www.cizgiliforum.com enginel
Ruşen Eşref Ünaydın'ın Mustafa Kemal Paşa'yı Türk hasmında ilk tanıtan yazısı olan "Anafa...
137 downloads
1067 Views
3MB Size
Report
This content was uploaded by our users and we assume good faith they have the permission to share this book. If you own the copyright to this book and it is wrongfully on our website, we offer a simple DMCA procedure to remove your content from our site. Start by pressing the button below!
Report copyright / DMCA form
www.cizgiliforum.com enginel
Ruşen Eşref Ünaydın'ın Mustafa Kemal Paşa'yı Türk hasmında ilk tanıtan yazısı olan "Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat" 1918 yılında Mütareke'den az önce Yeni Mecmua'da yayımlanmış, büyük yankı uyandırmıştır. Bu konuşmasında Mustafa Kemal Paşa, Ruşen Eşref Ünaydın'a Çanakkale Savaşı'nın çeşitli cephelerdeki durumunu anlatmış, çatışmalarla ilgili bilgiler vermiş, açıklamalarda bulunmuştur. Mustafa Kemal Paşa'nın bu konuşmasında özellikle Conkbayırı ile ilgili açıklamaları çok ilgi çekicidir. Bu açıklamalar, Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın başarıyla gerçekleşmesinin, bir anlamda temelini oluşturur. Bu tarihsel konuşmayla ilgili olarak Ruşen Eşref Onaydın şunları söylemiştir: "Bu mülakat, kahramanın kendinden o vakit dinlediğim askerî, vatanî bir menkıbedir. Bu sade ve asil hikâyede Çanakkale'nin ve Mustafa Kemal'in büyüklüğü yan yana duruyor." Bu ilgi çekici tarihsel konuşmayı 'Çanakkale Zaferi'nin yıldönümünde okurlarımıza sunmaktan büyük kıvanç duyarız.
ANAFARTALAR KUMANDANI
MUSTAFA KEMAL İLE MÜLAKAT
Nurer U Ğ U R L U başkanlığında bir kurul tarafından hazırlanmıştır.
Dizgi - Baskı - Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Mart 1999
ANAFARTALAR KUMANDANI
MUSTAFA KEMAL İLE MÜLAKAT RUŞEN EŞREF ÜNAYDIN
Cumhuriyet GAZETESININ OKURLARıNA ARMAĞANıDıR.
Anafartalarda Miralay Mustafa Kemal Bey
BAŞLARKEN Bundan on iki yıl evvel Çanakkale muharabelerindeki hatıralarını anlatmasını Büyük Kumandan dan ri ca
etmiştim. Bu mülakat, kahramanın kendinden o vakit dinledi
ğim askeri, vatani bir menkıbedir. Bu sade ve asil hikâ yede Çanakkale 'nin ve Mustafa Kemal 'in büyüklüğü yan yana duruyor. O ana dek eşi görülmedik en korkunç ölüm vasıtaları ile, sayıları bizimkilerden kat kat çok ve arzın beş
kıtasından
devşirilme
hücum
alayları
ile saldırıp
karşıdan bir göz alimlik bir yarımadayı aylarca müddet gece gündüz, göğü ateş, yeri ateş, suyu ateş, ufku ateş bir cehenneme çevirdikleri o imtihan meydanında dev çe likler aşındırarak, haşmetli inatlar kırarak Çanakkale 'ye "Bir gün Türkler bu geçidi tuttular, dünyayı buradan öte aşmaya bırakmadılar "gibi ölmez bir mana kazandırmak ne yüce himmettir! 7
Yalnız o harbin kahramanı kalmak bile bir kuman dan için öyle büyük bir şandır ki onunla hem kendi, hem milleti, hem de tarih iftihar duyar. Halbuki azmi bir va tan kurtarıp yeni baştan bir devlet kuran Büyük Adam 'ın yaratıcı eseri önünde
Çanakkale muzafferiydi ancak bir
dibace (başlangıç) kaldı, ne anlı dibace! Gazi Mustafa Kemal'in
hizmet ve eserine ait her
merhaleyi kendi millifahır (övünç) ve gururlarının höcceti (belgesi) olmak üzere arayıp toplayacak şimdiki ve yarınki Türk nesilleri için bu hatıralar, uzun ve çetin bir müdafaanın ve usanmayan şuurlu bir iradenin safhala rını gösterir bu hatıralar çok değerlidir. Bu sebeple on ları sadece bir mecmua veya gündelik gazete yaprakla rında bırakmayarak kitap halinde bastırmak istedim. Büyük Adam 'ın yüksek huzuruna sonsuz sevgi ve saygımı takdim ettikten sonra muhterem karii (okuyucu), asırların hiç şüphesiz imrenerek dinleyeceği o eşsiz ve salâhiyettar şahsiyetin sözleri
ile baş başa bırakıyorum.
1930 RUŞEN EŞREF
8
BİRİNCİ SAFHA
9
Hayır efendim, düşünüyorum, size ne söyleyebili rim! Çünkü, bakın, bütün bu yığınlarla evrak hep o gün lerin hatıralarım ihtiva ediyor. "Buyurun bir sigara... Bir şey yaparız." Büyük kutuda bulunan Baframaden sigaralarından bir tanesini aldım. Paşa küçük bir masanın üstünde du ran çıngırağı bir iki defa çevirdi. Derhal kapının önünde şık bir nefer, mahmuzlarını birbirine vurarak kumanda nın emrine muntazır (hazır) olduğunu vaziyetiyle anlat tı. - Çocuğum bize iki kahve, sobanın da ateşine bakın. Biraz sonra bize hitaben: - Bu defterleri kurcalayacak olursak içinden çıkama yız, isterseniz sizinle bir hülâsa (özet) yaparız, bu ancak böyle olur! Hakikatte defterler o kadar çoktu ki onların arasın da insan kendini Çanakkale harp tarihini yazmak için bir evrak mahzenine dalmış sanabilirdi. Dedim: - Paşa Hazretleri! Şüphesiz ki Çanakkale harbi bu memleketin çocuklanndaki fedakârlığı, vatan toprağını yabancıya vermemek için bir saadete koşar gibi ölüme atıldığını göstermek itibarıyla tarihimizde unutulmaz bir kahramanlık merhalesi vücuda getirmiştir. Bu hamaset (kahramanlık) günleri artık silinmemek üzere cihan ta rihinde lehimize iki üç sahife daha ilave etti. Sir Hamil11
www.cizgiliforum.com enginel
ton bile, Türkçeye tercüme edilmiş raporunda okudum, bizim cesaretimizdeki, bizim fedakârlığımızdaki ulvi yeti (yüceliği) kendi aleyhlerine kaydediyor. Bütün Fran sız mecmua ve gazeteleri, Çanakkale'de dövüşmüş za bitlerin, kumandanların, oraya uğramış muharrirlerin ve gazetecilerin hatıralarını, makalelerini yazdılar. Halbu ki şimdiye kadar biz henüz bir şey yapamadık. Yeni Mec m u a ' m n son kıymettar teşebbüsü bana o gazâ yerlerini görmüş olanlarla konuşmak fırsatını verdi. Bu hususta tabii zatıâlilerini ihmal edemezdim. O muharebelerin her gününe büyük bir faaliyetle iştirak ettiniz. Vaziyeti tama mıyla biliyorsunuz... Kimbilir ne kadar çok hatıranız var dır, îşte müsaade buyurursanız eğer, bugün zatıâlinizden onları dinlemek için geldim. Paşa bu sözleri ciddi bir tebessümle telâkki ediyor du (karşılıyordu). Cumba tavanlarına ve pencere kenarlarına varınca ya kadar kanepeleri koltuklan bile halılar, seccadeler ve kilimler altında koyulaşmış, bu çok gölgeli geniş odada Mustafa Kemal Paşa'nın siması Rambrandvarî bir tablo mevzuunu andırıyordu. Genç bir simada bu kadar engin bir mana gördüğümü hatırlamıyorum: Işıklarla gölgele rin dalgalan arasında sebat, tevekkül, tevazu, vekar, mülâyemet (uysallık), huşunet, saffet (temizlik), zekâ... Bü tün bu zıt şeylerin toplandığı sanşm ve gayet sevimli bir yüz... 12
Çekmekte olduğu doksan dokuzlu necef tespihi ma sasının üzerine bırakarak: - O halde, derhal başlarız, dedi. Ve kimi yerde, kimi yazıhanenin üzerinde, kimi kö şede buzcamlı koyu renk dolapta, kimi İngilizlerden zaptolunma koca bir makineli tüfek önündeki koyu renkli çi ni sobanın üzerinde bulunan defterlerden, müsvedde ve tebyizlerden (temize çekilmiş kâğıtlardan) süzülen Ça nakkale menkıbesinin hülâsasmı (özetini), bu sabırlı ve temkinli kumandandan üç gün ve her mülakat on iki sa atten aşağı sürmemek şartıyla, üç gün dinledim. Başlamazdan evvel dedi ki: - Tabii esrarı askeriyeye temas eden noktalan size söylemeyeceğim. Bunlar ne sizi alâkadar eder, ne de okuyanlara bir fayda temin eder. Bunlar sanat adamları içindir ki tarih hepsinden bahsedecektir. - Elbette Paşam. Maksadım, o günlerin vakalarını bizzat zatıâlinizden öğrenmektir. Askerliğe temas eden noktalan ben de anlamam. Bunun üzerine paşa izaha başladı. Evvela Sofya sefareti ataşemiliterliğinden buraya çağnlmış ve Tekirdağ'da 19'uncu fırkayı teşkile memur edilmiş ve bu kuvvetle Eçe limanı, Seddülbahir ve Mor to limanı arasındaki sahilin muhafazasına memur olmuş. Esasen Balkan harbinden beri bu araziyi iyice tamrmış. Dedi ki: 13
- Benim kanaatime göre düşman ihraç teşebbüsün de bulunursa iki noktada teşebbüs ederdi: Biri Seddülbahir, diğeri Kabatepe civan... Ve benim noktai nazanma göre düşmanı karaya çıkartmadan bu sa hil parçalarını doğrudan doğruya müdafaa etmek müm kündü. Binaenaleyh alaylanmı, böyle sahilden müdafaa edecek surette yerleştirdim. Bu vaziyet takriben Şubat 1330(1914)... Mustafa Kemal Paşa, kendisinin Maydos Mıntıkası Komutanlığı esnasında cereyan eden mühim vakalan şu suretle hülâsa etti (özetledi): Düşman bir defa Seddülbahir'e ve Kumkale'ye asker çıkarmak teşebbüsünde bu lunuyor. O zaman, hep ağızlarda işitip okuduğumuz bir Mehmet Çavuş çıkıyor, toprağımıza ayak basan düşma nı tekrar denize atıyor. - Düşman bu karaya asker çıkarmak teşebbüsünü neden denedi? - Bu hareket bir keşif olarak kabul edilebilir. Bir de malûm olan 5 Mart vardır. - Ki asıl bizi alâkadar eden de odur, Paşa Hazretle ri. - Fakat bu tamamen bahrî (denizle ilgili) bir hare kettir. Sahil müdafaası Cevat Paşa Hazretleri'nin tahtı emrinde bulunuyordu. Benim bu hareketle alâkam, dolayısıyladır. Yalnız 5 Mart gününün sabahı Cevat Paşa Hazretleri... Maydos'ta bulunan karargâhıma gelmişti. 14
Kendisine Seddülbahir sahil mıntıkasındaki tertibatı (dü zeni) göstermek üzere beraber Kirte 'ye gittik. Oraya var dığımız zaman, düşman donanmasının Kirte ve Alçıtepe istikametlerinde açtığı ateşin altında kaldık. - O vakit ne yaptınız efendim? - Bunun üzerine bendeniz... - Estağfurullah... - Mezkûr (adı geçen) mıntıkanın muhafazasına me mur 26'ncı alay kumandanına icap eden talimatı şifahi yemi (sözlü olarak) verdim. Ve Cevat Paşa ile birlikte va zife başında bulunabilmek için Maydos'a döndük. Düş manın mağlubiyetiyle neticelenen bu 5 Mart muharebe yi bahriyesinde (deniz savaşında) kara mıntıkasının mu hafazası benim uhdemde (sorumluluğumda) idi. O gün, düşmanın bazı gemileriyle sahili ateş altında bulundur muş olmasından başka zikre şayan (söylenmeye değer) hiçbir şey vuku bulmamıştır. O gün sahil bataryalarımız da bulunan askerler, zabitler ve kumandanlar cidden şa yanı takdir bir fedakârlıkla, hani cesaretin, tevekkülün haddi azamisiyle sonuna kadar toplarını kullanmışlar, vazifelerini ifa etmişlerdir (yerine getirmişlerdir). Düşü nün ki birçok çökmeler, infilâklar, yangınlar, zayiat ara sında, daimi ateş karşısında, muharrip endahtlar (savaş ateşleri) altında bunlar hiç titremeden vazifelerini yap mışlardır. Düşmanın mağlubiyetiyle kapanan bu hadisei bah15
riyeden (deniz olayından) sonra, Mustafa Kemal Paşa, İngilizlerin, Fransızların boğazı yalnız donanmaları ile zorlayarak bir maksat elde etmekten ümidi kestiklerine hükmediyor ve mutlak tekrar sahile adam çıkarmak te şebbüsünde (girişiminde) bulunacaklarına ihtimal veri yor. Bunun için maiyetindeki kıtalara "teyakkuzda" bu lunmalarını emrediyor. Kuvvetinin arttırılması için lazım gelen yerlere resmi müracaatlarda bulunuyor. Kuvveti ni arttırıyor. Ve o mıntıka kumandanlığına Halil Sami Bey isminde diğer bir zat tayin olunuyor! O zaman kay makam (yarbay) rütbesinde bulunan Mustafa Kemal Bey de kumanda ettiği fırka ile icabında Gelibolu civarına, icabında Anadolu cihetine (yönüne) harekete müheyya (hazır) bulunmak üzere, "ihtiyatı u m u m i " olarak terkediliyor. Rumeli sahili mıntıkası muhafazasına yalnız o miralay (albay) beyin fırkası tahsis ediliyor. Bu sıralarda, yani mart içinde Mustafa Kemal Bey'in fırkasından bir alay, Çanakkale'ye geçiriliyor; fakat ge ne iade ediliyor. Mustafa Kemal Bey de bütün fırkasını Bigalıköyü civarında bulundarmayı muvafık (uygun) gö rüyor. Fırkası beşinci ordunun ihtiyatı umumisi olarak Bigalıköyü ve bunun cenubuşarkisindeki (güneydoğu sundaki) Maltepe, Mersintepe civarında bulunan konak larla ordugâhlarına yerleşiyor. Kumandan aldığı emir mucibince (gereğince) icabında Bolayır'a hareket etme ye, Çanakkale cihetine vapurla geçmeye müheyya bir 16
halde bulunuyor. Emre intizaren (emir bekleyerek) bü
*
tün kıtalarını talim ve terbiye ile iştigal ettiriyor. - İşte o günlerden birinde, on iki nisan sabahı idi ki A n b u r n u ' n d a bir hadise cereyan etmekte olduğu, işiti len gemi toplarının sesinden anlaşılmıştı. Bütün fırka kı taatının harekete hazırlık derecesi tezyit edildi (arttırıl dı). Bir taraftan Maydos Mıntıkası Kumandanlığı'ndan malûmata intizar etmekte (beklemekte) idim, diğer taraf tan da ya kolordunun veya ordunun emrine... Yalnız fır kanın süvari bölüğüne -istihsali malûmat (bilgi sağla mak) için- Kocaçimen istikametine hareket etmesi em rini verdim. Bu sırada idi ki Üçüncü Kolordu Kumandanı Esat Paşa Hazretleriyle Gelibolu'dan telefonla görüşülmüştür. Müşarünileyh de henüz cereyanı ahval (durumlar) hak kında vazıh (açık) malûmat edinememiş olduğunu bil dirmiştir. Öğleden evvel saat altı buçukta idi, Halil Sa mi Bey'den vürut eden (gelen) bir raporla düşmanın Arıburnu sırtlarına çıktığı anlaşılıyor ve buna karşı benden bir taburun mezkûr (adı geçen) düşmana karşı şevki is teniyordu. Gerek bu rapordan, gerek Maltepe'de icra et tiğim hususi tarassudat (gözetleme) neticesinde bende hasıl olan kanaati kat'iyye (kesin kam), öteden beri ima li fikir ettiğim gibi, düşmanm Kabaktepe civarında mü him kuvvetle karaya çıkmaya teşebbüsü, demek ki, vu-
17
kubuluyordu (gerçekleşiyordu). Binâenaleyh bu işin için den bir taburla çıkmak mümkün olamayacağından, her halde evvelce tahmin ettiğim gibi bütün fırkamla düşma na incizabın (düşmandan geri çekilmenin) gayri kabili iç tinap olduğunu takdir ediyordum. Artık hiçbir şeye inti zar etmeyerek (bakmayarak), karargâhımın bulunduğu Bigalıköyü'nde ikamet eden birinci piyade alayı ile ce bel (dağ) bataryasının derhal harekete geçmek üzre ama de (hazır) bulundurulmalarını, kumandanlarının da emralmak üzre yanıma gelmelerini bildirdim. Yapraklarım muttasıl (durmadan) ağır ağır çevir mekle meşgul olduğu defterinin sahifelerine, dudakların da tüten cıgara dumanlan arasından bakarak: - Altı maddelik bir emir not ettirdim, dedi. Bu emir maiyet (içerik olarak) cüzütam (bölük) kumandanlığına da tebliğ olunacaktı. Bundan başka üçüncü kolordu ku mandanlığına da telefonla arzedilmek üzre bir rapor yaz dırdım. Vaziyeti ve vaziyetimi ve teşebbüsümü anlattım. Büyük bir hareketin inkişaf etmekte (gelişmekte) olduğunu, memlekete Çanakkale Harbi'nde unutulmaz hizmetler eden, muhakemesi süratli, kararlan kat'i genç bir kumandanın bütün kıtalanyla tehlikeye atılmaya mü heyya (hazır) vaziyeti karşımda, bu anda sakin sakin kâğıtlanriı çeviren, içinden bana verebileceği notlan mü lâhaza ile (düşünerek) seçen kumandanın yüzünde ve sözlerinde o kadar'Vuzuhla (açıklıkla) seziliyordu ki... 18
Türkiye'nin mukadderatını tayin edecek boğuşmaya doğ ru gittiğimizi heyecanla duyuyordum. - Bundan sonra kıtalarını yürüyüşe müheyya (hazır) olarak içtima ettirmiş bulunduran 57'inci alay, -meşhur bir alaydır bu, çünkü hepsi şehit olmuştu- kumandanla rı ve sertabip (baştabip) ve bir yaverimle bir emir zabi tim beraber olduğu halde içtima mahalline gittim. Basit bir tertiple Bigalıderesi boyunca giden yol üzerinde ala yı bizzat yürüyüşe geçirerek Kocaçimen Tepesi'ne tev cih ettim (yönelttim). Yolda giderken kumandanlara olsun, sertabibe olsun şifahî izahatı lâzıme (gerekli açıklamayı) veriyordum. Ta kip ettiğimiz dereden bizi Kocaçimen'e isal edecek (ulaştıracak) muayyen bir yol olmadıktan başka Kocaçi m e n ' e varmak için atlamaya mecbur olduğumuz saha da pek ziyade fundalık, sa'bülmürur, kayalıklı derelerle ma li (dolu) idi. Bir yol bulup kıtayı şevke delalet etmesi (yol göstermesi) için topçu taburu kumandanını tavzif et tim (görevlendirdim). - Zatıâliniz ne ile gidiyorsunuz efendim? - Ben? Atla!.. Bu kumandanlar da atlarının üzerin de tabii... Biz hepimiz kıtanın başında gidiyoruz. Onlar yaya gidiyorlar. Bu zat kayboldu. Ondan soma batarya kumandanı nı memur ettim. Bu dabaşnı alıp Kocaçimentepesi'ne ka dar gitmiş, delaletinden istifade edilemedi. 19
- Yani müşkülât (zorluk). Muharebenin kurşunlar dan, güllelerden evvelki sıkıntıları? - Evet. Bizzat yol bulmak ve müfrezeyi oradan sevk etmek suretiyle Kocaçimentepesi'ne muvasalat edildi (varıldı). Şimdi Kocaçimentepesi'ni tasavvur buyurun. Kocaçimen şibihcezirenin (yanmadamn) en yüksek tepesidir. Fakat A n b u r n u noktası zaviyei meyyite (çok za yıf) içinde kaldığından buradan görülmüyor. Şimdi şu ha ritadan bakm. , Sir Hamilton'un raporunda bulunan haritalardan bi rine baktık. Bu vaziyeti pek etraflı anlatamıyordu. Paşa çıngırağı gene çaldı. İki dakika soma kapının yanmda bir mahmuz şıkırtısı... asker, Paşa'nın askerî ceketindeki cepten haritayı alması için emir telakki etti (saydı). Beş on dakika soma girdi. Bulamamış. Paşa gülümseyerek müsaade istedi. Bizzat gitti. Yalnız kaldığım müddetçe odayı seyrettim. Duvar da hep asker resimleri, Balkan muharebesinin, Trablus muharebesinin, Hareket Ordusu yürüyüşünün, mektebi harbiye talebeliğinin hatıraları asılı idi. Bir kelebek şek linde açılmış şal örtünün altında Paşa'mn genç Kazak za bitlerini hatırlatan kalpaklı ve haşin bakışlı bir agrandis manı (büyültülmüş fotoğrafı) vardı. Yazıhanesi üzerin de bir Çerkez kamasının yanı başında Balzac'm Kolonel Şaber'i (Colonel Chabert), M o p a s a n ' m (Maupassant) Bul dö Süif'i (Boule de suif), Lavedan'ın Servir'i, du20
www.cizgiliforum.com enginel
ruyordu. Şüphe yok ki paşa, sükûnetti dakikalarının boş luğunu edebiyatla dolduruyor. Zira harp sahasında kalın paltolarla kaba çizmelerin içinde uykusuz üç dört gece geçiren bu zat salonlarda pek mahirane vals edermiş; tanıyanlar Mustafa Kemal Paşa'yı yalnız gözü yılmaz bir kumandan diye değil aynı zamanda salonlarda pek lezzetle aranan nazik, terbiyeli ve zeki bir kavalye diye anıyorlar. Büyük bir aynanın yanı başında asılı duran bir fo toğrafı nazarı dikkatimi celbetmişti (ilgimi çekmişti). Ona bakıyordum: Yeniçeri kılığında Mustafa Kemal Pa şa. Tam o esnada kendisi, elinde haritalar, içeri girdi. Ve ona baktığımı görünce gülümsedi. Kalın ve azimkar sesiyle: - Evet Sofya da bir balkostüme hatırası, dedi. Gene şal örtülü masanın başına geçtik. Ve 12 Nisan Muharebesi'ne avdet ettik (döndük). Paşa: - Binaenaleyh, diye başladı, anlıyorsunuz ki, orada denizde bulunan gemilerden ve zırhlılardan başka hiçbir şey görmedim. Düşmanın karaya çıkmış piyadesinin he nüz oradan uzak olduğunu anladım. Efrat (erler) o müş kül araziyi bilâ tevakkuf (durmaksızın) kat'etmek yüzün den yorulmuş ve yürüyüş umku (derinlik) pek ziyade de rinleşmişti. Alay ve batarya kumandanına efradı tamamen toplayıp küçük bir istirahat vermelerini söyledim. Deniz den mestur (gizli) olarak on dakika kadar tevakkuf ede21
çekler (dinlenecekler), sonra beni takibedeceklerdi. Ben de,\prada bir Aptalgeçidi vardır, o Aptalgeçidi'nden Conkbayırı'na gidecektim. Yanımda yaverim, emir zabi tim ve sertabip ile oralarda tekrar bulduğumuz fırka cebeltopçu taburu kumandam olduğu halde evvela atlı ola rak yürümeye teşebbüs ettik, fakat arazi müsait değildi. Hayvanları bıraktık, yaya olarak Conkbayırı'na vardık. Şimdi burada tesadüf ettiğimiz sahne en enteresan bir sahnedir. Ve vakanın en mühim am bence budur. Paşa tekrar bir sigara yakıyor ve birkaç yaprak da ha çevirdekten sonra, haritasını alıp şöyle izah ediyor: " B u esnada Conkbayın'nm cenubundaki (güneyin deki) 261 rakımlı tepeden sahilin tarassut ve teminine memuren oralarda bulunan bir müfreze efradının Conk bayırı'na doğru koşmakta, kaçmakta olduğunu gördüm. Size şu muhavereyi (karşılıklı konuşmayı) aynen okuya cağım! Bizzat bu efradın önüne çıkarak: - Niçin kaçıyorsunuz? dedim. - Efendim düşman! dediler. - Nerede? - İşte, diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler. Filhakika düşmanın bir avcı hattı 261 rakımlı tepe ye yaklaşmış ve kemali serbestiyle ileriye doğru yürü yordu. Şimdi vaziyeti düşünün: Ben kuvvetlerimi bırak mıştım, efrad on dakika istirahat etsin diye.. Düşman da bu tepeye gelmiş... Demek ki düşman bana benim asker22
lerimden daha yakın! Ve düşman, benim bulunduğum ye re gelse kuvvetlerim pek fena bir vaziyete duçar olacak tı (düşecekti). O zaman artık bunu bilmiyorum, bir muhakemei mantıkiye midir, yoksa sevkı tabii ile midir, bil miyorum. Kaçan efrada: - Düşmandan kaçılmaz dedim. - Cepanemiz kalmadı, dediler. - Cepaneniz yoksa, süngünüz var dedim. Ve bağırarak bunlara süngü taktırdım. Yere yatır dım. Aynı zamanda Conkbayırı'na doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile cebel bataryasının yetişebilen efra dının " m a r ş marş "la benim bulunduğum yere gelmele ri için yanımdaki emir zabitini geriye saldırdım. Bu ef rat süngü takıp yere yatınca düşman efradı da yere yat tı. Kazandığımız an bu andır. Bir koca muharebenin ufacık bir lahzaya (ana) bağ lı olduğunu, hatta bir memleket hayatının fena kullanıl mış bir an yüzünden tehlikeye düşebileceğini, burada ol duğu gibi iyi kullanılmış bir anın ise bir muharebenin ve bir vatanm mukadderatını iyileştireceğini o dakikayı gö rür gibi canlanmış bir ifade ile duymak insanın tüyleri ni ürpertiyordu! Mustafa Kemal Paşa dedi ki: - Kolun başında bulunan bölük yetişti. Bu bölüğe cepanesiz bölüğü takviye ederek ateş açmasını emrettim. 23
Yanıma gelmiş olan alay 57 tabur 2 kumandam Yüzbaşı Ata Efendi'ye bütün taburlanyla bu bölüğü takviye ede rek 261 rakımlı tepe üzerinden düşmana taarruz etmesi ni emrettim. Cebel bataryasına Suyatağı'nda mevzi aldı rarak düşman piyadesi üzerine ateş açtırdım. Dereye sap tığından biraz geciken diğer bir taburu, kumandam üze rinden açılarak taarruza iştirak etti. Bundan sonra idi ki alay kumandanına bütün alayı ile benim tevcih ettiğim is tikametlerde düşmana taarruz etmesini emrettim. - Zatıâliniz o esnada nerede bulunuyordunuz? - Ben de bataryanın yanında idim. - Bizim o ilk alay saat kaç sularında taarruza başla dı. - 57'nci alayın taarruza başlaması... durun size söy leyeyim... (defterine baktı ve) öğleden evvel saat on rad delerinde idi. O esnada 9 'uncu fırkaya mensup süvari zabitanmdan mülâzımievvel (asteğmen) Mehmet Salih Efendi yanıma geldi. Ve 27'nci alayın Kocadere garbmdaki sırtlardan Kemalyeri üzerinde düşmanla muharebe ye başladığını haber verdi. O zabitle mezkûr (adı geçen) alay kumandanına, düşmanın sol cenahına (yanma) ta arruz etmekte olduğumu, 27'nci alayın da karşısındaki düşmana taarruz etmesini, henüz Bigalı civarında bulu nan 19'uncu fırka kısmı küllisini (büyük bölümünü) Ko cadere istikametine celbedeceğimi (getireceğimi), bu emri kendisine isal eden süvari mülâzimi Salih Efen-
24
i'yi tekrar nezdime iade etmekle beraber benimle da ima irtibatı (bağlantıyı) muhafaza etmesini, muharebe yi Conkbayın'ndan idare edeceğimi emrettim, bildir dim. Bigalı'da bulunan fırka erkânı-harbine de emir at lısı ile bir emir gönderdim. Dedim ki: İzzettin Bey (rahmetli Gn. İzzettin Çalışlar): Alay 72 Maltepe'ye takarrüp etmesin. Sıhhiye bölüğü Kocadere'ye gelsin (hepsi). Alay 77 Kocadere şarkına takarrüp etsin (yaklaşsın). Ve bu raporu üçüncü kolordu kuman danına veriniz. - O raporu, askeri bir mahzur (sakınca) görmüyor sanız, istinsah edebilir miyim (yazabilir miyim)? Çünkü harp meydanında hemen o müthiş vakalar cereyan et mekte iken şiddet ve heyecanla yazılmış canlı ve kıymet li bir harp tarihi vesikası olurdu. - Hayhay, bunu verebilirim, yazınız. Üçüncü kolordu kumandanlığına Arıburnu şimalindeki sırtlar. Saat dakika 12 Nisan 10 24 evvel Düşmanm karaya çıkmış bulunan piyadesi Arıbur nu ile Kabatepe arasında bir buçuk kilometre kadar bir cephedeki sırtlan işgal etmiştir. 27'nci alay düşmanı şark cephesinde sekiz yüz metre mesafede işgal ediyor. Düş manın tamamen sol cenahında, altı yüz metre mesafeden taarruza başladım. Yalnız piyadeden ibaret olan düşma25
nı bir alay tahmin ediyorum. Muharebe devam ediyor. Bir saat kadar ateş muharebesinden sonra düşmanın 261 ra kımlı tepeye kadar ilerlemiş olan kıtaatının ricate (geri lemeye) başladığı görüldü. İşte raporun size verebileceğim kadar kısmı bu. Yi ne hikâyemize devam edelim, olmaz mı? 57'nci alay, verdiğim emir üzerine şiddetle takip ediyordu. 27'nci alay kumandanından emrimin alınıp alınmadığına dair bir haber gelmedi. Bununla beraber gerek bizzat benim, gerek yanımdaki zabitlerden tarassut için ileri gönder diklerimin neticei tarassudumuzdan bu alayın da taarruz etmekte ve ilerlemekte olduğunu anladım. - Pek iyi Paşa Hazretleri, böyle bu kadar şiddetle hü cum eden düşmanı bu kadar süratli bir surette ricate (çe kilmeye) mecbur eden amiller (etkenler) nedir? - Evet, bu suali sormakta hakkınız var. Arzedeyim: Şimdi saat on bir buçuk evvelden sonra vaziyet bence şu idi: Düşmanın karaya çıkmış olan kuvveti, sekiz tabur dan fazla idi. Şimdi bu sekiz taburluk kuvvet kendisiyle gayrimünasip (uygun olmayan) gayet geniş bir cephe üzerinde " 2 6 1 "e kadar şimalen (kuzeyden), ve Kemalyeri'nin bulunduğu sırtların garp (batı) yamaçlarına ka dar şarktan (doğudan) ilerleyebilmişti. Fakat bu uzun cephe hattı, ziyade manialı birtakım derelerle kesik bu lunuyordu, bu sebeple düşman kendi cephesinin hemen her noktasında zayıf idi. Conkbayın şimalinde mevzi 26
alan 19'uncu fırkanın seri cebel bataryası Anburnu ih raç noktasını ateş altına aldığı için düşmanın henüz ih raç etmeye devam ettiği kıtaatın ihracı hem müşkülâta, h e m de teahhura (gecikmeye) uğradı. 57 'nci alayın Conkbayın ve Suyatağı hattından " 2 6 1 " istikametinde ve dar cephe ile kesif (yoğun) olarak düşmanın pek nazik ve mü him olan sol cenahına yüklenmesi iki taburdan ibaret olan 27'nci alayın da Merkeztepe istikameti umumiyesinde geniş cephe ile düşmana atılması düşmanı ricate (geri çekilmeye) mecbur etmiştir. Fakat bence bu tabiye vaziyetinden daha mühim olan bir amil vardır ki o da herkes öldürmek ve ölmek için düş mana atılmıştı. Bu öyle alelade bir taarruz değil, herkesin muvaffak olmak veya ölmek azmiyle harekete teşne olduğu bir ta arruzdur. Hatta ben, kumandanlara şifahen verdiğim emirlere şunu ilave etmişimdir: - Size ben taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyoum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimi ze başka kuvvetler ve kumandanlar kaim olabilir. Bu sözler Paşa'nm göğsünden o kadar azimle çıkı yordu ki, muhakkak, kumandan o günü hayalinde tekrar yaşatıyordu. Bunları duydukça muharebe vasıtaları ne kadar ilerlerse ilerlesin, her şeyin fevkinde (üstünde) ge ne ruh azminin, bir gaye uğruna fedakârlık etmenin bu lunduğuna inanıyordum. 27
- Şimdi bu böyle, efendim? Fakat akşama kadar da ha çok zaman vardı. Bu sıralarda idi ki 9'uncu fırka ku mandanından haber getiren bir zabit, düşmanın Kumte pe'ye kuvvet ihracına (göndermeye) başladığını ve ora da kuvvetimiz bulunmadığını, 19'uncu fırkaca bu cihe tin nazarı dikkate alınmasını, 9'uncu fırka kumandanı nın tekmil (bütün) kuvvetleriyle Kirte'ye gittiğini bildi riyordu. Kumtepe, Kilidülbahir'e en yakın ve pek müessir bir noktadır. Burasını müsamaha etmek bütün maksatları zı yaa (kayba) uğratabilir. Binaenaleyh derhal hatırana ge len şey, Arıbürnu'nda muharebeye iştirak eden kuvvet leri taarruza devam ettirmek ve fırka kısmı küllisiyle bizzat Kumtepe'ye yetişmek oldu. Buna dair icap eden emirler verildi. Fakat bizzat fırka kısmı küllisine mülâ ki olmayı (kavuşmayı) tercih ettiğim için hemen hareket ettim. Kumandan hemen hareket ediyor. Ve Kocadere'den 77'nci alaya, ondan soma da... inci alaya mülâki oluyor. Öğleden soma saat bir raddelerinde (sıralarında) Malte pe'ye yaklaştığı sırada bazı seslerin kendi ismini çağır makta olduğunu işitiyor. Seslerin geldiği tarafa yaklaşı yor. Bakıyor ki kolordu kumandanı Esat Paşa ve maiye ti erkânı harbiyesi... Mustafa Kemal Bey, müşarüniley he gelmiş olan son raporu okuyor. Ve görüyor ki bu ra por aynı zamanda kendisine de aitti ve biraz evvel gelip 28
düşmanın Kumtepe'ye çıktığını haber veren zabit, bu ra porun mealini (sonucunu) söylemiştir. Halbuki okudu ğu tahrirî (yazılı) rapora nazaran düşmanın Kumtepe'ye çıktığı doğru değildir. - Bakınız bu raporun şifahen tebliğinde bir " K u m tepe'ye asker çıktı" cümlesinin ilavesi bütün tetkik ka rarlarını değiştirebiliyor, iş bu suretle anlaşıldıktan son ra kolordu kumandanı paşa hazretleri kararımı sordular. Mustafa Kemal Bey de tekmil kuvvetle Arıburnu'ndaki düşmana taarruza devam edeceğini arzediyor. Kolordu kumandam paşa kabul ediyor ve Mustafa Ke mal Bey derhal yanından ayrılıyor, muharebe meydanı na geliyor. 77'nci alayı 27'nci alayın solundan düşman sağ cenahı aleyhine taarruza geçiyor. İhtiyatlarını, sah ra bataryasını lazım gelen yerlere yerleştiriyor. Kendi de sağ cenaha gidip oradan muharebeyi idare ediyor. Bizimkiler o kadar ilerlemişler ki düşman ricatine devam ediyor, hatta kısmen sandallara binmekle bile iş tigal ediyormuş (uğraşıyormuş). Fakat akşam olmuş. Ge cenin hululüne (gelişine) kadar muhtelif emirlerle hücu ma sevk edilmiş olan cüzütam kumandanları, fırka ku mandanının ısrarı üzerine, ta ki düşman tamamıyla tardedilsin diye savletlerine devam etmişler ve pek de mu vaffakiyetli hücumlarda bulunmuşlarsa da düşmanı ka milen (tam olarak) sürememişler. Gece de pek ilerle yince muharebe kesilmiş. Bu anî sükûnet fırsatında düş man karaya yeniden asker çıkarmakta devama başlamış. 29
www.cizgiliforum.com enginel
Paşa: - Demek ki, dedi 12/13 gecesi vaziyet hakkında hiç bir taraftan sahih malûmat (doğru bilgi) alamıyorum. Gece karanlığından dolayı manzarai harbi (savaşın man zarasını) gözümden kaybediyorum. Ve vaziyeti etrafıy la anlayabilmek için sabaha kadar cepheyi bizzat dola şıyor, oradan, telefon merkezi yapılmasını emrettiğim Kocadere'ye geliyorum. Orada vâkıf olduğum yeni va ziyete göre sağ cenahtaki ihtiyat (yedek) kuvvetlerini alıp merkeze ve sol cenaha yaklaştırıyorum. Kendim de bilâhare (daha soma) Kemalyeri unvanını alan merkez den muharebeyi idare ediyorum. Muharebenin yalnız bir gününü dinlemek insanın içine helecanlar, coşkunluklar, her adımda bir fışkıran binlerce beklenmedik zorlukların ağırlığını dolduruyordu. Sordum ki: - Anburnu vakayii (olayı) yalnız bundan mı ibaret tir? Paşa ruhumda dehşetler uyandıran o boğuşma sah nelerini, o kan ve barut kokan manzaraları keşfetmiş tec rübeli bir adam temkiniyle gülümsedi: - Ne o, yoruldunuz mu? Daha bu, vakanın başlangı cıdır. Benim A n b u r n u ' n d a 12 Nisan dahil gününden 4 Mayıs dahil gününe kadar 23 günlük "Anburnu kuvvet leri" kumandanlığım ve ondan soma da bütün cephenin sağ cenahında tekrar yalnız 19'uncu fırka kumandanlı30
ğım vardır. Bu müddet zarfında birçok vakayii harbiye cereyan etmiştir. Biz yalnız en mühim günleri işaret ede biliriz. Ve önünde duran sigara paketini uzattı. İkimizin de küllüğü dolmuştu. Paşa çıngırağı çaldı. Arkamızdaki mahmuz şıkırtısına: - Çocuk, bize iki kahve daha yapın, sonra şu soba nın ateşi sönmesin, dedi. - Başüstüne Paşam. Ve yine çalışmaya başladık: Düşman 13 Nisan'da, yani geceden beri ihracına de vam ettiği kuvvetlerle yeniden birinci hattını takviye edi yor, evvela sol cenahla merkezde bulunan kıtaatımıza fa ik (üstün) kuvvetlerle taarruza geçiyor. Fakat kıtaatımız faik düşman kuvvetinin süngü hücumundan kendini ko rumak şartıyla arada bir mesafe muhafaza etmek üzere mağlubiyetten sıyanet ediliyor (korunuyor). İşte bu su retle 13 Nisan günü, mağlup olmadan kazanılıyor. Paşa dedi ki: - Bu, askerimizin en mühim surette fedakârlığı, kah ramanlığı demeyim -çünkü Türklerin bundan daha faz la fedakârlık gösterdikleri günleri hatırlıyorum- herhal de sebat (direnme) ve metaneti (dayanması), zabitlerimi zin olsun, kumandanlarımızın olsun cesareti, azmi saye sinde kazanılmış mühim bir gündür. Diyebilirim ki be nim en nümüsait (uygun olmayan) vaziyetim 13 Nisan 31
günü idi. Çünkü beş İngiliz livasına karşı duran kuvve tim dünkü, yani 12 Nisan günkü, şanaver şedit (sert) sav let (hücum) ve taarruzlarla zayiata uğrayan 57'nci alay dan, ikişer taburlu olan 27 ve 77'inci alaylarla, gayri ka bili istifade (yararlanılması olanaksız) bulunan 72'nci alaydan ibaretti. Hakikaten 12 Nisan muharebesiyle Anburnu cephesi muvaffakiyetinin temelini kuran, İngi lizlerin bu cephede azmini kırıp planını mahveden, bu kuvvetti. 14 Nisan günü daha iki alay kuvvetin tahtı em rime gireceği anlaşıldı. Bunun üzerine düşmana tekrar taarruza karar verdim. 13-14 Nisan gecesini Kocadere köyünde geçirmiş tim. Kat'î kararımı fecre (sabaha) yakın bir zamanda ver dim. O zamanda ki düşman Kabatepe istikametinden Kocadere köyünü donanmasıyla ateş altına almıştı. İşte icap eden taarruz emri bu ateş altında yazılmıştır. Bu emir, emiratlılan ile cüzütam kumandanlarına gönderil di. Sonra ben de bizzat Kemalyeri'ne gittim. Saat yedi ile sekiz arasında sol cenah ve cephede ta arruza başlandı. Bundan soma idi, sağ cenahta da kıta larımızın taarruz hareketlerini görüyordum. Taarruz bü tün cephe üzerinde muvaffakiyetle devam ediyordu. Düş m a n Kanlısırt'ta firar suretinde ricate başlamıştı. Kırmızısırt'ta da ricate başladı. Saat 10'dan soma sağ cenahı mız da düşmanı tazyike (baskıya) başladı, ricate mecbur etti. Ve takibe koyuldu. Zeval sıralarında idi iki düşma32
nm Kanlısırt'ta ricat eden aksamından baki kalmış olan lar Kırmızısırt'ta da en son ricat ettikleri avcı hendekli mevziinde tüfeklerini bırakarak hemen heyeti kâmilesiyle siperlerinin önüne çıkmış, şapka, beyaz mendil bay rak sallayarak teslim olmak istiyorlardı! Bütün bu man zaraları Kemalyeri'nden ben ve tekmil maiyetim dürbünsüz olarak seyrediyorduk. Bu aralık gerek fırka erkânı harbi İzzettin Bey'den aldığım raporlardan, gerekse bizzat müşahedelerimden anlıyordum ki düşmanın Anburnu şarkmdaki sırtlarda hiçbir faaliyeti kalmamıştır. Sağ cenahımız karşısında düşman efradı sahile iltica etmiştir. Yalnız ricat noktasına uzak kalan düşmanlar Kanlısırt'la Kırmızısırt'taki vaziyetlerinden dolayı, Merkeztepe'de kalmış olan aksamı da sağ cenahımızın Kömürkapıderesi ve Bombasırtlan'na kadar ilerleyerek bilhassa Yükseksırt'ta aldıkları hâkim vaziyetten dolayı çekilmi yorlar, ister istemez sebat gösteriyorlardı. Düşmanın asıl sebatı Yükseksırt'm garbında ve Haintepe'de görülüyordu. En nihayet gece hulul edince, kı taatın fevkalade yorgun olduğu da anlaşılınca kazanılan muvaffakiyetle iktifa olundu. Muharebe tevkif edildi, tu tulan, kazanılan hatlarda tahkimat icra etmeleri emri ve rildi. 15 Nisan günü görülen vaziyet şu: Düşman sağ cenahımız karşısında Yükseksırt'm sa hile müteveccih (yönelik) kısmında, Kömürkapıderesi 33
içinde yamaçlara tutunmuş bir halde, buna mukabil (kar şılık) bizim kıtalarımız Cesarettepedeki düşman hattı bâ lâsında (üstünde), bunun karşısındaki kıtalarımız da Edirnesırtı'nda Kırmızısırt ve Kanlısırt'ta imiş. Hattı bâlâ tek rar tekrar düşman tarafından işgal edilmiş ve buna mu kabil kıtalarımız mezkûr (adı geçen) hattı bâlânın şarkın da ve karşısında mevki tutmuş. Düşman gündüz de ihra ca devam ediyormuş. Karaya çıkarılan düşman kuvvetle ri ileriye sevkedilerek ön hatlar takviye ediliyor, hatlar tak viye edildikçe de umumi vaziyetini tashih edebilmek (dü zeltebilmek) için cephenin bazı noktalarında faaliyette bu lunuyormuş. Bu faaliyetler sırasında, Kanlısırt cihetinden (yönünden) düşman sol cenahımızı sabahtan beri tazyik etmekte imiş. Bu taarruzu tevkif edilmiş. O gün düşma nın dokuz nakliye gemisinden karaya dökülen askerinden başka sekiz nakliye gemisinin daha ufuktan kıyılara doğ ru yaklaşıp büyümekte olduğu görülüyormuş. Bizim bi rinci hattımız düşmanın iki yüz, üç yüz metre karşısında bulunuyormuş. Bu suretle gittikçe tekasüf eden (yoğun laşan) düşmanın karşısında beklemektense kat'î neticeyi kazanmaya kifayet edecek (yetecek) kadar kuvvet celbi için Mustafa Kemal Bey mafevk (üst) kumandanlara ma ruzatta bulunmuş. İstediği kuvvetleri alınca cephesi ge nişlediğinden muhtelif kumandanlarla daimi münasebet te bulunmak zorlaşmış. Onun için cephesini muhtelif mıntıka kumandanlıklarına ayırmış. 16 Nisan:
34
Düşman sağ cenahımıza taarruz teşebbüsünde bu lunmuşsa da durdurulmuş. 17 Nisan: Sağ cenahımızdaki siperlerimize düşman taarruz et miş, fakat kıtalarımızın mukabil süngü hücumları ile ge ri püskürtülmüş: Fakat tamamıyla yerleşen düşmanın ye niden mühim bir hücuma kalkışacağını muhtemel gören Mustafa Kemal Bey taze kuvvetlerle düşmandan evvel düşmana vurmayı kararlaştırılmış. O zaman mıntıka ku mandanlarını Kemalyeri nezdine celbedip şifahi talimat ta bulunmuş.: O gün maiyetinde bulunan erkâna karşı söylediği sözlerden bazı kısımlarını bize vermesini kumandandan rica ettim ve şunları aldım: Zira taarruz emri vermeden evvel Mustafa Kemal Bey ruhlarına hitap etmekten pek kuvvetli neticeler bekliyor. Onun için diyor ki: "Düşmanın altı gündenberi iki defa taarruz ederek sarstığımız ve arazinin menaatinden dolayı neticeye ka dar şiddetli takip edememek yüzünden bannabilen ak samı himayesinde çıkarmakta olduğu ve fakat şimdiye kadar mahvettiğimiz kuvvetlerinin iki fırkadan fazla ol duğu anlaşılmıştır. Seddülbahirde Kumkale cihetinde de hal hemen aynı olmuştur. Karşımızda bulunan düşmanı bire kadar hepimiz ölerek behemehal denize dökmek lazım olduğu kanaati vicdaniyesindeyim. Vaziyetimiz düşmana nazaran (gö35
re) zayıf değildir. Düşmanın kuvvei maneviyesi tamamen mahvolunmuştur. Mütemadiyen siper yapmakla kendi sine bir melce (sığınacak yer) aramaktadır. Siperleri ci varına birkaç mermi düşmekle derhal kaçtığım kendi gözlerinizle gördünüz. Düşmanı büsbütün kaçırmamak için daha çok teem müle (düşünmeye) lüzum yoktur. İçimizde ve kumanda ettiğimiz askerlerde Balkan hacaletinin (utancının) ikinci bir safhasını görmektense burada ölmeyi tercih etmeyenlerin bulunacağını kat'iyyen kabul etmem. Şayet böyleleri olduğunu hissederse niz derhal onları kendi ellerimizle kurşuna dizelim. Şimdiye kadar ihraz ettiğimiz (elde ettiğimiz) mu vaffakiyeti tamamlamak için emrime verilen taze kuv vetler hattı harbe vasıl olmaktadır (ulaşmaktadır)." Ve ruhları bu hitapla dolan kumandanlara, edecek leri taarruz hakkında lazım gelen emirleri veriyor, terti batını (düzenini) da kolordu kumandanlığına arz ediyor. Karan oraca da tasvip görüyor. Bunun üzerine 18 Nisan taarruzu vukubuluyor ki onun neticesinde husule gelen vaziyet, Paşa'ya nazaran o günden sonraki hareketlerin hiçbirisiyle "kabili tebed dül olmayan (değişmeyen) vaziyeftir. Şöyle ki: "Saat beş evvelden itibaren bir taraftan topçularımızın ateş açması ile diğer taraftan müteakiben (daha soma) yeni gelmiş olan 14'üncü alayın Boyun ve 36
Merkeztepe'ye doğru ilerlemeye koyulmasıyla bütün cephe üzerinde topçu ve piyade muharebesine başlamış oluyoruz." Düşmanın karada yalnız bataryası varmış. Kıtalarımızla düşman hatları arasında mesafe pek az ol duğu için düşman bataryaları piyademiz üzerine hiçbir tesir yapamıyorlarmış. Yalnız düşmanın harp gemileri, bilhassa Kabatepe cihetinden muharebe harlarımızın gerilerini şiddetli ve devamlı ateşler altında bulundurmaktan bir an hali (uzak) kalmıyormuş. Paşa'dan kendisinin bu muharebeyi nereden idare et tiğini sordum: - Ben bu muharebeyi Kemalyeri'nden idare ediyo rum, dedi. Çünkü o yerden bütün düşman mevzilerini, sağ ce nahtaki bazı kısımlar müstesna olmak üzere bütün düş man mevzilerini soma da hemen bütün kıtalarımızın ha reketlerini gözaltında bulundurabilmesi mümkünmüş. Paşa dedi ki: "Düşmanın şiddetli piyade ve mitralyöz ateşleri karşısında 14'üncü alayın taarruzu bataetle (ağırlığıyla) ilerlemekte idi. Yalnız cebelden ibaret olan topçumuz düşman siperleri üzerine endaht (ateş) ederek piyademizin ilerlemesini himaye hususunda (koruma ko nusunda) pek ziyade (çok) amma fevkalâde ziyade ça lışmakta idi. Sol cenah kuvvetlerimizin taarruzları da goraYmey e\>aşWû. 'Saat 6 A5 e\rv \
risinde bulundurulan 125'inci alayın kısmı küllisi Merkeztepe istikametinde 14'üncü alayatakrip edilmişti. Sol cenah kuvvetlerimizin daha ciddi taarruz etmesini, sağ cenah kuvvetlerimizin de taarruzla 14'üncü alaya mua venette (yardımda) bulunmasını emrettim. Fakat saat 10.30 evvele kadar devam eden safhada düşmana pek müessir olmamakta bulunduğumuzu görüyordum." Bunun üzerine terbitatta birçok teferruata müdaha l e y e l ü z u m görmüş. Bu baptaki (bölümdeki) emirlerinin kumandanlara vusulüne (ulaşmasına) kadar, geriden sevkolunan takviye kıtalarının muharebe cephesine muva salatına (varışlarına) kadar geçen zaman zarfında taar ruzlarımızda bir durgunluk peyda olmuş, kumandanlar dan bazıları taarruzun tevkifini, yahut hiç olmazsa ge ceye talikini rica etmekte imişler. Halbuki Mustafa Ke mal Bey düşmanın hakikaten büyük bir tazyik karşısın da bulunduğunu bildiği için mutlaka taarruza karar ve riyor. - Bu tazyikin mevcut olduğunu ne suretle takdir ede biliyordunuz, efendim. - Bir defa bulunduğum yer pek müsaitti. Bütün va ziyeti tekmil cüzütam kumandanlarından daha iyi göre biliyordum. Soma da muhtelif membalardan (kaynaklar dan) malûmat alabiliyordum. Mesela düşman kumanda nının "buraya imdat yetiştiriniz" tarzındaki bir telsiz telgrafını mevkii müstahkemde bulunan telsiz telgrafı38
www.cizgiliforum.com enginel
mız kapmış. Bunu bana bildirdilerdi. Binaenaleyh baş lanılan taarruza devam etmek lüzumlu idi. Düşmanın imdat kuvvetleri yetişmeden evvel taarruzumuzu kat'î bir neticeye iktiran ettirmek (yaklaştırmak) lüzumu aşikâr dı (açıktı). Sonra düşmanı bir an evvel sahillerimizden atmak gayet vatani bir vazife idi. Maksadımı cüzütam kumandanlarına bildirdim. Bu maksadın tatbiki için askerlerimizin süngüsünden başta güvenilecek hiçbir çare yoktu. Elimde bulunan bütün kuvvetler ileriye yaklaşmış bir halde idi. Bir hücum savletiyle (şiddetiyle) düşman mevzilerine girmeleri için borazanlarla, trampetlerle geriden şiddetli bir hücum em ri verdirdim. Saat 4 sonra idi. U m u m cephede ileri hare keti canlandı. Bilhassa merkez grubu şiddetli saldırıyla ilerlemeye başladı. Doğrusu bütün kıtalarımız şayana takdir bir surette ilerliyordu. Gayet itidalle (ölçülü) konuşan muhatabımın ağzın da "şayanı takdir" terkibinin mühim manası vardı. Bu terkip benim nazarımda tarifsiz fedakârlık, muhayyelesiz kahramanlıklar sahnesi demekti. - Soma ne oldu efendim? Birçok efrat bazı yerlerde düşman siperlerine kadar girmeye muvaffak oldu. Fakat asıl keşif avcı hatlarımız düşman siperlerinin yirmi otuz, hatta sekiz on metresin de durdu. Bizim askerlikçe bu mesafede hâlâ muharebenin bit39
memiş olması şayanı istiğraptı (hayretti). Çünkü eski na zariyata (kurama) göre bu mesafenin pek çok fevkindeki (üstündeki) bir mesafede muharebe neticesi taayyün etmiş (belirmiş) olmak lazım gelir. Halbuki düşmanın se bat ve ısrarı, kahraman askerimizin ölümden yılmaması böyle burun buruna gelindikten soma da daha aylarca müddet pek kanlı muharebe safhaları görmek imkânını muhafaza etmiş oluyor. Bu muharebe böyle saat dörtte burun buruna gel mekle taarruz durdu. Fakat muharebe olanca şiddetiyle devam ediyordu. Ben kemali ciddiyet ve şiddetle taarruz edilmek, bu taarruz ihtiyat ve istinat (destek) kuvvetle riyle iyi takip olunmak şartıyla neticei kat'iyyenin (ke sin sonucun) kazanılacağına kaniydim. Ve bu kanaatim de musirdim (direniyordum). Bilhassa düşmana bu ka dar yaklaşıldıktan sonra gecenin zulmetinden (karanlı ğından) istifade edilerek düşman siperlerine atılmak pek mümkün olacaktı. Gece yansına kadar bazı tertibatla iş tigal edildi (uğraşıldı). Soma bir gece hücumu yapılma sını emrettim. Fakat sabaha kadar cereyan eden ahvale (duruma), hâsıl olan vaziyete nazaran düşman mevazii asliyesine (düşmanın asıl mevzilerine) girilemediği an laşıldı. Yirmi dört saatten beri devam eden muharebe aske rin pek ziyade yorgunluğunu mucip (neden) olmuştu. Onun için verdiğim bir emirle taarruzu kestim. Fakat ka40
zanılmış olan hattı tahkim etmekten (güçlendirmekten), orada mıhlanıp kalmaktan başka vatanı kurtaracak çare yoktu. Binaenaleyh lâzım gelen emri verdim. Kıymetli bir harp tarihi vesikası olmak üzere Paşa'dan bu emrin son sözlerini aldım. Diyor ki: "Benimle beraber burada muharebe eden bilcümle askerler kat'iyyen bilmelidir ki uhdemize tevdi edilen (bi ze verilen) namus vazifesini tamamen ifa etmek (yerine getirmek) için bir adım geri gitmek yoktur. Hâb ü istira hat aramanın bu istirahatten yalnız bizim değil, bütün milletimizin ebediyyen mahrum kalmasına sebebiyet ve rebileceğini cümlenize hatırlatırım. Bütün arkadaşları mın hemfikir olduklarına ve düşmanı tamamen denize dökmedikçe yorgunluk asan (eseri) göstermeyecekleri ne şüphe yoktur." Mustafa Kemal Paşa'mn u m u m Anburnu kuvvetle rine şamil (kapsayan) olan kumandanlığı 4 Mayıs 1331 (1915) gününe kadar devam etmiş, bu müddet zarfında cereyan eden vakalar içinde öyle mevziî mütekabil (kar şılıklı) taarruzlardan başka hiç büyük muharebe yok. Fa kat cidden kahramanlık sahneleri var. Mesela bakınız Paşa ne anlattı: - Biz ferdi kahramanlık sahneleriyllfmeşgul olmu yoruz. Yalnız size Bombasırtı vakasını anlatmadan ge çemeyeceğim. Mütekabil (karşılıklı) siperler arasında mesafemiz sekiz metre, yani ölüm muhakkak, muhak41
kak... Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasma ka milen (tamamen) düşüyor, ikincidekiler onların yerine gi diyor, fakat ne sayam gıpta bir itidal (anlayış) ve tevek külle (inançla) biliyor musunuz! Öleni görüyor, üç daki kaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir fütur (umutsuz luk) bile göstermiyor; sarsılmak yok! Okumak bilenler ellerinde Kuranı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyor lar. Bilmeyenler kelimei şehadet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren şayanı hay ret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakka le muharebesini kazandıran, bu yüksek ruhtur. Paşa, Anburnu kumandanlığından ayrılıyordu. Fa kat gece olmuştu. Ben de Paşa'dan ayrılmaya mecbur dum! Kendisine pek çok teşekkür ederek, iki gün soma diğer safhalar hakkında malûmat (bilgi) almak için tek rar ziyaret edeceğimi söyleyerek kahraman elini sıktım. Bana Kanije müdafii Tiryaki Hasan Paşa ile yahut Plevne aslanı Gazi Osman Paşa ile görüşmek mukadder olsaydı bugünkü muhavereden (konuşmadan) daha faz la mı bir heyecan duyacaktım?
42
Anafartalar Gr. Komutam Miralay Mustafa Kemal
43
İKİNCİ SAFHA
45
Paşa yine aynı odada yine aynı sivil lâcivert elbise ile oturmuş; önündeki mufassal (ayrıntılı) haritadan son Al man taarruzunu takip etmekle meşguldü. Taarruz istika metlerini, tahmin ettiği neticeleri mesleğine âşık bir as ker vuzuh (açıklığı) ve samimiyetiyle anlattı. Ve soma: - Bugün ikinci safhadan bahsedecektik, öyle değil mi, efendim? dedi. Bu ikinci safha harbin ikinci safhası değil, kumandanın o havalide deruhte ettiği (üzerine al dığı) vazifelerden ikincisidir. Bu zamanda, Paşa u m u m Anburnu cephesine ait mütalaalarda (görüşlerde) bulun mak salâhiyetim kendinde bulamıyor. Ancak sağ cenah ta 19 'uncu fırkanm başında bulunduğu sırada cereyan eden en mühim hâdise hakkında, yani 6 Mayıs'ta vukubulan umumî hücum hakkında biraz malûmat (bilgi) ver di. Bu umumî hücumda onun fırkası, karşısındaki düş man mevzilerine girmeye muvaffak olmuş. - 7 Mayıs, dedi (ve kahvesinden bir yudum alarak, evrakını okuduktan soma) o günü şöyle hülâsa edebili riz (özetleyebiliriz): Düşmanın A n b u r n u ' n a kuvvetler çıkardığı görüldü. Bu kuvvetlerden birkaç tabur kadar Anburnu cephesi nin sağ cenah şimalinde bulunan Çataltepe'ye doğru gi diyordu. İcra edilen keşif ve tarassuda (gözetlemeye) na zaran da düşmanın, yine bu civarda, balıkçıadamlan şimalişarkîsindeki sırtlarda 100 metrelik küçük bir cephe üzerinde tahkimatı ve askeri görüldü. Benim tahmin edip 47
şimal grubu kumandanlığına arzettiğim gibi bu civarda ki tahkimat evvela ufak mikyasta kanlı muharebeleri in taç etti (sonuçlandırdı). Soma da Anafartalar harekâtı umumîyesinin mebdeini teşkil etti. 8,9, 10 Mayıs günlerinde bizim fırkanın cephesin de mühim hâdiseler olmamıştı. 11 'inci günü bir mütare ke akdettik. Defni emvat ile uğraşıldı. 12,13,14 Mayıs günleri de, hatta 15'te de iş'ara de ğer bir şey yok... - Bu durgunluk neden hâsıl oluyor, efendim? - Çünkü düşman yorgundur. Çok zayiat verdi. Mü him miktarda kırıldı. Ve benim telâkkiyatıma (görüşü me) göre artık A n b u r n u ' n d a neticei kat'iyye (kesin so nuç) olmaktan sarfınazar ediyor (vazgeçiyor). Ben bu durgunluğu ona hamlediyorum. Mayısın 16'ncı günü be nim sol cenahımda bulunan fırka ki o da bizimdir, ihzar olunan (hazırlanan) birtakım lağımları iştial (infilak) et tiriyor. Onların iştial etmesiyle beraber düşmana bir bas kın hücumu icra ediyor (yapıyor). 17 Mayıs'ta işte demin bahsettiğimiz Çataltepe Halit ve Rızatepe denilen yerde kanlı bir muharebe oluyor. - O tepeye niçin Halit ve Rızatepesi denmiş? Orada, Rıza Efendi isminde ve Halit Efendi ismin de gayet kahramanca bir hücum icra eden iki zabit şehit olduğu için!... Bu muharebeden soma bir aralık benim Anburnu'na 48
karşı muhafazasını deruhte ettiğim (üzerime aldığım) cepheye ilaveten Anafartalar mıntıkası dahilindeki Az m a k ' a kadar olan parça da tahtı mesuliyetime (benim so rumluluk makamıma) verildi. Fakat daha sonra bütün Anafartalar mıntıkası doğrudan doğruya Esat Paşa Hz.'lerine merbut (bağlı) olmak üzre Almanyalı Vilmer Bey'in tahtı kumanda ve mesuliyetine tevdi edildi (so rumluluğuna verildi). On sekiz de hep o muharebe ile geçiyor. 22'nci günü verilen malûmata göre düşman, cenup grubunda yani Seddülbahir civarında Kirte mıntıkasına şiddetle taarruz etmekte idi. Binaenaleyh cephemizde de ciddi veyahut nümayiş tarzında bir düşman taarruzu na intizar etmek (beklemek) ihtiyata muvafıktı (uygun du). Hakikatte o gün öğleden evvel bütün fırka cephesi düşmanın top, tüfek, mitralyözleri ile şiddetli ateş altına alındı. Düşman taarruzu vaki oldu. Gerçi u m u m cephe de düşman ademi muvaffakiyete duçar edildi. Fakat Bombasırtı'nda iki siperimizi zapt ve işgal etti. 23 Ma yıs günü biz siperleri istirdat ile (geri alım) ele geçirdik. Düşman tedbirler sayesinde ve bilhassa 27'nci ve 57'nci kuvvetini sabaha kadar teksif etmiş ve aleyhimize is timal edecek (kullanılacak) bir hale getirmişti. Fakat it tihaz olunan (alman) tedbirler sayesinde ve bilhassa 27'n ci ve 57'nci alayların kumandanlarının, zabitlerinin ve efradının kahramanlıkları sayesinde o siperler içinde bu-
49
www.cizgiliforum.com enginel
lunan düşman kamilen itlaf (tam olarak yok) edildi. Bom balarla parça parça berhava oldular. Siperler elimize geç tiği zaman içerleri düşman cesetleriyle ağız ağıza dolu idi. O müthiş bir şeydi. İngilizlerden bir fert bile kurtul mamıştı. Bu muharebe cereyan ettiği sırada Kemalyeri'ni teş rif etmiş bulunan Talât Pş. Hz.'leriyle İsmail Canbulat ve Doktor Nâzım Beyler o gün İngilizlerden iğtinam ettiği miz (ganimet olarak aldığımız) maddi muharebe hatıra larına da maliktirler. Kiminde kurşun parçalamış bir İn giliz altını, kiminde ufak tefek nişanlar, dürbün parçala rı filân vardır. - O gün zâtıâliniz de Kemalyeri'nde mi bulunuyor dunuz? - Hayır, ben muharebe mahallinde (yerinde) idim. Kendileriyle telefonla görüştük. Bahsettiğim hediyeleri oradan gönderdim. Düşmanın yalnız bu ufak muharebedeki zayiatı 3000'den fazla tahmin olunmuştu. 24 Mayıs'ta düşman yine fırka cephesine taarruz et ti. Hatta ufak bir siperimize de girdi. Fakat neticede ka milen telef (tam olarak yok) edildi. Yine dışarı atıldılar, mahvoldular. 26 ile 27'de yine bir şey yok 28'de öyle. 29'da düşman 3 1 , 33, 34 numara verdiğimiz siper lere taarruz etti. Fakat çok zayiat vererek kovuldu. Bom50
basırtı'nda boyun noktasına mücavir olarak 14 Nisan gü nü taarruzdan soma vücude getirilen bu siperler Arıburnu cephesinde 7-8 metreden 10 ila 12 metreye kadar düş mana yakın olan siperlerdi. Bu kurbiyet (yakınlık) ve soma bu siperler üzerindeki hadiseler diyebiliriz ki, ken dilerine bir mevkii mahsus ve bir şöhreti tarihiye temin etmiştir. Bu siperlerin karşısında bulunan düşman siper leri, gerileri Korkuderesi'ne inen bir yarın kenarında in şa edilmiş olmak itibarıyla bir mahiyeti mahsuseyi haiz dir (özellik taşır). Mezkur siperlerdeki düşman daima ür kek bir halde idi. Bunun işte numaralarını söylediğimiz siperlerimize karşı faaliyetleri, tecavüzleri, hemen hiç bir gece eksik olmazdı. Üstünden bombalar atılmak, tahtezzemin lağımlar infilâkı ile bu siperlerimiz adeta bir cehenneme çevrilmekte idi. Tabii karşımızdaki düşman siperleri de hemen aynı halde idi. Düşmanın bombala rından vukua gelecek telefatı tenkis edebilmek (azalta bilmek) maksadıyla bu siperler üzerine kalaslar örttürmüştük. Onlar bu kalaslara ikide bir "mayii muhrik (sulu ya kıcı) şişeler"i atıyorlar, siperlerde yangın tevlit ediyor lardı (çıkarıyorlardı). Kesif alevler ve dumanlar o siper lerin üstünden hiç ayrılmazdı. Tabii biz oralarda pek çok telefat vermekte idik. Fakat buna rağmen şeci (yiğit), mütevekkil askerlerimiz bütün bu yangın, lağım, bom ba infilaklarına göğüs geriyorlar, şayanı gıpta bir metin 51
azimle yerlerini muhafaza ediyorlar, düşmana mukabe lede (karşılıkta) bulunuyorlardı. 30,31 'den ve 1 Haziran'dan 16 Haziran'a kadar mü him hadiseler yok. Fakat Mustafa Kemal Paşa 16 Haziran'da fırkasının sağ cenahında cidden kanlı bir muharebe yapmış. Ve o günden itibaren 24 Temmuz'a kadar fırka cephesinde mühim hadise olmamış. Yalnız 29 Haziran'da yine düş man bir kısım cephemize taarruz etmiş ve tardedilmiş (uzaklaştırılmış). 24 Temmuz günü, fırkasının cephesi ne topçu ateşi başlamış. Bu ateş evvelce mutat (alışılmış) dahilindeki derecede imiş. Ancak öğleden soma şidde tini peyderpey arttırmış. Düşman ...nci fırka cephesinde ve Mustafa Kemal Bey'in fırkasının sol cenahında bir ta arruz hazırlığı ima eder surette, şiddetli topçu ateşi isti mal etmekte imiş. Filhakika hemen arkasından Kanlısırt'ta taarruza geçmiş. Ve teşebbüsünde suhuletle mu vaffak (kolayca başarılı) olmuş. Muharebe bütün cephe üzerinde, h e m de pek şiddetli olmak şartıyla gece dahi devam ediyormuş. Paşanın cephesinin gerisinde, Anafarta mıntıkası dahilinde bulunan Ağıldere civarında sürek li piyade ateşleri işitiliyormuş. Düşman gece yansından y a n m saat sonra Paşa'nm fırkasına taarruz eder. Ve tekmil siperlerimizde, hatta gerilerimizdeki havalilerde vesaitinin (araçlannm) aza mi (en yüksek) derecesini istimal eder: Yağlı paçavralar, 52
tahtezzemin lağım infilakları, muhtelif nevide bombalar! Kara ve deniz topçuları fırkanın cephesini mütemadiyen (durmaksızın) sarsmakta imiş. Saat dakika 1 1 0 evvelde Mustafa Kemal Bey kıtalarının nazarı dikkatini şu suretle celbetmiş (çekmişti)! "Vaziyeti umumiye pek mühimdir. Kumandanlar dan, zabitlerden her vakitkinden ziyade fevkalade inti bah (uyanıklık) ve mesaii fedakârane isterim." Soma saat 3.30 evvelde de diğer bir emirle düşma nın bütün teşebbüslerini kıracak teyakkuz (dikkat) lüzu munu tekrar etmiş. 25 Temmuz günü saat 4 evvelden itibaren düşman topçusu azami faaliyetle ateş ediyormuş. Siperlerimizle rahı mesturlarımız (çizilmiş yollarımız) da ehemmiyet li bir surette yıkılmaya devam ediyormuş. Saat 4.45 ev velde düşman fırka cephesine hücuma kalkmış. Fakat bütün hücumları askerimizin metaneti (direnmesi) saye sinde az bir zaman içinde kamilen (tam olarak) mahvedilmiştir. Düşmanlarımız dehşetli zayiata uğramışlar, hatta bazı siperlerimize girmeye muvaffak olan kısımla rı da orada siperler içinde itlaf (yok) edilivermişler. Aynı günde saat beşe doğru düşman sağ cenahımız aleyhine ikinci bir hücum tevcih etmişse (yöneltmişse) de bu da püskürtülmüş. Düşman, hücumlarını pek musırrane (ısrarlı) bir surette icra etmekte imiş. Paşa gülüm53
seyerek dedi ki: Hatta zabitlerinin sopalarla efradı sıkış tırarak müteaddit defalar siperlerden çıkarmaya çalıştı ğı görülüyordu. - Peki iyi Paşa Hazretleri, düşmanın fırkanız istika metinde bu derece uğraşmaktaki maksadı ne idi? - Vallahi, diyemeyiz ki düşmanın 19'uncu fırka cep hesine yaptığı bu hücumlardan maksadı bir nümayişten yahut da bu cihetteki kuvvetlerimizi tespit etmek veya hut da Ağıldere cihetinden sevk ve istihdamdan men et mekten ibarettir. Hayır! Bence düşmanın asıl maksadı ha rekâtı umumiyesinde hedefi kat'î ittihaz ettiği Kocaçimen silsilesine, aynı zamanda 19'uncu fırkayı da geri atmak suretiyle vasıl olmaktan ibaretti. Fırka cephesinin vazi yeti umumiyeye nazaran haiz olduğu ehemmiyet, "Anburnu, Kocaçimen", istikametini seddetmesi (kapaması) itibarıyla haiz olduğu ehemmiyet benim tahminimi mu hik (haklı) gösterebilir. Düşman fırkaya yaptığı hücum lara üç dört livadan aşağı kuvvet tahsis etmemişti. İlk hü cumda verdiği azim zayiata rağmen hücumu tecdit etme si fırka cephesinde takip ettiği gayenin ciddiyetine gayet açık bir delildir. Düşmanın fırka cephesinde ademi mu vaffakiyete uğramasının sebebi, sahra obüs bataryalanyla iki harp gemisinden icra edilen 14, 15 saatlik müte madi (sürekli) bir bombardıman altında kıtalarımızın metanetlerini, mevkilerini muhafaza etmelerinden ileri gelmişti. Bunda günlerden beri tahkim ve tarsin edilen
54
(sağlamlaştınlan) siperlerimizin bahşeylediği istifadeyi de unutmayın. Burada mühim bir satır başına geçeceğiz. - Buyurun efendim. - Fırka cephesine tevcih olunan hücumları size izah ettiğim gibi, gerçi tardedilmişti (uzaklaştırılmıştı), fakat fırka için, bütün Arıburnu vaziyeti için daha büyük bir tehlike başgöstermiş oluyordu. - Bu tehlike ne idi? - Bu tehlike Ağıldere mıntıkasından Şahinsırt'la Conkbayırı'na ilerlemekte olan düşmandı! Bu tehditkâr hareket tekmil Arburnu cephesinin sü kutunu intaç edebilecek (sonuçlandırabilecek) bir mahi yette idi. Bu istikamete karşı fırka kendi vüs'ü (gücü) sa lâhiyeti dairesinde icap eden tedbirleri almıştır. Fakat asıl tedabirle yani umumi noktai nazardan icraat ve ter tibatla şimal grubu kumandanlığı ciddi bir surette iştigal etmekte idi (uğraşmaktaydı). Paşa bu esnada çıngırağı çaldı. Kapının önündeki mahmuz şıkırtısına yeniden kahveler ısmarladı. Birer si gara daha yaktık. - Filhakika, dedi, mühimce kuvvetlerin zevalden (azalmasından) soma Conkbayın cephesine tevcih edil diği öğrenilmişti. 26 Temmuz günü düşman pek erken den tasviri pek mümkün olmayan bir şiddetle ilerledi. Ge rek Arıburnu cephesindeki obüs ve sahra toplarıyla ge55
rekse denizdeki harp gemileriyle Conkbaym'nı ateş al tına aldı. Bu sırada bazı raporlar aldım ki Conkbayın va ziyetini pek şayanı memnuniyet olarak tasvir etmiyordu. Bu raporlardan başka erkânı harbiye reisini ve yaveri bizzat Conkbayın ve Şahinsırt civanna gönderdim. Va ziyeti tetkik ettirdim. Vaziyette vahamet muhakkaktı. Düşman Kocaçimen'i ve Şahinsırt'ı işgal etmişti. Ken dim de bizzat bulunduğum fırka tarassut mahallinden (gözetleme yerinden) Conkbaym'ndaki hücum dalgalan n ı görüyordum. O istikametten gelen düşman mermi leriyle karargâhımdaki zabitlerden yaralananlar vardı. Düşman diğer taraftan Suvla limanında da, onun cenu bundaki sahillerden de asker ihraç etmişti (çıkarmıştı). Bir taraftan da taarruz ediyordu. Bugüne kadar Anafartalar mıntıkası, şimal grubu kumandanlığına merbuttu (bağlıydı). Ve şimal grubu ku mandanlığı tarafından idare edilmekte idi. O gün emir ve kumandada bir değişiklik icra edildi. Saros grubu ku mandam Miralay Feyzi Bey'in Conkbayın ve Kocaçimen'deki kıtaatı da tahtı kumandasına alarak "Anafarta lar grubu" namıyla bir grup teşkil olunduğu resmen teb liğ edilmişt. Conkbaym'ndaki büyük tehlikeyi yakından görüyor ve çok müteessir oluyordum. Onun için şimal grubu kumandanlığına şu tarzda maruzatta bulundum: Conkbaym'ndaki vaziyetin henüz sayam dikkat ve nazik olduğu anlaşılıyor. Bu hususta ordu kumandanının 56
nazarı dikkatlerini ciddi surette celbe delalet buyurma nızı selameti memleket namına istirham ederim. Bu anda u m u m büyük kumandanlarda bir asabiyet mevcuttu. Ordu kumandanı Liman Pş. Hz'leri tarafından Kâzım Bey (eski Samsun Valisi Kâzım Paşa) telefonda benimle görüştü. Mütalaatımı (görüşlerimi) sordu. Va ziyetin nezaketini söyledim, dedim ki: " D a h a bir an mev cuttur. Bu anı da ziyaa uğratacak olursak bir felâketi umumiye karşısında kalmaklığımız pek muhtemeldir." Vaziyetin umumileşmiş olduğunu, Anafartalar'da çık mış ve çıkmakta olan düşman kuvvetlerini nazarı dikka te almak, ona göre umumi tedbirler ittihaz etmek lazım geldiğini, sevk ve idareyi tevhit ve temin için bütün kuv vetlerin bir kumanda altında, bilâvasıta bir kumanda al tında bulunmasından başka çare kalmadığını söyledim. 26-27 gecesi saat 9.50 somada
idi ki şimal grubu
kumandanı, ordu kumandanı Liman von Sanders Pş. Hz.'leri tarafından Anafartalar Grubu Kumandanlığı'na tayin edildiğime dair olan emri tebliğ etti. Aynı emirde, hemen hareket ederek 27 Temmuz'da icrası emredilmiş olan taarruzu icra etmekliğim de mevcuttu. Bu emir üze rine 27'inci Alay Kumandanı Şefik Bey'i 19'uncu Fık ra Kumandanlığı'na tevkil (vekil) ettim. Yanıma fırka sertabibi Hüseyin Bey'i aldım. - Niçin? - Hasta idim çünkü... Yaverim Kâzım Efendi o gün 57
şehit olmuştu. Rasim Efendi isminde diğer binsüvari za bitini de aldım. Dört aydır o yerde, yani ateş hattından 300 metre geride ecsat taaffünatı (çürümüş cesetler) ile bozulmuş bir hava teneffüs etmekte idim. O gece saat on birde, zindan gibi zifiri karanlıklar içinde oradan çıkın ca ilk defa temiz bir hava karşısmda bulundum. Fakat bu güzel havayı zulmet (karanlık) ve müphemiyet (bilinmez lik) içinde teneffüs etmek nasip oluyordu. Hiç ardı arkası kesilmeyen hücumlarm karşısmda az mine ufak bir sarsıntı bile gelmeksizin bu zatın uykusuz, havasız yerlerde burnuna kan ve barut kokuları, leş ve ceset kokulan çarpa çarpa, kulağında muhtelif çatırdılar, gümbürtüler yer ede ede nasıl çalıştığına şaşıyor dum. Dedim ki: - Paşa Hazretleri, benim anladığıma göre siz henüz ,ne düşmanın derecei kuvvetini, ne de başına yeni tayin edildiğiniz bizim kuvvetlerimizi bilmiyorsunuz. Fazla olarak da, dediğiniz gibi bu zulmet ve müphemiyet için de meçhullere doğru gidiyorsunuz. Bu kadar ağır bir mesuliyeti nasıl bir düşünce ile kabul ediyordunuz? Çünkü ben bu harekette tarife sığmaz, alelade, hat ta fevkalâde kelimelerle anlatmaya çalıştığımız ruhi ha letlerin pek üstünde olan bir şey görüyordum? - Vakıa böyle bir mesuliyeti deruhde etmek (üzeri ne almak) takdir buyurduğunuz gibi, basit bir keyfiyet değildir. Fakat ben, vatanım mahvolduktan soma yaşa58
www.cizgiliforum.com enginel
mamaya karar verdiğim için kemali iftiharla bu mesuli yeti deruhde ettim (üzerime aldım). Ve hemen saatlerce mesafe uzakta bulunan Çamhtekke karargâhına hayvan la hareket ettim. İşte bu suretle benim Arıburnu ile olan kumanda münasebetim nihayete ermiş oluyor. Bu ifadelerin ruhunuza verdiği temiz ve ulvi tesiri anlamak için o mert, pervasız sesi kulaklarınız benim gi bi duymalı idi. Gözleriniz, onun mavi gözlerindeki kuv vetli parıltıyı görmeli, azimkar asker çehresindeki ma nayı okumalı idi. İçinde, dram sahnelerindeki kahraman larına müelliflerinin iare ettiği (yazarlarının ödünç ver diği) büyük, gürültülü kelimeler olmayan o kuvvetli cüm leler! Ben onları günlerce hatıramda sakladım. Bu genç adama karşı bir meclûbiyet (yakınlık) hissettim. Bu memuriyetinden ayrılırken orada bulunan silah arkadaşlarına ne türlü hisler perverde ettiğini (besledi ğini) sordum. Mukadderatımızla sıkı sikaya alâkadar olan bu muharebeler esnasında bütün ordunun, küçük ne ferden, büyük kumandana kadar vazifesini ne suretle te lâkki (anladığını) ne suretle ifa ettiğini (yerine getirdiği ni) bilmek istiyordum. İşte Mustafa Kemal Paşa'nm cevaplan: - İngilizler, Arburnu ihracında, bu cephedeki muha rebelerde kumandanlarının, askerlerinin gösterdikleri ce sareti, metaneti, cengâverane meziyetleri fevkalâde bir lisanı takdirle yâd ve ilan etmektedirler. Fakat düşünün 59
ki bütün muharebe vesaitiyle (araçlarıyla) mükemmel surette mücehhez olarak büyük bir inat ve azimle A n burnu sahillerine ayak basan düşmanımız yine o sahil ke narlarında kalmaya mecbur olmuştur. Binaenaleyh zabit lerimiz, askerlerimiz hissiyatı vatanperverane ve diniyeleriyle, şecaati mahsusai milliyeleriyle bu derece kuvvet li bir düşmana karşı payitaht kapılarını muhafaza etmek le cidden şayanı iftihar bir mevki kazanmışlardır. Kuman da ettiğim bilumum kıtaların zabitanım ve efradını birer birer takdir ederim. Bu ulvi maksat uğrunda canlarını kahramanca feda eden mukaddes şehitlerimizi derin ve ebedi bir hürmetle yâdederim.
60
ÜÇÜNCÜ
SAFHA
63
ANAFARTALAR - Cidden sizi yorduk. Bu hikâyeler uzadıkça uzadı. Vakalar o kadar çok, o kadar mühimdir ki bilmem han gisini atlasak! - Yorulmam efendim. Bilhassa böyle milletin haya tıyla alâkadar olan bir meseleyi dinleyip bütün karilere de (okuyuculara) nakledebilmek benim için büyük ve sa mimi bir zevktir. - Pek iyi. O halde kahvelerimizi içer içmez başlarız. - Gece karanlığında yerinizden çıkıyor ve yeni me muriyetinize gidiyordunuz. - Evet, zulmeti leyiden (gecenin karanlığından) do layı yol bulmakta birçok sıkıntı çektikten soma 27 Tem muz saat 1.30 evvelde Gümbürdek bayırının cenubunda bulunan grup karargâhına vardım. Taarruz fecirle başlayacaktı. Vaktim pek azdı. Her kesin malûmatından istifade etmek (bilgisinden yararlan mak) için tekmil erkânı harbiye heyetini yanıma çağır dım. Benim bu anda anladığıma göre düşmanın Kireçtepe, Kükürtlüpmar, Sülecik, Mestantepe hattında -ki düşman miktarı katiyetle malum (kesinlikle belli) değil, mühim fakat yine miktarı gayri muayyen diğer kuvvet lerinin de Kocaçimen eteklerinde ve Conkbayırı'nda bu lunduğu ve mütemadiyen (durmadan) Kemikliler'e ih racata (çıkarmaya), devam ettiği anlaşılıyordu. Ben de 65
kuvvetlerimi ona göre tertip ettim. Fakat henüz telefon irtibatı (bağlantısı) yoktu. Lazım gelen kumandanlara emirleri birer zabitle fırkalara yolladım. Bu zabitler ay nı zamanda haber ve irtibat zabiti olacaklar, bana bizzat doğrudan doğruya rapor vereceklerdi. İşte o zabitlerden biri de budur diye yaverini gösterdi. Yaveri, tıknaz, esmer, az bıyıklı, hem sert ve hem muti (anlayışlı) bakışlı genç bir yüzbaşı idi (rahmetli me bus Cevat Abbas (Gürer) Bey). O anda tetkik edilen ev rakı tasnifle meşgul oluyordu. Paşa devam etti: - Telefon tesisi, umuru sıhhiye (sağlık işleri) ve ia şe için de icap eden emirleri verdim. Kendim de, taarru zu bizzat idare etmek için saat 4.30 evvelde Çamlıtepe şimalindeki tepelerde bulunan tarassut mahalline (göz leme yerine) gittim. 12'nci fırkanın taarruzi harekâtına başlamış olduğunu gördüm. 7'nci fırka kıtalarının kâffesini (hepsini) göremiyordum. 27 Temmuz 5.50 evvelde 12'nci fırka, taarruzunun ilerlediğini ve tertibatını raporla bildiriyordu. 7'nci fır kadan ve taarruza başlandığına dair malumat alındı. Ta arruz her iki fırkada muvaffakiyetle devam etti. Artık o günkü muharebenin muhtelif safhalarda sevk ve idaresi için verilmiş emirlerle alınmış raporlar ve sair teferruatı icraîyeden sarfı nazar edelim de (diğer ayrıntıları uygu lamadan uzak tutalım) neticeyi söyleyelim: Şuvla şarkın da bulunan düşmanın bir kolordusu ve Büyük Anafarta 66
istikametinde de bir fırka kadar kuvveti mağlup edilmiş ve kamilen gayrimüsait bir vaziyete atılmıştır. Ben mağ lup düşmanın bu derece faikıyetini (üstünlüğünü) gör dükten soma kazanılan muvaffakiyetle iktifa ettim (ba şarıyla yetindim). Taarruzu durdurdum. Elde edilen si perlerin tahkim olunmasını, orada yerleşilmesini emret tim. - Bu kadar faik (üstün) olduğunu söylediğiniz bir kuvvet böyle, bir gün içinde neden mağlup oldu? Paşa, masasının üzerinde duran kitabı açarak: - Bunun cevabını en iyi Hamilton'un kendi raporun da okuyabilirsiniz? Benim o gün gördüğüm sebep şudur: Düşman muhtelif kollarla toplu nizamda olarak ilerliyor du. Bu yürüyüş kollan önlerinde henüz ne hiçbir mev cudiyete, ne de hiçbir faaliyete tesadüf etmeyeceklerini zannediyorlardı. Onun için önlerinde hafif avcı hattı bu lundurmakla iktifa etmişlerdi (yetinmişlerdi). Bir taraf tan kuvvetli ve fedakâr avcılanmızm hâkim sırtlardan inerek mezkûr (adı geçen) düşman kollannın başlarına atılmalan, bir taraftan da topçulanmızm isabetli şarap nellerinin yanaşık düşman kolları üzerine tesir etmesi düşmanda inzibatı da (düzeni), kuveyi mâneviyeyi de, kumandayı da ihlâl etti. Baş taraftan tardedilen (uzaklaştınlan) hafif avcı hatlan bu sebeple geriden takviye ulu namadı. Düşman da kamilen gözlerini geriye çevirmek ve kaçmak tarikim tercih etti (yolunu seçti). Filhakika
67
düşman kolordusunda kumandanların müessir olmadı ğını da Hamilton bilahare itiraf etmiştir. Fakat benim istiğrap ettiğim cihet (şaştığım taraf) Hamilton'un bizzat kendisi de oraya geldiği halde emrini yine infaz edeme miş olmasıdır. Herhalde Hamilton da dahil olduğu hal de ingiliz kumandanları beyninde çok müzakere, çok te reddüt olması ve bilhassa mesuliyet korkusu, bize ken dilerini mağlup etmek fırsatım bahsetmiştir. Filhakika mesuliyetten korkan kumandanların hiçbir vakit icap eden kararlan veremediklerini, bunun neticesinde ise acı felaketler husule geldiğim bizzat ben de muhtelif zaman larda görmüşümdür. O gün ihraz olunan (elde edilen) muvaffakiyet pek ziyade sayam menmumyettir. Fakat vaziyeti umumiyenin ıslah ve temini binnetice payitahtın (başkentin) tama men emniyetli bir surette muhafaza noktai nazanndan be ni henüz tatmin etmiyordu. Çünkü düşman üç gündür Anburnu ile Azmak arasında başkaca mühim kuvvetler le icra ettiği mütevali (aralıksız) ve fedakârane hücum lar sayesinde Conkbayın ve Şahintepe'de mevcut tehditkâr vaziyete sahip bulunuyordu. Filhakika Hamilton bü tün Kocaçimen silsilesine malik olmak nokati nazann dan Conkhayın'nm zabtını muvaffakiyetine beraeti istihlâl (ilgisiz başlangıç) addediyor, bu mevzii, mihveri harekât addediyordu (hareket merkezi sayıyor). Conkbayın ve Şahmtepe'nin muhafazası için benim 68
laımandayı derimde ettiğimden (üzerime aldığımdan) evvel orada muharebe eden askerlerimizin pek büyük kahramanlık ve fedakârlık gösterdiğini kemali takdirle yâdederim. Ancak şunu da ilave etmeye lüzum görüyo rum ki: Bu kıtalar pek ziyade zayıflamış ve yorulmuş bu lunuyordu. Fakat yeniden iki piyade alayının tahtı emri me gireceğine dair olan malûmat beni, vakit geçirmek sizin yeni icraatta bulunabileceğime ikna etmiş oluyor du. 27 Temmuz günü öğleden sonra saat üçte Conkbayırı ve Kocaçimen mıntıkasında bulunan 8'inci ve 9'uncu fırka kumandanliklanna telefonla dedim ki: " B u gece Conkbayırı'nda kendilerinden büyük faaliyet talep ede ceğim iki piyade alayı için orada bulunan kıtaat vasıta sıyla hiç olmazsa sıcak bir çorba hazırlatmaya imkân bulmanız çok muvafık (uygun) olur." O günkü muharebeyi idare ettiğim mahalli terk edip Çamlıtekke'deki karargâhıma gelirken yolda Liman (Li man von Sanders) Pş. Hz.'nin yaverleri müşarünileyh ta rafından beni tebrik etmek üzere geliyordu. Müşarüni leyhin de karargâhıma gelmiş bulunduğunu haber verdi. Conkbayırı'nda düşmana icrasını tasmim ettiğim (tasar ladığım) taarruzun yakından ihzar ve idaresi için bizzat hemen oraya hareket etmek üzere kendisinden ayrıldım. Müşarünileyh beni bizzat ateşin içine girmekten sıyanet etmeyi (korumayı) düşündü. Fakat başka türlü de, yapı lacak hareketin neticesinden emin olmayacağımı takdir
69
www.cizgiliforum.com enginel
ederek muvafakat etti (izin verdi). Erkânı harbiyemle birlikte Çamlıktekke'den Kocaçimen istikametine tevec cüh ettik (yöneldik). Düşmanın bir tayyaresi semti resimize geldi (bulunduğumuz yerine üstüne geldi) ve bizi takibe başladı. Artık zaruri olarak bütün refakatim he yeti sağa sola açılmak mecburiyetinde kalmış, bunun ne ticesinde yollarını şaşırarak ve karanlığa kalarak ertesi güne kadar buna mülâki (kavuşamamışlardı) olamamış lardı. Ben, benden ayrılmayan süvari ihtiyat zabitlerinden Zeki Efendi ile tuttuğum yolu takibe devam etmeyi za ruri gördüm. Kocaçimen üzerinden Conkbayın'na git mek istedim. Fakat bu yol ingilizler tarafmdan tutulmuş olduğu için ateşe maruz kaldım. Daha cenuptan dolaşa rak Conk sırtının şark yamaçlarında bulunan ...nci fırka karargâhına vâsıl oldum. Kıtaların ahvali dahiliyelerini tetkik ettikten soma bana hazırladıkları çadıra çekildim. Zaten gece de hulul etmişti (gelip çatmıştı). Lazım ge len emirleri verdim. Taze kuvvetlere intizar ediyordum. Bu kuvvetler ise yukarda bahsettiğim iki alaydı. Bunlar dan birisi pek geç vasıl olabilmiş; diğeri ertesi gün an cak muvaffakiyet istihsalinden (basan sağladıktan) son ra gelebilmiştir. Bu sebeple kumandanlar ve erkânı harp leri kuvvete n a z a n dikkatimi celbettiler; vakıa haklan vardı. Fakat ben muvaffakiyeti çok kuvvete malik ol maktan ziyade elimizde bulunan kuvvete azim ve şiddet
70
vermekte, ve onlan benim tasavvur ettiğim gibi kullana bilmekte görüyordum. Geçirilecek zaman bizden ziya de düşmana faide bahş (yarar sağlamış) olacaktı. Onun için bütün mütaleata (düşüncelere) rağmen sureti kat'iyede taarruz edecektim. Hazırlanmaları bitince bana bildir melerini kıtalara emrettim. - Peki, bu az kuvvetle ne türlü bir hücum tertip ede cektiniz? - Gayet basit!.. Conkbayırı'ndaki ve Şahintepe'deki düşman karşısında duran kuvvet ...nci fırkaya aitti. Yeni gelecek alaylar bu hattın gerisinde ve hemen yakınında toplu s a m harp nizamında ahzı mevki edeceklerdi (yer alacaklardı). Hareket fecirle beraber başlayacaktı: Hiç bir tüfek, top ve bomba patlamaksızın süngü ile, düşman üzerine atılmak! - Demek ki o gece bizimkiler pençelerini içeri alıp pusu kuracaklardı. Ve İngilizler o sabah güneşin parıltı sı ile uyanmayacaklar, süngülerimizin pırıltısı ile kama şıp düşeceklerdi. Fakat zatıâliniz, anladığıma göre kaç gündür uykusuz kalıyorsunuz. Hiçbir yorgunluk duymu yor mu idiniz? - Tabii duyuyordum. Ve bu muharebe yorgunluğu nu hiç olmazsa telafi ederek (gidererek) ertesi gün hü cum anında zinde bulunabilmem için çadırımda yalmz kaldım. Fakat buna imkân var mı idi? Birçok sebepler le, birçok zevat yanıma gelmek mecburiyetinde kalıyor71
du. Aynı zamanda bütün grup cephesinin muhtelif kısım larından heyecanlı raporlar alıyordum. Mesela, düşma nın Eçe limanı önünde nümayiş (gösteri) için dolaştır makta olduğu boş gemileri görmesi üzerine İngilizlerin mezkûr (adı geçen) limana asker çıkarmakta olduğunu bildiren raporlar gibi... Geceyi işte bu tarzda geçirmiş bu lunuyoruz. Mustafa Kemal Paşa'nm tasavvur ettiği hücum 28 Temmuz günü takriben saat 4.30 evvelde başlıyor. Hü cumu seyretmek üzere Paşa da asker ve kumandanlara mülâki (katılıyor) oluyor. Fecir başlamış, ortalık aydınlanmaya yüz tutmuş. Fa kat Paşa hücum anının gecikmekte olduğunu görüyormuş. "Halbuki bu teahhür (gecikme) biraz daha uzayacak olur sa ortalık tamamen açılacak, bizim kesif bir yığın halin de bulunan hücum kıtalarımızı düşman görecek, karadan ve denizden namütenahi topların bombardımamna maruz kalacaktık, belki de bu bir felaket olacaktı." Müthiş he yecanlı bir buhran anı değil mi? Mustafa Kemal Bey der hal oradaki kumandanlarla beraber hücum saflarının önü ne geçmiş. Askere düşmanın kaçmaya hazırlandığını, fa kat buna müsaade etmeyeceğimizi söylemiş. "Bunun için benim ileriden kırbaç sallayarak vereceğim işaret üzeri ne hemen hepiniz düşmana atılacaksınız" demiş. Beş on adım ileri yürüdükten soma işaretini verince zabitan ve efradın tereddütsüz bir aslan savletiyle (saldırısıyla) düş-
72
mana saldırdıklarını görmüş. Bu hücumun karşısında düş manın kamilen ezildiğini, hiç silâh kullanmak fırsatına va kit bulamamış olduğunu anlamış. - Ortalık açıldıktan soma idi ki, diyor, düşman ha kikaten Conkbayın'nı cehenneme çevirmişti. Denizden, karadan büyük çaplı topların muhtelif cinste mermileri Conkbayın semasında bitmez tükenmez yıldırımlar vü cuda getiriyordu. Buraya kadar muhaveremizi (konuşmamızı) sakin bir vaziyette dinleyen Yüzbaşı Cevat (Abbas Gürer) Bey, paşanın yaveri, kaim, sertliği hoşa giden bir sesle: - Bu şarapnel misketlerinden bir tanesi de Paşa'nın göğsünü okşamıştır! dedi. - Nasıl? dedim. Paşa tespihi ile oynuyordu. Cevat Bey, parlak çizmelerindeki mahmuzlar şıkırtı yaparak, göğsünün sol tara fındaki nişan kurdeleleri sırası ve ipek kordonu kabara ine şöyle anlatıyordu: - Bulunduğumuz yer tamamen muhacimlerin (hü cumların) arası idi. Paşa da ilerleyen efradımızı seyre derken göğsüne bir şeyin gayet kuvvetle çarptığını duy muştur. - Evet, sağ tarafta ceketimde bir kurşun yeri gördüm. Yanımda bulunan zabit (rahmetli Nuri Conker Bey) "efendim, vuruldunuz" dedi. Ben böyle bir söz şuyu bu lursa askerimizin kuvvei maneviyesi üzerinde yapacağı tesiri düşündüm. 73
Elimle zabitin ağzını kapadım. " S u s " dedim. Cevat Bey devamla: - Bir şarapnel misketi göğsünün sağ tarafına tam sa atinin bulunduğu cebe isabet etmiştir. Saat parça parça oldu. Fakat o darbe paşanın göğsünde hafif bir leke bı rakmaktan başka ileri geçmemiştir, dedi. - O saat sizin için tarihi bir saattir. Görebilir miyim efendim, dedim. Paşa: - O saatin enkazım bu muharebeden soma Liman Pş. Hz. hatıra olarak aldılar. Bana da kendilerinin ailevi asa let armasını havi bulunan saatlerini verdiler. Cevat Bey saati gösterdi: Omega markalı siyah bir saat: Arkasında bir taç ve " L . Z . " markalan, Paşa'mn kı n l a n saati de Mektebi Harbiye'den beri sakladığı Ome ga markalı kuvvetlice bir talebe saati imiş. Cevat Bey Zenith markalı bir bilezik saati de gösterdi ki onu Mustafa Kemal Paşa'ya o kurşun değdiği esnada yanında bulu nan genç mülâzim (teğmen) vermiş. Askerinin bu kadar yanında giden, onlara ön ayak olan bir kumandana en zorlu düşmanların bile dayana mayacağına aklım eriyordu. - Peki, siz bu yaranızla uğraştığınız esnada askerle riniz ne yapıyordu? Hücuma devam ediyor mu idi? - Tabii. O kahramanlar, başlannda fedakâr zabitleri olduğu halde gayrikabili tevkif savletleriyle ilk düşman 74
hattını bire kadar boğdular. Bundan başka önlerine tesa düf eden, imdada gelen bütün düşman kıtalarını perişan ettiler. Hatta bizim münferit aksamımız boş buldukları istikametlerden denize kadar gitmişlerdir. Bence maksat hasıl olmuştu. Karşımda bulunan İngilizleri kamilen im haya kalkışacak kadar, şeraiti müsait tasavvur etmiyor dum (koşullan uygun görmüyordum). Onun için verdi ğim emirle taarruzu kestim. Conkbayırı'nda ve Şahintepe'de yerleştik kaldık. Bu muharebede düşmana binlerce maktul (ölü), binlerce mecruh (yaralı) verdirdik. Birçok esliha (silahlar) aldık. O cephede bulunan makineli tüfeklerini iğtinam ettik. Birçok da esir alındı. Bu hücumumuz Sir Hamilton'u bazı mübalağalı tas virlere sevketmiş. Bunu soma, raporunu okuduğum za man anladım. (Raporu açıp orada bir sahife arayarak) ba kınız, müşarünileyh diyor ki: "Askerlerini biz, mevcut bilcümle toplanmızla topa tuttunnuşuz." Bu doğru de ğil, tabanca bile attırmadım. Çünkü, attırsaydım o zaman baskın tarzında yapmak istediğim hücum muvaffak (başanlı) olamazdı. Zaten onun askerleriyle benim askerle rim değil, bizzat benim ve kumandanlanmm onlarla ara sındaki mesafe ancak 15-20 hatve (adım) idi. Bu kadar yakın mesafede düşman hattına topçu endahtma (atışı na) imkân olmayacağı erbabınca malûmdur, bahusus (özellikle) gece vakti... Bir de Hamilton iki taburunun bo ğazlanıp haki helake (yere ölü) serildiğinden bahsediyor. 75
Bu doğrudur. Fakat bizim 28 Temmuz'da Conkbayın'nda yaptığımız hücumla mağlup ettiğimiz İngiliz kuvveti Arıburnu ve Damakçık Bayın arasındaki mıntıkada bu lunan tekmil kuvvetleridir. Bu meydanı harpte şan ve şe ref kazandıklanndan bahsettiği General Kayley, bütün er kânı harbiyesiyle beraber maktul (öldürülmüş) düşen General Baldwin, tehikeli surette yaralanan General Koper nerelere kumanda ediyorlardı, yalnız iki tabura mı? Galip askerin, doğruyu söylemeyen mağlup askere, karşı esirgemeyediği tezyif (eğlenceli) tebessümü Paşa'da pek vazıhtı (açıktı). - Maamafih, dedi, Sir Hamilton'un askerimizin hü cumunu tasvirdeki maharetini pek takdir ederim. Doğ rudur! Onun kullandığı tabirleri istimal ederek (kullana rak), diyebiliriz ki bu muharebede askerlerimiz ingiliz ler için o gün bir afet oldular. Önlerinde durmaya yelte nenleri haki helake (yere ölü) serdiler. Conkbayın tepe sinin zirvesini tamamen tarayıp temizledikten soma, yi ne Hamilton'un tabiriyle söylüyorum, kovanından çıkan an sürüleri gibi, güç halle yakalanm muhakkak bir ölüm den sıyırabilen öteki kollar üzerine saldırdılar, "ingiliz ler için bu derece nevmidâne (umutsuzca) ve hunrizane (kan dökücü) olan muharebenin tafsilatı asla ve asla sahaif i evrak üzerine konamaz. Türkler birbiri ardmca mey danı kâru zare atıldılar. Ve ismullahı zikrederek hakika ten pek gazanferâne ve şirâne (aslanlar gibi) harbettiler"
76
diyor. Bu hücumlara karşı duran İngiliz efradı, oldukla rı yerde telef oldular. Ha, bir şey daha söylemeli. Hamilton askerimizin ma'reke (savaş) meydanında yorulmuş oldukları, tüken miş oldukları zehabında bulunuyor. Aldanmıştır zavallı. Bizim askerimiz hücum için vermiş olduğum emirde ol duğu gibi, tayin ettiğim hatta durmalarına dair olan em rimi de aynı itaat ve gayretle tatbik etmekten başka bir şey yapmamışlardır. Bu muharebenin daha fazla tafsila tını yine Hamilton'un raporunda okumak mümkündür. Onun için biz bu kadarla iktifa edebiliriz (yetinebiliriz). Yalmz şunu diyeyim ki 29 Temmuz'da vuku bulmuş olan Conkbayın Muharebesi Anafartalar muvaffakiyetinin (başarısının) en şanlı safhasıdır. Yaver Cevat Bey, bu muharebelerde askerimizin ga yet şiddet ve gayretle hareket ettiklerine dair izahat ver di, misaller getirdi. Onlardan biri de şu ki kuvvei maneviyesi yerinde olan, mafevklerinin (üstlerinin) fedakâr lığına tamamen inanan askerde mevcut kuvvetli ruhu göstermek itibarıyla mühim buldum. Sıhhiye efradımız bir yerde istirahat ediyorlar ve yemek yiyorlarmış. Tam o esnada bir obüs yakınlarına düşmüş. Askerler bir müd det toz duman arasında kalmışlar. Soma o sis sıyrılır sıy rılmaz görmüşler ki o askerler arka üstü yatmış kahka ha ile gülüyorlar, kendilerine zararı dokunmamış olan bu obüsle alay ediyorlar. 77
Paşa dedi ki: 29, 30, 31 Temmuz'da, 1 ve 2 Ağustos'ta büyük mikyasta hadisat yoktur. Olanlar da sizi alâ kadar etmez. 3 Ağustos muharebesi (Kireçtepe): Kireçtepe Anafartalar muharebe cephesinin sağ cenahında pek mühim bir mevzidir. Düşman 2 Ağustos günü akşam saat 6.30 sonrada bir liva kadar kuvvetiyle grubun sağ cenahına taarruz ve Kireçtepe'nin bazı aksamını zaptetmişti. Fa kat aym gece kıtalarımız tarafından yapılan mukabil (kar şı) taarruzla Kireçtepe mevzii istirdat edildi. Düşman 3 Ağustos günü daha faik kuvvetlerle tekrar Kireçtepe'ye taarruz etti. Düşmanın pek ciddi olduğu anlaşılan bu ta arruzuna karşı yakından ve bizzat ittihazı tedabir etmek (gerekli önlemi almak) üzre mezkûr cephe gerisinde Tur şun köyündeki fırka karargâhına gittim. Kireçtepe mu harebe meydanında kâfi miktarda kuvvetlerin serian (hızl) toplanması lüzumu tezahür etmişti (belirmişti). Onun için istifadesi mükün olan cüzütamları celbetmek su retiyle öğleye kadar 12 tabur cem'ine (toplanmasına) muvaffak oldum. Celbolunan kuvvetler mütemadiyen muharebe hattına yürüyorlardı. En nihayet, erkâm harbiyemden icap edenlerle beraber bizzat ben de muhare be hattına yaklaşmak lüzumunu hissettim. Bulunduğum yerden muharebe hattına giden tek bir yol vardı. Bu yol mütemadiyen sahil yakınından geçiyor, düşmanın sahi le yaklaşmış olan iki torpidosu tarafından mütemadiyen
78
www.cizgiliforum.com enginel
(durmadan) ateş altında bulunduruluyordu. Bu sebeple ileri hareket eden tekmil kıtaatın durmuş olduğunu gör düm. Hayvandan indim, kolun başına ve mecburi tevak kuf olunan noktaya (zorunlu durma noktasına) geldim. Filhakika oradan ileri geçmek mevtle (ölümle) kat'i ola rak temas etmek demektir. Halbuki bugün bu kıtaların ileri geçmesi lazımdı. Evvela ben yalnız olarak koşar adımla geçtim. Arkamdan ve birbirinden fasıla ile erkâ nı harbiye reisi ve yaverlerim geçtiler. Ondan sonra, te vakkuf eden (toplanmış) kıtaat kumandanlarına "geçe ceksiniz" dedim. Parça parça koşmak suretiyle arzu edi len kıtalar geçirildi. Bu muharebenin neticesinde düşman hareketi akim (etkisiz) bırakıldı, evvelkinden daha hâkim bir vaziyet almdı. Yaver Cevat Bey o gün arkadaşlarına o tehlike için de hizmet gören bir askeri anlattı: Kimsenin geçemedi ği ateş içinden kemali itidal ve tevekkülle (bütün dikka ti ve inancıyla) yürüyerek ilerdeki arkadaşlarına yiyecek ve kuvvet taşıyan o fedakâr genci Paşa, yaverinin göğ sündeki nişanla hemen orada taltif etmiş (ödüllendir miş). Paşa dedi ki: 4 Ağustos'tan 6 Ağustos'a geçeceğim. Hatta isterseniz 8 Ağustos'a geçeceğim. O gün, yani 8 Ağustos'ta sabahtan itibaren düşmanın bir taraftan diğer tarafa asker sevketmekte ve gemilerden bazı kıtalar çı karmakta olduğu görülüyordu. Bununla beraber cephe79
de sükûnet vardı. Öğleden evvel Küçük Anafartalar gar bında bulunan kıtalar nezdine gittim, terbitatta (düzen de) bazı tadilat (değişiklikler) yaptım. Karargâha avde timde (dönüşümde) vaziyeti daha meşkuk (şüpheli) gö rüyordum. Onun için, ihtiyatta bulundurduğum fırkala ra derhal silah başı etmelerini telefonla emrettim. Bu es nada idi ki gittikçe mütezayit (artan) top sesleriyle bera ber düşmanın taarruza geçtiği anlaşıldı. Bu taarruz Kü çük Anafarta köyünün sureti umumiyede garbında bu lunan fırkalarımıza, Yusufçuk tepesi, İsmailoğlu tepesi ve Azmak ile Kayacık ağılı arasındaki sahaya karşı idi. Taarruz olunan cepheye sevkolunabilecek kuvvetler Tur şun köyü şimaligarbisindeki 9'uncu fırka ile Sivli köyü civarında bulunan 6. fırka ve 8'inci ve 4'üncü fırkaların ihtiyat kuvvetleri idi. 9'uncu fırka evvela tahrik olundu. Vinci fırkayı Sülicek ve İsmailoğlu tepesi mıntakalarmda takviye etmesini, diğer bir fırkanın Küçük Anafarta üzerine yürümesini, diğer fırkalara, düşmamn topçuları ile taarruz etmekte olduğu istikametleri ateş altma alma larını, hülâsa (özetle) bütün cephede icap eden (gere ken) tedbirlerin alınmasını emrettim. Ancak, düşmanın hücum ettiği cepheye gönderdiğim ihtiyat kuvvetleri mu vasalat edebilmek (varması) için zaman geçecekti. O za manı kazanmak lazım geliyordu. Elimde bir süvari liva sı da vardı. Bu süvari kıtasının mevcudiyeti bende şöy le bir hatıra uyandırdı:
80
Fransızlar Seddülbahir cephesinde piyadelerinin hü cum hatları önünde bir süvari kıtasını, yayılmış olduğu halde bizim hatamıza saldırtmışlardı. Bu Fransız süva rilerinin ateş karşısında bi-muhaba (korkmadan) ölüme koşmaları hoşuma gitmişti. Bu hareketi cidden şövalöresk bulmuştum. Piyadenin önünde bir perde yapıyorlar ve ötesi yok işte, ölüme kucak açıyorlar, arkalarındaki piyadeyi korumak için kendilerini feda ediyorlardı. Bu ne tasvir edilecek cesaret ve fedakârlık levhasıdır! Binaenaleyh derhal bizim süvari alayı kumandanı beyi yanıma çağırdım. İsmailoğlu tepesine taarruz eden düşmanı aynı tarzda bir hareketle tevkif (durdurulması nı) etmesini kendisine emrettim. Pek kıymetli bir süva ri kumandanı olan bu arkadaşımız bütün cesareti necibesini bu münasebetle izhar (gösterdi) etti. Bana arzu et tiğim zamanı kazandırdı. Düşmanın deniz ve kara top çuları İsmailoğlu tepesi ile Azmak deresinin şimal ve ce nubundaki mevzilerimizi şiddetle bombardıman ediyor du. Henüz natamam olan siperlerimiz barınılmaz bir ha le geliyordu. Bilhassa, Yusufçuk tepesine birçok düş m a n bataryaları ateşlerini temerküz ettirmişlerdi (topla mışlardı). Düşman bütün cephe üzerine piyadesiyle de taarruz ediyordu. Topçularımızın, piyadelerimizin ke mali metanetle icra ettikleri ateş sayesinde bütün bu cep helerdeki düşmanın ilk taarruzu telefat ile püskürtüldü. Öğleden soma 4 ile, 4.50 raddelerinde tahminen bir fır81
ka kadar düşman kuvvetinin birbirini müteakip (izleyen) birkaç kademe olan Laletepe 'den ilerlemekte olduğu gö rüldü. Bu düşman kuvvetleri Mestantepe ve Kayacıkağılı'na doğru yanaşmcaya kadar pek çok telefat verdi. Ve birçok defa tevakkufa (durmaya), mecbur oldu. Bazı ak samı darma dağınık bir hale geldi. Fakat herhalde ilk ta arruzu yapan düşman kıtaatı takviye olundu. Ve ikinci defa olarak tekrar taarruza kalktı. Bu defa da Yusufçuk tepesine karşı vaki olan hücum defedildi (uzaklaştırıldı). Yalnız bir jandarma bölüğümüzün geriye çekilmesi üze rine orası derhal takviye olunarak bir süngü hücumu ile düşman o noktadan da atıldı. Düşman saat 6 sonraya doğru taarruzunu faik (üstün) kuvvetlerle ve efradı İn giliz asilzadelerinden mürekkep (oluşan) ikinci süvari ya ya fırkası ile üçüncü defa olarak tekrar Yusufçuk tepesi ne girdi. Tarafımızdan birinci hatlar takviye olunarak ic ra ettiğimiz taarruzla düşmanı o tepeden attık. Hâkimi yet bizde kaldı. Düşmanın Azmak cenubunda yaptığı ta arruzlar da püskürtüldü. Bu suretle 8 Ağustos'ta düşma nın lâakal (en az) biri taze olmak üzre üç fırka ile yaptı ğı taarruz neticesinde on beş yirmi bin kadar zayiatı ol du. Düşmanın maksadı bence Kayacıkağılı, İsmailoğlu ve Yusufçuk tepelerini zaptederek cephemizi yarmaktı. Ve bu hat dahilinde şarka ilerleyecekti. Filhakika pek büyük azim ve inat ile müteaddit (çeşitli) taarruzlar yap82
tı. Kıtalanmızm ve başlarında bulunan kumandanlarla zabitlerimizin metanetleri, fedakârlıkları sayesinde düş manın hücumları göğüs göğüse, süngü süngüye karşıla narak imha edildi. Neticei muvaffakiyet de bizde kaldı. Paşa, General Hamilton'un raporunda, aynı güne te sadüf eden vakayii hikâye eden sahifeleri yüksek sesle okudu ve bana dedi ki: - Görüyor musunuz, işte o da bu mağlubiyeti kabul ediyor. Yalnız tasavvur etmediği müşkülatı bu mağlubi yete sebep gösteriyor. Halbuki benim ve kıtalarımın için de bulunduğumuz müşkülat, muhakkak ki onlannkinden daha az değildi. Ve kendi ifadesine nazaran " ü ç fırkadan da fazla olduğu anlaşılan ve bahusus (özellikle) damar larında bir damla İngiliz kanı cevalan eden (dolaşan) her bir ferdi iftiharından lerzedar eyleyecek (titreyecek) de recede ulvi bir m a n z a r a " arzettiğini söylediği İngiliz asilzadeler fırkasını mağlup etmek için benim kullandı ğım kuvvetlerin miktarını Hamilton tarihi harpte okuya cağı zaman Türk askerlerini, Türk zabit ve kumandan larını herhalde buİngiliz fırkasının ulviyetinden daha âli (yüce) bulacaktır. Bundan eminim. S ir Hamilton mezkûr fırka efradı için diyor ki: " B u derece güzide efrada za manı hazır muharebatmda pek ender tesadüf olunur." Bunu böyle kabul edersek o halde bizim 34'üncü ve 64'üncü alaylarımızın -ki onları mağlup etmiştir- efra dına dünyanın hiçbir ordusunda tesadüf etmek ihtimali
83
olmadığı itiraf olunmalıdır. Yalnız Sir Hamilton'u par lak gayesine muvaffak olmaktan men'ettikleri için İngi liz kumandanının "Türkler ikinci yaya süvari fırkasının, kendilerinin gırtlaklarına yapışıp bir haddi tedip yemek ten kendilerini kurtardıkları için pek talihli imişler" sö zünü pek bayağı bulurum. Ve buna mukabil şu cümleyi kullanmaya kendimi mezun addederim. İngiltere' nin baisi iftiharı olan ikinci Mavend yaya süvari fırkası efradı nın temiz kanlı ve mert Türk kahramanları karşısında dayanamadıkları bence bizim için daha sayam iftihardır. Hakikaten Türkler takati beşerin fevkinde (insan gücü nün üstünde) bir kudret göstermişlerdi. Şimdi gelelim 13 Ağustos muharebesine. Anlıyor sunuz ki sekizden ondörde kadar olan günlerin hadisatmdan bahse lüzum görmüyorum. 14 Ağustos Kayacıkağılı muharebesi: O gün düşman kesif topçu ateşiyle Kayacıkağılı cephesinde bulunan fır kamızı ateş altına alarak oradaki siperlerimizi dövmeye başlamış. Bu ateş öğleden sonra saat dörtte büsbütün kesbi şiddet etmiş. Buna gemi topçuları da iştirak et mekte imiş. Mustafa Kemal Bey, düşmanın o cepheye bir taarruz hazırlamakta olduğuna kat'i bir surette hükmet miş. Oradaki fırka kumandanına, böyle bir taarruza mu kabele (karşılık) maksadıyla hazırlanması için icap eden emri vermiş. Aynı zamanda mümkün olan tekmil (bütün) topçularına da o istikamette ateş açtırmış. İhtiyat fırka84
lanndan birine de hazırlık emri verilmişti. Filhakika düş man mezkûr cepheye taarruz etmiş. Mustafa Kemal Bey, oradaki fırka kumandanından vazıh (açık) haber alamadığı için, kendisine telefonla şu emri veriyor: "ilerideki kuvvetleri kullanacak kimsenin orada bu lunmadığım anlayarak müteessir oluyorum. Her halde bi rinci hatlar teksif edilmeli (yoğunlaştınlmalı). Düşma nın hücumu halinde derakap (hemen) süngü ile karşıla nacak surette ihtiyat taburları birinci hatta takrip edilme li (yaklaştınlmalı). Bunun böyle yapıldığından ben emin olmalıyım. Rica ederim icraatınızı hemen bildiriniz." Aynı zamanda demin bahsettiği ihtiyat fırkasını da o cepheye hareket ettirmiş. Erkânı harbiyesinden Pertev Bey'i de haber zabiti olarak oraya göndermiş. Almakta olduğu haberler natamammış (tamam değilmiş). Bunun la beraber düşmanın siperlerimize girmiş olduğuna ka naat getirmiş. "Fırka kumandanının verdiği haberlerle vaziyet te nevvür etmiyordu (aydınlanmıyordu). O kadar ki bu fır ka kumandanına muğber (gücenmiş) oluyordum. Saat 6.15 somada da kendisine bu emri verdim" dedi. - Mümkünse lütfen okur musunuz? - Ben şu habere intizar ediyorum: Siperlerimize gi ren düşman mahvedilmiş, düşman siperlerine askerleri miz girmiştir. Bundan başka hiçbir haber bence haizi ehemmiyet değildir." işte bu emri verdim. 85
- Netice ne oldu efendim? - Bu emirden sonra gelen raporlarda da vuzuh (açık lık) yoktu. Bunlarda, hareketin iyice hava karardıktan somaya talikine müsaade etmem talebinde bulunuyordu. Bunun üzerine yeni bir emrimde dedim ki: "Düşmanın tardı için gecenin hululünü (gelişini) bekleyerek bir an bile kaybetmek kat'iyyen caiz değildir. Düşman da ka ranlıktan bilistifade (yararlanarak) fazla takviye kıtaları alır. Faalâne hareket ederek düşmanı hemen tardetmeniz matluptur. Gönderdiğim takviye kıtaatı ile irtibat peyda (bağlantı kurunuz) ediniz. Onları cephe gerisine yaklaş tırınız ve bana bildiriniz." Bu fırka cephesinde o gün ve bütün gece sabaha ka dar müteaddit (çeşitli) defalar kanlı boğuşmalar olmuş. Neticede düşman maksadını elde etmekten mahrum kal mış. Bundan başka bizim için pek parlak bir muvaffaki yet denecek derecede de fazla zayiata uğramış. 14/15 gece yansından soma düşman Mestan tepe den Yusufçuk tepesine taarruza teşebbüs etmişse de pi yade ateşlerimizle bu da bertaraf edilmiş. Paşa dedi ki: - İşte bu Kayacıkağılı muharebesinden sonra niha yete kadar artık ciddi hiçbir muharebe vukubulmamıştır. Bu uzun müddet zarfında gerek biz gerekse düşman tahkimat ve tertibatla iştigal ettik. Bütün tafsil ettiğimiz (ayrmtılannı belirttiğimiz) bu muharebelerde düşman 86
pek büyük zayiata duçar olduğu ve bizim tahtı hâkimi yetimizde kalmaktan kurtulmadığı için bütün ümitleri kı rıldı. Ben 27 Teşrinisani'de rahatsızlandım. - Demek her gün sarsıp emellerinden uzaklaştırdı ğınız düşmanınızın kaçtığını görmediniz. - Hayır! Fevzi Paşa Hazretlerini (Mareşal Fevzi Çak mak) yerime tevkil ettim. İstanbul'a geldim. - Firar haberini nerden aldınız efendim? - Zannederim on gün sonra, İngilizlerle Fransızların topraklarımızdan kaçtığım İstanbul'da işittik. Bilahare er kânı harbiye reisimin buna dair verdiği rapora istinaden (dayanarak) İngilizlerin bu hareketini izah için, başka ke lime aramaya lüzum görmüyorum. Bu tabirin bütün vüs'ati (geniş) manasıyla kaçtılar, kaçtılar diyeceğim. Bu, kendilerince muvaffakiyetli bir kaçıştır, dedi. Ve gülümsedi. Bu kadar zaman bana şu hülâsaları vermek için yo rulan kıymettar zata teşekkürler ettim. Ve askerlik haya tına İstanbul'dan Yafa'ya sürülmekle başlayan, Hareket Ordusu gibi, Trablusgarp ve Balkan muharebeleri gibi memleketin en tehlikeli zamanlarında can verircesine vazife başına atılan bu kahramanın elini sıktım. İçimde ona karşı derin bir hürmet, bir İstanbul çocuğu ruhu ile derin bir şükran olduğu halde yanından ayrıldım. Şişli, 28 Mart - Sene 1334 (1918)
87
www.cizgiliforum.com enginel
*
İO K *İ İ İ
www.cizgiliforum.com enginel