bir olumlu ya da olumsuz gelişmenin gerçekleştiğini fark ederim. İnsanların ge lişmeyi hissetmek istemelerini anlıyor ve takdir ediyorum. Sırtlarında kanatların filizlendiğini hissetseler, bunun insanlar için teşvik unsuru olacağını biliyorum. İnsanın ayrıca, arpının ne kadar büyük ve ne renk olacağına dair bir işaret görmek is temesini de anlıyorum. Fakat bu sözleri gerçek hayata döktü ğümüzde, şimdilik kanatları hissedebileceğinizi pek sanmıyo rum. Ama sessiz tatmin dediğimiz şeyi hissedebilirsiniz. Biliyorum ki bukulağa çok heyecan verici gelmiyor. Adını iste diğim zaman değiştirebilirim ama bu, onu daha heyecan verici hale getirmez; temelde yalnızca sessiz tatmindir. Neden sesli değil de sessiz tatmin? Çünkü, onu hissedersi34
niz ve bu, normal şartlar altmda insanın bağırıp çığlıklar atma sına, bunu herkese söylemesine neden olmaz. İnsanlar, bu duy guyu korurlar, ona iyi bakarlar ve bir sır olarak kendilerine saklarlar. Bunu az bir yardımla başarmışlardır ve bu nedenle, duygunun tadını çıkarmak, onu geliştirmek onların hakkıdır ve bu da ayrı bir tatmindir. Unutmayın, eğer sizin başlattığınız bir bütünsel hareket varsa, beni de bu hareketin bir parçası ola rak sayabilirsiniz. Yani bir anlaşma yapıyoruz: Siz beni hayal kırıklığına uğratmayın, ben de sizi. Sizi desteklediğim zamanlar dışında, hayatınızı cehenneme çeviriyor olacağım. Size sadece güller vaat etmedim. Ama bü tünsel hareketin somut ve pozitif sonuçlar üreteceği alanlar da vardır. Şaşırabilirsiniz.ama bu aşama, uğrunda çalıştığınız şe yin bir parçası.
35
IV. Bütünsel Hareket ve Kilitlenme İşte programın taslağı. İşlevsel hale getirilebilmek için di yagram l'deki gibi, bölünerek ayrıntılarının çıkarılması gerek li. Sizden, söyleyeceklerimi anlarken, bütün duyu ve yetileri nizi kullanmanızı istiyorum buna grafik hafıza da dahil. Grafik hafıza, hareketlerin sürekli kaydedilmesidir. Bu, şartlanmanı zın, öğretmenin tahtaya yazdığı her şeyin 'kanun' sayıldığı okul zamanlarına kadar geçmişe dayanan bir yönünü de kullanır. Gelecek birkaç gün içinde yazacağım her şeyin kanun olduğu nu söyleyecek kadar ileri gitmeyeceğim. Yalnızca, bunu yapsa nız iyi olacağına dikkat çekiyorum. Bütünsel hareketi, yani bütün nitelikleri, yetenekleri ve teknikleri bir araya getirmeyi, başardıktan sonraki yararlı adım, teslimiyettir. Kendinizi geleneğe teslim edin.
36
Niyet Amaç Taktik Hareket Bütünsel Hareket 8 Duyu Duyma Görme Hissetme Dokunma Koklama Tat İç Duyu İç Açlık Yetiler Hayal gücü Fantezi Yetenek Servet Hafıza Ego Engellenme Benimle birlikte kilitlenin
Diyagram 1
37
Teslimiyet, içerisinde geleneğin teknikleriyle çalıştığınız bütün erişilebilirlikler demektir. Kendinizi geleneğe ve öğreti ye teslim etmek, tereddütsüz bir teslimiyet anlamındadır. Daha önce de söyledim; şimdi tekrar ediyorum: Geleneğin eğitimi, "Bunu beğendim; benim için uygun ama bunu beğenmedim, o konuda çok istekli değilim" şeklinde içinden seçim yapabilece ğiniz bir m ö n ü değildir. Şartlanmadan dolayı bir şeyi kabul etmediğinizi ya da red dettiğinizi söylediğimde, emretmenin yanında aynı zamanda tavsiyede de bulunuyorum. Herhangi bir virdin size uygun ol madığı ya da onu nasıl kullanacağınızı bilmediğiniz şeklindeki bir mazereti kabul edemem. Gelenek, dünyada olmanız ama dünyaya ait olmamanız için vardır; bu nedenle dünyada olmak ile gelenekte olmak ara sında bir rekabet yoktur. Gelenekte bulunmak, bir mağarada ya da manastırda yaşamayı gerektirseydi, "Bu benim profesyonel hayatıma pek uygun değil" demek kabul edilebilirdi. Ancak, ge leneğin bütün evrad ve dersleri günlük hayatınızla uyumlu ol duğu için, sizin veya benim kabul edebileceğimiz geçerli hiçbir mazeretiniz olamaz. Gelenekteki belh şeyleri yerine getirmek ten kaçmak için nedenler ve sorunlar uydurabilirsiniz. Ben bunların gerçek mi, uydurma mı olduğunu anlarım. Bunları kendi içinizde tanımlamanız değerU bir davranış olur. Sizden yapmanızı istediğim bir şeyi yapmamak için bir bahane bulur sanız ve bu bahane saçmaysa, gerçek dünyada yaşamıyorsunuz demektir. Kendinizle iletişim kurmayı öğrenmeye başlıyorsa nız, yanlış olan hiçbir şeyi kabul edemezsiniz, etmemelisiniz. Şimdi de "monoton" denen şeye değinelim. İnsanlar ba zen, düzenli olarak bir virdi takip ediyor ya da bir ders yapıyor olabilir. Bu otomatik hareket bir tür robotumsu faaliyete dönü şürse bu durumda, bu virdin mekanikleşmesini engellemek için kullanmanız gereken taktiklerden biri "hissetmek"tİT. Kişi, gelenek içinde bir vird ya da ders yapıyorsa, bireyden bireye değişen belirli bazı fiziksel ya da psikolojik hisler olur. Ben faz38
ladan bir hissin de katılmasını öneriyorum; çünkü bir vird ya da derste hislerinizi kullanmalısınız. Kullanılacak hisleri açıklayayım. Hissetmenin çok güçlü bir nitelikte olması gerektiğini söylemiyor; isteri veya bunahm gibi duygular hissetmeye de teşvik etmiyorum. Ben, bir vird sı rasında hissettiğinizi denetlemek için, bilinçli aklınızın belli bir kısmı ile iç varlığınızın bir bölümünü kullanmanızı öneri yorum. Bu denetlemenin de tanımlanması gerekiyor. Denetlemek, bakmak, fark etmek ve gözlemlemektir. Eğer Nakşibendilik usulünü biliyorsanız, üzerinde çalıştıysanız ve bunu uyguluyorsanız, böylesi bir denetlemenin o usul dahilinde olduğunu görürsünüz. Bu, kendinize karşı düşmanca bir inceleme anla mında değildi. Kendi içinizde zayıf ya da yanlış bir şey bulma ya çalışıyor değilsiniz. Kendi içinizde sakince gezinip etrafa ba karak, belli hisleri ne yönde geliştirebileceğinizi değerlendirir siniz. Gelenekte vurguladığımız sekiz duyu vardır: duyma, gör me, hissetme, dokunma, koklama, tat alma, iç duyu ve iç açhk. Kişi, geleneğin bir virdinde kendisiyle bağlantı kurmuşsa ya da kendisini denetliyorsa, bu duyulardan hangilerini kullandığını ve diğerleri içinde hangilerinin o durumda kullanılabilir oldu ğunu görmeye çalışmalıdır. Daha açık ya da bilinen duyuların, yani duyma, görme, hissetme, dokunma, koklama ve tat alma nın eşzamanlı olarak kullanılabileceği oldukça açık..İnsan sis temi, insanın varlığı ve bütün ceset, elbette her birini en az miktarda kullanır. Ortalama bir durumda, "Evet, şimdi koklama duyumu kullamyorum" dersiniz. Koklayacağınız bir şey, örne ğin bir çiçek vardır ve o çiçekle bu duyunuzu çalıştırırsınız. Çi çeği alır, tanıyacak kadar koklar ve güzel kokusundan zevk alırsınız. Normalde çiçeği burnunuza sokmazsınız. Bazılarınız bunu da yapabilir ama bu aşırı hevestir; korkunç bir şey değil. Diyelim ki, bu duyuların mümkün olduğunca çoğtınu kul lanmaya çalışmanız gerekiyor. "Çalışmak" dediğimde kastetti39
gim çalışmaktır. Bunun için kendinizi zorlamazsınız, "Hepsini aynı zamanda kullanmam gerekiyor" demezsiniz. Mesela, oturuyorsunuz. Rahatsınız ve müzik dinliyorsu nuz. Odada bir koku ya da parfüm de olabilir. Yerde kullandı ğınız hahda veya giysinizde bazı renkler olabilir. Bu sesler, ko kular ve renklerin etkilerini kaydeder, içinize çekersiniz ve bü tün bunları gayet normal ve doğal bir biçimde bir araya getirir siniz. Umarım, hangisinin daha önemli olduğuna karar vermeye çalışmıyorsunuzdur. Yani, "Daha güçlü mü koklamalıyım, renk lere daha fazla mı bakmalıyım yoksa daha düzgün mü dinlemeli yim?" demiyorsunuzdur. Hayır, bunların hepsinin arasında bir denge olmalı. Hissetme ve dokunmayı iki ayrı duyu olarak aldım. Bazıla rı d o k u n m a n m ç o k daha ayrı ve farklı bir duyu olduğunu söy leyebilir. Dokunmanın elbette değerli ve kesin bir duyu oldu ğunu kabul ederken, öte yandan hissetmeyi de bir duyu olarak almamın sebebi dokunduğunuz şeyi aynı zamanda hissedersi niz de. Kafa yapısı itibarıyla teknik düşünme eğiliminde olanlar "Dokunma duyusu size dokunduğunuz şeyin; sert mi, yumuşak mı olduğunu söyler ve bu otomotik olarak olur." diyebilir. Ama ben duyulardan, gelenek bağlamı içinde söz ettiğim için, otomatik "Bu soğuk ya da sert" sinyalinden daha yüce bir şeyi hedefliyo ruz. Bir gelenek virdi ya da dersinde, büyük ihtimalle geleneğin araçlarını kullanırsınız. Bu nedenle, duyuların daha ince yön lerini de kullanır, hissederken, aynı zamanda, kendinize hisset menin ne olduğunu da söylersiniz. Çünkü bu duyulan içsel anlamda kullanırsınız. Anhk tepki tabii ki, "hu soğuk" ya da "bu düz" olur.ama biz ölçeğin daha da yukarısına çıkıyoruz. Kendinize "Nasıl hisset40
mdiyim?" diye. sormazsınız nasıl hissedeceğinize önceden ka rar verirseniz, yalnızca onu hissedersiniz. Eğer "teslim" olmuşsanız (ki, bu anahtar kelimedir) gele neğin etkisine açıksınız demektir. Diyelim ki, gelenekle bağ lantılı bir yere gittiniz ve mimariye, dekora ve çiçek aranjman larına bakıp o mekânın havasını ve güzelliğini takdir ettiniz. Ama bunun ötesine geçmelisiniz; çünkü geleneğin mekanları ve nesneleri, sizi daha öteye götürebilir Hayal ve fantezi dün yasına, uçan halılar ve bu tür heyecan verici şeylerin olduğu düşlere değil, hissedebileceğiniz, gerçek, somut alanlara. "İç duyu" ve "iç açlığı" da ekledim ve bunları, duyma, gör me, hissetme, dokunma gibi normal duyular olarak bilinen di ğer duyulara dahil ettim. İç duyu, iç varlığınızdan, ilişkide ol duğunuz kişi, nesne ya da mekâna doğrudan ulaşan bir karar veya ölçme türüdür. "Şöyle bir insanla konuştum", "Şöyle bir yere gittim", "Şöyle bir şey gördüm", "Bir şey hissettim" gibi cümleler çok sık kulla nılır. Bu bir "mutluluk", "neşe", "konfor" ya da "rahatlama" duygusudur. Ve bazen, insanlar kendilerine, bu iç duyunun ne olduğunu açıklamaya çalışırlar. Bu çok zor bir iş olabilir çünkü "Rahat gibiydi, mutluluk gibiydi, huzur var gibiydi, böylesi bir şey" diyebilirsiniz. Ashnda, iç duyunuzda ne olduğunu kendi nize ya da bir başkasına açıklamanız gerekmez. Varlığınız onu yaşamış ve hissetmişti. Varlık onun nasıl bir şey olduğunu bi lir; öyleyse açıklama gerekliliği neden olsun ki? Yaşadığınız bu deneyim, bir sonraki duyu olan iç açlıkla bağlantılıdır Geleneğin bazı terimlerini açıklamak zordur: "Açlık" kelimesinin anlamı yalnızca yemek isteği ile sınırlı de ğildir. İç açlık, başka tür bir besin ihtiyacına işaret eder. Bu iç açlığın bir yönü, kişinin bilgi arayışı, kendisini ve ha yat planındaki yerini anlama çabasıdır. Bu da bir açlık, bir is tektir. Bir şeyi hissetmek ya da anlamak için iç duyunuzu kul landığınızda iç açlık ya da iç ihtiyaç, bu duyuyu alır, tanımlar 41
ve kullanır. O şeyin rengini, şeklini, biçimini, boyutunu vs. an lama ve sınıflandırma süreçlerinden geçmesine gerek yoktur. Örneğin, gelenekle ilgili bir araç kullanılır veya bir mekan zi yaret edilirken, kişi iç duyusuyla bağlantı kurar ya da onu kul lanırsa, iç duyusu bu araç, mekan ya da kişiyi tanımlayacaktır ve "kilitlenme" olgusu yaşanacaktır. Kilitlenmek, tıpkı bir fü zenin hedef aldığı rokete kilitlendiği gibi, bir bağlantıyı kur mak ve devam ettirmekte uyumu sağlamaktır. Böyle bir olguyu tarif etmek için batıdaki insanların kullandığı bir kelime var dır: "bağ". "Bu insanla, mekanla materyalle ya da şeyle belli bir bağım yar" derler ve bu, genellikle herhangi bir karışıklık ya da tartışmaya yol açmaksızın kabul edilir. Elbette, bazı aydınlar bir adım daha ileriye giderek; "Bu insanla, mekanla, materyalle ya da şeyle belli bir bağım var" dediğinizde, sizden kullandığı nız terimi açıklamanızı isterler. Ancak u m u l u r ki, böyle insan lardan ve bu tür konuşmalardan sakınırsınız. Diğer özelliklerim dışında, ben aynı zamanda bir anlambilimciyim. Anlambihm, doğru kelimeleri kullanma bilimidir ve gelenekte irşad eden birisi için, kelimeleri tam ve doğru biçim de seçmek çok önemlidir. Derin ve önemli meselelerden söz ediyoruz, bu nedenle yanlış anlaşılmak istemem. Söyledikleri mi çokça tekrar etmemin nedenlerinden biri de budur. Bir anlambilimci olarak, batı medeniyetinin "bağ" kelime sini türetmiş olmasını çok ilginç buluyorum. Çünkü bu, her şeyi kapsayan, her durumda kuUanılabihr bir kelime. Birisine, "Bu kişiyle bir bağım var" derseniz, "evet" derler, bu iyi, güzel ve kabul edilmiştir, sorun yoktur. Kastettiğiniz şeyi anlarlar, siz de öyle. Bu kelime, batıda savunma olarak da kabul edilir. Çünkü, bu kelimeyi bir konuşmada kullandığınızda, biraz ön ce bahsettiğim aydınlar hariç herkes, tartışmaya gerek kalmak sızın bunu kabul eder. Bağ kelimesi, iyi ve mutlu bir duyguyu, bir şeye duyulan sevgiyi, birliktelik duygusunu kapsar; bağ, ol dukça geniş bir kelimedir. Neden "bağ" kelimesinin bir savunma olarak kullanıldığı nı söylüyorum? Çünkü ne yazık ki, batıda derin duygular o ka42
dar kişisel, gizemli ve ürkütücü sayılıyor ki, bu duygular hak kında konuşulmuyor. İnsanların bazen, "Şöyle şöyle bir yere gittim ve biraz tuhaf hissettim" demesi gerekiyor çünkü. Sözde Batı medeniyetinde, derin bir düzeyde iletişim kurmak, konuş mak veya hareket etmek için yalnızca birkaç fırsat vardır. Bir insanın mekan ya da nesne hakkında içinde merak duygusu uyandığını söylemesi, kendisini bir khnikte ya da psikiyatrın yanında bulması demektir. Ancak, "Sana söylüyorum, bir şey hissettim" dediğinizde insanların geri çekilmesinin doğru ne denleri de vardır Çünkü dünya batıl inançlarla doludur. Batıl inanç korku uyandırarak geri çekilmeye neden olabilir. Bunla rın çoğu, aslında bir tür gerçekliğe dayanır. Örneğin, uzun za man önce bir şey olmuş ya da birisi bir şey yapmıştır. Ama yıl lar, hatta nesiller geçtikçe yer, kişi veya olay bir karışıklık ha vasına bürünerek,.aslında gerçek olan şey, batıl inanca dönüş müştür. Çok tanıdık bir örneği ele alalım; birisine "işlerin na sıl gidiyor?" diye sorduğunuzda, "îyi" deyip tahtaya vurur. "Bü kemediğin eli öp" mantığıyla hareket eden bazı profesyonel ila hiyatçılar, bu batıl inançların çoğunu açıklamıştır. Tahtaya vur ma olayında da, "Bu, sembolik olarak. Kutsal Haça dokunmak tır" açıklamasını getirirler. Bu doğruysa, gerçekten iyi bir sebep; neden olmasın ki? Ama gelenekte biz, tahtaya vurmanın kaynağını biliyoruz. Eğer birisi, kendisini endişelendiren, yüksek miktarda negatif elekt rik taşıdığı bir durum veya ruh hali içindeyse, bu negatif elekt riği aktarmak için toprakla bağlantılı tahta, taş gibi doğal bir madde bulmak gelenekte yalnızca bir adet değil, aynı zamanda teknik olarak çok yararlı bir davranıştır. Bu, bilinçli olsun ya da olmasın faydalı bir davranışsa "Bı rakın tahtaya vursunlar" diyebilirsiniz; ama ben diyorum ki, "Evet, bırakın tahtaya vursunlarama tahtaya vururken neyaptiklannı da bilsinler." Burada, yine aydınlar devreye girer ve "Ama bu otomatik bir tepki, bu yüzden bilinçli sayılmaz" derler. Bir ke reliğine de olsa, bu konuda aydınların bakış açısını paylaşıyo rum. Çünkü eğer kişi tahta ya da taş gibi doğal bir maddenin 43
işlevlerinden birinin negatif elektriği toprağa iletmek olduğu nu biliyorsa, tahtaya vururken şöyle düşünmesi gerekir: "işte negatif elektrikten kurtuluyorum." Böyle olduğunda hareketleri nizi bilinçli bir şekilde değiştirir ve güçlendirirsiniz. Avrupa'nın bazı kesimlerinde, örneğin İngiltere'de yeşil uğursuz sayılır, ayın onüçû cumaya denk geldiğinde insanlar evde oturur. Peki, yeşil ve ayın onüçûnün cumaya denk gelme siyle ilgili bu batıl inançlar ne zaman başladı? Bunlar ne anla ma gelir? Haçlı Savaş lan'ndan önce yeşilin uğursuz sayılmayışı bir tesadüf değildir. Haçlılar ilk Haçlı Savaşı sonrasında Filis tin'den, yeşil renginin uğursuzluğuna dair güçlü duygular bes leyerek döndüler. Ayrıca Cuma da Müslümanların kutsal günü dür. Onüçe gelince; hepimiz Son Yemeği biliyoruz. Bu nedenle her şeyi kendi haline bırakacağınıza, hepsini bir araya getirir seniz, bütünsel bir batıl inanç elde edersiniz. Peki, batıl inanç konusuna neden değindim? Çünkü, eğer enerji ve bağlantının devamlılığından bahsediyorsak, eğer tek nikleri kullanacak, onlardan yararlanacak, dahası onlara inanacaksak, daha doğrusu inanacaksanız, nesiller önce büyük usta ların tam olarak oluşturduğu ve hâlâ işe yarayan bu teknik ve evraddan faydalanmak için birçok nedeniniz olduğunu göre bilmelisiniz. Omza tuz dökme hurafesinin yerine geleneği getirmenizi önermiyorum. Tahtaya vurma örneğini, pozitif bir fikrin yüz yıllardır nasıl ayakta kaldığını, günümüze neredeyse tesadüfen nasıl ulaştığını göstermek için kullanıyorum. Bu böyleyse, bi linçli biçimde oluşturulan ve kesinlikle işe yarayan teknikler bunlardan çok daha geçerlidir. Kişi, kendisini gelenekteki bir virde teslim ediyorsa, belli bir olastia bu duyuların m ü m k ü n olduğunca çoğunu kullanmaya çalışmahdır. Kişinin bir insan olarak sahip olduğu bu gerçek duyulara da hayal gücü, hüner, mal varlığı ve hafıza gibi özelliklerini eklemelidir
44
Diyebilirsiniz zılarını geliştirmek sa, bir sanatçı, bir grajiker de eserine sıl kullanılıyor?"
ki: "Bir dakika. Hayal gücü, bu duyuların ba ve güçlendirmek için kullanılabilir Ne de ol müzisyen, bir ressam, bir heykeltıraş ya da bir ilham ve hayal gücünü katar Ama fantezi na
Batının, fantezinin gerçek olmadığı şeklindeki tanımlama sını bir kenara bırakarak, fanteziden hayal gücünün bir yönü olarak söz ediyorum. Kullandığınızın aslında fantezi olduğunu anlarsanız, içinde yaşamadığınız sürece, fanteziyi çok iyi yön de kullanabilirsiniz. Yetenek ve kabiliyetlerinizi bir virdde kullanırsınız; ama önce yeteneğin tarifini yapalım. "Şu adam çok yetenekli bir sa natçı, yazar ya da müzisyen" denir; ama insanların yetenek ola rak saymadığı ya da nasıl kullanacağını bilmediği daha birçok yetenekleri vardır. Veya kendilerine, "Bu yeteneği kullanmak için yeterli değilim" derler çünkü batıda, böyle bir şeyin farklı, özel "yüce" bir yetenek gerektirdiği söylenmiştir. Ya "çok yete nekli" olduğunuz ya da "yeteneksiz" olduğunuz düşünülür. İn sanlar genellikle, "Ben yalnızca biraz yetenekliyim" demez çünkü böyle söylerlerse, susturulurlar. Aslında insanların, kendileri tarafından bile keşfedilmemiş yetenek ve kabiliyetleri vardır. Kişinin sahip olduğu yetenek lerden biri, yalnızca belli bir durumda ortaya çıkabilir ve bu yeteneği kullanma fırsatı, kişinin bu yeteneği fark edeceği ka dar sık yaşanmamış olabilir Örneğin, Nakşibendilik usulüne uyan, bunu kullanan ve okuyan birisi, "Ben bu işi iyi yapıyorum" ya da "Bu işi yapmak tan hoşlanıyorum" diye düşünebilir, bu da o yönde bir yeteneği olduğuna dair içinden gelen bir sinyal olabilir. Burada çok hassas etkenlerden söz ediyoruz. Böylesi bir durumda yanlış bir karışım uygular ve "Benim fantezi yetene ğim var" derseniz, muhtemelen bir modacı veya buna benzer bir şey olarak çok para kazanırsınız. Ama bir teknisyen, mü45
hendis ya da iş adamıysamz ve işinizde fantezi yeteneğini kul lanırsanız kaybedersiniz. Bu nedenle, belli yetenek ve kapasite leri, daha önceden bildiğiniz belli şeylerle eşleştirir, doğru şeyi doğru zamanda yapmayı öğrenirsiniz. Ben, elbette, size bir birey olarak, gelecekte belli bir za manda ne yapmanız gerektiğini söyleyebilirim. Ama tabii ki bunu yapmayacağım. Çünkü benim işim, kristal küreye bakıp kehanette bulunmak değil. Benim yapabileceğim ve yapmam gereken şey, size uygun bir durumla karşılaştığınızda, bu fark lı duyuları maksimum kullanma yeteneğini vermek. Benimle birlikte kilitlenirseniz, elimden geleni yaparım. Düşünce ve davranışlarınızı kontrol etmek için değil, sizi bütünsel hareket etmeye sevk etmek için. Bir de servet kelimesi var; bu ne demek? Servet, bankada ki paranız, arabanız, eviniz ya da mobilyalarınız anlamında ol mak zorunda değildir. Bu bir tür evrensel kelime olduğu için bunu açıklamalıyım. Gelenekte servet, kişinin kapasitesinin ve yeteneklerinin bir parçasıdır. Bilgi ve deneyim servetinizin par çalarıdır. Bankadaki paranızı nasıl belli şeyler için kullanıyor sanız, bilgi ve deneyiminizi de belh durumları düzenlemek ya da etkilemek için kullanırsınız. Diyehm ki, belli bir miktarda paranız var ve bu parayla bir saat, bir mücevher ya da bir ara ba alıyorsunuz. Yani bir serveti diğer bir servetle değiştiriyor sunuz. Aldığınız servet çalışır onu kullanırsınız. Gelenekte, bilgi ve deneyiminiz de aynı şekilde çalışır. Bir durumda, ken di bilgi ve deneyiminizi kullanarak, karşılığında buna ilave bir şey alır, bunu da içsel gelişim arayışınızda kullanırsınız. Burada yazdığım kelimelerin listesi çok kapsamlı değil ama yararlı. Çünkü insanlara, ashnda ne kadar pozitif şeye eri şebileceklerini göstermek gereklidir. Temelde insanın iç varlığı muazzam bir gelişme ister ve buna kapasitesi de vardır. İnsan da bunu ister çünkü bu iç açlığın bir parçasıdır. İnsanların zihinlerindeki karmaşa ve meşguliyetlerin birçoğunun kaynağı, insanların işler, toplum veya başka şeyler yüzünden gelişmele46
rinin engellendiğini düşünmeleridir. İnsanların, içlerindeki pozitifi kullanma imkanları ve fırsatları, sandıklarından çok daha fazladır Biraz önce dediğim gibi, insanlar "Şu faaliyet ya da durumun gelenekle bağlantısı nedir?" diye soracaklar. O faali yet, kafalarında gelenekle hiç ilgisi olmayan bir şeyin içinde sı nıflandırılmış olabilir ve böylece pozitif öğe ile kendileri arası na gerçek bir engel oluşturabilirler. Bu iyi haberdi. Kötü haber ya da tablonun olumsuz yönü nün oram ise çok küçük veya daha küçük görünebilir. Etkenlerden birinin adı "ego"dur. Egonun tanımlanması gerekiyor. Egonun kibir ya da gururla bir ilgisi yoktur, insan lar benim bir egomanyak olduğumu düşünüyor; bunu biliyo rum. Egonun olumsuz anlamı, insanların bazı şartlanmış veya kişisel değerleri gerçek değerlerin üstünde tutmasıdır. Burada ki tehlike ego, hayal gücü ve fantezinin birbirleriyle bağlantılı olması. Ego, batıdaki bazı insanlarca, kişiliği kontrol etmenin bir parçası olarak tanımlanmıştır. Eger birisini ego kontrol ediyor sa, b u n u n nedeni kişinin, egoyu tanımak ve kontrol etmek için doğru adımları atmamış olmasıdır Ego, çoğu zaman insanın en temel ihtiyaçlarından biri olan kendini koruma güdüsü ile ka rıştırılır. Kendini koruma, insan olmanın bir numarah önceli ğidir ve gayet doğaldır. Ama kendini koruma etkeni zorlamaya dönüşünce, -ki bu, insanları körleştirmeye başladığı noktadır,0 zaman yanlışlar başlar Bu odadaki herkes istisnasız, kendi çıkarından bağımsız olarak buradadır. Bazılarınız, "Evet, biz insanlık için buradayız" gibi harika şeyler söyleyecek ama kendi çıkarınızdan başka bir itici güç varsa, burada ne yapıyorsunuz? Her şeyi kapsayacak kadar kendi çıkarını düşünmek yanlıştır; ama bir birey, "Ben kendimi geliştirmek ve inşallah bunun sonucunda da, aileme, çev reme ve toplumuma yararh olmak için gelenekteyim" derse, bu doğru olur. Bu, akıllıca kendi çıkarını gözetmek, gerçeği görüp kullanmaktır. 47
Son etkene de şimdilik yalnızca değinip, daha sonra açık lama yapacağım. Negatif yönlerinin yanı sıra, olumsuz anlam da birlikte hareket eden ve birbirlerine yardım eden etkenler ego ve engellenmedir. Engellenme, her çeşit insan davranışı için geçerlidir. İş alanında engellenme, cinsel engellenme, eko nomik ya da toplumsal engellenme ile karşılaşabihrsiniz ve bü tün bu engellenmeler, sorunların birikmesi gibi birikirler: "Ben sürekli engellaıiyorum" ya da "insanlar beni engelliyor, herkes bana karşı." gibi. Bu farkh engellenme alanlarını ele alıp bun ları çözme yönteminiz de bir tekniktir. Engellenmeleri tanım lamaya çalışır, gerçekten var olup olmadıklarına ve ne yapabi leceğinize bakarsınız.
48
Enerjiyi İletmek insanların sorunlarından ve bu sorunları dile getirme yön temlerinden bahsetmişken şunu söylemek gerekir ki, bütün so runlar birer d u r u m d u r ama her durum bir sorun değildir. Bir durum, bir sorun olabilir ama böylesi bir sorun kendisiyle ilgi li bir yapılanma olmaması nedeniyle, yalnız başına da görüne bilir. Aynı şeyin, engellenmeler için de neredeyse doğru oldu ğu söylenebilir. Asıl kelimeye ya da bağlama baktığımızda, en gellenme nedir? Bu kelime veya kavram, çok sayıda yoruma açıktır. Engellenme, kişinin kadın mı erkek mi olduğuna, ailesi ile olan geçmişine, toplumsal olaylara vs. bağlı olarak değişebih r Bu nedenle, kişinin, içini rahatlatmak için belli bir şeyi gös terip adını engellenme koymasından önce, bu kavram incelen melidir. "Bir dakika; batıda, kişi, sorunlarını ya da yaşadığı en gellenmeleri bir profesyonele götürür ve bunları kendisine açıkla masını bekler" diyebihrsiniz. Onlar da size, bunun aslında "do ğum öncesi bir etfei"den kaynaklanan bir engellenme olduğunu söyleyebilirler. Bu doğru olabilir de olmayabilir de. Kişinin, kendisine dikkatle bakabilme kapasitesini geliştir mesi gerekir. "Bunu zaten yapıyoruz. Önünde saçımızı taradığı mız, tıraş olduğumuz vs. aynalarımız var" diyebilirsiniz ama be nim kastettiğim bu değil. "Evet, siz bize, kendimizX incelememi zi söylediniz, biz de bunu yapıyoruz, kendimize bakıyoruz." Ha yır! Bunu yapmıyorsunuz. En azından, yararlı biçimde yapmı yorsunuz. Maalesef batıda insanlar, kendilerini kullanmamaya şartlanmıştır. Kimse iç varlığına kendisinden daha yakın ola maz. Bu varlık, neler yaşandığını, kişi üzerinde hangi etkilerin rol aldığını bilir. Bu, kişiye sinyaller gönderir ama şartlanma dan dolayı bu sinyaller genellikle göz ardı edilir. İnsan yalnız ca kendisinin mantıklı ve entelektüel bir varlık olduğunu dü-
49
şünürse, yaptığı şey, sadece gerçekten mantıklı olan kanaatleri sindirmek olur. Elbette herkes, "Hayır hayır, ben çok mantıkhyım ve önerilere açığım" der. Ama yeterince açık değilsiniz. İç varlıktan gelen sinyaller ya da duygular çoğu zaman göz ardı edilir. Çünkü yeterince ince bir yolla sunulmazlar. Örneğin, bu sinyaller iç duyudan veya iç açlıktan gelirse ve kendilerini di ğer duyuların kullandığı yolla sunmazlarsa, çok belirgin olsa lar bile umursanmazlar. Nasreddin Hoca, birkaç ay bağda çalışan komşusunu izle miş. Kendisi bağcılıkta ustaymış. Haftalar, aylar geçmiş ve Ho ca, k o m ş u s u n u n yanlış dallan budadıgını, yanlış gübreler kul landığını gördükçe şöyle düşünmüş: "Bu adama, kendisine yar dım etmeyi önereceğim ama bunu açıkça söylemek ve ben her şe yi bilirim havası uyandırmak istemiyorum. Bu yüzden bunu be lirtmenin en iyi yolu, bana danışabileceğini ona göstermek" Sonra, gidip iki tarla arasındaki duvara yaslanmış ve ada mı izlemeye, ona gülümsemeye ve arada bir başıyla, yaptıkları nı onaylamaya başlamış. Adamın yanlış bir şey yaptığını gördü ğünde de, 'böyle olmaz' dercesine kafasını sallıyormuş. Ama b u n u n bir faydası olmamış çünkü adam onu önemsememiş. Hoca da kendi kendine demiş ki, "Her sabah saat on bir gibi çay ocağına gidiyor O zaman ben de gidip orada oturayım ve ona, eri şilebilir oluğumu göstereyim." Gidip çay ocağında birkaç hafta oturmuş. Adam "Hayırlı sabahlar" deyip oralı olmamış. Hoca şöyle düşünmüş: "Onunla iletişim kurmak için daha ne yapayım, bilmiyorum; çünkü ona yardım etmek istediğim o kadar açık ki. Duvarın öbür tarafına bakıp benim asmalarımın güzel ve verimli olduğunu görerek bunlan kendisinin verimsiz asmalarıyla karşı laştırabilir Bu da kesinlikle, onu yardım istemeye teşvik eder" Her şeyi denemiş ve sonunda gidip bir uzmana danışmaya karar vermiş, şünmüş. Danıştığı uzman; "Evet, sizin anlattıkla rınızdan çıkardığım sonuç, bu kişinin yazıdan anlayan bir tabiat ta olduğu... Borcunuz iki dirhem" demiş. Hoca, iki dirhemi öde miş ve "Evet, yazı" diye düşünmüş. Eve dönüp beş metre enin50
de iki metre boyunda bir kağıt alarak üzerine şöyle yazmış: "Buradan çok da uzakta yaşamayan, asmasını doğru dürüst kesemeyen ve çok belirgin bir şeyi bile göremeyen aptal bir adam var" Daha sonra kağıdı, komşusunun tarlasına bakan iki uca asmış. Sonra eve dönüp pencereden bakmaya başlamış; birazdan komşusu dışarı çıkmış, kağıdı okumuş ve gidip Hocanın kapı sını çalmış. Hoca kapıyı açınca, adam şöyle demiş: "Nasreddin, sen sanırım bana bir şey söylemeye çalışıyorsun." Nasreddin Hocayı ve ne hissettiğini anhyorum. Bazen çok belirgin olan şey fark edilmez; çünkü çok belirgindir. Bu yeni bir düşünce değil.ama çok sık karşılaşılan bir durum. Bu kadar belirgin olan şeyler, bütünsel hareket düzleminden bakıldığın da daha da belirginleşmekle kalmaz, imlenmiş olurlar. Engellenmenin basit bir tanımı şöyle olabilir: Kişi bir şeyi başarmaktan belli durumlar nedeniyle alıkonur; bu durumu en iyi analiz edecek olan da kişinin kendisidir. İlk analiz ve çalışma, duruma uygun duyu ve yetileri ola bildiğince fazla kullanarak kişinin kendisi tarafından yapılmahdır. Bu mantıklı bir düşünme sürecidir ve çok yeni bir şey de ğildir, Buna farklı bir nitelik kazandıran şey yeni terimler, yeni duyular ve bunlara ek olarak geleneğin enerjisini kullanmaktır. "Benimle kilitlenin" diyebilirim, diyorum da. Bu sizin so runlarınıza ortak olacağım anlamına gelmiyor Çünkü benim görevim, ya size onları çözecek teknikleri sunmak ya da doğru yolu göstermektir. Sizin yerinize bütün problemleri çözmem, sizin sorun çöz me yeteneğinizi zayıflatır Bu anlaşılır ve herkes bunu kabul eder Ama dediğim gibi bu farklı bir aşama, bilinçli hareketin yüksek bir seviyesidir. Bu, "Merak etmeyin Şeyh efendi bir çaresini bulur" demek değildir Belirli durumlarda ve bu durumla ilgili kişi ya da ki şilerin bundan öğreneceği şeyler varsa, evet bu gelenek için ya rarlı ve değerlidir 51
Yine tekrarlıyorum: Size yardım etmeme izin verin ve bu nu birlikte yapalım. Kişinin sakin ve doğal bir şekilde inceledi ği ve b u n u n bir engellenme olduğu sonucuna vardığı bir du rumda, buna bir çözüm bulmak için kişinin en başa dönmesi gerekir. Bu yeni bir şey değildir. Yeni olan şey bir desteğe, bir enerjiye ekstra bir itici güce sahip olmanızdır. Eğer engellenme sizi bir şeyi başarmaktan alıkoyan bir şey ya da şeylerse ve bu etkenleri tanımlayabiliyorsanız, kendinize "Şeyh efendi bu durumda ne yapardı?" diye sormazsınız. Bunun yerine, bu engelin yerini bulur, sonra da çok belirgin olan bu engeli irdeleyerek sorunu çözmüş olursunuz. Sıkıntı oluşturan bir faktörün önemini abartmak insanın zayıflıklarından biridir. İnsanlar bunu konuşmalarına yansıtır; bir şey " berbat", "korkunç" ya da "inanıîmaz"dır ve bunun n e kadar dehşet verici bir şey olduğunu dört-beş kişiye söyledik ten sonra, kendileri de gerçeğin söyledikleri gibi olduğuna inanmaya başlarlar. Bu, insan doğasının üzücü bir yönüdür; çünkü.yapmak istemediği ama yaptığı bir şeydir. Burada belli bir derecede kendine önem verme vardır. Kendinizle konuşurken kurduğunuz bağ sırasında, örne ğin, Nakşibendi Tarikatı'nı benimsemişseniz, kendi gözünüzde önemli olmak istemezsiniz. Ne de olsa, kendinizle dürüst de necek bir iletişim kurarsanız, bu duruma neden olan etkeni ya da etkenleri zaten biliyorsunuzdur. Bu nedenle, geleneğin enerji desteğini kullanarak en kısa zamanda bir çözüm bulmak yalnızca gerçekçi değil, ayrıca kendinize karşı kibar ve düşün celi bir davranış olur. Geleneğin enerjisi dediğimde, evrensel bir kavramdan bahsediyorum. "Sorun numarası: 17, Sayfa: 22, şöyle yapın" diyen büyük bir kitap yok. Böyle bir kitap olma masının.nedeni, insanların çoğu zaman göz ardı ettiği bir et kendir: Zaman Doğru şeyi yanlış zamanda yapınca sonuç alamazsınız. Doğru zamanda yanlış şeyi yapınca da sonuç alamazsınız. An cak, içselleştirdiğiniz gelenek desteğiyle kendi belirieyeceginiz 52
doğru zamanda doğru şeyi yapmak ya çözümün kendisidir ya da en azından çözümü gösterir Çözüm üretmekle çözümü gös termek arasında bilerek bir ayrım yapıyorum. Çünkü gelenek, duruma ya da bağlama göre bir çözümü göstermek için içinizde gelişir. İçinizde gelişir diyorum; bunu yapmak için si zi bir kukla olarak kullanır demiyorum. Diğer durumda ise, bütün duyularınızı kullandığınızda, çözüm kendiliğinden orta ya çıkar. Ortaya çıkan çözümü uygulayıp uygulamamak sizin sorumluluğunuzdadır. Çözümün size gösterilmesiyle ortaya çı karılması arasındaki fark budur. İster gösterilmiş ister ortaya konulmuş olsun, her iki durum da kaynağını geleneğin enerji sinden alır..Ancak, sizin halis niyetiniz olmadan bu durumla rın ikisi de gerçekleşmez. Bir çözüm ararken gelenekle uyum içindeyseniz, bu başarmanız için yeterlidir. Geleneğin enerji sini yalnızca bir tür şans büyüsü olarak görüyorsanız, bu işe yaramaz. "Her şey yoluna girecek, şeyh efendi hizimle ilgileni yor" Evet ilgileniyorum, kendimle de ilgileniyorum. Ama eğer bu kişinin niyetini ya da isteğini zayıflatıyorsa böyle yapmıyo rum. Hiç bir şey yapmadan bir şey elde etmeyi beklemeyin. He pimiz Nasrettin Hoca'nın hikayesini biliriz: Nasrettin Hoca bir gün, bir ağacın altında ağzı açık yatıyormuş. Oradan geçen bi ri sormuş: "Hoca, niye orada ağzın açık yatıyorsun?" Hoca şöy le demiş: "Eğer kaderimde varsa, elmalardan biri ağzıma düşer" Bir melek oraya giderek elmalardan birini koparıp silse, soysa, dilimleyip lokma lokma ağzına verse bu çok hoş o l u r Ama Nasrettin Hoca da biz de biliyoruz ki, elma düşmezse siz onu düşürmelisiniz; ağacı silkelemelisiniz. Rûmî, Sâdî, Hafız, Câmî, Hayyam ağacın nasıl silkeleneceğini tarif etmemiştir. Geleneğin ağacı silkeleme tekniği nasıldır? Gelenekte doğdum, gelenekte büyüdüm ve gelenekte eği tildim. Daha sonra geleneği öğretmek üzere dışarı gönderildim. Bir ağacın nasıl silkeleneceği bana öğretilmemişti ama her nor mal çocuğun bildiği gibi, küçük bir çocukken bunu öğrenmem çok zor olmamıştı. Ne yazık ki, sözde yetişkinler olmaya baş53
layınca bu çocuk içgüdüsünü kaybediyoruz. Çocuklara yer çe kimi kuvveti teorisini kim öğretir? Kimse... Temel içgüdüleri onları, eğer yeterince büyüklerse ağaca tırmanmaya, değillerse ağacı silkelemeye iter. Bir kişi, toplum ya da bütün bir medeniyet, bilinçli olarak istemese de, kendi önüne engellemeler koyabilir. Bu engellen meler gözlem eksikliğinden ya da önemsememekten kaynakla nabilir; "bunu yapamayız" veya "bunu yapamam" gibi. "Ben böyleyim" veya "Biz böyleyiz işte" der ve noktayı koyarız. Bir engellenme durumu varsa ne yapılmah? Farkı bir bakış açısıyla değerlendirelim. Kişi, engelin ne olduğunu, kendisini başarmaktan alıkoyan şeyin ne olduğunu incelemelidir. Diğer tavır ise, kişinin başarmak istediği şeyi in celemesi ve kendisinin fiziksel, zihinsel ve diğer kapasitelerine dair bilgileri temelinde, hedeflediği şeyin gücü dahilinde olup olmadığını incelerken dürüst olmasıdır. Kişi belki de, çok yük sek bir şey hedeflediği için başaramıyor veya yanlış duyu ya da yanlış yeteneğini kullanıyordun Kişi kendi içinde bu incelemeyi yaptıktan sonra, eğer he definin biraz yüksek olduğu izlenimini edinirse, başarmak is tediği amaca daha gerçekçi yaklaşıp daha fazla odaklanarak bu nu biraz küçültebilir. Eğer sonra, "Gerçekçi düzeyde, bir şeyi başarmayı hedefliyorum ve, içimde, beni bu hedefe ulaşmaktan alıkoyan bir şey bulamıyorum" diyorsanız, bütünsel hareket denen çok açık, belirgin ve olumlu bir adım atmış olursunuz. Bütünsel hareketin hangi alanlarda işe yaradığını tanımlamak zor bu karmaşık olduğu için değil, işe yaradığı milyonlarca du rum olduğu için. Hedeflediğiniz şeyin mantıklı ve elde edilebilir olduğuna karar verip bunun üzerinde dürüstçe düşünmenize rağmen ha reketlerinizi ya da hareket gruplarınızı birleştirmiyorsanız, bu amacın yerine getirilmeyişinden doğrudan siz sorumlusunuz. 54
Gelenekteki hiç kimse, bir sorun ya da engellenmeyle karşı karşıya olduğunu söyleyemez. Yalnız olduklarını zannedebilir ler; ama onlara çözüm noktasında yardım etmem veya çözümü göstermemden, benim yanlarında olduğumu anlayabihrler. Hepiniz kesin olarak biliyorsunuz ki, insanlar bana gelip bir soruları olduğunu söyleyince, sevinçten uçmuyorum, Çünkü, genellikle yalan söylüyorlar, aslında on tane soruları var. Dikkatinizi çekerim, aslında ben soru sorma şevkinizi azaltmıyorum. Birisinin sorunun cevabına ihtiyaç duyup duy madığını, bunu sorup sormadığını bilmek, benim gücümün, bilgimin ya da yeteneğimin bir parçası. Bunda saçma ya da do ğaüstü bir şey yok. Bu, insanların geliştirdiği bir ustahk. Bir yandan, "Aslında soru sormanızı teşvik etmiyorum" veya "Gerçekten bir soru sormanız gerekiyorsa, kısaca sorun" diyor, bir yandan da, "Bana güvenin, ben erişilebilirim" diyorum."Bun da bir zıtlık yok mu?" diye düşünebilirsiniz Bu cümleler arasın da aslında bir zıtlık yok çünkü, yapabileceğimiz işbirliği, yal nızca soru-cevap şeklinde değil. Her yöntemi deneyebilirsiniz. Yıllar boyu çile, namaz ve oruçtan sonra, insanlar bana bir şey sormakta tereddüt ettiklerinde şöyle düşünüyorum: Genellikle doğru soruyu bulamıyor, ya da onlara vereceğim şeyi istemi yorlar. Bunun nedenleri çoktur. Aranızda daha nazik ve yar dımsever olanlar, "Soru sormuyoruz çünkü onu sıkmak istemiyo ruz" diyor. Bazıları soru sormuyor çünkü gerçekten çok iyi bir soru bulmak için yıllarını harcamışlar. Bazıları ise, benim yar dımımı istemiyor veya bu tür bir yardım ya da hizmetin, renci de edici olacağını ve benim asaletime yakışmayacağını düşünü yor Kişinin, süzgeçten geçirilmiş bütün zihinsel olasılık ve se çenekleri dürüstçe değerlendirerek, gerçekliğe ya da gerçekliğe yakın bir duruma ulaştığı zamanlardaki bütünsel hareket ala nından söz ediyorum. Bu nedenle, bütün bu aşama, nitehk ve yeteneklerin kişi tarafından hayata geçirildiği ve kişinin, bun ların sorumluluğunu öylesine değil, kilitlenmeyi bir araç ola55
rak kullanarak yüklendiği bir bütünsel hareket alanına giriyo ruz. Kilitlenmeyi mercek gibi bir araç olarak düşünmeye çalı şın, etrafta birçok nitelik ve duyu, merkezde de bunları bir ara ya getiren ve odağı oluşturan kihtlenme aracı var. Bu odak, ya ni kişiyle araç arasındaki mesafe sabit değildir. Bu yüzden kişi bu işlevlerden olabildiğince çoğunu kullanabilir ve bu araç ya da.aleti, işlevlerin hepsine birden odaklanabilecek şekilde ha reket ettirebilir. Kilitlenme aracıyla kişi arasındaki boşlukta teknik anlamda olan şey, etki ya da sinyal bir alandan geçer ve gelenekten yararlı enerjinin de alınmasıyla kişiyi etkiler. Bu basit bir dinamiktir. Gerçek dünyada farklı etkenler vardır, insan bu yetileri kullanmaya alışıksa veya bu konuda deneyimliyse bir, iki, üç tanesini veya bunların bir kombinas yonunu seçerek odaklanma aracı yoluyla kullanır. Kişi yanlış bir şekilde de odaklanabilir; böyle yaparsa bir şey olmaz. Bu nedenle kişinin şöyle söylediği bir durumla karşılaşabilirsiniz: "Şu şu duyu ve nitelikleri kullandım, hepsini hu kilitlenme nokta sına getirdim ve hiç hir şey olmadı." Bunun ardından, suçlama, suçluluk, bahane bulma ve mantığa uydurma sürecine girerler. Bazen odaklanmayı tekrar, iki ya da üç kez daha ayarlamaya ça lışır ve sonuçta bunu başarırlar. Bazen de, "Çaresi yok, dene dim" diyerek her şeyden vazgeçerler. Kaç kere denersiniz? Doğru yapıncaya kadar. Yararlı du rumların çoğunda yarı-doğru diye bir şey yoktur. Doğruysa, bunu bilir ve hissedersiniz. Eğer bu teknikte, ek olarak benim erişilebilirliğimi kulla nıyorsanız, sizden daha kesin bir hareket isteyebilirim; isterim de. Daha fazla zaman veya daha fazla çaba değil, beni ilgilendi ren yalnızca biraz daha kesinlik. Bu sizi mutlu da edebilir, üze bilir de. Çünkü "Her durumda, sürekli sinn dikkatinizin üzeri mizde olduğunu sanıyorduk" diyebilirsiniz. Cevap hem evet hem hayır. Kişi, benim yoğun dikkatime ihtiyaç duyduğu bir nokta ya ulaştığında, bunu elde eder. Dikkatinizi çekiyorum; bazen bunu istemeseler de dikkatim üzerlerinde olur. Daha önce de 56
dediğim gibi, işimle gurur duyuyorum ve yeteneklerimi olduk ça önemsiyorum. Bu bile, müthiş olmayan bir avuç insanın be ni alt etmesine izin vermeyeceğimin teminatıdır Aslında, basabileceğiniz bir düğme var ama fark etmiyor sunuz. Çünkü üzerinde 'buraya basın' yazmıyor. Bu düğmeye, insanın iç ihtiyacı basar. Eger, farklı düzeylerde iletişim kurdu ğumuz fikrini yerleştirirsek, ki bu doğrudur, o zaman sizi her düzeyde gözlemleyebilirim. Bu, kaosa bir davetiye gibi görünebiür.ama insanların as hnda bu düğmeye yeterince sık basmadıklarını fark ettim. Bu nun neden kaosa bir davetiye olarak göründüğünü anlıyorsunuzdur; herkes "doğru" diyebilir ve aynı anda düğmeye basma ya kalkabilir. Bir mürşit ile müridi arasındaki sinyal ve enerji alışverişi, çok sıradan bir seviyeden yüksek bir seviyeye kadar her düzey de olabilir. Ben, bir mürşit olarak, her ilişkiyi çok yüksek bir düzeye çıkarmaya çalışmıyorum çünkü hayat devam ediyor ve diğer düzeylerde de gelişiyor. Daha sıradan düzeyler olarak gö rebileceğiniz alanları etkilersem ya da bunlara müdahale eder sem, bu, insanların hayatına müdahale etmek değil, onların ha reketlerini güçlendirmek ve düzeylerini geliştirmek içindir. Ben, en iyi mürşitler olarak düşündüğüm insanlaf tarafın dan yetiştirildim. Bu kişiler, geleneğin bütün tekniklerine ha kim mürşitler olmanın yanı sıra, benimle ilgili ekstra bir yeti ve bilgiye sahiptiler çünkü biri amcam, biri babamdı. Bu onla ra, benim üzerimde daha fazla avantaj kazandırıyordu. Dürüst çe söylemek gerekirse, bu benim için daha zordu, ya da daha az kolay (gerçi öğretmeyi öğrenmekle ilgili kolay hiçbir şey yoktur). Küçük yaşımdan itibaren öğrenmeye başladığım şeylerden biri, eğer hata yaparsam, bu hata ve bu hatanın etkisinin bana birçok farklı düzeyde açıklanacağıydı. Bir uyarıcı veya etkenin, lokal bir etki uyandırmaya yönlendirilebileceğini ya da önce57
den belirlenmiş belirli alanlara dağıtılabileceğini öğrendim. Bu, nesnesi olarak öğrendiğiniz bir yetenektir Bir şey yapar, bir hareket başlatır veya birisine bunu önerirsem; bunu, önerinin kişiyi nasıl etkileyeceği, ne dereceye kadar etkileyeceği ve kişideki dağıhmının nasıl olacağına dair b ü t ü n bilgilere sahip olarak yaparım. Kısacası, buna inanmanı zı istiyorum ki, ben ne yaptığımı biliyorum. Bazı durumlarda, bundan şüphe duyan olursa, her zaman gelip bana "Ne yaptığı nı gerçekten biliyor musun?" diye sorabilir. Ama bunu tavsiye etmiyorum; çünkü o zaman gerçek beni görebihrsiniz. Bu sivil yüzüm çok zayıf olabilir ama gücünü ölçmenizi tavsiye etmem. Yani bana sormayın, beni deneyin. Bunun da, kaosa davetiye veya dikkatsizce yapılmış bir öneri olduğunu düşünebihrsiniz. Ama bence öyle değil; çünkü benim söylediklerime biraz dikkat etmiş olanlar, biraz daha farklı bir alana girmekte olduğumuzu fark etmiştir. Sizi destek leyebilir, size yardım edebilir ve sizi yumuşak bir dille eleştire bilirim; bunu hep yaptım, yapacağım da. Sizi, hızlı ilerleyen değil, yüksek ve güçlü moınentumlu bir programda bana katılmaya davet ediyorum.
58
Mürşidin Dokunuşu Geleneğin bazı temel amaç ve hedeflerinden bahsetmek is tiyorum. Çünkü bu, bir süredir gelenekte olanlar için dahi kendilerine, ne yaptıkları, ne yapmaya çalıştıklarını ve bunu nasıl yapmaya çalıştığını hatırlatmaları açısından yararlı ola caktır. Gelenek, temelde insanlar yoluyla işler. Amacı kişinin iç sel gelişimine uzanan yolda insanlara bir seyahat sunmaktır Daha önce de dediğim gibi, geçmişte ve günümüzde birçok fel sefe var olmuştur. Biz en iyi felsefenin bu olduğunu iddia etmi yoruz, en etkili, yararlı ve uygulanabilir felsefe olduğumuzu iddia ediyoruz. Zamanın başlangıcından beri, insanlar bilgiyi aramış, ba zen bu arayış düşüncesizce olmuştur. Yani, hangi bilginin ne reden alınacağı ve kişinin bunu nasıl anlayacağı kesin olarak belirlenmemiştir Gelenekte biz yalnızca bilgiyi değil, bunun yanında, kişinin edindiği bilgiyi nasıl kullanacağı eğitimini de sunuyoruz. Bu sihirli bir yöntem ya da hızlandırılmış bir süreç değil, zor, hayat boyu süren bir çalışmadır. Ama her aşamada, kişiye ihtiyaç duyduğu araçlar ve bunları kullanma bilgisi veri lir Kimseye söz veremem vermiyorum; çünkü, çabanın yarı sından çoğu kişinin kendisinden gelir. Kendi bilgimi, bu yolu, araç ve teknikleri garanti edebilirim, ama sonrasında bireyin katılımı gereklidir Bazı insanlar, duydukları ya da hayal ettikleri şeylerle ge leneğe girmiş olabilir Bunun, bir anlamda, cennete giden kes tirme yol olduğu izlenimi taşıyabihrler. Elbette herkesin bir fikri vardır Umarım, geleneğe gelip bu yol hakkında biraz da ha bilgi edinince, aradıkları bilginin ne tür olduğu ve bunu 59
kullanmak için nasıl egitilebilecekleri kafalannda açıklığa ka vuşur. Gelenek, zorlu bir çalışma ve adanmışhk gerektirir; bunun karşılığında da yalnızca.kesin bir öğretiyi değil, ayrıca kişinin kullanabileceği farklı türden enerjileri erişilebilir kılar. Batı bağlamında, enerji kelimesini kullanırsanız, bu,.enerjik hare keti, yani "enerjiyi kullanmayı" akla getirir. Gelenek bağlamın da enerji kelimesini kullandığımda ise, farklı nitehklerdeki enerjilere erişimi kastederim; çünkü insanın iç varlığı farklı alanlarda, farlı enerji potansiyelleri kullanır. Bu süreçte sihirli ya da gizemli bir şey yoktur. Belli şartlarda, konsantrasyon yo luyla bir birey veya grup saf enerji üretir. Kişinin iç varlığı, bu enerjiyi beUi durumlarda depolamak veya kullanmak üzere eğitilebilir. Gelenekte sözünü ettiğimiz enerji nicehk olarak değil ni telik olarak ölçülür. Amper ya da volttan değil; iletilen, depo lanan, emilen ve kullanılan çok daha üstün bir enerji biçimin den bahsediyoruz. Kısa vadede, bu enerjinin alımı, kişide mu cizevi bir değişim yaratmaz. Çünkü, geleneğin kanununa göre, enerjiyi yararh biçimde kullanmayacak kişi ya da gruplar ener jiye erişemez. Bu enerji hissedilebihr ya da algılanabilir mi? Genelhkle hayır. Bunu tekrar tekrar söylemem ve batı dünya sındaki insanlara, söz ettiğim şeyin bir şok dönüşüm olmadığı nı sürekli hatırlatmam gerekiyor. Bir kişi ya da grubun aldığı enerjinin miktarı ancak, kişinin içindeki derin varlık tarafın dan algılanabilir. Kişinin iç varlığı enerjiyi tanır ve alır, bunu, kişinin kendisinin oluşturduğu benzer enerjiyle birleştirerek bu enerjiyi kullanmak için yararlı bir fırsat bekler. Birey, iyi ki, enerjiyi nasıl kullanacağını kontrol edemiyor. Neden "îyi ki" diyorum? Çünkü, eğer enerjiyi israf etmek m ü m k ü n olsaydı, insanlar bunu çok iyi niyetle bile olsa, yapar dı. Bu nedenle, enerjiyi, yalnızca geleneğe uyum sağladıkları durumlarda kullanabilmeleri iyi bir dengedir. 60
Dediğim gibi, size, zorlu bir çalışma dışında hiçbir şey va at edemem. Ama bunu hiç şüphe duymadan vaat edebilirim, çünkü siz gelenekte kaldığınız ve ben de burada olduğum sü rece, çok çalıştığınızdan emin olmak için ehmden geleni yapa cağım. Ama belirli bir gelişme ya da çıkar elde edeceğinizi ga ranti edemem. Çünkü enerjinin kullanılması birey olarak siz lere bağlıdır. İnsanlar bana, "Bum yapacağıma samimiyetle söz veriyoj-um ve sözümü sizin sözünüzle birleştirince amacıma ulaşacağı mı umuyorum." demiştir ve demeye de devam edeceklerdir. Dü rüst olarak size "Hayır" demeliyim. Çünkü kişi belli bir za manda, "Kendimi gelenek için çalışmaya, adamaya hazınm" di yebilir, bunu dürüstçe söylüyor ve hissediyor olabilir. Ama ben buna katılmadığımı söylersem, bu onun samimiyetinden şüphe ettiğim için değildir. Bunun nedeni, her insanın sorunlardan, dikkat dağıtıcı ve kala karıştırıcı unsurlardan oluşan günlük dünyasında yaşıyor olmasıdır. Böyle bir dünyada yaşıyor olmak doğal ve normaldir. Fakat bu rahatsızlıkların ve sorunların bazılarının doğal olmadığı söylenebilir. Sorunların çoğu, doğa değil, kişi tarafın dan yaratılır. Peki, eğer insanlar yaşamı kendileri zorlaştırıyorsa, gelenek neden kendini yorup bu saçmalığa bulaşıyor? Ce vap, başlangıçta söylediğim gibidir; gelenek insanlar aracılığıy la işler ve onlar için vardır. Bir boşlukta işlev göremez. Gelenek, evrensel düzenle uyum içinde hareket eder. İnsanoğlu -insanoğlu derken kadınları da kastediyorum bu konuda bir tartışma olmasın. Gelenek içindeki hareket ve so rumluluklar, kadın ve erkek için farklılık göstermez, her iki grup da fırsatları, erişimleri ve zorlu çalışmayı paylaşır. Kadınların daha zarif olmaları ekstra bir özelliktir Şu tür sorular geçmişte sorulmuştur, gelecekte de sorulacağına eminim: "Büyük hocaların yazdığı bir çok kitap var, neden bu kadar azı kadın? Gelenekte neden bu kadar az kadın mürşit ya da evliya var?" Cevap oldukça basit; gelenekte mürşit olabilmek için ge-
rekli özelliklerden biri, kişinin kendisini insanlardan, olaylar dan ve gruplardan yüzde yüz soyutlayabilmesidir. Hatta bazen, kişinin insanlık dışı- vahşi ya da sadist anlamında değil, insan duygusallığı denebilecek şeyden bütünüyle arınma anlamındabir tavır takınması bile gerekebilir. Bu arınma d u r u m u n a ulaş mak hiç kolay değildir ve yaratılış itibariyle, bir kadının bunu başarması çok daha zordur. Gelenekte mürşit ile mürit arasındaki ilişkinin temeli açık tır. Bu temel, iki taraf arasında yapılan ve müridin irşadı kabul ettiği bir anlaşmadır. IVlürşit, irşadı ve müride rehberlik yapma sorumluluğunu üstlenir. Bu serbest bir bağdır, gücünü de bu radan alır. Eğer anlaşmanın tarafları verdikleri sözü yerine ge tirmezse o zaman ikisi arasındaki bağ işe yaramaz. Geleneğin terminolojisine aşina olanlarınız, daha önce kullandığım " zincir" ve "zincirin hağlanülan" tabirlerini hatır layacaktır. "Zincir" ya da "bağlantı" kelimeleriyle yapılan ben zetme, bazı insanların dediği gibi, sizin benim esirlerim olma nız anlamında değildir. Ağır bir nesneyi kaldırmaya çalışan yirmi ya da otuz kişi d ü ş ü n ü n ; bir araya gelip iterek, çekerek veya nesneyi hareket ettirmek için her tür çabayı göstererek onu kaldırabilirler. Bu insanları, nesnenin etrafındaki bir zincirin bireysel bağlantıla rı olarak düşündüğümüzde, nesnenin hareket ettirilebileceğini görürsünüz. Bir grupta, her birey zincirin bir bağlantısıdır ve elbette, her bağlantı diğerlerine bağımlıdır. Yalnızca genel çabanın gü cü için değil, ayrıca hareketin genel uyumu için de. Gruplarda, grup uyumu dediğim şeyi, diğer bir deyişle, belli derecede bir etkinlik, enerji ve işlevi sağlamaya çalışırız. Uyum, farklı enst rümanlar çalan bireylerin oluşturduğu bir orkestra benzetme siyle daha iyi anlaşılabilir. Kulağa hoş gelen bir sonuç elde et mek için bu kişilerin uyumlu çalışıyor olmaları gerekir. Batı dünyasındaki farklı gruplar arasında benim oluşturmaya çalış tığım şey de budur. Bir grup bu uyuma ulaşınca, bir enerji dal62
gası üretir. Buradaki herkes, farklı gruptan bir enerji dalgasıy la bağlantı kurması gereken belli perdedeki bir dalganın, perde tonunda olması gerektiğinin farkındadır Bu sağlandıktan son ra, iki yöne de enerji akışı olur. Farklı grupların ürettiği ener jiler serbestçe ve yararlı bir biçimde akıyorsa, bu, gelenekten pozitif enerjiyi çeker. Sonra da, pozitif enerjiler bir araya gele rek grup ve bireyler için erişilebilir olur. Bu durumda, bireyle rin enerjiyi yeniden, kullan mayı öğrenmeleri gerekir. Buna, nasıl davranacaklarını, konuşacaklarını öğrenerek ve alıştırmalar yaparak başlarlar Bir temel oturttuktan sonra, kendilerine enerjinin nasıl üretileceği, daha fazla nasıl enerji alınacağı ve bunun nasıl kullanılacağı öğretilir Bu eğitim iki düzeyde verilebilir Bunların biri NeanderthaP'dir; yani, binanın temelinde kullanılan harç gibi temeldir. Göz ardı edilemez çünkü bu olmadan iyi bir bina inşa edemez siniz. Geleneğin başlangıç çalışmalarının çoğu harcı karıştır makla eşdeğerdir. Başlangıçta, mürşit kişinin sözde bilinçli zekâsıyla iletişim kurar. Temelde, o kişiyi kendisini dinlemeye teşvik eder, bun dan daha üst düzeyde bir şey yoktur ve bu, bağın ilk aşamala rında kullanılan yöntemdir Buna paralel olarak, bir başka dü zeyde, mürşit, kişinin iç varlığından alınabilecek herhangi bir veri olup olmadığını anlamaya çalışır. Eger bir veri varsa, ileti şimi 3. veya 4. seviyeye çıkarır. Veri yoksa, zamanlamanın o ki şi için doğru olmadığı söylenebilir Çok basit bir temel oluşturulduktan sonra, ki bu dinleme ve anlamaya çalışmadır, kişiyi aynı zamanda uyarmaya, gelenek diliyle "uyandınnaya" uğraşırsınız. Uyanmak, bize gö re, kişinin iç ihtiyacının bilincine varmasıdır. Bu ihtiyacı bana ya da kendilerine anlatmaları, özelliklerini ya da m.iktarını be1 Neanderthal: Homo .sapien,^ neanderthalensis; M.Ö. 100.000-40.000 yılları arasında Avrupa ile Asya'da yaşayan güçlü, kaba fiziksel yapıdaki soyu tükenmiş in.saH türü. (ç.n.)
63
lirlemeleri gerekmez. Yapmaları gereken tek şey, orada bir şey olduğunun farkına varmalarıdır. Gelenekte, ilke edindiğimiz bir deyiş vardır; "insanlarla, anlama kapasitesine göre konuş." Onlarla dili kullanarak konu şurken, varlıklarınız da algılanamayan bir dil ve dürtü yoluyla, birbiriyle konuşur. İç varlık uyanınca, yalnızca kitaplardan bazı gerçekleri de ğil, aynı zamanda, kendisinin tanıyabileceği bir şeyi, yani pozi tif enerjiyi arar. İç varlık kendisini koruyabilir. Birey, siyasi, toplumsal veya başka bir yolla belirli düşünme biçimlerine şartlanmış olabilir; ancak iç varlık şartlanmaya açık değildir. İç varlık herhangi bir şartlanma baskısına yenik düşecek durum da olsaydı, gelenek insan ırkı arasında işe yaramazdı. Yüzyıllar boyu, insanoğlu birçok şartlanmaya maruz kalmıştır ama koru ma, aradan yararlı ve olumlu olan şeyi seçerek onun iç varlığa ulaşmasına izin verir, iyi ki böyle çünkü geleneğin hâlâ işe ya rıyor olmasının nedeni bu. Çoğumuzun bildiği gibi, farklı şartlarda, farklı biçimlerde kullanılacak evradımız, araçlarımız ve derslerimiz var ama is ter bir toplantı, bir ders ya da bir tartışma olsun, hepsinin baş layabilmesi için kesinlikle gerekli olan bir şey var: Bireyin ni yeti. Bu niyet sabit bir düşünce değil, bir şeyi yapmak, elde edilebihr bir şeyi hedeflemek için sakince verilen bir karardır. Karışıklıklar, sorunlar ve zorluklarla dolu bir dünyada amacı na ulaşırken de kendi varlığını koruyabilmek için verilen ka rardır. İnsanın temel içgüdülerinden bir tanesi elbette kendini koruma güdüsüdür. Bir tehdide verilen doğal bilinçli fiziksel tepki, savunma faktörüdür. Varlığın savunulmasından söz edi yorum; çünkü kendini koruma anlamındaki savunma ile varlı ğın savunulması karıştırılmamahdır. Bu hassas bir konu ve ka fanızı karıştırması olası bir noktadır. Çünkü gelenekten yarar lı biçimde kazanç sağlamak için kişinin, kendisini geleneğin etkilerine tamamen açması gerektiğini söylüyoruz. Böyle oiun64
ca da, şartlanmış bir tepkiyle karşılaşıyoruz: "Eğer açık olur sam, negatiften de etkilenirim." Hayır, böyle olmaz; çünkü kişi iletişim ve enerji kanallarını açar, bu kanalların kendi kontrol noktaları ve süzgeçleri vardır. Bu nedenle açık olmak, yenik düşmek anlamında değildir. "Tetikte olmak" tabirini çok sık kullanırız. Tetikte olmak bakıyor, izliyor, arıyor, tanımlıyor ve hissediyor olmaktır. Bu bir gerilim durumu değildir "izleyip bir şey kaçırma ihtimaline karşı tetikte olacağım." Bu, maalesef, daha önce de söylediğim gibi, bir batı önyargısıdır Benim için "eminim" demek yüzde 110 emin olmaktır. Kendimden emin olmalı, bunu kendime söyleyebilmen ve sonra yine kontrol etmeliyi m.. Yaptığı m şeyin düzgünce yürüdüğünden, söylediklerimin en azından bir kıs mının anlaşıldığından ve bazı durumlarda, gönderdiğim ener jinin alındığından emin olmam gerekiyor Sonra emin oldu ğumda ve kontrol ettiğimde, izleri takip edip veriye ulaşarak tekrar kontrol ederim. Bütün bunlar çok gerekli ve işlevseldir Eğer bir şeyi yalnızca bir kez açıklarsam ya da, "Gelecek haftaya da ay, şu kelime ya da tabiri kullanacaksınız" dersem ve birisi o anda aksırıyor, öksürüyor veya uyuyorsa söyleneni ka çırır. Bir şey kaçırdığında, genellikle panikler ve etrafındakile re "Ne dedi? Kaçırdım." der Panik de panik yaratır; birisi "Sa nının şöyle şöyle dedi" deyince, diğeri "Öyle mi dedi?" diye so rar. Bu durumda elde ettiğiniz şey yalnızca kafa karışıklığıdır. Diğer bir şey de, gelenekte kullandığımız çok önemli bir unsur olan zaman faktörüdür Gelenekte zamanı daraltabilir ya da uzatabilir, durdurabilir veya hızlandırabi-lirim. Ama eğer normal dünya zamanının ritmini takip ediyorsam- ki bu geze gende insanlar genelhkle bu ritmi takip eder- söylediğim ve yaptığım şeyler gezegenin zamanıyla uyum içinde olmalıdır. "Peki, bugün Cuma, saat lO'u 15 dakika 25 saniye geçiyor. Şu anda oturduğunuz yeri tam olarak hatırlamanız gerekiyor, yarın da aynen böyle olacağız, çiçekler ve diğer şeyler burada 65
olacak, her şey aynı olacak" denebihr. Ama olmaz çünkü bu 24 saat sonradır. Zaman, çok kullandığımız bir maldır. Belli bir dereceye ka dar onu yönlendiririz, bu nedenle, bizim için önemli olduğu açıktır. Önemli olan zamanın geçmesi değil, zamanın kuUanılabilmesidir. Bu, söylediklerimi tekrarlamamın nedenlerinden biridir; çünkü ben hiç bir şeyi aynı anda tekrarlamıyorum. Bir şeyi 5 dakika sonra tekrarladığımda, insanların geçen sürede biraz daha zeki olduklarını umuyorum. Bu aslında doğru. Kişi, güçlenmiş bilgisi, hisleri ve anlayışıyla dinleyecek, bakacak ve bir şey yapacaktır. Bu oldukça açık bir gerekçedir. Sıradan iş lerde, insanların oturup bir şeyi dinlediklerini ve ansızın onu anladıklarını görürsünüz çünkü o iş için kullandıkları zaman, zamanı daha iyi değerlendirme yeteneklerini arttırmıştır. Aslında, gruplarla konuştuğum yıllarda, bu hafif ışıltının geçtiğini bazen görüyorum. Ama bunu göstermek için uğraş mayın çünkü bu yüzeysel bir fiziksel görünüm değil, varlıktan varlığa bir iz ya da sinyal. Benim için bu, ödüllendirici ve fe rahlatıcıdır. Çünkü bu olduğunda, -ki doğrusu, benim itiraf et tiğimden daha sık oluyor- geleneğin çalıştığını gösteren bir de lil oluyor. Tekrar, Ümit ediyorum ; size yardım etmem için bana yar dım edersiniz.
66
Zaman İşlevi Eski ve akıllıca bir Afgan deyişi vardır: " Tango için iki kişi gerekir." Bu çok derin, gerçekçi ve pratik bir deyiştir ve bütün sel hareketle ilgili söylediklerime uyuyor. Şekil 2 'ye bakarak bunun gerçek zamanı ya da dünya za manını temsil ettiğini düşünün. 15 saate kadar altı saat var. Öl çeğe göre, her biri arasındaki bölüm bizim hesabımızda milisa niye olacak. 9 ile 10 arasında 60 dakika var; yani diyagramda olduğu gibi bölmelere sahipsiniz. Bunu daha da fazla bölerek, bizim kullandığımız milisaniyeleri elde edebihrsiniz. Her mi lisaniye, bir şeyin başlangıç noktasıdır. Diyelim ki yalnızca bir kaç bölme var ve bu nokta ters üçgene benziyor. Bu yalnızca benim çizimimin kötü olmasından kaynaklanmıyor, üçgen her zaman tamamlanmayabiliyor. Örneğin, yediyi bir geceden yu karıya doğru noktalar halinde bir çizgi çıkarırsanız, burada da yediyi bir geceye ulaşırsınız. Bu nokta da saat beşten önceki bir noktaya dokunur ve bağlanır. Bu, yediyi bir geçe ile dokuza bir kala arasındaki zaman aralığını da aynı şekilde etkiler ve oraya da bağlanır. Peki yediyi bir geçe, şimdiki zaman mı, geçmişte ki bir zaman mı, yoksa gelecekteki bir zaman mı? Cevap, elbet te, kullandığınız zamanın türüne göre değişir. Bir uçağa ya da trene yetişmek için saati bilmeniz gerekiyorsa, zamanın diğer "kanatlan" dediğimiz şeyler sizi ilgilendirmiyor, "Gelenek bağlamında" diye başlamayacağım çünkü size söylediğim her şey zaten bu bağlamda. Elinizde iki çeşit zaman var; dünya ya da gezegen zamanı ve "etkili" zaman dediğimiz şey. Etkili zamanla kastettiğimiz, zamanın geçmişten etkilenen ve geleceği etkileyen bir noktası dır. Yani, gerçek zaman açısından, herhangi bir zaman nokta sında, zamanın her iki kanadıyla da bağlantılısınızdır. 67
işlevsel alanlar
Milliseconds Hours
Hours
Şekil iki
Gerçek z a m a n
Bu m ü m k ü n olan en basil temel şekildir. Dokuza bir kala yı alın, benzeri bir üçgen elde edersiniz. Bu üçgenlerin birbiri ne dokunduğu ve örtüştügü açıktır Birbirine dokundukları noktaya "işlevsel olan" denir; bizim bakış açımıza göre bu gelenekteki işlev ya da kişi için yararlı bir işlevdir. "Yani yarar lı bir şey yaptığımda bu zaman var, yararsız davrandığımda da zamanın geri kalam" diye düşünürseniz yanıhrsınız, çünkü çok geniş bir ölçekten bakıyor olursunuz. Yapmanız gereken şey, her milisaniyenin ters bir piramit noktası olduğunu düşün mek. Bu durumda, 24 saatlik bir süreçte, gelenek ile bağlantı nızın ve hareketinizin daha güçlü olduğu bu sürelerden çok sa yıda var. Buna bakarak ve her milisaniyenin bir piramit oldu ğunu düşünerek o noktada, gösterebilmek için kasten abarttı ğım bir değişmez olduğunu görebilirsiniz. Bu ashnda çok daha küçük ve dardır; ancak algılanabihr bir düzenlilikle karşılaşı lır "Tetikte olma" kapasitesinin devreye girdiği bir yer de var İnsanlar, bu olgunun mantıklı bir açıklamasını yapabilmek için, evrensel gözlemler yapmış, zamanı aşamalara bölmüştür. Bu dakikaları önceden tahmin etmeye çalışmada kullanmak üzere teknikler icat etmişlerdir oysa teknikler zaten oradadır. Bunun üzerine bir kitap yazılabilir, teoriler üretilebilir, konfe ranslar verilebilir ve bunu tahmin etmeye çalışma işini meslek edinebilirsiniz. Bir çadır kurup üzerinize bir şal atarak kristal küreden kehanetlerde de bulunabilirsiniz. Ama kişi uyanık ve tetikte ise, bu tür zamanla uyum içinde olduğunu zaten hisse der. Peki, bu Nasrettin Hoca'nın yaptığını yapıp ağzı açık otur mak mıdır? Hayır, bu sakin bir biçimde iç varlığınızın tarama yapmasına izin vermeniz demektir Varlığınıza bunun için izin verince, o doğal ve organik olarak kilitlenmeyi başaracaktır Bu kilitlenmenin sürdürüleceği gerçek dünya zamanı ise genellik le farkhdır. Aslında, bir gün içinde bile süre hiçbir zaman aynı değildir Milisaniye, saniye ya da dakika boyunca sürebilir Bu kilitlenme bağlantısının sonucu her zaman kişinin hissedebile-
69
cegi bir biçimde ortaya çıkmaz ve kişinin, bunun olması için, "özel" bir duruma bürünmesine gerek yoktur. Ama m ü m k ü n olduğunca tetikte olmalıdır. Kişi iç varlığını böylesi işlevler görmeye teşvik ettiği ve ona izin verdiği sürece, iç varlık, kişinin hayal gücünün de öte sindeki işlevleri yerine getirebilecek yeterliliktedir tç varhk iyi, yani uyumlu çalışıyorsa, bu kilitlenme anlarını kullanarak, kişinin almış olduğu enerji ya da etkiyi kendisi düzenleyecek tir. Bu süreci anlatırken "otomatik" kelimesini kullanmayı sevmiyorum ç ü n k ü bu, tekrar edilen ya da robotumsu bir sü reci akla getiriyor. "Doğal" kelimesini tercih ediyorum; çünkü bunu yapmak iç varlığın doğal işlevinin bir bölümü. İç varhk, doğru alım dalga boyuna yeterince uyum sağlarsa, kişi de do ğal olarak uyum içinde olur. Kişi, gelenekle belirgin biçimde bağlantılı bir hareket yapı yorsa, örneğin ders ya da teşbih, bu 10, 15 ya da 30 dakika içinde, neredeyse kesinlikle, okuduğu, dinlediği ya da düşün düğü şey, anlayışında güçlenir. Bu şeyler, bilinç düzeyinde' odak noktasına gelmeyebilir ama alt düzeyde odaktadır. Belli şeyler odağa geldikçe, kişinin iç varlığı, dış insanı bilinçli ola rak bir şey yapması için uyarmak ister ve böylece, dış insan da ha bilinçli sinyal biçimi alır. Bu sinyalin iletilme biçimi kişiye bağlıdır. Kişinin toplam varlığının bir parçası olan iç varhk, dış in sanın belli uyarıcılara nasıl tepki vereceğini bilir. Bu nedenle, zihin tarafından açıkça anlaşılacak bir sinyal gönderir. Sizin de takdir edeceğiniz gibi, bu tür bir sinyalin alabile ceği biçim sayısı sonsuzdur. Kişilerin anlama kapasiteleri fark lı olduğu için, iç varlık, kişiyi bir şey yapmaya, bir şey düşün meye teşvik edecek; hatta kendisini motive edecek veya ona rehber olacak bir imge veya resim gönderir. İç varhk, sinyali, sekiz duyudan biriyle anlaşılabilecek bir duyum olarak da gönderebilir Bu duyulup doğru olarak tanım70
landıgında da aynı görevi görür. Yani, kişiyi belli bir davranışa yönlendirir ve belli bir alana teşvik eder ya da uyarır. İletilen bu sinyallerin güçleri de farklıdır. Yalnızca bir öne ri biçiminde olabileceği gibi, kesin bir emir de olabilir. Bunlar tanım itibariyle, çok eğitilmiş sinyaller olduklarından, kişiyi belli bir hareket için uyarabilmeliler. Ne yazık ki, bu sinyaller bazen çok dolambaçlı bir düşünce ve hareket sürecinden geç mek zorunda kalır. Bu nedenle, hem kişiye ve hem de sinyalin bir imge mi, bir resim mi yoksa bir işaret mi olduğuna bağlı olarak çok güçlü bir şekilde başlayan sinyal yine kişiye bağlı olarak, hareketin olduğu noktaya ulaşıncaya kadar zayıflar. De diğim gibi, sinyal başlangıçta bireyin düşünce süreçlerinden ve şartlanmasından geçmek, bunu yapabilmek için de beynin ha reket komutunu verecek bölümüne gelinceye kadar belli mik tarda enerji harcamak zorundadır. Bu, mesajı ulaştırmak ya da hareketi yaptırmak için verilen sürekli bir mücadele veya savaş mıdır? İç varhk her seferinde bu süreçle mücadele etmek zorunda mıdır? Neyse ki hayır. Çünkü sinyal ya da dürtünün, yüzeye çıkıncaya kadar insanın içindeki orman ve sınırlardan geçmek zorunda olduğunu dü şünseniz de, bunu her seferinde yeniden öğrenmesi gerekmez. Bir sinyal ya da dürtü bu yoldan her geçtiğinde yolu biraz da ha temizler; çünkü enerjinin bir kısmı da geçit oluşturmak için kullanılır. Bu raylara benzer; rayların iyi işleyebilmesi için trenlerin düzenli olarak üzerlerinden geçip geçişleri tıkayan şeyleri temizlemesi gerekir. Bu iyi haberdi; kötü haberse şu: Belirli noktalarda bazı şartlanmalar sinyali, imgeyi ya da dürtüyü engeller Şartlanma, bunu "bunu kontrol edebilirim" diyerek yapar Engellenme genellikle, insanın bilinçli varlığının "Zihinsel bir şey geliyor" diyerek, bunu incelemek için Freud'la, Schopenhauer'le ve diğerleriyle ilgili ansiklopedik bilgilerini ortaya çıkardığı noktada gerçekleşir. Ne de olsa insanlara, değerli ya da kullanılabilir şeylerin bütün yönleriyle anlaşılması gerekti ği öğretilmiştir. 71
Bir dürtü ya da imge geciktirilebilir ama tamamen durdu rulamaz. Çünkü insanın iç varlığı sinyal geçişini denetler ve dış varlığın ne yaptığını bilir Bu nedenle, "aldatmaca" denen çok zekice bir taktik kullanır. Bu, zekânın dikkatini çekecek sahte bir sinyaldir; milisaniyelik farklarla iki farklı sinyal gön derir. Sahte sinyal "ilginç" olduğunu, diğeri ise "ilginç olmadı ğım" söyler; böylece zekâ sahte olanla ilgilenir ve onu kontrol etmeye çalışırken, gerçek sinyal engeli aşıp gider "Bu iç varlı ğın doğuştan gelen doğal bir yeteneğiyse, neden siz süreldi bizim aptal olduğumuzu ima ediyorsunuz?" diyebilirsiniz. Çünkü batı kültürü, ya böyle şeylerin saçma, doğa üstü olduğunu ya da "bunun sizi ilgilendirmediğini" söyleyerek bu işlemi aktif bi çimde engeller veya hevesinizi kırar. Batı toplumu, batı zekâsı ya da batı kültürü bu yeteneği yok edemez ama bir savunma pozisyonu almasına neden olabilir, bu da yeteneği durağan kı lar. Bu d u r u m d a yetenek güvende ve korumalıdır ama etkisini göstermesine izin verilmez; tıpkı elleri bağlanmış bir insan gi bi. Varolan karışıklık, endişe ve engellemelerin çoğunun ne deni, kişinin yapması gereken bir şey olduğunu bilmesi ama engellendiğini ya da bunun kendisine yasaklandığını hissetme sidir. İnsanlar, ne yazık ki bu tatminsizlik ve engellenme duy gusunu, kendi içlerindeki bir şeyi suçlayarak açıklarlar Çün kü, bu duyguların mantıklı bir kaynağının olması gerektiğini düşünmeleri sağlanmıştır, yani bir şeyi suçlamak için bir neden olmalı. Yine ne yazık ki, insanlar önce kendileriyle başlar: "Suç benim, ben işe yaramaz bir aptalım" ve şöyle devam ederler: "Denedim ama başaramadım. Belki de kullandığım yöntem hata lıdır" 1. adım kendini suçlamaktır ama bu kişiyi rahatsız eder; bu nedenle 2. adım, suçu başka birisine veya bir şeye yıkmak tır: "Ben elimden geleni yaptım ama şu bana izin vermiyor, yani o benden daha suçlu" 1. ve 2. adımları takip eden 3,4,5. ya da sonsuz adım üretilebilir Örneğin 3. adım, "Seyh efendi banabıınu yapmamı söyledi ama işe yaramadı" diyerek suçun bir kıs mından daha kurtulmaktır.
72
Arayan b u l u r Suçlayacak bir şey ya da birisini bulmak is terseniz, bulursunuz. Sorunun burada değil orada olduğuna karar verirseniz, sorunu orada bulursunuz; orada değilse de siz böyle olmasını sağlarsınız. Bunu herkes bilir ve kabul eder. Pe ki bu konuyla ilgili ne yapıyorsunuz? Yapacak ilk şey, olayları bir mercek altına yatırıp objektif, gerçekçi bir bakış açısından bakmaktır Yani olayların pozitif mi negatif mi olduğunu dü rüstçe değerlendirmelisiniz. Objektif gerçekçihk diye bir şey, sizi temin ederim ki var; mesela ben hayal gücünüzün bir ürü nü değilim. Böylece, bu iki oldukça basit ölçeği olaylara uygularsınız. Eğer bu olay yararlı ve degerliyse onu geliştirir, güçlendirirsi niz. Eğer bu bir engelleme ya da negatif bir olaysa, bu kriterler olayı açıklığa kavuşturur veya bundan kurtulma yolunu ya da onu çözme yolunu gösterir. Şu anda bizim yaptığımız şey de budur: Bütünsel hareket. "Peki, bunu deneyebilirim." Hayır, bunu yapın. "Sanınm ya pabilirim" Yapabileceğinize inanın. Hatta bu durum için şunu bile söyleyebilirsiniz: "Şeyh efendi böyle söyledi, o yüzden bu ka nundur " Söylediğim şey benim eğitimime, deneyimime ve bilgime dayanıyor. Ben yolculuğu yapıp geri döndüm. Yani önünüzde ki yolda karşılaşacağınız sorunları, karmaşaları ve karışıklıkla rı biliyorum. Gelenekte irşad eden bizlere, saf teori öğretme hakkı veril memiştir. Gelenekte teori vardır, kesin, sağlam, şekillendirmeli ve sistematik. Teorik sunuşun bütün etkenleri vardır Bir mürşidin işlevi, teoriyi bilmek, öğretmek ve pratik dü zeyde uygulanabilecek biçimde sunmaktır. Mürşit, teoriyi yorumlamaz, açıklar, nasıl uygulandığına dair örnekler verir ve geleneği sürekli ileriye taşır Şu anda, dünyanın her yerinde, gelenek içi gelişimin her aşamasında insanlar var Bu, gelenek te ancak insanlar yoluyla sağlanabilen sürekliliği garanti eder. Batıda güç merkezleri ya da güç evleri olarak adlandırılan 73
yerler bir ihtiyacı, bir gerekliliği karşılamak için vardır Bu çok sayıdaki güç merkezlerinin her biri, bir kısmını depoladığı, bir kısmını talebe göre erişime sunduğu ve bir kısmını yolladığı sonsuz miktardaki enerjiyi üretebilecek kapasitededir. Güç merkezi, aldığı ve ürettiği enerjinin bir kısmını depolarken bir kısmını da iletir (Şekil 3). Bir kısmı ise, gezegen yüzeyinden ve yüzeylerinden belli bir noktaya inen Dalga Sistemi dediğimiz sisteme yollanır. Yollamak, bir şeyi tam olarak yerleştirmektir; bu, zamanın belli bir noktasında başlatılan bir dalgadır. Bir mi lisaniye sonra başka bir dalga yollanacak ve bu, sonsuza kadar sürecektir. Dalganın türüne, yani saatler sonra mı, aylar sonra mı, yıl lar sonra mı veya belki de yüzyıllar ve nesiller sonra mı yüze ye ineceğine, yollamanın kontrol ve denetimi karar verir. Dal gaların yüzeye inişi tahmin edilebilir çünkü eğri bir modeli ta kip ederler. Bu enerji potansiyelinin amaçlarından biri, gelenek için bir enerji yatırımı yapmak ve gelecekte insanların, grupların, aile lerin, nesillerin bundan yararlanmasını sağlamaktır. Daha son ra ortaya çıkacak enerji pozitif olacaktır; gerekh becerilerden biri de gelecekte ihtiyacın ne kadar olacağını tahmin edebil mektir. Bu, bir kısmı daha sonraki denklemin cevabı olacak bir denklemdir. Diyelim ki, söz edilen zamanda 1172 derece pozi tif enerji erişilebilirliği olacak. Denklemin diğer tarafında, o zamanda negatifin ne kadar olacağının tahmin edilmesi gere kir. İlk sayı ikinciden %10-15 fazlaysa, bu mükemmel bir denklemdir; böylece belirlenen zamanda % 10-15 fazla enerji elde edersiniz. Mükemmel denklem dediğimiz şey budur ve eğer bunu başarırsanız, tatmin olacak bir nedeniniz var demek tir. Ancak gelecek için yaptığınız bu denklem ya da tahmin, en tahmin edilemeyen ve karmaşık etkenlerden birini, ısıyı, nemi, sıcaklığı ya da depremi değil, insan etkenini göz önünde bu lundurmalıdır. Zamanın o noktasında insanlar ne kadar nega74
tif olacak? "Korkunç derecede negatij olacaklar; bu yüzden hay di, çok enerji yükleyelim" dediğinizi varsayalım. Eğer bu kadar değil de biraz kötü olurlarsa, fazladan yüklenen miktar maale sef israf olur; çünkü bu enerji özel olarak hedeflenmiştir. Bu nedenle, kişinin belli bir zamandaki potansiyeli tahmin etmesi gerekir. Yakın zamanda, negatiflik derecesinin çok büyük olduğu zamanlar olmuştur. Öyle ki, eldeki pozitif, negatifin tamamını ortadan kaldıramamış, yalnızca bir bölümünü yok edebilmiş tir. Bu güç merkezlerinin birini kullanmak, çok zeki olmaya çalışmak ya da kendini tanrı saymak değildir. Diyelim ki, bir savaş çıkacağını tahmin ediyorsunuz. Kişi, bir savaş ya da an laşmazlık d u r u m u n u düşünerek, "İnsan eğilimlerini göz önünde bulundurarak, şu kadar bir alam koruyacağız," diyebilir ve böy lece, fazladan yüzde üçlük güvenli alan elde eder. Ama insa noğlunun normaldeki tahmin edilemezliği, savaş ya da anlaş mazlık durumlarında çok daha artar. Ancak, savaşlar genellik le yayılır; yani insanlar yok etmek, öldürmek, rahatsız etmek için yeni yöntemler icat eder. Eğer küçük bir anlaşmazlık ala nında, elde bulunan enerji yeterli miktardaysa, bu, anlaşmazlı ğın siyasi ya da sosyal bir savaş düzeyine indirilmesini sağlaya caktır. "Eğer enerjiyle yatırım yapma imkânı varsa, neden bütün savaş ve anlaşmazlıklar durdurulamıyor?" diyebilirsiniz. Cevap çok basit: Çünkü anlaşmazlıkların çözümü, insanlığın kendisindedir; ve eğer insanlığı kendisinden korursanız, anormal bir durum oluşturmuş olursunuz. Tarih ya da gelenek, savaş ya da anlaşmazlığın kıyısına ka dar gidebileceğimizi ve sonra, "dünya dışından kaynaklanan bir şey olacağını ve sonra her şeyin muhteşem olacağım" söyler. Eğer tarihte ya da ırkların hafızasında böyle bir şey olsaydı, insanlar neşeyle savaşın kıyısına gider ve tepesi üstüne savaşın ortasına düşerdi. Yapılacak en iyi şey, insanlara nasıl isteyeceklerini ve elde edince nasıl kullanacaklarını bildikleri sürece, kendileri ve toplum için genel bir enerji kaynağı olduğunu söylemektir. 75
+ 1172 derece Yatmlan Pozitif Enerji
Enerji Merkezi
1052derece Kullanılan ve ihtiyaç d u y u l a n enerji
X m i k t a r d a pozitif Enerji dalgası + 120 derece israf edilen enerji Belirli bir A m a ç ve n e d e n için d e p o l a n a n ve dağıtılan enerji
Kişisel k u l l a n ı m için kalan enerji Şekil 3'
Tekkeler ve Teknikler Geleneği açıklar veya öğretirken, her zaman belli bir ölçü de kişisel temasa ve sözlere ihtiyaç duyarsınız. Ancak ne mut lu ki, hangi şartlarda olursa olsun, zaman unsuru ya da mesa feye bakılmaksızın bir temas kurulduktan sonra iletim etkeni, yani alma ve iletme geçerli olur. Öğretimin bir yönü özellikle temasa dayanıyorsa, her nesneyi "duyarlı" hale getirip onu ki şiye vermek ya da kişinin erişebileceği bir yerde bulundurmak m ü m k ü n olur. Sözlü ifadenin bazı alanlarında belirli sınırlamalar vardır. Sınırh sayıda dil biliyorum ve eğer dillerine tam olarak hakim olmadığım kişilere hitap edersem, çevirmenin yetersizliğini ta mamlamak için değil, mesajın tam olarak anlaşılmasını sağla mak için, aynı zamanda başka bir iletişim yöntemi kullanmam gerekir. Geleneği batıda öğretmekle ilgili sorunlardan biri, farklı şartlanma seviyelerindeki insanlarla ilgilenmektir. Bunu yen meniz ve onları belli teknik terimleri öğrenmeye teşvik etme niz gerekir. Geleneğin her zaman işlevsel olduğu doğu bölgelerinde bu sorun yoktur. Türkistan'da belli bir tabiri kullanırsanız, insan lar bu tabirin anlaşıldığı bir toplumda yetiştiği için, sıfırdan, tabirlerin anlamını açıklamanıza gerek yoktur. Bu tabirlerin çoğu, onların toplumunda günlük deyişlerdir; örneğin, Afga nistan'da birine, "Şu insanın belli bir özelliği var" diyebilirim. Aynı anlama gelen beş veya altı kelime var Yani birinin ruhsal anlamda bir özelliği olduğunu söylemek istiyorsam, sözünü et tiğim özelliği bilenlerin anlayacağı, özel bir kehme seçebilirim. Birkaç yıldır, kullandığım belli teknik terimleri tanımaya baş-
77
ladiniz; umarım, bazılarının belirli ve kesin olduğunu ya da bir kavramı ifade ettiğini anlıyorsunuzdur İnsanların, kullandığı nız kelimenin yalnızca anlamını değil, aynı zamanda ifade etti ği kavramı da anlamasını ve böylece neden o kelime ya da ta biri kullandığınızı öğrenmesini sağlamak için, doğru kelime ya da tabiri seçmekle ilgili sorunlar olabilir. Gerek konuşan insa nın kişiliği ve ses tonu nedeniyle, gerekse o insanın fikrini ta şıyan eşzamanlı iletim nedeniyle, kelimeler belli bir fikir taşır Konuşurken kullandığınız fikir iletiminin elbette, dereceleri ve sınırlan vardır Bunu aşırı kullanırsanız, insanlar üzerinde ne redeyse hipnotik bir etkiniz olabilir ya da bu aşırı iletimi insan lar, kendilerine bir saldırı olarak algılayabilirler. Fikrinizi söz lerinize yansıtmanız ama aynı zamanda, dinleyenlerin fikrinizi anlamasını ve size katılmasını sağlayacak bir enerji, bir dalga da iletmeniz gerekir. Sözlü anlatım olmadığında, nesneler, hatta mekânlar üre tebilirsiniz. Kişiyle pozitif anlamda uyum sağlaması ve algıla ma modlarını etkilemesi nedeniyle, bu nesneler ve mekânlarla temas kurulması da fikir faktörünü taşır. Bu bağlamda, tekke lerle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Tekke, genellikle bir odadır; kesin ölçülerle ve özel materyallerle inşa edilerek dü zenlenmiş bir bina, tekke için en iyi ve doğru tercihtir. Tekke, enerjiyi alır, depolar ve kullanır. Kişiyi birçok farklı düzeyde etkiler. En ilkel düzeyde, insanların bir odaya yani tekkeye gi diyor olmaları gerçeği bile, onlara oranın güvenli bir yer, bir cennet olduğunu, oradaki bütün faaliyetlerinin gelişip güçlen diğini ve böylece gelenekle aralarındaki ilişkinin arttığını dü ş ü n d ü r ü r Eğer özel olarak oda şeklinde bir bina inşa etmek m ü m k ü n değilse, herhangi bir oda da tekke yapılabilir. Tekkede bulunması gereken belli unsurlar vardır. En temel unsur, eğer duvarlar ve yer; ahşap, taş, mermer gibi doğal bir maddeyle kaplanmamışsa, yerleri halıyla, duvarları da bazı de korasyon araçlarıyla m ü m k ü n olduğunca kaplamalıdır Eğer duvarlara bir şey asmak mümkün değilse, renk kullanmak da olasıdır Bunun nedeni, çimento ve plastik gibi yapay maddele78
rin, ihtiyaç duyulan enerjiyi emme ve koruma özelliğinin ol mamasıdır. Bu nedenle, odayı düzenlemeye çalışmalı, sonra bu etkiyi arttırmak için farklı şeyler eklemelisiniz; geleneğin beUi bazı şekil ve motifleri gibi gelenekle ilgili veya geleneğin sanat çıları tarafından yapılmış nesneleri de kullanabilirsiniz. Tekke de, kişi niyetini odaklayacağı yönü behrier ve bütün bunlar ya rarlı işlevine katkıda bulunur. Eğer bir oda ahnarak bu temel kurallara m ü m k ü n olduğunca uymaya çalışılırsa, yani birinin evindeki bir oda tekke yapılırsa, bir grup insan o odada ilk kez toplandığında etrafa bakarak, birbirlerine veya kendilerine, "Burası artık bir tekke" diyebilmelidir. Bu basit tepki, kişi ya da grup tarafından tekkenin teyit edilmesidir ve o tekkenin, nere de olurlarsa olsunlar, diğer tekkelerin işleyişine katılmasını sağlar. Tekkeler gelenekte "yağ damlası" dediğimiz bir şeyin par çasıdır. Bir kağıdın üzerine, farklı yerlere yağ damlatır ve bir süre bekletirseniz, yağ damlalarının yayılıp birleştiğini görür sünüz. Elbette, bir yağ damlasının yayılabileceği belli bir sınır vardır; bu nedenle pratik açıdan bakıldığında, daha fazla dam la olması daha iyidir. Bir odayı tekke yapmak, ona uyumlu bir işlev kazandıra rak, birey ya da grubun diğer insanlarla başka bir bağ kurma sına izin verir. Grupla tekke arasındaki ilişki, bütünsel hareket alanına girer. Tekke bir işlevi yerine getirmek için oradadır. Tekkedeki insanların varlığı da, bu işlevi yerine getirmesini ve sürdürmesini sağlar. Mevlânâ Celâleddin-i Rûmi'nin "içinizde bir tekke kurun." diye bir sözü vardır. Tekke kavramına baktığınızda, b u n u n çok doğru olduğunu görürsünüz; çünkü tekke, kişinin içinde gü venli bir yerin, bir cennetin, yararlı biçimde çalışabileceği bir mekânın olması demektir. Bir tekkenin tam olarak işleyebilmesi için, benim orayı zi yaret etmem iyi olur. Bunun bazı teknik nedenleri vardır; örne ğin belh nesnelerin, halıların daha iyi düzenlenebileceğini gös79
terebilir ya da renk ve dekorla ilgili önerilerde bulunabilirim ve binanın tipine göre, tekkenin faaliyetini arttırabilirim. Bütün bunlar şu anlama geliyor: Belli bir madde ya da komşuyla ilgili bir sorun yüzünden bir işlev bozukluğu belirlersem, tekkenin başka etkenlerle bu rahatsız edici ya da nega tif unsurlardan yalıtılmasını sağlayabilirim. Burada yapılmak istenen şey, çıtayı m ü m k ü n olduğunca yükseltmektir. Eğer tek ke, uygun ve mantıklı bir değişiklikle, binde bir bile daha etki li olacaksa, bu değişiklik yapılmah. Batıda resmî olarak balo salonu, müzik odası ya da müze şeklinde sınıflandırılmış bazı tekkeler vardır. Batıdaki bu me kanlara, dengeleyici nokta anlamında "linchpin" denir Bu, te kerleğin dönmesini sağlamak için dingile takılan çivi anlamına gelebilir; dağcılıkla ilgili biraz bilgisi olanlar da, dağcıların çi vi çakıp onlara tutunarak ve sürekli dua ederek, kendilerini yukarı çektiklerini bilir. Ama belli bir noktada, gerçek bir gü venlik bağı olan "linchpin" vardır Diğer çiviler rüzgardan ve ya başka bir şeyden dolayı düşse bile, "linchpin" onları tutar. Batıdaki bu tekkelerin, yerel güç kaynağı merkezleri oldu ğu da söylenebilir. Bu, elektrik kaynağına benzer: Bir üretici is tasyon, bir de yerel bölgelerde güç dağıtımını yapan istasyon vardır, resmî olarak batıya has tarihi anıtlar şeklinde sınıflan dırılan bu tekkelerin çoğu, dekore edilmiş, farkh biçimde bo yanmış ve içlerine sıra dışı nesnelerle mobilyalar konmuştur. Hatta bazıları katedral olmuştur Değişiklikler, eklemeler ya da boyama, bu tekkelerin işlevini bozmamıştır. Çünkü güç açısın dan bunlar temel tekkelerdir. Bu tekkelere ne yaparsanız yapın, işlevi devam e d e r Bu binalardan biri yok edilse bile, daha ön ceki yerinde, boşlukta yine aynı k o n u m u n u alır. Taş, mermer ya da tuğla yok edilebilir ama o yerin temsil ettiği ve o alanın sonradan duyarlı hale getirilmesiyle devam edecek olan enerji kaynağı yok edilemez. Tahmin edeceğiniz gibi, geleneğin batıyla temasının ilk yıl larında, dini, siyasi ve toplumsal tavırlar çok katı olduğu için, 80
birinin, diyelim ki 11. yüzyılda, daha önce karariaştırılmış bir yere gidip, o yerin rahibine veya mülk sahibine "Merhaba, ben buraya bir tekke yapacağım" demesi mümkün değildi. "Merha ba" diyorlar ama insanların zaten anlamını bilmedikleri "tek ke" kelimesini genelhkle kullanmıyorlardı. Bunun yerine muh temelen şöyle diyorlardı: "Size şöhret ve görkem getirecek hari ka bir fiknm var, kubbeli odaları olan bir kale yapacağız ve ora ya davet ettiğimiz insanlar size iltifat edecek." İnsanların cevabı, "Ne kadar derin, insancıl bir fikir," şeklindeydi. 11. yüzyılda bir grup marangoz, müteahhit ve oymacı var dı ve bunlar, çok ucuza çalışıyordu. Bu göçebe ustalar, daha sonra marangozlar, inşaatçılar ve diğer ustalar arasında kardeş likler kurdu. Rahip ya da mülk sahibi planı onayladıktan son ra, bu insanlar gidip inşaat alanının etrafına kendileri için kü çük evler kuruyor, kale veya katedrali yaptıktan sonra da gidi yorlardı. Böylece bir kale, katedral veya başka bir bina ve bu nun etrafında oluşacak küçük bir kasabanın temeli atılmış olu yordu. Bunun güzel bir örneği İspanya'da görülür. Bildiğiniz gibi, Endülüs Müslümanları El-Hamra Sarayı ile Generalife Bahçele rini inşa etmiştir. Saray çok güzel ve dekoratif ama o günler için bile, lüks veya gösterişli değildi. Endülüsler bunun olduk ça yakınında, Medine Ezzahara adh güzel ve gösterişli, duvar ları mücevherlerle süslenmiş, dünyanın her yerinden getirilen renkli mermerlerle döşenmiş başka bir şehir daha inşa ettiler. Burası zengin görünüyordu, zengindi de. Artık terimleşmeye başlayan bir kelimeyle ifade edecek olursam, Medine Ezzahara bir aldatmacaydı. Ferdinand ve Isabella ispanya'yı yeniden fet hedince, değerli ve ender mermerler, değerli taşlarla süslenmiş mermerden taçlar ve benzeri şeyler yüzünden, Medine Ezzahara'nın saray ve camilerini boşalttılar. Bütün bunları alarak ken di binalarında kullandılar. Yalnızca El-Hamra'yı bıraktılar; çünkü orada yalnızca alçı ve tuğla vardı. Ezzahara'nın taşları ve mermerieriyle ilgili ilginç olan şey, yakınlarda bulunan çok büyük bir Benediktin manastırını 81
oluşturan maddelerin çoğunun Ezzahara'dan alınmış olması dır. Bu manastır, ziyaretçileri çok sevmeyen ve her ay üç kar deşin alışveriş yapmak için dışarı çıktığı, çok kapah ve sessiz bir Benediktin silsilesine ait. Manastırın küçük kilisesi; deko ru, elişleri ve orada olduğu söylenen genel ambiyansıyla bütün İspanya'da tanınır. Yıllar önce, ben genç ve maceraperestken, bunu kontrol et menin elimde olduğuna karar vererek manastıra ön kapıdan girmeyi başardım. Benediktinlerin üst düzey bir üyesi gibi gi yinmiş olmam ve sessiz bir tarikat oldukları için konuşmama gerek kalmaması işimi kolaylaştırdı. Sonra beni küçük kiliseye götürdüler. Çok etkileyici, gü zel, çok serin, çok ılık ve yaklaşık altmış metre enindeydi. Du varların yüksekliği 18-19 metreydi; sağdaki ve soldaki bütün duvarlarda Medine Ezzahara'dan alındıkları çok açık olan mer merden çiçekler ve geometrik desenler vardı. Ama küçük kilis enin gerçek sırrı, en sondaki duvardaydı. Sunağın arkasındaki duvarın genişliği, dört buçuk metreydi ve altın işlemeh bordo bir perdeyle tamamen örtülmüştü. Başrahip bana kiliseyi gez dirip buradaki şeyleri gösterdi. Sonra elimden tutup beni suna ğın önüne götürerek iyi görebilmem için geri adım attı. Perde yi çekince, arkada Kufi yazıyla yeşil mermere yazılı bir levha vardı: "La ilahe illallah, Muhammedün Rasulullah." Böylece, öğreti olarak kabul edilmeyen bir şey olsa da, de ğerli bir nesnenin değerini hiç kaybetmediğini görüyorsunuz. Degerh bir şey, duyarlı hale getirilen bir şey, kendisini zamana karşı korur. Gelenekte, bazılarınızın bildiği, "Keşkül" dediğimiz, batıda "dilenci kasesi" olarak da bilinen başka bir nesne daha var. Bu nu genellikle, "gezgin deıyişler" taşır ve yemek koymak ya da çorba toplamak için kullanırlar. Genellikle keşkülün dışı ve üs t ü n ü n bir kısmı, dervişin bağlı olduğu gelenek tarikatını göste ren bir desenle işlenmiştir. Arapça veya Farsça bir metin de işlenmiş olabilir. Üzerinde ise çoğu zaman her kenarda üç tane 82
çizik vardır; eger ne aradığınızı biliyorsanız, bu, dervişin belli bir miktarda enerjiyi birinden birine mi taşıdığını, yoksa taşı ması için başka birine mi vereceğini gösterir. Keşkülü veren ki şi bir kenardaki üç çizikten tutar, diğer kişi de üç parmağını di ğer taraftaki çiziklere koyar. Bunlar, bizim ilgilendiğimiz tek nik meselelerin yalnızca bir tanesidir Enerjinin iletilmesi ve alınmasında kullanılan yöntemlerin birçok biçim alabileceğini ve bunun hemen her durum, toplum ve ilişkide yararlı biçim de uygulanabileceğini gösterir Yararh olmasının nedeni, bu iletimin bazen kamufle edilmesi zorunluluğundandır Eger bir derviş başka bir dervişle veya enerjiyi iletmek istediği kişiyle karşılaşırsa ve enerji belli bir miktardaysa, bu enerjiyi keşkülü o insana vererek iletebilir; o kişi de, keşküldeki suyu veya çor bayı içer ya da yemeği yer. Böylesi bir alışverişi gören kimse bunun sıra dışı bir şey olduğunu düşünmez. Paranoyak olduğumuz için değil, insanlara geleneği öğre tebilmek için hukukî ya da siyasî sınırlamalardan bağımsız ola rak enerjiyi alabilmemiz ve iletebilmemiz gerektiği için bazen çok gizli biçimde hareket ederiz.
83
İşlev ve Hareket Belli bazı nesne ve tekniklerin yararını açıklamak için, kı yafetin yararı ve işleviyle sırrın kullanımından biraz söz etmek istiyorum. Gelenekte birçok farklı ekol, birçok farklı tarikat vardır. Bunlar isimlerini tarikatın kurucusundan, tarikatın tarihindeki önemli bir şahıstan ya da tarikatın yapısını tarif eden bir ta nımdan alır. Bizim ilişki kurduğumuz geleneksel tarikatların, kendileri ne has özel kıyafet ve kostümleri vardır. Belli bir tarikatın kul landığı renkleri biliyorsanız ve gittiğiniz yerde bu renkte giysi lerin kullanıldığını görürseniz, kimin hangi tarikata bağlı ol duğunu hemen anlayabilirsiniz. Hatta muhtemelen, o kişinin tarikat içindeki k o n u m u n u da anlayabiUrsiniz. Her tarikatın öğretim yapısının yanı sıra, özel bir yönetim yapısı da vardır. Yönetim yapısı, bir tarikattaki kayıtları ve ya zılı işlemi sürdürerek bu zincire bilgi ve talimat aktarabilmek için gereklidir. Öğretim yapısındaki insanlar profesyonel mür şitlerdir. Onların işi, insanları bir düzeyden başka bir düzeye getirecek biçimde öğretim vermektir. Bir ya da iki düzey ile il gilenen bir mürşit, müridi daha sonra daha üst düzey ile ilgile nen mürşide gönderecektir. Geleneksel tarikatlar arasında çekişme ya da rekabet yok tur; tam aksine, hepsi aynı hedefte birleşir. Taktikleri ve yön temleri farklı olabilir; kullandıkları belli pozisyonlar veya zi kirleri o tarikata hastır. Bazı tarikatlarda müzik kullanılır, bazı larında ise hareket ağır basar. Bir tarikata baglıysanız, başka bir tarikatla "Onlar müzikle birlikte sesli olarak zikrediyor, bizse müzikle sessiz olarak. Hangisi daha iyi?" gibi bir karşılaştırma 84
yapmamalısınız. Bir tarikatın kullandığı her yöntem, kendi lerinin oluşturarak geliştirdiği bir yöntemdir. Onların müziği, onların zikir hareketiyle uyumludur ve onu güçlendirir. Bizim zikir sırasındaki sessizliğimiz de bizim enerji kullanımımızı güçlendirir. Farklı tarikatların farklı evradı, birbirlerinin yeri ni tutmaz; çünkü bunlar diğer tarikatların yapısına uygun ol maz. Sık sık "Orta Doğu'da ve Kuzey Afrika'da şuraya gittim. Ru fai tarikatına ait bir tekkeyi ziyaret edip toplantılarından birine katıldım. Bu beni gerçekten çok etkiledi. Rufaî evradının bir kıs mını uygulamak bizim için mümkün olur mu?" şeklinde sorular la karşılaşıyor ya da mektuplar alıyorum. Bu soruların cevabı elbette, hayır. Bu örneği ele alırsak, Rufatler genel olarak inleyen derviş ler olarak bihnen, geleneksel bir tarikattır. Kurucularının geliş tirdiği yönteme göre, bir kelimeyi yavaş yavaş bir heceye indi rerek inleme gibi bir ses çıkarttıkları, bir nefes alıştırması ya parlar. Bu nedenle, birisi "Biz de biraz bu ses alıştırmasını yap sak..." derse, eğer kendimi yardımsever hissediyorsam, "Benim bu sesi çıkardığımı görünce sen de yapabilirsin; ama beklerken ne fesini tutma" derim. Eğer farklı tarikatların kullandığı yöntemler kendi disip linlerinin bağlamından çıkarılırsa, bu, üst düzey bir varolma durumu gibi görünen bir duruma neden olabilir. Ayrıca, bir şe yi kendi düzeni dışında kullanmaktan kaynaklanan bir sanrı da olabilir. Örneğin, hızlı soluma diye bilinen bir nefes alıp verme yöntemiyle, görünüşte, cezbe hali gibi bir durum oluşturmak kolaydır. Geleneksel tarikatların iki tanesinde, "hızlı soluma" dedi ğimiz şey vardır. Ancak bu, hipervantilasyona yol açmaz; çünkü insanlar bir araya geldiğinde, hızlı solumaya başlama dan önce vücut sistemini buna hazırlayan ve hipervantilasyon oluşmasını engelleyen bir hazırlık süresi vardır Zikir, hızlı so lumanın kısıtlı bir süre kullanıldığı ve biraz devam ettiği bir 85
noktaya yükselir, sonra da normal nefese dönülür; yani bu, ge nel dairenin bir parçasıdır Eger hızlı solumayı sürecin geri kalanından ayırır ve ge rekli hazırlığı yapmadan bununla başlarsanız, sistem buna ha zır olmadığı için, zararlı bir durum oluşturmuş olursunuz. Sis tem ona karşı savaşır çünkü onu istemez. Yani, geçerli olan bir çok yöntem var ama ancak kendi bağlamları, kendi disiplinle ri içinde. Bazı teknikler, diğerlerinden daha dramatik göründüğü için daha çekici gelebilir. Ama bu en iyi ihtimalle, karışıklığa neden o l u r Buna örnek olarak müzik kullanımını gösterebili riz. Nakşibendi Tarikatında bizler, müziği seçici olarak kullanı yoruz; yani bu farklı bir coğrafî bölgeye, farklı bir iklime uygu lamak istediğimiz belli etkenlere bağlıdır ve bu etkenler o böl genin şartlarına göre düzenlenebilir. Bunu anlamazsanız, karı şıklığa ve sorunlara neden olursunuz. İnsanlar o zaman şöyle der: "Şu ülkede bir Nakşibendî tekkesine gittim, orada müzik yoktu. Siz bize müziği öneriyor sunuz, biz de kullanıyoruz. Doğru olan hangisi?" Cevap, her ikisi de doğru. Farklılıklar, alıcı böl genin şartlarından kaynaklanıyor. Ben batıda müziği, ilave bir yöntem, yararlı bir işlev olarak kullanıyorum. Bu, etkenlerden bir tanesi. Nakşibendî Tarikatı müziğe dayanmaz. Nakşibendî Tarikatı alıcı insanların, duygularıyla tanımla yıp kullanabildiği her virdi kullanabilir Aslında Nakşibendiler müzik dinlemez. Bu nedenle, müzik kullandığınızda, bunun yalnızda fon olmasını tavsiye ediyorum. Biz, müziği kendimizi vererek dinlemiyoruz. Kullanılan müziğin hoş ve uygun olma sı gerekir çünkü. Yalnızca fon da olsa, insanlar onu duyar ve al gılar. Kişi, uyumu fark eder ve bunu, aldığı enerjiyle birleştirir. Bu nedenle, müzik, kullanabileceğimiz birçok araçtan bir tane sidir. Hindistan'ın kuzeybatısı ve Pakistan'da çok güçlü ve yay gın olan ve zikir sırasında ellerini çırpan Şisti adında diğer bir geleneksel tarikat var Ashnda bu alkışlama, zikirlerine nasıl 86
dahil olduğu bilinmeyen bir icat ve teknik açıdan bazen olduk ça büyük karışıklığa yol açıyor. Bir kere, babamla birlikte ŞistT Tarikatı'nın kurucusunun türbesinin bulunduğu Keşmir'de yü rürken bir Şistî tekkesinin önünden geçiyorduk. Babam, alış kanlık olarak bir asa taşırdı; yürürken ihtiyaç duyduğu için de ğil. Asayı, insanları teşvik etmek ve uyarmak için kullanıyor du. Biz tekkenin önünden geçerken, içeridekiler de tam bu rit mik aljiişlama noktasına gelmişlerdi, babam içeri girip, yetişe bildiği herkese hızlıca vurdu. Onlar şoku atlattıktan sonra da şöyle dedi: "Bu yöntemi bırakın çünkü bu yerleşik bir şey değil. Bundan kurtulduğunuzdan emin olmak için, tekkenin kapısına sü rekli nöbetçi koyacağım; elinizi çırpacak olursanız, içeri girecek." Bu hatalar, yanlışlar, icatlar nereden çıkıyor? Bir tarikatın koruyucuları, insanların her fırsatta "Bu kulağa hoş geliyor, bu nu biz de yapalım" diyerek yeni şeyler icat ettiği gerçeğini yete rince önemsemezse böyle şeyler olur. Böylesi bir şey, tarikatın denetim organının katı kurallar koymak istemeyişi ile de ilgili olabilir. Şöyle düşünüyor olabilirler: "Bu tarikatta olmak, in sanlara yardım etmek, onları gelişmeye teşvik etmek demektir Bu nedenle, onların mantıklı olduğunu düşünmeli, onları yönlendir meli, iltifatlarla idare etmeliyiz." Bütün bu idare etme, açıkla ma, iltifat etme, kibar ve düşünceli davranma taktikleri gerek lidir, hatta bunların bazılarını ben de kullanıyorum; ama bun ların çok somut bir temeli olmalı. Belli bir adım atmak, belh bir aşama kaydetmek için belirli bir durum oluşmah ve belirli bir tür etki kullanılmalıdır. Bu gereklilikler yerine getirildikten sonra, bir derece esneklik getirebilirsiniz. Temel, talimatlar, formüller Arapça'dır; ama İngilizce, Almanca, Fransızca veya başka bir dille öğretilebilirler. Temeldeki öğretinin temsil etti ği değerleri öğretmeniz önemlidir. Her zaman sizin iyiliğinizi istediğim ve böylesi şeyleri an lamak için çok fazla çaba ve zaman harcamanızı istemediğim için, size, görülebilen ve görülemeyen hiyerarşiyi açıklayayım: Geleneksel bir tarikatta bir Şeyh, bir yüce Şeyh, bir de Pir var dır. Birisi kendi tarikatında yüce Şeyh olduğunda otomatik ola87
rak, diğer kardeş iarikatların da Şeyhi olur. Çünkü, bu düzeye gelindiğinde, tarikatlar aynı gizli bilgileri paylaşır. Görülebilir Şeyhlik, yüce Şeyhlik ve Pirlik makamlarının üstünde, şu anda kafa yormanıza gerek olmayan başka bir hiyerarşi daha vardır. Genel olarak bilinen ve kabul edilen tarikatlara ek olarak, geleneksel bir tarikat daha vardır: Melamilik... Bu tarikat hak kında çok söylenti olduğu için, bundan biraz söz edeceğim. Melamiler, geleneksel tarikatların birine dahildir, yani NakşibendîMelamî, Kadiri Melamî ya da Şistî Melamî olabilir. Bu tarikata kişi kendisi katılmaz, davet edilir; üye olmak için başvurulamaz. Melamî tarikatının özel bir işleyişi vardır. Bu ta rikat, geleneksel tarikatların şeyhlerinden oluşur; bu nedenle diğer b ü t ü n tarikatlara yardım eder ve onlarla birlikte çalışır. Melamiler, geleneğin şok toplulukları ve şok emicileri olarak görülür. Çünkü Melamî "suçlama yolu" demektir. Melamîliğin işlevlerinden biri, kendilerinden birinin nega tifi emmemesi halinde büyük ölçüde negatif ya da yok edici et kiye neden olabilecek durumlarla uğraşmaktır. Melamiler ma zoşist eğilimli değildir. Negatifi emince, ki bu onların işi, ken dileri negatif olmaz çünkü negatifin nasıl yok edilebileceğinin eğitimini almışlardır. Oldukça basit olarak şöyle diyebiliriz: Melamî tarikatının bir üyesinin emip yok edebileceği negatifin miktarı, tam olarak, normal ve psikolojik anlamda, bir insanı küle çevirecek kadardır. Bu konuda bir Nasreddin Hoca hikâyesi anlatılır: Hoca, Melamî olabilmek için kendisini yeterince geliştirdiğine karar vermiş. Büyük zorluklarla, Melamî tarikatından birini bulmuş; ona haber ulaştırmış, mektuplar yazmış. Derviş sonunda, ona "Gelecek Cuma, sabah lO'da gel" diye bir haber yollamış. O da, o gün kervansarayda yaşayan dervişi ziyarete gitmiş. Bu derviş iyi bir aileden, asil bir insanmış; bu nedenle Hoca, onun görüş üme odasının, lüks değilse bile, en azından rahat ve güzel olaca ğını düşünüyormuş.
içeri girmiş ve "Ben şu kişiyle görüşmeye geldim" demiş. Ka pıdaki görevli, "Şu taraftan bekleme odasına geçin" demiş. İçeri girince, odanın güzel halılar ve dekorasyon araçlarıyla bezen miş çok rahat bir yer olduğunu görmüş ve oturup kendi ken dine şöyle demiş: "Evet, işte Melamî hayatı bu; tam bana göre..." Zaman geçmiş, Hoca etrafına bakınmış, gezinmiş ve odada yarı açık duran başka bir kapı görünce içeri bakmış. Burası, bekleme odası kadar büyüklükte, halisiz ve mobilyasız bir odaymış, yalnızca yerler külle kaplıymış. Hoca, "Bu Melamiler de biraz tuhaf insanlar, bu tür şeylerden hoşlanıyorlardır belki ama eminim kendi dairesi muhteşem bir yerdir" diye düşünmüş. Biraz sonra bir görevli, kendisine çay getirince. Hoca iki saat tir beklediğini söylemiş. Görevli, "Merak etmeyin, sizi unutma dı; yalnızca, başvuranları sınavdan geçiriyor," diye yanıtlamış. Hoca, "Af edersiniz ama ya yan taraftaki küllerle kaplı oda?" de yince, görevli şöyle cevap vermiş: "Ah, evet,, o küller sınavı ge çemeyenler.." Gördüğünüz gibi, Melamîlik kişinin katılmaya çalışacağı bir tarikat değildir. Çünkü bu tarikata başvuramazsınız. Bir sı navı yoktur, üyelik sınırlıdır ve yalnızca davet yoluyla olur. Söz etmek istediğim diğer bir konu da zikir ve rabıtanın farklı işlevleridir Zikir, geleneğe göre, bir insana verilen bir kelime ya da lafızdır Bunu düzenli olarak tekrarlarlar ve belli şartlar altında bu zikir, enerjiyi elde ederek yararlı biçimde kullanmaya yardımcı o l u r Basit tanımı budur. Rabıta ise, kişi bir süre gelenekte kaldıktan sonra kendisi ne verilir Bunun belli bir zamanı y o k t u r Bir süre sonra kendi liğinden gelişir Bu, onların gelişme süresine veya mürşidin, müridin onu kullanabilecek duruma geldiğine karar vermesine bağlıdır Rabıtanın kullanımı daha özeldir Rabıta da bir kelime ya da lafızdır ve kişinin zikriyle aynı olabilir. Ama rabıta, zikir den daha özel bir biçimde kullanılır Kişinin kendi kendine, "Ben bu rabıtayı özel bir amaç için yapıyorum" demesi, benimle kilitlenmesini sağlar 89
Rabıtayı kullanırken, özel amaç her ne ise kişinin onu he deflemesi gerekir Bu, evradını güçlendirmek ve bu evradın belh bir bağlamda onlara daha çok enerji vermesini sağlamak için gösterdikleri çabada, benimle kihtlenmelerini sağlar. Zikir kadar sık kullanılmaz; çünkü kullanımı için belU, özel şartla rın oluşması gerekir. Kişi, belli bir pozitif veya negatif durum da, kilitlenme sağlamak istediğinden eminse, sorumluluk da o n u n d u r Bunun yararlı bir durum olup olmadığına kendileri nin karar vermesi gerekir. Eger bu yararh bir durum değilse, herhangi bir ceza, yok olma vs. olmaz; yalnızca çabaları boşa çıkar. Rabıtanın kullanımının yanlış bir yolu yoktur; daha iyi kullanma yolları vardır. Bu nedenle, seçici davranarak, kesinlik gösteren bir durumda odaklanılarak kuUanıhr. Rabıta için ön ce çaresiz kalmak gerekmez; kişi bir tür negatif veya pozitif oluşumun sonucunda rabıtaya başvurabilir. Eğer sonuç negatifse, bu bir yardım çağrısı, bir enerji talebi olabihr. Eğer pozitifse, bu, benimle birlikte olma isteğidir Bir mürşidin taşıması gereken özelliklerle ilgili birçok ki tap yazılmıştır. Bundan bahsetmemin nedeni, bu kitapların bi rinden bazı bölümler okuyup batılı anlamda bir karşılaştırma ya giren bir-iki kişinin olması. Bu kitapta mürşidin tipik özel likleri vardır; bu nedenle kitabı ellerine alır, bir kitaba bir ba na bakarlar Bu bana çok komik geliyor çünkü kimse -gelene ğe mensup olan ve bir mürşidin özellikleri üzerine kitap yazan insanlar bile- buna yaklaşmayı başaramamıştır. Çünkü "Görü nüşü şöyle olmalı, şu boyda, şu kiloda olmalı, şu özellikleri taşı malı..." gibi tanımlanabilecek bir mürşit modeli y o k t u r Fransız bir yazarın, yaklaşık elli yıl önce, Türkiye'deki sûfî.mürşitleriyle ilgili yazdığı bir kitap var. Kitapta, sûfî.mürşitlerinin geneline ilişkin, bana oldukça eğlenceh gelen bir ta rif de var: "Sû/î.murjit/eri sakallıdır, yerde hayvan derilerinin üzerinde otururlar ve eski giysiler giyerler Çok fazla konuşmaz lar ama söyledikleri az sayıda kelimenin her biri, birer bilgelik 90
incisidir." Bu tarifin bir kısmına katılıyorum ama ben bu profi le çok uymuyorum. İnsanlarla ilgili tarif ve etiketlemelerden bahsetmişken, akhma gelen başka bir olayı da anlatayım: Yüz yıl kadar önce, Orta Asya'yı dolaşan bir İspanyol romancısı varmış. O günler de insanlar turist değildi; otuz-kırk kişiyle, yüz uşak ve yüzelli at veya deveyle birlikte seyahat ederlerdi. Bu romancı, İpek Yolu'ndan Sinkiang'a kadar gitmiş ve ispanya'ya dönünce yol culuk anılarını yazmış. Çok kısa ve kesin bir şekilde, benim ailemden de söz et miş: "Afganistanlı Haşimîler gururlu ve cömerttir" Bu bizim ara mızda bir tür aile şakasıdır. Başkalarının bunu söylemesine izin vermeyiz ama kendi aramızda "özellikleri tanımlamak" diye bir oyun oynarız. Kardeşlerin veya kuzenlerin biri, diğerine "Gu rurlu bir hiçimde cömert davranıyorsun" der. Bu oyunu oynama mızın nedeni şu: Gururlu da davransak cömert de, bunu bi linçli olarak değil, farkında olmadan yapmamız gerekiyor. Sonuç olarak, taslağını sunduğum program, benim düzen leyip uygulamaya koyduğum bir program. Evradınızda ve enerjiyi kullanma yönteminizde kesinlik gerektiriyor. Bu prog ram, zaman zaman hızlandırılacaktır. Ama bu, ayırdığınız za mandan veya enerjinizden daha fazlasının istenmesi anlamına gelmez. Enerjiyi, içsel ve bilinçli olarak, yararlı biçimde kul lanmak sizin için teşvik edici olacaktır. Etkili biçimde çalıştığımda, etkiH olmadığım zamandan daha şevkli olduğum için, daha ulaşılabilir olacağımı umuyo rum. Buna üstü kapalı bir tehdit denebilir. Benim, insanları geride bırakma veya terk etme alışkanlı ğım yoktur. Ama icazetimin ve programımın nasıl olacağını her zaman düşünmeliyim. İnsanlar, enerjiyi bütünüyle ve yararlı biçimde kullanmamak yoluyla, beni de bütünüyle ve yararh bi çimde kullanmadıklarında bazı önlemler almak zorundayım. Bir kişi veya grup kendileriyle benim aramda bir mesafe bıra-
91
kır. Yani ben onları terk etmem; onlar beni terk eder. Bu, onla rın tamamen kaybolduğu ya da lanetlendiği anlamına gelmez; bu, ilerlemeyi kendileri için daha da zorlaştırmaları demektir. Kervan hareket halinde, gidilecek yer de oldukça açık biçimde belirlenmiş. İnsanların geride kalmaları ya da kendilerini geri de bırakmaları için bir neden göremiyorum.
92
Bütünsel Hareket Bağı Gelenekte, özellikle de bütünsel hareket anlamında, her zaman için önemli olan birkaç unsuru tekrar etmek istiyorum. Yararlı ve üretici bir bütünsel hareketin temellerinden biri iletişimdir. Bu, sonsuz sayıda biçim alabilir. Çünkü temelde, neyi ilettiğinize bağlıdır. İletişim için posta, telefon, faks ve her türlü ileri teknoloji ürünü araç kullanılabilir; mektup, bilgi ya da yayın söz konusu olduğunda bu türden bir iletişim gayet normal ve mantıklıdır. Geleneksel olarak, gerek buradaki, gerekse diğer gruplardaki arkadaşların yeterince iletişim kurmadığını görüyorum. Birbirleriyle yazışmıyorlar, fotoğraf yollamıyorlar, diğer gruplardaki insanlarla günlük yaşamları ve faaliyetleri hakkında konuşmuyorlar. Ama neden yapsınlar ki? "Niye oturup, Meksika'daki, Arjantin'deki, Brezilya'daki veya ingiltere'deki birine gün boyunca ne yaptığımı anlatayım ki? Sabah kalktım, hoşuma git mese de işe gittim, eve geldim, duş aldım, televizyon seyrettim vs. Bunlar çok ilginç şeyler değil, kimse bunları merak etmez çünkü muhtemelen kendileri de aynı şeyleri yapmıştır." İnsanlar genel likle, yazmak için heyecan verici, önemli ya da etkileyici bir olayın olmasını bekler Günlük ve sıradan şeylerin de alışverişinin olması gerekir Bunlar herkesin paylaştığı şeylerdir ve bir konu olarak çok kar maşık değildir Grup toplantıları ve faaliyetlerinde çekilmiş fotoğrafları başka bir gruba yolladığınızda bir tanıma süreci başlar. Brezil ya veya Buenos Aires'ten altı kişinin bir fotoğrafı Münih'e yol landığında, temas daha da kişiselleşir Arjantin'de bir grubu muz olduğunu zaten biliyorduk, böylece nasıl göründüklerini 9:5
de öğrenmiş oluruz. Arcos'ta ya da başka bir yerde görüşüp on ları tanımaya başlarız; ama yalnızca görme söz konusu oldu ğunda, "Buenos Aire.s grubu" denince bu biraz belirsiz kalır. Bir gruptaki herkesle yazışmanıza gerek yok; zaten bir kıs mı okuma-yazma bilmiyor olabilir. Ancak, iki-üç tanesiyle ya zışarak veya onları bir yerlerde gördüğünüzü hatırlayarak, te ması sürdürebilirsiniz. Hayatın basit ve sıkıcı işlerini yaptığınız gerçeği, iletişimde onlar için yeterli olur. Çünkü onlar da çok heyecan verici ol mayan şeyler yapıyorlar. Mümkün olduğunca çok düzeyde te mas kurarsınız. Fazlasıyla sıradan bir düzeyden, işe yarayan bir tecrübeye kadar, birçok deneyimi paylaşırsınız. Birisine bir şeyi yaptığınızı, bir yere gittiğinizi ya da bir şey ürettiğinizi söylerseniz ve eger o kişi sizi tanıyorsa, bu, onları aynı şekilde yapmasını değil - k i bu kopyacılık olur- şöyle dü şünmesini sağlar: "Böylesi deneyim veya olayların, yüce veya çok büyük bir entelektüel kapasiteye sahip insanlara has olduğunu düşünüyordum. Ama bu kişiyi tanıyorum, aynı benim gibi birisi." Bu onların bir şey üretmesini veya denemesini sağlar; yani on lar için bir teşviktir. Diğer grupları tanımak, nasıl çalıştıklarını bilmek demek tir. Temelde, toplantı, ders ve evradda hepsinin çalışma şekli aynıdır. Ancak, belli bir ders ya da belli bir müzikle ilgili çalış maları küçük değişiklikler gösterebilir. İnsanları tanıdıkça, bu küçük değişikliklerin, bunların görüldüğü toplumun ve o in sanların doğası veya türü ile ilgili olduğunu görebilirsiniz. Bu, kişisel bir tanımlama, kişisel bir dokunuştur; "X" veya "Y" gru bu ya da "Meksikalılar" gibi bir genelleme yapmak değil. Tanı dığınız insanlarla insani bir bag kurarsınız çünkü onlar da grupta veya gelenektedir. Bu nedenle, bag otomatik olarak ku rulur ama mesele bunu güçlendirmek ve arttırmaktır. Birisi Bu enos Aires, Rio de Janeiro veya Meksika'dan söz ettiğinde, ora daki bir insan aklınıza gelmeli ve aslında, bir görsellik tekniği kullanabilmelisiniz. Böylece, orası veya oradaki bir faaliyetle 94
ilgili bir yorumda, tanıdığınız kişiye bağlı bir fikriniz olur. Bu, insan teması düzeyindedir. Bu diğer bir alan olan insan yardımı düzeyinde de işe ya rar. Grubun bir üyesi veya üyeleri fiziksel anlamda hastaysa, fi ziksel bir sorunları varsa, elbette bir bireyin veya grubun o ki şiye enerji göndermek ve yardım etmek için yapabileceği zikir ler ve taktikler vardır. Bu, mükemmel derecede işlevsel, genel ve normal bir yöntemdir. İnsanlar bunu otomatik olarak da yapar; buna düşünceli olmak ve nezaket denir. Birisinin bir sağlık sorunu olduğunu öğrenirseniz, ona karşı bir acıma ve yardım etme isteği duyar sınız. Pekâla bu normal ve insani bir tepki; ama eğer o kişiyi tanıyorsanız, bu duyguyu ve insani yardım etkenini pozitif bir biçimde arttırmaya çalışabilirsiniz. "O insana yönelteceğim bazı sihirli iyileştirme güçlerim var" diyerek değil; bu doğru olabilir ya da olmayabilir ama zaten böylesi güçlere ihtiyacınız yok. Eğer niyetiniz yardım etmekse, bunu kesinleştirin, kon santre olun. "Ah yazık falanca, inşallah kısa zamanda iyileşir." Bu olur çünkü ümidinizi bildirerek daha da kesinleştirdiniz. "inşallah olur" demek, bunun olacağına dair bir duygudur; da ha önce kurmuş olduğunuz iletişim düzeylerinden biri yoluyla enerji gönderir. Size, örnek olması için bir hikâye anlatacağım. Kişisel bir hikâye çünkü benimle mürşitlerimden biri arasında geçti. Afganistan'ın kuzeydoğusundaki Katharan kasabasında, bir kahvede oturuyorduk. Bu tür küçük kasabalarda kahve ge nellikle, sınır veya anayolun üzeri gibi stratejik bir noktaya ku rulan, büyük sosyal bir merkezdir. Burada oturan, kimin geldi ğini, kimin gittiğini, kimin geçtiğini görebilir. Stratejik bir yer dir; çünkü orada oturuyorsanız, gözlem için en iyi yerdesinizdir. Mürşitlerimden biriyle orada oturuyorduk. Sabahtı; be nimle konuşuyor, bana farklı sorular soruyordu ve ben de ce95
vap veriyordum. O günlerde, kamyonlar çok nadir olduğu için; oradan geçen birçok deve, eşek ve at arabasıyla, kasaba olduk ça yoğundu. Yaklaşık bir saattir orada oturuyorduk. Her zaman bana bakmıyordu; genelde etrafa bakıyor, nadiren bana bakıyordu. Bazen dikkatini bütünüyle benden ayırıyor, kafasını belli bir yöne doğru çeviriyor ve "bağlantı" kuruyordu. Bu anlamda bağlantı, kişinin içinden gelen ve bir kişi, yer veya şeye yönelt tiği, algılanamayan, fark edilebilir bir hareket içermeyen bir şeydir Ve bu, bir saat, bir buçuk saat içinde çok kez oldu. Şunu itiraf etmeliyim ki, o zamanlar genç ve biraz da toy olduğum için, kafamda bir soru vardı: "Bunu neden yapıyor?" Sanırım biraz da engellenme vardı çünkü bir kitaptaki belli bir pasaj hakkında ne d ü ş ü n d ü ğ ü m ü soruyor ama beni dikkath dinlemiyordu. "Elimden geleni yapıyorum, açıklıyorum." diye düşünüyor dum. O ise, başka bir şeyi takip ediyor, onunla bağlantı kuru yordu. İçimden, "Neden benimle bağlantı kurmuyor? Ben müri dim, onun ellerindeyim" diyordum. İnsan genç ve toysa, bu tür duygu ve fikirlere kapılabiliyor. O akşam kasabadan ayrılmış, dağlara doğru giderken, "Bu sabah ne yapıyordum, biliyor musun?" diye sordu. "Evet, sanınm bana belirli dersler yeriyordunuz," dedim. "Doğru. Ne öğrendin?" diye sordu. "Bana Rumi, tbn-i Arabi ve E/-Kalensi hakkında so rular sordunuz, ben de açıkladım. Her zamankinden daha eleşti rel davranmadığınıza göre, sanırım cevaplanmı onayladınız. Ben ce yaptığımız şey buydu," dedim. "Peki, neden biraz rencide oldun, umursanmıyor
gibi hisset
tin?" "Umursanmıyor mu? Umursanmıyordum çünkü umursanma yı hak etmiyorum; ben önemsizim ve eğer beni umursamak iste mezseniz, bunu yapmak için her hakka sahipsiniz. Bu konuda be nim herhangi bir şikâyetim olamaz." 96
"Evet, evet. Ama sen aslında
kızdın."
Genç ve toydum ama mürşide doğruyu söylemek gerekti ğini öğrenmiştim, Eger söylemezseniz, doğruyu söylemediğini zi bilir, siz de onun bunu bildiğini bilirsiniz ve o, sizin onun bildiğini bildiğinizi de bilir; sonuçla da bunu yüzünüze v u r u r Yani, bunu sürdürmektense, ceza için elinizi uzatmanız daha iyidir Bu nedenle, dedim ki: "Evet, aslında biraz kızdım ama sa nırım, sonra kızmamam gerektiğine karar verdim. Çiınkü eğer konsantrasyonunuz benim üzerimde yoğunlaşmış değilse, bu, söy lediklerimin sizin dikkatinizi çekecek kadar ilginç olmamasından kaynaklanıyor " "Doğru, söylediklerinin çoğu ilginç değildi," dedi. "Ama bu gün benim orada bulunmam birçok insana yarar sağladı." Bunun doğruluğundan emindim çünkü kendisi seçkin bir insan ve bir Haşimî'ydi. Gelenek içinde çok yüce bir yeri var dı. Yani orada olması, köylüler için bir onur ve ayrıcalıktı. "Elbette, bu çok açık," dedim. "Hayır, başka bir şeyi kastediyorum," dedi. "Dikkatimi yö neltip bağlantı kurduğumda, ashnda başka bir yere giderken o ka sabadan geçen insanlara inayet ediyordum." inayetin iletilebileceği ve bir insana inayet edilebileceği doğru. O bağlantıyı fark etmiştim, inayet etmeyi sağlayan bir bağlantı vardır Ama ona şöyle dedim: "Ama sizinle oturduğumuz bir buçuk saatte, bunu 28 kezyaptımz. Kasaba çok büyük değil. Oradaki insanların durumu, bir buçuk saatte 28 kez sizin inayetinize ihtiyaç duyacak kadar va him mi?" "Hayır," dedi. "Amcı kasabanın içinden geçen insanlar var Birisi seyahat ediyor ve Nişabur'a ya da Tahran'a giderken orada mola veriyor. Bu kişi inayeti taşıyacak ve oraya vardığında "kay naşma" denen şey gerçekleşecek." 97
Afganca'da bununla ilgili bir deyiş vardır: "Bouseva peyram namishaval" yani, "Mektupla öpücük gönderilmez." Belli bir temasın gerçekleştireceği bazı işlevler vardır; yani gerçek bir fiziksel teması, fiziksel iletimi veya fiziksel olarak orada bulunmayı gerektiren işlevler vardır Özetlemek gerekirse, fark ettiyseniz, bir-iki grup, haftalık ya da aylık olarak Dervişhane gibi bazı yayınlar çıkarıp dağıt maya başladı. Ben böylesi bir şeyi desteklerim. Bunu organize etmek çok zor değildir. Bu ttir bir derginin içeriğinde illa, en sı ra dışı, değerli ve büyüleyici şiir ve yorumların olması gerek miyor; değerli ve ilginç birkaç şey, örneğin bazı yazarlardan ya pılan çeviriler ve bazı toplantıların fotoğrafları olabilir. Böylesi bir şeye, iki ya da dört ayda bir yapılan yayınlar şeklinde baş lamanızı tavsiye ederim; böylece farklı insanların, gelenek ve faaliyetleri hakkında ne düşündüğüne dair daha odaklı bir fi kir edinirsiniz. Gelenek içindeki arkadaşhk ve dostluk duygusuna, her za man, fırsat olunca bu duyguyu mantıklı biçimde güçlendirecek veya arttıracak bir bilinçlilik eşlik etmehdir Tetikte ve hazırlıklı olma hah bilinçlilik kelimelerini kul lanıyorum çünkü bu, her zaman uyanık olması gereken bir et kendir Bu zihninizi meşgul eden bir şey olmamalıdır. Belli bir itibar kazanmak için "Birisiyle arkadaş olacağım ve bugün arka daşlığımız hiç olmadığı kadar derin olacak" diyerek dolaşamazsınız çünkü bu gereksizdir. Tetikte olabilmek için, üstünde "TETIKTEYIM" yazdı kırmızı bir bayrak taşımaya gerek y o k t u r Hayır; böyle düşünür ve his sederseniz, var olduğuna ve onu güçlendirip kullanabileceğini ze inanırsanız, işe yaraması gereken durum ve olaylarda işe ya radığını görürsünüz. Mekanik olarak değil, gayet insanî bir yolla. Son birkaç konuşmada, bütünsel hareketten, bunu ortaya çıkarmak ve anlamaktan, sonra da kişinin bunu sağlayan et98
kenleri, bir birey ya da grup olarak, kapasitesine, yetenekleri ne, tecrübelerine vs. uygun biçimde nasıl en doğal, normal ve yararlı biçimde bir araya getirebileceğinden bahsettik. Bu et kenlerin hepsini bir anda kullanmaya çalışmazsınız. Belli bir durumda hangilerini kullanmanız gerektiğini bilirseniz, buna göre davranırsınız ve bunlara ekleyebileceğiniz ilave etkenin hangisi olduğunu bulmak için de, bilinçh veya bilinçsiz aklını zın bir bölümünü kullanırsınız. Bu, bir etken eklemek veya za ten kullanmakta olduğunuz yetilerden birini arttırmak, geliş tirmek şeklinde olabilir. Etkenlerin açma/kapama düğmeleri yoktur. Etkenlerin hepsi doğal, ritmik bir yolla ortaya çıkarılır; duruma bağlı ihti yaç veya bu değişimdeki kişi ve insanların ihtiyacından dolayı işlevsel hale getirilirler. Her şey benzerlerini çeker. Pozitif bir hareket ya da tavır, insanlar arasındaki u y u m u n pozitif bir şekilde kullanılması; tıpkı bazı insanların inayet etme gücüne sahip olması gibi, po zitif olanı kendine çeker ve uyuma yardımcı olur. İnayet, etrafa saçılan bir tür konfeti değildir. Çok yararlı bir şeydir ve ancak onu verebilecek kişi tarafından verilir. Bir cimri nasıl para harcarsa, inayet de öyle dağıtılır; azar azar ama isteksizce değil. Ama çok değerli olduğundan, inayet eden ki şi, alacak kişinin onu taşıyabilmek için gerekli niteliklere sahip olduğundan emin olmak için bir dizi değerlendirme ve test yapmak zorundadır. Bir karışıklık olmasın diye söylüyorum; inayet bahsettiğim enerjiyle aynı şey değildir. Enerji farklıdır. Enerji, kişi ya da grup tarafından üretilebilir, paylaşılabilir, dağıtılabilir, depola nabilir ve kişinin evradını beslemesi için kullanılabilir. İnayet ise bir etken, hissedilemeyen bir güçtür. "Yardım" veya "bulunmak", ayrıca "neşe" veya "mutluluk" kelimeleriyle karşılanmıştır. İnayetin enerjiden farklı olmasının nedenlerin den biri, inayet edilen kişinin onu yıllar boyu içinde taşıması99
dır. inayetin o kişiye "yazıldığım" söyleriz. Kişi onu alır, o da yularca kendisine yardım eder, çıkar sağlar ve onu geliştirir. Bir azalma faktörü yoktur, daha az yararlı yada güçlü olmaz; sabit bir seviyede kalır. Kişi onu aktarmaz, kaybetmez, paylaşmaz, israf etmez. İnayet, kendisini veren kişiye aittir. Verilen kişide birkaç yıl kalır; verilen kişideki özel işlevi bitince, yani eğer inayet eden kişinin tahminine göre, inayet, kendisini taşıyan kişinin yararı ve gelişimi için iyi bir biçimde kullanılıyorsa, geri alın maz, aksine miktar ve nitelik açısından arttırılır... Peki, iyi tasarlanmış, zekice sorularınız var mı? İyi tasar lanmış demek, kişinin uzun zamandır cevabını bulamadığı, net bir şekilde kehmelere döktüğü ve sormak için fırsat kolladığı soru demektir. Dediğim gibi, zekice sorulacak, çoğunuzun me rak ettiği sorularınızı cevaplamaya çalışacağım. Şeyh efendi, silsile nedir? Gelenekte, silsile irşadın iletilmesidir. Bu bir hiyerarşi de ğil, aile ve yetenek yoluyla, irşadın miras bırakılmasıdır. Silsi ledeki insanlar, geleneğin büyük ustaları veya mürşidleridir; inayete erişebilen ve kullananlar da onlardır. Şeyh efendi, geçen günkü tabloda, sekiz duyuya bağlı ek bir yeti olarak "hafıza" terimini de yazmıştınız, bize b u n u bi raz açıklayabilir misiniz? Evet. Eğer hatırlarsanız, "hafızayı" diğer yetilerden de ayrı yazmıştım; çünkü hafıza yararlı ve gerekli olsa da biraz kont rol edilmesi gerekir, insanların; istedikleri kendilerine uygun ve canlı olan ya da onları mutlu eden şeyleri hatırlamak, bu n u n yanında kendilerine uymayan veya işlerine gelmeyen şey leri de unutmak anlamına gelen "secici hafıza" diye bir şey var dır. Kişinin hafızayı kullanması elbette yararlı bir faktör oluş u n d a n d ı r Adresinizi ya da telefon numaranızı hatırlamak ra hatlık sağlar; hafızanın yararlarından biri budur. 100
Bizim taktiğimizde veya tekniğimizde, haiızanm seçici ol duğu gerçeğinden yararlanırız. Yani, hafızayı gerek kişisel ge rekse grup içi, yararlı bir amaç için kullanıyorsanız, şu anda sa hip olduğunuz duygu veya düşünceyi tasdik eden ya da güç lendiren anları, olayları, durumları, toplantıları ve diğer şeyle ri hafızanızdan bulup çıkarırsınız. Örneğin, "Bu kişi için şöyle hissediyorum," diyebilirsiniz. Tamam. Hafızanızda seçici bir şe kilde ama dürüst davranarak, geriye doğru gidin ve sahip oldu ğunuz duygunun doğruluğunu tasdik edecek hangi kanıtlar ol duğunu görün. Çok banal bir örneği ele alırsak, insanlar "Şu dükkâna veya lokantaya gidiyorum, oradaki insanların davranış larına ve kendi tecrübeme dayanarak hafızam bana o dükkânın ya da lokantanın şöyle, şöyle olduğunu söylüyor" diyerek bunu her zaman kullanırlar. Diyelim ki, kendi kendinize şöyle bir hipo tez belirlediniz: "Şu kişinin bana karşı tavrı dostça/düşmancadır." Hafızanızda geriye dönüp o kişiyi gördüğünüz zamanları, birlikte yaptığınız toplantıları vs. hatırlar ve eger tavrının iyi, dostça, yardımsever, nazik ve sevgi dolu olduğuna karar ver irseniz, içlerinden, o kişinin düşündüğünüz şekilde davrandığı durumları seçersiniz. Bu seçici hafızayı, seçici bir şekilde kullanmaktır. Ama bu nu yapmak bütün veri bankasının ağır bir incelemesi anlamına gelmemelidir. Çünkü insanlar ne derse desin, insan hafızasının yaklaşık %99,9'u pozitif etkiler, pozitif faktörler ve yararh şey lerden oluşmuştur. Aslında normal bir insan hiç bir şeyi unut maz; yalnızca bazı şeyleri sınıllandırmamış olabilir. Birisiyle bir görüşme yaptığınızda, bu görüşmenin halızanıza "ibrahim Bilen ile görüşme, tarih:..." şeklinde kesin bir al fabetik sırayla kaydedilip, İbrahim Bilen ile tekrar görüştüğü nüzde de diski çıkarıp, oraya eklemeniz gibi bir şey söz konu su değildir Görüşme, "Bunu hatuiamahym" diyeceğiniz kadar önemli olmayabilir; sıradan bir şey olabilir. Ama daha sonra, İbrahim Bilen'in size karşı tavrının ne olduğuna karar vermek için hafızanıza baktığınızda, aynı s ü r e u e n geçer, bu görrcjme10)
leri hatırlar ve "Böyle demesinin nedeni şuydu, bu yüzden yaptı," dersiniz. Bu durumda ilişki odak noktasıdır
şöyle
Hafızanın olumsuz tarafı, daha az yararlı bir şekilde yani "kendini haklı çıkarma hafızası" olarak da kullanılmasıdır Bir şey yaparsınız, bunu tekrar düşündüğünüzde gerekçeler bulur sunuz. Kendinize "Ah, evet ama şöyle şöyle olduğunu hatırlıyo rum, bu da benim yaptığım şeyi haklı çıkarıyor" dersiniz. Bu ne denle, bütün etkenler ve bağlantılar, özellikle başka insanlarla ilgili olanlar, zamanında ne kadar küçük ve önemsiz olursa ol sun, kaydedilir. Çünkü, eger bunlar önemh olacaksa, zamanı gelince hatırlayabilmeniz gerekir. Daha sonra bir ışık görür ve "Evet, şimdi nedenini anlıyorum" dersiniz. Hafıza aldatıcıdır. Sorun iyi yada kötü bir hafızaya sahip olmak değildir. Sorun, hafızanızda bulunan gerçekleri nasıl birleştirdiğiniz ve diğer rastgele bilgileri bu aga nasıl yerleştirdiginizdir Örneğin, kişi gelenekteki ustaların kullandığı yön temleri kullanabilir-ama ben hiç sır vermeden bunu nasıl açık larım? "İşaretçiler" dediğimiz şeyleri kullanırız; çünkü insan hafı zasının karmaşıklığının ve çok fazla tecrübe, duygu vs. olduğu faktörünün farkındayız. Birisi, belirli gerekli bir hareketi bir kişi ya da gruba karşı vurgulamak veya hatırlamaları gereken belli bir sözü, etkeni belli etmek isterse, bir "işaretçi" kullanır. Bunu anlatan bir hikâye vardır: Çok saygıdeğer ve kibar yaşlı bir şeyh bahçede müritleriyle dolaşarak onlara Nizamînin kitaplarından birindeki bir hikâyeden; hikâyenin birçok anla mından ve yan anlamlarından bahsediyormuş. Müritleri de onu takip edip dinliyormuş. Dediğim gibi, çok saygıdeğer ve centilmen bir insanmış ama belli bir noktada konuşmasını kes miş, boğazını temizlemiş ve tükürmüş. Sonra konuşmasına de vam etmiş. Yarım saat kadar daha konuştuktan sonra, müritleriyle oturmuş ve onlara Câmî'nin o hikâyeyle ilgili belirttiği nokta lar hakkında sorular sormuş. İçlerinden birine şöyle demiş: 102
"Leyla ile Mecnun'un aşkı ile ilgili Câmî'nin yorumundan anladın?" "Ihhm,
ne
efendim?"
"Hani, tükürdükten sonra "Ah, evet, şimdi
söylediğim."
hatırladım."
Doğrusu ben çok tükürmem. Bu hem toplum hayatına hem de yasalara aykırı ama ben hafızaya kendi yöntemimle yardımcı oluyorum. Tamamen değil biraz sıra dışı bir şey ya parsınız ama bunu insanların hafızalarına, daha sonra kolayca hatırlayabilecekleri bir biçimde yerleştirirsiniz. 10, 15 ya da 20 yıl sonra, herkes "Şeyh Hamit'ten hemen sonraki şeyh kimdi, ha ni şu tüküren?" diye bir soru sorduğunda, herkes cevabını bili yordu. Tükürmek yerine, o anda durup "Şimdi, hir dakika, size bir şey söyleyeceğim ve bunu hayatınızın sonuna kadar hatırlayacak sınız," deseydi de onu hatırlarlardı ama bu kısmen mizaç me selesi. Bir mürşide irşat icazeti ve yetkisi verildiğinde, parametre leri nasıl kullanacağının, hangi alanlarda faaliyet göstereceği nin ve hangi araçları kullanacağının tercihi de kendisine bıra kılır. Birisinin, "Ben bağırma tekniğini kullanacağım. Bağıraca ğım, bağıracağım, bağıracağım" dediğine şahit olmak zordur Eğer bu yöntemi irşat için kullanmayı düşünüyorsa, seçim ku rulunun yanına bile yaklaşabileceğini sanmıyorum; çünkü bu hem yüksek seviyede adrenalini sabit tutmak hem de insanla rın kendilerine bağırıldığında gösterdiği doğal tepkiyi yenmek demektir Böyle bir durumda, insanlar ya geri çekilip savunma ya geçerler ya da "işteyine başladı," deyip başka bir şey düşün meye başlarlar Ben işaretlemede ne yapıyorsam onu yaparım. Kişinin kendisi için "işaretleme" yapması gibi bir şey m ü m k ü n mü? Çünkü, anladığım kadarıyla, bir şeyin hafızada 103
kalmasını sağlamak, onu alma anına, belki de o anda ne ka dar dikkatli olduğuna bağlı. Bu doğru mu? İnsanların kendi hafızalarında bir işaretçi kullanmalarının en kolay yolu, hatırlamak istedikleri bir tecrübe, bağlantı ya da d u r u m varsa, hafızalarında bu olayı birkaç kez gayet basit, nor mal ve etkili bir biçimde tekrar yaşamaktır. Bunu ayrıntılı bi çimde yapmayın çünkü bu bir işaretçi olmaz, yalnızca diğerle ri gibi bir anı o l u r Ama eğer "Şöyle şöyle bir şey oldu," "Şöyle bir şey hissettim," veya "Şöyle bir şey okudum" derseniz ve bu nu kendinize en az üç kez tekrar ederseniz, bu sizin için biraz sıra dışı olacağı için işaretlenecektir. "Bakalım ne oldu. Bu ne anlama geliyor? Ne yapıyorum?" demeyin çünkü bu sonra da yapılabilir Yalnızca, olayı hatırlar, kendi kendinize, üç kere "Bunu yaptım," derseniz; anahz, anla ma ya da d ü ş ü n m e süreci ile daha sonra meşgul olabilirsiniz. Allah'ın 99 ismini nasıl doğru biçimde kullanabiliriz, bu n u yapmak m ü m k ü n mü? 99 ismin hepsi, sıfatlardır Bunlar zikir, teşbih, tefekkür anlarında ya da o sıfatla ilgili durumlarda kullanılabilir Böyle yaptığınızda bir bağ kurar, o özel isimle dua edersiniz. Başar mayı istediğiniz veya umduğunuz ya da yaptığınız şeye en ya kın ismi, yani, peşine düştüğünüz kavramla uyuşan veya bir parçası olan ismi kullanın. Yanlış tercih gibi bir şey olmaz; çünkü bu kelimelerin her biri "güçlü" kelimeler olduğu için, biri diğerinden daha güçlü değildir. Ancak, belli bir durum ya da iş ile diğerlerinden daha yakın bağlantılı olan bir tane her zaman için vardır. Bu neden le, seçim yaparken bunu temel alırsınız. Tahtada "p.m." ya da "p+m" şeklinde yazılmış bir şey var dı. Ama yazdığınız kelimenin arkasında parantez içinde bir şey daha vardı. Aslında
iki şey var
Birisi "a.m",
104
diğeri de
"p.m.";
"a.m."nin açılımı alternatif metot, "p.m." de pozitif metot. As lında, ben onu kendim için bir hatırlatma notu olarak yazmış tım, hafızam çok kötü olduğu için, bazen bana hatırlatacak bir şeye ihtiyaç duyuyorum. Açıkça "pozitif metot" olarak yazma dım çünkü herkes, yazılan diğer şeylerden çok ona bakıyor olurdu. Diğerleri de iyi ama o "pozitif". Pozitifin tahtada parantez içinde en sona yazılmasının ne deni, pozitif metodun, daha öncekilerin hepsinin bir özeti ol masıydı. Bütün bu söylediklerim pozitif metodun bir tanımlan ması ve anlamama gibi bir şeye mahal bırakmıyor. Eger etken ler yeterince aydınlanırsa, bir açıklama sürecine gerek kalmaz. Çünkü "Şunu ve bunu kullanacağım" şeklindeki açıklayıcı tavır, dikkatin bir kısmını anlamaya, anlamlandırmaya vs. yöneltir ve insanlar genellikle oradan da hayal dünyasına kayarlar. Ya ni pozitif metot, insanların bunu yapabilme kapasiteleri konu sunda, şüpheye yer yok demektir. Bu bir tasdiktir. Eğer bütün bunları yapacağınızı düşünmesem size tek tek açıklamazdım. Bu etken ve yetilerin hepsi vardır, erişilebilirdir. Yani, bu et kenleri pozitifleştirmenize yardım etmeliyim. Bu yararlı oldu ğu için herkes yapmak ister. Ama yetiler daha fazla ve daha ya rarlı kullanılarak, pozitif tarafta ilerlemek gerekir Tekkedeki bitki, çiçek ve ağaçlar yararlı mıdır? Evet, bitki ve çiçeklerin kullanımıyla ilgili bir yöntem var dır. Anlattığım gibi, geleneğin Avrupa'daki ilk yıllarında belli bir kamullaj kullanılıyordu. Ama bitki ve çiçeklerin kullanımı net olarak belirlenmişti. Ortadoğu'da, Türkiye'de ya da Kuzey Afrika'daki bir çok kasabaya gittiğinizde, genellikle camilerin dışında bir bahçe görür ve çiçeklerin renklerinden ve bitkilerin düzeninden orada hangi tarikatın etkili olduğunu anlayabilir diniz. Faklı çiçeklerin düzeni ve yerleştirilmesi, size o bölge den sorumlu kişinin adını da verirdi. Çiçeklerin işlevlerinden bir tanesi bu.
105
Diğer işlev, gelenekte renk kullanımıyla ilgili. Tekkenin ya kınında ya da içinde kullanılacak çiçekler, bir giysi veya dekor da kullanılacak renklerle aynı şekilde seçilir. Çiçeklerin renk leri, gelenekte kullanılacak renklerle uyum sağlar. Eğer bir tek keniz ve bahçede boş bir yeriniz varsa, çiçeklerin ve çiçek ya taklarının nasıl düzenleneceği, hangi tür çiçeklerin kullanıla cağı ile ilgili belirli bir formül vardır. Erişebileceğiniz bir bahçe yoksa bile, tekkede çiçek kul lanmak m ü m k ü n d ü r . Ama bu durumda doğal sorunlar vardır; eğer koparılmış çiçekler kullanıyorsanız, kakımını yapmak, su lamak ve değiştirmek gerekir. Çözüm, potpuri denilen kuru muş çiçek karışımlarından kullanmaktır; taçyaprakları kurutu lur ve karıştırılır. Kullanılan çiçekler genellikle bu türdendir ve düzenleme olarak da, kesinlikle doğal bir materyalden yapıl mış kase ya da keşkül türü bir kabın içine koyulurlar. Gül dışında kullanılabilecek başka çiçekler var mıdır? En önemli şey çiçeklerin rengidir; bu nedenle örneğin bir ortanca, zambak ya da yıldızçiçegi aldığınızda, renklerini koru dukları sürece kullanabilirsiniz. En iyi örnek, elbette, Granada'daki Generalife'tır. Orada çiçeklerin, çalıların, çitlerin vs. düzeni belli bir modele bağlıdır, bir çiçek ya da çalı solunca, her zaman aynı renkten başka biriyle değiştirilir. Bu şekilde iş levleri devam eder. Bu tür bahçe işleriyle ilgili kitap var mı? C: Evet, ulaşmaya çalıştığım iki-üç tane var; size de ulaştı racağım. Elimdekiler için de oturup notlar yazmam lazım. Çünkü belli bir iklim türüne ya da bu tür şeylere bağlı olan ba zı çiçek adları var. Örneğin, birisi çingülü kullanmak isterse, bu yetiştirmesi zor olan çok güzel bir çiçektir. Eger yetiştirmek m ü m k ü n s e , ne âlâ; ama iklim şartlan nedeniyle m ü m k ü n de ğilse, kitapları inceleyip aynı işlevi yerine getirecek başka han gi çiçeklerin olduğunu bulmam gerekiyor. 106
Avrupa'daki evrim hakkında ne düşünüyorsunuz? Yakın zamandaki evrimi mi kastediyorsun, evrim ihtimahni mi? Evrim ihtimalini. Doğrusu evrim hakkında oldukça iyimserim. Geleneğin batıdaki evriminden ben sorumlu olduğuma göre, böyle söyle yebilirim değil mi? Ama siyasi ya da entelektüel evrim hakkın da yorum yapacağımı sanmıyorum; çünkü bu doğru bir şekil de gerçekleşebilir de gerçekleşmeyebilir de. Beni ilgilendiren evrim, gelenekteki insanların evrimidir; yalnızca kişilerin ken dileri açısından değil, aynı zamanda geleneğin Avrupa'daki in sanlarının genel olarak aileleri ve toplumları üzerindeki etkisi açısından da. Ne yazık ki, bir çok bakış açısına göre evrimsel anlamda Avrupa yaklaşık yüzyıl geridedir Ferdinand ve Isabella hakkındaki en sevdiğim söyleme girmezsem dahi, Avrupa bir çok açıdan yüz yıl geridedir. Çünkü dini hoşgörüsüzlüğün, in sanları daha önce kurulmuş bir şeye erişmekten alıkoyduğu "Karanlık Çağlar" denen bir dönemden geçmiştir, Avrupa'nın gelenekle ilk fiziksel teması 711 yılında, Emeviler İspanya'ya giderken olmuştur. İlk fiziksel temas budur ama bundan önce de başka şeyler olmuştur. Bunun örneklerin den bir tanesi İspanyol- Emevi medeniyeti, yani Emevi olma yan, İspanyol da olmayan bir medeniyetin ortaya çıkışıydı. As lında, bu iki gücün, ispanyolların nitelikleriyle Emeviler'in ni telik ve yeteneklerinin birleşmesiydi; savaşın bittiği noktada bir karar verildi, bölgede verimli bir şeyin geliştirilmesi gereki yordu: düşüncede verimli, harekette verimli ve işte verimli. Dediğim gibi, Emeviler'in fiziksel varlıklarını İspanya'ya getiren fiziksel işgalleri bunun bir parçasıydı. Ama bundan 600 yıl önce Emeviler'in uyguladığı yöntemler zaten geliştirilmişti. Çünkü o bölgede seyahat eden insanlar, bölgenin niteliği, türü ve her ayrıntısıyla ilgili bilgiyi taşımıştı. Emeviler'in sunduğu şey daha öncesinde o bölgede bulunan insanların yetenekleri, ihtiyaçları ve arzularında yansıma buldu. 107
Ne yazık ki, katı hoşgörüsüzlükten dolayı, İspanyol- Emevi tecrübesinin bütün Avrupa'ya yayılmasına izin verilmedi ve İspanya'nın geri alınmasının hemen ardından ölü bir dönem, bizim bakış açımıza göre hiç bir şeyin olmadığı "karanlık çağ" başladı. Bu yüzden yüz yıl kaybedildiğini söylüyorum. Ama bu kesin bir kayıp değildi; çünkü aradaki fark sürekli olmadı. Za manla bu fark, müzik, giyim, tiyatro, şiir gibi farklı temaslar yoluyla kapatıldı. Bu hâlâ devam ediyor ve bence evrim ihtima li hâlâ var. Ama yine de, bu, insanların evrim isteği, arzusu ve ihtiyacına bağlıdır. Evrimi dayatamazsınız, bütün yapabileceği niz bunu insanlara aşılamak ve alıp kullanmalarını sağlayacak biçimde önlerine koymaktır.
108
üzerinde Çalışılabilen ve Çalışılamayan Kavramlar Ekonomik, siyasi, psikolojik, sosyal vs. insan faaliyetleri nin bütün yönlerinde zaman zaman ortaya çıkan ilginç bir et ken vardır. Bu bazı kavramlarla ilgilidir. Bazı kavramlar, şöyle ya da böyle, kesin olarak mantıkh ve anlaşılabilirdir ve bunların çoğu temel, üzerine inşa edilebilir, açıklanabilir ve geliştirilebilirdir. Buna örnek olarak zenginlik ve fakirlik kavramlarını vere biliriz. Zenginlik çok da soyut bir kavram değildir: Çok paraya sahip olmak, ya da hiç paraya sahip olmamak. Bunlar, ölçülmeleri m ü m k ü n olan şeylerdir. Birisinin milyarları varsa, milyar derdir; hiç parası yoksa fakirdir. Eger mantıklı ölçümü bir kenara bırakır ve dediğim gibi, genel bir "zenginlik kavramı" kullanırsanız, kavramın kökleri hâlâ gerçekliğe dayandığı sürece bu doğrudur. Neye kıyasla zenginlik? Fakirliğe kıyasla zenginlik, sıfıra karşı bir milyon; ama bir milyarderle kıyaslandığında milyoner zengin değildir. Sonra b ü t ü n bu göreceli ölçümleri ele alınca, bir tür "her şey görecelidir" düşüncesine doğru sürüklenirsiniz: Ama neye gö re? Bir şeyle bağlantı kurmak gerekiyor. Göreceliğe göre göre celi derseniz, yeniden esnek bir yorum, fikir, tavır veya bakış açısı alanına girmiş oluruz. Tamam, kişi yine de "zenginlik" veya "fakirlik" gibi bir kavramı kullanabilir ve insanlar onun bazı yönleri hakkında yazılar yazabilir vs. Ama belirlenmiş bazı ölçülere dayanarak kişinin bir İnsan ya da toplumun zengin mi fakir mi olduğunu nesnel olarak inceleyebileceği yöntemler vardır. Örneğin, evde buzdolabı ya da televizyon var mı? Evde elektrik ve su var mı? Kullanılabilecek belli ölçüler vardır. Biz gelenekteki insanların 109
çok sık eleştirildiğini ve bize sataşıldığını daha önce söylemiş tim. Bunun nedeni olarak, gelenekteki bizlerin, batının genel likle entelektüel idollerini eleştirdiğimizi ve onlara sataştığımı zı söylerler Bunun bizim en önde gelen hedefimiz olmasının nedeni, buranın, sözde bilginin çok fazla kötüye kullanıldığı ya da düşüncenin çarpıtıldığı ve yanlış yorumlandığı alan olması dır İnsanlar bu noktada zayıftır; çünkü akademik konuma gel miş ve b u n u devam ettirmekte olan birini kullandığınızda, eger o kişinin amacı öğretmek ya da araştırmaksa, bu yararlı bir et ki olur. Böylece entelektüel bir akademisyeniniz olur. Kendi dalının daha rafine alanlarında yazılar yazan bir adam, kendi mantığından veya açıklamasından daha da fazla büyülenmeye ve mest olmaya başlar Bunun sonucunda da, kendi soyutlama larına daha fazla inanarak, bunun üzerine bütün bir -sözded ü ş ü n m e yapısı inşa e d e r Bu insanlara meydan okumak çok zordur . Ç ü n k ü hayalden kaleler inşa ettiklerine göre, bunları savunmaları gerekir, savunurlar da. Bir gün birisi karşılarına çıkıp şöyle der: "Bir dakika, bunun taneli nedir?" "Temel, elbette
temelde...."
"Hayır, hayır, hayır Teorinizin en önemli noktası nedir?" "Şu iyi bilinir
ki...."
"Ben onu bilmiyorum,
bu durumda iyi
bilinmiyor"
Bunu takip eden soru, "Sen de feimsin?"dir. "Sen de kimsin? Sizler, doğudan çıkıp geliyorsunuz, kendiniz dahayeni ağaç kovu ğundan çıkmış olmanıza rağmen, gelip bizi eleştiriyorsunuz." vs. Buraya kadar, tamam elbette öyle. Bir noktada herkesin agaç kovuğundan çıktığı varsayılır (ben de buna inandığımdan de ğil), her ne kadar kişisel olarak ben mağaradan çıktıysam da, tamam, isterseniz bu noktadan başlayahm. Ama bu illa ki, meydan okuma amacıyla değil, yalnızca bu teorinin ne oldugu-
110
nu öğrenmek için soru soracak tecrübe, bilgi veya zekaya sahip olmadığım anlamına mı geliyor? Nedir bu teori; entelektüel mi, olağandışı mı, Schopenhauerci mi, Kantçı mı, Freudcu mu, Jungcu mu, ne? Eger bu teoriler geçerliyse, belli miktarda in celemeye tabi tutulması gerekir. Eger, bunlar, insanoğluna de ğinen bakışlarsa, yalnızca belli miktarda bir inceleme için de ğil, tecrübe edilebilmek için de yeterli olmalıdır Şimdi meseleyi tekrar sıra dışı felsefî.alana taşıyorum. Çünkü biz gelenekle ilgilendiğimiz sürece, benim bir milyon kez söylememe rağmen, herkes "evet" deyip unutsa da, gelenek insanlar arasında felsefî.bir öğretidir Elbette batınî yönleri var dır Bu yönleri anlayamayacak kişilerden o an için uzak tutul malıdır; bunu anlarlarsa, zaten batınî kategorisinden çıkmış olurlar Ama gelenek insanlarla ilgilenir Bu nedenle, teorik olarak, "insanlarla ilgilendiğimize, onları terbiye edip beyinleri ni yıkadığımıza göre, onlara ne yapmaları gerektiğini söyleyin, bu kadar- neden \akit kaybedelim ki?" demek bile m ü m k ü n d ü r Bunu yapmak gerçekten çok kolaydır; ama sizi temin ede rim ki, öyle görünmese de sizin gibi bir avuç insan yerine bu robotlarla uğraşmak beladan da öte bir şeydir Bunun doğru ol madığını düşünebilirsiniz ama doğru; nedeni çok basit: Diye lim ki bir sürü robot var ve her şey iyi gidiyor, "Ayağa kalk" di yorsunuz, ayağa kalkıyorlar; "Otur" diyorsunuz, oturuyorlar; "Düşün" diyorsunuz ve bir süre sonra, "gacır gucur" sesleri duymaya başlıyorsunuz; düşünmeye çalışıyorlar Eger bir tür profesyonelseniz, şunu çok iyi bilmelisiniz ki, bu, düşünme hareketlerin^ yerine getiriyorlar demektir Ama aslında, düşünmüyorlar Size, düşündüklerini gösterecek bir pozisyona geçmeye veya bir ifade takınmaya çalışıyorlar; hepsi çok zeki. Bunu kabul edip, "Şunlara bak, hepsi derin derin düşünüyor, harika, değil mi?" dersiniz. Ya da dediğim gibi, bir tür profes yonelseniz, şunu anlamalısınız: Bazıları düşünüyor, bazıları düşünmüyor, bazıları bir şekilde, bazıları başka bir şekilde dû111
şünüyor; bazılarının düşüncesinin belli bir yöne doğru itilme si gerekiyor, bazılarının düşüncesinin biraz yavaşlatılması ge rekiyor.. Yani eger rahatça arkanıza yaslanmış, robot düşünür leri izliyorsanız ya aptalsınızdır ya da şarlatan veya her ikisi de. Geleneğin ya da gelenekten gelen bir enerjinin etkisi, ken di başına bir düşünce oluşturmaz; düşüncenin yolunu açar Bir reaksiyona neden olur, kişide bir duygu veya bir tat meydana getirir. Tıpkı doyurulması gereken doyurulabilen ve doyurulan bir çeşit açlık ya da beklenti gibi. Ama eger bu gerçekleşmeyen dileklerden oluşan sürekli bir döngü şeklinde ise, "Diliyorum ki .... Diliyorum ki .... Dili yorum ki .... Aman cam cehenneme" noktasına gelirsiniz. Bu ne denle, minimum miktarda bir izlenimin olması gerekir Gelenekteki tanımlamaya göre, tamamen soyut olan bir şey varsa, kişi batıda kendisine öğretilen şeyi yapıyor, yani "ze kasını kullanıyor" vs. olabilir; bu kavramı hayal edebilir. Ama bu kavrama dair bir izlenim edinmek ne kadar tamamlayıcı, yararh, pozitif veya besleyici olabilir? Eger bir kavram degerliyse, pozitif özellikteyse ve kendine has bir dinamiği varsa, kişi bu kavrama katılabilmek, bir kıs mını kullanabilmek ve onu tanımlayabilmek ister Bir dinamik soyut bir şekilde nasıl tanımlanabilir? Schopenhauer ve başka birçok insan şöyle derdi... gülme yin. Bu eğitimli centilmenlerden alıntı yaptığımda herkes gülü yor ama ben onları okudum; gerçekten. Çünkü eğitimimin bir parçası her şeyi okumaktı. Bana bir kitap veya edebiyat türü verildiğinde "Bumı x, y ya da z bakış açısına göre oku" denil mezdi. Okunacak şeyler verilir, sonra da benden, onlardan ne aldığımı ya da öğrendiğimi, neleri yararlı veya sıkıcı bulduğu mu anlatmam istenirdi, bu yüzden bu eserleri okudum; öylesi ne "şu kişi aptal" ya da "bu saçma" vs. demiyorum; onları ger çekten okudum. Onları okuyup bırakabildiğim, sonra da unu tabildiğim ve onları bir hayat tarzı olarak almadığım için şük rediyorum. 112
Gelenekteki bir kişiyle geleneğin kavramından üretilen ve onda var olan enerji arasındaki ilişkinin çok elle tutulur bir bi çiminin olması gerekir. Biz Nakşibendî usulünden bahsediyo ruz; kişinin neyi sevmesi ve düşünmesi gerektiği, neyi anlama yı ve takip etmeyi amaçlayacağı, ne olmayı amaçladığı ile ilgili başka göstergeler de vardır. Bu bakış açıları, daha doğrusu de ğerler pozitif özelliktedir; kimse, aptal, tembel, serseri, komik ya da iğrenç olmayı hedeflemek istemez. Bu nedenle tanımları itibarıyla, bu yönlendirme ve kuralların çoğu, insanı belirli po zitif başarılara yöneltmek için düzenlenmiştir. Pozitif, yararlı, rahatlatıcı veya değerli oldukları için de insanlar içgüdüsel ola rak, bu değer ya da özelliklerin yansımasını kendilerinde gör mek isterler. Bunlardan biri, örneğin, uyumlu denge ise, kişi şöyle der: "Peki, bu denge ilkesini biliyoruz. Niteliği mi? Bunun ne demek olduğunu az-çok biliyoruz. Denge, dengesizlik olmama sı demektir" Denge kavramının, dengesizhk olmaması; uyumun da, uyumluluk hali demek olduğunu anladıktan sonra, bu tabirin yanına bir işaret atıp bir sonrakine mi geçeceksiniz? Hayır. Ki şi bu özelliklerin ne demek olduğunu anlamaya çalışırken, lam olarak kutsal olmasa da kutsallığa biraz katılmanın cazibesine kapılır. Birçok kez söylediğim gibi, gelenekte "bir şeyin, benzer lerini çektiğine" inanırız. Ayrıca, Hâfız'ın bir sözünü de hatırla tırsak, "Yaseminin kokusu ellerinize bulaşmadan yasemin topla yamazsınız". Kişi farklı önemdeki şeylere karşı dengeli ve uyumlu bir tavır takınmayı amaçlıyorsa, dengeli ve uyumlu bir tavrın ya da davranış biçiminin önemi ile uyumlu davranışın anlamını an lamaya çalışıyor demektir ve elbette, sonrasında bu nitelikleri kendi hayatına uyarlamalıdır. Yasemin benzetmesine geri döndüğümüzde kişi dengenin değeri ve gerekliliği hakkında düşünüyor ya da okuyorsa, el bette bunlardan bir kısmı kendisine bulaşmalı ve o kişide ol dukça aktif potansiyel bir özellik haline gelmelidir "Ben o ka
in
dar dengeli olamam-yani, unut gitsin" denebilir; bu her şey için bir bahane olarak kullandabilir. "Hayır, bunu asla yapamam," da denebilir ve bu doğru olabilir; ama böyle söylemek, kişinin kendi kendine koyduğu bir kısıtlamadır. Günlük hayatın sınırları içinde kişinin bıkkın, sinirli, yor gun ve rahatsız vs. hissettiği durum, olay ve anlar vardır. Böy le bir noktada, dişlerinizi sıkar ve "Dengeli olacağım, bu beni öl dürse bile." dersiniz. Elbette bunu denemelisiniz; çünkü bu ne fis kontrolü için iyi bir alıştırmadır. "Denemeyin," demiyorum, deneyin; ama fiziksel etkenler, yorgunluk veya başka şeylerden dolayı denge kayarsa ve çığlık atar, bağırır, kükrer ya da haykırırsanız, o zaman "Of, birinci kareye geri dön, hepsini mahvet tim," dememelidir. Eger bunun sonucunda işten kovulursanız, evet, bu "birinci kareye geri dönmek" sayılabilir; ama bizim bah settiğimiz konu açısından, ki bu daha derin içsel bir değerdir, böyle bir şeyin aşırı önemi yoktur. Dikkatinizi çekiyorum, "aşı rı önem" diyorum, elbette belli bir önemi var ama aşırı önemli değil. Ama kişinin kendi içindeki ya da grubuyla arasındaki veya bir grupla diğer grup arasındaki denge noktası ya da uyum kaybolursa, bu daha ciddi bir sorundur. Çünkü kişi, bilinçli veya bilinçsiz olarak, daha sonra üzerine inşa edeceği bir uyum ve dengeyi kurmaya çalışmahdır. Bir kararsızlık hali değil, mantıklı bir istikrar gerekir. İstikrar olduğu zaman, bu belli bir güven sağlar Her zaman eğilip zemin karolarının kalkıp kalk madığını kontrol etmemelisiniz. Daha önce de dediğim gibi, eğer bir bina inşa ettiysek, zeminin yeterince sağlam olduğun dan, duvarların çökmeyeceğinden ve çatının uçmayacağından emin bir şekilde, artık o binayı dekore etmeye, yerleştirmeye ve içinde güvenle yaşamaya bakmalıyız. Eğer durmadan dışarı koşup binaya şöyle bir göz atıp "Şimdilik her şey yolunda," di yecekseniz, o zaman binalar inşa etmeyin, gidip bir mağarada oturun böylece" Richter ölçeğine göre sekizya da dokuz şiddetin de sarsılsa hile buranın yıkılacağını sanmıyorum; en azından şim dilik" diyebilirsiniz. Böylece bütün hikâye en başa döner. 114
Tanrı aşkına, kişinin bilincinde olduğu ve üzerine başka şeyler inşa edebileceği belli derecede bir istikrar için Allah'a şükretmek çok daha basit değil mi? "Ama om ben oluşturdum, şimdi de benim aptallığım yüzünden çökecek"; o zaman, binayı bir başkasına yaptırın, o kişiden bir garanti alın ve gidip bina ya girin. Bu noktada "Ama o kişiyi tanımıyorum, o da beni tanı mayabilir" diyebilirsiniz; bu bir şans meselesi. Kişi, kesinlikle ve güvenle atabileceği her adımda, emin olmak için bir buçuk adım geri gidiyorsa, bütün varlık bir ileri, bir geri, bir ileri, bir geri hareket eder. Bunun nedeni kendine ya da yaptığı şeye duyduğu güvensizlik, başkalarının, çabasını sabotaj etmesi korkusu veya "doğum öncesi etki" olabilir; bahanenin adını kendisi koyar veya başkaları bir isim bulur. Ben diyorum ki, ar tık isim veya bahane aramayın. Bütün nedenler, b ü t ü n dürtüler ve bütün sorumluluk zaten ortada. Size öneride bulunabihrim, okumanız için kitaplar göste rebilirim, yapmanız için ödev verebilirim. Bir milyon kez söy lediğim gibi, sizi dürtebihr, teşvik edebilirim ama sizin yapma nız gereken şeyi yapmam. Peki kim yapar? Saat on ikide gelip nevresim takımınızı değiştiren peri. Küçük Ned Humperdinck mi? Yoksa Strevmelpeter mı? İnsanlar, eğer yalnızca olumlu şeylerde kullanırlarsa, bu niteliğe sahiptirler: Yapmak istedik lerini yaptıktan sonra herhangi bir itiraz karşısında kurnazca bir açıklama bulabilmek. Bunun anlamı şu; insanlar bana gelir ve şöyle der: "Durum bu, ne yapacağımı bilmiyorum, siz bana söyleyebilir misiniz?" Aslında ne yapacaklarına daha önce karar vermiş olurlar. Beni dinler sonra gidip istedikleri şeyi yaparlar. Kimi kandırıyorlar? Konuyu dağıtıyor muyum? Hayır Kişinin bir yargıya var masını sağlayan sözde ilkelerin öznel olabileceği noktasına ge ri dönersek, buna benden daha iyi bir örnek yoktur: Alganistan'da, Krahn iyi bir tebaasıyım; anayasaya inanır ve kurallara uyarım ama "Ben bir Pagmaniyim ve istediğimi yaparını". O bağlamda gerekçe budur.
115
Bu iyi, eğlenceli de olabilir, insanlarla ya da bazı şeylerle aranızda sürdürdüğünüz bir satranç oyununa da dönüşebilir ama bunu kendinizle oynamayın. Batı eğitiminin eğilimi (eğilim diyorum çünkü bu hiç tam olarak gerçekleşmemiştir) insanlara "liberal eğitim" -küçük "l" ile- vermekti. Sosyal bilimleri ve fen bilimlerini öğreniyordu nuz ve sonra Victoria zamanının liberal bilgisini edinip tedri cen "Büyük Tur" yapılıp geri dönülürdü. Makul miktarda temel bilgiye sahip olduktan sonra da kişi, bir konuda uzmanlaşabilir, hatta isterse konusunu daha da daraltabilirdi. Ama sonra, maalesef, liberal fikir liberal olmayan bir hale dönüştü. Çünkü "Birine biraz eğitim vereceğiz" dediğinizde, o kişinin bütün sos yal bilimler ve fen bilimlerini çalışabilmesi gerekir. Bu konu larla ilgili yüzlerce, binlerce hatta milyonlarca kitap olduğuna göre, hepsini okuması mı gerekiyor? Uygulanabilirlik açısın dan bakıldığında, hayır Bu nedenle içlerinden birkaç tanesini seçtik. Buraya kadar tamam ama bu sözde seçme ne zaman ya pıldı ve kim seçti? Bu nesnel mi, öznel mi? Bazı yerlerde, bu seçim, hâlâ liberal kalacak kadar nesnel di. Ama diğer yerlerde özneldi ve öğretim, öğrenme veya çalış ma alanını yaratan kişiler bu çalışmanın gerçek atalarıydı. Bu na, benim en sevdiğim konu alanlarından biri olan ingilizce Farsça veya Arapça uzmanlarından daha iyi bir örnek gösteri lemez. Bu konuda onlar üç kat daha başardı; her profesör, öl düğünde ya da mumyalandığında veya her neyse, yerine kendi sinin belirlediği aday geçerdi. Peki ikinci aday, öğrencilerine kimin kitabını öneriyordu? Tabii ki, atasının ya da o her kim idiyse. Bu normal bir şey olabilir -ben de insanlara babamın kitap larını öneriyorum ama bu yalnızca evlat olmanın getirdiği bir hürmet duygusu değil; onlar gerçekten iyi kitaplar- ama bu çiz giye ulaştığınızda, temel çizgiden o kadar uzaklaşdmıştır ki bu her ne kadar tbranice ve Sanskritçe içinde geçerli olsa da, ben yalnızca İngiltere'deki Arapça veya Farsça uzmanlarından 1J6
bahsedebiliyorum-, yalnızca kaynaktan çok uzaklaşmakla kal maz kaynağa geri d ö n ü p , "Bu metinde şöyle deniyor" dediğiniz de hemen şu yanıtla karşılaşırsınız: "Sen de kimsin? Profesör fa lanca şöyle şöyle dedi, yorum bu. O ne dediyse odur" Bizi sapkın olmakla suçluyorlar; çünkü, biz iddia ediyoruz ki sabit bir şeye eklenecek herhangi bir süs, dekorasyon ya da işleme, onu daha iyi göstermek, daha erişilebilir kılmak yahut onunla iletişim kurmak için olmalıdır. Yalnızca ".... adına" ol mamalıdır. Şu tabiri anlayanlar, anadili İngilizce olmayan arkadaşlara açıklayabilir: "Zambağıyaldızlamak," yani zaten kendiliğinden güzel olan bir şeyi süslemek. Süslemenin, sırf süsleme adına yapıldığı, nesnenin fazla cafcaflı ve çirkin hale geldiği ve süre cin artık nesnenin değerine herhangi bir katkıda bulunmadığı bir nokta vardır Aslında, nesne genellikle bir mesafe yaratır çünkü ona bakan insana "Çok itici" diye düşüneceği şekilde or taya koyar kendisini. Doğal iletişim kapasitesini kaybetmiştir çünkü satılmak için çok abartılı biçimde süslenmiştir Böylesi üç nesillik entelektüeller, alimler ve diğer insanlar la ilgili eleştirimiz şu: Bazen bir şeyin bir yönünü ele alırlar, sonra onu ender hale getirip sıra dışı isimler vererek saçma bir şekilde insanları korkuturlar. Bu sıradan insanlardan o kadar uzaktır ki, onlar şöyle düşünür: "Bunu asla anlayamam ve be nim işimeyarayrp yaramayacağını da bilemiyorum." Ama aslında, eger olması gerektiği şekilde, yani insanların kullanması, bütünleşmesi, benimsemesi ve kullanmasına uy gun bir biçimde yansıtılırsa. işine yarayabilir Aksi takdirde, boynunuza astığınız soyut bir şey olmaktan öteye geçemez. Bir şeyi boynuna asmak insanların her zaman yaptığı, oldukça övülecek bir şeydir Neden olmasın ki? Bazıları, kullanımı ra hat olsun diye çakmaklarını boyunlarına asarlar. Bazıları, çek mek veya gösteriş yapmak için tespihlerini, bazıları da derini zi yüzmek için bıçaklarını boyunlarına asar Her neyse, eğer 117
süs ya da işleme gibi bir şey varsa, o şeyin işlevsel olması gere kir. İşlev, gereğinden fazla da yerine getirilebilen bir şeydir. Çok yakın bir arkadaşım bir gün bit pazarına gitmiş ve eski bü yük bir saat almış. Güzel bir saatmiş, tamir edilebileceğinden emin olmak için iyice incelemiş. Kucağında saatle kaldırımda eve doğru yürürken, bir adama çarpıp düşürmüş. Adam ayağa kalkıp şöyle demiş: "Niye herkes gibi bir kol saati taşımıyor sun?" Bu hikâyenin benim sözünü ettiğim şeyle hiçbir ilgisi yok. Yalnızca komik bir hikâye. Ama ciddi olursak, şu kesinlik kavramıyla ilgili fark etti ğim şey şu: insanlar inceler, inceler ve incelerse, bu kendi için de bir son olur. Kişinin, keşfettiği şey ile artık bir şeyler yap ması gereken bir nokta vardır; aksi takdirde, "saj araştvma" denen şey olur; bu bazıları için bir eğlencedir çünkü profesör olurlar, görkemli bir pozisyon elde eder ve saf araştırma, dü şünceleri hakkında düşünürler. Bu saf araştırma gerçekten saf olduğu ve böylece fikir uyandırdığı, bu nedenle de alt araştır ma kademelerinin alanlarına daraltılabildigi ve daha fazla araş tırmayı teşvik ettiği sürece bu kesinlikle iyi bir şeydir. Bu bile tamamen yararsız değildir çünkü Einstein'ınki gibi bir denklem oluşturursanız, insanlar onu anlamaya çalışır ve kullanır; bu da her zaman yararlıdır. Bütün araştırmaların her şey için kullanılabileceğini söylemiyorum. Çok ender alanlarla ilgili araştırmalar yapan insanlar hep olacaktır. Bu nedenle, araştırmalar elbette kızıştırılabihr ama farklı bakış açıları üze rinde çok fazla araştırma yapılması genellikle insanların kafa sını karıştırır. Örneğin, yaklaşık yirmi yıl önce, Orta Çağ'a ait çok güzel resimli el yazması kitap olan the Book oj Kells üzeri ne yazılmış beş ciltlik bir eser çıktı. Bu, yalnızca the Book oj Keüs'in baş harfleri, harflerin süsleri, teknik olarak nasıl yapıl dıklarına vs. ayrılmıştı.
118
Yirmi beş yıl kadar önce, British Museum'da Şamlı bir Arap arkadaşla konuşuyordum. Tezhipli el yazmalarından söz edi yorken, "The Book oj Kells'e hiç rastladın mı? O kitap..." dedim. "Unut gitsin," dedi; "Yalnızca haş harflerine dair beş cilt yazıl dıysa, kitabın kendisinin açıklamasını boşver" Bu örnek biraz abartılı ancak, bir konu ya da kavram üze rinde yapılan bir araştırma bu kadar daraltılırsa, heyecanlı ola bilir; çünkü bu, genel dikkati kavramın tamamından, muhte melen anlaşılamayan ama insanlar ona baktığı için "bir şeyi" olan tek bir noktaya doğru çeker Bu nedenle, her araştırma ve ya çalışmada uyumlu bir temeliniz olması gerekir. Her araştırma ya da çalışma farklı düzeylerde yapılmalıdır Parşömen mi, mürekkep mi, boya mı, yazı tipi mi yoksa yazı araçları mı vs. bunların her biri üzerinde çalışmak m ü m k ü n dür. Ama bunların hepsi, yazının kendisiyle ilgili çalışmaya da hil olmalıdır "Biruni'nin kullandığı tüy kalem hakkında bir monogram" -ki bu İngiltere için çok akademik bir şeydir- gibi so yut bir şey olmamalıdır. Bunu bulmak için bir gazetenin geç miş sekiz bin sayısını karıştırmanız gerekir, bu da zaman alır Elbette bunların hepsi araştırmadır ama ana düşünce şu olmah: Belli anekdotları, belli sabitleri, belli değerleri ve özelhkleri (ki bunların hemen hemen hepsi çakışır) mercek altına alın ve farklı bir dizi şey olmadıklarından emin olun. Sonra, bunların hangi noktada bir araya gelebileceklerine, hangi nok tada işlevsel olacaklarına, bunların yönlerini de göstererek hangi noktada yansıtacağınıza karar verin. Onlara soyut bir şekilde, huşuyla yaklaşmamalısınız; bu kehmeyi bilerek seçtim çünkü bu saygı duymadığınız anlamı na gelir Huşuda, "Yaklaşamıyorum, anlayamıyorum, bağlantı kuramıyorum" anlamı vardır Olayı farklı bir düzleme koyar Gelenek farklı bir düzlemde değildir Gelenek insanlar ara sında, insanlar ile, insanlar için işleyen bir şeydir Aksi takdir de varolmaz. Eğer bir söz veriyorsa, ki veriyor, bu, geleneğin 119
disiplini ve kısıtlamaları içinde çalışan bir insanın gelişme kay dedeceği s ö z ü d ü r Bu gelişme tedricen ve yavaş yavaş olur, bir kozmos biçimidir; kişinin sonuçta bulutların üzerinde uçmaya başlayacağı ya da bir tür nirvanaya ulaşacağı vs. ütopik bir ül ke değildir Çünkü bu uygulanabilir bir şey değil. Bazı Hindu tarikatlarında olduğu gibi (onlara saldırmıyorum, onları eleşti riyor olabilirim) gelecek nesillere zarar vermeyecek kadar önemsiz bir şey olarak yeniden doğma umuduyla, ömürlerinizi hiç bir şey yapmadan geçirmenizi hedeflemiyorum. Böylesi amaçlarım yok; yalnızca buna inanmadığım için değil, aynı za manda kendimi, bildiğim şeyleri kullanmaktan alıkoyamayacagım için. Geleneğin bu şartlarda ve bu zamanda geçerli olduğundan emin olduktan sonra, nasıl sindirilebileceğini ve nasıl uygula nabileceğini göstermem gerekiyor; yoksa, sadece boynumuza taktığımız ya da duvarda bir oyuğa yerleştirdiğimiz ve "işte orada ve biz bunu biliyoruz", "her şey güzel olacak" dediğimiz bir şey o l u r Muhtemelen her şey güzel olacak ama her şey, bi raz gayret edince harekete geçer. Gayret gelenekten gelebilir Eger geleneğe soyut bir şey olarak bakarsanız, sizin için soyut bir şey o l u r Otobüsün bi siklet olduğunu düşünürseniz, sizin için bir bisiklet olabilir; ama bu, otobüsün doğasını değiştirmez. Soyuta gehnce, eğer bir şeyi soyut kategorisine koyduysanız veya birisi "bu soyut" dediyse, batı eğitimi sizin o şeyle doğrudan bağlantı kurmanı za izin vermez. Gelenek ile yapabilirsiniz. Gelenek ile yapmalısınız.
120
Enerji Geleneğin vurgusunun çoğu, enerjinin yararı ve işlevi üze rindedir. Batılı yan anlamıyla, enerji kavramı, insanın kafasın da belli imgeler ve fikirler çağrıştırır. Birisi "enerjik" ise, bir anlamda meşguldür. Bunu söylediklerinde, insanlar genellikle fiziksel ya da zihinsel enerjiyi kastederler. Ama gelenekteki enerjiden söz ettiğimizde, enerjinin birçok farklı biçimini kas tederiz; yemekle üretilen ve insan vücudundaki kasları çalıştır maya yarayan gerçek temel fiziksel enerjiden, üretilen ve alı nan, yalnızca belh özel işlevler için kullanılabilen çok arıtılmış enerjiye kadar. Bazılarınız bunu çok tekrar ettiğimi düşünebilir. Gerçek ten de daha önce enerjinin birçok yönünden söz ettim ve şüp hesiz, gelecekte de enerjinin algılanması, üretilmesi ve kulla nılmasıyla ilgili daha kesin ifadelerle buna devam edeceğim. Sıkça karşılaştığımız "Değerli enerjiyi israj etmekten korku yoruz" sorununa, şimdiye kadar, artık sıkıcı olacak derecede değindim. Bu zihninizi meşgul etmesin. Bunu sonsuza dek tek rar etmeyeceğim, yalnızca şu kadarını söyleyeyim; bir kişinin aldığı veya belirli evradla üretilen çok yararlı nitelikteki saf enerji, düşüncesizlik ya da dikkatsizlik yüzünden israf edile mez. Bu çok arıtılmış ve özel enerji, bizim deyişimizle "ayrıl mış" ya da "rengi helirlenmiş"tır\ yani sadece belirli yarardaki özel bir durumda işlev kazanır Örneğin, belirli değerdeki bir tür enerjiyi alıp ya da üretip, sonra da bunu otobüse yetişmek için koşarak veya böyle bir şey için harcayıp tüketemezsiniz. Bu belirli enerjiye, onu yararlı bir biçimde kullanabileceğiniz durumlar hariç, erişim imkânınız yoktur; üzerinde kontrol hakkınız yoktur. Yani "Onu şu amaç için kullanacağım" diye mezsiniz; çünkü eger.bilinçli kontrol hakkınız olsaydı, her za121
man olası bir harcama ya da israf etme tehlikesi olurdu. Yine uyumdan söz etmeye başladık bile; belli bir durumda, üretilen ya da alınan enerji o ortam ya da yerde, kendisini çeken bir güç bulur, çekilir ve enerjinin içinde hareket ettiği "daire" dediği miz şeyi oluşturmak üzere, gittiği ortam veya yerde bulunan enerjiye uyum sağlar veya kullanılır. Enerjinin kullanımını daha iyi tanımlamak için, insanlar "Ona sahip olup olmadığımı bilmek isterdim," veya "Onu kul landığımın, aldığımın ya da ona sahip olduğumun bilincinde olmak isterdim," gibi şeyler söyleyecektir. Bahsetmekte oldu ğumuz bu çok arı ve saf enerji düzeyinde baktığımızda, aslın da enerjinin varlığı veya kullanımına dair bilinçli bir his yok t u r Eger bir his varsa, bu enerjinin yüzeysel bir göstergesidir, enerjinin kendisi değil. Enerjinin yararh bir biçimde emildigi, üretildiği veya ahndıgı durumlara uyum sağlamanın ve onlarla bağlantı kurmanın bir parçası da kişinin yapacağı işin niyetini, işi yapmadan önce tasdik etmesidir. Bu gerekli ve yararlı bir teknik noktadır: "in şallah X, Y veya Z işlevi için bu dersi, zikri ya da belirli şeyi ya pacağım." O amaca odaklandığında, kişi, o vird için harcayaca ğı veya o vird esnasında elde edeceği enerjinin amaca doğru bi çimde odaklanmasını dilemektedir. Yine, başka bir şey üzerinde odaklanan bir şey olduğu için mercek örneğini ele alalım: Birkaç olasılıkla karşı karşıya ise niz, insanın kafasında birçok fikir, ümit ve öncelik olması ve hangisinin en yararlı, en değerli, en faydalı ya da en ödüllendi rici olduğuna karar verememesi gayet doğal bir şeydir. Ve ba zen, niyet yoktur, zayıftır ya da yanlış şeye hedeflenmiştir. Doğru, niyet genel bir noktaya hedellenmiştir ama belirtti ğiniz niyetin bir mercek olduğunu düşünür, kabul eder ve bu na gerçekten inanırsanız, sahip olduğunuz ya da ulaşabileceği niz enerji/enerjiler o mercekte toplanır ve yapmakta olduğu nuz virdin oluşturduğu noktada yoğunlaşırlar. Bu, bir dereceye kadar enerjinin ve niyetin "genel yayılması" denebilecek şeyi 122
ortadan kaldırır: "Sanırım gend olarak şu yöne doğru gideceğim" ya da "Sanırım enerjilerimi şu genel yöne odaklayacağım, belli bir oranı ya da mifetan mercekten geçecek, sıkışacak ya da işe ya rayacak. " Kişi, "Belli bir işle\ ile bağlantı kuracağım. Varlığımı ve dü şüncelerimi belli bir şeyi başarmaya odaklamayı deniyorum, niye ti de ikinci bir odaklanma merceği olarak kullanıyorum." diyecek güvene sahipse, bu mümkün olduğunca odaklanma konusun da sizin sorumlu olmadığınız anlamına gelmiyor "Hmm, genel olarak şu yönde, öyleyse ben de her şeyi o genel yöne doğru yön lendireceğim, böylece hqpsi birleşecek." diyemezsiniz. Hayır, kendinizi, düşüncelerinizi, niyetinizi belli bir dereceye kadar odaklamak ve onu, daha kesin bir odağa getiren ikinci bir yoğunlaştırıcı mercekten geçirmek sorumluluğunu taşıyorsunuz. Bir tür güvenlik etkeni ya da kaçış mekanizması var. Çünkü diyelim ki birisi belli bir niyete, yani enerji ve çaba için belh bir odağa karar verdi; belirli öznel değerlendirmelerden dolayı, bu o n u n için en değerli olan gerçek amaç olmayabilir. Ancak, sonsuza kadar öncelikler arasında gezinip, "Belki budur, belki de şudur, ah, bilmiyorum" vs. diyerek karmaşık bir duruma düşmektense, bırakın, insanlar doğru olduğunu düşündükleri şekilde yönlendirsinler İkinci merceğin, ya da yoğunlaştırıcı merceğin bunu bük me yeteneği vardır ve olacaktır. Yani teorik olarak, eger bir yo ğunlaştırıcı mercek varsa ve bir ışık huzmesi bunun ortasına vurursa, odak noktası ortada olur. Ancak bu odaklaştırıcı ya da yoğunlaştırıcı merceklerin, ışığı emme ve başka bir yöne doğ ru gönderme özelliği de vardır Tekrar ediyorum, bu, sizin m ü m k ü n olduğunca doğru şe kilde odaklanmaya çalışma sorumluluğunuzu ortadan kaldır mıyor "Ben yalnızca onu salıvereceğim, nasılsa birileri veya hir şey onu alıp doğru yönde yönlendirir" Evet, onu alacaklar ama bu, yine niyetin merceğe nasıl çarptığına bağlıdır Eger mercek çalışıyorsa ve enerji daha fazla odaklanmışsa, sonuç odak -ister 123
tam karşıda olsun, ister köşede- daha kesin olacaktır. Eğer merceğin daha geniş bir alanına çarparsa, mercekten geçebile cek şeyler anlamında bir kayıp olabilir. Bu durumda dağılacak ve enerjinin odak noktası merceğe çok daha yakın olacaktır. Bu nedenle, dediğim gibi, bu gibi konuları korku, endişe veya ge rilime mahal vermeden açıklığa kavuşturmak sizin sorumlulu ğunuz; "Bu doğru mu, yanlış mı?" diye sorarsınız. "Bu doğru mu? Emin değilim, o yüzden yapmayacağım" ile "Ben tam bir ap talım, bunu yapacağım ve ne olacak, bakacağım" arasında belli bir denge noktası vardır. Bunların hepsi çok öznel tavırlar. Hepsinin içinde bir mazeret faktörü var: "îyi bir fikir gibi gö rünmüştü" ya da "Benim kıt anlayışıma göre, ..." gibi. Bunların hepsi geriye pedal çevirme hareketleri. Hayır. Kişinin katı, ke sin ve yetişkince bir tavır takınması gerekir yani bir insan yar dım alabilir, yardım alır, yardım alacaktır. Bu yardım da, kişi nin ortaya koyduğu çaba ve konsantrasyon seviyesiyle orantılı dır. Her konuda bütün kolaylıkların sağlanmış olması kimseye fayda sağlamaz. Bu durumda kişi bütün yeti ve yeteneklerle belli bir durağa ulaşır ama bu yeteneklerini kullanamaz.Çünkü onları daha önce kullanmamıştır. Bu yüzden kolaylıklar, fayda dan çok yük haline gelir. Yani kişi, kendisinin işlevsizliklerini, yanlış işlevlerini, işlev eksikliklerini keşfederken karışıklık, sorgulama, acı, rahatsızlık vs. sürecinden geçmesi ve makul bir denetim altında, kendisini daha iyi anlamış olduğu bir duruma gelmesi gerekir. Bu yeni bir şey değil. Ama bunu farklı yapan soru: Kişinin kendisini anlaması nedir? Eger bu genellikle olduğu gibi öznel bir anlamaysa, o zaman kişiye bahaneler bulan bir şeydir: "Ah evet, ben kendimi tanıyorum, ben aptal, cahil ve ahmağım, bu yüzden de" ... bu kadar. Ya da şöyle denir: "Benim suçum değil di, bu yüzden de" ... bu kadar Bu nedenle, öznel mantık çıkarma süreci gerçekte, kişinin kendisine veya başkalarına sunmak istediği bir bahanedir ama 124
eger bunun öznel bir bahane ya da açıklama olduğu belliyse, kişi bunu kabul etmemelidir. Bir d u r u m u n içindeyken veya ondan kendisini biraz daha anlamak yoluyla yararlanıyorken, farklı bir şey olur; çünkü ki şi kendisini fazla eleştirel ya da fazla affedici bir biçimde değil, gerçekçi bir biçimde tartıyor olur. Gerçekte, kişinin, bütün ruhunu herkese sergilemesi ge rekmez ya da beklenmez; ama kendisine karşı dürüst, gerçekçi ve açık sözlü olmalı ve şöyle diyebilmelidir: "Yaptığım bu şey, okuma, ödev veya iş, her neyse, ister iyi ister kötü olsun, bu durumdaki tepkilerim, hareketlerim, yaptıklarım şöyle şöyley di." Eğer Nakşibendî kaidelerini hatırlıyorsanız, bu kendini in celeme, denetleme ve kendine bakma fikri, her zaman yararlı, gerekli ve gelişimsel bir işlev olarak görülmüştür. Bu, kendi nizle savaşmak ya da hatalarınızı bulmak için kendinizi bir mikroskobun altına koymak anlamına gelmez. Eger sürekli olarak performansınızı, bir ödevi, okumayı, toplantıyı ya da her ne ise, incelerseniz ve kendinizi suçlayacak nedenler bu lursanız, referanslarınızın doğru olup olmadığını kontrol etme niz gerekiyor demektir. Kendinizi suçlamayı amaç mı edindi niz? Referans noktalarınızı değiştirin; incelemeyi yaptığınız noktayı değiştirin. Aynı şekilde, eğer "Yorgundum, terkmiştim, ya da üşüyordum", "Fark etmedim", "Düşünemedim", "Onun hatasıydı" gibi bir sürü mazeret üretiyorsanız, ters yönde ilerli yorsunuz demektir. Gerçekte, erişilebilir olan enerjiyi kullana bileceğiniz, kullandığınız ya da kullanacağınız durumlarda si ze rehberlik edecek ve bu durumlardaki tavır ve değerlendir melerinizi geliştirecek olan referans noktalarınızı, bakış açıla rınızı geliştiriyor olmanız gerekir Enerjinin, bir durumu ortadan kaldırabilen veya inanılmaz bir şeye dönüştürebilen soyut, şaşırtıcı bir nitelik, erdem ya da yetenek olduğunu düşünüyorsanız, bu, karikatürize bir düşün cedir 125
Enerji soyut değildir elle tutulabilir Kişinin iç varlığı onu hisseder Mutluluk ya da memnuniyet duygusunun belirli dış etkenleri olabilir ama kişi, gerçekten, düşüncelerini, tavırlarını ve yöntemlerini daha iyi odaklamalı ve kesinleştirmelidir. Yalnızca bu grupta değil, başka gruplarda da edindiğim iz lenime göre, insanların eline bir neşter geçince gidip onunla bahçelerini kazdıklarını görüyorum. "Alet alettir." Hayır; çünkü dünyada, gerçeklikte, neştere bakınca onu tanımlayabilmeli ve ona göre kullanmalısınız. Neşter "kenan olan bir şey, yani bir bahçe beli, bu nedenle de neşter bir beldir" diyemezsiniz. Hayır Bu hatalar yapıldığında, ki maalesef çok sık yapılıyorlar, bunun nedeni çoğu zaman, kişinin kendisine, durup o araca ya da taktiğe -aslında taktik de bir araçtır- bakıp gerçek anlamda onu incelemek için gereken zamanı tammamasıdır. "Aha, bu sihirli bir şey". Hayır; sihir tamamıyla farklı bir şey. Sihir, nadiren ve etkili bir şekilde kullanılan ama sıradan insanların kullanamayacağı bir şeydir İnsanlara taktikler, yön temler ve enerjinin yararı öğretilir, bunları nasıl kullanacakla rı gösterilir; bu nedenle birisine bir neşter verilip bunun neşter olduğu söylendiğinde, ne onu kullanmakla ilgih herhangi bir tereddüt olmalı ne de sunulduğu için herhangi bir şaşkınlık. Bunca yıla rağmen beni en fazla sarsan şey, insanların bir aracı alıp, diyelim ki bir pusulayı, onunla sırtlarını kaşıyarak ya da onu bir kapı tamponu niyetine kullanarak zamanlarını (enerjilerini değil) israf ettiklerini görmektir. Bir şeyi kazandınız, onu size ben vermedim; karşılıksız bir hediye değildi, siz kazandınız. Peki neden onu kullan mayası nız? Kişi onu alır, altına üstüne bakar, "Made in Birmingham" yazısını okur ve onunla başını kaşır -"o bir pusula, aptal, kullan haydi" demek istersiniz; ama eğer onu elinden alıp "Bak, böyle çalışıyor" derseniz, "Hımm" diyebilir; peki bu durumda düşün me işini kim yapmıştır? 126
"Ya hayatında hiç pusula
görmediyse?"
Eger gerçekten daha önce bir pusula görmemişse, ona "Bak, hu bir pusula, şöyle tutarsın, şurası şu yönü gösterir, bu yö ne gidersin" vs. açıklaması yapılır. İnsanlara bir durumla ilgili araç ya da enerjinin verilip, halletmesi için kişinin yalnız bıra kıldığı durumlar üretmiyoruz. Bilinmeyen bir nesnenin tanım lanması için kahverengimsi noktalar gibi şeyler vermiyoruz. Benim söyleyeceğim ya da gelenekte duyacağınız hiçbir şey ister yazılarda ister başka bir şeyde olsun, kişinin kafasının karışacağı ya da sorun haline gelecek kadar baş edilemez ve ya bancı değildir. Önceden kestirilemeyen etkenler vardır, insan ların anlayamayacağı ya da şu anda anlamadıkları şeyler vardır Onlardan kafalarını duvara vurarak bunları anlamaya çalışma ları beklenmez; çünkü bu noktada tanımlama devreye girer. Ki şi, "Bu ....ya benziyor", "Bu .... bölgesinden gibi duruyor", ".... gi bi bir unsura sahip gibi" deyip onu biraz inceler Ya ona bir şey hatırlatır, hatırlatmaya başlar ya da hatırlatmaz. Eger hatırlat mazsa, onu bırakması gerekir Onu terk ediyor, göz ardı ediyor ya da reddediyor sayılmaz, yalnızca şöyle der: "Şu anda bunu kullanamam" veya "Bunun nasıl kullanılacağını anlamadım, bir bağlantı kuramıyorum, bu yüzden bana tamdık gelen şeyi kulla nacağım." Bu geriye adım atmak değildir; zayıflığı, yenilgiyi vs. kabul etmek değildir Yalnızca, işlev açıklanmamıştır veya o anda, enerji o işlev için kullanılabilir değildir Elbette, gelenekte kişi her zaman, biraz daha çaba göster mesi gereken ya da beklenen yönlere doğru "gerilir". Bu, kişi nin bir ayak değirmeninde koşar gibi yürüyen merdivende ko şup durması değildir ama aynı zamanda "Ben bunu denedim, şimdi de biraz bekleyeceğim bakahm" demeye de teşvik edilmez. Hayır, çaba her zaman oradadır ama bu, ümitle işleyen bir ça badır; korkuyla değil. "Bir şeyden kaçıyorum, hanayetişmemeli" ya da "Kaymamalıyım" hayır, bunların hepsi bahane; kimse, eger istemiyorsa kaymaz. Doğrusu, dünyadaki bütün bahanele ri, gerekçeleri veya mantık çıkarımlarını sunabilirsiniz; 'Ben Neptün altında doğmuşum" gibi. Bir tren yolu köprüsünün al127
tında bile dogsanız umurumda değil Benim için hiç fark et mez. Araçlar da ortada, çaba da. Bu enerjinin erişilebilir, üretile bilir olduğuna ve sunulduğuna dair bilinçli duygunun ateşledi ği yol ve itici güç de ortada. Başınız havada dolaşıyordunuz ve bir deliğe düştünüz. De likte enerji verici hiçbir şey yoktur Enerji, insanın bir deliğe düşmesini engellemez; eksik olan şey sağduyudur. İnsanlar, ihmalden dolayı, kırda gezinen her insanın yapa cağı bir şeyi yapmadıkları bazı durumlara düşerler;-gezintiye çıkanlar sürekli biraz etrafı tararlar Her otu incelemezler ama çitlere, bir sonraki bahçedeki boğaya, ilerideki bir kuyuya, nehre vs. bakarlar Normal şartlarda, insanlar ortalama bir araştırma yaparlar, deneyimlerine bakarlar: "Bu bahçeden geçen geçişimde, hir köpek beni paramparça etmişti; bu bahçeden tekrar geçmek iyi bir fikir ohnasa gerek." "Ama birisi bana artık burada köpek ohnadığım söyledi." Bunu kontrol etmek mi istersiniz? Yoksa başka bir yol bulmayı mı tercih edersiniz? Bütün bunlar da, yine, uyumlu haldedir İtici güç kişinin ihtiyacı, u m u d u ve yeteneğidir Eger isterseniz, benzin depoda, motor da çalışıyor Duruma ve yeteneklere göre, farklı vitese getirebilirsiniz. Yüksek bir enerjiyle dönüyor ve inmekten ya da m o m e n t u m u n bitmesinden korkuyor değilsiniz. Hayır; kişi makul bir momentum o l u ş t u r u r Bu, duruma göre kişinin gruplar içinde bir grupla bağının ne olduğuna göre değişir; çünkü grupların arasında da bir tür bağlantı vardır Bu neden le, dediğim gibi, enerji sunulduğunda, kişi bunun hangi şart larda kullanılacağını biliyorsa, kibarca söylersem, bunu kullan mamak savunmaya geçmektir Kişinin, bir şeyi yapmadan önceki ilk niyet açıklaması düğmeye basmaktır Bu da kişinin çabasının, öznel ve nesnel düşüncesinin takip edeceği yöne doğru bir ok işareti üretir Bu nu olduğu gibi koruyun; duygu yoğunluğu ya da gerilim yara tan öznel duygular olmadan. 128
Bu çok disiplinli bir iştir ve eger kişi kendisine "Bu iş bel li bir etki yaratabilir, yaratacaktır ve yaratmalı" derse, bu ge nellikle olur. Ama etki, her zaman kişinin tahmin ettiği etki ol mayabilir. Kişinin istediği şeyle ihtiyacı olan şey arasında ge nellikle Fark vardır. Benzer olmadıklarını söylemiyorum; dürtü devam ederse, niyet de yelerince açıksa, kişi amacına ulaşabi lir Önemli olan çabanın ve dürtünün devam etmesidir. "Dıtr-git" türü bir hareket, dağınıklık yaratır. Arada bir ani başarılarınız veya pozitif duygularınız olur, sonra biraz etrafta gezinirsiniz ve bir şey "cı'eıverir". Bu verimli değildir; çünkü kişide "Benim kapasiteme uygun tek gelişim türü hu" beklentisi ni yaratır Ara sıra bir şeylerin ortaya çıktığı noktalar olur bu nedenle "Benim düzenim bu" düşüncesine sarılırlar Hayır, böy le olmamalı. Düzen yalnızca "Oralarda hir yerde yarmn parlak alev" değildir. Kişi onu hayal edebilir veya ona odaklanabilir ama bu ihmal, korku ya da sarsılmaya neden olabilir ve kişi bu nu kendi işinin ya da kişiliğinin bir parçası olarak dahi görme ye başlayabilir. Böylece de bunun kişiyi kontrol etmesine, etki lemesine ve elbette endişelendirmesine izin verilmiş olur. Bun lar olmamalı. Dünyada yeterince sıkıntı, sorun ve zorluk var zaten kişi bunları kendisinin bir parçası olarak kabul etmese bile. Daha önce de dediğim gibi, enerjinin varlığı pozitif özel likledir. Bunun belli bir oranı, kişinin tehlikeli -biraz ağır bir kelime olur, sorunlu diyelim-, sorunlu olabilecek negatif yön lerini ortadan kaldırmakta kullanılır. Yanma denen şey budur. Bu, tehdit edici olan şeylere saldırıp onları yok eden enerjidir ve öyle algılanmalıdır. Bu enerjinin işlevi, belli derecede nega tifi pozitiHe yok etmektir. Enerjinin diğer kısmına doğru şekilde odaklanılmalı ve momentum korunmalıdır. Enerjiyi israt edemezsiniz; kullana bileceğiniz kadarını veya biraz fazlasını alırsınız. Ama bu ener jiyi en iyi kullanacağınız durumlar ve işler oluşturmalısınız. Fakat sonuçla enerjiyi kullanırsınız. 129
Zaman, İdealler ve Kesinlik Bugünlerde eski ya da yeni on yılın sonu ya da başı oldu ğunu veya "ikinci milenyuma yalnızca on yıl" kaldığını ve baş ka birçok şeyi söylemek moda oldu. Elbette, bir anlamda bu doğru ama aynı zamanda bu; kullandığınız takvime, sizin yılı nızın I Ocakta mı, 21 Martta mı, 7 Nisanda mı, 9 Ocakta mı başladığına bağlı. Bunun anlamı, temelde kişinin belli geleneksel zaman öl çeklerini kullanması gerektiğidir: Saniyeler, dakikalar, günler, haftalar, aylar, yıllar, ayrıca on yıllar ve milenyumlar ve diğer bütün neredeyse keyfi ölçekler. Bunların hepsi gerekli ve yarar lı çünkü, bu şekilde insan zaman akışının planını çıkarabiliyor, gelenekte bizim birçok takvimimiz var: Resmî takvim ve geleneksel takvim denen şeyden biraz farklı olan, kullandığı mız takvim. Geçen yaz söylemeye başladığım şeyin bazı yönlerini tek rar etme fırsatını kullanıyorum. Zamandan bahsediyorum çünkü kısmen başarıyla ilgilenen belli bir şablona ve zaman programına göre çalışıyorum. Yani, bir bireye ya da gruba, "bu nun ve şunlann" en kısa zamanda başarılmış, yani halledilmiş olmasını istediğimi söyleyebihrim. Zaman programımla ilgili olarak çok kesin davranmalıyım ve bir anlamda, birey ya da grup söz konusu olduğunda da, programımın ne olduğu hakkında çok belirsiz olmalıyım. Çün kü bazı insanlara "Doksan gün içinde, şunun olmasını istiyorum" ya da "gelişmesini", "yazılmasını", "çevrilmesini, dağıtılmasını" veya "inşa edilmesini" vs. derseniz bazıları bunu kelimesi keli mesine anlar ve doğru bir şekilde yapar, kimisi ise, ne nedenle olursa olsun, "Dofesan gün dedi, birkaç gün/birkaç hafta önce de olsa olur, sonra da" der. 130
Ben insanların benim zaman programıma bakmalarına izin vermem, o yalnızca ve yalnızca bana aittir ve belli bir zaman içinde belli şeyleri yapmamı gerektiren kişisel bir sorumluluk tur. Eger insanlara "Şu, şu, şu, şu işleri yapmak istiyoruz." deseydim, kimi birinci işi yapardı; kimi, "daha ilginç" olduğu için ikinciyi; kimi, "o işi daha çok sevdikleri için" üçüncüyü; kimi de "daha heyecan verici", "daha içerikli", "daha tüyler ürpertici" vs. olduğu için dördüncü işi yapardı. İşte insanlar böyle olduğu için, ben de onlara söylemiyorum. Yalnızca kolay seçeneği ter cih ettiklerinden değil, dördüncü adımın pırıltısı ya da heyeca nı da onları çekebilir; ama ya birinci, ikinci ve üçüncü adımlar ne olacak? Nasreddin Hoca'nın hikâyesini biliyorsunuzdur. Hoca ney çalmak istiyormuş, ney hocasına gitmiş. Ney hocası, "Tamam, öğretirim, ilk ders bir altın akçe, ikinci ders bir gümüş akçe" de miş. Hoca da "O zaman ikinci dersten başlayalım" demiş. Eger öneri olarak sunarsanız, insanlar belli kişisel kriterle re, hoşlandıkları ve hoşlanmadıkları şeylere, şartlanmaya veya başka şeylere göre bir seçeneği tercih edecektir. Benim yetene ğimin ya da y ü k ü m ü n bir parçası da (bazen bu ikisi birbirleri ne çok benziyor) insanları benzer bir işin belli yönlerine teşvik etmek ya da vazgeçirmektir. Dediğim gibi, benim niyetim behrli yönlendirme, vurgu ve zaman alanlarında çok kesin olmak. Bu gerekli çünkü kişi derinleşiyorsa- alanını daraltma anlamında değil, belli alanlara daha (azla odaklanma anlamında- bu, daha tutarlı bir şekilde hareket etmeyi de beraberinde getirir. Taşıdığınız fazla bagajın bir kısmından, yani belli idealist şeylerden kurtulmanız gerekiyor; çok hoş, çok ilginç, çok iyi, çok romantik vs. olsalar da, bir kısmı sizin için engel oluştura bilir. Yani işlerinizin kesinliğine gölge düşürebilirler. Bu tür şeyler negatif ya da yok edici değildir ama sizin yararlı zama131
nınızın, düşüncenizin, enerjinizin bir i<.ısrnını kullanan, çok sevimli küçük bir fikir hakkında sizi bir geziye çıkaran düşkün olduğunuz alanlar olabilirler "Hoş şeylere bakarak, onlan ziya ret ederek ya da dinleyerek makul miktarda zamanınızı harcama yın" demiyorum- ama gelenekteki belirgin evrad ile, mit, efsa ne ve fantezilerle "süslenmiş" dediğimiz ve genellikle, bu keli meyi kullanmak zorundayım, çocukça bir yöne doğru giden iş ler arasında çok açık bir ayrım koyun. Evet çekici olabilir, evet şirin olabilir, evet hoş olabilir; bu rası tamam. Ama eğer kişi onun ne olduğunu biliyorsa, o za man ona göre sınıflandırır, kullanır ve ona doğru biçimde tep ki verir Çok kasvetli bir resim çizip, her şeyin yalnızca siyahbeyaz olduğunu, sıkıcı ve ağır işlerden ibaret olduğunu söyle miyorum. Hayır, kesinhkle öyle değil. Ama beyninizi, dediğim gibi, mitlere ve efsanelere dayanan kocaman bir karışıklık yığı nından temizlemenizi öneriyorum. "Bence... Düşündüm ki ... Dedi ki... Biz... Öyle değil mi?..." Hayır, ya öyledir ya da değil d i r Öyleymiş gibi konuşuyor olsam da, zamanla insanlardan bıkmış değilim. O aşamaya çoktan ulaştım ve geçtim. İnsanla ra, kendileri için de benim için de yararlı olan disiplinli bir dü şünce zinciri önermeye çalışıyorum. Onlar için yararlı çünkü bireyler üretiyor; benim için yararlı çünkü ben, mitlerden ve efsanelerden çıkarılan ve belli bir çocuksu masumiyetle bana sorulan sorulardan bıkmıyorum. Mesela: "Mantarların üzerine oturup Noel Baha'yı beklememiz gerektiği doğru değil mi?" Şart değil; b u n u n yeri ve zamanı vardır, ki bu muhtemelen Noel ön cesidir Ama böylesi bir şeyi sakın geleneğin evradına bağlama yın. Bu, kulağa, sanki geri zekâlılarla ya da çocuklarla konuşuyormuşum gibi gelebilir Hem evet, hem hayır Çünkü gelene ğin bazen katı ve keskin olan gerçeklerini biraz daha hoş ve çe kici hale getirebilmek için bir şeyler ekleme ya da süslemede bir derece geri zekâlılık ve çocukluk vardır Örneğin, disiplin bağlamı, insanların aklına otomatik ola rak samimi bir arkadaşlık, cüc^^ler ve periler getirmez. Hayır, 132
disiplin çok sert olabilir ve çok sert biçimde kabul ettirilebilir Bir kişi, disiplinin gerekliliğine ya da yalnızca bu kelimeye, di siplin talebine otomatik bir biçimde tepki gösterebilir: "Ben öz gür biriyim ve disipline gelemem." Ama bu, "ateş edilmeden koş maya başlamak" olur. Gelenekte, kişinin geleneğin disiplinine uyması ve böyle ce, kendisini disipline ederek şeyhin emrine uyması gerekir Bütün bu disiplin kavramı, kişinin kendisinin koyduğu bir ku raldır Ne de olsa, insanlar geleneğe özgür iradeleriyle gelirler, özgürce kalırlar ve gitmek isterlerse giderler Ama geleneğin içindeyken, talimatlara ve disipline uyar, kendilerine bir disip lin uygularlar. Dediğim gibi, disiplin çok sert bir biçimde em poze edilebilir ama zihinsel ve fiziksel olarak kendisini disipli ne etmeye hazır bir insan, bu disiplini ne dereceye kadar doğ ru biçimde benimseyebileceğine ve kullanabileceğine karar ve rebilir Bana göre, zaman faktörleri, belirli düzeyler ve belirli alan larda belirli özel başarılar gerektirir Benim, yerine getirmem gereken ve belli alanları kapsayan bir icazetim var Belli şeyle rin yapıldığını, belli şeylerin benim tarafımdan başlatıldığını, desteklendiğini ve teşvik edildiğini ve farkh yerlerde belli eği tim seviyelerinin uygulandığını denetlemek benim sorumlulu ğumun bir parçası. Programıma sadık kalmam ve icazetimi ta kip etmem için, hedeflemem gereken çok belirgin bazı başarı noktaları var Bu çok belirgin başarı noktalarından biri, gerçek fiziksel kuruluş, yani belli yerlerde tekkelerin inşa edilmesi ve işlevsel hale gelmesidir. Meksika'da yakın zamanda inşaatı bi ten tekke şu anda işlevsel konumda ve umarım Brezilya'daki de yakın gelecekte açılacak. Bu mekânlar farklı şekillerde işlev görürler Gelenekte, Ba tı Bölgesi'nde genel olarak erişilebilir olan enerji miktarını art tırır ve güçlendirirler Erişilebilir olan enerjiyi çeker, depolar, işler ve kullanırlar İçlerine konan ve erişebildikleri, daha son ra da dağıtımını yaptıkları enerjiyi en fazla hale getirecek şekil133
de inşa etmişlerdir. Örneğin, Arjantin, Brezilya ve Meksika'da şu anda büyük ve bütünüyle işleyen tekkelerimiz olduğu için, şöyle bir soru sorulabilir: Bu denklem biraz dengesiz değil mi? Cevap, hayır. Elbette, her yerdeki bütün tekkeleri olmasa da, Asya'nın batısı ile Avrupa'daki tekkelerin bir kısmını görmek isterdim. Ancak, şu ana kadar, üç büyük tekkeyi faaliyete geçirerek ve atamalarını yaparak, zaman ölçegimdeki belirli işlevleri yerine getirdim. Bu tekkeler, geleneğin. Batı Bölgesi'nde devam eden b ü t ü n faaliyetleriyle bütünleşmiştir Bu tekkelerin faaliyete geçmesi, gelenekteki insanlar için erişilebilirliği arttırdı ve bu insanların enerjiye erişimleri güç lendi. Bu, çılgın bir şekilde evradlannı arttırmaları gerektiği anlamına gelmiyor. Bu, planla, momentumla ve zaman progra mıyla daha düzgün ve yararlı bir biçimde bütünleşebiliyorlar anlamına geliyor Kesinliğin gerçekten bir gereklilik olmasının nedeni, belh enerjileri, araçları ve evradı size erişilebilir kılmamızdır Bun lar araçlardır; bunlara teknik araçlar gözüyle bakümalıdır Tek nik bir aracı kötü kullanmanızı gerektiren hiçbir neden yoktur; b u n u n için hiçbir mazeret de yoktur. Eğer bir tekkeniz varsa, oraya atınızı bağlamaz, tahılınızı depolamazsınız; orayı müm k ü n olduğu kadar çok kullanırsınız çünkü tekke bir amaç için oradadır Bir jiletiniz varsa, onu çok düzgün bir biçimde kullanırsı nız, yolu kazmak için kullanmazsınız. "Araç araçtır." Hayır. Bir çekiç, taş ve tuğlaya aynı şey gözüyle bakılabilir çünkü bunlar dan herhangi biriyle bir çiviye vurabilirsiniz ve az çok bir so nuç elde edersiniz. İnsanlara bakıyorum, hepinize ve diğer gruplardakilere; bazen bahçesini kazmak için jilet kullanan in sanlar görüyorum. Üzüldüğümü itiraf etmeliyim; şöyle düşü nüyorum: "Ne hıdlandıgım hir düşün O jiletin yapımı için harca nan çabayı hir düşün." O kişi şöyle düşünüyor olabilir: "Sadece hir düğmeye basmakla hir milyon tane jilet üretiliyor" Evet ama 134
birileri daha önce jileti icat etti, birileri onu üreten makineyi yaptı, birileri de onları paketledi ve bir amaç için hizmete sun du. Eger "Sanırım bu jileti, bahçeyi kazmak için kullanabilirim" diye düşünürsen, evet, kullanabilirsin. Ama bu, bir bel kullan mandan on yıl daha fazla zaman alır. Aralarında seçim yapabi leceğin bazı araçlar var; eger onları düzgünce ve akıllıca kulla nırsan, işlevleri artar. Ve eger işlevleri artarsa, senin perfor mansın da artar. Eger kendinize karşı dürüstseniz ve duruma bir bakarsa nız, geleneğe ait, gelenekten gelen ve sizin kullanımınıza su nulmuş belli araçların, işlevlerin, evradın ve hatta duyguların kullanımındaki özensizhk için hiçbir mazeret yoktur. Bunlar bir boşlukta varolmazlar; belli bir yeteneği ortaya koymak için yazılmamış, yapılmamış, düzenlememişlerdir. Belh bir bağlam, yani gelenek içinde işlev görmek için sunulmuşlardır. insanlar bu araçları kullanabilir, kötü kullanabilir ya da göz ardı edebilir ama mantıklı bir zekâ, düşünce ve halis niyet,1e, onları son potansiyeline kadar kullanmamak için bir maze ret yoktur. Eğer özenle, kendini vererek ve muhteşem bir şekil de hazırlanmış ve erişime sunulmuş bir araç varsa, diyelim ki bir müzik ya da metin, bu işten, araçtan ya da dersten yararlan mamak, onu kullanmamak için bir bahane olamaz, insanların ondan yararlanması için ortaya konmuş, orada öylece durması için değil. "Ne kadar güzel, değil mi?" Evet, güzel, öyleyse kul lan onu. Disiplinin belli bazı alanlarına daha fazla dikkat edilmesi ni isterdim. Kastettiğim şey kılı kırk yarmak değil ama eğer Nakşibendî usulüne bakarsanız, denetleme ve izlemenin gerek li olduğuna dair işaretler bulabihrsiniz. Denetleme ve izleme bir saplantı ya da paranoya hahne gelmemeli, sizin yaşam yönteminizin, varlık yönteminizin bir parçası olmalı. Kimi izliyorsunuz? Kendinizi mi? Neden? Ha135
talarınızı bulmak için mi? Tam olarak değil; daha çok, düzelt mek, güçlendirmek, tespit etmek, tecrübe etmek ve "Belirli bir dui'umda, şu şartlar altında şöyle bir şey yaptım, bunun iyi ve po zitif olduğunu hissettim" diyebilmek için. Sonra kişi şöyle der: "Öyleyse bunu yeniden yakalamayı deneyeceğim" ya da "Her şe yi tekrar birleştireceğim, o şartlann hatırası ya da hissiyle başka bir ders ya da vird yapacağım ve bu sefer daha da ileriye gidece ğim. " Gerek bireysel olarak, gerekse başkalarıyla birhkte bu tür tecrübe ya da derslerle ilgilenirken ya da okuma yaparken, bunların, sizin düşündüğünüz miktarda etkiye sahip oldukla rını göz ö n ü n d e bulundurmayın. Daha derin bir etkiye sahip tirler çünkü daha derin seviyelere inen pozitif etkiler, hafızanın bir parçası, d u y g u n u n bir parçası olarak orada saklanır. Ama bu duygu ya da deneyimler ve bazen enerji dereceleri, kişinin niyetini, bir duygunun yoğunluğunu güçlendirmek için kapağı kaldırılarak ortaya çıkarılabihr veya bir karşılaştırma biçimi olarak bir şeyi incelemekte kullanılabilirlr. Karşılaştırmalarda da dikkatli olmalısınız çünkü aşağıya doğru karşılaştırmak insanların yaptığı bir hatadır. Yani "Bir miizik dinledim", "Bir deneyim yaşadım" ya da "Bir ders yap tım", "bir yere gittim" ve "şöyle hissettim" ya da "bende şu duy guyu uyandırdı" derler. Bir sonraki durumda, kişi muhtemelen ikisini karşılaştıracaktır ve bazen aşağıya doğru karşılaştırarak"/lîi)ici kez, çok ilginç değildi" ve "üçüncüde monotonlaştı", "otomatik oldu"veya "o kadar da heyecan verici değildi" der. Bu da, etkiyi ya da durumu nasıl değerlendirdiğinize bağlıdır. Bazen birisi bir işe başlar ya da bir yere gider, "ne olacağı na", "bunun ne anlama geleceğine", "ne göıiip ne hissedeceğine", "ne düşüneceğine" dair bazı fikirleri vardır; ama bunlar gerçek leşmezse hayal kırıklığına uğrar. Kişi, ne olabileceğine ve ne olacağına dair belli bir fikre sahip olarak, "şu dersi yapacağım" ; diyebilir, belli bir müziği dinleyebilir ya da belli bir duruma gi rebilir. Kişinin değerlendirme yapabileceği araçlardan biri, bu136
nun diğerinden daha az mı çok mu yoğun olduğunu ölçmek olabilir; ama bu ikisi aynı olacak mı? Cevap genellikle hayırdır Daha az ya da çok yoğun olabilir ama bu çoğu zaman biHnçli verilen bir karardır Önemli olan nokta, olay ne olursa olsun, kişinin iç varlığı tarafından benimsenmeli ve değerlendirilme lidir; çünkü bir yargıya varacak olan o d u r "Öyleyse kişi hiç bilinçli yargıya varmamalıdır" diyebilirsi niz; bu doğru değil, yargıyı erteleyemezsiniz. Hissedersiniz, tepki gösterirsiniz, bir duygu vardır ya da yoktur. Kişi de bun ları içine kaydederek varlığının doğru bir yargıya varmasına izin verir Bu durumda, yargıyı geciktirmiş olmazsınız. "Ben yargıya varamam, bu yüzden, yapacağım şeyi yapacağım, ne ola caksa olsun." Hayır, bir duygu, istek veya belki de yalnızca "bir şey"e dayanan bir tür yargı olmah, olacaktır, kesinlikle vardır Gelecekte, kesinhk daha çok vurgulanacak. Kesinlik; evra dı, araçları ve enerjiyi, çılgınca değil de bilinçli bir şekilde, mümkün olan en iyi biçimde kullanmak, bunları maksimize etmek, elinizdeki zamanı yararlı bir biçimde kullanmak ve bu nun işe yaradığını hissetmektir. Kendinizle konuşmanıza gerek yok. Daha çok, rüzgarda savrulan bir yaprak gibi oradan oraya dolaştığınızı değil, belli bir virde katıldığınızı, içinde olduğunuzu hissetmeniz gerekir: "Sanırım ben de yapabilirim..." Hayır "İstiyorum". "Yapacağım". "Yapabilirim". Kesin olun. Belirleyin. Kesin tavsiye ve talimatları okuyun ve onlara göre hareket edin. İnsanlar, kesin evradı, belirsiz bir şekilde kullanılsınlar diye oluşturmamış. Okuduğunuz veya benim söylediğim bir şeyde, yoruma, yanlış yorumlanmaya ya da fazla yorumlanmaya açık bir bölüm varsa ve gerçekten muglaksa, o zaman kibarca onu bana sunun, ben de üzerindeki pu su dağıtayım. Ama böyle şeylerle zaten karşılaşmazsunz Belki benim gerçeklen bıkıp akla gelebilecek her şeyi söylediğim za manlardaki bazı cümlelerimde bulabilirsiniz ama yayınlanmış ve erişilebilir hiçbir metinde belirsiz bir şeyle karşdaşmazsınız. 137
"Belli bir durumda belki şöyle yapabilirsiniz," rastlamazsmız.
gibi bir cümleye
Fark ettiğiniz gibi, ya da daha önce de söylediğim gibi, gelenek, herkesin istediğini yapabilmesi anlamında demokra tik değildir. Bizde tercih özgürlüğü yok; biz tercihlerin ortadan kaldırılmasını hedefliyoruz. Amaçlamamız gereken şey bu; Robot veya kukla hareketi değil, düşünülmüş ve düşünceli hareket.
138
Bir Zincir Oluşturmak İnsanların bir grup içinde oluşturduğu zincirle grupların da kendi aralarında bir zincir oluşturmasından söz edersek, iki tür ya da iki güçte zincirden söz etmiş oluruz. Fiziksel anlamda, örneğin bir saat zincirinin çok da güçlü olması gerekmiyor. Güzel görünür ve üzerine fazla baskı uygu lanmaz. Bir başka zincir olan gemi çapasının zinciri ise, anlamı itibarıyla, çok büyük olmahdır çünkü üzerine çok baskı uygu lanır. Bu nedenle, birey olarak bir insanı ya da gelenek içinde bir grubu kastetmek için "zincir" ya da "halka" kelimeleri kullanıl dığında, bütün zincirlerin aynı olduğu ve aynı yük taşıma ka pasitesine sahip olduğu kastedilmiş olmaz. Gelenekteki farklı zincirler vird, çaba ve enerji kullanımı zincirleri olarak tarif edilebihr; bunların hepsi farklı zamanlar da ve farklı şartlarda kullanılır. Bu nedenle belli bir güçte, agırhkta ya da kalınlıkta, önceden behrlenmiş bir zincir oluştur maya çalışmayız. Kişinin yapması gereken, bireyler ya da gruplar taralından oluşturulan bu zincirlerin varlığının, gelenekteki faaliyetleri miz açısından Çok önemli bir özellik ve yararlı bir faktör oldu ğunu unutmamaktır. Biz, yalnızca, kibar olmaya çahşan ve bir konuyu anlaya bilmek için onun hakkında konuşan iyi niyetli insanlar değiliz. Ashnda bu kötü bir şey değil; insanların aktif ve mantıklı ol ması ve birbirleriyle uyum içinde olması yararlıdır. Ama insan lar bu uyumu bireysel ya da grupsal düzeyde bir şey için kul lanma alanına girdiğinde, daha geniş bir perspektiften bakmam gerekiyor. Zincirin belli bir halkası diğeriyle nerede birleşiyor, 139
bireysel halkalar ya da bütün zincir üzerine ne kadar baskı uy gulanıyor veya uygulanabilir ve ben o zincire ne dereceye ka dar güvenebilirim? Bir halka eritilip başka bir halkayla birleştirildiğinde, bu n u n artık sonsuza kadar böyle olacağını düşünmek ütopik ve elbette bir hata olur. Ütopiktir çünkü her durumda metalurjik olarak ya da iletkenliğine göre değeri saptanabilecek bir şeyden değil, insan materyahnden, bütün değişkenliğiyle insanoğlundan bahsediyoruz. Materyali anladıktan sonra, kişi elbette bu zinciri belli bir noktaya kadar oluşturarak ona belirli bir işlev yükleyebilir. Kibarca söylersek, böylesi bir zinciri oluşturur ken, kişi kullandığı materyalin değişkenliğini göz önünde bu lundurarak bunları hesaba katmalıdır. Bu değişkenlik için ma zeret bulmaya gerek yoktur çünkü insanlar sonsuz sayıda ma zeret bulmaya devam ederler ve ne kadar mazeret bulurlarsa, bu mazeretler o kadar gerçek olmaya başlar iyi olmadıkları sürece ben mazeret kabul etmiyorum. On ları kabul etme yanılgısına düşmem. Çünkü eğer kabul eder sem, bu, kişinin kendisine karşı anlayışsız davranması duru m u n u göz önünde bulundurmak demektir ki; ben bunu yap mak istemiyorum. Birisi, insanların birçok kozmolojik ve başka etkenler hak kındaki kavrayışlarını derinleştirmek için, kendilerini anlama larını geliştirme ve güçlendirme temelinde bir vird oluşturu yorsa, insanların, tabiri caizse, ödevlerini yapmamasına göz yumamaz. Bunu görmezden gelip, onlar için mazeretler ürete rek onların kendileriyle ilgili şelTal mazeretlerini kabul ede mez. Bunun nedeni, bunu, yani mazeretler bulup onları kabul etmeyi veya onları kendilerine ya da başkalarına sunup kabul ettirmeyi hayatları boyunca yapmış olmalarıdır Bu, insanlığın geliştirdiği bir modeldir Bu bahane ve mantığa uydurma me kanizması günlük hayatta kullanılabilir, kullanılır da. Bunun doğrudan zararlı olduğunu söylemiyorum; ama gelenek bagla140
m ı n d a k e s i n l i k l e öyle. B u n u h e r h a n g i b i r k e d e r ya da h ı r ç ı n h k tan dolayı s ö y l e m i y o r u m . Bu g e r ç e ğ i n ta k e n d i s i . G e r ç e k l i k d i ye, k e n d i s i y l e s ü r e k l i b a ğ l a n t ı h a l i n d e o l m a y a çalıştığım bir şey var. Bu y a ş ı m d a , k i ş i l e r i n ya da g r u p l a r ı n , kişi ya da g r u p ola r a k k e n d i l e r i n e karşı b u k a d a r belirgin h a t a l a r ı o l d u ğ u n d a k e limeleri ö z e n l e s e ç i p k i b a r o l m a y a ç a l ı ş m a y a c a ğ ı m . K e n d i l e r i ni k a n d ı r m a y a çalışan ve b a z e n başarılı o l a n g r u p l a r ı n k o m p lolarına ortak o l m a m , yalnızca saçma olmakla kalmaz, benim i c a z e t i m e , o t o r i t e m e ve ayrıca t e c r ü b e m e ters d ü ş e r D a h a az n a z i k ve d a h a ç o k eleştirel d a v r a n ı y o r s a m , b u yaşlı ve h u y s u z o l m a m l a ilgih b i r şey değildir; b u t ü r bir d a v r a n ı ş tarzını çok tan a ş t ı m . Böyle o l m a s ı n ı n n e d e n i , b u a ş a m a d a , i n s a n l a r ı n ken d i l e r i n e karşı v e r i m s i z b i r işlevsellik g ö s t e r m e s i n e izin v e r e c e k k a d a r n e v a k t i m ne d e e ğ i l i m i m o l m a s ı d ı r Bu n e d e n l e , z i n c i r b e n z e t m e s i n i k u l l a n d ı ğ ı m d a , n e d e m e k istediğimi anlayabilirsiniz. Örneğin, gruptan s o r u m l u olan bi r i s i n e "Şu işi yapabilir misin?" d i y e s o r d u ğ u m d a , "evet" diyor sa, b u n u n n e d e n i heves olabilir. Bir u m u t ya d a bir t a h m i n d e n k a y n a k l a n ı y o r olabilir ya da d ü p e d ü z b i r y a l a n olabilir a m a b e n bu 'evet'i d u y d u ğ u m d a , o kişi veya g r u p l a ilgili bilgi ve tec r ü b e m l e b u n u d e ğ e r l e n d i r m e m g e r e k i r Bu, ü z e r i n d e b i r b a s ı n ç o l u ş u r s a veya o l u ş t u ğ u n d a y ı k ı l a c a k o l a n , ş i m d i l i k iyi n i y e t t e n k a y n a k l a n a n bir 'evet' mi? Eğer c e v a b ı m "Evet, yıhlacaktır" ise, ö n ü m d e ç o ğ u z a m a n iki s e ç e n e k v a r d ı r Ya, "tamam" der, b u n a g ö r e d a v r a n ı r ı m ve z i n c i r k o p a r , h e r k e s yere d ü ş e r ve h ü s r a n , k e n d i n i e l e ş t i r m e vs. gibi şeylerle ç o k fazla vakit har carlar ya d a , alternatif o l a r a k , "Evet, bence bu 'evet' sadakat,
emirlere uyma, iyi niyet vs.den kaynaıılamyor ama işlevsel an lamda şu veya hu durum yüziınden hu zincir kopahilir, grup dağı labilir" Bu d u r u m d a , o n l a r a , faaliyetlerini ya da m a k u l bir perfor m a n s d ü z e y i n i n a l t m d a k a l d ı k l a r ı alanı c a n l a n d ı r m a l a r ı n ı s ö y l e m e k z o r u n d a s ı n ı z d u . En y ü k s e k d ü z e y d e k i p e r f o r m a n s t a n söz e t m i y o r u m ç ü n k ü g e l e n e k l e ilgili a l a n l a r d a e n y ü k s e k d ü z e y d e p e r f o r m a n s a o d a k l a n ı l m a l ı d ı r S ö y l e m e k i s l e d i ğ i m şey 141
şu: Belli bir seviyenin altındayken, kişi belirli bir performans derecesini uzun süre boyunca "devam ettirmeye" çalışmaz çünkü sözde bir performansı sürdürmeye çalışmak gerilim et keninin ortaya çıkmasına neden olabilir. Evradı ya da perfor mansı, gelenek bağlamında bulunabilecek ve tanınacak kadar yararlı olan belirli alanlarda - b u bir ders, zikir ya da başka bir vird olabilir- en üst düzeye çıkarmak daha iyidir. Kişi, o zaman, o sûre boyunca ve belli şartlar altında en yüksek düzeye ulaş mış olur. Bunu yapınca, eger kişi makul bir uyumla işlevini ye rine getirmek istiyorsa ya da getiriyorsa, ister okuma ister ders, bu evrad kişinin "aklına yapacak başka bir şey gelmediği" veya "televizyonda bir şey olmadığı için yapmaya karar verdiği" bir tür tekrar döngüsü değildir. Hayır, yalnızca mekanik bir işe dö nüşmesi gerçeği bir kenara, mekanik olursa işlevini doğru bi çimde yerine getirmez. Bir ders ya da zikir gibi kesin ve odaklanılmış bir virdin iş levlerinden biri -birçok işlevleri var, yalnızca biri- doğru işlevi yerine getirmesini engelleyen tozlu, paslı vs. alanları temizle mek ya da kazımaktır. Yine zincir örneğini ele alırsak, diyehm ki ehnizde bir metal parça var, bununla zincir için bir halka yapmak istiyorsunuz. Halkalar kaynaklanmakla, eritilerek ya da dövülerek birleştirilebilir, birçok farklı yöntem kullanılabi lir. Ancak halkanın biçimlendirilmesinde kesinlikle gerekli olan bir başka etken de vardır. İki yüzeyin birleştiği yerde - s ö zü edilen şey metal de olsa, boyama da, yapıştırma da, bu ge çerlidir- her iki yüzeyin de temiz olması gerekir. Metal örne ğinde, yüzeyler oksitli, sülfitli veya aşınmış olmamahdır, böy lece iki uç eritilerek veya kaynakla birleştirilebilir. Bunu gelenek bağlamına uyarladığınızda da aynı benzet meyi kullanabilirsiniz. Bir zikir ya da dersin işlevlerinden biri, kişiyi niyetlerine odaklanmış ve niyetleriyle uyumlu hale getir mektir. Zikir ya da ders sırasında, kişi enerjiyi kullanarak ken disi üzerinde çalıştığı için, üzerinde çalıştığı materyalin müm kün olduğunca temiz ve almaya açık olması gerekir. Pratikte de, teoride de, öncesinde yeterince temizlenmemiş metal bir 142
yüzeyi boyamaya kalkarsanız ne olacağını bepimiz biliyoruz. Altta biraz pas vs. oluşmaya başlamışsa, zamanla bu etrafına da yayılır Aynı şey insanoğlu için de geçerlidir; insanı bitiren kor kunç bir hastalıktan filan bahsetmiyorum. Söylediğim şey şu: Eğer birisi, kişiyi nesiller ya da yıllar boyu süren verimsizhkten, şartlanmadan, tembelhkten ve bunların neden olduğu şey lerden temizlemek istiyorsa ve o kişinin işlerini güçlendirmek için onun daha iyi bir şekilde çalışmasını sağlamaya çalışıyor sa, elbette toz, kir, pas veya böylesi başka etkenlere yer yoktur. Üstüne bir kat boya sürebilirsiniz; böylece hoş, parlak, beyaz ve güzel görünür. Ama bu bir hafta, bir ay, bir yıl, beş yıl ya da on yıl sürecek mi? Çünkü altta bir yerlerde paslanma devam ediyor. İnsanlardan söz ettiğimde bir tür hastalığı kastetmiyorum. Paslanma veya kökten temizlenmemiş herhangi bir şey bir has talığa dönüşmez ama dönüşeceği şey, bir gerilim, soru, şüphe, cevabını bulamamış bir endişe ya da hafif bir nevroz kaynağı dır. Bir kaşıntı gibidir, gitmez. Bir şekilde oradadır, rahatsız eder, dikkati kendisine çeker çünkü kişi arınma sırasında bir şeyi göz ardı etmiştir. Bir ders sırasında süren birçok şeyden bir tanesi de, kişi nin kendi içinde hep daha fazla uyum ve verimliliği aynı anda üretmeye çalışmasıdır; (Nakşibendî Usulünü hatırlayın) kendi sini inceler ve denetler. Başka bir deyişle, yüzeyi inceler, her şeyin doğru biçimde işlevini yerine getirip getirmediğini kont rol eder "Bir dakika, birçok kez, kişinin kendi gelişim derecesini ince leyemeyeceğini söylemiştiniz" diyebilirsiniz. Bu doğru. Öznel olarak ya da fiziksel bir düzlemde bunu yapamazsınız, bunu yapmanız da beklenmez çünkü bu, her türlü isteri ve kendini tebrik etme duygularına davetiye çıkarmak demektir. Ama ki şi, kendisini tatmin etmek için kendisini denetler dediğimde, bu, kişinin kendi anlayışı için "iyi" bir derecenin ne olduğuna ve o anda belirli alanlardaki en iyi performansının ne kadar ol duğuna dair bazı "hİ5"leri var demektir. 143
Denetleme sırasında, bir yönünün verimsiz bir şekilde iş lediğini görürse, o bölgenin bu sorunu çözmesine yardımcı ol maya çalışır Böyle bir durumda, "ani bir acıya, isteriye" veya "biryerlerde korkunç bir hata olduğu duygusuna" kapılmazsınız. Artık bu tiyatro oyununu, ya da adı her ne ise, bitirelim. Biri sinin iç varlığının çalışmaması ya da yanlış çalışmasında tiyat royla ilgili veya dramatik bir şey y o k t u r Üzücü bir şeydir ama o l u r Bunun için bir şey yapabilmek kişinin kapasitesini aşan bir durum değildir, insanların bunun için bir şey yapması ge rekir çünkü bunun için bir şey yapmak onların sorumluluğu d u r Bu, bir nevi cerrahi müdahaleyle halledilemez. Şu sorunun cevabı aranmalıdır: Kişi, kendisinin ya da başkalarının karak terlerinin negatif veya uyumsuz yönlerinin, işlerine müdahale edemeyeceği bir biçimde, dengesini veya u y u m u n u kurabiliyor mu? Çok mükemmel, çok iyi bir izleme mekanizmanız da olsa, çok küçük bir toz zerresi bile onu engelleyebilir, izlemeyi dur durabilir, zaman kaybettircbılir, gereksiz sürtünmelere yol aça bilir, gereğinden fazla ısınmasına vs. neden olabilir ve sonuç iş lev bozukluğudur. Nasıl, bir saati açıp, büyütecin altında inceleyip, sorunun ne olduğunu belirleyerek düzeltebilirseniz, insanın iç varlığı da aynı şekilde kendisini denetleyebilir. Kişinin varlığı, tozun insandaki karşılığının ne olduğunu bilir. Düşünce modelleri ve şartlanmalar, kişinin arayışında - k i m l i k arayışı gibi saçmalıklar değil, içlerindeki belirli bir gerçek madde, gerçek nitelik arayışında- tökezleten engeller oluşturabilir Kişinin varlığı bu maddeyi görünce, birçok fark lı düzeyde tanır ama bunun için onun düzgün biçimde çalış ması gerekir Bir mikroskop ya da büyüteç benzetmesi yaparsak, mer cekteki bir toz zerresi bile, baktığınız şeyi doğru olarak değer lendirmenize engel o l u r Bu, toz zerresinin hatası değildir Eğer o zerrenin sizin işinize engel olmasına izin verirseniz, bu sizin 144
hatanızdır, "Ben bunun önemli olduğunu Önemli olduğunu düşünseniz iyi edersiniz.
düşünmemi^dm."
Bu gerilim, engellenme ya da haftanm yedi günü, günde 24 saal kendinizi denetlemeniz için bir bahane değildir Ama kişi kendisine niyetini hatırlatırsa, bu hatırlatma, merceği temizle yecek olan fırça ya da bezin ta kendisidir. "Bu olduğunu bilmi yordum." Merceği temizleyin ve tekrar bakın. "Canım istediğim zaman bakacağım." Canınızın ne zaman istediğine kim karar verecek? Aslında bu, bana uygun olduğu zaman demektir, "Ba na uygun zaman" aslında, iki kenarı keskin kılıç gibidir "Uy gun" demek, "Ne zaman uygun olduğuna ben karar vereceğim" demektir ama neye kıyasla? Şu anda benim, bir bardak meyve suyu içmem mi daha uy gun, sizinle konuşmam mı, televizyon seyretmem mi? Aslında bu üçü, birbirlerine zıt olmayan, bağdaşabilen şeyler. Ama eğer susamışsam, elbette, en iyi şey önce bir şey içmek olur, sonra da televizyon seyretmek, konuşmak ya da başka bir şey Ancak, her şeye uygunluk açısından bakmaya ve gelenekteki niyetini zi ya da geleneğe bağlılığınızı uygunluk açısından ölçmeye ve değerlendirmeye başlarsanız, yanlış yoldasınız demektir. Çün kü, gelenekte uyguladığımız evrad toplumdaki yerinizle ve di ğer şeylerle her zaman uyumlu değildir. Bu, "Ders mi yapsam, çıkıp bir yerde bir kahve mi içsem?" demelisiniz anlamına gelmi yor. Bu alanda, bu iki şey uyumsuzdur; bu şekilde düşûnmemehsiniz. "Diişunmiiyontm" diyebilirsiniz. Üzgünüm ama in sanlar böyle düşünüyor ama daha az behrgin bir şekilde. "Yeti şirim" derler, ya da "Şunu, şunu yapacağımı sanmıyorum çünkü..." ve bir sürü mazeret ortaya çıkar. Bazen de bazı uygunluk değerlendirmeleri yapılır: "Derse gitmeyeceğim çünkü şu kişi de orada, onun yanında kendimi m hatsız hissediyorum, bu yüzden ondan hoşlanmıyorum". Bu hoş lanmak ya da hoşlanmamak değil. Asıl temel, uygunluk. Birisi nin herkesi sevmesi gerekmiyor; etkenler ne olursa olsun, kişi nin.normal, anlaşılabilir ve kendince mantıklı sevdikleri ve 145
sevmedikleri vardır. Ancak, eger sizi bir şeyi yapmaktan, örne ğin ders yapmaktan ya da toplantıya gitmekten, alıkoyan ger çekten rahatsız edici bir etken varsa, bunun gerçek bir neden olması gerekir. Eger toplantıya gitmek ya da ders yapmak, si zin, dünyada size gerekli olan bir şeye karşı, örneğin mesleği nize karşı, önyargılı olmanıza neden oluyorsa o zaman bunu düzenleyebilirsiniz. Bu, geleneği, işinizden sonra ikinci sıraya koyuyorsunuz anlamına gelmez. Çünkü gelenek ile işiniz reka bet halinde değil; ama eğer işiniz, yiyecek bir şeyiniz yoksa yaşayamazsınız ve bu şartlar altında geleneğin size fazla yararı dokunamaz. Yani, gerçekçi bir yaklaşımla bakıldığında, ikisi arasında bir çekişme yoktur. Eğer dokuzdan beşe kadar çalışı yorsanız ve o saatlerde çalışmanız için size para ödeyen kişi, (ki bu bir kuramcı ya da köktenci de olabihr) size, "saat do kuzdan beşe kadar şu, şu konular hariç bir şey düşünmeyece ğine dair bir kağıt imzalayacaksın" derse, iyi, imzalayın. Saat beş buçukta çıkar ve tamamıyla farklı bir şey yaparsınız. Bu nedenle, bu geçerli bir mazeret değildir, olamaz; bunu kendinize, geleneğe ya da bana sunmamalısınız. Farklı gruplardan, örneğin neden toplanmadıklarına dair, bazı mazeretler ve açıklamalar (aslında bu ikisi çoğu zaman ay nı şey) alıyorum. Bazıları belli bir noktaya kadar kabul edilebi lir, hatta bazılarını anlayabiliyorum da. Ama çoğunlukla, bun ların altında yatan şeyler kişilik etkenleri: "Şu yerde toplanmak istemiyoruz çünkü şunlar şunlar hoşumuza gitmiyor" Şimdiye kadar benim cevabım şöyle oldu: "O zaman, dersi ni ya da virdini kendi başına yapabilirsin," ama şunu da söyle meliyim ki, kişinin dersi ya da başka bir şeyi yapmasını engel leyen, kendi içinde ya da grup içinde belirgin biçimde rahatsız edici bir etken varsa, bunun ne olduğunu saptaması gerekir. Aynı şey, grup bağlamında ya da gruplar arasında da geçerlidir çünkü birey bir nevi temel öğedir. Bu rahatsızlık, gerilim, olumsuzluk, rekabet vs. etkenleri bireyde, grup içinde ve gruplar arasında az çok bulunur. Zinci146
rin işlevi, bireylerin kendilerine ya da grupların diğer gruplara sunduğu bin bir bahaneyle engellenirken, yeni bir bölgeye gir mek için sürdürülebilir ve yararh bir zincir oluşluramayız. Gelenek bağlamında, bir bireyden ya da gruptan, yapabile ceğinden daha fazlasını talep edemem ya da bekleyemem. As lında, bunu yapıyorum; onları germek için, yalnızca biraz da ha fazlasını talep ediyorum. Ama onlardan, üretebileceklerin den önemli miktarda fazlasını talep etmek onlar için işlevsel olmaz, bana da yalnızca, kağıttan bir zincir sağlar Bir zincir gi bi görünür ama bir zincir hissi uyandırmaz, bir zincir gibi çe kemez, bir zincir gibi taşımaz, bir zincir gibi enerjiyi tutamaz... Peki bu durumda, kim kimi kandırıyor? Yani, zincirlerden söz ettiğimizde, zincirin hangi işlevleri başarabileceğinin yanı sıra, zincirin gerçek varlığına, karakterine ve gerçek doğasına da bakmamız gerekir. Diyelim ki, kocaman bir taş var ve o taşı kaldırmak isteyen çok sayıda insan var. İnsanların bir kısmı taşın bir tarafına, bir kısmı da diğer tarafına geçmiş taşı itiyorlar Veya başka bir ter cihte bulunun: Kocaman bir çukur kazın, taşı içine itip üstünü örtün ve taş aslında yokmuş gibi davranın. Veya bunun hak kında düşünün; başka bir tercihle bunun hakkında saatlerce konuşun ama bir sonuca varmayın. Ya da, metal bir zincir ahp nesnenin etrafına dolayın, insanları iki gruba ayırarak, aynı an da çektirin. İnanın, çaba, güç vs. anlamında insanları iki eşit gruba ayırmak gerçekten çok çaba gerektiriyor; hepsinin aynı anda çekmesini sağlamak ise çok daha z o r Her zaman erken harekete geçen birileri olur, bunun sonucunda da, diğer grup takiler düşer Zinciri yararlı bir biçimde, yani çok ilkel, basit ve temel bir biçimde kullanmış olursunuz. Ama yine de insanlara bu açık lamayı yapmanız gerekir çünkü genellikle şöyle düşünebilirler: "Bu saçma eski bir zincir; biz sıra dışı, galvanizli bir zincir isti yoruz." Aslında elinizde bir tane var ama onu kullanmayı bil miyorsunuz. 147
En baştan başlayın, bir zincirin nasıl işlediğini öğrenin, sonra da o zincirin gelenek bağlamında, Nakşibendî Usulüne göre nasıl işleyebileceğini düşünün. Böylece, zincirin işlevine ve doğasına daha farklı bir şekilde bakmaya başlarsınız. Bu, zincirin ne olabileceğinin ve ne yapabileceğinin göstergesidir Ö n ü n ü z d e yeni manzaralar açar çünkü ya kişi zincire, genel likle, fiziksel bir zincir olarak bakıyordur ya da "zincir" teori sini biliyordur Zincirin olası ve içerdiği işlevine çok gerçekçi bir biçimde bakmaya başlamak gerekiyor Neden "zincir" diyoruz da, "ip", "sicim" ya da "kordon" de miyoruz? Çünkü, diğerlerinin bir ya da iki işlevi vardır, belli bir zaman sonra koparlar, çürürler ya da değişime uğrarlar. Ama bir zincir kendi içinde, kendine bağlı olarak işleyebilir; birhkte, aynı anda çalışan ama birbirlerini engellemeyen, aksi ne birbirlerinin performansını güçlendiren farklı birkaç elekt rik devresi gibi çalışır Kullandığım "myüksek düzeye çıkarmak" terimi çok heye can verici, duygulandırıcı ve ilginç; ama bizim gerçekten, neyi, nasıl en yüksek düzeye çıkaracağımızın temellerine inmemiz gerekiyor. Eğer "genel olarak en üst" düzeyden söz edersek bu, terimlerde bir çelişki d o ğ u r u r Geniş bir alanda en üst düzeyde olmak, "gereğinden fazla işle ilgilenip hiç birini tam olarak ya pamamak" demektir En üst düzeye çıkmak demek, kişinin, ge liştirmek ve güçlendirmek istediği belirli alanlara odaklanma sı, b u n u n için gerekli taktik ve metotları uygulaması ve niye tiyle birlikte, bunları gerçek evrada uygulamasıdır Yirmi beş yıldır kişinin ne yapmaması gerektiğine dair açıklamalar, imalar ve bununla ilgili konularla uğraşıyorum. Belli bir zaman çizelgesini takip etmem gerekiyor ve bunu ya pabilmem için de, insanlara bu kesinlik derecesinin, bununla ilgili konuların, gelişim alanlarının belirlenmesi gerektiğini söylemem (onları buna teşvik etmem ama aynı zamanda sert bir şekilde söylemem) gerekiyor 148
Sosyo-politik, ekonomik, X, Y, Z etkenler bu tablodan çı karılmamıştır. Bunlar vardır ve ekonomik, profesyonel ya da başka bir yönden gelişmeler gerekli, takdire şayan ve yararlı dır; ama bunlar, kişinin iç varlığıyla bağlantılı olarak üzerinde çalıştığı şeyle karıştırılmamalıdır. Kişinin iç varlık gelişimiyle gerçekleşen dönüşüm günlük hayatta belli "olur, olmalıdır; ama bu bir yarışma değildir. Ben artık, insanların referans noktala rını ya da öncehklerini birbirleriyle karıştırıp, ortada hareket eden ama doğru yönde hareket etmeyen bir şey ürettikleri ka rışıklık durumlarıyla uğraşmaya hevesli değihm. Bir gelişim alanı diğerine yardımcı olur ve onu güçlendirir, güçlendirmelidir Kişi kendisiyle rekabet hahnde olmamalı; ha reketini, kendi karışıklığı, şüpheleri, karmaşası ve gerilimleriyle engellememelidir. Ama insanlar bunu yapıyor, bunlan dü şündükleri her şeye bulaştırıyorlar, sonra da, "aman Tanrım" ya da "şu \eya bu" faktör devreye giriyor ve her şey Arap saçına dönüyor. Referans noktalarınızı belirleyin, Basit etkenler kullanıyorsunuz ama eger referans noktala rınızı mantıklı bir biçimde açıklayıp odak noktanızı daraltmaz sanız, geleneğin enerjisini, talctiklerini ve yöntemlerini kulla narak kendiniz için daha fazla sorumluluk yüklenmezseniz, bütün varlık verimsiz olmaktan öte, karışıklık ve şüphe oluş turur: "Böyleyapsam mı?" "Şöyle mi yapsam?" "Öyle daha mı iyi olur?" "Yapabilir miydim?" çünkü bütün bu seçenekler yeterin ce açık değil. "Şunu yapmalı mıydım.''" Evet ya da hayır. Ama önemli olan, yaptın mı? Cevap evet ya da hayır Bu tecrübedir; geçmi şi, tecrübe denen basit şeye dayanarak, gelecek için, şimdiki zamanda kullanırsınız. Eger bir dükkândan kötü bir mal aldıy sanız, bir daha oraya gitmezsiniz. Çok basit; bunda sıra dışı hiçbir şey yok. Aynı şekilde, kişi kendi içinde, kendisini başa rısızlığa götüren, yanlış eko ya da yanlış sinyal aldığı bir bölge bulursa, buradan gelecek başka bir sinyalde kuşkulanmak için 149
her nedeni vardır. Kendinizden şüphelenmiyorsunuz, kendini zi göz ardı da etmiyorsunuz; yalnızca, kendinize daha açık ve daha kesin bir şekilde bakıyorsunuz. "Bunu gerçekte neden yaptım?" ya da daha yararlı bir soru, dikkatsiz davranmamak kaydıyla, şöyle sorulabilir: "Beni X ya da Y'yi yapmaktan alıkoyan ne?" Eger bunlar, gelenek bağla mında makul ve takdir edilecek amaçlarsa, başarılabilirler; bu durumda sizi durduran ne? Genellikle sunulan bahaneler artık geçersiz sayılabilir; ama kişinin kendisinin kontrolünü eline alması ve kendisine makul ve soğukkanlı bir biçimde yaklaşa rak şöyle demesi gerekiyor: "Hayır, artık bu bahaneyi kabul et meyeceğim."
150
Gelenekte Nesnelerin İşlevleri Yıllardır birçok soruya konu olan alanlardan biri, gelenek teki, tespih, asa, keşkül, çanak gibi, nesneler konusudur. Bu sorular, "Bunların hir işlevi var mı.?"dan, "işlevleri nedir? Nasıl işlev gösterirler?"^, "Bir hirey ya da grup, bunları nasıl daha iş levsel hale getirebilir?" den, "Kişi bunların işle\'ini arttırmak için ne yapabilir?"t, hatta "işlev gösteriyorlar mı.?"ya kadar birçok soruyu kapsar. Yani, insan zekâsının hatta bazen insan zekâsının dışında her çeşit soruyla karşılaşırsınız. Bazılarınız, sözünü ettiğim bu nesnelere aşinadır ve bunla rın gerçekten, gelenek içinde birer işlevleri olduğunu bilir Ki mi nesneler, belirli bir bağlamda ve belirli bir biçimde işlev gösterirken, kimisi genel ya da birçok farklı biçimde işlevsel olurlar. İster tespih, keşkül, asa ya da hırka (hilat), isterse de şamdanlar, çanaklar ya da kutular olsun, bütün nesnelerin or tak bir özelliği vardır. Ortak özellikleri, antikalıklarından kay naklanmıyor çünkü bu özellik, bu yüzyılda, geleneğin içindeki ya da gelenekle bağlantılı zanaatkarlar tarafından yapılan nes neleri de içeriyor Bir nesne, zanaatkar tarafından sipariş üzeri ne yapılmış dahi olsa, ortak yanlan, hepsinin doğal materyal lerden yapılmış olması. Bunun nedeni, nesneleri yapanların veya kullananların ozonu koruyan ya da plastiğe karşı olan kişiler olması değil; neden çok daha basit: Eğer bu nesnelerin işlevlerine bakarsa nız, neden doğal materyallerden yapıldığını hemen anlayabilir siniz. Taş, tahta, boynuz, fildişi, diş ya da başka bir şey olsun; bu doğal maddeler, insanların kullandıkları enerjiyi tutma, em me ve dışarı verme kapasitesine sahiptir İnsanların çoğunlu ğunun, kendileri de doğal olduğu için, doğal bir materyalle, 151
yalnızca elle tutulur ya da gözle görülür biçimde değil, farklı şekillerde de bağlantı kurduklarını düşünmek mantıklıdır. En sabit fikirli ve kendini yeniliğe adamış zanaatkarın bile (kelimelerimi, düşündüğümden daba az kötüleyici olmak için, özenle seçiyorum), ne kadar iyi şekillendirilmiş, oyulmuş ya da süslenmiş olursa olsun, plastik bir çanak görünce kendin den geçmesi zordur. Birçok plastik çeşidinin ve insan yapımı maddenin, bir düğmeye basmakla biçimlendirilebilecegine, şe kil verilerek kalıptan çıkarılabileceğine karşı çıkmıyorum. Bu çalışmanın sonucunda, birçok şekilde ve birçoğu biçim ve renk farklılıkları açısından oldukça hoş olan ürünler elde edilebilir. Bunların hepsi kötü değildir; ancak, ister bir vird, isterse de bir yer ya da materyal olsun, birçok şeyde aradığımız temel bir et kenden, yani işlev ve nitelikten yoksundurlar. A'dan B'ye su taşımak için kullanılan plastik bir çanak ya da kovanın, elbette yararlı bir işlevi vardır. Plastik bir kova, hiç kova olmamasından iyidir. Plastik kovada taşınmış olan su, tahta kovada taşınmış olandan daha mı az lezzetli? Belki değil dir, susamış bir insan için kesinlikle değildir. Bu anlamda, bu işlevi yerine getirmekte, plastik ve tahta birbirlerinin yerini tu tabilir. Ama eğer biz gelenektekiler, elimizdeki imkânlarla, ma teryallerimizi ve mekânlarımızı en üst düzeye çıkarmaya çalış mak istiyorsak, bu nesnelerin yararlılığını mümkün olduğunca çok düzlemde arttırarak, onlardan olabildiğince fazla yararlan malıyız. Eger tamamen "Ne biçim ve şekilde olursa olsun, plastik kullanmayacağun" düzeyine inerseniz, bunun kimseye bir yararı olmaz. Dediğim gibi, toptancı bir tavırdan bahsetmiyoruz. Ama gelenekteki bir insanın üzerinde çalışacağı, işlevsel, yararlı ve umulur ki dekoratil bir nesne üretmesi gerekiyorsa, o kişiye kullanması için vereceğiniz en son materyal insan-yapınıı bir şey ya da plastik olmalıdır. Farklı enerji türlerinin, plastik bir nesne veya kapta tutul ması, zapt edilmesi ve hatla taşınması kesinlikle m ü m k ü n d ü r 152
takat bu durunula, doğal materyalle elde edeceğiniz %99,9'luk etkiye ulaşamazsınız. Bu nedenle kişi, doğal olarak erişilebilir olan bir materyali tercih etmelidir; etkisinden emin olarak kul lanılabilecek materyal b u d u r Kişinin, plastikten yapılmış bir şezlongun malzemesini okşayıp ona hayran kalması için, doğal zevk anlayışını azaltması gerekir; bu da çok şey istemek o l u r Bana, ahşaba benzeyen ve "ahşaptan ayırt edilemeyen" bazı plastikler olduğu söylendi. Bir şezlong ya da bu tür bir görevde kullanılan bir nesne için, bu sorun değil. Ancak, tabiî bir materyalin doğasında olan sıcak lık bu kelimeyi hem enerji anlamında, hem de gerçek sıcaklık anlamında kullanıyorum- o materyalin yapısındadır Bu, o ma teryal için doğaldır Belirli materyallerden, örneğin belli ahşap türlerinden, tes pih yapılabilir Ve bu tespihler, fiziksel olarak, gerçek ısı anla mında, taştan yapılan tespihlerden daha hızlı ısınırlar. Bu özel lik, elbette, ahşabın yapımı ile taşın yapımı arasındaki farklı lıktan kaynaklanır "Doğal mateiyalleri kıdlanmaya çalışmamızı söylîıyorsunuz; ama hangi mateıyaller diğerlerinden daha fazla tercih edilir? Ne zaman? Nasıl? Nerede? Bize, her şeyi söyleyin, özellikle de bu nunla ilgili sırlan" diyebilirsiniz. Size bazı şeyleri söyleyeceğim ama elbette sırları değil. Belli bir nesne için seçilecek olan ma teryal, o nesnenin işlevine bağlıdır Örneğin, bir kutu, çanak ya da şamdan gibi aşina olunan bir nesne yapılırken kullanılan klasik üç materyal pirinç, bakır ve gümüştür. Artistik ve düz gün bir biçimde yapıldıklarında çekici olurlar metalurjik an lamda da uyumludurlar, yani birbirlerini itmezler Neden üç element var, neden yalnızca biri ya da diğeri de ğil? Hepsi, pirinç, hepsi bakır ya da hepsi gümüş olabilir An cak, bu elementlerin birbirlerini güçlendirdikleri kesin olarak belirlenmiştir Yani, üçü birlikte, X gibi, üçünün toplam gücü ne eşil oluyor
153
Bunların işlevlerini nasıl yerine getirdiği de ilginçtir He men gerçekleşen, kısa dönemli ve uzun dönemli işlevler vardır. Bu arada, nesne kategorisine, mekânları, binaları ve bahçeleri de dahil edeceğim. Bizim bakış açımıza göre bunlar da nesne dir çünkü insanlar tarafından bir işlev için inşa edilirler ve son ra yine insanlar tarafından işlevselleştirilirler. Yani, belh tali matlara göre, belli materyallerden yapdmış ve enerjiyi iletmek, tutmak ya da çekmek için belli yerlerde kullanılan nesneler vardır. Ayrıca, önce yapılan, sonra da, toplumun belli bir bölü m ü n ü veya belirli bir yeri, hemen gerçekleşen, kısa ya da uzun dönemli durumlarda etkilemek amacıyla dağıtılan, satılan ya da yayılan benzer nesneler de vardır. Bir nesneye, bir zaman düzeneği ya da kozmik anlamda, daha geniş bir alana enerji yaymaya başlayacağı tarih ya da bel li bir zaman ayan yerleştirebilirsiniz. Yani, programlandığı şe kilde, belli bir süre enerji yayabilir ya da saçabilir ve sonra, tekrar kapanabilir ve/veya açılabilir. Özellikle mekân ve bahçelerin işlevlerini düzgün olarak yerine getirip getirmediklerini veya ayarlama gerekip gerekme diğini görmek için zaman zaman bir nevi genel kontrolden ge çirilmesi gerekir. Metal işlerde de, üç metalin tekrar eden permu tasyonlarıy la karşılaşırsınız. Sıkça sorulan, "Kişi bunlan tanımlayabilir mi?" sorusunun cevabında, evet diyebiliriz; evet, eger ne aradığınızı biliyorsa nız. Hepsi enerji içerir mi? Yorulurlar mı? Bazıları yorulur ama tekrar doldurulabilirler. Bazdan enerji içerir ve bunu belli bir zamanda serbest bırakmayabilir. Çok tartışılan konulardan bir tanesi de bir tespih için en uygun materyalin hangisi olduğudur. Bu, çokça tartışılmıştır. Bana İstanbul'da "Chamaskud!" sesleri arasında kırmızı plastik tespihler önerdikleri de oldu. Chamaskud, bir tespih için çok uygun ve yararlı bir taştır. Bazı durumlarda, doğru kişinin elle154
rinde, doğru şartlarda, doğru zamanda ve doğru niyetle, diğer bazı taşlardan daha iyidir Şimdi, eger durumu bu karıştırmıyorsa, ne karıştırıyor? "Herkes bir Chamaskud tespihi edinmeye çahşmahdn." Bu, övgüye değer bir istektir; ama doğru kullanı lırsa, bütün iyi, doğal, işlevsel materyaller de, normal şartlar altında, en az onun kadar iyi iş görür. Bir materyalin doğası ya da niteliği, bir tespih, çanak ya da kutu yapılmasıyla değişmez; yalnızca, onun doğasındaki niteliği güçlendirilmiş olur Ama başlangıçta, materyalin temel bir nitehği olmahdır Sonrasında bu nitelik, aynı oranla, materyalden elde edilen nesnenin bo yutlarına ve ticari değerine göre b ü y ü t ü l ü r Bütün bu denklem, enerjiyi nasıl aldığı ve tuttuğuna, bü tün şartlarda, öyle yapıyor gibi görünmese de, enerjiyi nasıl alıp yaydığına bağlı olarak geçerli ya da geçersiz olur. "Bu, çok saçma bir şey, ne demek bu?" diyebilirsiniz. Yakın geçmişe bir bakarsanız, Avrupa'nın belli bölgelerinde, örneğin İspanya'da, Arap kültürüyle bağlantılı her nesnenin yok edildiğini, tahrif edildiğini ya da reddedildiğini görürsünüz. Bu yalnızca İspan ya'yla ilgili bir şey değil tabii ki, diğer yerlerde aynı şey asırlar önce yapılmıştı. Bu yüzden, nesneleri düzenleme ve üretme, yerleştirilmelerine karar verme vs. görevini yerine getiren kişi ler, biçimle sınırlandırılmadılar; yani, behrgin, Arap tarzı bir minare inşa etmek zorunda kalmadılar Dikkat çekmemek için bahçeye belli bir biçimde bitkiler diktiler, su kullandılar, bir harabe gibi görünmesi için kabaca yontulmuş taşlar kullandı lar. Bu yüzden, nesnelerin, etkilerini göstermeleri için bariz biçimde kıvılcımlar, ışıklar çıkarmalarına ya da havada durma larına gerek olmadığını söylüyorum; bu, gereksiz yere dikkat çeker Bu nedenle, mekânları düzenleyenler, işlev gösterilecek yerde bulunan doğal materyalleri seçme özgürlüğüne sahipti. Petra'da yüz ton iri taşı parçalayıp, Eskimolar yararlanabilsin diye onlardan Grönland'de bir anıt dikmeleri gerekmiyordu. Eskimoların yararlanması için, orada bulunan taşlar ya da o bölgede erişilebilir olan şeyler kullanılabilirdi. Çünkü, önemli 155
olan, kullanılan materyalin enerjiyi emme, tutma ve belli şart lar altmda, bir kişiye, gruba ya da topluluğa veya zamanm ge rektirdiklerine bağlı olarak, bir ülkeye ya da kıtaya yayma kapasitesiydi. Yüzyıllar boyunca doğunun ve batının, bu nesneler üzerin de çalışan usta zanaatkarları genellikle, zanaatkar olarak ger çekten çok yeteneklilerdi ve onların nesneleri elbette kopyala nıyor ya da sadece taklit ediliyordu; çünkü o kadar güzellerdi veya şekilleri, geometrileri ya da orantıları o kadar iyiydi ki, in sanlar onları taklit etmek istiyordu. Bu da sizin, hangisinin gerçek, hangisinin sahte olduğuna dair sorularla karşı karşıya kalmanız demektir: "Bende bir kutu var", "Benim bir çanağım var", "Bu geleneğe ait bir şey mi?", "Bu kullanılmış mı, kullanıl mamış mı?" gibi. Kabaca bir ilke olarak şunu kullanabilirsiniz: eger iyi ya pılmışsa, geleneğe bağlı bir loncada, bir zanaatkar taralından yapıldığına hemen hemen emin olabilirsiniz ve bir şekilde işe yaramıştır, yarar, yarayacaktır. Bu oldukça belirleyici bir ilke. Eger kötü yapılmışsa, örneğin, "turist" için hazırlanmış bir ürün gibiyse, bu kesinlikle işe yaramadığı anlamına gelmez; çünkü, eğer kişi, geleneğe ait nesneleri olabildiğince geniş bir alana yerleştirmek, kullanmak ve yaymak istiyorsa ve kendisi ni, zanaatkarlar taralından güzel ve hoş olarak yapılmış nesne lerle sınırlandırırsa, a) zanaatkarların sayısı, b) o nesnenin masrafı, c) nesnenin, örneğin Croydonlu ya da Bronxlu bir oto büs şoförünün hoşuna gidip gitmeyeceği gibi konular sizi sı nırlandırır. "Croydonlu otobüs şoförleri kimin umurunda," diyebilirsi niz. Ama Croydonlu bir otobüs şoförü belki bir yere gidiyordur ve bir hediye almak ister; birisi de, Croydon'a bir nesne yerleş tirmek istemiş olabilir. Birisinin Croydon'a bir nesne yerleştir mek istemesi, telaş yaratmamalı. Bu Croydonlu otobüs şolörü, birçok Croydonlu otobüs şoförü gibi, muhtemelen, kibarca söylersek, ".sanat anlamında" çok da kavrayışlı değildir. Bu 156
yüzden muhtemelen Said Limanı gibi bir yere gider, deriden yapılmış bir deve alır, onu eve götürür ve şöminenin rafına yer leştirir Bunun çok üzücü bir şey olduğu düşünülmeyebilir ama aslında o nesne bir işlev gerçekleştirebilir Yani, yararlı nesnelerin toptan üretimi yapılabihr mi, soru sunun cevabı evettir Temel olan şey, doğal bir materyalden üretilmiş olmalarıdır Belli bir işlev için bu nesneleri toptan üretebilirsiniz. Tek bir temelde, zaman için gerekli olan hangi işlev varsa onun için bunları toptan üretebilirsiniz. Kültür ya da eğitime dayalı herhangi bir kısıtlama koyamazsınız. "Bu gü zel ve karmaşık nesneleıi üretip, Croydon'dan bir aptalın gelerek bunu alarak Croydon'a götürüp Croydon'un hayatını değiştirme sini umacağız." Hayır, böyle bir şey iddia edemezsiniz. Ben, ma kul ve kesin olan şeyler dışında hiçbir şeyi iddia etmem. Bu nedenle, evet, toptan üretebilirsiniz. Toptan üretilince, büyük ihtimalle, nesnenin niteliği ve doğası bir dereceye kadar azalmış olacak; ama belki de, yüz ayrı eve gidecek yüz minya tür deve satabileceksiniz. Bununla, doğaüstü bir alana giriyorum; söylediğim şey, en basit anlamda şu: İşlevsel bir nesnenin bilinçli olarak tanınma sı her zaman gerekli bir şey değildir Birisi, bir şey alırsa ya da bir şeye rastlarsa, bunun bir işlev için yapıldığını bilmesi hoş tur. Ve sizi temin ederim ki, bulduğunuz her nesne -hem doğu lu hem de batılı nesnelerden bahsediyorum- eğer belli bir kali te ve duyarlılıkla yapılmışsa, gelenekle bir bağlantısı vardır Bu noktada, "Kişi kendisini tespihler ve hırkalarla donatıp, keşkül, asa vs. mi taşımalıdır?" diye sorarsanız, elbette. Ama bu şekil de giyinmiş olarak çok fazla dışarı çıkmayın çünkü çıktığınız ikinci ya da üçOnce seferde muhtemelen ya soyulur ya da tu tuklanırsınız, Kendinizi bu nesnelerle donatmanız şart değil dir Zevkli bir şekilde kullanılan bir ya da iki nesnenin işlevi yeterlidir Ama tekrar hatırlatıyorum, bizim sözünü ettiğimiz konu, nicelik değil,, nitelik. Eğer bir kutuya, bir çanağa, bir hırkaya ve bir tespihe sahipseniz, farklı zamanlarda ve farklı
düzeylerde eşzamanlı olarak işleyebilirler. Bir nesnenin taşıdı ğı enerjinin size iletilmesi için o nesneye sabip olmanız, hatta o nesneyi görmeniz bile şart değildir. Bu durumda, isterseniz, hiçbirine sahip olmanıza gerek yok. Çünkü, gerekli bir işlevi yerine getirirler ve kişi, belli bir zamanda, onların nerede oldu ğunu ve işleyip işlemediğini doğru olarak söyleyebilir. İzleri geriye doğru takip edebilirsiniz. Yani, bu nedenle, kişinin, bel li birinin camını tıklatmak vs. için Doğu Croydon'a gitmesine gerek yoktur. Eger Doğu Croydon'da bir nesne ve bu nesnenin de yerine getirmesi gereken bir işlevi varsa, orada, bu işlevi ye rine getirmesi için harekete geçirilebilen veya çoktan geçiril miş olan bir şey de vardır. Kişi, bir bahçenin, binanın durumu nu ya da suyun akışını denetleyebildiği gibi, nesnelerin işleyi şini de denetleyebilir. Bu nesnelerin çoğu cansız olduğu için, eğer belli şartlar altında işlev göstermek üzere üretilmişlerse, cansızlıklarından dolayı, ne mutlu ki, işleyişleri tahmin edile bilir. Bunlar, her şartta her şeyi yapabilecek olan, zevkh, özgür ve demokrat insanlara benzemezler; nesneler, bir bakıma, ma kineler gibidir. Çalışırlar; belli bir noktada çalışmaları başlatıl mıştır ve o zaman çalışmaya başlarlar. Düşünmezler: "Mmm, kararsızım, dışarıda yağmur yağıyor; en iyisi bu işi yarına ka dar erteleyeyim." Hayır, nesneler işler; bu nedenle, kişi onların işleyişine güvenebilir ve bundan hoşlanıp hoşlanmadıkları hakkında endişelenmesine gerek yoktur Çünkü, böyle bir ter cih hakkına sahip değildirler Tercihte bulunmaları beklenmez çünkü onlar küçük şirin aptal insanlara dönüşmezler Kendisi için oluşturuldukları işlevi yerine getirirler ve bunu yapmaya devam edeceklerdir Dediğim gibi, bir-iki tanesi için arada bir ayar yapmak gerekebilir ama bunu yapmak mümkün. Bu nedenle, nesnenin işlevi bilinen ve fark edilebilen bir şeydir ve bir odada, binada veya tekkede nereye yerleştirilme leri gerektiği, nerede en iyi işlev gördükleri sorusu da, gerçek ten çok basittir Bunun için göz kararı bir yöntem uygulanabi lir Gelenekle bağlantılı olduğunu düşündüğünüz ya da bildi ğiniz bir nesne varsa ve bunu bir odaya, tekkeye, ofisinize ya 158
da evde bir yere yerleştirmek istiyorsanız, onu odanın bazı yer lerine koyarak deneyin ve en çok nereye uyduğunu bulmaya çalışın. Buna, herhangi bir bakış açısından karar verebilirsiniz; ister kuzeyden, isterseniz güneyden, ister gündüz, isterseniz gece. Ama ne yaparsanız yapın, bunu nesneyle uyum içinde ve sizi tatmin edecek biçimde yapın. "Onun yerini değiştirmeye de vam edeceğim, belki bir gün..." demeyin. Hayır, yerini bir-iki kez değiştirin ama günün birinde sırf bıkkınhktan dolayı onu bir yere bırakıp "îşte burası" deyinceye kadar her saat başı ya da her gün nesnenin yerini değiştirmeyin; çünkü bu, karar ver mek için etkili bir yöntem değildir Deneyin; cansız olduğu için, sizin aracılığınızla, doğru ye re yerleştirilmek için yolunu o bulacaktır. Nesneler, dokulaı, materyaller ve dokumalar hakkında söylenmesi m ü m k ü n daha dağlar kadar şey var, şu anda onlar dan bahsetmeyi düşünmüyorum. Ama inşallah ileride fırsatı mız o l u r
159
Toplanma Doğuda olsun, batıda olsun, insanlar arasında, toplanma dediğimiz şeyi, yani her türden şeyin bir araya getirilmesini gerçekleştirmek için bir istek vardır. Böylesi bir iş tamamen an laşılabilir ve mantıklıdır; belli durumlarda ya da şartlarda, tak dir edilecek, ödüllendirilecek ve hatta imlenmiştir. Ancak, benzer gibi görünen etkenler bir araya gelip, siz de bunları ge lişigüzel bir biçimde birleştirirseniz, iyi ve mantıklı bir niyeti niz bile olsa, bu çoğu zaman oldukça karışık bir durum ortaya çıkarır. Bu toplama, biriktirme ya da etkenleri birleştirmeden söz ederken neyi kastettiğimi açıklayayım. Daha önce bu konuya değinmiştim; ama bu, her zaman tekrarlanan bir olgudur ve akılda tutmaya değerdir Eğer Felsefî, dini ya da herhangi bir teknik disipline uyu yorsanız, o disiplinin içinde genellikle, iUakî o disipline bas ol mayan ama o disiplinin faaliyetleriyle birleştirildiğinde uygula mayı güçlendiren, belirli basit ve temel kurallar, düzenlemeler ve yöntemler vardır Başka bir deyişle, diyelim ki, düzgün ne fes almayı gerektiren bir disiplini takip ediyorsunuz; bu nefes alma yöntemi diğer birçok disiplinin de bir parçasıdır Yüzer ken, meditasyon yaparken, uçaktan atlarken ve daha bir sürü şey ile uğraşırken, doğru nefes almak önemlidir çünkü perfor mansı arttırır Belirli bir disipline göre, kişinin belli bir konumda durma sı gerekebilir Birisi saatçiyse ya da küçük bir bölgeye yoğun bir konsantrasyon gerektiren bir iş yapıyorsa, genelhkle, müm kün olduğunca rahat bir şekilde, muhtemelen yüksekçe bir ta burede, oturur ve o belirli hedefe bir büyüteçten bakar Böyle yüksek bir yerde konumlanmak, küçük şeylere fiziksel ve ge160
nel anlamda konsantre olmak için gereklidir. Kişi bir heykeltı raş, zanaatkar ya da belirli miktarda hareket etmesi gereken birisiyse,ne kadar hareket edeceği, yerine getirdikleri işleve bağ lıdır. "Bu, çocukça" diyebilirsiniz; evet öyle. Ama ne olacağını iz leyin. Diyelim ki, fiziksel doğaya sahip bir disiplini, örneğin sûfî.disiplinini takip ediyorsunuz. Her biri belli bir algıyı güç lendirmek üzere düzenlenmiş olan nefes alma, konsantrasyon, duruş, ders, düşünce ve müzik gereklilikleri size anlatılmış. Bunları geliştirmeye çalışır ve genel olarak hepsini dengede tu tarsınız. Gelenekte özellikle tavsiye edilen nefes alma tarzları var dır. Bu nedenle, geleneğin içindeki ya da gelenekle bağlantılı biri, "Nefes önemlidir; bu yüzden X, Y, Z tipleri ve ayrıca 97 farklı nefes alıp verme tarzı üzerinde çahşacağız ve "en iyi" ya da "en ödüllendirici" olduğunu hissettiğimiz veya "en iyi oldu ğu söylenen"i seçeceğiz." Bu, süper market mantığı dediğimiz şeydir Gülünecek bir şey değil; çünkü diyelim ki gelenek bağlamındaki bir dersi ya pıyor ve Zen yöntemini, nefes duruşunu ya da hareketini kul lanıyorsunuz. Bu ikisi karşılıklı olarak birbirlerini dışlayan şeyler olmasa bile, yine de belli bir karışıklık yaratırlar çünkü her ikisi de pozitif özellikte olsa da, aynı şekilde uygulanmaz lar. Bir Zen duruşu, Zen niyetini ve Zen nefes alma biçimini ge rektirir .Sırf daha heyecanlı, daha rahat, daha ilginç olduğu ya da "herkes yaptığı" için bir şeyi alıp başka bir şeyle birleştiremezsiniz.Bu yalnızca bir kafa karışıklığı örneği değil, aynı za manda insanların dağınıklaşmasına neden olan bir şeydir, in sanlar neden dağınıklaşır? Batıdaki, tipik bir şartlanma yüzün den: Sonucu hemen isterler ya da sadece heyecan veya "bir şey hissi" isterler "Diyorlar ki, bunu dakikada yetmiş iki kez okuyabilirsen, bir şey elde ediyormuşsun. Ben deneyeceğim" gibi. Aslında bir şey elde edersiniz ama bu beklediğiniz şey ol maz. Çünkü bu şekilde yapan insanlar, bunu, o nefes biçimini gerektiren bir bağlamda yapıyorlar dernektir 161
Yüzmek için, altı inç kurşunlu donanma dalgıcı botları gi yerek havuza giren birini gördüğünüzde, eger o kişiyi o botla rı giymemeye ikna etmeyi denerseniz, "Ama bazı insanları sudan.çıkarken bunlarla gördüm," diyebilirler. "Evet ama onlar dalgıç" derseniz, "Ben de dalacağım" derler. "Evet ama sen aynı şekilde dalmayacaksın." Bu, çocukça bir şeydir ama insanlar bunu her zaman, bi linçli ya da biHnçsiz olarak yaparlar. Genellikle bihnçh olarak yaparlar çünkü bir şey onları çeker veya bu onlara iyi bir fikir gibi görünür ya da "Bunu tavsiye eden kişi iyi bilişidir ve onu ta nıyorum. Bu nedaile de o kişi kötü bir şey önermez." Muhtemelen önermez; ama o kişi, sizin, dürüstçe ve iyi ni yetle verdiği tavsiyeyi alıp, kullandığınız vird veya materyalin geri kalanıyla aynı özellikte olmadığı için kafa karışıklığına ne den olacak bir şeyle birleştirmeyi deneyeceğinizi bilmiyordur. "tp iptir"; evet ama uzun ve ince olan bir şey tel de olabi lir. Eğer onu başka bir şeyin etrafına dolarsanız, bu, bir cellat ilmiği de olabilir. Ama eger, üzerinde boncuklar varsa, bu bir tespih olabilir. Bir sicim parçası, sicim parçasıdır. İnsanlar, bir sicim parçasının belirli kullanım yerleri ve özellikleri, aynı za manda belirli kusur ve zayıflıkları olduğunu kabul eder. Bir ip parçasına çapa bağlayamazsınız; çapa, hâlâta ya da zincire bağ lanır, bu şekilde kullanılır. Bu nedenle, size sunulan araçları, size başkaları tarafından önerilen ve erişilebilir olduğunu düşündüğünüz araçlarla ka rıştırmayın. Bütün alçakgönüllülüğümle söylüyorum ki, ben neyin yararlı olduğunu biHyorum ve hiçbir şekilde, kimseyi, kafasının karışmasına neden olacak ya da kendisi için olumsuz olacak bir şey hakkında etkilemem ve kimseye böyle bir şeyi işaret etmem. Kendime has kibar ve nazik üslubumla, bir şeyin iyi bir fikir olmadığını düşündüğümü söylerim, ki bu da bildi ğiniz gibi hayır demektir. Bu yalnızca, benim üslubum. İnsanlar, içgüdüsel olarak açgözlüdür ama yok edici ve utanç verici bir şekilde değil. İsterler, ihtiyaç duyarlar, ararlar, 162
bulduklarını düşünürler, alırlar, biraz hareket, biraz açıhm, he men aydınlanma ve işe yarar gibi görünen elle tutulur bir şey isterler Ancak, sizi temin ederim ki, hayal dünyasında hayal den başka hiçbir şey varolamaz. Kimileri "ruhun uçuşundan, iç varhğın uçuşundan" söz eder; neden yaban arısının uçuşu de ğil? Böyle bir terim kullandığınızda, bunun ne olduğunu tam olarak bildiğinizi ima etmiş olursunuz. Aslında, geleneğin esaslarından birinden söz etmiş olursunuz. Ama normalde, böyle terimlerle konuşmayız ve böyle bir şeyle hiçbir metinde karşılaşmazsınız belki, esrik tarzda yazılmış olanlar hariç. As lında, iç varlığın havalanması, yücelmesi ve sürekli bir bilinç lilik haline dönüşmesi olabilir, olur, olmalıdır Aerodinamikten anlayanlar bilir, havadan daha ağır olan bir şeyin havalanması ve havada kalabilmesi için, belli bir yü zey, belli bir rüzgar gerekir Aslında böylesi şeyler arada olur ama bu temelde, en önemli şeydir Bir sıcak hava balonu sıcak havayla doludur ve öylece havada d u r u r Yer çekimine karşı koyamaz ama havada durur. Eger böyle bir uçuş gerçekleşebiliyorsa, bu sürdürülebilir bir uçuş olmalı ve bir şey ile sürdü rülmeli. Teknik bir terim olarak "yükselmek" kelimesini tercih ediyoruz çünkü bu bütün olgunun bir yönünü ifade ediyor. Ta nıdık bir kelime ve yanlış yorumlanmaya açık değil; ama elbet te gereğinden fazla yorumlanmaya açık: "Ne kadar yükselmeyi umabilirim?" ya da "Kaç derece yükselmek?" vs. Varsayalım ki, bir şey "yükseltiyor"; gelenekte yükselmek, sürdürülebilir bir yükselmedir. Diğer bir deyişle, bu, aşagı-yukan bir hareket değildir. Buna, sürdürülebilir bir evrim dene bilir; yükselmeye yardım eden ya da bu işe katılan insan, kişi nin kendisidir Bu yükselmeyi oluşturmasına yardım eden bazı taktik, disiplin ve enerjileri kullanır Bu, "sihirli hah" sendromu değildir Anlamlarına dikkat edilmeden ortaya atılan bütün bu ta birler, insanlarda karışıklıklara yol açabilecek sorular ve istek lere neden olabilir "Kendimin dışında dolaşırken,...." ; bir daki163
ka, durup bu tabire bakalım. Sonrasında ne olduğunu boş ve rin, b u n u n anlamı gerçekte nedir? Sizlere, sayısız kere, benim bir anlambilimci olduğumu, bir kelimeyi kullandığımda onun ne demek olduğunu bildiğimi ve kelimeleri kasıtlı ve kesin bir biçimde kullandığımı söyledim. Eğer birisi böyle bir cümle söylerse, bu, ya doğrudur ya da yanlıştır. Eger doğru değilse, neden söylenmiş? Eğer doğruysa ve kişi ya da kişiler bu duru ma ulaştıysa, bunu ya bir disiplini takip ederek başarmışlardır veya tesadüfen. Eğer buna, bir disiplini takip ederek ulaştılarsa, bunu size söylemezler. Eğer tesadüfen ulaştılarsa, ki bu mümkündür, hemen hemen her zaman arkasından şu cümle gelir: "Bedenimin dışındayken, şöyle şöyle hir şey oldu çünkü " Böylesi bir şey, ateşli bir hayal gücünün veya böyle bir veri oluşturacak olan belli bir elektrik akımıyla temas etmenin ürü nüdür. Bu, etki oluşturmuş bir patlamadır çünkü herkes zaman zaman böyle şeyler yaşar. Bir etki bırakır, sonra şu andaki ger çek hafızada kaybolur. Bu korkunç bir şey değildir ama böyle si patlamalar canlı tutulup süslenince, o zaman bir sorun olur. "Vücudumun dışındayken, şu kişiyi gördüm, hana höyle höy le dedi, hen de yaptım, bunun sonucunda da şöyle şöyle oldu " Bu önyargının tehlikeli olduğunu söylemek kadar ileriye git meyeceğim; ama bu tür bir şeyde, "varlık" ya da "kimlik" vs. arayışında bir nevi semavi alana, "Uçan Hollandalı sendromu"n3L girmek için ciddi bir ayartıcı güç vardır. "Kimliğimi" veya "Varlığımı ararken" sözlerini duyduğum da, bunlar kesinlikle benim tüylerimi diken diken ediyor. Çünkü bunlar kişinin niyeti anlamında tamamıyla dürüst söz ler olsa da, bunu söylemek gerçekten çok büyük bir şey. "Kim liğimi arıyorum", kimliğinizi bulursanız onu nasıl tanıyacaksı nız? Kişi dünyada ya da evrim modelinde kendi yerini bulabilir ama bu yer durağan değildir ve yerden çok bir konumdur. Bu, insanlara kendileriyle, kozmik şablonla ilgili bir anlayış sağla yan bir disiplini takip etmekle başarılabilir Bu soyut "gerçek 164
ben arayışı" büyük bir iştir. Ayrıca, bunu sürekli bu şekilde ifa de etmekle ortaya çıkan bir endişe de vardır. Böyle bir endişe olabilir ama bu endişe neden gerçek disipline, faaliyete dönüş türülmesin ki? "Hangisinin gerçek ben olduğunu merak ediyorum." dediği nizde, bir enerji harcıyorsunuz. Bunun için endişelenmeyin çünkü gerçek sen hangisi olursa olsun, orada; onu kaybetmi yorsunuz. Onun yerini, yedinci reenkarnasyonunuz ya da bu tür saçmalıklar yoluyla değil, kendi içinize bakarak bulabilirsi niz. "Ben Kleopatra mıydım?" Bilmiyorum. Umurumda da değil. Bunu bilmek sizin de çok işinize yaramaz. Yani, insanlar, bu verimsiz amaçlan pazardaki sergiler gibi ortaya koyar ve sonra da, kendilerinin birçok parçası arasında bir köprü oluşturabilmek için, "Bir derviş şapkası, keşiş kıyafe ti ve ucu kıvrık terlikler giyip şunu şunu taşıyacağım" da dahil, dürüstçe söylemek gerekirse, bir hayal gobleni oluştururlar: Sonra ne mi olur? En iyi ihtimalle, bu şekilde giyindikten son ra dışarı çıkmadan önce aynaya bakar ve vazgeçerler ya da en kötü ihtimalle tutuklanırlar. Bilinen, yarı bilinen her tekniği kullanarak ya da benzer şeylerle bunu geliştirmeye çalışmak ise, eski bir deyişteki gibi dir: "Bir kemerle yamalı bir giysi giyip, asa, keşkül ve tespih ta şımak insanı derviş yapmaz." Bütün bu araçlara sahip olabilirsi niz ama eğer onlan kullanmayı bilmiyorsanız onlara sahip ol manız bir anlam ifade etmez. Bu tür bir goblenin dokunmasının nedeni, bunun da ken di içinde bir son olmasıdır: "Ben gobleni dokumakla meşgulüm." Ama, kesinlikle erişilemez olmayan bir amaç, kişinin hedefini bu kadar katı biçimde belirlememesidir. Çünkü, kişi bunu yap tığı zaman, geçmişi ve şartlanması ya çabasını sabote eder ya da kendisine, bunun "yalnızca filozofların, X'in, Ynin, Z'nin işi" ol duğunu vs. söyler Bunun üzerinde bitmez tükenmez bir bi165
çimde durmamın sebebi, her yerde, çok defa, çok farkh biçim lerde, çok farklı kılıflarla karşıma gelmesidir. Ve gerçekten, çok ciddi anlamda, geleneğe veya Nakşibendî Usulü'ne hiçbir alt h ü k ü m , alt grup, paragraf veya ek katmamanızı öneriyorum. İhtiyacınız olan temel şeyler zaten var. Daha özel şeyler, örne ğin belli bir nefes alma ritmi ya da belli bir müzik kullanımıy la ilgili şeyler, kişinin kendi tecrübesine, yani benim söyledik lerime, gelenekle ilgili okuduklarına ya da hissettiklerine göre değerlendirmesi gereken şeylerdir. Görünüşte güzel olan şeyle ri, yalnızca "iyi" olduğunu hissettiğiniz için ekleyemezsiniz. İyi olmaları önemli değildir; doğrunun ve yöntemlerin tekeline sahip olmadığımızı, yalnızca, iyi, arıtılmış, pozitif ve etkili bir doğrumuz olduğunu daha önce de söylemiştim. Buna başka bir şey eklemeye gerek y o k t u r Eğer size gösterebileceğim daha başka bir yöntem ya da araç olsaydı, emin olun, bunu yapar dım. Halıların üstünde uçmak ve "ruh seyahatV'ne: gelince, bunu sabırsızlıkla bekleyenlere, bunun biraz gecikeceğini söyleye lim. Ama bir halının üzerinde uçmak gibi bir eğihminiz varsa, önce kendinize sorun: Bir halıyı uçurabilir misiniz? Onu idare edebilir misiniz? Yoksa, yalnızca halı düşerse diye orada öyle ce taş mı kesileceksiniz? Bu nedenle, duyduğunuz bütün bu etkenler, Mao Tse Tung'un 'Küçük Kırınızı Kitcıp'ından, Hebrides kıyılarındaki uzak manastırlara kadar, bunların hepsi, çalışma konusu ola rak çok makul tercihler ama bunların gerçek evradın yerini al masına izin vermeyin. Eğer bir güçlendirme varsa ve kişi etkilere açıksa, etkenler kendi etkilerini oluşturacaktır; kişi bunları fark eder. Her pati kayı, her yolu, her ara sokağı, her eğilimi, her öneriyi ve her m ü m k ü n düşünceyi takip etme gerekliliği yoktur. Kişi, yararlı gördüğü şeylerden, "tşte, bütün sözde gelişim felsefeleri ve dini sistemler burada" gibi bir seçme yaparsa, büyük ihtimalle çok çekici bir sisteme ulaşır; zaman alan ama çekici. Ama benim 166
demek istediğim şey şu: Bir grup kitap varsa, bunlar, açdmış, sergilenmiş, üzerlerinde konuşulmuşsa ve anlaşdmaya açıklar sa, zambağı yaldızlamanın âlemi ne? Bu kafa karıştırıcıdır; biraz kendimi baklı çıkarmak da ol sa, bu kadar beyecanlı olmamın nedeni, benim alıcı tarafta ol mam. Evet, parçalan tekrar topluyorum ama kaza bu kadar aşi kârken parçaları toplamak zorunda kalmaktan hoşlanmıyo rum. Birisi fincanını beton bir zemine düşürürse ne olacağını tahmin etmek için Einstein kadar zeki olmak gerekmiyor. Ama birisi gelip, "Yıldızlara bakıyordum, birden ellerim açıldı ve kupa düştü." derse ve "Şimdi ne yapayım?" diye sorarsa, yalnızca "Bir şey yapma; ben yeri süpürürüm, sen de şöyle şöyle yap," diyebili rim. Bir sonraki fincana kadar, "Tamam" derler Bu çok ilkel ve basit bir tepki. Keşke böyle olmasaydı ama böyle; ve ortaya çıktığında, bunun Neanderthal ya da Cro-Magnon düzeyde olduğunu anlamak yetenek gerektiriyor. Bu çeki ci bir kılık olabihr, çığlıklar atarak kendisinden kaçmanızı ge rektiren bir şey değil, sizi delirtecek bir şey de değil. Hayır, bu olur, ilginç ve çekicidir; ona bakarsınız, onun hakkında okur sunuz, belki onun hakkında biraz düşünürsünüz de, sonra da onu dosyalarsınız. "Sadece su ekle" gibi hızlı bir yol y o k t u r Zaman denilen et kenin de eklendiği, çetin bir dizi yöntem vardır Bir duvarı ör meniz üç ayınızı alır; sırf duvarın fiziksel boyutundan dolayı, üç saatte eremezsiniz. "$u sistemde duvar örmek yerine beton döktükleri söyleniyor" Evet, gerçekten öyle yapıyorlar ama biz tuğla kullanıyoruz. Biraz harç kullanarak tuğlaları örüyoruz, düşey bir çizgi elde edip sonra da bunu kontrol ediyoruz, "Biz de beton dökemez miyiz?" Hayır Vesaire vesaire. Yani, dediğim gibi, belli belirsiz bir yararı olabilecek her şeyi toptan reddetmeyi önermiyorum ama kişinin tepkisi ve 167
düşüncesi hakkında oldukça olgun ve düzgün bir çalışma ya pılmalıdır. Ayrıca, diğer bir etkeni, çok değerli bir mal olan sağduyuyu da unutmayın. Bu nedenle, eger bir s o r u n u n cevaplandırılmasına ihtiyacı nız varsa, bana sorduysanız ve anlamanızı sağlayan bir cevap alamadıysanız ya da dolaylı bir şekilde cevapladıysam, o zaman ya bunu çözmeye çalışın ya da bir şeyler okuyun. Okunacak bir sürü şey var. Her zaman bir kitap vardır ama bazen kitap çok uzaktadır, tıpkı uzaktaki bir köprü gibi. Afganistan'da bununla ilgili bir şaka vardır. "Bir Kitap" vardır büyük B ve büyük K, adı Afganca'da "Da Pukaf Kyıazana". Da Pukaf Khazana, "gizli kitap" demektir ve eger birisi, "Kuşlar ağaçlardan düşüyor, hava eksi yirmi derece olmalı" gibi sinden bir bilgelik incisi veya başka berbat bir klişe ortaya atar sa, herkes, bilgece başını sallar ve "Hımm,'bu Da Pukaf Khazana'dayazıyor, değil mi?" der. Çünkü kitap dünyadaki bu türden bütün temel bilgelikleri içerir. Bu yüzden, kişinin emin olma dığı ya da sahiplenmek istemediği her söz. Da Pukaf Khazana'ya atfedilebilir ve herkes bilgece başını sallar; çünkü bu, 'o kişi söylediği şeyden emin değil, hatta biraz saçma olduğunu düşünüyor ama ortaya atmak için de ilginç bir fikir' demektir Birçok fikir bu tür kaynaklardan çıkmıştır Birçok insan belli şeyleri yaşar, kendini yaşamaya zorlar ya da yaşadığını id dia e d e r Ama asıl soru şudur: Bu tecrübeyi sonra ne yaparsı nız? Eskiden, insanların LSD gezilerine çıkması ve "ağaçların ve renklerin kendileriyle konuşması" gibi: "Sen ne yaptın? Ne dedin? Onlar ne dedi?" "Hatırlamıyorum "Peki hu ne kadar
ama
muhteşemdi."
faydah?"
"Tekrar asit alacağım ve gidip, aynı ağaç benimle yine konu şacak mı, bakacağım." Bu da yine, adrenalin seyahati. Ve her adrenalin seyahati 168
gibi, arkasından bir "düşüş" gelir Bu nedenle, belirli disiplin lere sarılın. Denildiği gibi, eger bir çekiçseniz, vurun. Eger örsseniz, soğurun. Ama hangi alederi kullanıyorsanız, doğru bi çimde kullanın, "Alet alettir." Istisnalanolsa da, bir keski tor navida yerine kullanılmamalı, bunun olabileceği bilinse bile. Keskinin daha yararlı olan işlevi, mermeri kesmek, bir kilidi oymak vs.dir. Doğru yerde kullanıldığında, yararlı bir alettir, Onu, sırtınızı kaşımak ya da bir sineğe vurmak için de kullana bilirsiniz ama bu amaç için yapılmamıştır Oıiu kullanma kabi liyetiniz, onun varlığının değerini arttırır, tersi olmaz. "Bir adam, keskisi kadar iyidir" Bu değişir Sanırım, bunu Coupole ya da Deux Magots'ta sonsuza kadar tartışabilirler; ama kişi Nakşibendî Usulü'ne uyuyorsa, aletlere sahipse, bun lara başka bir şey eklemeye gerek y o k t u r "Hadi dersi bırakalım, biraz zil çıngırdatıp tütsü koklayalım ve kmdimizden geçelim; sonra devam ederiz" Neden? Eğer derse ara vermek istiyorsanız, ara verin, kal kın' bir sigara için, bir sandöviçle kahve için, köpeğinizi tek"'leleyin vs. sonra da geri d ö n ü p devam edin. Sizi temin ederim. Birşeyler eklemekle, onun değerini arttıramazsınız. Eğer onu güçlendirmek istiyorsanız, yatırımını zın karşılığını alırsınız; ama çanlar çahp mumlar yakarak, dans ederek, müzik çalarak ya da X'ten Z'ye kadar dizlerinizin üs tünde yürüyerek değil.
169
Gelenek ve Dini Kurumlar Bazılarınızın gazetelerden ve diğer bilgi kaynaklarından da bildiği gibi, şu sıralar Britanya'da, İngiltere Kilisesi ile diğer Hı ristiyan kiliseleri arasındaki ilişki ve Hıristiyanlıkla diğer bü yük dinler arasındaki ilişki hakkında bir tartışma devam edi y o r Bu tartışma süregelen bir tartışma, yani her zaman devam edecek. Yazık çünkü insanların yıllardır var olan farklı dinler ve dini mezhepler arasında bir uyum oluşturması ya da en azından aralarındaki farkları belirleyerek bunları çözmesi veya bunların, üzerlerinde uzlaşılamayacak noktalar olduğuna ka naat getirerek hangi yolu takip edeceklerine karar vermesi bek lenirdi. Şimdiye kadar, İslam'ın bin dört yüz yılının, Budizm'in binlerce yılının ve diğer dinlerin ardından, insanların belli re ferans noktaları, yani, iş birliği kurabilecekleri alanları ve uz laşacakları ya da uzlaşmayacakları alanları belirlemiş olmaları beklenirdi. Hatta, yapmak istedikleri gibi, dinlerin ana gövdesi kendi makul uyumlarıyla ilerlerken, böylesi problemleri dur maksızın tartışabilmek için komiteler ve alt komiteler bile ku rabilirler Dinin ana gövdesi ile bu komiteler arasında bir fark vardır çünkü 'komiteyle' gerçekten doğru dürüst uyum sağlayamazsı nız. O zaman komiteler neden olsun ki? Komiteler kendi ken dilerini devam ettirir Komitelerde, genellikle, ya felsefeye eği limli ve aynı şeyden bahsedip durmak isteyen insanlar olur ya da mesaisi çerçevesinde orada olan ve para ödendiği takdirde pekâlâ başka bir şey de yapabilecek insanlar vardır İnançları ne olursa olsun, bu kişiler bir nevi, çağımızın dini bürokratla rıdır Komite odalarında oturup toplantı yapmaları ve ekümenik durumun nasıl geliştirilebileceğini araştırmaları için yarar lı bir şekilde istihdam edilebilirler Böyle bir insanın komiteler-
170
de çalışması yararlıdır çünkü bu, onu belli referans noktaları belirleyip diğer dinlerdeki insanlarla bağ kurarak idare etmeye çalışan sıradan inananların yolundan alıkoyar. Bu bizi ilgilendirir mi? llgilendirirse nasıl ve neden? Bizi şu dereceye kadar ilgilendirir: Bazen bir komite, alt komite veya İslam'ın, Judaizm'in, Vatikan'ın vs. sözde "sesi", belli bir kafa karışıklığı, şaşkınlık ya da başka bir tepki yaratan bazı resmî açıklamalar yapar. Bu bizi ilgilendirir çünkü karışık lığa neden olan ya da uyuşmazlık getiren eylemler gerçekleşti rildiğinde veya açıklamalar yapıldığında, bizim bu hareket ya da açıklamaya bakmamız, bunun uygunluğunu incelememiz ve eger uygun değilse, kişisel olarak bunu önemsemememiz gere kir. Bu birisi, saldırgan ya da olası karışıklık kaynağı olabilecek bir alanda bir söz söylediğinde, hemen itiraz edip, buna karşı saldırıda bulunulmalı ya da o kişiyle görüşüp tartışılmalı anla mına gelmez; çünkü o zaman, onların sınırlarına girilmiş olur ve bu tür insanlarla münakaşa etmek, uzmanlarımız hariç, bizim işlevimiz değildir. Yani, bir dinin sözcüsünden gelen bir ferman olduğunda, kişi elbette bunu okuyabilir, üzerinde çalı şabilir, ne kadar anlamlı olduğuna karar verebihr; sonra da, kendisini ilgilendirip ilgilendirmediğini belirleyebilir. Örneğin, şu anda Körfez'de süren anlaşmazlıkla ilgili ola rak Bradford'dan Calcutta'ya kadar her yerden birçok insan kalkıp lehte, aleyhte, bir sürü şey söylüyor. Kişinin bunları okuyarak, kişisel olarak kendisinin nerede d u r d u ğ u n u , gelenek olarak nerede durduğumuzu ve buna nasıl bakıp nasıl anlamamız gerektiğini belirlemesi gayet normal bir tepkidir. Benim tavsiyem, kişinin, ancak kendi ülkesinin bu işe karıştı ğı kadar işe karışması ve ister alan tarafta, ister veren tarafta ol sunlar, savaşan her iki tarafa karşı da ve sempati hissetmesidir. Kişinin geleneğe bağlılığını yansıtacak taraflar tutmanın degerh bir şey olduğunu düşünmüyorum. Biz bir tarafı ya da diğeri ni desteklemiyoruz. 171
Maalesef, biz genel olarak insanlığa inanmayı kabul etmi şiz. Ama bu, fikriniz sorulduğunda bunu açıklayamazsınız ya da açıklamamalısınız, bütün olanlara şaşıramazsınız ya da deh şete kapılamazsınız anlamına gelmiyor. Kişi elbette bir fikre sa hiptir ve şaşırmıştır; ama açıkça fikriniz sorulmadığı ya da açıkça konuşmanız gerekmediği takdirde, fikrinizi kendinize saklamanızın veya "Ben siyasetten çok fazla anlamıyorum" ya da "Bence doğru doğrudur, yanlış yanlıştır" gibi cümlelere, ya da bvmlar kadar çekimser cümlelere sığınmanız daha iyidir Çün kü, kişi konuşmalardan ya da gazetelerden vs beUi insanların, toplumun belli bir kesiminin ve belli ülkelerin, haklı ya da haksız olarak, çok güçlü, sert ve hiddetli konumlar aldığını gö r ü r Bizim tartıştığımız nokta onların haklı ya da haksız olma sı değildir Anlaşılacağı gibi, kendi bakış açıları için destekçi arıyorlar, bu nedenle, kişi bir "muhafazakâr" ya da "pısınfe" olarak düşünülme ihtimalini göze alarak, "Doğrusu hen bu ko nudan çok iyi anlamıyorum ama olanlar çok üzücü" veya "insan ların öldürülmesi üzücü bir şey" gibi şeyler söylemelidir Bu, bir tür girişti. İnanç ve inançlar arası ilişkiler hakkında yaptığım genel konuşmayı okumuş, elbette anlamış ve ezberlemiş olanlarız, is ter politeist olsunlar, mesela bin bir tane tanrısı olan Hîndu di ni gibi, isterse de monoteist olsunlar, bütün dinlerin, başlan gıçta monoteist birer din olarak başladıklarını söylediğimi ha tırlayacaktır Bu nedenle, farklı mezhepler arası ilişkiden ayrı olarak, farklı resmî dinler arasındaki ilişkide ortaya çıkan so run, maalesef, tarihin normal bir gelişmesi olmuştur "Normal hir gelişme" diyorum çünkü insanlar, bir şeyi ispatlamak, ken di durumlarını haklı çıkarmak veya başkalarına karşı "Ben cen nete girmeyi senden daha fazla hak ediyorum çünkü..." türü üs tünlükleri olduğunu göstermek amacıyla, tarihe eklemeler ve çıkarmalar yaparlar Bütün büyük dinlerde, "daha iyi" olduklarını veya kendi düşüncelerinin başkalarınınkinden daha geçerli olduğunu gös172
lermek için, kasten ya da başka türlü, belirli deyişleri ve kutsal yazıları gereğinden az ya da çok veya yanlış yorumlayan insan lar olmuştur. Bu, uluslararası siyasette oynanan siyasi güç oyunlarına benzer. Şu deyişe bir bakalım: "Her şey herkese." "Her şey herkese" çok iyi bir şey olabilir ama talihsiz yorumla ra açık. "Her şey herkese," bir bütün de olabilir, hiçbir şey de; ne açıdan baktığınıza bağlı. Bir küp küptür. Bu anlamsal tartış ma yeterli artık. Gelenekte bizim biraz da olsa avantajlı olduğumuz ve de vam ettirmemiz gereken nokta şu: Bütün büyük dinlerin "hahnî" denilen bir alanı vardır. Biz bu batini geleneğin yolunu sür dürdükçe, farkh resmî inançları olan insanlarla, "Şu kimdi?", "Bunu ilk kim söylemiş?", "Böyle mi dua ediyoruz?", "Oraya gi der miyiz?", "Biz çan çalar mıyız?" vs. gibi tartışmalardan baş ka bir düzeyde bir temas kurabilir ve bunu devam ettirebihriz. "Hangisi daha iyi?" tamamen normal ve makul bir tartışma alanı. Herkes daha iyi bir yönde ve durumda ibadet etmeyi is ter, bu doğal bir şey ama bu konu bir ihtilaf ya da karışıklık kaynağı haline gelmemelidir. Eğer ibadetin bir işlevi varsa, bu niyet, insanların kafasını karıştırabilecek unsurların olmadığı bir düzeyde, farklı inançtaki insanların niyetleriyle birleşecek tir. Gelenekte "sınırsız alan" dediğimiz yerde, diğer bir deyişle, niyet ve işlevin, diğer bütün yönlerin üstünde tanımlandığı te miz alanda buluşuruz. Farklı dinî inançların bir araya gelme ihtiyacı, isteği ve bu nun değeri hâlâ mevcuttur; ama bu hâlâ, komite odalarıyla, çi zim tahtalarıyla sınırlıdır. "Tek" bir din olmalı demiyoruz, "Na şı/ bir bağlantılaıı var?" sorusunun çok önemli olmadığını söy lediğimde, bunun nedeni şudur: Böyle bir konuda endişelen dikleri zaman, bu, en küçük ayrıntılar üzerinde bile titizlikle uğraşmak olur. Oysa onlar bunu nasıl yapacaklarına bile karar vermemiştir. Böylece, bu bitmez tükenmez tartışma devam edecek ve küçük ayrıntılarla uğraşan, fesat yaratan kişileri bu komitelere çekecek. Bu sırada biz, nezaketle söylemek gerekir-
173
se biraz daba yüksek bir düzeyde, dünyanın birçok yerinden iarkh inançtaki insanlarla temas kurarız. Bu temaslar kurul duktan sonra ne yaparız? Bu yalnızca, farklı inançtan insanları bu, şu ya da öteki inanca ikna etmek meselesi mi? Bu nedenle de, benzer bir inançta olan insanların endişelenmesine gerek yok mu? Hayır, bu yalnızca en temel seviye; ilk adım. Başka inanç tan ve benzer kafa yapısındaki, benzer bir bilgi ve onun kulla nımını arayan insanların, bunun başka inançlarda da varoldu ğunu fark etmesidir. Başlangıç temasını gerçekleştirirler Sonra temas, bu seviyede, her iki din ve organizasyonun enerjisi ve gücünden faydalanmak için kullandır. Çünkü insanlar bir ara ya gelip, pozitif özellikte olan bir şekilde hareket etmeye karar verirse, bu ister aktif, ister derin düşünceli bir yol olsun, belli nitelik ve nicelikte bir enerji üretirler Bu, bireyler ve gruplar anlamında gelenek için de geçerli dir. Bu enerji bütün insanlar için erişilebihr olur. Aynı şekilde, bu enerji, uzlaşma, doğru ve belirli paylaşım yoluyla, diğer in sanlarla olan temasın güçlendirilmesi için kullanılabilir. O in sanları "kazanmaya", "dinlerini değiştirtmeye" ya da "sürüye katmaya" vs. çalıştığımız için değil; yalnızca, parçası olabile cekleri bir teması, bir kesinliği, bir enerjiyi, bunu arayan in sanların olabildiğince fazlası açısından erişilebilir hale getir mek için. Bu temas ve bu temasın arttırılmış kullanımı, bir anlamda, kendi kendine işler çünkü her şey benzerlerini çeker. Bir kişi, grup ya da toplum başka bir kişi, grup ya da toplumda bu ener jiyi fark edebilir Sonrasında temas otomatik olarak kurulur. Daha sonra bu temasın güçlendirilmesi de, enerji alışverişiyle gerçekleşir Temasın sürdürülmesi için kullanılan enerji boşa harcanmış olmaz çünkü daire şeklinde bir seyir izlediği için, bir döngü o l u ş u r Böylece enerji aslında bir yere gitmez, tema sı devam ettirerek kendisini de s ü r d ü r ü r inançların bir araya gelmesi, dinler arası iş birliği, eküme-
174
nik yıllar ve törenler ve bu tür şeylerle ilgili çok şey söylendi ve yazıldı; daha fazlası da söylenecek. Bunlar çok istenen ve ödüllendirilecek şeyler; ama dikkatinizi çekmek istediğim şey, hangi dinden olurlarsa olsunlar, bu kongreler her iki-üç yılda bir bildiri yayınlayıp "Şuna karar verdik ve diyalogu devam etti riyoruz" vs. demezse, başka bir deyişle, görünürde yüzeysel ya da göze çarpan bir gelişme olmuyorsa, insan çok endişelenme m e n ve şaşırmamalı. Tabii ki, bazı insanlar bu tür konuları da ha az önemseyemez, bu onların ayrıcalığıdır; ancak dedikleri ne göre, bir dinin bütünüyle diğerine dönüştürülmesi anlamın da değil ama farklı dinlerde olup da aynı şekilde düşünen veya hisseden insanların ilişkisini daha üst bir düzeyde güçlendirebilmek için gayretler devam ediyor. Elbette, işlevin önemli bir parçası, şu anda onları belirli bir şekilde etkilemek değil, şartlara biraz olumluluk enjekte etmek ve karışmaya meyilli olan, karışırsa da genel olarak bazı şeyler ve insanlar üzerinde olumsuz bir etki bırakabilecek alanlara bi raz sükunet getirmektir. Geçen hafta bir mektup aldım (çok şükür, gruplarımızın birinden değil, her ne kadar bana her zaman farklı şeyler hak kında mektup yollasalar da) Yollayan kişi ingiliz bir akademis yendi. Birkaç sayfalık sözlü saldırıdan sonra şöyle demiş: "Ge leneğin yatıştırıcı etkisinden söz ediyorsunuz, peki Irak ve Körfez Savaşı hakkında ne diyeceksiniz? Saygılar, ..." Sanırım bu geçerli bir husus. Ancak, biraz konu dışına çı karsak, Iraklılar'ın, kibarca, 'karmaşa' olarak betimlenebilecek bir tarihleri vardır ve o coğrafi bölgenin bütünü, karmaşaya karşı çok hassastır. Atalarının uzun zaman önce kurdukları bir modele uyarlar "Ektiğini hiçersin"e. ulaşmak için, Kerbela ve 58'de Haşimî Krallarının katlini hatırlamak yeterlidir. Geleneğin etkisi, bu tür bir anlaşmazlıkta rol oynayabilir, oynar da. Ama insanların dünyasında, görünürde kendisini yok etmekte kararlı bir toplumla ilgili bir etki oluşturmak ol dukça zordur. 175
Irak gibi bir milletin, tek bir kişinin gücü, otoritesi ve ka rarlılığıyla belli maceralara atılması acınacak bir d u r u m d u r Ama tarihe d ö n ü p baktığınızda, böylesi bir diktatörün ilk defa ortaya çıkması değildir. O, tarihteki ilk diktatör değildir ve bir diktatörün ortaya çıkmasındaki suç, insanların önce onu des teklemiş olmasından değil, diktatörlük ne olursa olsun, o kişi nin müsaderesine ve gücü ele geçirmesine boyun eğmelerinden kaynaklanmıştır Ne de olsa, iyi diktatörlük diye bir şey de var dır. Sonuçta varılan nokta, bireyin, çıkıp diktatöre suikast dü zenleyerek ya da kendisini yakarak kendini şehit etmeyecek bi linçte olmasıdır Ancak, insanların sesinin duyulabilmesi ge rektiği gerçeği, makul bir varsayımdır. Gerçekte bunun doğru olmadığı, maalesef, kanıtlanabilir insanlar, sözlerle ya da rüş vetle tuzağa düşürülürler veya bir şeyi desteklemeleri için teh dit edilirler Sonra birden, sırtlarında bir diktatör bulurlar Böyle bir durumda, siyasi ya da değil, sonsuz sayıda mazeret, bulunabilir Alışılmış olana "dışarıdan gelen tehdit/er"dir Bu, Stalin, Lenin, Brehznev ve başkaları tarafından kullanılmıştır Tarihteki bütün diktatörler, belli bir zamanda, yönetimlerini, bu tür gerçek ya da hayali tehditler temelinde başlatmış veya s ü r d ü r m ü ş t ü r Onların bu konumlara gelmesini sağlayan şey, genellikle insanların tembelliği, aptallığı ya da korkaklığıdır Peki, kendi iyilikleri konusunda bu kadar dikkatsiz olan bir in san topluluğuna zarar gelmesini engellemeye çalışan geleneğin rolü ne kadar olabilir? Iraklı ya da başka bir yerli olsunlar, bu n u n nedeni, insanların herhangi bir dini düşüncenin, eliğin, kanunun ya da vicdanın bilincinde olmamaları mıydı? Dini ol sun, insani olsun, bu kanunlar ve kurallar o insanların erişi minde değil miydi? Onların derdi nedir, sorunları nedir? Bilmi yorlar mı, fark etmeleri gereken eylemler yok mu, kitaplar yok mu, öğretiler yok mu? "Dışarıdakiler" veya "diğer insanlar" hakkında söylenebile cek çok şey vardır: Bu, "bizim insanlanmızı tehdit eden hir ...izm" gibi bir şey olabilir veya "şunun için, bunun için vs. bir176
leşmeliyiz" şeklinde bir çağrı da olabilir. Sorgusuz birleşme ve sorgusuz sadakat, her zaman şüpheli şeylerdir, Kişi, "Evet, ben buna inanıyorum. Bu, düşünülmüş bir süreç ve dolayısıyla benim için geçerli" diyebilir. Aksi takdirde, bir koyun sürüsü durumu da yaşanabilir: "Saldınlıyoruz, silahlarınızı çıkarın!" Kimse ne reden, nasıl ve neden olduğunu sormaz. Bu çok sık karşılaşılan bir d u r u m d u r çünkü birçok insan idare edilmeyi sever; başka bir deyişle, başkalarının kendi yerlerine düşünmesinden hoşla nırlar. Bir despot ya da diktatör açısından da onların yerine dü şünmek çok uygun bir şeydir. Çünkü, böylelikle, onları kont rol edebihr. Neden kendisinin diktatör olması gerektiğini açıklayamaz, açıklamaz; çünkü birisi, "Bu durumda şöyle yapmamı zı söylemiştiniz ama bence bu iyi bir fikir değil," diyebilir ve ta bi cevap olarak da, böyle diyen kişi öldürülür. Ama genellikle olan şey şudur: İnsanlar sırtüstü uzanır, göbeklerini kaşırlar, rahatlarına bakarlar ve bu çok hoştur. Ama farkında bile olma dan bu korkunç kişi, parti ya da olayı karşılarında bulunca, başkalarını suçlarlar. Evet ama nasıl oldu da, yanlış yaptılar, daha doğrusu yan lış yaptım? Neler oldu? Onlar benim kadar insan değil mi, be nim eriştiğim gerçeklere, rakamlara, disiplinlere ya da değerle re erişemiyorlar mı? Benden daha aşağı bir zekâya, ahlaka, ye teneğe, niteliğe veya yaratılışa mı sahipler? Ya da o kişiler, in san zayıflığının veya tembelliğinin emareleri mi? "Ben hiçbir şey yapmayayım, her şey iyi olacaktır, her şeyin iyi olacağını söy ledi ne de olsa," Ya da, yine bir aç gözlülük meselesi mi? "Dün yayı fethedeceğimizi söyledi, hadi bunu başaralım, bana da biraz ganimet düşer" Evet, bu emaredir; bir grup insan, bütün insan lığın d u r u m u n u n emaresi olabilir. "Senin yargılanmayacağın yargısına varma" denir ama benim burada söylediğim İngiltere Kilisesi Meclisinin şu anki toplantısının karanlıktaki Fil hikâyesine benzediğidir. Papazları ve kilise mensuplarını temsil eden bu insanlar belir li temel esaslar hakkında karar alacaklar ve bu kararlar da İn giltere Kilisesi disiplinine mensup herkesi etkileyecektir. 177
Tam da -bildiğiniz gibi taraftarı olduğum- demokrasiden söz etmişken, benim tahminimce, İngiltere Kilisesi'ndeki in sanlar görevlerinde başarısızlar. Eger o kişiler benim temsilci lerim olsaydı, gider, Westminster Hall'un kapısında kıyameti koparırdım. Avam Kamarası'nda ve Avrupa Parlamentosu'nda, kimsenin adını duymadığı üyelerin olması zaten yeterince kö tü; bu insanlar sokakta sizin yanınıza gelip "Ben senin M.E.P( Avrupa Parlementosu Milletvekili)'nim" dese, "Çok üzüldüm, umarım yakında iyileşirsin" dersiniz. İşte demokrasi bu. Elbet te, böyle bir şey yok. Önemli olan nokta şu; eğer İngiltere Ki lisesinin üyesi olan çok sayıdaki insan, Westminster Hall'daki dişleri dökülmüş bir kurbağa sürüsü tarafından temsil ediliyor sa, bu, İngiltere Kilisesi için iyi bir işaret değil. İngiltere Kilisesi için son Kutsal Komünyon mu diyorum? Hayır; benim söylediğim şey: Korkmayın, etrafta sıçrayıp vıraklamalanna vs. izin verin çünkü, heyecanlı bir şekilde denir ki, 'kilisenin kalbi hâlâ atıyor - ç ü n k ü başka gidecek bir yeri yok.' Kilisede hâlâ bir işlev olduğunu düşünen insanlar, diğer dinlerde benzer durumlarda olan insanlarla, gezegen-üstü bir din yaratarak değil, -basmakalıp bir tabirse özür dilerim ama buraya uygun olduğu için kullanıyorum- akıllarını buluştura rak, başka bir düzeyde buluşabilir. Akılların, ya da ruhların, bu papazların ve dişi dökülmüş delilerin sızlanmaları ve gevezelikleriyle engellenmeyecek bir düzeyde buluşması. Ne de olsa, bu yüz yıllardır devam ediyor, bu adamlar her zaman toplanı yor, bunun için yaşıyorlar. Orada, burada ayaklarını sürüyerek yürür, nereden geliyorlarsa oradan bedava yiyecekler ve bilet alırlar Ama aslında onların da bir işlevi var, tıpkı sivrisinekler gibi; ısırılmadıgınız zaman şükredersiniz. Bu basit bir şey ama yeterli şükür yok; bunu çok ciddi söylüyorum. Şükürden daha önce söz ettiğimi biliyorum ama yeterince olmadığını söylü yorsam, bunu kastediyorumdur Bu, her geçen gün daha müte vazı hissetmek için her zaman karşılaştırmalar yapmak mesele178
si değil çünkü sokak düzeyine indiğiniz anda, kaldırıma yapı şırsınız, "En büyiik tevazu hu" diye düşünürsünüz. Kişi sahip olduğu şeyler için şükretmelidir, aynı zamanda sahip olmadığı şeyler -örneğin sivrisinekler- için de şükretme lidir Bu, sivrisineğin niteliğine karşı değil, şükrana olan tepki niz ve bunun eksikliğine karşı bakışınızı yeniler Sabah saat altıda, tıraş olurken pencereden dışarı baktı ğımda, otobüs durağını tam penceremin altına taşıdıkları için, otobüsten inip berbat işlerine doğru, bıktıkları yollarda zor lukla yürüyen zavallı insanların geçişini görüyorum. Kendile rini sevmedikleri, biraz önce ayrıldıkları şeyi sevmedikleri, git mekte oldukları şeyi sevmedikleri, ne yaptıklarını aslında bil medikleri çok açık. Sizi temin ederim ki, ne zaman onları gör sem, ne zaman akşamları otobüs kuyruğunun yanından geçsem, kendi kendime, "Allah'a şükür, gerçekten de parayla alına mayacak şeyler var; ya şu adama benzeseydim" diye düşünü rüm. Bu, sürekli şükretmek için bir nedendir Bu nedenle, gazeteler ve televizyonların bu geveze papaz larla dolu olmasına rağmen birçok korkunç kehanetle ve Tan rı bizi korusun'larla çıkıp gelseler de, temelde onları önemse meyin. Onlar, kilise siyasetinde gerekli olan kötülerdir
179
Batı'da Bilgi Anlayışı Zihin ve eğitim anlamında, batı tahsil ve görgüsünün so runlarından biri, bir bireyin varlığı ya da kimliği Ue kişiliği ara sında ortaya çıkabilecek karışıklıktır. Bu cümlenin kapalı gö rünmesi halinde, kişi, şunu söyleyerek başlayabilir: Bir insa nın, geleneğe gelerek ve kalarak yerine getirdiği temel işlev, en azından böyle umuyoruz, kendisini ya da kendi varlığını geliş tirmektir Batıda, varhk, id, kişiHk vs.nin ne olduğuna dair birçok farklı tanımlama olduğunu ve bu teorilerin bir var olup bir yok olduğunu daha önce söylemiştim. Bu teoriler birbirlerine karı şırlar ve sonra bir de psikolojik, psikiyatrik ve diğer etkenlerle karışırlar, sonuçta, bazen her şey anlaşılamaz bir hale gelir. Varlık ve kişinin, ya da iç varlık ile idin tanımını yaparken bu tür bir karışıklık varsa, bu, her türlü düşünce ekolü ve te oriyi geliştirmek için çok verimli bir zemin oluşturur (geçmiş te de öyle olmuştur) Daha sonra, bu alan "ikiz" kişilikten, "çoklu" kişiliğe, "hangi parçam bunu yapıyor hangi parçam şunu yapıyor"^ ve özensiz düşünme sonucunda açığa çıkan bütün saçmalıkları da içermeye başlar Benim burada oturup, id, varlık, kişilik hakkında, bunların tek mi, çift mi, çoklu mu vs. olduğu hakkında bu kadar yoğun biçimde yazmış olan filozoflara, psikologlara, psikanalisflere ve diğer yazıncılara eleştiri yöneltmem çok kolay Bu benim için kolay çünkü ben bu düşünce ekollerine dahil değilim ve bu açıdan şanslıyım. Birçoklarını okudum ve biliyorum. Bun lara karşı tavrım, gerçekten de kesinlikle reddedicidir; çünkü birçokları ya orijinal düşüncenin artık kaybolduğu, üçüncü, dördüncü ağızdan anlatımlardır ya da zaten karışık olan bir
180
duruma kendi karışıklıklarını da eklemiş, böylece de insanla rın, ne ya da kim olduklarını, ne olmak istediklerini anlamala rını kolaylaştırmak yerine, hayatı daha da zorlaştırmışlardır. Buna, çok basit terimlerle değinmeye çalışalım. Birisi, mes leki alanda bir şeyi başarmak istiyorsa, "Ben bir doktor/ avukat/ müzisyen/ çiftçi/ veteriner cerrah olmak istiyorum; çünkü bu bir aile geleneği/ bu konuya özel bir ilgi duyuyorum/ bunu seviyorum/ bu yönde belli bir yeteneğim olduğunu düşünüyorum" diyerek, basit ve uygun bir temel oluşturmalıdır. Bu çok mantıklı ve makul bir yaklaşım. Kişi, eğitim sürecinden normal bir şekilde geçerken, bir doktor, avukat, mühendis ya da müzisyen olma hedefi daha da açıklığa kavuşur. Çünkü kişi, ya rakamlarla ara sının iyi olduğunu, müzik kulağı olduğunu vs. teyit eder ve bu yeteneğini geliştirmeye yoğunlaşır; ya da o şeyle ilgili bir yete neği olmadığını, başka bir konuda yetenekli olduğunu keşfe der. Kişinin, eğitiminin belli bir noktasında, çalışmalarının yö nünü değiştirebileceğini biliyoruz. Kendileri hakkında bildik leri şeylere dayanarak ne yapmak istediklerini ve bunun nede nini belirlerler; "Benim müzik konusunda kulağım iyidir", "Hay vanlarla aram iyi" veya "Şu yeteneğe sahibim" gibi. Böylece, ka rakterlerinin, geçmişlerinin ya da ailelerinin belli bir yönünü, kendilerine temel olarak alır, bunu mesleki yaşantıları için kul lanırlar. En kötü ihtimalle, kendilerine, atış rampası gibi çalışmala rını ya da faaliyetlerini dayandırabilecekleri bir şey ya da bir yer bulurlar. Okulda veya üniversitede sorulduğu zaman da ga yet neşeli ve makul bir biçimde bu gerçeği ya da bu bağı anla tabilirler. Neden o öğrenim dalıyla ilgilendiklerini bu şekilde açıklayabilirler. İnsanlar da bu gerçeği kabul eder; "Şu öğrenci, bu konuda yetenekli. Oyüzden, bu eğitim dalında çalışıyor olma sı mümkün, hatta mantıkh." derler. Kişinin kendi kişisel gelişimi veya iç varlığının gelişimiyle ilgili bir konuda da aynı durum yaşanır. Daha kişisel olan bu alanda, kişi kendisini ya da iç varlığını geliştirmeyi ister. Gör181
düğüm kadarıyla ya da okuduğum kadarıyla (bu, ayrıntılı ol masa da, geniş kapsamlıdır) bu sistemler ne olursa olsun, ister entelektüel, ister lelsefî, isterse de dini olsun, uygulamada, ki şinin geliştirmeyi umduğu bu iç varlığını ya da parçasını ta nımlamayı ve açıklığa kavuşturmayı başarabilmiş bir sistem yoktur. Çünkü, hepsini bu terim altında toplamama müsaade ederseniz, bu felsefelerin çoğu, konuyu açıklığa kavuşturmak tan çok, karmaşık hale getirirler Bu nedenle, kişi "Ben, iç varlığımı geliştirecek hir faaliyette bulunmak istiyorum" derse, neden bu, eğitimde bir dersin seçil mesine benzer bir yolla yapılmasın? Öyle bir durumda, kişi şöyle diyebilir: "Sahip olduğum belirli yetileri, özgürlükleri ve yetenekleri tanımladım, bunların müzik duyumaJ insanlarla veya hayvanlarla ilgili duygularıma vs. kanalize edilebileceğini ve yö neltilebileceğini hissediyorum. O yüzden, elimde bir başlangıç noktası, üzerine inşa edebileceğim, yararlanabileceğim bir şey var." Bu durumda kişinin cevaplandırması gereken kişisel soru şudur: Hangi sistemi ya da hangi açıklamayı, kendimi tanımla mak için ve sonra da, kendimi geliştirirken temel olarak kulla nabilirim? Hangi felsefe ya da sistemin, en başından itibaren, ya da m ü m k ü n olan en kısa zamanda, kişinin bu varlığı hisset mesini, ondan veriler almasını, böylece de eğiliminin ne yönde olduğunu belirlemesini m ü m k ü n kıldığını bulmak için, birçok sistem, felsefe ve başka şeyler hakkında oldukça fazla okudum. "Bir dakika, kişi bu eğilimi nasıl tanımlayabilir? Ya eğilimim ke şiş hayatına meynlli olduğumyönündeyse? O zaman, bu, gidip dağlardaki bir mağarada oturmam için bir işaret midir?" diyebi lirsiniz. Bu da yine, bu "varhğı" hangi yolla inceleyip tanımla dığınıza, nasıl ölçtüğünüze; başka bir deyişle, varlıktan aldığı nız sinyallerin doğru olup olmadığına bağlıdır. Yani bu, hangi sinyalin size, belli bir işin ya da keşiş hayatının sizin için en uygun tercih olduğunu söylediğine bağlıdır. Cevap oldukça ba sit ve dediğim gibi, hiçbir zaman bunun, insanların neye başla dığını, ne ile başladığını, zaten var olan, kullanabilecekleri şey182
1er olup olmadığını, neye uyum sağlayacaklarını görmeye çalış masına izin veren basit, insancıl bir dille anlatüdıgını görme dim. Yine diyebilirsiniz M: "Hayır Zaten var olan şeyler vardır ; çünkü kişi, belirli felsefî.ve entelektüel değerlerin de eklendiği özel bir dini sistande yetişmiştir Ben bunlar arasında bir anlaş ma, bir uyum buluyorum, bunlarla ilerleyebilirim." Ben de şunu sorarım: "Hangi noktadan, hangi temelden başlarsınız?" Bana kalırsa, (bu sistem lehine önyargılı olduğum da doğ ru) bunu açıkça gösteren tek sistem gelenektir. Çiinkü bu çer çevede, geleneğin büyük ustaları ve başka birçok yazar tarafın dan, doğrudan ya da dolaylı olarak veya örneklerle, gelişme söz konusu olduğunda, kişinin varlığının, hiçbir şey olmadan başlayamayacağı kabul edilir ve tekrarlanır, insan doğduğun da, varlık zaten vardır, oradadır; bir çocuk veya genç, birçok bilgi ve enerji kaynağını tanımlayacak ve onlara uyum sağlaya cak, sonra da onları daha iyi bir biçimde kullanacak yeterliliğe ulaşıncaya kadar, varlık bu temastan faydalanır. Ama bu arada kendisini ifade etme gücü gizli kalır. Belli etkenlerden dolayı, bazı insanların sıfır artı 1, 2 veya 3'ten başlayabilecekleri doğrudur ama temelde, insanın içinde ki "kişilik çatışması", "negatifle pozitij arasındaki savaş", "iyi yan "a karşı "kötü yan", "beni ikiye bölüyor" ya da "birbirlerine karşı savaşıyorlar" denen değişik etkenlerin çok çeşitliliği vs. sorunlarının tümü, katıksız saçmalıktır Maalesef, bunun de vam etmesine izin verilmiştir Çünkü bu, böylesi teorileri ku ranlara ya da ortaya atanlara yeterince entelektüel ve yazınsal özgürlüğün tanındığı batı medeniyetine kök salmıştır Bu öz gürlük gerçekten iyi bir şey ama bu insanların hepsi, hemen hemen istisnasız, bu özgürlüğü kötüye kullanmıştır. Bu cümle, elbette, batıdaki herkese çok korkunç gelecek veya felsefî.ve psikolojik sistemlerin vs. kurucularına kesinhkle öyle görünecek. Nedeni de yine, basil. Böylesi bir şeyin, in sanların kafasını karıştırmak, rahatsız etmek ve dikkatini da183
ğıtmak için kasten yapıldığını söylemiyorum. Bu, aşina oldu ğumuz bir şey yüzünden oldu; birisi şöyle dedi: "insanlığın so runları olduğunu düşündüğüm şu sorunlar, hence, 'iki yanım'dan, 'şu veya bu tarajım'dan, 'çok sayıdaki benler'den kaynaklanıyor" Çünkü, aptal, sersem ya da budala olmaktansa, karmaşık ol mak, batılı bir entelektüelin bakış açısına göre daba değerli, sosyal mevki açısından da daha iyiydi. Olaya bu şekilde bak mak, insanlara, düzgün düşünmedikleri için veya doğru refe rans noktaları kullanmadıkları için kafalarının karıştığını söy lemekten daha iyiydi. Bu nedenle, çok sayıda hobi atı edinildi ve bütün teori ve felsefeler bir yalan dokusunun üzerine inşa edildi. Bazı durumlarda bunlar iyi niyetli yalanlardı, bazı du rumlarda ise, başka birisinin gereğinden fazla karmaşık düşünce-süreçlerinden meydana getirilmiş bir ambalajdı. "Benim bir çok karmaşam''^ sahip olmak, kişi için kendisiyle düzgünce il gilenmemiş olmasından doğan sorunlara sahip olmaktan daha ilginç ve daha "önemH"ydi. Bu da fazla genel bir cümle olarak düşünülebilir; çünkü buna şöyle bir cevap verilebilir: "Ben kendime işkence, problem veya gerilim uygulamıyorum; normal bir insan da yapmaz." Ma alesef, bunu çok sık yapıyorlar Benim için tanıdık bir durum, insanların gelip, "Bir soru num var" demesidir Elbette insanların sorunları var ama eğer terazi biraz daha hassas olursa, bunun sorun değil, yalnızca bir durum olduğu g ö r ü l ü r Bütün sorunlar birer d u r u m d u r ama bütün durumlar birer sorun değildir. Bir durumla eğer gerekti ği gibi ilgilenilmezse, durum göz ardı edüirse, ya da kişi, ona hak ettiğinden daha fazla önem gösterirse, bir soruna dönüşe bilir "Bir sorunum var, kapımın önünde duran bir adam var ve beni hapse götürecek." Peki, neden? "Telefon/doğal gaz faturamı ödemedim." İşte, şimdi bu durum bir sorun çünkü o adam ger çekten de sizi bekliyor Ama bu aslında bir durumdu, sonradan soruna dönüştü. Telefonu ya da doğal gazı kullandınız, ay so nunda fatura geldi ve bu mesele sorun alanına geçmeden önce bununla ilgili bir şey yapmanız gerekirdi. 184
İ n s a n l a r k e n d i l e r i n e b ü y ü k bir s t r e s , baskı ve gerilim u y g u l a r l a r ; ç ü n k ü g e r ç e k t e n d e , k e n d i iyiliklerini i h m a l ederler. Fiziksel a n l a m d a , b i r i s i n i n a g n s ı , s a n c ı s ı veya başka bir iiziksel s o r u n u varsa ve kişi b u n u ağrı ya da s a n c ı o l a r a k t a n ı m l a r sa, d o k t o r a gider, e v d e o t u r u p b u n u n h a k k ı n d a d ü ş ü n m e z . Eger böyle y a p a r s a , d u r u m u d a h a d a c i d d i l e ş t i r m i ş o l u r Bu ga yet n o r m a l d i r ; dişiniz ağrır, dişçiye g i d e r s i n i z . Yani, a ğ r ı n ı n başladığı n o k t a d a n i t i b a r e n , s ü r e ç ç o k a ç ı k o l m a l ı d ı r Ağrı, d o k t o r a g i t m e k ve i n ş a l l a h a ğ r ı n ı n iyileşmesi d e m e k t i r ; d e n k lem b u d u r Kişinin kişisel işleri a l a n ı n d a , k i ş i n i n varlığı a n l a m ı n d a i h m a l k â r l ı k , a g n s ı o l u p da b i r ş e y y a p m a m a k l a aynı et kiye s a h i p o l a b i l i r O n u i h m a l e d e r veya allayıp p u l l a r ö n e m l i y a p a r s ı n ı z : "Bu korkunç kederi duyuyorum."
"Peki, nedir o?" H e r t ü r l ü t e m b e l l i k , a p t a l h k v e i h m a l k a r l ı k için t a m a m e n y a k ı p y ı k a n b i r t e r i m o l a r a k "keder"\ k u l l a n d ı ğ ı n ı z a n d a n itiba r e n , olayı r e k l a m a d ö n ü ş t ü r ü y o r o l u r s u n u z . Sanırım, kederin temelde korku olduğunu söylemekte h a k l ı y ı m . K o r k u , ş ü p h e s i z , ç o k g ü ç l ü b i r h i s t i r Bir k o r k u d u r u m u n d a a d r e n a l i n y ü k s e h r ve kişi t e p k i g ö s t e r i r ; ya da b u , ka r a n l ı k t a k a l a n ç o c u ğ u n k o r k u s u gibi k i ş i n i n a n l a y a m a d ı ğ ı veya gizlediği, d a h a d a ğ ı n ı k b i r k o r k u o l a b i l i r Bu d u r u m d a d a , b u d u r u m a h e r şeyi k a p s a y a n k e l i m e y i y a k ı ş t ı r a r a k , k e d e r o l u ş t u r u r s u n u z . Böylesi bir şey d e kişide, i h t i y a c ı o l m a d ı ğ ı bir t ü r dehşet uyandırır Ş i m d i , iyi bildiğiniz eleştiri k o n u l a r ı m a g i r i y o r u m ; sağ a y a ğ ı n ı z a bir çivi b a t m ı ş o l a r a k b i r t e r a p i s t e g i d e r "çok ıstırap duyuyorum" d e r s e n i z , "sağ ayağınıza çivi batmış" d e m e z l e r ,
"Hımm, bunu kontrol edebiliriz, bununla ilgileneceğiz" d e r l e r ve sizi, h a y a t ı n ı z ı n geri k a l a n ı n d a , saati y ü z d o l a r ya da d a h a faz laya, o r a d a k i k a n e p e y e u z a t ı r l a r Tabi ki b u bir a b a r t ı d ı r a m a b u n u n , i n s a n l a r k e n d i l e r i y l e i l g i l e n m e d i ğ i n d e ortaya ç ı k a n ve b e n i m s o n d e r e c e nefret e t t i ğ i m bir d u r u m o l d u ğ u d o ğ r u . Bun d a n nefret e t m e m , k ı s m e n , p a r ç a l a r ı b e n i m t o p l a m a m l a ilgili. 185
Yani, iıer d u r u m a sorun, her soruna da "ıstırap" veya "sendrom" etiketini yapıştıran tavırlarıyla bu, benim belli bir zamanımı al makla kalmaz, aynı zamanda kişi, sorunları gerçekçi bir düze ye indirip hangi alanda ve ne zaman ele alınabileceklerini araş tırmaktan çok, bu hareket ettirilemeyen şeylerin etrafında dö nüp d u r u r Yani, b ü t ü n bu bilimsel kitaplar insanlara bir zarar vermiş t i r Ayrıca bir zarar da bu kitapların bölümlerini veya dizeleri ni, insanın kendisini tanımasının, tanımlamasının, geUştirmesinin ve X, Y ve Z'yle somut, açık ve pozitif bir yolla ihşki kur manın tek yolu olarak kabul etmekle insanlar tarafından ken dilerine, verilmiştir. İnsanlar, felsefe ve edebiyatın birçok alanından vazgeçirilm i ş t i r Ç ü n k ü , o kadar tumturaklı, karmaşık ve kafa karıştırıcı dırlar ki, insanlar "Bilmek istemiyorum" der ve kapıyı kapatır lar. Bu şeyler de kapının iç tarafında kalır. Kişi, kapıyı kapattı ğını bilir, kapının arkasında belli şeyler olduğunu da bilir; ama bu şeyler bir nevi adsız korkular, duygusal engeller, sendrom1ar ve ıstıraplar olmuştur. Şüphesiz, gerçek ıstıraplar ve gerçek sendromlar olarak düşünülmesi gereken bazı şartlar vardır; Bu tür şeylerin var ol madığını söylemiyorum. Eger kişi, varlığını geliştirmeye ve kendisini tanımaya çalışmaya devam ederken, bir yandan da daha önceden beri oluşmaya başlayan sorunlannı daha açık bir şekilde tanımlayabilirse, böylesi sorunlar, kişinin kafasını ka rıştırıp tepesinin atmasına ya da "Hiçbir şey düşünemiyorum ar tık" demesine yol açacak boyutlara ulaşmadan durdurulabilir Bu doğru değil. Eger insanlar, kafaları bir şeyler yüzünden karışmışsa ve "Artık hiçbir şey düşünemiyorum, düşünmeyi red dediyorum" derse -ki bu aslında "Nereden başlayacağımı bilmiyomm" demektir- kendilerine söyledikleri şey şudur: "Dump tekrar düşünmek istiyorum ama en başa gen dönmek istemiyo rum." Bunu yapmak çok z o r d u r Çünkü karışıklığa, üzüntüye, gerilime neden olan şartlar hâlâ mevcutsa, bunların ortasında 186
duruvermek çok zordur. Ama bir yönteminiz, her zaman hatır lamanız gereken bir Nakşibendî Kuralınız vardır: Bir tanesi. Halvet der Encümen, yani, "kalabalık içinde ya!mzhfetTr"dır. Bu, ayrılmayı simgeler. Bunu başarabilmek için, gidip bir ay boyunca bir dağda oturmanıza gerek yoktur. Eger vaktiniz var sa ve dağda rahat edecekseniz, elbette gidip dağda oturabihrsiniz; ama genelhkle bu m ü m k ü n değildir. Kişinin bu halvet, ya ni tecrit d u r u m u n u , içinde yaşadığı, hareket ettiği, para kazan dığı ve genellikle çalıştığı ortamda oluşturması gerekir. Bu ne denle kişi, karmaşa ve karışıklıktan ayrılıp, kendisine iyicil, yapıcı ve yararlı bir biçimde bakabileceği vakti bulmalı ve bu şartları oluşturmalıdır. Kişi bazen, her şeyi listenin olumlu tarafına da yazabilir. Bütün sorunlarınızı, "başından sonuna kadar", bir yere yazma nızı zaten önermiştim ama kişinin, ister gerçek ister hayalî ol sun, olumlu şeyleri de yazmaya elbette hakkı vardır. Bunları yazın çünkü kendinizi eleştirel veya düşmanca bakışlarla ince lemek arasında bir denge olması gerektiğini unutmamalısınız. Hiç kimse, kendileri ya da başkaları tarafından, sürekh eleşti rel ve düşmanca bir incelemeye maruz kalmak istemez. İnsan lar bunu hoş karşılamazlar ve kapıyı kapatırlar. Bu nedenle, ki şi kendisini şu veya bu nedenden dolayı suçluyorsa, diyelim ki kusurlarına, zayıflığına, tembelhgine vs. dövünüyorsa, bu so run değildir, yapılabilir. Ama bunu, kötü hissederken değil de iyi hissederken yapmak daha iyidir; çünkü aksi takdirde, bu, insanın moralini daha fazla bozar ve liste büyüdükçe, kişi üzüntüsü ve kafasının karışıklığı için daha fazla gerekçe bulur. Ama kişi kendisini kötü hissederken, gerçek ya da hayah, bü tün olumlu şeylerin bir üstesini yapabilir; böyle şeyler her za man vardır. Özetlemek gerekirse, kişi iç varlığının ya da iç uyanışının belli yönlerini geliştirmek için kendisi üzerinde çalışmaya baş lamadan önce ve çalışırken, ne ile çalıştığını sürekh ölçmesi, başka bir deyişle, varlığın nasıl tepki verdiğine ve uyum sağla yıp sağlayamadığına dikkat etmesi gerekir 187
Bir iç varlık vardır; "Soldan yedinci varlığım" gibi bir şey söylenemez; "Bunu içen hangi varlığım?" sorusu açlıktan kay naklanır Teması siz kurar, uyumu sağlar ve varlığınızla başka bir şey arasındaki iletişimi geliştirirsiniz. Kişinin kendisiyle iletişim kurabileceği, konuşabileceği ve kendisiyle teması art tırması gereken bir iç varlık vardır Ancak, tıpkı kişinin bir tah minde bulunup, kariyeri, eğitimi veya iş hayatı boyunca bu tahmini değiştirmesi gibi, iç varlığın nitehgine dair de kabaca bir tahminde veya yargıda bulunmalıdır "Farklı" veya "Başka bir yöntem geliştiriyorum" ya da "Yeteneğimin şu ya da bu yönü nü vurguluyorum" diyorsanız, yapmanız gereken de b u d u r As lında, kişi bunu otomatik, normal ve makul olarak yapar. Aynı şekilde kişi, varlığının nasd olduğunu, kendisinin varlığıyla ne derecede yakın bir bağlantısı olduğunu, onun (tekrar ediyo rum, farklı varlıkların değil) farklı yönlerini nasıl tanımladığı nı, bu farklı yönlerin nasıl yerleştirileceğini ve kullanılacağını, bunların nasıl uyandırılacağım ve birlikte nasıl çalışacaklarını da g ö r ü r Bütün bunlar, aynı varlığın parçalarıdır "Şimdi üçün cü ben olacağım" derseniz, olursunuz. Zamanınızı boşuna har camayın, eger "üçüncünüz" olduğunuzu düşünüyorsanız, bunu başkalarına söylemeyin; çünkü bu durumda sizi alıp götürür ler. Bunu kendinize saklayın ve şunu bilin ki, aslında genel ola rak "Birinciyi (yani kendini) aramak" olarak bilinen bir şey var dır İnsanlar size yardım eder, gelenek de size yardım etmek için vardır; ama sizin bu varlığın nasıl geliştiğini, nasıl kurul duğunu görmek için varlıktan bir his, tını, nitelik ve sonra da sinyaller ve akisler almanız gerekir Bu nedenle, başlamanız, daha doğrusu, başlamaya devam etmeniz, bunu sürdürmeniz, adeta ilaçları almaya devam etmeniz gerekir böylece bir akis duyacaksınız. "Bu nasıl bir şey? Nasıl bir sesi var? Rengi nasıl?" Bunlara cevaben bir şey söylemiyorum çünkü cevabı kendini ze göre bulmak zorundasınız. Elbette, iletişimin ana işlevi iletmektir ama mesaj ve duy guların da geçebilmesi gerekir Adına dalga, titreşim veya vızıl188
ti d i y e b i l i r s i n i z b u şeyi t a r k e d i n , b e l i r l e y i n , k a y d e d i n ve i n c e leyin. "Bu n e d i r ? " veya ''Şu olabilir mi?" ş e k l i n d e g e r e ğ i n d e n fazla i n c e l e m e y i n ç ü n k ü o z a m a n p a r a l e l s o k a k l a r d a ya d a y a n y o l l a r d a d o l a ş ı y o r o l u r s u n u z . "Şöyle söylemeliyim" d e m e k z o r u n d a değilsiniz, katı bir s ı n ı f l a n d ı r m a ş a r t değildir; biz sınıf l a n d ı r m a y a p m a k l a i l g i l e n m i y o r u z . Veri, tını, akis ya da diğer bir deyişle iletişim, k i ş i n i n k e n d i i ç i n d e h i s s e d e c e ğ i şeylerdir. Kişinin, bilinçli d i k k a t i n i , belli şeyleri b a ş a r m a y a y ö n e l t mesi ve b u n a p a r a l e l o l a r a k , d a h a d e r i n g e l i ş i m i n i n d e d a h a s o r u n s u z b i r ş e k i l d e s ü r m e s i a r a s ı n d a k i b e n z e r l i ğ i fark e d i n . D a ha s o r u n s u z o l u r ç ü n k ü k i ş i n i n n o r m a l o r t a l a m a h a y a t ı , h e r ş e y ve h e r k e s t a r a f l n d a n , ı s ı d a n , t r a f i k t e n , t r e n e yetişip y e t i ş e m e m e s i n d e n vs, etkilenir. S ö y l e m e k i s t e d i ğ i m ş e y ş u : M i l y o n l a r c a e t k e n v a r d ı r a m a k i ş i n i n pozitifi k o n t r o l e t m e s i ve b e s l e m e s i d a h a kolaydır. Ç ü n k ü pozitif k a y n a k l a r ı y l a d a h a fazla t e m a s h a l i n d e d i r ve iç varlığı, kişiyi flziksel o l a r a k y a da b a ş k a b i r ş e k i l d e e t k i l e y e n m i l y o n l a r c a e t k e n e d a h a az m a r u z kalır, o n l a r ı d a h a fazla ayırt eder. Bir ş e y o k u r k e n , d e r s y a p a r k e n , bir şeyi d i n l e r k e n , iletişim çizgisine u l a ş t ı ğ ı n ı z d a , o n u s a b i t l e m e y e , k u l l a n m a y a ve besle m e y e çalışın. K i ş i n i n t a k i p e t m e y e teşvik edildiği, "felsefi.ezoterika" t ü r ü ş e y l e r i n d a r s o k a k l a r ı n d a d o l a ş m a y ı n . B u n u k i m se, g ü z e l l i k d ü ş k ü n l e r i h e r n e k a d a r kaba bir tarz o l a r a k d ü ş ü n s e d e , M e v l a n a ' n ı n M e s n e v i ' d e söylediği k a d a r iyi ifade
e d e m e m i ş : "Aman Allah'ım, insanlar ne kadar da aptal olabili yor" H e r i n s a n ı n , k e n d i s i a ç ı s ı n d a n tekil o l a r a k iyi ya da k ö t ü bir d u r u m d a o l d u ğ u d o ğ r u , y a n i kişi, on bin kişinin o n a yüJ
Avrupa İle İlk Temas Daha önce bir iki kitapta yeri gehnce değindiğim çok il ginç bir çalışma alanı vardır; bu da, gelenek öğretisi ile Batı arasındaki ilk ilişki ve temastır İspanya'nın Emeviler tarafından işgalinin, gelenek ile Batı arasındaki ilk edebî, felsefî.ve uygulama ile ilgili temaslara yol açtığı biliniyor. Genel olarak Akdeniz Havzasından söz edece ğiz çünkü en verimli ahşveriş alanı burasıydı; Sicilya'ya ve Fransa'nın güneyine gelen Araplarla temas k u r u l m u ş t u r Sicilya'daki Arap varlığı iyi bir şekilde belgelenmiştir Bu nun işe yaramadığını ve Araplar'ın Sicilya'dan ayrılma neden lerinden birinin bu olduğunu söylemek dışında bu konu üze rinde durmayacağım. Araplar'ın Avrupa'ya geldiklerinde yaptıkları şeylerin arka sında pek çok neden vardır Bunların bazıları ekonomik, bazı ları da Akdeniz'in kuzeyindeki toprakların daha verimli olma sına bağlı olarak tarımsaldı. Sahra Çölü o yüzyıllarda bu kadar büyük alanlara yayılmamış olsa da yine de.verimi azdı. Bu ne denle Araplar Avrupa'ya bir ekonomik çıkar alanı olarak bakı yordu. Ayrıca, geleneğin içinde olanlar, Akdeniz'in bu kuzey bölgesinde. Geleneğin öğretilerini tartışacakları ve iletecekleri insanlar ve fırsatlar arıyordu. Sicilya, İspanya ve Güney Fransa'dan oluşan üç bölgede, birbirinden farklı üç tepkiyle karşılaştılar Sicilya'da, o yüzyıl için bile, eğitim ve kültür anlamında çok alt düzeyde ve barbar bir halkla karşılaştılar Birçok aşamadan geçildi; işe, Sicilyalı asillerle kendileri arasında bir tartışmayı teşvik etmeye çalışa rak başladılar Sonra da, hastane ve öğrenim merkezleri açmak gibi toplumsal yöntemler denediler ve daha sonra da, Sicilyalı190
lar'la evlendiler. Daha sonraki Arap hükümetleri bu insanlar dan o kadar bıktı ki, insanlar Arap yönetimine karşı isyan etti ğinde katliamlar yapıldı. Ne mutlu ki, bu katliamların sayısı azdı ama meydana gelen bu savaş. Kuzey Afrika'dan Sicilya'ya, İtalya'ya uzanan uyumlu bir coğrafi sıçramanın kesilmesi ola rak görülebilir. Buna paralel olarak ve bundan yüzydlar önce, Levant (şim diki Lübnan) ve İskenderiye limanlarıyla, bir yanda Cenova, diğer yanda Venedik olmak üzere, İtalyan yarımadasının iki ta rafı arasında ticaret yapılıyordu. Bu iki bölge arasında, gerçek bir tüccar, alim ve seyahat eden diğer insanların alışverişi söz konusuydu. Sicilya tecrübesi hem Avrupa, hem de Arap kültürü için üzücüydü. O zamandaki Arap yöneticilerin çok sabırlı olma dıklarını, Arap kültürü ve Arap medeniyeti olarak gördükleri şeyin hızlıca ilerlemesini istediklerini ve bu nedenle, bunu zor kullanarak yaptıklarını söylemek yeterli olur. Bildiğimiz gibi, bu işe yaramamakla kalmadı. Kuzey Avrupalılar'ın, Kuzey Afri ka, özellikle de Fas şeridini işgal eden Araplar'a ve Berberiler'e daha fazla düşman olmalarına neden oldu. Diğer bir etken de, yine, Doğu Akdeniz Bölgesi ile Fran sa'nın güneyindeki, özellikle Marseilles'deki, limanlar arasın daki ticarete dayanıyordu. Doğu Akdeniz'de oldukça fazla tica ret, özellikle Çin'den İpek Yolu'yla Şam'a gelen baharatlar, ipek ve başka malzemeler vardı. Bunlar Şam'dan, gemiyle Venedik'e, Cenova'ya ve sonraları MarseiUes yoluyla Avrupa'ya yollanı yordu, Fransa'nın güneyinde, Arap alimler ve Trobadorlar^ farklı iklimle karşılaştılar. O zamanlarda bir Fransız "devlet"inden söz etmek doğru olmasa da feodal sistem temelinde oldukça iyi yerleşmiş milli bir varlık vardı ve kurallar, düzenlemeler az çok 2 Trübador: Özellli
191
biliniyordu. Şairlere, müzisyenlere, hikayecilere, dini nitelikli edebiyatçılara izin veriliyor, bu kişiler teşvik ediliyordu. Yerel hükümdarların, prenslerin, düklerin vs. çoğu, sanat, resim, dans, şiir ve diğer sanatsal faaliyetleri destekledikleri saraylar kurmuş. Böyle yaparak, sanatı himaye eden, insanları gidip sa rayda resim veya heykel yapmaya ya da sanatsal gayretlerini bir prensin, dükün veya başka bir asilin desteğiyle sürdürmeye teşvik eden önceki İtalyan asillerin yolundan gidiyorlardı. Bu yüzden, Fransa'nın güneyinde alimlerin ve şairlerin, insanların içine karışarak seyahat etmeleri daha kolaydı; çünkü bunu tüc car kılığında da yapıyorlardı..Temas arttıkça, daha fazla sayıda alim bu bölgeyi ziyaret etmeye başladı çünkü birbirleriyle ve orada yaşayan insanlarla fikir, görüş, düşünce vs. alışverişinde bulunabilecekleri ortak referans noktaları bulmuşlardı. Agır Katolik etkisine rağmen Arap filozoflar, o sıralar Akdeniz'in her iki tarafında da uygulanan normal zemin kurallarının dı şında, felsefelerinin ve inançlarının birçok yönünü tartışabile cekleri ortak bir zemin bulmayı başarmıştı. Bu onlar için çok u m u t vericiydi. Çünkü yaptıkları, tabiri caizse, ekümenik bir alışveriş değil; düşünce veya felsefe düzeyinde bir araya gel mekti. Her iki taraf da, kesinlikle uzlaşmamaya değil, birbirierini araştırma veya.felsefelerini ölçmeye karar verdiler. Çok farklı dini inançlara bakmaksızın başkalarının felsefesini anla maya çalıştılar. Öğretinin etkisi, Fransa'nın güneyinde oldukça yaygındı, daha sonra elbette, Fransa'nın kuzeyine doğru yayıldı ve İspan ya'da kurulmak üzere olan Emevi medeniyetiyle yakın biçimde tekabül etti. Avrupa'nın, yiyecek ve ham madde sunan ekonomik bir faktör olması dışında, Emeviler, aslında kurmaya çok yaklaş tıkları bir şeyi kurmak istiyorlardı; İspanyol-Emevi kültürü ve kimliği. Felsefelerinin, bakış açılarının, ırksal eğilimlerinin, tarım sal bir halka ait değerler olduğu unutulmamalıdır. Şimdiki 192
Fas'tan gidip İspanya'yı işgal eden insanlar göçebe değildi; ta rımla uğraşan toplumlardan gelen yerleşik bir halktı. Bu ne denle, ilk temaslar sıradan insanlar arasında, neredeyse çiftçiy le çiftçi temelinde gerçekleşti. Neden söz ettiklerini biliyorlar dı, farklı yerlerde denemiş oldukları farklı tohum ve meyvele ri, bitkileri, başka şeyleri değiş tokuş ettiler. Aynı zamanda, hem Arap, hem İspanyol tarafların kanını taşıyan insanlar ola rak Ispanyol-Emevi kültürünü üretmeye karar verdiler Ayrıca, Ispanyol-Emevi kaynaklı müzik, dekorlar, modeller, sanat ve semboller oluşturdular. Bunlar, Emevi işgalinin sonucunda, ödünç ahnan veya değişime uğrayan şeyler değildi; iki kültü rün karşılaşmasından kendiliğinden ortaya çıkan ve gelişen şeylerdi. Ashnda İspanya, iki kültürün bir potada eriyerek, bu iki kültür temelinde tek bir varlık oluşturması anlamında "alaşım" dediğimiz şey için mükemmel bir örnektir. Bir yerde karşılaşan iki kültür vardı ve ortaya çıkan kültür, tek, farklı ve o bölgeye has birçok sanat ve müziği içeren bir kültürdü. Maalesef, hepimizin bildiği gibi, önde gelen insanların karakterindeki belh bir zayıflama ve kendi ülkelerinde ayakta kalmalarını sağlayan disiplinleri takip etmelerinde görülen gevşeklik, İspanya'daki Emevi Devleti'nin yıkılmasına yol açtı. Bizim gelenekteki bakış açımıza göre, bu çok ü z ü c ü d ü r Çünkü, İspanya'nın, Ferdinand ve Isabella tarafından yeniden fethedilmesinin; el yazmalarının, kütüphanelerin, anıtların toptan yok edilmesine ve ardından da idamlara ve engizisyona neden olduğunu tarihten biliyoruz. Ferdinand ve Isabella'nın "yabancı" olarak gördüğü bu "düşman kültür"[t bir ilgisi bulu nabilecek her şey yok edilmeliydi. Buna insanlar, binalar, izler de dahildi. Sonra da tabi ki, Araplar'ın idaresindeki yüzyılların ardın dan, Yahudiler İspanya'dan sürüldü; sürülmeyenlere, Hıristi yan olma önerisi sunuldu Bunlar, İspanya'da "karanlık yular" dediğimiz dönemi başlattı. Bu, bariz İspanyol dini ve küllürü103
n ü n yeniden, zorla kabul eUirilmesi değildi; bu aslında bir ca dı avıydı. Çünkü, Araplarla bir ilgisi bulunan herkes, Arap doktorlar tarafından tedavi edilen hastalar bile, sapkınlık suçlamasıyla kazığa bağlanarak yakılma riskiyle karşı karşıyay dı. 15. yüzyılda Avrupa'ya bakarsanız, bu d u r u m u n aslında ne kadar barbarca olduğunu görebilirsiniz. Avrupa standartlarına göre bile, bu yeniden fetih barbarcaydı, oysa o zamanlar bu standartlar da oldukça kötüydü. Bu nedenle, bu kara bir dö nemdi; çünkü ekinlere olduğu kadar fikirlere de elverişli bir yarımadada büyütülen Ispanyol-Emevi kültürünün çiçeği ko parılmıştı. Etki, "hilal etkisi" dediğimiz şeydir: Bir yandan (Kuzey Af rika'dan yukarıya) Iber Yanmadası'ndan, diğer yandan da Ar navutluk, Yugoslavya ve İtalya'dan îber Yarımadası'na doğru. Yapılan şey şuydu: Temasın iki ucu bir vuruşta kesildi. Bu, yal nızca, temasın artık gelenekten insanların varlığıyla beslenme mesi anlamında değil, aynı zamanda, binlerce insanın idam edilmesiyle, temas fiziksel olarak da kesildi. İspanya Emevi Devleti'nde oluşturulan cerrahî, tıbbî, geometrik, astronomik ustalıklar anlamında bütün bilimsel bilgi yok edildi. Hepsi ya kılıp yok edildi; bir gecede İspanya, iki yüz yd geriye itildi. Bu bir şikâyet değil çünkü insan tarih hakkında şikâyet et mez; bazı şeyler o l u r Ferdinand ve tsabella, kendilerine göre, papanın kutsamasıyla birlikte, Emeviler'i ispanya'dan sürmek için her hakka sahipti. Onların siyasî eğilimlerini tartışmıyo ruz; onları farklı temellerde yargılamak gerekir. Gerçek şu ki, Ispanyol-Emevi medeniyeti sırasında, Ferdinand ve Isabella ile diğer ispanyol prensler, Emeviler'in kendilerine yolladıkları, imzalanmasını istedikleri paktları ve ticaretin açılmasını iste yen elçilerini geri çevirdiler, göz ardı ettiler Maalesef, yeniden fethin etkisi, havuza bir taş atmak gibi oldu; küçük dalgalar çekildi; Katolik Kral ve Kraliçenin, Emeviler'e ve kendi insanlarına karşı davranışlarını hakh çıkarma194
lannın ardından, bu hakh çıkarma, diğer Avrupalılar (örneğin, Fransız asilleri) tarafından. Kuzey Afrikalı Araplarla sürdür dükleri ilişkileri bitirmek için bir teşvik olarak karşılandı. Bütün bunlar, Avrupa limanlarıyla Doğu Akdeniz limanla rı arasında uzun süreli ticari ilişkiler kurmuş olan tüccarlar ve yolcular kadar, Trobadorları da şiddetli biçimde etkiledi. Yani, Ferdinand ile tsabella'nın kendilerini haklı çıkarmaları ve ha reketlerinin yansıması. Güney Avrupa'daki birçok insanın Emeviler'e karşı tavrını (hafifletilmiş biçimde de olsa) etkiledi. İspanya'nın, yeniden fethedihnesinin ardından, iki yüz yıl geriye gittiğini söylememin nedeni, belli türden bir bilgiye eri şimin kesilmiş olmasıdır. Bunu anlayabilmek için, 15. yüzydda Kıta Avrupası'nda neler olduğuna bakmak gerekir. Örneğin, Emeviler'in, sulama, hayvancılık, hayvan ve insan tıbbi bakımı, cerrahi, astronomi anlamında, kendilerinin ya da Ispanyollar'la işbirliği içinde ürettikleri şeyler, o sırada Kuzey Avrupa'da yoktu. Bu tür şeyler, ya kitapların ve hatta insanların yakılma sıyla fiziksel olarak veya bu yabancı ustalıkların reddedilmesi ve fermanla bu icatların hiçbirinden yararlanılmaması gerekti ğinin duyurulmasıyla dolaylı olarak kesilmişti. Emevilerle ilgi li her şey, kesinlikle "şeytani" özellikteydi; bu nedenle insanla rın bazı şeyleri yapmasına izin verilirken başka bazı şeylere izin verilmiyordu. Emevi tspanyası'nı Kuzey Avrupa ile karşılaştırırken, dil, müzik, kültür, sanat ve ayrıca alanlarındaki görece refaha ba karsanız, bu karşılaştırmaya göre. Kuzey Avrupa'nın o yıllarda hâlâ karanlık çağlarda olduğunu görürsünüz. Eğer Ferdinand ve Isabella yalnızca Iber Yarımadası'nın o kısmını yeniden fet hedip IspanyoUar'ın oluşturduğu altyapıyla birlikte Emevile r'in oluşturduklarını da sürdürselerdi ve o anda var olan tarım, tıp ve farmakoloji bilgi ve yöntemlerini kullanmaya devam et selerdi, bu durumda sürecek olan bilgiyle İspanya'nın geri ka lan kesimine sel gibi akarlardı. 1Q5
Belli icatların, gelişmelerin, bilimlerin Araplar'dan geldiği ni itiraf etmeleri veya bildirmeleri gerekmiyordu. Gayet dürüst bir şekilde, bunları fetible ele geçirdiklerini, bu yüzden de bu ve başka yöntemleri kullanma hakkma sahip olduklarını iddia edebilirlerdi. Böylece, Leon ve CastiUe ile İspanya'nın diğer bölgelerinin karanlık çağlarda kalmaya itilmesi yerine, Leon ve CastiUe de Emevi medeniyeti düzeyine çıkarılabilirdi. Yalnızca Araplar'ın kendilerine değil, Arap İmparatorluğu n u n egemenliğinde yaşayan herkese yarar sağlayan bu gelişme leri bastırmakla, bu bilginin şimdiki zamana ve gelecek nesil lere erişmesini engellediler Bu bilgi, Orta Doğu'dan getirilmiş, Ispanyol-Emevi bağlamında arıtılmıştı ve o zamana kadar, kim se tarafından yabancı olarak görülmeyen, oldukça erişilebilir bir kaynak olmuştu. Ne de olsa, ilk tıbbi deney ve gehşmelerden bazıları, örneğin Orta Çag'da yüzlerce, binlerce, hatta bel ki de milyonlarca insanı öldüren ya da çirkinleştiren çiçek has talığına karşı aşılama yöntemi, o zamanlar Araplar tarafından biliniyordu. Bu belirli bilgi parçası, daha sonraları Batı'da tek rar keşfedilerek kullanılmaya başlanan birçok bilgiden biriydi. Ama İspanya'yı ve Avrupa'nın diğer birçok bölgesini, maalesef, geriye iten şey, Ferdinand ve Isabella'nın, Emevi işgaliyle uzak tan da olsa ilgili olan her şeyi bastırma isteğiydi. Emeviler'in diğer insanlarca da işgale eğilimli yabancı bir kalabalık olarak görmesine yol açtı. Elbette, böyle olması, geleneğin Avrupa'daki faaliyetlerini ciddi ölçüde kısıtladı. Çünkü bir insan, tüccar da olsa, şair de, ressam da, müteahhit de, heykeltıraş da, aynı hatalara sahip olarak görülüyordu. Bir Emevi olduğu için, "Leon ve CastiUe, onun tehlikeli olduğunu söyledi," bu yüzden de, "tehlikeli olduk larına" karar verdik. Bu nedenle, ya teması sürdürün ya da bi ze mesafeli durun. Verilen zarar ciddi boyuttaydı çünkü, geleneğin amacı ele geçirmek değil, daha önceki yüzyıllarda geliştirilen uygulana bilir bir felsefeyi insanlara tanıştırmaktı. Gelenektekilerin his196
settigi şey, gidip insanları dinlerinden çıkarıp kendi dinlerine girmeye ikna etmek değildi. Ama o dönemin Arap tarihçileri veya coğrafyacılarının eserlerini okursanız, o zamanlarda Kato lik Avrupa'da ruhsal düzeyde belli bir eksiklikten söz etlikleri ni görürsünüz. Bunu ifade etmek için de, "yüksek bir ruh dü zeyiyle ilgili" anlamına gelen "ilahî" kelimesini kullanıyorlar; bunu ifade etmek için "batınî" kelimesi de kullanılabilir. Gelenekteki bu insanlar, insanların dinini değiştirme ama cını, dünyayı ya da Avrupa'yı kurtarma amacından daha fazla taşımıyordu. Yaptıkları şey, seyyahlardan ve diğer insanlardan edindikleri yeterli kanıtları, değerlendirme yapmak için kul lanmaktı. İlk zamanlardan itibaren, Kudüs'ü ziyaret edebilmek için, Avmpa'dan Kutsal Topraklara uzanan yollar belirlenmişti. Bu yüzden, temaslar yolcularla, sonraları tüccarlarla ve daha son raları da elbette, talihsiz Haçlılarla kuruldu. Ama bütün bu sü re boyunca iki kültür arasında sürekh bir gidiş-geliş vardı. Gelenekteki insanlar, kendilerini tatmin edebilmek için, Avru pa'daki insanların çoğunluğunun inancının, -ki bu Katohk inancıydı-, bir şekilde, daha üst düzeydeki gelişmelere ulaşma dığını ve kişinin iç varlığının gelişimini yeterince vurgulamadığını saptadılar, insanların büyük çoğunluğunun, geleneğin verimsiz yol olarak gördüğü bir yolu takip ettiklerini belirle diler. Çünkü bu, en başta kendi içinde bulunan bazı değerler den yoksun kalmış bir yoldu. Katolik dininin bazı yönlerinin, kilisenin baskınlığını sürdürebilmek amacıyla, kasten bastırıl dığı düşünülüyordu çünkü birçok insan, eger insanlar daha yüksek bir ruhaniyete veya daha iyi bir bilince ulaşırlarsa, kili seyi terk edeceklerini veya daha makul olarak, kilisenin dene timinden sıyrılacaklarını düşünme halasına düştü. Aslında, bu hiç doğru değil. Hangi değerlere sahip olursa olsun hiçbir felsefe, bir kişinin sahip oldukları veya yetiştiril dikleri belli temel inançları reddedeceği düşüncesine yatkın değildir. Ancak, geleneğin Orta Çag'daki şeyhlerinin .savı, heJ97
nüz gelenekle bağlantı kurmamış insanları eğitmek ve bilgilen dirmek görevini taşıdıklarıydı. Bu nedenle, sözünü ettiğim dö nem, Avrupa için çok şanssız bir dönemdi; çünkü Jesuitlerle^ ve elbette ki Benediktinlerle ve Franciscanlarla, alışveriş ve te mas için temeller kurulmuş olsa da felsefî.alışveriş, ancak is panya'nın yeniden fethinin bir Haçlı Savaşı'na dönüştüğü nok taya kadar sürdü. Bu Haçlı Savaşı, elbette Iber Yanmadası'nda, belli gelişmelere bir nokta koydu ve geleneğin, Avrupa'nın ge ri kalanındaki ilerlemesini yavaşlattı. Örneğin, o sırada ö r t a Doğu'da var olan edebiyatın çoğu, her iki tarafın da konuştuğu ortak dil olan Latince'ye çevrilmişti veya çevrilme aşamasmdaydı. Kütüphanelerin yakılmasıyla, bilimsel incelemelerin ço ğu kayboldu veya sözde "sapkın" bir kaynağa dayandıkları için kasten yasaklandı. Yani kısacası, bu, fiziksel bir etkinin, başka bir deyişle insanların gerçek alışverişinin, iki yüz yıl boyunca durdurulduğu noktadır. 17. yüzyılda çabalar tekrar başladı ve İspanya, Fransa, italya ve İngiltere'de, zamanın yöneticilerinin daha açık tavırları sayesinde az çok gerçekleşti. Ama bu, başka bir mesele.
3 Jesuitler, Benedictineler, Franciscanlar: Farlciı Hıristiyan meziıepleri. (ç.n.) 198
Ayrıntılar Dağıtılan yayınlardan veya kasetlerin kopyalarından edin diğiniz bilginin çoğu, belirli gerçekleri, ayrıntıları, bilgiyi veya talimatları içerir. Bunun nedeni, belirb ayrıntıları ya da tali matları, çoğu zaman tekrar tekrar, açıklamam ve genişletmem. Bir noktayı, etkeni, ayrıntıyı veya bir şeyin bir yönünü ele ahp, farklı bakış açılarına göre ve o şeyin uygulanması gereken fark lı yönlere değinerek açıklarım. Yıllardır, birçok insan bu kağıtları, kaydettikleri kasetleri ve aldıkları notları biriktiriyor; bu kişiler bir bilgi ve ayrıntılar bloğu veya kitlesi biçiminde bir referans kitaplığı oluşturabilir ler. Ayrıntıları tekrar tekrar farklı şekillerde açıklasam da bu tür ayrıntıların farklı kullanımlarını, kendi sesimi duyayım di ye ya da ayrıntılarla ilgili ayrıntılar oluşturmak için açıklamı yorum. Verdiğim veya üzerinde durup açıkladığım hiçbir ay rıntı, talimat ya da işaret, benim "kişisel" ayrıntım olarak gö rülmemelidir. Bu, benim icat ettiğim veya özelhkle bağlı oldu ğum bir şey değildir Yani bu yüzden onu her türlü farklı permutasyonla tekrarlamaya devam ederim. Geleneğin bir öğreti sinden ya da şeyhinden alınmış, geleneğin temelinden gelen bir ayrıntıdır; yani bakılmaya, anlaşılmaya ve uygulanmaya de ğerdir Başka insanların pul veya başka nesnelerin koleksiyonunu yapması gibi, bir "koleksiyon" oluşturmak için ayrıntıları top lamak da tamamen mümkündür; bunu yapan insanlar vardır. Ama dediğim gibi, bu ayrıntılar güzel ve gereklidir; üzerlerin de düşünülmeli, anlaşılmalı ve kullanılmalılardır Yoksa farklı laşmamış bir ayrıntdar kitlesi olarak kalırlar 199
A'dan Z'ye her şeyi veya "gelenek ile ilgili bilmek istediğiniz her şey "i içeren "Gelenekteki Ayrıntılar Ansiklopedisi" adında bir kitap hazırlamak kesinlikle mümkündür. Bu tür şeylerle ki taplar doldurulabilir ama bu ayrıntüarın işlevi, bir yerlerde toz bağlamak değildir. "Aa... yari aynntılar buldum." Bu, "Ben sen den daha fazla ayrıntı biliyorum" şeklinde bir yarışma değildir. Doğru değerlendirme şöyle yapılmalıdır: "Hangi ayrıntıları din ledim, öğrendim ve kendim için, gelenek bağlamında grup içinde kullandım?" Gelenekteki her tür vird birtakım ayrıntılardan oluşmuş tur. "Her ders bir ayrıntıdır; o zaman buna 'E' başlığının altın da değinelim" diyebilirsiniz ama bu yanlıştır. Bir dersi parçala ra, yani hangi ders, hangi kelime, nefes alma d u r u m u , hız, sü re vs. böldüğünüzü söyleyebilirsiniz. Ders, bir ayrıntılar kala balığı değildir ama ayrıntılardan oluşur ve önemli şeyler vardır, yani zaman, mekân, ihtiyaç, kelime, enerji, etki, nefes, pozis yon gibi parçalara böldüğünüz bir kavram, bir vird ya da ders vardır..Bu öğelerden bazıları, yararh bir şekilde, alt bölümlere ayrılabihr. Bazüarını ise, daha fazla ayrıntıya bölmenize gerek yoktur. Örneğin batıda, zihinsel analiz adında bir düşünce eko lü vardır -entelektüellere bir sözüm yok. Entelektüel olan ve ya olduğu sanılan birkaç kişi tanıyorum, eğer, benim entelek tüel analiz çalışması olarak adlandırdığım şeyi yaparken, yarar lı bir noktanın ötesine geçerlerse, onlar için çok üzülürüm. Bana veya gelenek öğretisine göre, yararlı, yarar getirebile cek veya kullanılabilecek bir şey demektir. Bir şeyin gereksiz, karmaşık temel yönlerinin çok fazlasıyla meşgul olursanız, dü şünmeniz gereken asıl şeyi unutacak kadar ayrıntıyı hatırlama nız gerekir. Buna, ağaçlara bakarken, ormanı gözden kaçırmak denebilir. Mesela birisi, derin, rahat ve serbest nefes temi ile ilgileniyorsa, belli bir derste belli bir kullanılmasınuı beklendiğini bilmesi gerekir. oluşturmayı makul ölçüde denedikten sonra, 200
alıp verme yön nefes biçiminin Bir nefes ritmi gerekirse ve bu
yararlı olacaksa, özel nefes türlerinin farklı kullanımları ve ya rarlan kendisine öğretilebilir. Kişiye başlangıçta şöyle demezsi niz: "Şöyle hir ders var, bunu şu hızda ve şu derinlikte nefes alıp vererek yapacaksın. Sonra, ruhsal, fizyolojik ve anatomik sonu cun şöyle şöyle olduğunu göreceksin." Aslında, bunları bilmesine gerek de y o k t u r Başlangıçta yapılması gereken, yalnızca, ne feslerinin makul biçimde işlemesini sağlamaktır Bunu yaptık tan sonra ve bu şekilde rahatlarsa, onlara ek bilgi verilebilir, böylece yalnızca neden daha iyi nefes almaları gerektiğini de ğil, aynı zamanda böyle yaptıklarında ne olacağını da anlamış olurlar Eger onlara başlangıçta, "nefes kavramı" ile ilgili 25, 55 ya da 75 sayfalık bir metin verirseniz, canları sıkılır Gayet meşru bir şekilde şöyle derler: "Deri?? ve sakin biçimde ya da belli bir hızda nefes alıp vermeye hazırım ama bunun bütün fizyo lojik yönlerini ve belirtilerini de anlamak zorunda mıyım?" Yani, kişiye gereğinden fazla ayrıntı yüklemezsiniz. Onlara verdiği miz ayrıntılar, yararlı biçimde kullanabilecekleri biçim ve bağ lamdadır Bu, günlük hayatta gayet normal bir şeydir çünkü işe ya rar Ama kısmen şartlanmadan, kısmen de kişilikten kaynakla nan, kişilerin bilgi için aç gözlü davrandıkları bir tavır da var dır Bazen, daha fazlasını anlayabileceklerini düşündükleri için veya anlamadan, yalnızca biriktirerek, daha fazlasını isteyebi lirler. Ancak, yalnızca biriktirmek, ne kendileri için yararlıdır, ne grup ne de gelenek için. Eger verdiğiniz ayrıntılar, hem gru bun bir bireyi olarak kendileri için hem de gelenek içindeki bir grup anlamında, makul ve yeterli ölçüde işleyecekse, belirli iş levler ve belirli temel ilkeler, başka bir deyişle belli bir ayrıntı, onlar için önemli olmalıdır Ama yine, "Şöyle olmamız söylen di" gibi soyut bir şekilde değil. Önemli olan nasıl yapıldığı ve nasıl takip edildiğidir Diyelim ki, elinizde, bir zikirde iki-üç ayrıntı arasındaki karşılıklı ilişki üzerine benim bir konuşmam, bir kitaptan bir bölüm veya birisinin bir konuşması var Örnek vermek gerekir se, belirli bir zamanda tespih kullanarak yaptığınız bir ders 201
varsa, üç tane çok önemli ayrıntı vardır: Ders yapmak, tespih ktıUanmak, zaman etkenini gözetmek. Elbette, bu öğeler de da ha ileri seviyedeki ayrıntılara bölünebilir: Neden tespih? Tes pihte hangi malzeme diğerlerinden daha İyidir? Sag elde mi tu tulmalıdır, solda mı? Belli bir hızda mı çekilmelidir, örneğin bir kerede iki boncuk mu? Aslında bu bir ayrıntı değil bir kavramdır: "Tespih ve Yarar lan." Bunun hakkında da ciltler dolusu yazı yazılmıştır. Gelenekte yeni olan birisini bir odaya götürür, "Tespih ve Ya rarlan" hakkında yazılmış bir duvar dolusu kitabı gösterirse niz, gerçekte o kişiyi teşvik etmiş olmazsınız. Etrafına bakıp üstlerinde hırkaları, oturmuş tespih çeken insanları görerek, "Ben daha birinci cildi bile okumadım, bu insanlarsa çoktan belli bir biçimde oturup, hırka giyerek tespih çekmeye başlamışlar" diye düşünebilir. Orada bir de aynı büyüklükte veya daha büyük ciltlerde, "Hırfeanın işlevi" ve yedi cilt de "Derslerin Pozisyonu" vs. diye kitaplar varsa, o yeni kişi ya "Boşver gitsin, bunlar ben den çok öndeler, ben ise on iki cilt gerideyim" ya da "Bütün bun ları nasıl hatırlayacağım?" der. Böylesi bir s o r u n u n cevabı, yalnızca bir kişinin, bir bire yin, bir grubun veya bir alanın; enerjiyi, bilgiyi, etkiyi veya taktiği kullanmaya yeterince ehil olduğudur. Onu, onu kullan maya ehil olduklarına dair sinyaller göndererek çekerler. Onu kullanırlar çünkü bu, anlamanın kapısını açar. Bu, günlük ha yat için de geçerlidir, insanlar, ilkokula, ortaokul ve liseye, da ha sonra da üniversiteye gittiklerini ve mezun olduklarını an larlar. Bu gayet makul ve anlaşılabilir bir şeydir. Gelenekte de insanlar, kendileri üstünde çalışmaları gerektiğini, bir şeyler okumaları, ders yapmaları, genel olarak emirlere uymaları, ya ni bir çizgiye uymaları gerektiğini anlarlar. Ama örneğin belli kitap veya metinleri hangi sırayla okuyacaklarını bilmelerine gerek yoktur çünkü geleneksel eğitimlerinde, onlara birinci, ikinci veya üçüncü kitabı okumaları söylenmiştir Bu nedenle, geleneğe yeni giren bir insana, hem en incelikli bilgi kaynakla rından hem de en basit metinlerden parçalar verilir Ama bun202
lan benimseyip kullanabilecekleri, bunlarla işlevlerini yerine getirebilecekleri bir yolla yapılır, aksi takdirde, kişinin bütün kapasitesi ve niyetine fazla yüklenilmiş o l u r Bu, birine "Al, sa na Rûmî'nin Mesnevisi. Bunu oku, anla ve gelecek ay bana anlat" demek gibidir Birisi böyle bir talimat verirse, o kişiyi bir daba göremez ve ben de onu suçlamam doğrusu. Ancak, neyi benim seyebileceklerini, neyi sindirebileceklerini, neyi kullanmak için yeterli olduklarını hesaba katarsanız, onların içinde, belh faktörleri nasıl kullanacağına, belli noktaların nasıl yerleştiği ne dair bir duygu, iştah ve yeteneği harekete geçirmiş olursu nuz. Bir ay, hatta belki de yıllar önce bir şeyden söz etmişimdir. O zamandan beri herkes her zaman bu şeyi düşünmüyor olabi lir; bu oldukça normal ve insani bir durum. Ara sıra bu akılla rına geliyordur, arada bir bunu ortaya çıkarıp bakıyorlardır ya da bu kavramı, ilkeleri veya fikri düşünüyorlardır. Ama elbet te, belli bir noktada, bunu başka bir şeyle birleştirecek ve o şeyle arasında bir bağ, bir köprü kuracaklardır; sonra, "Neyi kastettiğini anhyorum" derler Bunu bilinçli olarak söyleyebilir veya bilinçli olmadan hissedebilirler; ama ne olduğunu bilirler. Ne de olsa, insan materyali ile uğraştığınızda, insanın içinde var olan sınırların içinde bunu yapmak zorundasınız. Eğer "Sı nırlamalar var; bu nedenle öğretiyi, akla gelebilecek en aptal ve uyuşuk insanın bile anlayabileceği bir dereceye indirgeyeceğiz" derseniz, bütün kervanın ilerleyişini yavaşlatmış olursunuz. Buna alternatif olarak, şöyle de diyebilirsiniz: "insanlar genel likle aç gözlü, aptal ve tembeldir Tamam. Biz de, onların her şey de %100 verimle çalışan süpermenler olmasını sağlayacak bir sis tem oluştururuz. Böylece, 27 Aralık, saat sekizi üç geçe neredey din?' diye sorunca, yanılmaz bir hafıza ve bütün aynntılann hatnlanmasıyla, 'şuradaydım' cevabını alabileceksiniz" Bu çok saçma olur Çünkü siz, insanoglundan değil de bir dosya dola bından söz ediyorsunuz. O insanı bir dosya dolabına çevirdiği niz için, bilgiyle dolu, belki de içinden çıkmaya çalışan bir dos ya dolabı olmuş o insana yine sınırlandırmalar koymuş olursu203
nuz. Diyelim ki, o bilgi çıktı; bu, bir dosya dolabını harekete geçirebilir mi? Cevap, hayır. Ama insan tarafından konukse verlikle karşılanan bir duygu, fikir veya ilke daha sonra, bir düşünce veya duygu dizisinin, anlama hissinin, aidiyet hissinin ortaya çıkmasını mümkün kılabilir; bu geçerli bir yoldur Evet, bu yol daha yavaş işler ama kişi her zaman üzerinde çalıştığı mater>'alin bilincinde olmalıdır Dahası, kişi, yalnızca üzerinde çalıştığı materyalin değil, aynı zamanda o materyali eş zaman lı olarak etkileyen durum ve etkilerin de bihncinde olmalıdır Ortalama bir insanın, işi, bir mesleği ve yaptığı başka şeyler vardır Bu nedenle, mutluluk, üzüntü, neşe, sıcaklık, soğukluk, eğlence duygularına maruz kalır Bütün bu duygular, gayet in sanidir ve insan materyalinin yapısına katkıda bulunurlar Ama bu duyguları köreltebilirsiniz ve böylece insan sıcaklık, soğuk luk, açhk, mutluluk veya neşe gibi şeylerle canını sıkmak zo runda kalmaz; yani bu tür şeyler ortadan kaldırılmış olur Bu, insanları daha açık yapar mı? Cevap, şekillendirilerek bir şey için kullanılabilmesi anlamında, bir çimento bloğu ka dar açık yapar Ancak, bu büyüyen bir şeydir Böylece, insanla ra bir şeyi yapmalarını söylemek, onlara belli şeyleri işaret et mek, belli şeyleri önermek ve onları belli şeyleri yapmaya teş vik etmek arasında çok hassas bir denge kurmuş olursunuz. Bütün bunlar aynı anda öneriliyor ama ben kimseye bir şey va at etmiyorum ve kimseyi tehdit de etmiyorum. Kişi, geleneğe özgürce geliyorsa, bunu belli bir amaç için yapıyordur Genel likle, kesin olarak özelleştirmeden, "Kendimi geliştirmek için," "varlığımı güçlendirmek için," "durumumu ilerletmek için" gibi bir şey söylerler Gelip, şimdi yapmakta oldukları gibi, kendilerini sizin el lerinize teslim edince, onlara doğru büyük bir sopa sallayamazsınız. Çünkü, "Eğer hepsi buysa, ben de başka bir yere giderim." derler; haklı da olurlar Aynı şekilde, onlara "çok iyi, çalışkan, zeki olursan, çok çalışırsan, çok sadık olur ve emirlere uyarsan, her şey harika olacak" da diyemezsiniz; çünkü her şeyin harika nıı, orta karar mı, berbat mı olacağı, onların ortaya koyacağı 204
çabaya da bağlıdır. Her şeyi, onlar için harika veya berbat ya pan ben değilim. Ben taktikleri, enerjileri, açdarı, rehberliği, itici gücLi v.s. sunarım. Bu dtızene göre, varlıklarını güçlendi ren, daha berrak bir bakış açısı kazandıran ve evrimsel olsun olmasın, bir şeye aidiyet duygusu sağlayan bir şeyler ortaya çı karan kendileridir "Çeliştim." Bunu kim vaat edebilir? Ben değil çünkü ben sizin ya da başkasının adına bunu vaat edemem; bunu ancak kendi adıma vaat edebilirim. Aslında, ben bir vaadi, ancak bil diğim temellere dayandırırım. Ben ancak insanlara geleneği su nabilirim, onlar da bunu alır ve kullanır Destek ve enerji oldu ğu doğru ama sonuç, yine de kendilerine bağlıdır. Bunun ayrıntılarla ne ilgisi var? Çok ilgisi var; çünkü ay rıntılar, tespihin boncukları ya da atomlar gibi, bir araya geti rildiğinde, birleşir ve yeni bir şey üretmek için işlerler. Bir in san, bir atom veya tespihin bir boncuğu tek başına bir boşluk ta ya da soyut anlamda olsa, nasıl işleyebilir? Kendi kuyruğu nu kovalayarak dönüp duran bir çemberden çıkabilmek için iç varlığından itici bir güce ihtiyaç duyar Aslında bir enerji akı mına girer Bu akıma girince, yalnızca rüzgardaki bir yaprak gi bi oradan oraya taşınmaz çünkü bu herhangi bir katılımcı işlev içermez. Yaprak yapraktır, düşer Rüzgar onu istediği yere gö türür ve bırakır; evet ya da bayır diyemez, daha fazla çabaiayamaz, kendisini durduramaz. Bir işleve veya enerjik bir akıma giren bir şey, o akımda bulunan enerjiye katılır. Farkh yollarla biraz daha kesinleşmeye başlayan bir şeyi başarması için, ona fazladan bir itici güç sağlayan ve çabasına, işine, düşüncesine daha fazla odaklanmasına yardımcı olan şey bu enerjiye katılı mıdır "Amaç zaten belli: 'Si'ırekli Yükselen Bilinç" diyebilirsiniz Bu gerçekten çok büyük bir iştir ve bu yolda birçok ara aşama lar vardır Eger, aniden derin, sürekli, kalıcı ve yükselen bir bi lince ulaşmak için kişinin kullanabileceği sihirli bir formül ol saydı, bu şok muhtemelen onu delirtirdi. 205
Bu yüzden, tekrar ediyorum, "Ayrıntılan topluyorum" şek linde koleksiyon havasında değil, "işlevimin, işlevlerimin daha açık olması için aynntılan topluyorum" şeklinde ayrıntıların bir araya getirildiği çok açıktır. "Dersler, okumalar, ezberler, müzik, renkler, kokular, tespihler vs. anlamında yaptığım ve kullandığım şeyler, çaba ile daha açık ve daha odaklanmış oluyorlar" Ama bunlar yalnızca yardımcı şeyler değildir. Kendinize yalnızca, "Böyle diyorlar, ben de böyle yapıyorum" demektense, "Ne za man? Nerede? Hangi şartlar altında?" sorularını sormak daha iyidir. Etkiyi oluşturan, bunun nicel alanı değil, niteliksel ala nıdır. Yani, tam olarak ve derinden anlaşılmış ve kullanılıyor olan tek bir ayrıntı, birbirleriyle doğru şekilde işleyemeyen 15 ayrıntıdan daha iyidir. Ayrıntılar tek başlarına işlev göstermez. "Bir ayrıntı var, iş lev gösterir, sonra çürür ve böylece hepsi bir boşlukta kaybolur" Hayır, ayrıntılar bir araya gelir, birbirlerini güçlendirir ve bir işlev üretirler. Enerjileri karşılaştırır, güçlendirir ve enerji alış verişi yaparlar, böylece genel işlevi artırırlar. Bir b ü t ü n ü n par çası olarak doğru şekilde kullanılmazlarsa, göz ardı edilme ris kiyle karşılaşırlar. Diyelim ki birisinin "Şöyle bir ayrıntı biliyorum. Bu, neye uygundur? Bunu nereye oturtabilirim?" "Bunlara sahibim ve he men şimdi hepsini birden kullanmak istiyorum! Hepsini hemen nasıl kullanabilirim?" türü, anlaşılabilir, insani bir düşüncesi de olabilir Bu soru sorulduğunda, cevabı şöyle olabilir: "Zaten hepsine sahip olduğuna göre, birini kullanmayı denemekle başla yıp sonra diğerlerini de birer birer eklemeye çalışmalısın." 5 göm leğiniz, 3 kravatınız, 2 paltonuz ve 5 çift ayakkabınız varsa, bunların hepsini birlikte nasıl giyebileceğinizi bulmaya çalış mazsınız. Hepsine sahip olduğunuzu ve uygun şartlarda, belli durumlarda belli bir ayakkabıyı giyebileceğinizi bilirsiniz. Ay nı şey gelenek için de geçerlidir; "Tespih mi daha yararh, keşkül mü?" gibi büyük, karmaşık bir zihinsel inceleme olmamalıdır Bunların her birinin doğasını ve kullanımını anlarsanız, bir so run ya da karmaşa oluşmaz. 206
Yani ayrıntı, zaruri ve gerekli bir şeydir. Buna ayrıntıyı ye terince derin bir biçimde hatırlamak ve o ayrıntı hakkında, .si zin bir parçanız olacak kadar bilgi edinmek de dahildir "Birisi zamanında söyleşi bir şey tavsiye etmişti ama bu konuda o kadar emin değilim" demeyin. Tavsiye edilip edilmediğini boş verin. O belli şeyin hangi yönünün, zorlamadan ve sıkıştırmadan, si zin virdinizle ilgili olabileceğini araştırın. "Olmalı" demeyin ama olursa, iyi. Ayrıntılar, iki tane dişli çarkın, dönerken birbirlerine geç mesi gibi, "dişli etkeni" dediğimiz şeyde birleşirler. Karşılıklı olarak uyumlu, misafirperverdirler ve karşıhklı olarak birbirle rine yardım ederler Birisinin dönüş açısı farklıysa veya birleş me hızları farklıysa, o zaman bir sorunla karşılaşırsınız. Bu ne denle, teknik olarak senkronizasyon denen şeyi sağlamalısınız. Dişliler eş zamanlı olmalı ve birbirlerine.geçmeli, böylece de işlev yerine getirilmelidir Bu tür bir makinenin işleyişindeki, çok küçük bir ayrıntı, yağdır Çok iyi dengelenmiş ve senkronize edilmiş iki çarkınız olabilir, bunlar hızlı ve uyumlu biçimde dönüyor olabilir Ama ısı ve sürtünme kilitlenip kırılmalarına neden oluncaya dek ne kadar zaman geçecek? Bu nedenle, bir sonraki ayrıntı, bir dam la yağdır. Bu yalnızca bir ayrıntı ama bir makineyi yağsız çalış tırmaya kalktığınızda ne olacağını herkes biHr. Yani, burada yağ yalnızca bir ayrıntı değil, bir etkendir A artı B, C y e eşittir ya da A artı B'ye; eğer B yanlışsa, bütün denklem yanlıştır. Bu yüzden, bunlar yalnızca ayrıntılar değildir "Sadece bir ayrıntı" denip geçilmenielidir. Batı'daki felsefe ve entelektüel yazının çoğunun birçok ay rıntıyla ilgili olduğu d o ğ r u d u r Buna karşı çıkmıyor hiç ayrın tı olmaması gerektiğini söylemiyorum. Shakespeare'in oyunla rı ayrıntılarla doludur ve sizi anlatılmak istenen şeyle yüzleştiren de bu ayrıntılardır Bir oyunun sahne yönlendirmelerini ve notlarını okursanız, bunların tamamen ayrıntılardan ibaret ol duğunu görürsünüz. Kabul etmek gerekirse, insanlar sweat207
shirtler ve iş tulumları içinde ve tuhaf aksanlarla konuşarak Macbeth'i canlandırmışlardır, ama görüntünün böyle olduğu nu sanmıyorum. "Ama bu modern," diyebilirsiniz. Bir anlamda, sanırım öyle. Ama gerekli ve yararlı ayrıntı diye bir şey vardır. Eger hayran olduğum bir çiçek bahçesini tarif eden bir kitap okuyorsam, bu şiir, şarkı vs. gibi abartılı bir anlatım bile olsa, bahçeyle ilgili ayrıntılar bekler ve umarım. Neden olmasın ki? Ancak, gelenekte etkenler bulduğunuzda, bunlar ister işa retler veya talimatlar isterse de çok ayrıntılı rehberlik notları olsun, bunları dikkate alın. Çünkü büyük ustalar, kendi hayat hikâyelerini anlatmak amacıyla yazmamıştır. "Beyaz yeşim taşı kayasıydı" diye yazmışlarsa, onun gerçekten beyaz bir yeşim kayası olduğuna inanabilirsiniz. Yalnızca "yeşim" değil de, "be yaz yeşim" yazmış olmasının da bir nedeni vardır. Ayrıntı, bir amaç için belirlenmiştir. Birisi "Mesnni'ye şöy le bir göz gezdireceğim" der ve diyelim ki 17. bölümde anlaya madığı, baş edemediği veya kendisini korkutan ya da endişe lendiren bir şey okursa, bu durumda, "Bunu boş vereyim" diye mez, çünkü başlangıçtaki ayrıntıları okumamıştır. Atlamak, yalnızca, kişinin bir metni iki, üç, ya da tercihen dört kez oku duğu durumlarda mümkündür, hatta buna izin verilebilir Böy le bir durumda, kişi metnin belli yerlerini atlayarak göz gezdirebilir ve "Hmm, bu bana şunu, şunu hatırlatıyor" d e r Buna referans çalışması denir Her zaman bütün küçük ayrıntıları hatırlamak zorunda değilsinizdir Eger ender bir şeyse, "Şu kişi ne demişti?"diyebilir ve gidip onu araştırabilirsiniz. Bunun, zaten uygulamakta olduğunuz bir şeye uygun ya da o şeyle ilgih olup olmadığına bakın. Eğer uygunsa, onu kullanın. Değilse, bırakın. Ayrıntıya dikkat etmek, tek bir ayrıntının etrafında dönüp durmayı veya birinci ayrıntıyı ikinci ayrıntıyla karşılaştırırken üçüncü, dördüncü ve beşinci ayrıntıları gözden kaçırmayı ge rektirmez. Kişi, bir ayrıntının kullanımında mükemmel bir 208
dengeyi ve ayrıntının uygunluğunu gerektiren bir benimseme inceliğini yakalayabilir. Kahvaltı yumurtanızı, bir balta alıp yumurtayı masayla bir likte ortadan ikiye bölerek ve sonra da yumurtayı toplamak için yerde sürünerek tüketebilirsiniz. Ama hasarı göz önünde bulundurmasanız bile, böylesi bir yaklaşım zaman ve çaba sarf ettiri, uygun da değildir Zaman ve çabadan tasarruf ettiren, da ha uygun ve bütün yemek ve performansı güzelleştirecek olan başka bir yol olduğunu herkes biliyor Bu yüzden, eğer ayrıntının uygunluğu tavsiye ediliyorsa, kendinize şunu sorun: "Neden bunu yapmayayım?" Örneğin, birisi kitabında, belli bir renk, belli bir yer, bir kelime ya da aracın belh bir kullanımı hakkında bir şey yazmışsa, bunu, ya zıları iki satır daha uzasın diye yapmamıştır Belh bir amaç için yazılmıştır ve doğru zamanda, doğru şartlar altında doğru şe kilde kullanılırsa, bu ayrıntı, kişinin üzerinde yararlanabilece ği bir etki bırakır Sırf insanoğlu bu adrenalin gezisinin devam etmesini umuyor diye sürekli etki göstermez çünkü etki önce benimsenmeli ve anlaşılmalı, sonra kuUanılmahdır Etkinin meydana geldiğinin ve enerjinin de orada olduğunun bilinme si, kişinin kendi niyetiyle birleştiğinde, kişiyi ileriye taşır Ya ni, ayrıntı, ayrıntının uygunluğu ve kullanılması çok gerekli dir "Aaar'ın "Mantık Al- Tayr" isimli kitabıyla ilgili bütün ay rıntıları söyleyebilirim. Bana sor, öylesi bir kuştan sayfa kaçta söz edildiğini söyleyeyim" türü bir ayrıntı ustalığı, aslında ki tabî bilgidir Bu gerçekten de bir ayrıntı bilgisidir ama o ayrın tının kullanım ustalığı değildir Biri size "Şu savaşın tarihi kaç?" veya "Şu kişi ne zaman Türkiye'nin Başbakanıydı?" gibi şeyler sorduğunda, sizin de bir dersten geçebilmek için bunla rı bilmeniz gerekiyorsa, bu gayet iyi. Ancak gelenekte, sonrasında kendinizi geliştirmek için -bana ya da bir başkasına ne kadar zeki olduğunuzu ispatla209
mak. için değil- uygulayacağınız ve kullanacağınız şeyleri bil meniz gerekir. Bu nedenle, size ayrıntıya dikkat etmenizi ve onu uygun biçimde kullanmanızı öneriyorum.
210
"Vazife" Veya Görev Kavramı Geleneğin, bütün diğer yönlerinden daha fazla bilinen ve vurgulanan bir yönü vardır ve bu çok önemli yönü birçok felsefî.gelenekle de paylaşmaktadır. Bu, bir insanın şimdiye ka dar daha yüksek bir bilinç düzeyi olarak tanımladığımız şeye ulaşmasında ona yardım eden içsel varlığın gelişimi anlamına gelen gelişim yönüdür. Şimdi büyük düşüncelere veya anlaşılması son derece güç açıklamalara pek fazla girmeyeceğim; sizlerin yeterli zihinsel temele sahip olmadığınızı düşündüğümden değil; mesajın a) anlaşılması ve işlevini yerine getirebilmesi gerektiğinden in sanlara gerek sözlü olarak, gerekse yazıyla, "Geleneğin Felsefe si "ne dair büyük parçalar vermek, hiçbir yararlı amaca hizmet etmez. İnsanlar anlamakta zorlanacak ve bu yüzden de mesaj, onlar tarafından işlevini yerine getirmesine yetecek kadar iyi anlaşılmayacaktır. Gelenekte yer alan büyük mürşit ve yazarlarımızın bazıla rına karşı hiçbir şekilde eleştiri veya saygısızlık olmasın ama kitap ve risalelerinin bazdan, aslında açıklamaya muhtaç durumdadır ve açıklanmak üzere yazılmıştır. İyi bir çeviride dahi, Mesnevi'den bir bölümü ya da parag rafı alıp onu anlamakta zorlanabilirsiniz. Bunu bir adım daha ileriye götürüp şöyle derseniz bu daha da zorlaşabilir: "Ben bu nu kendimde nasıl hayata geçiririm?" Ya da şöyle: "Bunun benim için hangi yolla işe yarayabileceğini nasıl anlayabilirim: Bu bir ikaz mı, bir işaret mi, yoksa bir düşünce örneği mi? Hangi sınıfa giriyor?" İnsan, buna nasıl tepki vermesi ya da onu nasıl kul lanması gerektiğini bilmesi için önce, onu anlaması gerekir
211
Açıkçası, günümüzde biraz dikkatli ve gayretb bir oku mayla anlaşılabilecek olan nesir, şiir veya müzik dalında çok sayıda eser mevcuttur Bunlar, makul bir ölçüde anlaşılarak ha yata geçirebilecek olan bir mesaj, bir mânâ, bir işaret taşırlar Anlaşılması zor olan eserlerle, örneğin Mesnevi şairinin ya da Hafız'ın eserlerinin birçoğuyla uğraşmak, Hafız'ı ya da Mevlana'yı kendi dillerinde öğrenerek yetiştirilmemiş olan bir kimse için zor olacaktır. Özellikle de bu eserlerde başvurulacak belli ifadeler, örneğin bir kitaptaki belli bir kısımla nasıl ilişkilendirilecegine dair açıklamalar veya işaretler yer almıyorsa. İşte burada açıklama ve yorumlama sorunu büyük önem taşır Gelenekte, yorumlama, açıklama ve tercüme üzerinde çok durulur, b u n u n nedeni basittir; bu kitapların birindeki bir bölüm, bir paragraf ya da konu, kişiye bir şey çagrıştıracaktır. Kişi bunu anlamlı bulacak ve onu kullanabilmek, daha iyi an layabilmek, o n u n derindeki mânâsını kavrayabilmek, daha de rin bazı işaretler bulabilmek için onu kendi içerisinde araştır mak isteyecektir. Bu açıdan herkesin bencil oluşu anlaşılabihr ve makul bir şeydir İnsanlar bir metin okuduğunda ya da bir müzik eseri dinlediğinde, b u n u n kendilerine bir şey söyleme sini veya kendilerinde bir duygu uyandırmasını beklerler ki bunu kullanıp başkalarıyla paylaşabilsin. Bunu istemekte son derece haklıdırlar ama önce onu anlamaları gerekir Bu belli yön ya da konunun nasıl kullanılabileceğine veya konuyla ilgilenen, normal ve zeki bir insanın ona nasıl yaklaş ması gerektiğine dair doğrudan bir işaret yoksa, bu kimse muhtemelen vurgulanan bu konu veya yöne nasıl tepki göster mesi gerektiğine dair bir yol seçmekle başlayacaktır işe. Dün yadaki en iyi niyetli kimse de olsa, yanlış bir seçim yapabilir İnsan, bir konuda doğru olmayan bir şekilde davranabihr Bu dünyanın sonu değildir çünkü o kimse çok zor bir duruma, karmaşaya, tehlike ya da ona benzer bir duruma düşmeyecek tir ama yine de bu aracı doğru bir şekilde kullanmamış olacak tır; her zaman da doğru bir yol mevcuttur 212
Bir şeyi okuyup onu doğru bir şekilde kullanmamanın ya da onu görmezden gelmenin insana hiçbir yararı olmaz. Gelenekte her şeyi kullanmanın daha, çok daha iyi yolları var dır; bunu öğrenmek de eğitimin bir parçasıdır. Gelenekte "zikir" veya "ders"-tesbihle veya tesbihsiz- anla mındaki usulle ilgili sözcük, hem Arapça'da hem de Farsça'da kullanılan bir sözcüktür; "Vazife". Vazifenin tam çevirisi, "alış tırma" değil, "görev"(iiT. Ders ya da zikir, genelhkle Allah'ın bir sıfatı olan bir söz veya sözcük şeklindedir. Bu yüzden de, kişi bunu bu "benim yaratıcıma karşı görevim" diyerek bunu yorumlayabilir; buna görev denilmesinin nedeni de budur. Bu, elbette b u n u n bir yönüdür. Ama en azından metinden öğrendiğimize göre, "vazife" kelimesinin tam olarak işaret etti ği şey, anlamı ve neden görev olarak anlaşıldığı açıklanmakta dır; benim de size söyleyebileceğim, bu açıklamanın çok uzun ama aynı zamanda çok basit olduğudur. Arapça kusursuz bir dildir ve bir virdi tanımlamak için her türlü ince anlam katmanları bulabilirsiniz. Geleneğin pirleri, "vazife" veya görev kelimesini tercih ederken, "teşbih", "tefek kür" veya "içe dönme" kelimelerini de tercih edebilirlerdi; bir çok kelimeyi tercih edebilirlerdi. Bu insanlar açıklığı çok iyi bildiklerine göre, neden "görev" gibi bir kelimeyi tercih ettiler? Bir insanın yaratıcısına hamd etmesi görevi olabilir. Eğer görev hamd etmekse, geleneğin pirleri, niçin "hamd" kelimesini kul lanmadılar? Oturup teşbih ederken yaptığınız şey Allah'a hamd etmektir; o zaman "hamd" kelimesi kullanılsın, neden "görev" kelimesi? Söylediğim gibi, bu konu uzun uzun açıklanmıştır, ancak esas neden bunun her bireyin kendisine karşı bir görevi olarak görülmesidir; Gelişme görevi. Bu görev bir eğlence veya merak değildir; insanın öylesine sürdürdüğü bir şey de değildir. Bu, insanın kendine karşı görevidir, tıpkı anne ve babanın çocuk213
lara bakma ve onlara kendilerininki kadar ya da daha iyi bir terbiye verme sorumluluk ve görevi olduğu gibi. Bu, zımni bir sorumluluk veya görevdir Ve aynı zamanda, insanın ailesine, arkadaşlarına, toplumuna ve ait olduğu grup veya kuruma kar şı görevidir • Bir faaliyete iştirak etmek, insanların kendi üzerlerine al dıkları bir görevdir Böyle bir görev, kişinin içerisinde daha yüksek bir bihnci ve umulan odur ki, daha ileri bir tekamül bağlamında olası her türlü daimi bilinci arzulayabileceği her disiplin ve yolda mevcuttur Bu, insanların yavaş yavaş ya da birden, geleneği veya felsefeyi kurmaları ya da hayatlarına ayrı bir anlam katacak bir şeyin ihtiyacını hissetmeleri üzerine al dıkları bir görevdir. Yaptıkları tercihse, bu görevin ilk adımıdır Bunun ders ve çeşitli evrada katılım şeklinde içinde barın dırdığı her şeyin yerine getirilmesi, kişinin üstlendiği görevle rin bir parçasıdır hep. Gelenekte seyr-i sülük olarak adlandır dığımız yola giren her kişi, kendi kendisi için çok sert bir ten kitçi - k u s u r bulmak ya da kılı kırk yarmak anlamında tenkitçi değil- veya amirden çok tedbirli olmalıdır. Evet bu herhalde tenkitçiden daha iyi bir kelime. İnsanlar günün yirmi dört saati kendileriyledir. Ya gelene ğe sadece sözde bağlılık göstermekte ve bir temasın sonucu olarak kendi içlerinden gelen hiçbir şeyi gerçekten önemseme mektedirler veya bunu şuurlu ve vicdanlı bir şekilde yapıyor lardır Bir insanın, "Bunu, bum yapmak benim görevim" derken bu kelimeyi kullandığında olduğu gibi. Şimdi açık konuşmak gerekirse -ki bunu elimden geldiğin ce yapmaya çalışıyorum- görev, yapılabilecek ve yapılması ge reken bir şey olduğu anlamına gelir Bu daha çok rüzgar, yağ mur demeden Buckingham Sarayı önündeki nöbet görevini ye rine getiren bir askere benzer Bir açıdan, orduya katıldığı için isteyerek yapıyordur ama eğer çabuk terfi, yüksek rütbe, bir sürü madalya, güzel yiyecekler ve zengin denizaşırı ülkelerde göreve gelmek umuduyla orduya katıldıysa, evet, bunlara pek 214
kavuşamayacaktır. Ancak bir asker de görevinin kraliçesine ve ülkesine karşı olduğunu bilerek orduya katıhrsa, elbette onun o görevi yerine getirmesini beklersiniz. Tabii ki, ordu ortamın da bir asker görevini gönlünce seçmez. Genellikle apoletinde bir veya iki şerit bulunan korkunç adamın teki gelip, "Şunu he men yap}" der; o da yapar. Bunu yapar ve ideal olarak bir par ça tatmin bulur çünkü ahırları ya da başka bir şeyi temizleye rek kraliçesine ve ülkesine hizmet ediyordur. Yine de burada tercih söz konusu değildir çünkü o zaten tercihini orduya ka tılarak yapmıştır. İlk üç aydan sonra sırtındaki çantada Mareşalin'ın değneği olmadığı için hayal kırıklığına uğrarsa, pek fazla seçeneği kalmamıştır. Gelenekteki bir kişi ve asker arasında kurulan bu benzet me aslında tam değildir; çünkü asker esasen kendi terbiyesini ya da görevini yerine getirişini kontrol edemiyordur. Çünkü her geçici onbaşı, albay ya da her kimse gözünü ondan ayırma dan yapmasını sağlıyordur. Bazı askerlerse görevlerini yapar çünkü buna sevk edilmişlerdir çünkü bunu yapmak istiyorlardır çünkü bunu anlıyorlardır. Gelenekte de insanlar bir soruyla, bir hisle, bir ihtiyaçla, bir arzuyla ya da bunların hepsiyle sevk edilirler. Nakşibendîli ğin esaslarını yerine getiriyorlardır ve getirmeleri gerekir; ken dilerine bakmaları, incelemeleri, kendilerine, ailelerine, cema atlerine ve bütün bu işlere karşı görevlerini tam olarak, sami miyetle yerine getirip getirmediklerini görmeleri gerekir. Bu, içinde hiçbir nevroz ya da aşırı endişe hali barındırmayan, "Bu nu doğru mu yapıyorum? Bunu böyle mi yoksa şöyle mi yapmalı yım?" anlamında sürekli bir teyakkuz halidir. Gelenek içerisinde davranış ve evrada dair çok kesin alan lar vardır ve olmahdır. Gelenekle temas, bazı alanlara girerek onları etkiler, değiştirir, geliştirir veya devam ettirir. Diğer ba zı alanlarınsa, gelenekle çok az ilişkisi olur veya hiç olmaz. Bu, şu anlama gelir; Kişi, kendi virdinin gücünün, belli bir anda, şartlara ve zamana bağlı olarak, o an için elinden geldiği kadar 215
iyi ve eksiksiz olmasını sağlamaya çalışmalıdır. Yapılan her şey iyi bir şekilde yapılmalıdır, çünkü kişi iyi ve kamil bir insan ol ma görevini üstlenmektedir Şimdi buradaki "iyi" kelimesi, her türlü yoruma açıktır; kişi, ona istediği anlamı yükleyebilir "iyi", itaat ve alçak gönüllülükten hayırseverliğe, öteki yanağı nı dönmeye kadar her şey ve belli şartlarda tam olarak uygun olan başka her türlü ideal ya da felsefe anlamına gelir. Allah'tan başka, bir insanın niyetinin ne kadar iyi olduğu na ya da o n u n gelenek içerisinde bir şeyi ne kadar iyi yapmaya çalıştığına dair kim hüküm verebilir? Bir yere kadar, sizi irşad eden ya da rehberlik yapan kişi bunu kontrol edebilir Ancak böyle bir kontrolü üstlenecek ilk varlık ya da insan, kişinin kendisidir Kişi zaten oradadır, ne niyet taşıdığını kendisi b i h r Arzu ladığı şeye dair daha büyük ya da daha küçük bir fikri olabilir, daha dar veya daha geniş bakabihr Ancak yönelim veya amaç, his ve hareketlerinin doğru olduğunu teyit eder hale geldikçe - b u günbegün olmak zorunda değildir, çünkü bazen sadece bir anhk hissedilebilir- hareketlerinin doğru olduğu kanıtlanmak tadır; kişi de gerçekten bir şeyler hissediyordur. Bu, yine bir virdden, dersten, toplantıdan, bir yere yapılan ziyaretten veya bir şeyi okumak ya da dinlemekten elde ettiği yararın kişi için bir şey ifade ettiği anlamına gelir Herkese aynı şeyi söylemez çünkü işin içinde çok fazla ölçülemeyen etken vardır Gelenekte, ya benden duyduğunuz ya da çeşitli kitaplar dan okuduğunuz çeşitli evrada dikkatle bakarsanız, neredeyse kişinin yalnızca daha verimli bir yolla değil, aynı zamanda (bu ifade edilmesi zor bir kavramdır) insan kendisini daha iyi tanı maya başladıkça, ona daha doyurucu ve tatmin edici gelen her şeyde her türlü olanağın bulunduğunu göreceksiniz. Bunların hepsinde de kişinin o andaki çabasını ve zamanını azamiye çı karma göz ö n ü n d e bulundurulmalıdır Bunda gizli bir çeşit bil mece vardır; çünkü kişi kendini tanıdığı ölçüde, az ya da çok, kendisi hakkında hüküm verecektir Yine bu kendi kendini in216
celetne, inceden inceye tetkik ya da düşmanca bir eleştiri değil dir Kişi, sanık sandalyesinde, şu şu durumda dikkati, coşkusu, doğruluğu eksik diye işkence görmez. İnsanlarm kendilerini zorladıkları doğrudur ama kontrollü bir şekilde, öğrenmiş ve ya öğrenme sürecinde oldukları bazı şeylere başvurarak. İnsanlar, ".Ah, yapamam" ve "Yapamayacağım" ve batta "Te levizyonda güzel bir program var, o yüzden haftaya derse gitme yeceğim. Onun yerine zihrimi 200 kere çekeceğim" demektedir ler Böyle olmaz. Gelenekteki bütün evrad, birbirleriyle uyumlu olacak şe kilde bina edilmiştir Evradın bütün niteliği, doğası, enerjisi ve ürünü birbirini tamamlar Bu yüzden de, "Salı günü derse gitseydim, X miktarda enerji alacaktım. Aynı miktarı, zikrimi 200 kere çekerek de alabilirim; böylece onu telafi eder." demek müm kün değildir Bu biç doğru da değildir Başka insanlarla birlik te yapılan bir virdin enerjisi, hareketi ve uyumu, kişinin kendi şahsi zikrinden daha farklı bir uyum oluşturur Geleneğin çok kesin, sağlam ve tutarlı olan bütün yapısı, gelenek ile kurallar, düzenlemeler, enerjiler, varlık ve gelene ğin özü arasındaki etkileşimin yanı sıra, bunlarla insan faktörü arasındaki etkileşime de bağlıdır Gelenek insanlar için ve in sanlar arasında vardır Soyutta ya da bir boşlukta var olamaz. Eğer değişken faktör (ki bu insan faktörüdür) gelenek bağla mında, kurulu bir çerçeve içerisinde bu işlevini yerine getir mezse gelenek yok olmaz. Ancak, insanlar, yazılar, metinler ve bütün araçlar oradaysa ve insanlar onları hâlâ görmezden geli yorsa, o zaman elbette onlardan yararlanamazlar Bu çok açık tır Geleneğe hiçbir şey olmaz; sonunun gelmesinden başka. Onun sonu gelirse, insanlığın sonu ne olur? Bu bir bilmecedir ve kimse cevabını bilmemektedir Bireysel ya da grup halinde olsunlar, geziler özel günler, seyahatler, müzik vs. şeklini alsınlar, farklı faaliyet ya da meka nizmaların hepsinin kesin bir amacı vardır Hepsi birbiriyle ilişkilidir Tek başlarına işlevlerini yerine getiremezler 217
Sonuç olarak, vücudun büyük bir kısmı sudan oluşmakta d ı r Sizin kendi başlarına, boşlukta işlevlerini yerine getireme yen kemikleriniz, sinirleriniz ve başka şeyleriniz vardır Elbet te, bir anlamda bunu yaparlar; elimi oynatırsam, vücudumun b ü t ü n kas sistemini işin içine katmam gerekmez, yani elim iş lerken, vücudumun diğer kısımları dinlenecektir Aynı benzet me gelenek için de yapılabilir Kişisel bir dersteki vird, enerji ve ilişki ile bir grup virdi bağlamındaki aynı türden ilişkiler birbirleriyle uyum içindedir Bunlar birbirlerini tamamlarlar ama birbirlerinin yerine geçmezler; "Eğer bir derse gitmezsem, şunu şunu yaparak onu telafi edebilirim." diyemezsiniz. Bu işlev lerin bepsi de, evradın bütünleyici birer parçası, resmin bir parçasıdır Ne ölçüde olursa olsun, bunların hepsine katdım, mantıken m ü m k ü n ve gereklidir; çünkü bunların hepsi de ay nı şeyin parçalarıdır. Eğer "Bir insan yapacağım" der ve çok fazla sıvı kullanırsa nız, bu işe yaramayacaktır Yapamazsınız çünkü kemiğe, sinire, kasa ve başka bir sürü parçaya ihtiyacınız vardır Birbirlerini tamamlayan, birbirleriyle uyum içinde olan kaslar olmadan, kemikler de olamaz. Aksi takdirde, insan organizmasının bir parçasındaki dengesizliğin neden olduğu hastalıklar gibi so runlarınız olurdu. Aynı şeküde, gelenekteki bir vird içinde, otuz, kırk ya da elli kişilik bir grubunuz olsun, bunların on ta nesi derslere düzenli olarak gitsin. Eğer geri kalan kırkı evde oturup, "Tamam, hafiaya iki kat fazla özen göstereceğiz" ya da "Hafta boyunca zikrimizi çekeriz, o da bunu telafi eder" derse o zaman bir dengesizhk olur çünkü bireylerin girdi miktarıyla grubunki birbirine eşit olmayacaktır. Grup faaliyetinin uyum lu olması gerekiyorsa, bu uyum, iki dişli çarkı gibi birbirine ge çen bir etmenin ü r ü n ü d ü r Ancak, uyumlu ürün verme yalnız ca kısmi olduğunda, bir taraftan kaynaklanan bir dengesizlik olacak ve bu iki çark asla birlikte hareket edemeyecektir Sorun, insanı belli düşünce ve duyguların harekete geçir mesi olmalıdır İnsanlar duydukları ve okudukları şeylerin yankısını duyarlar Öyleyse gelenek içindeki farklı evradı ola218
bildigince yakından takip etmeUdirler ki, farkh şeylerden aynı ölçüde duygu ya da izlenim edinebilsin ve bunları hissetmeyi umabilsinler. Bu şekilde biri şöyle diyebilir: "Şu zamanda şu dersi yaptım ve bir şey hissettim." Bunu kaydedin. Ona bir isim veya ölçü koymayın. Yalnızca kaydedin. Ve yine bir şeyi okur ken, dinlerken veya bir yeri gezerken o ilk duyguya benzer bir duygu oluşursa, bu ikisini bir araya koyabilirsiniz. O iki şey işliyordur. Sonra başka şeyler de bunların yanında işler. Kesinhkle, farklı seslerle bir ezgi yapamazsınız. Bir orkest ra uyumlu bir şekilde çalışmıyorsa, sonuç alamaz. Sonucu na sıl bilirsiniz? Duyguyu nasıl tanırsınız? O duyguyu nasıl ölçer ve onunla ne yaparsınız?.Bunların hepsi kişisel şeylerdir. İn sanlar geçmişleri, eğitimleri ve başka bir sürü şey nedeniyle farkh şekilde hisseder ya da tepki gösterir. Geçmişleri ve şart lanmaları, onların duygularını farklı şekilde kaydetmelerine ve bunları kendilerine farklı şekilde açıklamalarına neden olur. Bazdan canlı bir şekilde, bazıları daha az canlı, bazıları da red dedici bir tavırla. Ancak, içinde ders, okuma ya da dinlenme olan herhangi bir şeyi yaparken, kişinin, nasıl hissettiğinin far kında olması önemlidir. Yine bu, bir şey yaptıktan sonra ken dini kontrol ederek "Bir şey hissediyor muyum? Ne hissediyo rum?" demek için kendini kendisinden koparmak şekhndeki bir tür saplantıya dönüşmemelidir. Bu tür bir şeyin, kişinin dikkatini, yaptığı şeyden başka bir yöne çekmesi bir tarafa, o noktada kişi ya bir şey hissetmeye başlayacak veya "Bir şey hissetmiyorum, bende bir sorun olmah" şeklindeki dile getirilmeyen suçlamaya cevap olarak bir şey hissettiğini hayal edecektir Bu, böylesi insani bir durumun parçasıdır İnsan bir şeyi hisseder ya da hissetmez. Eger bir şey hissediyorsa, onu kaydetmeli veya not etmelidir Hissetmiyor sa da, umutsuzluk ya da keder için bir neden y o k t u r Bunu belli bir tecrübeyle söylüyorum. Kişisel veya toplu bir ders yapılsın, müzik dinlensin veya bir şey okunsun; bunu kaydetmek yalnızca en yararlı ve iyi yol değil, aynı zamanda en 219
pratik ve insan için en gerçek y o l d u r Bu, illa kişinin aynı şeyi giderek daha yoğun hissedeceği anlamına gelmez. O her ney se,.sadece kaydedin. Eğer bu, kişisel ders yapdırken olursa, o duyguyu dersin başlangıç noktası olarak görün veya düşünün; sonra da onu, "3. artı" veya "5. artı" -nasıl isterseniz- diye ad landırın. Bizim ölçümüze göre, her kişisel ders, bir öncekinin deva mıdır; bu nedenle asla sıfırdan başlanmaz. İnsan açısından, bir dersteki bir duyguyu yaşayıp ona " 3 . artı" demek ve sonra " 3 . artıdan başlıyorum" hissini hayalinde canlandırmak veya yeni den oluşturmak, sonra da kendi kendine bunu söylemek çok daha iyidir "Bu, çocuklara göre" diyebilirsiniz, hayır; öyle de ğil. Çünkü bu bir gerçektir ve bir etken olarak gerçekleşmek tedir Bugün yaptığı kişisel ders, kişinin şimdiye kadar yaptığı ilk ders değildir; 950. dersi olabilir. Öyleyse not edin, fark edin, kullanın, hissedin ve görün. Bunların hepsi Nakşibendî usullerindendir Hepsi de, kişi nin kendini gözlemesi, incelemesi, duyması ve insanın belli bir şeye verdiği önemin ya da bu önemdeki ufacık bir artışın, onu o evrada dair nasıl daha mutlu kıldığını anlamasından kaynak lanır Çünkü bu kişiden kişiye değişen bir şeydir Başka bir de yişle, b ü t ü n kişisel ve toplu derslerin, bir şeyler okuyup dinle menin, hepsinin yeri ayrıdır İnsan birini diğerinin yerine ya pamaz. "Aslında kişisel dersimi yaparken daha mutlu oluyorum, hu yüzden de ötekileri boş vereyim" diyemez. Ancak, kimilerinin okuma, dinleme veya ders olsun, yoğun bir evradın makul ol duğunu düşünmesi de mümkündür. Böyle diyerek kırk günlük orucu ya da buna benzer bir şeyi kastetmiyorum çünkü bu baş ka bir topluluğun konusu. Ama bir insanın kendisine daha güçlü ve iyi şeyler vereceğini veya onu bu şekilde etkileyeceği ni düşündüğü bazı alanlar vardır Dediğim gibi, bu belki diğer lerine göre biraz daha zorlandıkları bir sahadır Ama yine de bu, kırk gün oruç tutmak veya Mesnevi'yi baştan sona okumak için verilen bir açık çek değildir Bu, takdire şayan ama çok da zahmetli bir şeydir 220
öyleyse, okuma ya da dinleme gibi bir faaliyetin kişinin kendisi tarafmdan harekete geçirebileceğini izleyin, düşünün, hissedin, kullanm ve görün. Bu faaliyetleri yalnızca, dürüstlük, doğruluk gibi toplumda makul olan, herkes tarafından bilinen şeyler hakkında değil, aynı zamanda kişinin içsel gelişimi bağlamında da bu yapılmalıdır: Kişinin içinde cevapsız kalan sorular nelerdir? Bu sorulara kısmi cevapları bulması nerede ve nasıl m ü m k ü n olur? "Benim kaderim nedir? Ben kimim? Neredeyim?" gibi büyük sorular sormayın. Bu sorular, bir sürü insan tarafından ciltler boyunca tartışılıp durmuştur. Bunlan okuyabilirsiniz, umarım bitirecek kadar sabırlısınızdır çünkü bazıları son derece abartı lı. Bu kitapların bazıları, gerçekten size bazı şeyleri açıklayabi lir; ama elbette, önemli olan şey, bunları sizin kendinize nasıl açıkladığınız, gelenekte erişebileceğiniz şeyleri nasıl kullandı ğınız ve bunları neden kullanmanız gerektiğidir. Bunu ben söy lediğim veya böyle yazıh olduğu için değil, bir şey ürettiği, siz de bir karşılık bulduğu için yapmalısınız. Kendinizle gelenekteki bir yazar arasında uyum arayın, Bu, "Ömer Hayyûm'ı veya îbn-i Arabi'yi okuyup diğerlerini bıra kacağım" demeniz anlamına gelmiyor. Geleneğin belh kaynakları arasında kurulabilecek bir ben zerlik vardır. Bu benzerlik güçlendirilebilecek ve üzerine inşa edilebilecek bir temeldir; böylece bazı şeyler daha açık ya da daha odaklanmış bir hale gelir. Çünkü kişi belki de belli bir ya zarı çok yakından tanımlıyor, bir anlamda, kendisine onun gö zünden bakıyor olur. Bu bir hile değildir; yapılması zor olan ama üzerinde düşünülmesi gereken bir şeydir Tetikte olmak daimi bir gerekliliktir Bu, gereğinden fazla eleştirel bir tetiktelik değil, etrafta veya kişinin kendi içinde belirli bir duyarlılık olduğunda zamana, mekâna veya bazı şey lere dikkat etmektir Böylesi zamanlarda, kişi gerçekten kendi siyle temas halindeyse ve kendisini düzgün biçimde hissedebiliyorsa, o zamanın, enerji, mesaj ve felsefenin gerçekten emil221
digi zaman olduğunu hissedebilir. Gerçekten emildigi, yalnız ca öylesine üstlenme anlamında değil. Kişinin düşünce ve işle rinde kullandığı tanıdık bir şey haline gelir Bu nedenle, size, geleneğe farklı düzeylerde ve farklı tavırlarla yaklaşmanızı öneriyorum. Yalnızca "gözden geçirme" olarak değil, sorgulama ve meraklı bir şekilde inceleme olarak. Gökkuşağının dibindeki altın küpünü değil, küçük bir kı vılcımı ararsınız; sonra da onu takip edersiniz.
222
Gezilerin Bazı İşlevleri Gelenekte yerine getirilen işlevlerden biri de Türkiye'ye veya başka yerlere düzenlediğimiz geziler gibi yollarla, insan lar, mekânlar ve başka şeylerle temas kurmak, teması sürdür mek ve derinleştirmektir. Burada birçok etken devreye girer Bu gezilere dünyanın farklı yerlerinden farkh gruplardaki in sanlar katıldığı için, bu geziler elbette teması arttırır ve insan ların adlarını daha az anonim hale getirir. Şilili Pedro'yla veya Fransalı Françoise'yle aradaki temas, kişiyi görerek ve tanıya rak kurulduğunda daha yakın olur ve böylece, farkh grupların neden farklı şekillerde işlediklerini, ilerlediklerini ve bocala dıklarını anlamak daha kolay olur. Kişi, örneğin, Arjantin'de, Brezilya'da, Amerika'da, Fran sa'da, Almanya'da ya da İspanya'da yaşıyorsa, her bir farklı gru bun aynı şekilde çalıştığını, aynı tarih ve zamanlarda aynı top lantıları yaptıklarını, aynı amaç ve niyetlere sahip olduklarını, bu nedenle, bir insanın her grupta aynı şekilde çalışacağını dü şünmesi teorik olarak mümkündür. Bu teoride doğru olabilir, ancak, her bir grubun işleyişini etkileyen coğrafi, jeodezik, pragmatik etkenler gibi birçok etken de hesaba katılmalıdır Eğer derslerinin biçimi, yaptıkları okumanın biçimi ya da belli bir zamanda üzerinde çalıştıkları metin farklıysa, anlaşıla bilir ve gerçek dürtü şu olur: Diyelim ki, İspanya veya Fransa'daki bir gruba henüz sözünü etmediğim bir konudaki ko nuşmamı okuyan tercüme eden veya dağıtan Arjantinli bir grup var ve tspanyalı veya Fransalı kişi o gruptan biriyle karşı laşıyor Bu kişi, doğal olarak o metinle ilgilenecek ve onu kul lanıp kullanamayacaklarını merak edecektir Kendilerine sık lıkla sordukları soru, kendi ellerindeki metinlerin ve yaptıkla rı evradın diğerlerininkilerden daha mı düşük veya daha mı 223
ileri seviyede olduğudur. Söylediğim şeyi tekrar etmek istiyo rum çünkü bu yaygm bir hata. Normal ve insani, ancak aynı zamanda rahatsız edici bir hata. Kişi, bir grubun ne yaptığına veya diğer g r u b u n ne yapmadığına bakarak bir yargıya vara maz, karşılaştırma yapamaz. Ancak şu düşünce insanları ayar lıyor: "Onların şu anda okudukları metni biz üç ay önce okuduk; demek ki onlardan üç ay ilerideyiz." Bu tür genellemeler yapmak ve kıskançlıktan ya da rekabetten olmasa da geleneğin genel fa aliyetleri içerisinde "bizim grup "un yerini tahmin etmeye çalış mak gayet insani duygulardır. Bunu bütün gruplar yapar. Ar jantinli veya Brezilyalı birinin bir Fransız ile konuştuğunu ve her birinin diğerinden henüz kendisine söylenmemiş bir sırrı öğrenmeye çalıştığını gördüğümde ben de (sadistçe değil, seve cen) bir haz duyuyorum. Bu, bir çeşit biçimlenmiş dans gibi. iki kişinin, anlamsız da olsa (ki çoğunlukla öyledir ama en azından "Ben Tarzan, sen Jane"den daha öte bir şey), bir çeşit ortak dil bulduğunu, birbirlerinin etrafında durup nasıl bir tepki alacağını görmek için belli kelimeler, tabirler, terimler ve alıntılar söylediklerini görürsünüz. Eger diğeri korku veya şaş kınlıkla sendelerse, "Hm, bu ilginç" diye düşünürler. Aslında bunun nedenini ve anlamını bilmezler ama bir tepki almışlar dır. Yalnızca çok zeki olmaya çahşıyorlardır. Bunun eğlenceli olmasının nedeni, benim kendi köşemde oturup dünyanın dö n ü ş ü n ü seyrediyor olmam; bu bir oyunun açümasını görmek gibi. Geçen yıl oturduğumuz gibi bir cafe veya restoranda, ikiüçer kişihk yaklaşık on grup, bu rutinden geçerek, gidip grup larındaki diğer üyelerle'paylaşabilecekleri fazladan bir bilgi edinmeye çalışıyordu. Eğlendirici olan, hünerin övülmeye değer olması. Keşke bu derece planlama ve kurnazlık, daha iyi bir kehme kullan mak gerekirse, bu derece yoğunluk yararlı bir biçimde kulla nılsa... Bu, olanlar hakkında olumsuz bir eleştiri değil, böyle şey ler her zaman olur. Söylediğim hiçbir şey bunu durdurmaz, as lında b u n u engellememi gerektiren bir şey de yok. Bir emir 224
kullanmayacağını. Daha önce de söylediğim gibi, başka tarikat lardan veya başka evraddan bir şeyler kopyalayarak bunları karıştııamazsınız. İnsanların seyahat edip başka gruplarla temasa geçerek, onlara söylediğim, kendileri için şaşırtıcı bir parça bil gi olup olmadığını bulmaya çalışmaları yeterince yaygın. On İarkh yerde bunun gerçekleştiğini gördüğünüzde, oldukça eğ lenceli oluyor. Aradıkları doga üstü bilgiyi almayı başarıp ba şaramadıklarını, yüzlerindeki donuk bakıştan anlayabilirsiniz. Birisinin söylediği bir şey onları çarpmıştır ama bekledikleri biçimde değil. "Onu buldum." diye düşünerek ayağa kalkarlar ama ayağa kalktıkları anda onu u n u t u r l a r Sonra, donuk bir yüz ifadesi ve sabit bir gülümsemeyle yürüyüp giderken şöyle düşünürler: "Neydi acaba?" Sonuçta, o gün ya da o hafta olmasa da, onu kafalarında oturturlar Bağlantısız bir referans noktası kullanmışlardır ve "Bu kişiler şeyh ejendi'ye çok yakın olan Londra veya Paris gruhundalaı; şeyh efendi muhtemelen onlara, biz zavalb ölümlülere anlattığından daha fazlasını anlatıyordur, bu yüzden hadi onlar dan bilgi sızdıralım" varsayımına dayanarak birisiyle konuşma ya başlamışlardır Başlangıçtaki varsayımları, şaşırtıcı bir şeyin söyleneceği şeklindedir Bu tehlikeli bir varsayımdır çünkü kafa karıştırır, Kimseye gerçek bir zarar vermez, bu nedenle "tehlikeli" keli mesi abartılı olabilir Ancak, insanın kafasını karıştırır çünkü ellerine bir şeyin geçmesini bekledikleri için, ellerine bir şey geçtiğini düşünürler ve "Onu buldum" derler Sonra yürür gi derler ve baktıklarında ellerinde hiçbir şey yoktur. Bu da kor kunç bir karışıklık ve ümitsizliğe yol açar: "Nereye gitti?" Hiç bir yere gitmedi. Halızanızda kalacak. Bir düğmeye bastı, doğ ru zaman ve durum olduğunda, yani kişi o bilgiyi anlayıp kul lanacak duruma gelince, resim yerine oturacak. Birçok insan ve grubun kervan ya da benzeri bir şeyde bir araya gelmesinin birçok işlevi vardır Birincisi, benim zaman zaman bazı şeyleri kontrol etmek için İstanbul veya Konya gi225
bi bir yere gitmeni gerekiyor olması. İkincisi, birlikte seyahat eden insanlar, yolculuğun iyi, kötü ya da önemsiz tecrübe ve sıkıntılarını birlikte yaşamakla kalmaz, aynı zamanda bu, onla rın kendi davranışlarını başkalarında ve başkalarının davranış larının kendilerinde yansımalarını görmelerini sağlar. Yani, başka bir grupta, yanlış şekilde konuştuğunu, davrandığını ve ya fikrini söylediğini düşündüğünüz birini gördüğünüzde, bu sizin şöyle düşünmenize yardımcı olabilir: "Ben de böyle düşün müştüm ama üstesinden geldim. Bunu nasıl başardım?" Kendinizi her geçenle kıyaslamıyorsunuz çünkü aynı refe rans noktalarına sahip değilsiniz. Bizim gelenekte kullandığı mız referans noktasını kullansalar bile, bunu farklı bir niyetle ve farklı bir biçimde kullanıyor olabilirler. Yani onların söyle dikleri şeyler, bizim kullanmakta olduğumuz referans noktala rına uyguladığımız kısıtlama ve kurallara göre düzenlenme miştir. İşte bu yüzden, başka insanlarla konuşmak ve fikir alış verişinde bulunmak kişinin yalnızca kendi güdülerini değil, başkalarının güdülerini de anlamasına yardımcı olur. Ayrıca, bazen coğrafi, siyasi veya başka nedenler yüzünden insanlara uygulanan yasaklamaları, sorunları ve kısıtlamaları da açıklığa kavuşturur. Referans noktaları benzer olduğu sürece, kişilerin konu şup fikir alışverişinde bulunamamaları ayrıca bir araya gelme leri ve bizim ziyaret ettiğimiz yerleri somut anlamda birlikte zi yaret etmeleriyle oluşan enerjiyi de değiş tokuş edememeleri için hiçbir neden yoktur. Kişinin geçmişte ziyaret ettiği ve an laşılacağı üzere gelecekte de ziyaret edeceği yerler, geleneğin, o yerin başka yerlere göre değeri ve niteliğine bağlı olarak belli dizayn ve göstergelere göre yeniden veya sıfırdan inşa edilmiş yerleridir. Bunda doğa üstü bir şey yok. Aksine, bu oldukça bi limsel bir inşa türüdür. Bu tür mekânlar, belli türden maddele rin bir araya gelmesiyle oluşan ve bu enerjinin akarak o mekânın ambiyansının değerini arttıran manyetik ve başka akımların yanı sıra, belirli bir niyet ile inşa edilmiştir. Bu mekânlar insanların yokluğunda da işlese bile, insanların var226
İlgi ve o mekânları ziyaret etmek için toplanmaları, işlevinin artmasını sağlayan bir nevi katalizörlerdir. İnsanlar bazı yerlerin "büyülü" olduğu gibi kelimeler kul lanır. Benim işim "büyü" değil; benim işim gerçekler ve yararUlık. Bir şeyin "büyülü" olduğunu söylemek, onun doğanın de netiminin dışında, dolayısıyla da insanların katılımda buluna mayacağı bir şey olması demektir Bu, o şeyi otomatik olarak batıl bir alana dahil eder. Belirli bir yerde, belli bir plana göre inşa edilmiş bir mekânda insanların bulunması, o mekânın niteliğini arttırır ve bence insanlar da bunu fark e d e r Bu değerlidir çünkü insanla rın kafasını karıştıran, aklına takılan ve onları endişelendiren şeylerin çoğu, böylesi bir mekânın ziyaret edilmesiyle ortadan kalkar.Bu her şey için bir reçete değil ve geleneğin mekanlarıy la sınırlı değil. Güvenilir, ilahi bir din veya iyi bir felsefe tara fından pozitif enerjiyle doldurulan pozitif nitelikh herhangi bir yer kişiyi, iç varlığında dolaşan negatif yükün çoğundan kurta rır. Bazı mekânlarda tıp, fizik veya anatominin açıklayamadığı, mucizevi tedavilerin gerçekleştiğini herkes bilir Böylesi olay lar ender olsa da tamamen açıklanabilirler. Olan şey daha çok şu: Rahatsızlığı ister dış bir kaynaktan fiziksel veya zihinsel olarak etkilenmek şekhnde olsun, isterse de kendi sorunları, kafa karışıklıkları veya zorlukları olsun, kişi bu tür bir mekân dan yararlanır çünkü yüksek derecede pozitif yüklü bir alan dan geçmektedir. Bu pozitif yük, belli fiziksel, zihinsel veya ki şisel sorunların neticesinde kendilerinde tuttukları negatif yü kü etkisiz bırakacak kadar güçlüdür Bu tür şeyler doğa üstü değildir Oldukça doğaldır çünkü belli faktörlerin bir araya gel mesiyle, yani insanların bir mekânı ziyaret edip bütün formül içinde bir katalizör görevi görmeleriyle oluşur Bu mekân ener jiyle dolu olarak faaliyete geçmiş ve çalışmaktadır ve görünür de bazı karakteristikleri vardır Gelenekten olan insanlar o mekâna girer girmez, reaksiyon ve buna bağlı olarak pozitif 227
enerji miktarı artar. Bu yüzden, böylesi bir mekânı ziyaret eden kişinin, bu ziyareti grubundaki herkes için gerçekleştirmiş ola cağını söylüyoruz çünkü o kişi hem o enerjiye katılır, hem de ondan geri alır. Böylece bütün grup bundan istifade eder. Bu nedenle gruptan bir kişi, yalnızca grubunu fiziksel olarak tem sil etmekle kalmaz, aynı zamanda grup adına katalizör görevi görerek o mekânda potansiyel olarak bulunana ve insanların ziyaretiyle aktif hale gelen enerjiye erişir. Tekrar edersem, bu olgu gelenek tarafından inşa edilmiş veya kullanılan mekânlar la sınırlı değildir. Başka birçok yerde de vardır ve belli yerlerin değerini fark etmiş olan gelenek kadar eski başka felsefelerin de bir sonucu olabilir. Örneğin, bu felsefeler o yerlerde manas tırlar, kaleler, camiler vs. inşa ederek o yerde bulunan pozitif havadan faydalanmış olabilirler. Bu tür yerlere biz "sıcak noktalar" diyoruz. Enerjiyle dolu durlar ve iletişim kurarlar. Ürkütücü, doğa üstü bihm-kurgusal bir biçimde değil, insanlar aracılığıyla. Ortaçağ'da da buna benzer biçimde hacıların Compostella'ya ve diğer yerlere yürüyüşleri olurdu. İnsanlar belirh yollar da yürür, belli manastırları, yerleri ve harabeleri ziyaret eder, belli yadigarları görürlerdi. İnsanlarla temaslar ve bağlantılar kuruyorlardı, çünkü gelenek insanlar aracılığıyla ve onlar için çalışır. İnsanların yokluğunda, gelenek bir enerji, bir işlev, bir felsefedir; ama insanlar belli yerlere seyahat edip oraları ziya ret ettiğinde ve oralarla iletişim kurduğunda, enerjinin akışını sağlayan denkleme fazladan bir madde eklemiş olurlar. Sultan Ahmet Camii ve Nötre Dame de Paris'in her ikisinin de bina olduğunu söyleyebilirsiniz. Ama her ikisi de ibadet yerleri olmasına rağmen, bağlantı nerede? Her ikisi de bir işlev için inşa edilmiştir ve bu işlev hem minıarlar hem de binanın kendisi tarafından oluşturulmuştur. Böylece -hangi sırayla olursa olsun- binaların önce birini sonra diğerini ziyaret eden insanlar ikisi arasında bir bag kurmuş olurlar. Bu, gerçek bir fi ziksel insan bağıdır. Her ikisinin de dünyanın yüzeyinde olma228
sı elbette aralarında bir bag kurar ama aralarındaki bag peş pe şe gelen ziyaretçiler ve bacılar tarafından kurulmuş ve sürdü rülmüş olur. Hacılar Avrupa'dan Kudüs'e, Avrupa içinde veya Orta Dogu ya da Orta Asya içinde belli hac yollarını takip et mişlerdir Eski hac yolları takip edilirse bu diyagram rahatlık la görülebilir.Eger haritada belh yerleri işaretler ve diyagramı üzerine koyarsanız, tamamen diyagramı takip ettiğini görebihrsiniz. Boşta kalan bir ucu yoktur çünkü denklem bir kapalı faktördür: X+Y=Bir şey. Eger X'in değeri biliniyorsa ve Y'nin değeri de bihniyorsa, sonucun =Z'de bilinmesi gerekir İster Kudüs'ten Kutsal Kabir'e, isterse de Nötre Dame de Paris'ten Chartres'e uzansın, aynı şey hacı yolları arasındaki bağlantı için de geçerlidir. Bu yollar, mükemmel derecede uyumlu ve enerjinin o bölgede tutulması anlamında kapalı olan diyagramlar ortaya koyarlar Alışverişi sağlayan öge, insan bagı, insan öğesidir Böylece, Ortaçag'dan itibaren, hacıların belli noktalan ta kip etmesi fikri ortaya çıktı. Bu, bu yolların birleştiğini bulabil mek için üzerlerinde çalışan insanlar için şaşırtıcı değildir İs ter batıdan doğuya, isterse de doğudan batıya giden hacılar ol sun, bunlar uyumlu bir bağlantı modeli oluşturacak şekilde birleşirler Böylesi geziler, gezi sırasında kişilerin eğlenmesinin yanın da, öğretilerin uyumlu ve yararlı bir parçasını oluşturur Farkh gruplar arasındaki bağlantıyı sürdürür ve güçlendirirken, in sanların kendilerine farklı bir şekilde bakmasını sağlar Bu çok değerli ve yeterince fark edilmeyen bir noktadır Bazen insan lar, başkalarının kafası karışmış bir şekilde davrandığını veya konuştuğunu gördüğünde, bu onlara kendilerinin yansımasını görme imkânı verir
229
Gurdjieff, Ouspensky ve İcazet Birçoğunuz, "İnsanın Evrimi" ile bağlantılı olarak Gurdji eff ve Ouspensky isimlerine aşinasınızdır. Bazılarınız Rafael Lefort'un "Gurdjieff'in Hocaları" isimli kitabını okumuş ve Gurdjieff'in gelenek içinde nerede ortaya çıktığına -eğer çıkı yorsa- dair bir fikre sahip olabihr. Bu karmaşık bir nokta değil ama Gurdjieff ve Ouspensky üzerinde çalışmış ve bu iki insan la ilgili bazı ilginç fikirleri olan insanlar var. Bizim geleneğimizin bakış açısına göre, Gurdjieff'in, ken dilerinden hareket, nefes, hüsn-ü hat, renkler ve müzik hak kında belirli şeyleri öğrendiği bir dizi hocanın tedrisinden geç miştir. Bu hocaların her biri ona belli şeyler öğretmiş ve onu başka bir hocaya emanet etmiştir. Gurdjieff, Avrupa'da ortaya çıktığında, güçlü bir kişiliğe sahip olduğu muhakkaktı. Geleneğimizin belli yönlerini ve ev radını sindirmişti. Sonra da bunları, insanın derin anlama gü cü ve diğer birçok yönü için yararh olduğu düşünülen bir tür disiplin oluşturacak şekilde birleştirdi. İşin şanssız tarafı şuy du: Gurdjieff elbette Şeyhten Şeyhe dolaşmış ve elbette birçok yöntem, referans noktası, müzik, hareket vs.yi sindirmişti. Ama öğretmek için icazeti yoktu ve bu, çok temel, önemli ve can alıcı bir etkendir. Gelenekteki bir kişi, insanlarla ilgilenir, onları etkileyebilir, onlara nasihat edebilir, bir şeyler öğretebi lir ya da onları iyi veya kötü niyeti için kullanabilir. İşte bu noktada icazet meselesi devreye girer. Gelenekte, belirh bir yere gönderilen herkesin mürşitlerin den icazet alması gerekir, alır da. Bu, ona öğretme yetkisini ve ren tek şeydir. İcazet olmadan, belli şeyleri öğrenmiş ve benim semiş olan bir kişi çok zarara neden olabilir. Gerçek bir icâze-
230
tin oluşturulması konusunun bu kadar vurgulanmasının nede ni de budur. İcazet, lisans ya da yüksek lisans diploması gibi bir belge değildir; o kişinin, insani, entelektüel, dilbilimsel vs. bütün alanlardaki mürşitlerinin onayına dayanan bir ferman dır Kişinin icazet alabilmesi için, hangi alanlarda eğitim almış olursa olsun, bütün mürşitlerinden onay alması gerekir. Gurdjieff'in böylesi bir icazeti yoktu. Birçok mürşidin ted risinden geçmiş ve öğrendiği birçok şeyi, kendisinin oldukça güçlü kişdiğiyle bir araya getirmişti. Sonra da, Gurdjieff'in öğ retmek için icazeti olup olmadığını yargılayamayacak bir top lumda bir şeyler öğretmeye başladı. Bu toplum, Gurdjieff'in kendisiyle ilgih söylediği şeylerle, kendilerinin onun hakkında düşündükleri şeyler arasında bir ayrım yapabüecek düzeyde değildi. Gurdjieff sahneye çıktığında, Avrupa'da, sûfîlik veya gelenekle ilgili pek bir bilgi yoktu. Elbette, el yazmaları ve ki tapların yanı sıra birçok hocanın yaptığı çeviriler vardı ama Orta Asya'da ve diğer Arap ülkelerinde varolduğu biçimiyle ge leneğin asıl yaşam biçimi batıda anlaşılmamıştı. Bu nedenle, günün birinde çıkıp, insanlara belli bir vaatte bulunan ve ki barca söylemek gerekirse, hocalardan öğrenilen geleneksel tak tikleri kullanan ama bunları yanlış uygulayan bir organizasyon kurmak oldukça kolaydı. Önemli tehlike de işte bu noktadadır. Başlangıçta sûfî.mürşitleri, gerek insanların silkelenip kendile rine gelmelerini sağlamak için "takkan" yani "şok taktiği"nı kullandıklarından, gerekse başka bir yerde öğrenip uyguladık ları gerçek yöntem burada uygulanamayacağından, birçok du rumda geleneklere uymayan yöntemlerle irşadı sürdürmüşler dir geleneksel yöntem, farklı bir kültür tarafından sindirilebilecek kadar değiştirilmemişti. Bu nedenle bu tür sürprizlerle karşılaşmak normaldi. İnsanlar belli şeyleri yapmaya, belli şeyleri okumaya ve kendilerini geliştirecekleri düşünülen biçimlerde davranmaya teşvik ediliyordu. Gurdjieff'in uyguladığı yöntemlerin çoğu 211
rasgele "Şöyle bir durum olursa bunu uygulayacağız" veya oriji nal öğretinin sindirilmemiş bir biçimi olarak uygulanmıştı. Ör neğin, geleneğin aşamalarından biri, nefsin fethedilmesidir; hiçbir şey haline dönüşmezsiniz ama bencillik ve "önce ben" tavrı yok edilir. Bu, kişisel azim ve rekabetin silindiği veya yok edildiği anlamına gelmiyor. Ama insanın kendi içindeki kişilik çatışmasının ve "Ben istediğimi yapacağım, geri kalanların da canı cehenneme" tavrının, genel menfaat için bastırılması gere kir. Bu nedenle, Gurdjieff'in uyguladığı başka bir ölçüte göre kibirli ve hatalı sayılabilecek bir insan, "kendisini kontrol eden" bu nefsi "fethedebilmek" için halkın arasında belli işlevleri ger çekleştirmek durumundaydı. Bu, birçok tuhaf olaya ve merak dolu sorulara yol açtı. Çünkü insanlar, nefsin sözde fethinin nasıl tuhaf, sıra dışı ve garip görünen belli bir hareketle ger çekleşebileceğini anlayamıyordu. Aslında, bu, yarı-öğrenilen bir şeyin yansımasıydı. Çünkü yarım doktor candan, yarım imam dinden eder. Gurdjieff'in kullandığı bazı teknik ve tak tikleri takip eder ve incelerseniz, bunların yarı-ögrenilmiş ol duğunu görürsünüz. Bir tekniği öğrenmekle onu nasıl kullana cağını bilmek arasında büyük bir fark vardır. Dünyadaki en iyi tekniği öğrenebilirsiniz ama eger bunu yanlış zamanda ve yan lış şartlarda uygularsanız, hiçbir işe yaramaz. Zamanın, ihtiya cın, mekânın ve insanların bilincinde olmanız gerekir; Eger bu etkenlerden bir tanesi bile eksik olursa, sonuç, ılımlı söylenir se kafa karışıklığı, en kötü ihtimalle de zarar olacaktır, Gurdji eff, önemli bir kişiliğe sahipti ve gözlemlediği, duyduğu veya yarı-öğrendiği tekniklerin çoğunu, bu tekniklerin veya söylem lerin kendileri için bir şey ifade edip etmediğini ölçenieyecek (ve elbette bunu yapmaya teşvik edilmemiş) olan çok tecrübe siz bir kitle üzerinde uyguladı. İster bir kitap ister bir müzik parçası olsun, bir şeyi oku mak ve dinlemekle onun sizin üzerinizde bıraktığı etki arasın da önemli ve kayda değer bir fark vardır. Üzerinizde "Bu Çaykovski, Şopen, Edgar Wallace" gibisinden yüzeysel bir etki bı232
rakmış olabilir, bu yüzden iyidir; ama ya bunun kişinin kendi içinde bıraktığı gerçek etki? Bunu söylemekteki amacım Gurdjieft'e saldırmak veya onu suçlu çıkarmak değil. O, oyuncak larla, üzerinde ustalık kazanmadığı tekniklerle oynayan biriy di. Buna kıyasla, bir de birçok ölçüte göre önemli bir deha olan Ouspensky var Eğer tartışma zekâ konusundaysa, bu noktada elbette Gurdjieff ile Ouspensky arasında bir kıyaslama olamazdı. Ouspensky samimi, eğitimli ve birçok durumda ol dukça zekiydi. Ancak, o da Gurdjieff'te olmayan etkenden yok sundu; ama Gurdjierf'in, bu etkenden yoksun olmasını göz ar dı etmesine ve sonuçta zarara neden olmasına karşılık, Ous pensky insanlarla görüşmeye, yazmaya ve konuşmaya devam etmiş, denemiştir Buradaki etken bağlantıdır Gurdjieff'in icazeti, dolayısıyla kaynakla bir bağlantısı yoktu, Bir öğretinin takibi, bir mürşit yoluyla kaynaktan yapıl malı ve bu ikisi arasında sürekli bir bağlantı olmalıdır Gurdji eff'in, kaynakla bir bağlantısı yoktu; eğer olsaydı, bu gelişi gü zel yaptığı şeyde ona bir nevi destek kazandırırdı. Ouspensky'nin de bağlantısı yoktu ama aralarındaki fark Ouspensky'nin, bu tür bir pozitif bağlantının araştırılması ve bu lunması gerektiği gerçeğinin daha fazla bilincinde olmasıydı. Bu, bazılarına göre ağır bir saldın olarak görebilir ama Ous pensky ile Gurdjieff arasındaki fark bilinçti. Gurdjieff'te bu yoktu. Gurdjieff ve taraftarlarının neden olduğu ve olmaya devam ettiği karışıklık ve zararın miktarı, ancak insan çilesi ve acısı anlamında ölçülebilir Gurdjieff'in ölümünden sonra yerini Madame de Salzmann'ın aldığı ve kendisini de oğlu ile diğer dans eden ayıların takip ettiği ve bu kişilerin, öğrettikleri şeyin gerçek olmadığını bildikleri, bizim geleneğimizin bakış açısına göre gayei anlaşılırdır Gelenekte doğmuş ve yetişmiş biri olarak, benim deneyen insanları eleştirmem çok kolay Maalesef, denemek diye bir şey 2.33
yoktur; bir şeyi düzgünce yaparsınız veya yapmazsınız. Gelenekten veya başka bir felsefeden bazı parçaları soyutlayıp bunları kafalarına göre düzenleyen ve sonra da bir kült olarak sunan insanlar kusurludur. Bu yaptıklarından sorumludurlar ve bana bunu bilmediklerini söyleyemezsiniz. Gurdjieff ve de Salzmann'ın ortaya koyduğu müziklerin yarısı, Thomas de Hartmann tarafından bestelenmişti. Bu müziklerin arasında, "Seyyidlerin Dansı" diye bir parça olması çok ilginç; ben bir seyyidim ve b u n u biç duymadım. Dediğim gibi, benim için bunu eleştirmek ve bunun bilinç sizce yapıldığını söylemek çok kolay Ancak, bir şeyi bildiğini zi d ü ş ü n d ü ğ ü n ü z d e , ondan bahsettiğinizde veya onu öğrettiği nizde, bunu bazı çekincelerle yaparsınız. Eğer bu alanda öğre time girerseniz, o zaman sorumluluklarınız vardır. Bu ahlakî bir sorumluluktur ve kişi böyle yapmamalıdır vs. Ama şu an daki Gurdjieff Enstitüsü türü şeylerin beni gerçekten rahatsız ediyor olmasının nedeni, bir anlamda geleneğe gönderme yapı yor olmaları ve metinlerinin, müzik parçalarının ve faaliyetle rinin, gelenekteki metinlerin evradın hafifletilmiş versiyonu olmasıdır. Bu yalnızca hoşuma gitmiyor değil, aynı zamanda benim için bir hakaret de. Eğer bir felsefe yapıyorsanız, bunun adını Gurdjieffçi, Murishçi vs. koyun. Bunun sorumluluğunu üstlenin, onu takip edin veya ortaya bir şey çıkarın. Ama baş kalarının eski kıyafetlerini giyip de onların size ait olduğunu iddia etmeyin. Parayla değil, insanlarla ilgileniyorsunuz ve in sanlar zarar görebilir. Geleneğin işlevlerinden biri insanları ge liştirmektir. İnsanlara zarar veren bir işe ne ad koyarsınız? Böyle bir şey için nasıl bir mazeret olabilir? Bu nedenle, söz konusu olan bir kitap ya da insan olsun, her zaman soyağacı ve icazeti göz önünde bulundurmalısınız. Belli bir Türkçe veya Farsça metnin çevirisini okumanız gere kip gerekmediğini merak ediyorsanız, öncekilere bakın, yazara bakın. Eğer bir kaynağa göre saygın olan birinin kitabını oku yor veya müziğini dinliyorsanız, kaynağı tekrar kontrol edin, icazeti yeniden kontrol edin, hâlâ var olan etkene bakın. 234
Amerika Birleşik Devletleri'nde, özellikle California'da (zaten California'da her şey vardır) birçok Nakşibendî, Kadirî, Mevlevî tarikatı vardır. Adı ashnda Joe Soap olan biri kendisi nin Şeyh Abdül-Hakim Nakşibendî olduğunu iddia ediyorsa, bu bir farklılık oluşturmaz çiinkü orası California'dır Bu, He rald Tribüne gazetesindeki "Mississippi Delta Üniversitesi'nden doktoranızı ahn" şeklindeki bir reklama iki yüz dolar yollamakla aynı şeydir. İki yüz dolar yollarsınız ve size sertifi kanızı yollarlar; ama bir de o sertifikayla iş bulmayı deneyin. Eger sizi çalıştıracak kadar saf birini bulursanız, olabilir. Peki, zarar nerede? Ashnda çok yoktur; ama birisi, "Ben bir Nakşibendî/ Mevlevi/ Kadirî/ Sühreverdî şeyhiyim. Eger şöyle, şöyle yaparsan sana şunu, şunu öğretebilirim" diyerek ortaya çı karsa ve yanlış şeyler olursa? Genellikle yanıt şudur: "Bu adam aptalmış:" Böyle şeyler olmuştur. Gelenekten bazı derslerin geleneğin insanlarından kopya edildiği ve dersin aslında on beş dakikayı geçmemesi gerekirken, ister istemez, kim bilir kaç kişiye on beş saatlik bir ders olarak verildiği olaylar olmuştur Böyle bir durumda insan çıldırabilir Bu durumda, şöyle derler: "Yazık, henüz hazır değilmiş." Bu, ehliyetsiz kişilerin kullandığı başka bir klişedir. Kendi başlarına buyruk bu şeyhlerin, (ya da kendilerine ne ad veriyorlarsa) kaçış noktalarından biri de, size çok konuş maktır ama sizinle değil. Eğer delirir veya bunalıma girerseniz, "Ne dedi? Ne demek istedi?" diye sormaya başlarsınız. Eger anlamadıysanız, "si2 aptalsınız"dn. Hayır, aptal olan, sizinle ko nuşan kişi. Hz. Muhammed, "İnsanlarla anlayacakları şekilde konu şun" buyurmuştur Bunun kesin olduğuna şüphe yok. Bu yüz den, birisiyle konuşurken, karşınızdakinin dil ve zekâ açısın dan anlama kabiliyetini ölçmeli ve o kişiyle, yalnızca anlayabi leceği biçimde degU, aynı zamanda onun anlama eşiğini yük235
sekecek biçimde konuşmanız gerekir. Eger onlarla, anlayışları nın çok üstünde konuşursanız, aptal olan sizsinizdir. Sıkça kullanılan hilelerden biri, "Anlamadı"dır; ama asıl soru şu: "Sen onu, onun anlamasını sağlayacak kadar anladın mı?" "Evet ama benim kullandığım terimler bunlar." Pekala, bu nu anlıyorum; ama diyelim ki ben sizinle Afganca konuşsam, siz "Bu da ne?" deyince de "Hepiniz aptalsınız, benim tanıdığım herkes Afganca bilir!" desem (bu bir Nasreddin Hoca hikâyesi), hata kimde olur? İletişimi koparan ben olurum. Bu yüzden, yalnızca kendinizi ve kendi iletişim derecenizi değil, aynı za manda olayların akışını da izleyin, düşünün, hissedin ve test edin. Bu her zaman belirgin olmayabilir, zaman alabilir Bir şe yi duyduğunuzda, okuduğunuzda veya gördüğünüzde, onunla ilgili belli bir anlayışa günler, aylar hatta yıllar sonra ulaşabilir siniz; ama eger önemliyse ve o konuda düşündüyseniz, anlayacaksınızdır "Doğru" süreklilik denen şey her zaman vardır; yani, kişi ye bağlantı ve destekle öğretme icazeti verilir Bunlar yalnızca kaynaktan gelen enerjiyi erişilebilir kılmakla kalmaz, aynı za manda kişinin öğretim rolünü yeterince yerine getirdiğini, ya ni mürşidin kafasını karıştıracak kadar soyut ve (Allah koru sun) entelektüel olmadığını da garanti etmeye yarar
236
Batıda Geleneği Öğretmek Gelenekteki temel işlevlerimizden bir tanesi, geleneği m ü m k ü n olduğunca çok insan için erişilebilir hale getirmek, böylece de geleneğin enerjisinden ve fırsatlarından yararlan malarını sağlayabilmektir Daha önce de söylediğim gibi, geleneği Batı'da ileri taşıma nın önündeki en eski engellerden biri, doğuda belh terimlerin, Batı'da da belli terimler ile toplumsal şartlanmanın olduğu ger çeğidir Bu nedenle, arada, kapatılması çok zor olan bir boşluk vardır çünkü geleneğin "aktif bir felsefe" ve "uygulanabilir bir yaşam biçimi" olduğunu söylediğinizde, "felsefe" kelimesi ağzı nızdan çıkar çıkmaz, insanlar sizden. Yunan ve Helenistik fel sefeler temelinde daha önceden aşina oldukları belli fikir ve kavramları kuhanmanızı bekler Çünkü batılı insanlar, kulla nacağınız terimler noktasında rahat olmak isterler Aslında, buluşma noktasının ikisi arasında bir yerde olma sı gerekir Batıdaki belli bir kitleyi memnun etmek için gelene ğin terimlerini değiştiremem. Benim icazetim, geleneği, içinde yetiştiğim, öğrendiğim ve öğretmek üzere öğrendiğim şekliyle geleneği öğretmektir Tek yeteneğim de yalnızca bir dil engeli ni değil, Batı'da ciddi ölçüde var olan bütün bir kültür engeli ni aşabilmektir .Bir engeli aşmanın üç yolu vardır; İçinden, üs tünden veya kenarından geçebilirsiniz. Geleneğin batıya yansı tılması konusunda, sorunla doğrudan yüzleşme şansı yoktur, çünkü duvar ortadadır ve terimler de oturmuştur Geleneğin uyumlu ve aktif bir felsefe, bir yaşam biçimi ol duğu gerçeğini kabul ettirdikten sonra, onu isimlendirmeniz ve dikkatlice açıklamanız gerekir Çünkü tanımlamalara girdi ğiniz anda, tanımlamanızı, karşınızdaki kitlenin anlayabileceği 237
şekilde açıklamanız gerekir. Benim bunu yapma yöntemim uzun ve çok dikkatlicedir. Böylesi bir şeyi yapmadan önce % 110 emin olma gibi bir ünüm vardır. Bu yalnızca benim korun mam için değildir; kendi yeteneklerim ve temsil ettiğim şeyle gurur duyduğum için, bunu sarsmak ya da kötüye kullanmak istemiyorum. Bu yüzden, doğuda yaygın şekilde anlaşılan bir tabir, kelime veya terimi kullanmaktansa, ben uzun bir açıkla ma oluşturuyorum veya bunu bir hikâyeyle ya da anlattığım şe yi "felsefe" kategorisinden çıkaracak bir şeyle örneklendiriyo rum. Çünkü insanlara, "aktif felsefe" tabirini geleneği tarif eden uygun bir tabir olarak kullandığımı kaç kez söylersem söyleyeyim, hâlâ anlamayabdiyorlar. Evet, gelenek bir yaşam biçimi, bir disiphn, aslında bunla rın hepsidir. Ama bunu açıklayabilmek için, aynı şeyleri defa larca tekrarlamaktansa, onu "yaşayan" veya "uygulanabilir" bir felsefe, yani aktif bir felsefe olarak adlandırıyoruz. "Aktif felse fe" tabirini, uygun bir kavram olarak kullandığımı kaç kez söy lersem söyleyeyim, bu, kaçınılmaz bir şekilde Batı kafasında (ve bazı Doğu kafalarında da), boşlukta sürdürülen bir tartış manın başlamasına neden olur. Birisi bir keresinde şöyle demişti: "Felsefe, olağandışım arayan, hissedilemeyen şeydir" Eserlerini okuduğum, hayatta veya ölmüş olan bazı filozoflar için ben de buna katılıyorum. "Düşmanını tanı" denir, ben de bu yüzden onların eserierini okudum. Bazılarının felsefeleri için harcadıkları çabanın mik tarının hayli fazla olduğunu söylemeliyim. Ancak, insanın biiinçaltından sökülebilmesi çok zor olan bütünsel örûntü, kişi nin bir felsefeyi yaşayabileceği gerçeğidir. Örneğin bir de, fel sefe olarak adlandırabilecegimi düşündüğüm, pasif bir felsefe olan Budizm var. Biz geleneğin aktif bir felsefe olduğuna inanı yoruz. Çünkü terimlerimizi, düşünce biçimlerimizi, davranış biçimlerimizi ve anlayış yollarımızı, yalnızca biriktirmek ve daha fazlasını istemek için değil, insanların bunları gerçekten kullanacağını umarak belirliyoruz. Bu, sadece batıya has olma238
yan, "sincap olgusu" olarak adlandırılan, yani m ü m k ü n olan b ü t ü n gerçekleri, ayrıntıları, kitapları, konuşmaları, müzikleri ve şiirleri toplayıp, daha sahip olduğu şeyleri sindirmeden eli ni daha fazlasına uzatmak anlamında tanıdık bir şartlanmadır İnsanoğlunun temel içgüdülerinden biri de oldukça masum bir şekilde ortaya çıkan ve genelhkle, aşırı şevkli bir bilgi arayışı tarzında kendisini dışa vuran aç gözlülüktür Ben bunun ya nındayım; çünkü bilgi arayışı, gelenekteki dürtülerimizden bi ridir Bilgiyi aramak, bizim yolumuzun, disiplinimizin ve fik rimizin bir parçasıdır. Ancak, kişi bir yolu takip ederken, belli şeyleri öğrenir, yüklenir, m ü m k ü n s e sindirir, hatırlar ve belli disiplinlere göre onu uygular. Bu disiplin, "Belli bir durumda hep aynı şeyi yapacağım" dediğiniz, katı bir disiplin degüdir. Hayır, kişi, belli bir durumda, geleneğin duruma en uygun ve kendisinin eylemleriyle uyumlu olduğunu .hissettiği referans noktasını kullanma konusunda esnekliğe sahiptir "Uyumlu" kelimesi gereğinden fazla vurgulanmamalı ve uygulanmamalı. Bu, belki de geleneğin en önemli temellerinden bir tanesidir. Çünkü uyum kişinin yalnızca halkasında, ailesinde, grubunda veya işyerinde değil, bütün durumlarda yaşam kalitesini arttı rır Uyum, kişinin içinde, kendisiyle daha rahat olmasını sağ lar Bu noktada, yine, geleneğin referans noktaları devreye gi rer Kişi, böylece, gitmesi gerektiğini hissettiği, düşündüğü, bildiği yöne doğru kendisini iten bu öğeleri, bir dereceye kadar, seçip çıkarabilir ve sonrasında gerçekten u y u m u yakalar Bu, kişinin gerçek düşünce yapısı, gelenek içindeki faaliyetleri ve kendi içindeki hisleri arasında bir uyum olacak tır ve kişinin iç varlığını uyumlu hale getirmekle kalmaz, aynı zamanda besler Böylece, bilgi, kitaplar, müzik, daha doğrusu olabildiğince çok materyal o kişiye s u n u l u r Kişinin uyumlu bir şekilde takip edebileceği yazılar ve evrad türü birçok şey erişilebilir hale gelir Bu yazılar, evrad, şiirler ve müziklerin hepsi artık erişilebilirdir Gelenekte bir mürşidin işlevi, birbirleriyle bağlantılı olan belli yönleri alıp, bir grubun yetenekleri, kapasitesi ve ener239
jisine göre, bu alanları o grupla daha odaklı ve uyumlu hale getirebilmek için aydınlatmaktır. Bu, basit bir iş değildir; çünkü birçok nedenden dolayı, her grup belli bir dürtü veya etkiye farklı şekilde tepki verir. Bu iş, gruptan olma durumun dan etkilenmek (yani onların seviyesine inmek) ile, onların "Bu, çok karmaşık ve zor Ben bunu asla yapamam!" demelerine neden olacak kadar yüksek bir noktayı seçmek arasında, bir akrobat gibi, ipin üzerinde dikkatlice yürüyebilme meselesidir. Bir denge kurmanız gerekir. Bu, biraz ceza ve ödül meselesidir; ancak ben cezayı kullanmam. Çünkü insanlar cezaya karşı farklı tepkiler verir. Eger cezayı çok serbest bir şekilde kul lanırsanız, insanlar bir şeyi, onu yapmak zorunda oldukları için yaptıklarını fark ederler. Eger ödülü çok serbest tutar sanız, yalnızca, onu almak istediklerini ve kendilerini çektiğini bilirler. Yani meselenin özü, vaatlerle tehditler arasındaki çiz gide yürüyebilmektir. İnsanların seviyesine inerek onlarla konuşmak, daha doğrusu, aşağı inip onları yukarı çekmek ve çektiğimiz seviyede kalmalarını sağlamaktır. Gelenekteki bir mürşidin irşadı, kendisinin belirleyeceği bir tempoya göre, geleneğin bazı yönlerini "aydınlatarak" ve grupları bu parça ve tabirlerle besleyerek, farklı grupları ayak ta tutmalıdır. Mürşit bu tempoyu sürdürmek zorundadır ve belli bir m o m e n t u m yakalandıktan sonra, grubun kendi m o m e n t u m u devam ettirilerek ve biraz da mürşitten gelen itiş gücüyle, m o m e n t u m u n sabitlenmesi gerekir. Bir şeyleri hızlandırmaya gerek yoktur. İnsanlar, sıra dışı bir tavır değişikliğine gerek olmadan, yalnızca düşünce biçiminde ufak bir farklılık, doğru yerde biraz daha niyet ve gerilim olan yere birazcık daha konsantrasyonla, geleneğe ait şeyleri okuyabileceklerini ve dinleyebileceklerini fark ettik lerinde, büyük bir buluşu (veya buluşları) yakaladıklarının ve bunun onlarda sürekli kalacak bir şey olduğunun da farkına varacaklardır.
240
Gelenekteki sahnelerin birbirinden büyük aydınlanma alanları olduğu şeklindeki kulağa hoş gelenve çarpıcı bir fikir olabihr Ama gerçek böyle değil. Bu, insanların kabullenmesi gereken u z u n ve yavaş bir iştir ve sonrasında, böylesi bir işi yapmaya hazır olup olmadıklarına, bunu yapıp yapamayacak larına ve böylesi bir şeyi yapmaları gerekip gerekmediğine karar vermeleri gerekir Ya da insan hayatını bir münzevi olarak mı, bir sarhoş olarak mı veya ikisi arası bir şey olarak mı geçireceğine karar vermek d u r u m u n d a d ı r Bu kararı verdikten sonra, kararlarına, yalnızca kendilerini bağlanmak zorunda bıraktıkları sürece bağlı kalırlar Birisinin gitmesi veya kalması tamamen kendi s o r u m l u l u ğ u d u r "Yapma, yoksa..." gibisinden bir tehdit olmaz, bu çocuklar içindir. Olgun bir insanın, tanıyabileceği bir felsefeyi takip etmeye sevk edilmesi gerekir ve o felsefeyi tanıdıkça, kişi onu daha fazla ve m ü m k ü n olduğunca çok durumda uygulamahdır. Kişinin içsel yaşamında olsun, mesleki yaşamında olsun, ikisi arasında köprü kuracak bir bağ oluşturması her zaman için mümkündür Ne mutlu ki, biz bunun tek taraflı bir etki olduğuna inanıyoruz. Ancak, birçok insan hata yapar, yanlışa düşer, sorunlarla karşılaşır Böylesi şeyler o kişilerin iç varlıklarında derin bir etki bırakmaz çünkü yüzeyden içe doğru, etkinin süzülerek geçtiği süzgeçler vardır Eger etki olumsuzsa, bu her seferinde azaltılacak ve en sonunda ortadan kaldırılacaktır Dürtü, gelişme, içten gelir ve iç varlıkla uyumlu bir şekil de birleşir Böylece de kişinin dış davranışlarına veya düşünce yapısına yansır Bu nedenle, referans noktalarını mümkün ol duğunca günlük hayatınızda ve günlük işlerinizde uygulamaya çalışın. Onları sadece perşembe akşamlarına bırakmayın. Siz den çıkıp herkese bunlardan söz etmeniz beklenmiyor ama Nakşibendîliğin kurallarını, kendinizde ve bu kuralları kullan manızın mümkün olduğu her durumda işletin. Bir materyali
241
kullanma olasılıgmın az olduğu durumlar vardır, böyle durum larda, şartlar onu uygulamaya elverişli hale gelinceye kadar beklenmehdir. Bu kaidelerin uygulanamadığı dünyevi.durum larda, kişi elbette sağduyusunu kullanmalıdır. Gelenek gibi aktif bir felsefede, bu yalnızca Batı'daki sıfır dan başlayan insanlara söylenebilir ve öğretilebilir. Çünkü bu insanların, geleneğin temel prensiplerini ve kurallarını yerleş tirebilecekleri bir zemine ihtiyaçları vardır. Ancak bu sağlan dıktan sonra ve kişinin buna izin vermesi hahnde, ilerleme gayet hızlı olabilir Eğer birisi, bunun çok yabancı, çok farklı ve zor olduğunu düşünüyorsa, bir şeyi uygulayabilmek için bir dairenin içinde defalarca dönecek ve sonuçta kendisine, bunun uygulanamayacağını ispatlamayı başaracaktır Bu, insanoğ lunun tuhaf bir zayıflığıdır Kişi kendisine, başarısız olduğunu ispatlamak için yola koyulur ve sıklıkla da bunu başarır Ama kişi, kendisi hakkında yeterince dikkatliyse ve iç varlığım bes leyerek kendisine bakıyorsa (çünkü herkesin kendisine karşı bir sorumluluğu vardır), o zaman, onun işini başkasının yap masına gerek kalmaz. Yani, biz birinci kareden başlarız; kim senin bizim söylediklerimizi anlamadığını varsayarak. Yirmi beş yü önce, Avrupa'da, Güney Amerika'da ve Amerika Birleşik Devletleri'nde, yalnızca birkaç kişi gelenekle ilgili çok temel bir-iki şeyi biliyordu. Kendi hislerinde uyumlu, grup içinde ve gruplar arasında uyumlu insanlardan oluşan bir ağ inşa etmek 25 y:l sürdü. Elbette istisnalar vardır, her zaman olacaktır da. Bazen bir grup düzgünce işlemez, bazen grup içi disiplin anlamında insanlar düzgünce işlemez. Bu, grup içinde ve gruptaki insanlar tarafından çözülmesi gereken bir mesele. Yirmi beş yıl önce, bir kitapçıya girdiğinizde, eğer kitapçı yeterince büyükse, gelenekle ilgili bir kitap bulabilirdiniz ve bu da genellikle, geleneğin ne demek olduğuna dair batılı bir anlayışı içerirdi; yani dönen dervişlerden, komaya giren insan lardan, uçan halılardan ve bu nitelikte şeylerden söz ederdi. Şimdi, birçok kitapçıya girdiğinizde, gelenekle ilgili bir duvar 242
dolusu kitap bulabiliyorsunuz. Bu, sonuç değil, başlangıç. Erişilebilir olan kitaplar, insanların onlan kullanması, daha fazla ve yararlı bir biçimde kullanması için hazırlanmıştır. Baş ka bir deyişle, insanların, kitapları anlayabilecekleri biçimde kullanmaları gerekir; aksi takdirde, zihinsel hazımsızlık çeker ler.
243